Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

05/03/20

Dâvet Makâmı
Vilâyet (evliyâlık) makâmının üstünde, peygamberlere mahsus bir makâm.

Peygamberlerin izinde bulunanların en üstünlerine de dâvet makâmından bir pay ayırırlar.Yûsuf sûresinin; "Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki, benim yolum budur. Sizi gafletten uyandırarak, Allahü teâlâya dâvet ediyorum. Ben ve benim izimde bulunanlar çağırıcıyız" meâlindeki yüz sekizinci âyeti bunu göstermektedir. 
(İmâm-ı Rabbânî)

DA'VET (Dâvet)
1. Hak dîne çağırmak.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

Ey Muhammed! Rabbininin yoluna hikmetle, güzel öğütlerle dâvet et. Onlarla en güzel şekilde tartış. (Nahl sûresi: 125)

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Allahü teâlâdan kendisine gelen emirleri insanlara açıklamak ve onları îmâna dâvetle emredildi. Dâvetini üç yıl gizli yaptı. Üç yıl sonra ilâhî emir üzerine, Allahü teâlânın emirlerini açık açık bildirmeye, kavmine İslâmiyet'i anlatmaya başladı. (Abdülhak Dehlevî, İbn-ül-Esîr)

Allahü teâlâ, kullarına acıdığı için, Peygamberler aleyhimüsselâm gönderdi. Eğer bu büyük insanlar gönderilmeseydi, yolunu şaşıran insanlara, O'nu ve sıfatlarını kim bildirirdi?Beğendiklerini, beğenmediklerinden kim ayırabilirdi? İnsan aklı, noksan olduğu için o büyüklerin dâvet nûru ile aydınlanmadıkça bunları bilemez ve ayıramazdı. Anlayışımız tam olmadığı için, bu büyüklerin izinde gitmedikçe, bunları anlamakta şaşırır ve aldanırız. Evet akıl, doğruyu eğriden ayırmaya yarayan bir âlettir. Fakat o büyüklerin dâveti ile, haber vermeleri ile tamam olmaktadır. (İmâm-ı Rabbânî)

2. İkrâm etmek için çağırma çağırılma.

Müslümanın müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevâb vermek, hastasını ziyâret etmek, cenâzesinde bulunmak, dâvetine gitmek ve aksırıp elhamdülillah deyince, yerhamükallah diyerek cevap vermek. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim) 

Riyâ, gösteriş ve övünmek için yapılan dâvetlere gitmek câiz değildir. (Muhammed Hâdimî, İmâm-ı Gazâlî)

Mü'minin dâvetine gitmek sünnet olduğu hâlde haram bulunan dâvete gitmemeli, haramdan, mekrûhtan sakınmak için sünneti terk etmelidir. (Abdülganî Nablüsî-Muhammed Rebhâmî)

DÂR-ÜL-İSLÂM
 İslâm memleketi. İslâm ahkâmının (kânunlarının) tatbik edildiği yer.

Düşmandan alınan ganîmet, Dâr-ül-İslâm'a getirilince askerin hakkı olur. Fakat taksîm edilmeden (bölüşmeden) önce mülk olmaz. (İbn-i Âbidîn)

Dâr-ül-harbde (kâfir ülkesinde) îmâna gelenin Dâr-ül-İslâm'a hicret etmesi vâcib olur. (İbn-i Âbidîn)

Dâr-ül-İslâm'da yaşayan kâfirler ve başka memleketlerden gelen kâfir turistler, kâfir tüccarlar, muâmelâtta müslümanlarla aynı hak ve hürriyetlere sâhiptirler. (Muhammed Hâdimî)

DÂR-ÜL-HARB
İslâm ahkâmının (kânunlarının) tatbik edilmediği yer.

Dâr-ül-harbde îmâna gelen kimse, farzı, haramı işitince o anda farzları yapması, haramlardan kaçınması lâzım olur. (İbn-i Âbidîn)

Dâr-ül-harbde, İslâm'ın vekârını, şerefini korumak ve fitneden sakınmak müslümanlara vâcibdir. (Muhammed Bağdâdî)

Düşman ordusu kuvvetli ise, sulh yapmak, mal vermekle bile câiz olur. Mürtedler (dinden dönenler) kuvvetli olup şehirleri alırlar ve oraları Dâr-ül-harb olursa, hükümetin zarûret hâlinde onlarla da sulh yapması câiz olur. (İbn-i Âbidîn)

DANYAL ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Mûsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini insanlara tebliğ etti (duyurdu).

İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra kendilerine gönderilen peygamberleri dinlemeyip isyân edince, Allahü teâlâ onlara zâlimleri musallat etti. Çeşitli belâlar gönderdi.Düşmanları tarafından yurtları işgâl edildi. Bir kısmı esir edilip bir kısmı da öldürüldü.Âsurlu hükümdârı Buhtunnasar'ın orduları Kudüs'e girip ele geçirdiler. İsrâiloğullarından pek çok kimseyi öldürdüler. Esir aldıkları yetmiş bin çocuğu da yanlarında götürdüler. Bu esir
çocuklar arasında bulunan Danyal aleyhisselâmı Buhtunnasar sarayına aldı. Danyal aleyhisselâm onun sarayında büyüdü. Mecûsî (ateşperest) olan Buhtunnasar, Danyal aleyhisselâmın kendi dinlerinden olmadığını anlayarak yanından uzaklaştırdı ve hapse attırdı.Buhtunnasar'ın gördüğü bir rüyâyı tâbir ettiği için hapisten çıkarıldı. Buhtunnasar, ona memleketin işlerini havâle etti. Çıkardığı fermanla ona saygı gösterilmesini emr etti.Buhtunnasar'ın adamları onu kıskandılar ve işten uzaklaştırılmasını istediler. İleri gelen adamlarının dediklerine aldanan Buhtunnasar, Danyal aleyhisselâmı kendi dîninden olmadığı için ateşe attırdı. Fakat Danyal aleyhisselâm Allahü teâlânın yardımıyla yanmadı. Daha sonra, Buhtunnasar'a yâhut Buhtunnasar'ın resmine secde etmediği için, içinde arslanların bulunduğu bir kuyuya atıldı. Fakat Allahü teâlânın koruması ile arslanlar ona hiç dokunmadı ve atıldığı kuyudan sağ sâlim kurtuldu. Buhtunnasar'ın ölümünden sonra, Üzeyr aleyhisselâm ile birlikte Kudüs'e geldi. Kendisine peygamberlik verildi. İnsanlara Mûsâ aleyhisselâmın dînini teblîğ etti. Bir müddet sonra, Ehvaz yakınında bulunan Sûs şehrinde vefât etti.(Nişâncızâde Mehmed Efendi, Taberî)

DÂLLE
Âdet hâlinin kaç gün olduğunu unutan veya kaç gün olduğunu bilip ayın başında mı, ortasında mı, sonunda mı olduğunu kestiremeyen kadın.

slâmiyet'te her kadının; hayız (âdet), lohusalık ve temizlik günlerini, bunların sayısını, zamânını bilmesi lâzımdır. Dâlle din husûsundaki gevşekliği ve ilgisizliği sebebiyle âhirette mes'ûl olacak, azâbı pek büyük olacaktır. (İbn-i Âbidîn)

DALÂLET
Sapıklık, yoldan çıkma. Peygamber efendimizin ve Eshâbının bildirdiği doğru yoldan ayrılma, sapma.

Allahü teâlâdan korkunuz! Sözümü iyi dinleyiniz ve itâat ediniz. Ben öldükten sonra gelecekler, çok ayrılıklar göreceklerdir. O zaman benim ve halîfelerimin yolumuza sarılınız. Dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız. Çünkü bu yeni şeylerin hepsi bid'attir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir, doğru yoldan ayrılmaktır. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce)

Ümmetim dalâlet üzerinde icmâ' etmez (birleşmez). (Hadîs-i şerîf-Beyhekî) 

Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânın kitâbıdır. Yolların en iyisi, Muhammed'in (aleyhisselâm) gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir, sapıklıktır. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

Eshâb-ı kirâm Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) işitip öğrendiklerini gençlere bildirdiler. Zamanla insanların kalbleri karardı. Hele bâzıları, yeni müslüman
olanlar, Kur'ân-ı kerîmden kendi noksan akılları ve kısa görüşleri ile mânâ çıkarmağa kalkıştılar. Peygamber efendimizin bildirdiklerine uymayan şeyler anladılar. İslâm düşmanları da bu bölünmeyi, parçalanmayı körükledi, böylece yetmiş iki türlü dalâlet ve sapıklık yolu meydana geldi. (Kutbuddîn İznikî)

DÂİRE-İ HİNDİYYE
Namaz vakitlerinin tesbitinde kullanılan ve güneş gören düz bir yere çizilen dâire veya bu şekle uygun olarak yapılan âlet.

Dâire-i Hindiyye'nin ortasına, yarıçapı uzunluğunda mikyâs denilen düz bir çubuk dikilir. Tam dik olması için çubuğun tepesi dâirenin üç değişik noktasından aynı uzaklıkta olmalıdır.(Abdülhak Sücâdil)

DAĞLAMA
Kızdırılmış mâdenle vücûdun bir yerini yakma.

Efsûn yapan ve ateş ile dağlayan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmemiş (güvenmemiş, O'ndan yüz çevirmiş) olur. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)

Tevekkül edenler, falcılık, efsûn ve dağlamak ile hastalığı tedâvî etmez. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)

Dağlamanın faydası kesin değildir. Çünkü tehlikeli yaralara sebeb olabilir. Üstelik dağlama ile elde edilecek fayda, başka ilâçlarla da te'min edilebilir. Bu bakımdan dağlamak uygun değildir. (İmâm-ı Gazâlî)

DÂBBET-ÜL-ERD
Kıyâmetin büyük alâmetlerinden. Kıyâmetin kopmasına yakın çıkacak olan bir hayvan.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

İnsanlara vâd olunan öldükten sonra dirilmek ve azâb olunmak yaklaşınca, biz onlara yerden Dâbbe'yi (Dâbbet-ül-erd'i) çıkarırız. (Neml sûresi: 82)

Dâbbet-ül-erd çıktığında gökleri bir duman kaplayıp bütün insanlara gelip canlarını yakacak, herkes bunun acısından duâ edip; "Yâ Rabbî! Bu azâbı üzerimizden kaldır. Sana îmân ediyoruz" diyeceklerdir.(Yûsuf Nebhânî)

Dâbbet-ül-erd çıkar sonra Mekke'de Safâ altından,
Dağ kadar bir hayvandır, ayırır iyiyi fenâdan.
(M.Sıddîk bin Saîd)

ÇİLEHÂNE
Çile yapılan yer. (Bkz. Çile)

Açlıkla ve insanlardan kaçarak çilehânede yalnız yaşamakla nefislerini temizleyenlerin, fakat Hak teâlâya yaklaşmayanların firâsetleri, cisimleri, maddeleri keşfetmek, mahlûkların gayblerini haber vermektir. Bunlar yalnız mahlûklardan haber verir. Çünkü Hak teâlâ ile aralarında perde vardır. (İmâm-ı Rabbânî)

ÇİLE
Dervişlerin, nefislerini terbiye ederek tasavvuf yolunda ilerliyebilmek için kırk gün tenhâ bir yerde riyâzet (nefsin istemediği şeyler) ve ibâdetle meşgul olmaları.

Hak teâlâ, hepimizi her an kendinin esiri olmak şerefine kavuştursun. Hakîkî kurtuluş O'na esîr olmak, tutulmaktır. Ondan başka bir şey düşünmemek, hâtıra bir şey getirmemek, büyüklerimizin yolunda, pek kolay hâsıl olmaktadır. Hatta bu yolun büyüklerinden bir kaçı kırk gün çile çekmiş, kırk gün sonra, hâtırlarına dünyâ düşünceleri gelmez olmuştur. (İmâm-ı Rabbânî)

Behâiyye, ne güzel götürücüdür!
Yolcuları gizlice yerine götürür.
Sözlerin tadı sâliklerin kalbinden
Halvette çile çekmek fikrini süpürür
(Molla Câmi)

Ahrâriyye büyükleri, zamanlarında bulunmayan, halvet yâni yalnız başına kalmak, kırk gün bir yere kapanıp çile çıkarmak yerine, insanlar arasında, kalbini Allah ile bulundurmak seâdetine kavuşmuşlardır. (İmâm-ı Rabbânî)

Câhil sûfiler, zikre, fikre sarılıp, farzları ve sünnetleri yapmakta gevşek davranıyorlar.Kırk gün çile çekmeyi ve riyâzetler yapmayı beğeniyor, Cum'a namazına ve cemâate gitmiyorlar. Halbuki bir farz namazı cemâat ile kılmak onların binlerle, kırk günlük çilelerinden daha faydalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)

ÇIHÂR YÂR-I GÜZÎN
Peygamber efendimizin dört seçkin ve büyük halîfesi: Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer,
hazret-i Osman, hazret-i Ali.

Allahü teâlâ, hiçbir peygamberine vermediği kerâmetleri (üstünlükleri) bana verdi. Kıyâmette en önce kabirden ben kalkarım. Allahü teâlâ, dört halîfeni (Çıhâr-yâr-ı güzîni) çağır buyurur. Onlar kimlerdir yâ Rabbi? derim. Ebû Bekr'dir buyurur. Yer yarılıp Ebû Bekr, herkesten önce kabirden çıkar. Sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali kalkar.(Hadîs-i şerîf-Menâkıb-ı Çıhâr-Yâr-ı Güzîn).

ÇEŞTİYYE
Evliyânın büyüklerinden Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.

Çeştiyye yolunun büyüğü Muînüddîn-i Çeştî hazretleri buyurdu ki: Kurtuluş, sâlihlerin, büyüklerin sohbetindedir. Bir kimse her ne kadar kötü de olsa, büyüklerin sohbetinde bulunmak onu kurtarır ve yükseltir. Sâlihlerin sohbetine devâm eden kimse iyi bir kişi ise, kısa zamanda olgunlaşıp, yükselir.(Hediyye bin Abdürrahim Çeşti)

ÇÂRMÎH (Çihâr mîh)
Dört çivi. Birbiri üzerine dikey olarak konulmuş iki tahtadan meydana gelen, suçluları îdâm etmek için kullanılan haç şeklindeki darağacı. Bu cezâya çarptırılan kişi iki yana açılmış kollarından ve bağlanmış ayaklarından çivilenerek öldürülürdü.

Engizisyon mahkemeleri denilen papaz cemiyetleri tarafından katledilen, çarmıha gerilen ve yakılanların sayısı, beş milyon iki yüz bindir. (Harputlu İshak Efendi)

Yahûdîlerden bir cemâat, Îsâ aleyhisselâm ve annesi hazret-i Meryem'e dil uzattılar. Îsâ aleyhisselâm bunu duyunca onlar hakkında beddûa etti. Allahü teâlâ onun bu duâsını kabûl eyledi. Hazret-i Îsâ'ya ve annesine dil uzatanları maymun ve domuza çevirdi. Bu durumu aralarında görüşen yahûdîler hazret-i Îsâ'yı öldürmek üzere anlaştılar. Hazret-i Îsâ'yı aramaya başladılar. Îsâ aleyhisselâmın havârîlerinden biri olan Yehûda (Judas) bir kaç kuruş karşılığı, Îsâ aleyhisselâmın yerini onlara haber verdi. Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için yahûdîler ile berâber eve girince, Allahü teâlâ Yehûda'yı Îsâ aleyhisselâma benzetti. Yahûdîler onu Îsâ aleyhisselâm diye yakaladılar. Çarmıha gererek asıp öldürdüler. Îsâ aleyhisselâm ise, Allahü teâlâ tarafından göğe kaldırıldı. (Senâullah Dehlevî, Ebû Hayyân Endülûsî, Ahmed Sâvî)
Hıristiyanlar, Îsâ aleyhisselâmın çarmıha gerilip orada öldüğüne, fakat sonra diriltilip göğe çıktığına inanırlar. Müslümanlar ise, Îsâ aleyhisselâmın çarmıha gerilmediğine, doğrudan göğe kaldırıldığına inanırlar. Bu husus, Kur'ân-ı kerîmin Nisâ sûresi 157-158. âyet-i kerîmelerinde bildirilmiştir. (Enver Şah Keşmîrî)

CÜZ'
1- Bir bütünü meydana getiren parçalardan her biri.

Her cüz aslına gider. (Celâleddin Rûmî)

2- Kur'ân-ı kerîmin yirmi sayfalık bölümlerinden her biri.

Meyyit için, çeşitli kimselerin, sessiz olarak çeşitli cüz'ler okuyup, Kur'ân-ı kerîmi hatim etmeleri ve herbirinin okuduğunun sevâbını ölünün rûhuna göndermeleri veya birinin hepsi için hediye etmesi, yâni hatîm duâsını yapması, okuyanların da âmin demeleri câiz ve çok faydalı olur. (Abdullah-ı Rûmî)

CÜRM
 Suç, günah, kabahat. (Bkz. Mücrim)

İnsanlar arasında benden üstün olanlara hürmet eder, haklarına riâyet ederim. Benden aşağı olanların sözlerine aldırış etmez, onlardan sakınırım. Emsâllerimin kusurlarını bağışlar, olgunluk ve anlayış gösteririm. Çünkü yumuşaklık fazîlettir, üstünlüktür. Cürm sâhibi olanların ise cürmleri aleyhimde çoğalsa bile, onlara katlanmayı, aldırış etmemeyi kendime bir vazîfe bilirim. (Muhammed el-Verrak)

Rahmetin mücrimedir, kusûrum pek çok benim
Edemem cürmüm inkâr, hâlim mâlûmun senin
Yüz karası ile geldim sürüyerek zincirim

Rahmetini umarım yoksa da istidâdım
Sana güçlük mü var? Ey keremi bol Allahım!
(M.Sıddık Gümüş)

CÜNÜB
Gusletmesi (boy abdesti alması) gereken kimse. (Bkz. Gusl)

Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki:

Eğer, cünüb iseniz (yıkanmak, gusül abdesti almak sûretiyle) temizleniniz... (Mâide sûresi: 6)

Kirlenince çabuk gusül abdesti alın! Çünkü Kirâmen kâtibîn melekleri cünüb gezen kimseden incinir. (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)

Resim, köpek ve cünüb kimse bulunan eve rahmet melekleri girmez. (Hadîs-i şerîf-Müslim, Zevâcir)

Namaz kılan ve kılmayan herkes, bir namaz vaktini cünüb geçirirse, çok acı azâb görecektir. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)

Cünüb ve hayızlı iken câmiye girmek, hattâ câmi içinden geçmek, Kur'ân-ı kerîm okumak, dokunmak ve tutmak, Kâbe-i muazzamayı tavâf etmek haramdır. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Âbidîn)

Bir kimse cünüb olsa, gusül abdesti almadan bir namaz vakti geçse, o kimseye ateşten gömlek giydirilecektir. (İmâm-ı Gazâlî)

Cünüb olan her kadın ve erkeğin ve hayız ve nifâstan kurtulan kadınların, namaz vaktinin sonunda o namazı kılacak kadar zaman kalınca, gusül abdesti alması farzdır. (İbn-i Âbidîn)

CÜNÛN
Delilik.

Âhireti verip dünyâyı almak. Hak'tan halka yüz çevirmek. Cünûn ve sefâhettir. (İmâm-ı Rabbânî)

Cünûn hâlindeki kimse yirmi dört saatte ayılamazsa iyi olunca namazlarını kazâ etmez.(İbrâhim Halebî)

Cünûn hâlindeki kimsenin namaz kılmaması için altı namaz vakti, oruç tutmaması için bir gece ve gündüz, zekât vermemesi için bir yıl aralıksız o halde olması lâzımdır. (İbn-i Âbidîn)

CÜBN
Korkaklık.

Cübn, kötü huydur. (Muhammed Hâdimî)

Cübn sâhibi olan kimse, zevcesine ve akrabâsına karşı gayretsizlik ve hamiyetsizlik gösterir. Onları koruyamaz. Zillete ve zulme boyun eğer. Harâm işleyeni görünce susar.Başkalarının malına göz diker. İşinde sebât etmez. Verilen vazîfenin ehemmiyetini anlamaz.(Muhammed Hâdimî)

CUM'Â SÛRESİ
 Kur'ân-ı kerîmin altmış ikinci sûresi.

Cumâ sûresi, Medîne-i münevverede nâzil olmuştur (inmiştir). On bir âyettir. Cumâ namazının farz oluşunu bildirdiği için, dokuzuncu âyet-i kerîmede geçen Cumâ kelimesi sûreye isim olmuştur.Cumâ sûresinde; bütün varlıkların Allahü teâlânın yüceliğini, büyüklüğünü anıp durdukları, Peygamber efendimizin Allahü teâlânın emir ve yasaklarını ümmetine öğrettiği, Cumâ ezânı okununca, müslümanların ticâretlerini bırakıp namaza gitmeleri, namazdan sonra dağılıp meşrû (günâh olmayan) işleri ile meşgûl olmaları istenmekte, Allahü teâlâyı çokça anmaları tavsiye edilmektedir. (Râzî, Alâüddîn Hâzin)

Cumâ sûresinde meâlen buyruldu ki:

De ki: Sizin kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da gizliyi ve âşikârı bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O, size bütün yaptıklarınızı haber verecektir. (Âyet: 8)

CUM'Â NAMAZI
Cumâ günü öğle vaktinde câmilerde hutbeden sonra, cemâatle kılınan iki rek'atlik farz namaz.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

Ey îmân etmekle şereflenen kullarım! Cumâ günü, öğle ezânı okunduğu zaman, hutbe dinlemek ve Cumâ namazı kılmak için câmiye koşunuz. Alış-verişi bırakınız! Cumâ namazı ve hutbe size, başka işlerinizden daha faydalıdır. Cumâ namazını kıldıktan sonra, câmiden çıkar, dünyâ işlerinizi yapmak için dağılabilirsiniz. Allahü teâlâdan rızık bekleyerek çalışırsınız. Allahü teâlâyı çok hatırlayınız ki, kurtulabilesiniz. (Cum'a sûresi: 9-10)

Bir kimse, mâni yok iken, üç Cumâ namazı kılmazsa, Allahü teâlâ, kalbini mühürler.Yâni iyilik yapmaz olur(Hadîs-i şerîf-Mesâbih)

Cumâ namazından sonra yedi defâ İhlâs ve (yedi) Mu'avvizeteyn (Felak ve Nâs sûrelerini) okuyanı Allahü teâlâ, bir hafta kazâdan, belâdan ve kötü işlerden korur.(Hadîs-i şerîf-İbn-i Sünnî)

Cumâ namazı için gusül abdesti almak, güzel koku sürünmek, yeni ve temiz giyinmek, saç, tırnak kesmek, câmide buhur (koku) yakmak, câmiye erken gelmek sünnettir. (İbn-i Âbidîn)

CUM'A HUTBESİ
Cumânın ilk dört rek'atlik sünnetten sonra ve iki rek'atlik farzdan önce, imam tarafından cemâat huzurunda minberden Arabça olarak okunan hutbe.

Cumâ hutbesi okunurken, bir kimsenin başka bir kimseye, sus yâhut iyi dinle demesi lüzumsuzdur. (İbn-i Âbidîn)

Hatîbin, Cumâ hutbesinde emr-i ma'rûftan, dînin emirlerinden başka şeyleri, Arapça bile söylemesi harama yakın mekrûhtur. İmam efendi, içinden E'ûzü okuyup, sonra yüksek sesle, hamd ve senâ ve kelime-i şehâdet, salât ü selâm okur. Sonra vâz eder, yâni sevâba ve azâba sebeb olan şeyleri hatırlatır ve âyet-i kerîme okur. Sonra oturur. Kalktığında, ikinci hutbede vâz yerine, mü'minlere duâ eder. Dört halîfenin isimlerini söylemesi lâzımdır, müstehâbdır.

Hutbeye dünyâ sözü karıştırmak haramdır. Namaz kılarken yapması haram olan şeyler, hutbe dinlerken de haramdır. (Abdülhayy Lüknevî)

Cumâ hutbesini Arapça'dan başka dil ile okumak, namaza dururken, başka dil ile iftitâh tekbîri almak gibidir. Bu ise, namazdaki diğer zikirler ve duâlar gibidir. Namaz içindeki zikirleri ve duâyı Arapça'dan başka dil ile söylemek ise tahrîmen (harama yakın) mekrûhtur. Hazret-i Ömer yasak etmiştir. (Abdülhayy Lüknevî, İbn-i Âbidîn)

CUM'A (Cumâ)
Müslümanlara mahsûs mübârek, kıymetli bir gün.

Cumartesi günleri yahûdîlere, Pazar günleri hıristiyanlara verildiği gibi, Cumâ günü, müslümanlara verildi. Bugün, müslümanlara hayır, bereket, iyilik vardır. (Hadîs-i şerîf-Rıyâdün-Nâsihîn)

Güneş, Cumâ gününden daha iyi bir gün üzerine doğmaz. Âdem (aleyhisselâm) Cumâ günü yaratıldı. Cumâ günü Cennet'e girdi. Cumâ günü Cennet'ten çıktı. Kıyâmet Cumâ günü kopar. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)

Cumâ günü gusl edip, namaz için câmiye gidip nâfile namaz kılan ve imâm hutbeden ininceye kadar sessizce oturup, sonra imâmla berâber Cumâ namazını kılanın, bir hafta sonraki Cumâya üç gün daha ekleyerek olan gün miktârı işlediği günâhları af ve mağfiret olunur. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)

Cumâ günü gusül abdesti alınız. Her akşam abdestli olarak yatınız! Her hâlinizde Allahü teâlâyı hatırlayınız, anınız. (Ebû Ali Dekkâk)

Cumâ günleri duânın kabûl olunacağı bir zaman vardır. Bu zaman, hutbe ile, Cumâ namazı içindedir diyenler çoktur. Hutbe dinlerken duâ kalbden olur. Ses çıkarmak câiz değildir. Bu zaman, her şehir için başkadır. Cumâ günü, gecesinden daha kıymetlidir.Gecesinde veya gündüzünde Kehf sûresini okumak çok sevâbdır. (Senâullah Pâni-pütî)

CÛKÎ
Hindistan'da yayılan ve bozuk bir yol olan Brahmanizmin, cûk denilen dört rûhânî sınıfından birine mensûb olan kimse. Hind kâfirlerinin dervişlerine verilen ad. 

İslâmiyet'e uygun olmayan riyâzet (nefsin isteklerini yapmamak) ve mücâhedeler (nefsin istemediklerini yapmak) nefsin isteklerini artırır. Onu azdırır. Hindistan'daki Brehmen papazları ve Cûkî ismindeki sihirbazlar riyâzet ve mücâhedede çok ileri gitmiş, fakat hiç faydası olmamıştır. Hattâ nefislerinin kuvvetlenmesine, azmasına sebeb olmuştur. (İmâm-ı Rabbânî)

CÖMERDLİK
Dînin, vicdânın ve mürüvvetin (insanlığın) vermeyi emrettiği yerde vermek kendisine zor
gelmemek.

Cömerdlik, Cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Dalları dünyâya uzanmıştır. Kim ondan bir dal tutarsa, o dal onu Cennet'e çeker. (Hadîs-i şerîf-Et-Tarîk-üs-Sâlim)

Cömerdin yemeği şifâ, cimrininki hastalıktır. (Hadîs-i şerîf-Dâre Kutnî)

Cömertlik bütün ayıpları örter. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)

Peygamber efendimiz insanların en cömerdi idi. Bir şey istenip de, yok dediği görülmemiştir. İstenilen şey varsa verir, yoksa cevap vermezdi. O kadar iyilikleri, o kadar ihsânları vardı ki, Rum imparatorları, İran şahları o kadar ihsân yapamazlardı. Fakat kendisi sıkıntı içinde yaşamayı severdi... (Muhammed Rebhâmî)

Cömerdlik, isrâf ile cimrilik arasında orta bir durumdur. Âzâlarla vermek kâfi değildir.Ayrıca kalbin de verme işinden râzı olması, buna karşı çıkmaması lâzımdır. (Yûsuf
Sinânüddîn)

Bir kimsenin Allahü teâlâya muhabbetinin (sevgisinin) gerçek olup olmadığının alâmeti, kendisinde deniz misâli cömerdlik, güneş misâli şefkat, toprak gibi tevâzu (alçak gönüllülük) olmasıdır. (Bâyezîd-i Bistâmî)

CİZYE
 İslâm devletinde zımmî denilen gayr-i müslim vatandaştan, can ve mal güvenliklerinin korunmasına karşılık seneden seneye alınan vergi. Buna harâc-ur-ruûs (baş vergisi) de denir.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Kendilerine kitab verilenlerden Allahü teâlâya ve âhiret gününe inanmayan, Allahü teâlânın ve Resûlünün haram (yasak) ettiği şeyleri haram tanımayan, hak olan İslâm dînini kabûl etmeyen kimselerle; zelîl, hakîr ve kendi elleriyle cizyelerini verinceye kadar muhârebe edin. (Tevbe sûresi: 29)

Müşrikler (putperest) den olan düşmanınıza rastladığınız zaman onları şu üç şeye dâvet ediniz: İslâmiyet'e dâvet edin. Kabûl ederlerse onları öldürmeyin. Kabûl etmezlerse, cizye vermelerini isteyin. Kabûl ederlerse öldürmeyin. Kabûl etmezlerse, Allahü teâlânın yardımına sığının ve onları öldürün. (Hadîs-i şerîf-Fedâil-ül-Cihâd)

Kâfirlerden cizye alınmasını emretmekten maksat, onları sıkıştırmak, aşağı tutmaktır. O kadar aşağı düşerler ki, cizye vermemek için kıymetli elbise giymezler. Süslü eşyâ kullanamazlar. Çok vergi vermemek için, korkarlar ve titrerler. Allahü teâlâ, kâfirlerin düşkün olup horlanmaları için cizye vermelerini emretti. Böylece onların aşağı, müslümanların da üstün, izzetli ve şerefli olmalarını sağladı. (İmâm-ı Rabbânî)

CİSM
1. Boşlukta yer kaplayan şekil almış veya başka bir şekle giren madde.

Bu dünyâda her cisim kendine mahsus sıfatları, özellikleri ile tanınmaktadır. Her cism, birer elementler ve bileşikler yığınıdır. Elementler, bileşikten bileşiğe geçerek yer
değiştirmekte, her cismin terkîbi bozularak, sıfatları yok olmakta, başka sıfatlı başka cisim hâline dönmektedir. Bu devamlı değişmelerde, madde yok olmuyor ise de, cisimler zamanla değişmekte, yok olup başka cisimler meydana gelmektedir. (Seyyid Şerîf)

Cisimlerin, maddelerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz olarak gelmiş değildir. Yâni böyle gelmiş, böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır demektir. Yâni hiçbir şey yok iken, hepsi yoktan yaratılmıştır demektir. (Ahmed Âsım Efendi)

2. Beden, vücûd.

Dünyâ lezzetleri ve elemleri iki türlüdür. Birincisi cismin, ikincisi rûhun lezzetleri ve acılarıdır. Cisme lezzet veren her şey rûha elem verir. Cismi inciten herşey, rûha tatlı gelir.Görülüyor ki, rûh ile cesed birbirinin zıddı, aksidir. (İmâm-ı Rabbânî)

CİRCÎS (Aleyhisselâm)
Îsâ aleyhisselâmdan sonra gönderildiği rivâyet edilen peygamber veya velî. Şam diyârında ve Filistin'de yaşadı. Îsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini insanlara bildirdi.

Circîs aleyhisselâm, ticâretle uğraşır, her sene zekâtını verir, bütün kazancını fakir mü'minlere sadaka olarak dağıtırdı. Musul civârında yaşayan Dâdı Veyh veya Dâdıyan adında bir kralı putlara tapmaktan vaz geçirmek için Allahü teâlâya inanmaya dâvet etti. Circîs aleyhisselâmın dâvetini kabûl etmeyen kral, ona çok işkence ve eziyet ettirdi. Ağaçtan direk diktirip Circîs aleyhisselâmı bağlattı, soyup vücûdunu demir taraklarla tarayıp lime lime parçalattı. Sirke ve tuz getirip, iplik gibi baştan başa dilinmiş vücuduna döktürdü. Büyük bir demiri ateşte kızdırıp Circîs aleyhisselâmın başı üzerine koydu. Kızarmış demir beynini kaynattı ve beyni yüzüne aktı. Allahü teâlâ ona acı hissettirmedi ve eski hâline çevirip korudu. Kral, büyük bir kazanın altına ateş yaktırıp, içinde bakır erittirdi. Circîs aleyhisselâmı kazanın içine attırdı. Allahü teâlâ Circîs aleyhisselâmı bu işkenceden de korudu. Kral, Circîs aleyhisselâmın el ve ayaklarından çivileterek zindana attırdı. Allahü teâlânın yardımıyla
zindandan da kurtulan Circîs aleyhisselâmı, ağacı ikiye yarıp arasına sıkıştırttı. En sonunda zâlim kral ve avânesi Circîs aleyhisselâmı şehîd ettiler. (Taberî, İbn-i Esîr)

CİNS
Fıkıhta; çeşit, tür, kullanıldıkları yerler arasında çok fark bulunmayan şeylere ortak olarak verilen isim.

Deve hayvan sınıfının bir cinsidir. Tüylü deve, bu cinsten bir nevidir. Aslı, kaynağı başka olan veya kullanıldığı yer çok farklı olan yâhut başka isim alacak kadar değiştirilmiş bir mal başka cinsten olur. Sığır eti, koyun eti ile, keçi kılı koyun yünü ile ve ekmek, un ile başka cinstendir. Keçi eti veya sütü ise, koyun eti veya sütü ile bir cinstendir. (İbn-i Âbidîn)

Kile (ölçek) ile satılan bir şey, kendi cinsine meselâ buğday buğdaya peşin satılırken, birinin hacmi fazla olursa fâiz olur. (Ömer Nesefî)

Tartarak satılan bir şey, kendi cinsine (meselâ beşi bir yerde denilen bir büyük altını, altın liralar karşılığında) peşin satılırken, verilen ile alınanın ağırlığı müsâvî (eşit) olmazsa fâiz olur. (İbrâhim Halebî)

CİN
Ateşin alev kısmından yaratılan, her şekle girebilen; evlenme, yeme-içme, çoğalmaları bulunan ve gözle görülmeyen varlıklar. Fârisî dilinde cine peri denir.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Cinleri ve insanları ancak beni bilip ibâdet etmeleri için yarattım. (Zâriyât sûresi: 56)

Ey Habîbim! Onlara de ki: "Cinlerden bir grubun Kur'ân-ı kerîm dinlediği bana bildirildi. Onlar şöyle demişlerdi." Muhakkak ki biz doğru yola götüren, akıllara durgunluk ve hayranlık veren bir Kur'ân(-ı kerîm) dinledik. O'na inandık. Rabbimize hiç bir şeyi ortak koşmayacağız. (Cin sûresi: 1,2)

Cinler çeşitli şekillere girip şaşılacak işler yaparlar. Bunlar tenâsüh (rûhun başka bedene geçmesi) değildir. Cinler insanlar gibi Peygamber efendimizin getirdiği İslâm dînine uymakla mükelleftir. (İmâm-ı Rabbânî)

Cinlerin insanlara zarar verdikleri, yardım ettikleri, insanların isteklerini yerine getirdikleri, çeşitli zamanlarda bir çok müslüman ve kâfir tarafından görülmüş ve haber verilmiştir. İbn-i Sinâ, Kânun adlı kitabında Sar'a hastalığını anlatırken, cinden bahs etmektedir. Diyor ki: "Hastalıklara bir çok maddeler (mikroblar) sebeb olduğu gibi, cinnin hâsıl ettiği hastalıklar da vardır ve meşhûrdur." (Abdülhakîm Arvâsî)

Cin hakkında bilgi, her peygamberin kitabında vardır. Süleymân aleyhisselâmın emri ile iş görürlerdi. İnsanların yanlarında bulunan Muhâfaza melekleri insanı cinden koruduğu gibi, âyet-i kerîme ve duâ okuyup Allahü teâlâya sığınanlara da birşey yapamazlar. (Abdülhakîm Arvâsî)

CİMRİLİK
Dînin ve vicdânın, mürüvvetin (insanlığın) vermeyi emrettiği yerde vermemek. Vermek kendisine zor gelmek. Bahillik, pintilik.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Allahü teâlânın ihsân ettiği malda cimrilik edenler, onun zekâtını vermiyenler, iyilik ettiklerini zengin kalacaklarını mı sanıyor. Halbuki kendilerine kötülük yapmış oluyorlar.O malları Cehennemde azâb âleti olacak yılan şeklinde boyunlarına sarılıp, baştan ayağa kadar onları sokacaktır. (Âl-i İmrân sûresi: 180)

Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden öncekilerin helâkına sebeb oldu. (Hadîs-i şerîf-Tebyîn-ül-Mehârîm)

Cimri olanlar, her ne kadar zâhid (dünyâya rağbet etmiyor) olsalar da, Cennet'e giremezler. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)

İki huy mü'minde bir araya gelmez: Cimrilik ve kötü ahlâk. (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-evliyâ)

Dînin borç ettiğini vermeyenler daha çok cimridir. Zekâtı vermeyen, çoluk çocuğunun nafakasını (geçimini) te'min etmeyenler veya bunları yük sayarak yapanlar böyledir. Bunlar tabiatlarında cimridirler. Zoraki cömerd olmağa çalışırlar veya mallarının döküntüsünü yâhut istemiyerek orta derecede vermek isterler. Yiyeceği çok olduğu halde, aç komşusuna vermemek, önünde yemek varken uzaktan bir fakirin geldiğini görüp, yemeği saklamak, mürüvvete aykırı olup, cimriliktir. (İmâm-ı Gazâlî)

Cimriliğin altında; mal sevgisi, uzun emel ve çoluk-çocuk sevgisi yatmaktadır. (Bâhilî)

Âlimlerden bâzıları cimriyi ipekböceğine benzetmişlerdir. Bu böcek gâyet kısa olan hayâtında nefsini korumak için bütün çabasını harcıyarak bir koza yapar. Sonunda yaptığı kozanın içinde ölür de o kozadan başkaları faydalanırlar. (Ahmed Rıfat)

CİLBÂB
Uzun ve geniş örtü, manto. Çoğulu Celâbîb'dir.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Ey sevgili Peygamberim! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına cilbâblarını üstlerine giymelerini söyle... (Ahzâb sûresi: 59)

Haramdan olan cilbâb giyenin namazı kabûl olmaz (borçtan kurtulur, fakat sevâb verilmez). (Hadîs-i şerîf-Kitâbul Fıkh alel Mezâhib-il-Erbea)

Hayâ Cilbâbını Çıkarmak: Açıkça günâh işlemek. Hayâ cilbâbını çıkaran kimse hakkında konuşmak gıybet olmaz. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

CİHÂD
İnsanların, İslâmiyeti işitmeleri, müslüman olmakla şereflenmeleri veya müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna saldıran düşmanı defetmek için yapılan muhârebe yâhut mal, can, söz, neşriyat ve diğer vâsıtalarla İslâmiyeti anlatmak ve müdâfa etmek. (Bkz. Gazâ)

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Mallarını, canlarını fedâ ederek din düşmanları ile Allah rızâsı için cihâd eden müslümanlar, oturup, ibâdet edenlerden daha üstündür. Hepsine de, Cennet'i söz
veriyorum. (Nisâ sûresi: 95)

Allah yolunda cihâd eden kimselerin hâli, gündüzleri oruçlu olup, gecelerini ibâdetle geçiren, Allahü teâlânın âyetlerine itâat eden, namaz ve oruçtan dolayı hiç bir gevşeklik hissetmeyen kimsenin hâli gibidir ki, yine Allah yolunda cihâd eden üstündür. (Hadîs-i şerîf-Tergîb-ül-İbâd)

Cihâddan maksad, İslâm dînini yüceltmek ve din düşmanlarını zelîl etmektir. Cihâdda gâzî ve şehîdler için bildirilen sevâblar, niyet iyi ve hâlis oluncadır. (İmâm-ı Rabbânî)

Cihâd üç türlü yapılır: Birincisi beden ile yâni her türlü harb vâsıtası ile yapmaktır.İkincisi, her türlü neşriyât (basın ve yayın) vâsıtaları ile İslâmiyet'i insanlara yaymak ve duyurmaktır. Bu cihâdı İslâm âlimleri yapar. Üçüncüsü ise, duâ ile yapılan cihâddır. Bütün müslümanların bu cihâdı yapmaları farz-ı ayndır. (Muhammed Hâdimî, Birgivî)

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget