Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

01/05/20

Fulân Lâ Yus'elu Anhu
“Falan da nasıl diye sorulur mu?” anlamına gelir. Ta'dil lafızlarından biri olup ravilerin adalet ve zabt yönlerinde güvenilir ve yüksek derecelerde olduğunu ifade eder. Ta'dilin birinci mertebesinde yer alır.
Bir ravi hakkında fulân yus'elu anhu denilerek adalet hükmü verilmişse o ravi her bakımdan güvenilir demektir. Hadisleri makbuldür.
Bu ta'dil lafzıyla aynı manaya gelmek ve aynı mertebede olmak üzere fulânun lâ yus'elu anhu (falanca sorulmayacak biridir) ta'dil lafzı da kullanılır.

Fulân Yus'elu Anhu
“Falan da nasıl diye sorulur mu?” anlamına gelir. Ta'dil lafızlarından biri olup ravilerin adalet ve zabt yönlerinde güvenilir ve yüksek derecelerde olduğunu ifade eder. Ta'dilin birinci mertebesinde yer alır.
Bir ravi hakkında fulân yus'elu anhu denilerek adalet hükmü verilmişse o ravi her bakımdan güvenilir demektir. Hadisleri makbuldür.
Bu ta'dil lafzıyla aynı manaya gelmek ve aynı mertebede olmak üzere fulânun lâ yus'elu anhu (falanca sorulmayacak biridir) ta'dil lafzı da kullanılır.

Fukahâ-Yı Seb'a
Yedi fakih” manasınadır. Tabi'înin büyükleri arasında fıkıh bilgisiyle temayüz etmiş yedi zata denir.
Hem hadis rivayetinde hem de fıkıh ilminde akranlarını geride bırakan ve haklı bir şöhret sahibi olan bu yedi tâbi'î âlim, Sa'îd İbnu'l-Museyyeb, Kasım b. Muhammed b. Ebî Beri's-Sıddîk, Urve İbnu'z-Zubeyr, Hârice b. Zeyd b. Sabit, Ebu Seleme b. Abdirrahman b. Avf, Ubeydullah b. Utbe b. Mes'ûd, Süleyman b. Yesârdır. 289
Hicaz âlimlerinin çoğu fukahâ-yı seb'a olarak bu yedi şahsı saymışlardır. Ancak İbnu's-Salâh'ın kaydettiğine göre Abdullah İbnu'l-Mubârek, medinelilerin dinî meselelerde görüşüne müracaat ettikleri yedi kişinin, Ebu Seleme yerine Salim b. Abdillah b. Ömer olmak kaydiyle yedi tâbi'î'den ibaret olduğunu söylemiştir. 290Bu demektir ki Abdullah İbnu'l-Mubârek'e göre fukahâ-yı seb'a Sa'îd, Kasım, Urve, hârice, Salim, Ubeydullah ve Suleymandan oluşur. Bunun gibi Ebu'z-Zinâd, Ebu Seleme ve Sâlim'in yerine Ebu Bekr b. Abdirrahmân'ı fukahâ-yı seb'adan saymıştır. Ali İbnu'l-Medînî'ye göre ise medineli fakihler Sa'îd, Kasım, Ebu Seleme, Hârice, Kardeşi İsmail b. Zeyd, Abdullah b. Ömer'in oğulları Salim, Hamza, Zeyd, Ubeydullah, Bilal; Ebân b. Osman, Kabîsa b. Zueyb olmak üzere on iki kişidir. 291Anlaşılıyor ki Ali İbnuİ-Medînî ayrıca Fukahâyı Seb'adan bahsetmemiştir.
Sahabeden sonraki tâbî'iler neslinin ilimde haklı bir şöhrete sahip olan âlimleri şüphesiz bu kadar değildir. Yüce Allah hepsinden razı olsun, aralarında daha nice âlimler yetişmiştir. Bunların ilim uğruna yılmak bilmeyen gayretleri sayesinde sahabenin Hz. Peygamber (s.a.s)'den öğrendikleri ilim korunabilmiş ve sonraki nesillere aktarılabilmiştir. Fukahâ-yı Seb'a ise daha çok Fıkıh ilminde meşhur olduklarından bu ilmin yayılmasında üstün hizmetleri olmuştur.

Fiten
Asıl itibariyle “deneme, bela, fitne, anarşi” gibi manalara gelen fitne kelimesinin çoğulu olan fıten, cami türü hadis kitaplarında Hz. Peygamber devrinden sonra meydana gelmesi muhtemel hadiselere dair hadisleri bir araya getiren ana bölüm başlığının adıdır. Bazı kaynaklarda el-Fiten ve Eşrâtu's-Sâ'a ve el-Fiten ve'1-Melâhim olarak da geçer.

Fısku’r-Râvî
Bk. Fısk.
“Fısk” ve “fusûk”, birinci, ikinci ve beşinci bablardan çekilen “feseka” kök fiilinin masdarıdır. Her ikisi de sözlükte mutlak olarak “hurûc” karşılığı olarak çıkmak manasına gelir. Nitekim “fesekati'r-ratbetu an kışrihâ” denir ki “taze hurma kapçığından börtleyip çıktı” demektir.
es-Suyüti'nin el-Muzhir isimli kitabında da naklettiği gibi araplar fısk lafzını sadece çıkmak manasına kullanırlardı. Daha sonraları Allah'a itaatten çıkmak manasına naklederek bu manasıyla ilahî taatten çıkana fâsık dediler. 283Demek oluyor ki fısk kelimesi önceleri Araplar arasında umumî olarak çıkmak manasında kullanılmışken sonraları Allah'ın emirlerini terketmek, Ona - Allah korusun - isyan ederek hak yoldan ayrılmak, doğru yoldan sapmak gibi hususî bir mana kazanmış ve bu manada dinî bir terim haline gelmiştir. Daha çok sözlük manasıyle değil, ıstılah manasiyle meşhurdur. Kur'ân-ı Kerim'de de küfür, ma'siyet, yalan, günah ve kötülük manalarında varid olmuştur. 284
Terim olarak fısk, ya itikatta ya da amelde olur. İtikadî fısk ya küfürdür yahut da bid'attir. Gerek amelinde, gerekse küfre varmamak şartiyle itikadında fıska düşene fâsık denilmiştir.
Hadis iminde fısk, fısku'r-râvi yani hadis rivayet eden ravinin fiil ve sözlerinde küfür derecesinde olmamak şartiyle İslam'a aykırı itikat taşıdığının görülmesidir. Ravilerin tenkidinde göz önünde bulundurulan on tenkit esasından (metâ'in-i aşere) biridir ve ravinin doğrudan doğruya adaletiyle ilgilidir.
İtikad açısından fıska bid'at de denir. Böyle itikadî meselelerden doğan fıska ayrıca fısk bi'1-bid'a da denilmiştir.
Ravinin fışkı şayet büyük günahlardan birini İşlemek veya küçük günah işlemeyi terketmeyip onda israr etmek sebebinden kaynaklanmışsa buna da fısk bi'l-ma'siye tabir edilmiştir.
Amel açısından fıska gelince, çeşitlidir. Hadis İlmi açısından en başta ravinin yalancılığı gelir. Özel tabiriyle kizb ale'r-Resûl yani Hz. Peygamber (s.a.s) 'e isnad ederek yalan söylemesi, öteki ifadesiyle hadis uydurması en şiddetli ta'n sebebidir. Yalan söylediği, hele hadis uydurduğu sabit olan ravi şiddetli bir şekilde cerhedilir. Sözüyle islamî esaslara aykın hareket ettiğinden fasık sayılarak terk edilir. Hadisleri hiçbir şekilde kabul edilmez.
Ravinin gerek itikadî gerekse amelî fışkından tevbe etmesi halinde rivayetlerinin kabul edilip edilmemesi konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden birine ve daha çok makbul addedilenine göre fışkından tevbe ettiği açığa çıkan ravinin rivayeti makbuldür. Ancak hadiste yalan söylediği açığa çıkmış bulunan ravinin rivayeti, tariki hasen bile olsa hiçbir şekilde makbul sayılmaz. 285Ahmed b. Hanbel, Buhârî Şeyhi el-Humeydi, Şafiî âlimlerden Ebu Bekri s-Sayrafî'nin görüşü budur. es-Sayrafî bu konuda “Hz. Peygamber (s.a.s)'in ağzından yalan söyleyen bir kimsenin rivayetini, sonradan (tevbe edip) güzel ahlaklı biri olduğu açığa çıkmış bile olsa, hiçbir zaman kabul edemeyiz” demiştir. Onun şu sözleri de aynı konudadır: “Nakil ehlinden birinin bir haberini, tuttuğumuz bir yalanından dolayı bir kere terk ettik mi artık onu tevbe etmiştir diye bir daha kabul edemeyiz. Bunun gibi zayıf saydığımız bir raviye de bir daha kuvvetli diyemeyiz.” Ebu'l- Muzaffer İbnu's-Sem'ânî de “tek bir haberde bile olsa yalan söyleyen ravinin önceki hadislerini de reddetmek gerekir” diyerek Hz. Peygamber'in ağzından bir tek rivayette bile olsa yalan söyleyen ravinin hadislerinin yalanının açığa çıkmasından öncekilerle birlikte terkedilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Böyle birisi sonradan tevbe etmiş bile olsa hakkındaki bu hüküm değişmez.
Öte yandan en-Nevevî, rivayette yalan söylemenin, yalancı şahitlikten hiçbir farkı olmadığını ileri sürmüştür. Ona göre yalancı şahitlikten tevbe eden birinin şahitliği nasıl kabul edilirse rivayeti de kabul edilir. 286Ancak kaydetmek gerekir ki rivayet ile şehadet ayn ayrı şeylerdir. Nitekim es-Suyûtî ikisi arasında 21 noktadan fark olduğunu kaydetmiştir. (Bk. Şehadet). Ayrıca yalan şahitlik yapan birinin zararı şahsa dokunur. Oysa Hz. Peygamber'in ağzından yalan söyleyen biri dine zarar vermiş demektir.
Şu hale göre hadiste yalan söylemek ve hadis uydurmak hariç fısktan tevbe eden ve durumunu düzelttiği sabit olan ravinin rivayeti kabul edilir. Hz. Peygamber üzerine yalan söylemek ya da hadis uydurmak suçunu bir kere de olsa işlemiş bulunan ravinin hadisleri ise hiçbir şekilde kabul edilmez.

Fısk Bi'l-Ma'siye
Bk. Fısk.
“Fısk” ve “fusûk”, birinci, ikinci ve beşinci bablardan çekilen “feseka” kök fiilinin masdarıdır. Her ikisi de sözlükte mutlak olarak “hurûc” karşılığı olarak çıkmak manasına gelir. Nitekim “fesekati'r-ratbetu an kışrihâ” denir ki “taze hurma kapçığından börtleyip çıktı” demektir.
es-Suyüti'nin el-Muzhir isimli kitabında da naklettiği gibi araplar fısk lafzını sadece çıkmak manasına kullanırlardı. Daha sonraları Allah'a itaatten çıkmak manasına naklederek bu manasıyla ilahî taatten çıkana fâsık dediler. 283Demek oluyor ki fısk kelimesi önceleri Araplar arasında umumî olarak çıkmak manasında kullanılmışken sonraları Allah'ın emirlerini terketmek, Ona - Allah korusun - isyan ederek hak yoldan ayrılmak, doğru yoldan sapmak gibi hususî bir mana kazanmış ve bu manada dinî bir terim haline gelmiştir. Daha çok sözlük manasıyle değil, ıstılah manasiyle meşhurdur. Kur'ân-ı Kerim'de de küfür, ma'siyet, yalan, günah ve kötülük manalarında varid olmuştur. 284
Terim olarak fısk, ya itikatta ya da amelde olur. İtikadî fısk ya küfürdür yahut da bid'attir. Gerek amelinde, gerekse küfre varmamak şartiyle itikadında fıska düşene fâsık denilmiştir.
Hadis iminde fısk, fısku'r-râvi yani hadis rivayet eden ravinin fiil ve sözlerinde küfür derecesinde olmamak şartiyle İslam'a aykırı itikat taşıdığının görülmesidir. Ravilerin tenkidinde göz önünde bulundurulan on tenkit esasından (metâ'in-i aşere) biridir ve ravinin doğrudan doğruya adaletiyle ilgilidir.
İtikad açısından fıska bid'at de denir. Böyle itikadî meselelerden doğan fıska ayrıca fısk bi'1-bid'a da denilmiştir.
Ravinin fışkı şayet büyük günahlardan birini İşlemek veya küçük günah işlemeyi terketmeyip onda israr etmek sebebinden kaynaklanmışsa buna da fısk bi'l-ma'siye tabir edilmiştir.
Amel açısından fıska gelince, çeşitlidir. Hadis İlmi açısından en başta ravinin yalancılığı gelir. Özel tabiriyle kizb ale'r-Resûl yani Hz. Peygamber (s.a.s) 'e isnad ederek yalan söylemesi, öteki ifadesiyle hadis uydurması en şiddetli ta'n sebebidir. Yalan söylediği, hele hadis uydurduğu sabit olan ravi şiddetli bir şekilde cerhedilir. Sözüyle islamî esaslara aykın hareket ettiğinden fasık sayılarak terk edilir. Hadisleri hiçbir şekilde kabul edilmez.
Ravinin gerek itikadî gerekse amelî fışkından tevbe etmesi halinde rivayetlerinin kabul edilip edilmemesi konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden birine ve daha çok makbul addedilenine göre fışkından tevbe ettiği açığa çıkan ravinin rivayeti makbuldür. Ancak hadiste yalan söylediği açığa çıkmış bulunan ravinin rivayeti, tariki hasen bile olsa hiçbir şekilde makbul sayılmaz. 285Ahmed b. Hanbel, Buhârî Şeyhi el-Humeydi, Şafiî âlimlerden Ebu Bekri s-Sayrafî'nin görüşü budur. es-Sayrafî bu konuda “Hz. Peygamber (s.a.s)'in ağzından yalan söyleyen bir kimsenin rivayetini, sonradan (tevbe edip) güzel ahlaklı biri olduğu açığa çıkmış bile olsa, hiçbir zaman kabul edemeyiz” demiştir. Onun şu sözleri de aynı konudadır: “Nakil ehlinden birinin bir haberini, tuttuğumuz bir yalanından dolayı bir kere terk ettik mi artık onu tevbe etmiştir diye bir daha kabul edemeyiz. Bunun gibi zayıf saydığımız bir raviye de bir daha kuvvetli diyemeyiz.” Ebu'l- Muzaffer İbnu's-Sem'ânî de “tek bir haberde bile olsa yalan söyleyen ravinin önceki hadislerini de reddetmek gerekir” diyerek Hz. Peygamber'in ağzından bir tek rivayette bile olsa yalan söyleyen ravinin hadislerinin yalanının açığa çıkmasından öncekilerle birlikte terkedilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Böyle birisi sonradan tevbe etmiş bile olsa hakkındaki bu hüküm değişmez.
Öte yandan en-Nevevî, rivayette yalan söylemenin, yalancı şahitlikten hiçbir farkı olmadığını ileri sürmüştür. Ona göre yalancı şahitlikten tevbe eden birinin şahitliği nasıl kabul edilirse rivayeti de kabul edilir. 286Ancak kaydetmek gerekir ki rivayet ile şehadet ayn ayrı şeylerdir. Nitekim es-Suyûtî ikisi arasında 21 noktadan fark olduğunu kaydetmiştir. (Bk. Şehadet). Ayrıca yalan şahitlik yapan birinin zararı şahsa dokunur. Oysa Hz. Peygamber'in ağzından yalan söyleyen biri dine zarar vermiş demektir.
Şu hale göre hadiste yalan söylemek ve hadis uydurmak hariç fısktan tevbe eden ve durumunu düzelttiği sabit olan ravinin rivayeti kabul edilir. Hz. Peygamber üzerine yalan söylemek ya da hadis uydurmak suçunu bir kere de olsa işlemiş bulunan ravinin hadisleri ise hiçbir şekilde kabul edilmez.

Fısk Bi'l-Bid'a
Bk. Fısk.
“Fısk” ve “fusûk”, birinci, ikinci ve beşinci bablardan çekilen “feseka” kök fiilinin masdarıdır. Her ikisi de sözlükte mutlak olarak “hurûc” karşılığı olarak çıkmak manasına gelir. Nitekim “fesekati'r-ratbetu an kışrihâ” denir ki “taze hurma kapçığından börtleyip çıktı” demektir.
es-Suyüti'nin el-Muzhir isimli kitabında da naklettiği gibi araplar fısk lafzını sadece çıkmak manasına kullanırlardı. Daha sonraları Allah'a itaatten çıkmak manasına naklederek bu manasıyla ilahî taatten çıkana fâsık dediler. 283Demek oluyor ki fısk kelimesi önceleri Araplar arasında umumî olarak çıkmak manasında kullanılmışken sonraları Allah'ın emirlerini terketmek, Ona - Allah korusun - isyan ederek hak yoldan ayrılmak, doğru yoldan sapmak gibi hususî bir mana kazanmış ve bu manada dinî bir terim haline gelmiştir. Daha çok sözlük manasıyle değil, ıstılah manasiyle meşhurdur. Kur'ân-ı Kerim'de de küfür, ma'siyet, yalan, günah ve kötülük manalarında varid olmuştur. 284
Terim olarak fısk, ya itikatta ya da amelde olur. İtikadî fısk ya küfürdür yahut da bid'attir. Gerek amelinde, gerekse küfre varmamak şartiyle itikadında fıska düşene fâsık denilmiştir.
Hadis iminde fısk, fısku'r-râvi yani hadis rivayet eden ravinin fiil ve sözlerinde küfür derecesinde olmamak şartiyle İslam'a aykırı itikat taşıdığının görülmesidir. Ravilerin tenkidinde göz önünde bulundurulan on tenkit esasından (metâ'in-i aşere) biridir ve ravinin doğrudan doğruya adaletiyle ilgilidir.
İtikad açısından fıska bid'at de denir. Böyle itikadî meselelerden doğan fıska ayrıca fısk bi'1-bid'a da denilmiştir.
Ravinin fışkı şayet büyük günahlardan birini İşlemek veya küçük günah işlemeyi terketmeyip onda israr etmek sebebinden kaynaklanmışsa buna da fısk bi'l-ma'siye tabir edilmiştir.
Amel açısından fıska gelince, çeşitlidir. Hadis İlmi açısından en başta ravinin yalancılığı gelir. Özel tabiriyle kizb ale'r-Resûl yani Hz. Peygamber (s.a.s) 'e isnad ederek yalan söylemesi, öteki ifadesiyle hadis uydurması en şiddetli ta'n sebebidir. Yalan söylediği, hele hadis uydurduğu sabit olan ravi şiddetli bir şekilde cerhedilir. Sözüyle islamî esaslara aykın hareket ettiğinden fasık sayılarak terk edilir. Hadisleri hiçbir şekilde kabul edilmez.
Ravinin gerek itikadî gerekse amelî fışkından tevbe etmesi halinde rivayetlerinin kabul edilip edilmemesi konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden birine ve daha çok makbul addedilenine göre fışkından tevbe ettiği açığa çıkan ravinin rivayeti makbuldür. Ancak hadiste yalan söylediği açığa çıkmış bulunan ravinin rivayeti, tariki hasen bile olsa hiçbir şekilde makbul sayılmaz. 285Ahmed b. Hanbel, Buhârî Şeyhi el-Humeydi, Şafiî âlimlerden Ebu Bekri s-Sayrafî'nin görüşü budur. es-Sayrafî bu konuda “Hz. Peygamber (s.a.s)'in ağzından yalan söyleyen bir kimsenin rivayetini, sonradan (tevbe edip) güzel ahlaklı biri olduğu açığa çıkmış bile olsa, hiçbir zaman kabul edemeyiz” demiştir. Onun şu sözleri de aynı konudadır: “Nakil ehlinden birinin bir haberini, tuttuğumuz bir yalanından dolayı bir kere terk ettik mi artık onu tevbe etmiştir diye bir daha kabul edemeyiz. Bunun gibi zayıf saydığımız bir raviye de bir daha kuvvetli diyemeyiz.” Ebu'l- Muzaffer İbnu's-Sem'ânî de “tek bir haberde bile olsa yalan söyleyen ravinin önceki hadislerini de reddetmek gerekir” diyerek Hz. Peygamber'in ağzından bir tek rivayette bile olsa yalan söyleyen ravinin hadislerinin yalanının açığa çıkmasından öncekilerle birlikte terkedilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Böyle birisi sonradan tevbe etmiş bile olsa hakkındaki bu hüküm değişmez.
Öte yandan en-Nevevî, rivayette yalan söylemenin, yalancı şahitlikten hiçbir farkı olmadığını ileri sürmüştür. Ona göre yalancı şahitlikten tevbe eden birinin şahitliği nasıl kabul edilirse rivayeti de kabul edilir. 286Ancak kaydetmek gerekir ki rivayet ile şehadet ayn ayrı şeylerdir. Nitekim es-Suyûtî ikisi arasında 21 noktadan fark olduğunu kaydetmiştir. (Bk. Şehadet). Ayrıca yalan şahitlik yapan birinin zararı şahsa dokunur. Oysa Hz. Peygamber'in ağzından yalan söyleyen biri dine zarar vermiş demektir.
Şu hale göre hadiste yalan söylemek ve hadis uydurmak hariç fısktan tevbe eden ve durumunu düzelttiği sabit olan ravinin rivayeti kabul edilir. Hz. Peygamber üzerine yalan söylemek ya da hadis uydurmak suçunu bir kere de olsa işlemiş bulunan ravinin hadisleri ise hiçbir şekilde kabul edilmez.

Fısk
“Fısk” ve “fusûk”, birinci, ikinci ve beşinci bablardan çekilen “feseka” kök fiilinin masdarıdır. Her ikisi de sözlükte mutlak olarak “hurûc” karşılığı olarak çıkmak manasına gelir. Nitekim “fesekati'r-ratbetu an kışrihâ” denir ki “taze hurma kapçığından börtleyip çıktı” demektir.
es-Suyüti'nin el-Muzhir isimli kitabında da naklettiği gibi araplar fısk lafzını sadece çıkmak manasına kullanırlardı. Daha sonraları Allah'a itaatten çıkmak manasına naklederek bu manasıyla ilahî taatten çıkana fâsık dediler. 283Demek oluyor ki fısk kelimesi önceleri Araplar arasında umumî olarak çıkmak manasında kullanılmışken sonraları Allah'ın emirlerini terketmek, Ona - Allah korusun - isyan ederek hak yoldan ayrılmak, doğru yoldan sapmak gibi hususî bir mana kazanmış ve bu manada dinî bir terim haline gelmiştir. Daha çok sözlük manasıyle değil, ıstılah manasiyle meşhurdur. Kur'ân-ı Kerim'de de küfür, ma'siyet, yalan, günah ve kötülük manalarında varid olmuştur. 284
Terim olarak fısk, ya itikatta ya da amelde olur. İtikadî fısk ya küfürdür yahut da bid'attir. Gerek amelinde, gerekse küfre varmamak şartiyle itikadında fıska düşene fâsık denilmiştir.
Hadis iminde fısk, fısku'r-râvi yani hadis rivayet eden ravinin fiil ve sözlerinde küfür derecesinde olmamak şartiyle İslam'a aykırı itikat taşıdığının görülmesidir. Ravilerin tenkidinde göz önünde bulundurulan on tenkit esasından (metâ'in-i aşere) biridir ve ravinin doğrudan doğruya adaletiyle ilgilidir.
İtikad açısından fıska bid'at de denir. Böyle itikadî meselelerden doğan fıska ayrıca fısk bi'1-bid'a da denilmiştir.
Ravinin fışkı şayet büyük günahlardan birini İşlemek veya küçük günah işlemeyi terketmeyip onda israr etmek sebebinden kaynaklanmışsa buna da fısk bi'l-ma'siye tabir edilmiştir.
Amel açısından fıska gelince, çeşitlidir. Hadis İlmi açısından en başta ravinin yalancılığı gelir. Özel tabiriyle kizb ale'r-Resûl yani Hz. Peygamber (s.a.s) 'e isnad ederek yalan söylemesi, öteki ifadesiyle hadis uydurması en şiddetli ta'n sebebidir. Yalan söylediği, hele hadis uydurduğu sabit olan ravi şiddetli bir şekilde cerhedilir. Sözüyle islamî esaslara aykın hareket ettiğinden fasık sayılarak terk edilir. Hadisleri hiçbir şekilde kabul edilmez.
Ravinin gerek itikadî gerekse amelî fışkından tevbe etmesi halinde rivayetlerinin kabul edilip edilmemesi konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerden birine ve daha çok makbul addedilenine göre fışkından tevbe ettiği açığa çıkan ravinin rivayeti makbuldür. Ancak hadiste yalan söylediği açığa çıkmış bulunan ravinin rivayeti, tariki hasen bile olsa hiçbir şekilde makbul sayılmaz. 285Ahmed b. Hanbel, Buhârî Şeyhi el-Humeydi, Şafiî âlimlerden Ebu Bekri s-Sayrafî'nin görüşü budur. es-Sayrafî bu konuda “Hz. Peygamber (s.a.s)'in ağzından yalan söyleyen bir kimsenin rivayetini, sonradan (tevbe edip) güzel ahlaklı biri olduğu açığa çıkmış bile olsa, hiçbir zaman kabul edemeyiz” demiştir. Onun şu sözleri de aynı konudadır: “Nakil ehlinden birinin bir haberini, tuttuğumuz bir yalanından dolayı bir kere terk ettik mi artık onu tevbe etmiştir diye bir daha kabul edemeyiz. Bunun gibi zayıf saydığımız bir raviye de bir daha kuvvetli diyemeyiz.” Ebu'l- Muzaffer İbnu's-Sem'ânî de “tek bir haberde bile olsa yalan söyleyen ravinin önceki hadislerini de reddetmek gerekir” diyerek Hz. Peygamber'in ağzından bir tek rivayette bile olsa yalan söyleyen ravinin hadislerinin yalanının açığa çıkmasından öncekilerle birlikte terkedilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Böyle birisi sonradan tevbe etmiş bile olsa hakkındaki bu hüküm değişmez.
Öte yandan en-Nevevî, rivayette yalan söylemenin, yalancı şahitlikten hiçbir farkı olmadığını ileri sürmüştür. Ona göre yalancı şahitlikten tevbe eden birinin şahitliği nasıl kabul edilirse rivayeti de kabul edilir. 286Ancak kaydetmek gerekir ki rivayet ile şehadet ayn ayrı şeylerdir. Nitekim es-Suyûtî ikisi arasında 21 noktadan fark olduğunu kaydetmiştir. (Bk. Şehadet). Ayrıca yalan şahitlik yapan birinin zararı şahsa dokunur. Oysa Hz. Peygamber'in ağzından yalan söyleyen biri dine zarar vermiş demektir.
Şu hale göre hadiste yalan söylemek ve hadis uydurmak hariç fısktan tevbe eden ve durumunu düzelttiği sabit olan ravinin rivayeti kabul edilir. Hz. Peygamber üzerine yalan söylemek ya da hadis uydurmak suçunu bir kere de olsa işlemiş bulunan ravinin hadisleri ise hiçbir şekilde kabul edilmez.

Fıkhu'r-Râvî
Fıkıh, Fıkhu'l-Hadis maddesinde de söz konusu edildiği gibi, sözlükte bir nesneyi zihinle gereği gibi anlayıp bilmek manasınadır. Fıkhu'r-râvi ise hadis rivayetiyle meşgul olan kimsenin rivayetinin şartlarını, hakikatini, çeşitlerini, hükümlerini, ravilerin hallerini, rivayet edilen hadislerin sınıflarını gereği gibi bilmesi ve bu bilgiye dayanarak sahih olan hadisleri zayıf olanlarından ve uydurmalarından ayırdedebilmesidir. 281
Hz. Peygamber'in hadisleri her şeyden önce Kur'ân-ı Kerim'in açıklaması ve tatbiki mahiyetinde İslâm Dini'nin ikinci kaynağıdır. Hadislerde İslâm'ın özü olan helal, haram, emir, yasak, tavsiye, telkin, irşad, va'z ve nasihat, kısacası bir müslümanın dünya ve ahiret saadeti için gerekli bütün değerler bol miktarda mevcuttur. Hadisleri rivayet edenlerin ve Hadis İlmiyle meşgul olanların bunları bilmesi, herbirinin taşıdığı hükümlere vakıf olması da fıkhu'r-râviye dahildir.
Öte yandan ravi hadisleri etraflı bir şekilde bilirse onları öğrenip hıfzetmesi önemli ölçüde kolaylaşır. Uygulamasını doğru bir şekilde yapar. Böylece Allah'ın “Allah'ı ve Ahiret gününü umarlar, Allah'ı çokça zikredenler için örnek” olarak gösterdiği 282Hz. Peygamber'in yolundan gitmiş, aynı zamanda hadislerin zabtı kolaylaşmış olur.
Diğer taraftan ilmin her yönden faydalı olduğu açıktır. Hadislerin ihtiva ettiği hükümler ve gerçekleri bilenler aynı zamanda birer fakih olarak din kardeşlerine faydalı bir fert haline gelirler. Öğrendikleriyle amel ettikleri belki de kendilerinden daha anlayışlı birine ulaştırarak ilmin yayılmasına ve naklettikleri hadislerin daha iyi bir şekilde istifade edilmesine zemin hazırlamış olurlar. Şu hale göre hadis ravisinin rivayet ettiği hadislerin taşıdığı hüküm ve değerleri bilmesi hem kendisinin amel ederek üstün bir müslüman olması, hem dininin emirlerine riayet etmek, hem de hadislerin iyice bellenmesini kolaylaştırmak yönlerinden son derece önemlidr. Buna dair İmam-ı A'zam ile İmam Evzâ'î arasında Mekke'de geçen bir münazaradan söz edilir. Rivayete göre Evzâ'i, İmam-ı A'zam'a 
“Rüku'a varırken, rükudan kalkarken ellerinizi niçin kaldırmıyorsunuz?” diye sorar. İmamı A'zam, 
“Bu konuda Hz. Peyygamber (s.a.s)'den sahih olarak rivayet edilmiş hiçbir haber yoktur” diye cevap verir. Evzâ'î, 
“Nasıl olmaz” der ve şu hadisi zikreder:
“... Hz. Peygamber (s.a.s) namaza başlarken, rükuda ve rükudan kalkarken ellerini kaldırırlardı.”
Bunun üzerine İmam-ı A'zam bir başka hadis söyler:
“... Hz. Peygamber (s.a.s) ellerini sadece namaza başlarken kaldırır; başka (zaman) kaldırmazlardı” Arkasından da şunları ekler: 
“Hammâd, Sâlim'den daha fakihtir. Alkame'nin İbn Ömer'den rivayetleri olmasa fıkıhta esamisi okunmaz. İbn Ömer'in her ne kadar sohbet şerefi varsa da Esved'in de onun üzerinde pek çok hakkı vardır.”
Anlaşılıyor ki İmam-ı A'zam'ın söylediği hadisin isnadını teşkil eden raviler fakihdirler. Evzâ'i'nin hadisinin isnadında ise âli olmaktan öte böyle bir özellik yoktur. Bu itibarla İmam-ı A'zam ravileri fakih olan hadisi amel etmeye daha layık görmüş ve onunla amel etmiştir.

Fıkhu'l-Hadîs
Fıkıh, sözlükte bir nesneyi zihinde gereği gibi anlayıp bilmek manasınadır. Buna göre Fıkhu'l-Hadîs, hadislerin taşıdığı mananın etraflıca anlaşılması demektir.
Hadisle amel etmek her şeyden önce onun sıhhatine bağlıdır. Sıhhat sabit olduktan sonra ise sıra manasına ve taşıdığı hükme gelir. Bunlann gereği gibi anlaşılması hadisten çıkarılacak hükmün doğru ve isabetli olmasını sağlar. Bu bakımdan fikhu'l-hadîs konusu özellikle Fıkıh İlminde büyük önem taşır.

Fiilî Sünnet
Bk. Sünnet.
Sözlükte yol, usul, adet, iyi ve kötü bir kimsenin gidişatı, alışkanlık hahine getirdiği davranışları manasınadır. Kelimenin alındığı “senne” kök fiili, esas itibariyle bir çığır açmak, iyi veya kötü bir yol tutmak anlamını verir. Kur'ân-ı Kerim'deki “Sunnetu'l-evvelîn” (önceliklerin sünneti) bu manayadır. Sunnetullah (Allah'ın sünneti) ise hükmü, emir ve nehiyleri, kainatın idaresi için koyduğu fizik kanunlar demektir. Sünnet kelimesinin çoğulu sünen gelir. Hadis İlminde Sünnet, Hz. Peygamber (s.a.s)'in sözleri, fiilleri, takrirleri ve gerek peygamberliğinden önceki devreye, gerekse peygamberlik devresine ait olsun, ahlakî vasıflan ve siretidir. Bu tarif muhaddislerin tarifidir. Buna göre sünnet hadisle eş manalıdır. Fıkıh Usulü alimleri sünneti, Hz. Peygamber'den Kur'ân-ı Kerim dışında sadır olan ve şer'i hükme delil olabilecek nitelikte söz, fiil ve takrirler olarak tarif etmişlerdir. Fıkıhcılara gelince onlara göre sünnet, farz veya vacip olmamak kaydiyle Hz. Peygamber (s.a.s)'den sadır olduğu sabit olan şeylerdir. 1098 Bu tariflerden en şümullüsü muhaddislerin tarifidir. Onlara göre Hz. Peygamberle ilgili her nakil, onun sünnetine dahildir. Dikkat edilirse bu tarif pratik hayatta uygulama imkanı olmayan Hz. Peygamber'in fizyonomik özellikleri gibi bazı konuları da kapsamaktadır. Fıkıh alimlerinin tarifinde ise hukukî değerin esas alındığı dikkati çekmektedir. 1099 Bütün bu açıklamalara göre sünnet özetle, Hz. Peygamber'in sözleri, davranışları, peygamberlik hayatı boyunca takip ettiği tutumu ve izlediği yoldur. Buna göre “şu iş sünnettir” denildiği zaman onun, Hz. Peygamber'in söylediği bir sözle sabit olan iş olduğu veya onun tarafından işilendiği veyahut yapılması emir ya da tavsiye edildiği, veyahutta sahabîler tarafından yapılıp tasvip gördüğü anlaşılır. Mesela, “Sehl b. Sa'd'dan Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ben ve yetimi koruyan kimse Cennette şöyle (yanyana) olacağız.” Hz. Peygamber bunları işaret ve orta parmağını göstererek söyledi.” 1100 “Enes (b. Malik r.a) dan rivayet edildiğine göre demiştir ki, “Hz. Peygamber (s.a.s) her namaz için (abdesti bozulmamış bile olsa) abdest alırdı.” 1101 “Amr İbnu'l-As'tan rivayet edilmiştir, demiştir ki “Zâti's-Selâsil Gazası sırasında soğuk bir gece ihtilam oldum. Hasta düşer ölürüm korkusuyla boy abdesti almaktan çekindim. Hemen teyemmüm ettim ve (yol) arkadaşlarıma sabah namazını kıldırdım. Olayı (döndüğümüzde) Hz. Peygamber (s.a.s)'e haber verdiler. Bana “Amr, dedi; cünup olduğun halde arkadaşlarına namaz kıldırmışsın (öyle mi?)” “Beni yıkanmaktan alıkoyan sebebi kendisine haber verdim ve ben Allah'ın (Kur'ân-ı Kerim'de) “Nefislerinize kıymayın. Allah size karşı pek merhametlidir” buyurduğunu (sizden) işittim dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) gülümsedi ve bir şey söylemedi.” 1102 Misaller dikkatle incelenecek olursa görülür ki ilkinde Hz. Peygamber yetimlere kucak açarak onları büyütenlerin Cennet'te kendisiyle yan yana olacaklarını söylemiştir. İkincisinde onun yaptığı bir iş haber verilmiştir. Sonucu-sunda ise sahabeden birinin yaptığı bir işe bir şey söylemediği bildirilmiştir. Şu hale göre yetimleri korumak, abdestli bile olsa her namaz için ayrı abdest almak, hastalık tehlikesi söz konusu olduğunda teyemmüm etmek sünnettir. Sünnet, konusunu teşkil eden söz, fiil ve takrir itibariyle üç kısma ayrılır. Birincisi kavlî (sözle olan) sünnettir ki es-Sunnetu'l-Kavliyye denir. Misalimizdeki gibi Hz. peygamber'e ait sözlerden ibarettir. İkincisi fiilî sünnettir, es-Sııımetu'l-Fi'iliyye adı verilir ve Hz. Pey-gamber'in fiillerinden ibarettir. Üçüncüsü ise takriri sünnet (es-Sunnetu’t-Takrîriyye) adını alır ve Hz. Peygamber'in huzurunda veya onun olmadığı yerde bir sahabî tarafından işlenip kendisine haber verildiğinde bir şey söylemediği işlerdir. Hz. Peygamber'in sözleri, davranışları, hareketleri ve emir ve yasaklarından meydana gelen sünnet İslâmiyetin ibadet, mu'amelât, helal-haram, ahlak ve diğer konularda önemli bir hüküm verme vasıtası, kısacası Fıkhın Kur'ân-ı Kerim'den sonra ikinci kaynağıdır. Hakkında Kur'ân-ı Kerim'de herhangi bir hüküm bulunmayan konularda sünnete başvurulur. Öte yandan Kur'ân-ı Kerim'deki hükümler mücmeldir. Yani kısa ve özlüdür. Sünnet bu hükümlerin nasıl tatbik edileceğini açıklığa kavuşturur. Mesela, Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'de Mü’minlere hitaben “namaz kılınız, zekât veriniz” buyurmuştur. Ancak bu ibadetlerin nasıl yapılacağım açıklamamıştır. Bunları açıklayan, nasıl yapılacağını gösteren sünnettir. Bununla birlikte sünnet, Kur'ân-i Kerim'de bulunmayan dinî hükümler koyar. Buna misal olarak da nikahlanması haram olan kadınlar konusunda Kur'ân-ı Kerim'İn hükmüne ilave olarak bir kadınla teyzesi veya halasını birlikte nikahlamanın haram kılınması; yırtıcı hayvanlardan köpek dişlilerin, yırtıcı kuşlardan pençeli olanların ve tek tırnaklılardan eşeklerin etinin yenmesinin haram olsu hükümleri verilebilir. Bunlar hakkındaki haram hükmünü sünnet koymuştur. Dinî hüküm kaynağı olması dolayısiyle sünnet geniş çapta vahye dayanmıştır. Bu demektir ki, Hz. Peygamber'in bir dini hüküm koyan sünneti vahiy eseridir. Buna delâlet eden pek çok akli ve naklî deliller vardır. Ancak işaret etmek gerekir ki, vahye dayanan sünnet, tabiî olarak Kur'ân-ı Kerim'den farklıdır. Bazı âlimler Hz. Peygamber'in bütün yaptıklarının vahiy eseri olduğuna kanidirler. Buna karşılık bazıları da kimi konularda kendi içtihadıyla hareket ettiği görüşündedirler. Rivayetler onun bir dinî esas olabilecek hususlarda vahye dayandığını, dinî bir husus söz kkonusu olmayan hususlarda ise kendi ictihadiyle hareket ettiğini gösterecek nitelikte görülmüştür. Şayet her yaptığının vahiy eseri olduğu kabul edilirse o takdirde günlük konuşmalarının bilhassa zelle tabir edilen görüşlerinde hata etmesini, sahabîlerle istişare etmesi sonucu kendi görüşünden vaz geçmesi gibi olayları vahye bağlamak icap eder. Bu ise imkansızdır. Şu hale göre dinî bir esas vaz eden sünnetin vahye dayandığını söylemek daha uygun olacaktır. Sünnette varid olan bir husus eğer dinî bir hüküm getirmişse müslümanlann kayıtsız şartsız ona uymaları gerekir. Şu ayet buna delalet eder: “Allah ve Peygamberi bir şeyi hükmettiği zaman ne erkek ne de kadın Mü’mine işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygamberine baş kaldıran şüphesiz açık bir şekilde sapıtmış olur,” 1103Ayrıca Yüce Allah birçok ayette Mü’minlere kendisine itaatten sonra Hz. Peygamber'e itaati emretmiştir. Bu itibarla herhangi bir dinî konuda Hz. Peygamber'in söylediklerinin aksine hareket etmek doğru değildir.

Fihrist
Dört harfli basit fiilden alınma bir kelime olan fihrist aslında farscadır. Fihris şeklinde de kullanılır.
Hadis Usulü İlminde fihrist, icazet yoluyla hadis rivayetinde şeyhin muayyen birine muayyen bir kitabın rivayeti için izin vermesinde geçer, şeyh belirlediği talibe hadislerinin yazılı olduğu fihrist denilen defteri rivayet etmesi için icazet verir. İcazet esnasında eceztuke me'ştemelet aleyhi fihristi der. Şeyh bu sözüyle hadislerinin yazılı olduğu kitap veya defterleri kasdetmiş olur. es-Suyûtî de bu kelimeyi birkaç kitap veya defterden meydana gelen hadis mecmuası olarak açıklamıştır.

Fihris
Bk. Fihrist
Dört harfli basit fiilden alınma bir kelime olan fihrist aslında farscadır. Fihris şeklinde de kullanılır.
Hadis Usulü İlminde fihrist, icazet yoluyla hadis rivayetinde şeyhin muayyen birine muayyen bir kitabın rivayeti için izin vermesinde geçer, şeyh belirlediği talibe hadislerinin yazılı olduğu fihrist denilen defteri rivayet etmesi için icazet verir. İcazet esnasında eceztuke me'ştemelet aleyhi fihristi der. Şeyh bu sözüyle hadislerinin yazılı olduğu kitap veya defterleri kasdetmiş olur. es-Suyûtî de bu kelimeyi birkaç kitap veya defterden meydana gelen hadis mecmuası olarak açıklamıştır.

Fîhi Nazarun
“Hakkında görüş var” demek olan bu tabir de cerh lafızlarındandır. Cerhin beşinci mertebesinde yer alır.
Kaide olarak bu ve diğer beşinci mertebede yer alan cerh lafızları ile cerhedilen ravinin hadisleri ne yazılır, ne de itibar için dikkat nazarına alınır.
Buhârî bu lafzı metrûku'l-hadîs cerh lafzının yerinde kullanmıştır. Böylece diğer cerh ve ta'dil imamlarından ayrılmıştır. Buhâri'nin hakkında fîhi nazarun dediği ravinin hadislerine hiçbir şekilde itibar edilmez.

Fîhi Mekalun
“Hakkında söz var” anlamında cerh lafızlarındandır. Cerh'in en hafifine delalet etmek üzere el-Irâkî'nin zikrettiği lafızlar arasında yer alır. Dolayısiyle İbn Ebî Hâtim'in tasnifinde yoktur.
Hakkında fîhi mekâlun denilerek cerh hükmü verilen ravi büsbütün terkedilmez. Hadisleri itibar için yazılır. Ancak böyle bir ravinin rivayetinde gevşeklik dini emirlere riayetinde kusur var demektir.

Fîhi Lînun
“Onda gevşeklik var” manasına cerhin birinci mertebedeki en hafifine delalet etmek üzere el-Irâkî'nin zikrettiği lafızlardandır. İbn Ebî Hâtim'in tasnifinde haliyle yoktur.
Hakkında fîhi lînun denilen ravinin hadisleri itibar için yazılır. Ancak rivayette gevşek, dini konulara riayette kusuru var demektir. 

Fîhi Halfun
Hakklnda ihtilaf vardır manasına gelen bu tabir de cerh lafızlarındandır. İbn Ebî Hâtim'in tasnifinde yoktur. el-Irakî'nin cerhin en hafifine delâlet etmek üzere sıraladığı lafızlar arasında yer alır.
Fîhi halfun denilerek cerhedilmiş ravinin hadisleri itibar için yazılır. Ancak rivayetinde güvenilir biri olduğu ihtilaflıdır. Dolayısiyle hafif şekilde de olsa cerhedil-miştir ve sika raviler derecesinde değildir.
Aynı mertebede ve aynı manaya delâlet etmek üzere uhtulife fîhi lafzı da kullanılmıştır.

Fîhi Da'fun
Bk. Fî Hadîsihî Da'fun.
“Hadisi zayıftır” manasınadır. Fîhi da'fun (onda zayıflık vardır) lafzıyla birlikte cerh lafızlarındandır ve cerhin en hafifine delalet eden birinci mertebe lafızlarına ek olarak Aliyyu'l-Kari'nin saydıkları arasında yer alır. 287
Hakkında fî hadîsihî da'fun veya fîhi da'fun denilmiş olan ravi zayıf sayılır. Bununla birlikte büsbütün terk edilmez. Hadisleri itibar için yazılır.

Fî Hadîsihî Da'fun
“Hadisi zayıftır” manasınadır. Fîhi da'fun (onda zayıflık vardır) lafzıyla birlikte cerh lafızlarındandır ve cerhin en hafifine delalet eden birinci mertebe lafızlarına ek olarak Aliyyu'l-Kari'nin saydıkları arasında yer alır. 287
Hakkında fî hadîsihî da'fun veya fîhi da'fun denilmiş olan ravi zayıf sayılır. Bununla birlikte büsbütün terk edilmez. Hadisleri itibar için yazılır.

Fevâ'id
Hadis kitaplarında yer yer görülen bu kelime faydalı bilgiler manasına “fâ'ide”nin çoğuludur. Hadis Usulünde harhangi bir konu ile ilgili faydalı bilgiler verilirken başlık yerinde kullanılır.
Bununla birlikte hadis kitapları içinde ayrı bir tür olarak fevâ'id kitapları yazılmıştır, anlaşıldığına göre bu kitaplar Hadis İlmiyle ilgili değişik konulara dair faydalı bilgiler ve hadis açıklamaları ihtiva eden eserlerdir. Ebu Bişr İsma'il b. Abdillah b. Mes'ud el-Abdî'nin sekiz cüzlük Fevâ'idi fevâ'id kitapları içinde en eskisidir.

Ferd-i Nisbî
Ferd hadislerin ikinci kısmıdır ve ravilerinin birine nisbetle ferd olan hadis çeşididir. Genel olarak hususi bir cihete nisbetle ferd olan hadis olarak tarif edilir. 272
İbn Hacer'e göre ferd-i nisbi, senedinin baş tarafında değil, ortasında garabet bulunan hadisdir. Böyle bir hadise nisbî denmesinin sebebi, teferrüdün belli bir şahsa nisbetle hasıl olması dolayısiyledir. Ayrıca ona göre hadis usulü alimleri ferd kelimesini daha çok ferd-i mutlak, garib kelimesini de ferd-i nisbî için kullanmışlardır. 273Buna göre ferd-i nisbî, bazı alimlere göre garîbden ibarettir.
Hadisin ferd sayılmasına sebep olan rivayette tek kalma bazen sikanın rivayette tek kalması gibi hususî bir kayıtla olur. Şu hadis buna misaldir.
“Hz. Peygamber (s.a.s) ramazan ve Kurban bayramı namazlarını kıldırırken “Kaf” ve “İktarabeti's-Sâ'a” (surelerini) okurdu.” 274
Bu hadisin ravilerinden Ubeydullah b. Abdillah'tan rivayette sika olarak Damre-tu'bnu Sa'îd tek kalmıştır. Binaenaleyh bu hadisin ferd-i nisbî sayılmasına sebep olan teferrüdü bazen mekkelilerin, Medinelilerin, Basralı, Şamlı veya Mısırlı ravilerin birbirlerinden rivayette teferrüd etmeleri gibi yine hususi bir kayıtla olabilir. Bu şekildeki teferrüdle rivayet edilen hadis de ferd-i nisbîdir. Şu hadis buna misaldir:
“Ebu Said'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (s.a.s) bize namazda Fatiha ve kolayımıza giden (sure ve bir miktar ayet) okumamızı emretti.” el-Hâkimu'n-Nîsâburî'nin belirttiğine bakılırsa bu hadisin “emeranâ” lafzını zikirde isnadın başından sonuna kadar basralılar teferrd etmişlerdir. 275Bir başka deyişle bu lafzın rivayetinde basralılara katılan olmamış; dolayısiyle teferrüd bu yönden olmuştur. Şu hadis de rivayetinde mısırlıların teferrüd ettikleri ferd-i nisbîdir: 
“Abdullah b. Zeyd el-Ensâri'den rivayet edilmiştir. Ben demiştir; Hz. Peygamber (s.a.s)'i abdest alırken gördüm. Kulakları (nı meshetmek) için başını meshettiği sudan ayrı biraz su aldı (ve meshetti).276
Teferrüd bazen de bir raviden rivayete münhasır olur. Bu takdirde hadisin akabinde “lem yervihi illa fulânun an fulânin” (Bu hadisi falandan, fulandan başka rivayet eden olmadı) denir. Aynı hadisi başkasından pek çok kimse rivayet etmiş bile olsa o raviden rivayette teferrüd, aynı şekilde hadisin ferdi nisbî addedilmesine sebep teşkil eden kayıt mesabesinde kalır. Sünen sahiplerinin Sufyân b. Uyeyne-Vâil b. Dâvud-Babası-ez-Zuhrî- Enes b. Mâlik isnadiyle rivayet ettikleri şu hadis de buna misaldir:
“Enes b. Mâlikten rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s) Hz. Safiyye'yi nikahladığında kavut ve hurma ile düğün yemeği verdi.”277
Bu hadisin ravilerinden Vâ'il b. Dâvud babasından rivayette tek kalmıştır. Vâ'il'den de Sufyân b. Uyeyne'den başka rivayet eden olmamıştır. Sufyân'ın Vâ'il'den teferrüdü yüzünden hadis ferd-i nisbî sayılmıştır.
Belli bir şaysa nisbetle teferrüd de aynı gruba girer. Söz gelişi bir hadisi faraza İbn Ömer'den Nâfi, Nâfi'den Mâlik rivayet etmiş olsa, birkaç ravi de Mâlik'e uğramaksızm Nâfi'den rivayet ettikleri halde yalnız bir ravi Mâlik tarîkından Nâfi'den rivayet etmiş bulunursa hadis ferd-i nisbî olur. Buna nisbî denmesi, bir veya birkaç vecihten azız veya meşhur olsa bile yalnız o belli şahsın teferrüdü yüzündendir. Yine mesela Mâlik Nâfi'den, Nâfı İbn Ömer'den bir hadis rivayet etmiş olsa, bir başka ravi de aynı hadisi mutâbi'i olmaksızın Mâlik'ten tek başına rivayet etse bu hadis, Mâlik'ten tek olarak rivayet eden raviye nisbetle ferd, dolayısiyle ferd-i nisbîdir. 278
Ferd-i Nisbînin hükmünde iki durum söz konusudur:
a) Ferd-i Nisbî, sika raviden rivayette teferrüd kaydiyle ferd ise o takdirde ferd-i mutlakın hükmüne tâbidir.
b) Diğer iki kayıt yani belli bir beldeye mensup ravilerin birbirlerinden rivayette teferrütleri veya belli bir raviden teferrüd sebebiyle ferd ise o zaman da hüküm hadisin geldiği tarîka göre verilir. Eğer bu tarik sahihse hadis sahih; hasense hasen; zayıfsa zayıf kabul edilir.

Ferd-i Mutlak
“Mutlak ferd” manasına isnadın herhangi bir yerinde ravisi tek olan ferd hadisin kısımlarından biridir.
Ferd maddesinde de söz konusu edildiği gibi isnadının herhangi bir yerinde ravisi tek olan ferd hadis iki kısma ayrılır. Bunlardan birincisi ferd-i mutlak; ikincisi ferd-i nisbîdir. Ferd-i mutlak -ki ferd de denir- teferrüd denilen rivayette tek kalma senedin başında olan hadisdir. Bir başka ifadeyle senedin baş tarafındaki sahabi veya tabiînin tek başına rivayette bulunduğu hadisler ferd-i mutlakdır. Buna göre infirâd, teferrüd veya garabet denilen rivayette tek basma kalma senedin aslı, evveli, menşei gibi tabirlerle belirlenen sahabînin veya tabi'inin bulunduğu baş tarafta olursa böyle rivayet edilen hadisler ferd veya ferdi mutlak itibar edilirler. Şu hale göre ferd-i mutlak-da teferrüd senedin herhangi bir yerinde değil, özellikle hadisi Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayet eden sahabi veya sahabiden rivayette bulunan tabiidedir.
Ferd-i mutlaka velâ hakkının satışını veya hibe edilmesini yasaklayan hadis misal verilebilir.
Bahis konusu hadis şöyledir:
“Abdullah b. Dinar, İbn Ömer isnadiyle rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s) azadlı kölenin miras hakkının satılmasını da hibe edilmesini de yasakladı.”270 
Bu hadisi sahabî İbn Ömer'den bir tek Abdullah b. Dinar nakletmiştir. Bu başka deyişle İbn Ömer'den rivayette Abdullah b. Dînar tek kalmıştır. Nitekim Müslim, hadisi sevkettikten sonra “Bu hadis için bütün insanlar Abdullah b. Dinar'a muhtaçtırlar” diyerek onun sahabîden rivayet eden tek ravi olduğuna işaret etmiştir. Bu duruma göre teferrüd senedin aslında yani baş kismındadır. Dolayısıyle hadis ferd-i mutlaktır.
Bazen hadisi tek başına rivayet eden raviden rivayette bulunan kimse de tek bir şahıs olabilir. Hatta bu hal birkaç ravide peşpeşe devam edebilir. İman hasletleri konusundaki Ebu Hureyre'den rivayet edilen şu hadisin sahâbi ve tabiî ravisi tektir:
“İman yetmiş şu kadar şubedir. En üstünü “lâ ilahe illallah” sözüdür. En alt derecesi ise insanların geçeceği yollardan onlara eziyet verecek (taş, diken ve benzeri) şeyleri kaldırmaktır. Haya da imanın bir bölümüdür.” 271
Bu hadisi Hz. Peygamber (s.a.s)'den yalnızca sahabe Ebu Hureyre; Ebu Hureyre'den sadece tâbi'î Ebu Salih, Ebu Sâlih'den de bir tek Abdullah b. Dinar rivayet etmiştir.
Ferd-i mutlakın hükmüne gelince, şayet rivayetinde teferrüd eden ravi sika ise ve zabtı tamsa yalnız başına rivayet ettiği ferd hadis sahih kabul edilir ve dinî meselelerde delil olarak kullanılır. Şayet zabtı tam değilse hasendir. Bu takdirde de dinî konularda delil olacak nitelikdedir. Rivayette teferrüd etmiş olan ravisi sika ve zabıt değilse hadisi zayıftır. O takdirde ise zayıf hadisin hükmüne girer.

Ferd-i Muhâlif
Bir ravinin kendisinden daha üstün ravilerin rivayetlerine aykırı olarak tek başına rivayet ettiği hadistir.
İbnu's-Salâh'a ve ona tabi olarak en-Nevevî’ye göre ferd-i muhaiif, şazz-ı merdud'un iki kısmından birincisidir, en-Nevevî şöyle der: “el Halîli ve el-Hakimin şaz tariflerini “inneme'l-a’malu bi'n-Niyyât” hadisi, “vela hakkının satış veya hibesini yasaklayan” hadis ve benzeri sahih addedilen adalet ve zabt sahibi ravilerin münferit olarak rivayet ettikleri hadislerle bağdaştırmak müşküldür. Bu konuda sahih olan tafsildir. Eğer adi ve zabıt ravinin rivayetinde teferrüd ettiği hadis kendisinden ahfaz ve azbat olan ravinin rivayetine muhalif ise merdud şazdır. Değilse ravisi adi, hafız ve zabtında mevsuk olması kaydiyle ferd olan hadisi sahilidir. Zabtı tam değilse hasendir. Eğer adalet ve zabt vasıflarından yoksun ise hadisi münker merdûd şazdır. Hasılı merdûd şaz, ferdi muhaliftir. 268Buradan ferdi muhalifin adalet ve zabt vasıflarından uzak bir ravinin hadis zabtı bakımından kendisinden daha üstün raviye aykırı olarak ve tek başına rivayet ettiği hadis olduğu anlaşılmaktadır. Aslında ferd ravinin münferid. muhalif de aykırı ve muhalif olarak rivayet ettiği hadis demek olduğuna göre ferdi muhalif teriminin kendisinden, tarifi de açıklık kazanmaktadır. Bununla birlikte ravinin. rivayetinde başkalarına muhalefet bahis konusu olmadan başkalarının rivayet etmediği bir hadisi rivayette tek kalması da ferdi muhaliften sayılmıştır. Tabiatiyle, rivayetinde tek kalan ravinin adalet ve zabt yönlerinden güvenilir bir kimse olması halinde rivayeti ferd-i muhalif kabul edilir.

Ferd
Ferd kelimesi sözlükte tek, bir tek, çiftin yansı manasına gelir. Bir nesne hakkında “hazâ ferdun” denildiği zaman onun yalnız, yegane ve yekdane olduğu anlaşılır. Dünyada misli ve benzeri olmayan kimseye de ferd denir.266
Hadis terimi olarak ferd, garîb müteradifidir ve isnadın herhangi bir yerinde ravisi tek kalmış olan hadis çeşidine denir. Ancak hadis usulü alimleri ferd ile garib arasında ayırım yapmışlar ve ferd ismini çok defa ferd-i mutlaka; garib ismini ise ferd-i nisbîye vermişlerdir. Buna göre ferd denilince ferd-i mutlak; garib denilince ise ferd-i nisbî kasdedilmiş olur.
Ferd hadislerin hükmü, rivayette tek kalan ravinin durumuna göredir. Eğer adalet ve zabt vasıflarını haiz bir ravinin rivayetinde teferrüd ettiği ferd hadis, kendisinden zabt yönünden daha kuvvetli olan bir başka ravinin rivayetine aykırı ise şazdır. Değilse ravisi adalet ve zabt yönünden mevsuk olmak kaydiyle sahihtir, zabtı tam değilse hasendir. Adalet ve zabt vasıflarından yoksun birisiyse o tek başına rivayet ettiği ferd hadis münker merdûd şazdır. 267
Ferd olarak rivayet edilen hadislerin tümüne çoğul sigasıyla efrâd tabir edilir.

Fâsıku't-Te'vîl
Bk. Fâsık.
Fıska kapılan kimse demektir. Allah'ın emirlerine itaat etmemek, yasakladığı şeylerden kaçınmamak suretiyle yoldan sapan, kısacası İslâm dininin çizdiği sınırların dışına çıkan, onlara aykırı inançlara saplanan kişilere fasık denir.
Hadis İlminde fasık, küfre düşmemek şartıyla söz ve fiillerinde dinin emirlerine aykırı hareket eden, bir diğer deyişle fıska kapılan raviye denir.
Fıska kapılan ravilerden bir kısmı, genelde İslâm'ın temel prensiplerine uymakla birlikte Kur'ân-ı Kerim'in veya Sünnetin bir hükmünü te'vil ederek değişik yorumladığı için fâsık sayılanlardır. Bunlara diğerlerinden ayrı olarak fâsıku't-te'vîl denilmiştir. Böyle yorumu yüzünden fâsık sayılan ravi, adalet ve sabt sıfatlarını taşıyorsa, rivayet ettiği hadis çoğu alimlere göre makbuldür. (Bk. Fısk).

Fasık
Fıska kapılan kimse demektir. Allah'ın emirlerine itaat etmemek, yasakladığı şeylerden kaçınmamak suretiyle yoldan sapan, kısacası İslâm dininin çizdiği sınırların dışına çıkan, onlara aykırı inançlara saplanan kişilere fasık denir.
Hadis İlminde fasık, küfre düşmemek şartıyla söz ve fiillerinde dinin emirlerine aykırı hareket eden, bir diğer deyişle fıska kapılan raviye denir.
Fıska kapılan ravilerden bir kısmı, genelde İslâm'ın temel prensiplerine uymakla birlikte Kur'ân-ı Kerim'in veya Sünnetin bir hükmünü te'vil ederek değişik yorumladığı için fâsık sayılanlardır. Bunlara diğerlerinden ayrı olarak fâsıku't-te'vîl denilmiştir. Böyle yorumu yüzünden fâsık sayılan ravi, adalet ve sabt sıfatlarını taşıyorsa, rivayet ettiği hadis çoğu alimlere göre makbuldür. (Bk. Fısk).

Fartu'l-Gafle
Bk. Gaflet.
Sözlükte “gafil olmak, dikkatsizlik, ne yaptığını bilmemek” mânalarına gelir. Hadis Usûlü ilminde fartu'l-gafle olarak da geçer. Ravinin zaptıyla ilgili cerh sebeplerinden biridir.
Ravinin gafleti, dikkatsizliği, hadis rivayetinin gerektirdiği dikkat ve özenden uzak oluşu, rivayetlerinde hıfz ve itkanla bağdaştırılması mümkün olmayan hallerinin sıkça görülmesidir. Bir ravide bu hallerin sıkça görülmesine kesret-i gaflet, sık sık gaflet hali görülen raviye ise kesîru'l-gafle tabir edilir.
Ravinin hadislerinin yazılı olduğu kitabındaki hatayı başkalarının uyarması üzerine düzelteyim derken daha-büyük bir hata yaparak o hatalı şekliyle rivayet etmesi de gaflet sayılmışür. Başkalarının hatalı düzeltmelerine kapılıp kendi kitabındaki şekli terk ederek hatalı olanı rivayet etmesi de gafletin değişik bir şeklidir. 292
Ravide gaflet hallerinin sıkça görülmesi, özellikle başkalarının hatalarını doğru zannederek kitabındaki şekli terkedip yanlış olanı rivayete kalkışması ve bunu fark ederek düzeltmemesi zabtına dokunur. Böyle bir ravi gafletle cerhedilir. Hadisleri reddolunur.

Fâhişu'l-Galat
“Hatası çok” anlamında bir deyim olup cerh lafızlarındandır. Cerhin üçüncü mertebesine delalet eden lafızlara el-Irâkî'nin ekledikleri arasında yer alır.
Metâ'in-i Aşere denilen ve ravinin adalet ve zabtıyla ilgili tenkit esaslarından zabt-la ilgili olanlardan Fuhş-u galatı, yani rivayetlerinde aşın şekilde hata yaptığı belirlenen raviye de fâhişu'l-galat denilmiştir. Tabir burada umumi manada kullanılmıştır.
Fâhişu'l-galat lafzıyla cerhedilen ravinin cerhine sebep olan hali, hakkında kullanılan cerh lafzında ifade edilmiş demektir. (Bk. Kesretu'l-Galat).

Eceztu Li-Men Yeşâ'u'l-İcâze
Bk. İcâze âmme.
“Umumî icazet” manasına icazetin üçüncü nevidir. Bir şeyhin ne rivayet edilecek icazete konu olan kitap veya hadisleri ne de onları rivayete izin verdiği şahıs veya şahısları açıklamaksızın eceztu ehle zemânî (zamanımda yaşayanlara icazet verdim), li-men edreke zemânî (zamanıma yetişenlere İcazet verdim), eceztu li'1-muslimîn (veya cemî'a'l-muslîmîn), (Müslüman olan herkese izin verdim), eceztu li-men kale lâ ilahe illallah (lâilâhe illallah diyen herkese icazet verdim) eceztu li-men yeşâ'u'l-îcâzete (isteyen herkese icazet verdim) gibi umumi bir ifadeyle verdiği icazettir. Bu icazet nevinin özelliği mucâzun lehin tayin edilmemiş oluşudur.
Şahsın belli etmeden umumi olarak verilen icazetler alimler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Hatta icazeti esas itibariyle kabul edenler bile umumiyetle bu nevi icazette tereddüde düşmüşlerdir. Bunlara göre kısıtlayıcı bir vasıfla kayıtlı icazetler, kayıtlı olmayanlara nisbetle cevaza daha yakındır. 412
Öte yandan Ebu Abdillah b. Mende “la ilahe illallah diyen herkese” diyerek umumî bir icazet vermiş, el-Hatibu'l-Bağdâdî de bunu caiz görmüştür. Ayrıca Kadi Ebu't-Tayyib et-Taberi'nin nakline göre Ebu Abdillah b. Attâb, Ebu'1-Fadl Ahmed İbnu'l-Hasen b. Hayrûn, Ebu'l- Velid b. Ruşd, Ebu Tâhir es-silefî, Ebu-bekr b. Hayr el-İşbilî aha pek çok âlim umumi icazeti caiz görmüşlerdr. 413
İbnu's-Salâh, icâze âmmeyi caiz görmemiştir. Ona göre -pek azı müstesna- umumi icazeti caiz gören selef ve son devir alimlerinden bu icazet çeşidini kullanarak hadis rivayet edildiği ne duyulmuş ne de görülmüştür. Aslında icazet zayıflıktır. Hududu geniş tutulursa zayıflığı artar ve çekilmez hale gelir.414 el-Irâki ise aynı görüştedir ve umumi icazetle rivayeti bırakmanın ihtiyata uygun olacağını söylemiştir.
Bazı âlimler icâze âmmeyi mutlak (icâze âmme mutlaka); ve mukayyed (icâze âmme mukayyetle) olarak iki kısma ayırmışlardır. Bunlardan birincisi izah edilen kayda tâbi tutulmayan umumî i-cazettir. İkincisi ise muhaddisin umumî tabiri biraz kısarak, bir şehir veya bölge yahut mezhep mensuplarına, yahutta filan şehrin ilim ehline veyahutta evvelce kendisinden okumuş olanlara diyerek bir kayıtlama yapıp verdiği icazettir.
İbn Haceri'l-Askalânî mutlak icâze âmme ile hadis rivayet etmiştir. Bununla birlikte bu yolla hadis almayı zayıf addettiği şu sözlerinden anlaşılmaktadır:
“Gerçi mutlak icâze âmmenin cevazına gelince, Kadî İyad, önce icâze âmmenin meçhul ve sayılamayan kişiler için vakıf kurmaya kıyas edildiğine; buna göre “falanın evladı için, fulanın kardeşleri için” kurulan vakfın caiz olduğuna işaret ettikten so a şunları söyleyerek umumi icazetin caiz görülmesi tarafına meyletmiştir:
“İcazeti sahih gören alimlerin eceztu li-men huve min talebeti'1-ilmi li-beledin keza (şu beldede ilim talebesi olanlara icazet verdim); eceztu talebete'1-ilmi bi-beledî keza (memleketimde bulunan talebelere icazet verdim); eceztu li-men kara’e aleyye kable hazâ (bundan önce bana hadis arzedenlere icazet verdim) gibi kayda bağlayıcı tabirlerle umumi icazetle hadis rivayetinin caiz olduğu görüşünde birleştiklerini sanmıyoruz. Kimsenin böyle bir icazetten men edildiğini de görmedim”.415
en-Nevevi’ye göre kaydı belirten herhangi bir vasıfla verilen icâze âmme mükayyedenin caiz olması ihtimali, mutlak icaze âmmeye nisbetle daha fazladır.

Eş-Şeyhân
“İki şeyh” demek olan bu kelime islamî ilimlerin çoğunda tabir olarak kullanılmıştır. Hadis ilimlerinde eş-Şeyhan denildiğinde Buharî ile Müslim kasdedilmiştir. Söz gelişi, bir hadis nakledildikten so a ravâhu'ş-Şeyhân denilmişse bu tabir o hadisin Buharî ile Müslim tarafından ittifakla rivayet edilerek kitaplarına alındığı manasına gelir.

Evvelu's-Sened
Evvel kelimesi sıfat olarak “ilk, evvel, baş taraf manasına gelir. Evvelu's-sened ise senedin, sahabinin bulunduğu baş tarafına denir. Evvel, aslu's-sened, menşe', âhir, intiha, muntehâ-yı sened tabirleri de aynı manada kullanılmıştır.
Bazı alimlerce senedin sahabinin bulunduğu tarafı değil, aksine hadiscinin olduğu tarafıdır. Mebde veya mebde'u's-sened tabirleri de son manada kullanılmıştır.

Evvel
Bk. Evvelu's-Sened.
Evvel kelimesi sıfat olarak “ilk, evvel, baş taraf manasına gelir. Evvelu's-sened ise senedin, sahabinin bulunduğu baş tarafına denir. Evvel, aslu's-sened, menşe', âhir, intiha, muntehâ-yı sened tabirleri de aynı manada kullanılmıştır.
Bazı alimlerce senedin sahabinin bulunduğu tarafı değil, aksine hadiscinin olduğu tarafıdır. Mebde veya mebde'u's-sened tabirleri de son manada kullanılmıştır.

Evtânu'r-Ruvât Ve Buldânihim
Ravilerin vatanları ve yurtları yani yerleştikleri yerler manasınadır. Hadis usulünün ravilerle ilgili konularından biridir.
Hadis ravilerinin bilhassa yerleştikleri yerleri bilmek gerek tarih, gerekse hadis usulü itibariyle önemlidir. el-Hâkim büyük alimlerden çoğunun evtânu'r-ruvât bilgilerinin yetersiz oluşu yüzünden ayakları kayarak hataya düştüklerini söyler.262 İbnu's-Salâh ise araplarm önceden kabilelerine nisbet edildiklerini; İslâmiyet geldikten so a daha çok kasaba ve şehirlere yerleştiklerini, bunun sonucu olarak son yerleştikleri yerlere nisbet edildiklerinden çoğunun ensabının kaybolduğunu, son olarak nereye yerleşmişlerse oraya nisbetten başka kendilerini tanıtacak nisbetin kalmadığını söyleyerek konunun önemine bir başka açıdan işaret eder. 263es-Suyûtî ise isimleri lafız itibariyle müttefik iki ravinin ancak memleketlerinin ve yerleştikleri yerin bi-linmesiyle mümkün olabileceğini kaydeder. Buna göre yerleştikleri yerlerin bilinmesi ravilerin bilinmelerine geniş ölçüde yardımcı olduğu gibi ilim tasnif metodu olarak da büyük önem taşır. Nitekim İbn Sa'd et-Tabakâtu'1-Kubrâsında sahabe, tabi'in ve daha so aki birkaç devre ravilerini Küfeye yerleşenler; Basra'ya yerleşenler; Şam'a yerleşenler... Ve onlardan ilim alanlar şeklinde tasnif etmiştir. İbn Hibbân da Kitâbu Meşâhîri Ulemâ'i'l-Emsâr isimli eserinde aynı metodu kullanarak sahabe ve tabi'ün alimlerini yerleştikleri merkezlere göre tasnif ederek zikretmiştir.
Evtânu'r-Ruvât konusunu ilk defa Hadis Usulü konuları arasında zikreden alim diyebileceğimiz el-Hâkim de Küfe, Mekke, Basra, Mısır, Şam, el-Cezîre ve Horasan'a yerleşen sahabenin listelerini verir. Medine'de ölen bir sahabi bilmediğini söyleyerek “Peygamber Şehri”ne yerleşen ve orada ölen tabi'ilerin isimlerini zikreder. 264Daha so a da İbnu's-Salâh’ın tabiriyle güzel bir usul takib ederek isnatlanyle rivayet ettiği birkaç hadis nakledip diğer rivayetlere örnek teşkil edecek şekilde ravilerinin vatanlarını teker teker kaydeder. Bunlardan birini misal olarak almak faydadan hâli değildir.
“Hz. Peygamber (s.a.s) buyurdular: “Kim Allah'a bir şeyi şirk koşmadan ölürse Cennete girer.”
Ebu Abdillah der ki: Cabir b. Abdillah Küba ehlindendir; Medinelidir. Ebu'z-Zubeyr Mekkelidir. İbrahim es-Sâ'iğ, Ebu Hamze ve Abdan Mervezlidirler. Şeyhim İbrahim ile babası İsme'ye gelince her ikisi de Nisaburludurlar.”

Evsaku'n-Nâs
“İnsanların en sağlamı” anlamında ta'dil lafızlarındandır. Esbetu'n-Nâs ile aynı derecededir. İsmi tafdil sigasıyla gelen ta'dil lafızları arasında yer alır. İbn Haceru'1-Askalânî'nin İbn Ebi Hatim er-Râzî ve Zehebî'nin tertip ettikleri ta'dil lafızları mertebelerine ek olarak zikrettiği lafızlardan biridir. Ta'dilde mübalağaya delalet eder.
Hakkında evsaku'n-nâs denilerek adaletli olduğuna hükmedilen ravî artık en güvenilir, hadisleri en çok kabule layık ravî demektir. Aynı manada a'delu'n-nâs ta'dil lafzı da kullanılır.

Evlâdu's-Sahâbe
Sahabelerin çocukları demek olan bu tabiri el-Hâkîm usul kitabının 17. bahsi olarak almış ve şöyle demiştir: “hadis ilminin bu nevi sahabenin evlatlarını bilmek konusudur. Bu konuyu bilmeyenler rivayetlerin çoğunda yanılırlar.”
İbnu's-Salâh'ta olmayan bu konu, bilhassa kendi de şahabı olan ve Hz. Peygamber (s.a.s)'den hadis rivayet eden sahabe çocuklarının bilinmesini sağladığından isnatlar ve raviler bakımından önemlidir.

Evhâm
Bk. Vehm.
Sözlükte şüphe ve tereddüt edilen nesnenin kendisine tercih olunan tarafına denir. Çoğulu evhamdır.
Hadis ıstılahı olarak vehim, metâin-i aşeradan yani ravinin cerhine sebep teşkil eden hususlardan biridir ve ravinin rivayetinde yanılmasından ibarettir. Zabt vasfıyle ilgilidir.
Ravinin rivayetinde vehmi, mürsel veya munkatı olan bir Hadîsi vasletnıek gibi isnadda veya bir Hadîsi diğerine katarak karıştırmak şeklinde metinde olur. Mevsul bir Hadîsi mürsel, mevkufu merfü rivayet etmek yahut sika bir ravi yerine zayıf birinin ismini söylemek ve buna benzer şekillerde yazılmak da vehimdir.
Hadisin isnadında meydana gelen vehim sonucu yapılan hata bazen hem isnada hem de metne birlikte zarar verir ve her ikisini de ma'lul hale getirir. Söz gelişi muttasıl bir Hadîs mürsel olarak rivayet edilir. Aynı şekilde muttasıl bir isnadla gelen herhangi bir Hadîs ondan daha sağlam ancak munkatı olan bir diğer isnadla rivayet edilir. Bu takdirde düşülen vehim sonucu meydana gelen hata yüzünden sened ve metin de sayıf duruma düşer.
Bir ravinin rivayetinde vehme düştüğü bazı karinelerle anlaşılırsa o rivayet sahih olmaktan çıkar. Bununla birlikte kaydetmek gerekir ki vehim sadece zayıf ravilerde görülmez. Bazen sika ravilerin bile vehmettikleri olağandır. Ravinin Hadisi rivayetinde vehme düşüp düşmediğini anlamanın en kestirme yolu o Hadîsin isnatlarının ve metin farklarının gözden geçirilmesidir. Bu, kısaca Hadîsin bütün tarîklarını bir araya toplayıp gözden geçirmekten ibarettir.
Her ne kadar vehim rivayette hata yapmak olsa da kadhi gerektiren ağır bir sebep değildir. Bir ravinin vehme düşerek rivayet ettiği Hadîse genelde ma'lul veya mu'allel tabir edilir.

Evha'l-Esânîd
Ed'afu'l-Esânîd terimiyle aynı manaya gelir ve isnatların en zayıf görülenini ifade eder. Esahhu'l-Esânîd ıstılahının aksine zayıf ravilerden meydana gelen isnatların değerlendirilmesinde kullanılır. Böylece isnatlar içinde en zayıf olanlara denilmiştir.
Şu isnadlar evha'l-esânid sayılmıştır.
Hz. Ebu Bekir'e ulaşan isnadlarm en zayıfı: Sadakatu'd-Dakîkî - Ferkadu's-Sebehî - Murra et-Tayyib - Hz. Ebu Bekr.
Hz. Ali'ye varan isnadların en vahisi: Amr b. Şemîr - Câbiru'l-Ce'âfi - el-Hârisu'l-A'ver - Hz. Ali isnadıdır.
Ömerilerin en vâhî isnadı: Muhammed b. Abdillah İbni'l-Kasım b. Abdillah - Babası - Dedesi. Bu isnaddaki Muhammed, Abdullah ve el-Kasım’dan hiçbiriyle ihticac caiz görülmemiştir.
Ebu Hureyre'ye ulaşan evha'l-esânîd, el-Busiy b. İsmail -Davud b. Yezid el-Evdî -Babası - Ebu Hureyre; Enes b. Mâlik'e ulaşan en vahî isnad ise Fahr- Babası -Ebân b. Ebî Ayyaş- Enes isnadıdır. İbn Hacer bu isnada silsiletu'l-kizb (yalan zinciri) demiştir.
Şahıslara ulaşan isnadların en vâhîsi olduğu gibi beldelere göre de evhâ'l-esânîd vardır. Abdullah b. Meymûn el-Kaddâh -Şihâb b. Hirâş - İbrahim b. Zeyd el-Hûzî - İkrime - İbn Abbas isnadı Mekkelilerin; Muhammed b. Kays el-Maslûb - Ubeydullah b. Zehr - Ali b. Zeyd - el-Kasım - Ebu Umame isnadı Şamlıların; Ahmed b. Muhammed İbni'l-Haccâc b. Ruşd - Babası - Dedesi - Kurre b. Abdirrahman - Ondan kim rivayet etmişse o isnad Mısırlıların en vâhî isnadıdır. Horasanlıların evha'l-isânidi ise Abdurrahman b. Muleyha - Nehşel b. Sa'id - Dahhâk - İbn Abbas isnadıdır.

Evâ'il
İlk olarak yapılan işler manasına “evvel”in çoğuludur. Hadis Usulünde hadis metinlerinde bildirilen olayların tarihlerini tesbite yardımcı olmak üzere ilk defa yapılan işleri ifade eden bir tabirdir.
es-Suyûti, Takrîbe, dolayısiyle Ulûmu'l-Hadîse eklediği 90. konuda hadislerde söz konusu edilen bazı olayların zamanının bilinmesi ile ilgili olarak eva'ilin ilk defa el-Bulkînî tarafından zikredildiğini kaydeder. Ondan naklettiğine göre hadislerde bahsedilen bazı olayların kronolojisi “ilk defa şöyle oldu” denilen; bir hadiseden önce veya so a olduğu zikredilen; “iki işten sonuncusu” olarak belirtilen; nihayet sene ve ay zikredilen rivayetlerle bilinir. Bu bilgi, özellikle hadislerde nâsih-mensûhu bilmede son derece önemli rol oynar.
Evâ'ile misal vermek gerekirse şu rivayetler üzerinde durulabilir. “İlk olarak şöyle oldu” kaydiyle nakledilenlere misal:
“Hz. Peygamber (s.a.s)'e vahiy, ilk defa uykuda sahih rüyalar görmesiyle başladı.” 255
“Rabbim beni putlara tapmaktan so a ilk olarak içki içmekten ve insanlarla niza etmekten men etti.”
Bir hadiseden önce olduğu zikredilenlere misal:
“Hz. Peygamber (s.a.s) bizi su dökerken önümüzü ve arkamızı kıble tarafına dönmekten men etti. So aları ölümünden bir yıl önce bizzat kendisinin (su dökerken) kıbleye döndüğünü gördüm.” 256
İki işten sonuncusu” denilerek nakledilenlere misal.
“Hz. Peygamber (s.a.s)'in iki emrinin sonuncusu ateşte pişen (deve eti) yemek) yüzünden abdest almanın bırakılması oldu. 257
Tarih zikredilenlere de şu hadis misal verilebilir.
“Cerir'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s)'i abdest alırken mest üzerine meshettiği esnada görmüştür. Ona Hz. Peygamber (s.a.s)'i Ma'ide Suresi (ndeki abdest ayeti) nazil olmadan önce mi, yoksa so a mı gördüğü sorulunca
“Ben Ma'ide Suresinin nazil oluşundan so a müslüman oldum” diye cevap vermiştir.” 258
Bureyde'den rivayet edilen şu iki hadis de sene ve ay zikredilerek tarih verilen hadise misaldir.
“Hz. Peygamber (s.a.s) her namaz için ayrı abdest alırlardı. Mekke fethedildikten so a bir abdestle birkaç namaz kıldı.” 259
“Abdullah b. Ukeym'den rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) ebedi aleme göç etmeden bir ay önce bize “ölü hayvanların ne tabaklanmamış ham derilerini kullanımz, ne de tabaklanmış derilerini” diye emreden mektubu geldi.”
Hicri dördüncü asrın tanınmış hadis âlimlerinden et-Taberânî'nin Kitâbu'l-Evâ'il isimli bir kitabı vardır. İbn Ebi Şeybe de Musannefinde evâ'il konusuna ayrı bir yer ayırmıştır.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget