Dua
İstemek demektir. Aç bir kimsenin, ziyâdesi ile muhtâç olduğu bir zamanda, yiyecek istemesi gibi, Allahü teâlâdan ihtiyaçları, dilekleri istemek demektir. Duâ etmek, bir ibâdettir. Nitekim Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Dua etmek ibâdettir.”
İnsan, zayıf, âciz olarak yaratılmıştır. Âcizliğini, zayıflığını hatırlayarak, Hak teâlâya dönmesi, O'na yalvarıp duâ etmesi, isteklerini O'ndan istemesi kulluk vazifesidir. Allahü teâlâ, kendisinden istendiği zaman, ihsân edeceğini ve kendisine yapılan duâları kabûl edeceğini haber vermiştir. Namaza duâ denildi. Dinde duâ, Allahü teâlâya yalvararak murâdını istemektir. Allahü teâlâ, duâ eden müslümanı çok sever. Duâ etmeyene gadab eder. Duâ, mü’minin silâhıdır. Dinin temel direklerinden biridir. Yerleri, gökleri aydınlatan nûrdur. Duâ, gelmiş olan dertleri, belâları giderir. Gelmemiş olanların da gelmelerine mâni olur. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabûl olan duâ, o belâ gelirken korur.” Duânın, belâyı def etmesi de, kazâ ve kaderdendir. Kalkan oka siper olduğu gibi, su, yerden otun yetişmesine (ve havanın oksijen gazı, canlının hücrelerindeki gıda maddelerini yakıp, harâret meydana gelmesine) sebep olduğu gibi, duâ da, Allahü teâlânın merhametinin gelmesine sebeptir. Bir Hadîs-i şerîfte; “Kazâ-i muallakı, hiç bir şey değiştiremez. Yalnız duâ değiştirir ve ömrü, yalnız, ihsân, iyilik arttırır” buyruldu. “Bana hâlis kalb ile duâ ediniz! Böyle duâları kabûl ederim” meâlindeki âyet-i kerîmelerden anlaşılıyor ki, duâ etmek, namaz, oruç gibi ibâdettir. “Bana ibâdet yapmak istemeyenleri, zelîl ve hakîr yapar, Cehennem’e atarım” meâlindeki âyet-i kerîme meşhûrdur. Allahü teâlâ her şeyi sebep ile yaratmakta, nîmetlerini sebeplerin arkasından göndermektedir. Zararları, dertleri def etmek ve faydalı şeyleri vermek için duâ etmeyi sebep kılmıştır.
Duâların kabûl olması için, sebeplere yapışmak ve duânın şartlarını gözetmek lâzımdır. Duâ, bir temenni olmamalı, istenilen şeylere kavuşturacak sebeplere yapışmalıdır. Meselâ, önce Allahü teâlânın emirlerini, ibâdetleri yapmalı, sonra da Hak teâlânın rızâsına kavuşmak için yalvarmalı, duâ etmelidir. İbâdetler, rızânın ve muhabbetin sebeplerindendir. Sebeplere yapışmadan yapılan duâ kabûl olmaz, Buna duâ değil, faydasız temenni denir. Temenni, ümîd edilmeyen şeyi istemektir. Ümîd edilen şeyi istemeye de reca denir. Duâlarda, istenilen şeyin sebeplerine kavuşturması için de Hak teâlâya yalvarmalıdır. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Çalışmadan, sebeplerine yapışmadan, duâ eden, silâhsız harbe giden gibidir.”
Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) hepsi duâ ettiler. Ümmetlerine de duâ etmelerini emir buyurdular. Duâ etmenin şartları şunlardır: Önce günâhlarına pişman olup, tevbe etmeli, istiğfâr okumalı, sadaka vermeli, îmânını (Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak) düzeltmeli, duânın kabûl olacağına inanmalı, güvenmeli, iki dizi üzerine kıbleye karşı oturup, önce hamd ve salavat okumalı ve duâyı üçten fazla söylemeli, hiç olmazsa yedi kere tekrar etmelidir. Harama yaklaşmamalı, haramdan hâsıl olan şeyleri istememelidir. Kabûl olmadı diyerek, ümidi kesmemeli, kabûl oluncaya kadar uzun zaman tekrar etmelidir. En mühimi; haram yiyip içmemeli, haram şeyleri söylememelidir. Yenilenlerin helâl olmasına dikkat edildiği gibi, giyilenlerin de helâlden, temiz olmasına dikkat etmek lâzımdır. Haram yiyenin, kırk gün duâsının kabûl olmayacağı bildirilmiştir. Bunun için, duâ etmekten vazgeçmemeli; mutlaka duânın şartlarını, edeblerini gözetmelidir. Duâm kabûl olmadı, diye de üzülmemelidir. Yapılan duâlar kabûl olmasa bile, yine boşa gitmemekte, Hak teâlâ o kimseye sevâb ihsân etmektedir.
Duayı, ağız alışkanlığı olarak yapmamalıdır. Duâ ederken kalbin uyanık olması, neyi ve kimden istediğini bilmesi lâzımdır. Duâdan önce, Allahü teâlâya hamdetmeli ve Resûlullah efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) salât ve selâm söylemelidir. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) duâya başlarken; “Sübhâne Rabbiyel aliyyil a'lel Vehhâb” derdi. Bütün müslümanların sıhhat ve selâmetleri için duâ etmeli ve isteğini, dileğini söyleyerek, Allahü teâlâdan, vermesi ve ihsân etmesi için cân u gönülden yalvarmalıdır. Akla ve dîne uygun olmayan şeyleri istememelidir.
Kalbine gelen hayırlı şeyi istemeli, söylediğinin mânâsını öğrenmelidir. Her şeyden önce; af, mağfiret ve âfiyet için duâ etmelidir. Bunların hepsini ihtivâ eden çok kıymetli duâ; “Allahümme rabbenâ âtinâ fid-dünyâ haseneten ve fil-ahireti haseneten vekı-nâ azâbennâr”dır. Kendisi, ehli ve evlâdı için zararlı duâ yapmamalı, meselâ; (Yâ Rabbî! Canımı al) dememelidir. Kabûl olursa pişmanlık fayda vermez. Duânın sonunda (Âmîn) demelidir.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: “İyi kul, sâhibinin yaptıklarından râzı olan, onları beğenen kuldur. Kendi isteklerini beğenen kimse, kendine kuldur. Allahü teâlâdan gelene râzı olmak, sevinmek lâzımdır. Allah korusun, eğer O'nun gönderdikleri beğenilmez, istenmezse. O'nun kulluğundan çıkılmış, asıl sâhibinden uzaklaşılmış olunur. O'ndan gelene üzülmemeli, sevgilinin yaptığı şey olduğunu düşünerek sevinmelidir. Hastalıktan, gelen sıkıntı ve belâdan sıkılmamalı, telâşa düşmemelidir. Böyle dert ve belâ gelince, Allahü teâlâya sığınmalı, âfiyet vermesi, kurtarması için duâ etmeli, O'na yalvarmalıdır. Çünkü Allahü teâlâ, duâ edenleri, sıhhat ve selâmet isteyenleri sever.”
Hısn-ül hasîn kitabında buyruldu ki: “Duânın kabûl olması için, peygamberleri aleyhimüsselâm ve sâlih kulları vesile etmelidir. Sahîh-i Buhârî'deki Hadîs-i şerîflerde böyle bildirildi.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) “Hayvanı kaçan kimse; Ey Allah'ın kulları! Bana yardım ediniz. Allahü teâlâ da size merhamet eylesin desin?” buyurdu. Bir Hadîs-i şerîfte; “Korkulu yerde, üç kere; Ey Allah'ın kulları! Bana yardım ediniz! demeli!” buyruldu. Bu duâ tecrübe edilmiş ve netîcesi görülmüştür. Bir Hadîs-i şerîfte; “Bir şeyden zarar gören, abdest alıp iki rekat namaz kılsın. Sonra; “Yâ Rabbî! Senden istiyorum. Senin âlemlere rahmet olan peygamberin Muhammed aleyhisselâmı vesile ederek sana yalvarıyorum. Yâ Muhammed! Dileğimi kabûl etmesi için Rabbime seni vesîle ediyorum. Yâ Rabbî! O'nu bana şefâatçi et” desin!” buyruldu.
Tezkiret-ül-Evliyâ da diyor ki: Talebesinden bir kısmı sefere çıkarken, Ebü'l-Hasen-i Harkânî'ye (rahmetullahi aleyh) gelip; “Yol uzundur ve çok korkuludur. Bize bir duâ öğret! önümüze haydutlar çıkarsa onu okuyup kurtulalım” dediler. “Önünüze bir belâ çıkarsa, yâ Ebel-Hasen deyiniz” buyurdu. Hocalarının bu cevâbı, çoğunun hoşuna gitmedi. Yolda, karşılarına eşkıya çıktı. İçlerinden biri, yâ Ebel-Hasen dedi. Kendisi, eşyası ve hayvanı görünmez oldu. Diğerlerinin mallarını, haydutlar alıp götürdüler. Eşkıya gidince, ona; “Sen nasıl kurtuldun” dediler. “Yâ Ebel-Hasen! dedim. Yanıma gelmediler” dedi. Geri döndüler. “Biz yâ Allah dedik. Rabbimize yalvardık, soyulduk. Bu yâ Ebel-Hasen dedi kurtuldu” diyerek bunun sebebini anlamak için, hocalarına yalvardılar. Hocaları; “Siz Allahü teâlâyı, haram giren ve haram çıkan bir ağızla, çağırdınız. Bu ise Ebü'l-Hasen ile tevessül eyledi. Allahü teâlâ bunun sesini, Ebü'l-Hasen'e duyurdu. Ebü'l-Hasen de, bunun halâs olması için duâ etti. Duâsı kabûl oldu ve kurtuldu” buyurdu. Mâide sûresinin 27. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Allahü teâlâ, ancak takvâ sâhiplerinin (ibadetlerini, duâlarını) kabûl eder” ve bir hadis-i kudsîde de; “Bir kulum bana yaklaşırsa, ona sesleri duyurur ve saklı şeyleri gösteririm” buyruldu. Manaları bilinmeyen şeyleri söylememelidir. Adil hükümet me’murlarının, mazlumların, sıkıntıda olanların, sâlihlerin ve misâfirin, duâları kabûl olmakta gecikmez. Ayrıca, oruçlunun iftar vaktindeki duâsı, anasına babasına itâat ve hizmet edenlerin ve ana babasının ve hocasının ve müslümanın arkasından yapılan duâ ile, sabr eden hastanın duâsı, bir de mübârek zamanlarda ve mübârek yerlerde ve namazlardan sonra ve Peygamberimizin ve evliyânın kabirleri yanında, onları vesile ederek yapılan duâlar, çabuk kabûl olunur. Buna, huzûr ve rahat zamanlarında çok duâ edenin, dert ve belâ zamanlarındaki duâlarını da ilave etmek gerekir.
Duanın fazîleti: Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) “Dua ibâdettir” diye buyurduktan sonra, şöyle devam etti: “Rabbiniz buyurdu ki; “Bana duâ edin, size karşılığını vereyim. Bana ibâdet etmekten büyüklenip yüz çevirenler, muhakkak ki küçülmüş kimseler olarak, Cehennem’e gireceklerdir.” (Mü’min sûresi: 60)
Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki:
“Allahü teâlâ katında duâdan daha kıymetli bir şey yoktur.” Yâni sözle yapılan ibâdet çeşitlerinden, duâdan daha üstün bir şey yoktur. Çünkü duâ eden, Allahü teâlâya hamd ve senâda bulunmakta, O'na yalvarmaktadır.
“Allahü teâlâ kendisinden istemeyene gazâb eder.” Yâni kendisini Allahü teâlâya muhtâç görmeyerek, gerek söz ve gerekse lisân-ı hâl ile istemeyene Allahü teâlâ gazâb eder.
“Dua mü’minin silâhıdır.” Yâni mü’min duâsı ile kendisinden ve başkalarından belâyı defeder.
“Dua dînin direğidir.” Yâni duâ etmekle, kul kulluğunu izhar etmektedir.
“Dua, göklerin ve yerin nûrudur.” Yâni duâ, yerleri ve gökleri gaflet karanlığından kurtarıp, onları aydınlatıcıdır. Kul, duâ edince, Allahü teâlâ onun dileğini bu dünyâda aynı ile veya dileğinin yerine ondan daha güzelini karşılık olarak verir. Yâhud büyük bir belâyı ondan def etmek sûretiyle verir. Bu isteği ya hemen veya geciktirerek verir. Yâhud Allahü teâlâ onun duâsını âhırete saklar. Yâni onun duâsına âhırette bol karşılık verir veya onun günâhlarından bir kısmını, o duâsı sebebiyle af ve mağfiret buyurur. Hülasa; Allahü teâlâ, iyi amel yapanın ecrini aslâ zâyi etmez ve muhakkak karşısına çıkarır.
Allahü teâlâ, hadis-i kudsîde şöyle buyuruyor: “Ben, kulumun beni zannına göreyim.” Yâni kulum, benim onu affedeceğimi ümîd ederse, affederim. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Allahü teâlâ bir kulunun Cehennem’e gitmesini emretti. Cehennem’in kenarına kadar gelip durunca, o kul döndü ve; Vallahi yâ Rabbî! Benim senin hakkındaki zannım gerçekten iyi idi” dedi. (Bunun üzerine) Allahü teâlâ; Onu geri çeviriniz. Muhakkak ki ben, kulumun beni zannına göreyim buyurdu.”
Yine bir hadis-i kudsîde Allahü teâlâ şöyle buyurdu: “Kulum (ona merhamet eylemem, yardım etmem, muvaffak kılmam için) beni anarsa, ben onunla beraberim.”
Yine Hadîs-i şerîfte; “Rabbini anan ile anmayan kimsenin durumu, diri ile ölünün durumu gibidir.”
“Kimi, şiddetli sıkıntı zamanlarında, Allahü teâlânın duâsını kabûl etmesi sevindirirse, genişlik zamanında da çok duâ etsin.” buyruldu.