Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

05/01/20

AZZE VE CELLE
Allahü teâlânın ismi söyleyince, işitince ve yazınca "O, Azîz ve Celîldir (yücedir)" mânâsına söylenilen ve yazılan saygı ifâdesi.

Allahü teâlânın ism-i şerîfini söyleyince, işitince, yazınca (Sübhânellah), (Tebârekallah), (Celle-celâlüh), (Azze-ismüh), (Celle-kudretuh) veya (teâlâ) gibi ta'zîm (hürmet ve saygı) ifâdelerinden birini söylemek, yazmak; birincisinde vâcib, lâzım, tekrârında ise müstehabdır, iyidir. (Allah buyurdu ki...) veya (Allah teâlâ buyurdu ki...) dememeli, (Allahü teâlâ buyurdu ki...) demelidir. Bunun gibi, yalnız (Kur'ân) dememeli, dâimâ (Kur'ân-ı kerîm) demelidir.(Kerderî, Birgivî ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

AZRÂİL
Dört büyük melekten biri. Rûhları almakla vazîfeli melek, melek'ül-mevt, ölüm meleği de denir.

İbrâhim (aleyhisselâm) Azrâil'e (aleyhisselâm); "Günâhkârların canını aldığın şekilde seni görmek isterim" deyince, melek; "Dayanamazsın" dedi. Olsun istiyorum, dedi. Kendini o sûrette gösterdi. Siyah yüzlü, tüyleri diken diken, siyah elbiseler giymiş, burnundan ve ağzından ateşler çıkıyordu. İbrâhim (aleyhisselâm) kendinden geçip, düştü. Kendine gelince meleği kendi şeklinde gördü ve; "Ey can alıcı melek, bir günahkâr senin bu şeklini gördükten sonra bir şey görmese ona yeter" dedi. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-ı Seâdet)

İyi amel işleyen, Allahü teâlâya itâat eden kullar Azrâil aleyhisselâmı en güzel bir şekilde görürler. Onun güzel yüzüne bakmaktan başka râhatlık bilmezler. (İmâm-ı Gazâlî).

Canlıları öldüren, ölüleri dirilten, sağlamları hasta yapan, hastaları iyi eden yalnız Allahü teâlâdır. Azrâil aleyhisselâm ölüm husûsunda bir sebebdir, vâsıtadır. (Muhammed Ma'sûm Fârûkî)

Azrâil aleyhisselâmın gelip, canını zorla alacağı, ecel arslanının pençesini sana takacağı, can verme acılarının başına geleceği, şeytanın îmânını çalmaya çalışacağı, dostlarının "vah vah öldü, sizler sağ olun", diye evlâdına ta'ziye edecekleri vakti düşün! (Muhammed Rebhâmî)

Azrâil başına geldiği zaman
Kırılır ayakla kol, yavaş yavaş
Mevlâm nasîb etsin din ile îmân
Akar gözlerimden yaş, yavaş yavaş.

Bir gün terâzî kurulur, dünyâ işleri sorulur
Helal lokma yimeyipte, cevap vermek ne müşkildir
Hasta olup yıkılınca, gözler göke dikilince
Azrâil aleyhisselâm gelince necât (kurtuluş) bulmak nemümkündür?
(M. Sıddîk bin Saîd)

AZM ETMEK
Kalbde devamlı kalan ve yapmaya kesin kararlı olunan düşünce, kasd, niyet, karar verme.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

İşlerinde Eshâbın ile meşveret et. Onlara danış. Bundan sonra bir işe azmettiğin zaman, Allahü teâlâya tevekkül et, O'na güven. (Âl-i İmrân sûresi: 159)

Tövbe; haram işledikten sonra, pişmân olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya azm etmektir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

İnsan haram işlemeyi kalbinden geçirir, azm ederse, sonra da Allah'tan korkarak yapmazsa, günâh yazılmaz. Haram işleyince bir günah yazılır.
(Hadîs-i şerîf-Berîka)

Tövbenin kabul edilmesi için dört şart lâzımdır: 1) Günahı için istiğfârda bulunmak, 2) İşlediği günâhı terk etmek ve pişmân olmak, 3) Bu günâhı tekrar işlememeye azm etmek, 4) Günâh işlemeye sevk eden şeylerden uzaklaşmak. (Ahmed Nâmık-ı Câmî)

AZÎZAN
Azizler. Kelimenin sonundaki ân takısı Arabça'da ikilik, Farsça'da çokluk ifâde eder.

1. "İki azîz (velî)" mânâsına İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerinden Ali Râmitenî hazretlerine verilen lakab.

Bir defâsında Ali Râmitenî hazretlerinin evinde iki-üç gün yiyecek bir şey bulunmadı. Evdekiler ve misâfirler açlık sebebiyle çok üzüldüler. O sırada Ali Râmitenî hazretlerinin talebelerinden yiyecek satan bir genç ikrâm olarak bir şeyler getirdi. Bu nâzik anda gelen yiyeceklerden Ali Râmitenî hazretleri çok memnun oldu, yiyecekleri ev halkına ve misâfirlerine ikrâm ettikten sonra o talebesini çağırdı ve; "Getirdiğin bu yiyecekler sıkıntılı bir ânımızda imdâdımıza yetişti. Sen de bizden ne murâdın varsa iste. Çünkü hâcet kapısı şu anda açıktır." buyurdu. Talebe de; "Efendim ilimde ve evliyâlıkta size benzemek istiyorum."
dedi. Ali Râmitenî hazretleri; "Ağır bir iş arzu ettin. Bunun yükünü kaldıramazsın." buyurdu. Genç ise; "Tek murâdım evliyâlıkta aynen size benzemektir." dedi. Bunun üzerine Ali Râmitenî hazretleri ona teveccüh etti, kalbini mânevî bakışlariyle temizledi Genç, Allahü teâlânın izniyle Ali Râmitenî hazretlerinin derecesine kavuştu. Bu hâle kırk gün dayandı, sonra vefât etti. Ona bir anda kendi mânevî makamlarını verip kendisi gibi yaptığı için, iki azîz mânâsında kendisine Azîzân ismi verildi. 
(Molla Câmi, Muhammed Hânî)

2. Büyükler, evliyâ.

Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa
Kalbindeki dünyâ düşüncesini senden almazsa
Onun ile sohbetten etmez isen teberrî (uzak durma)
Sana yardıma gelmez azîzândan hiçbiri.

AZÎZ (El-Azîz)
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her zaman izzet ve şeref sâhibi. Gâlib, benzeri olmayan, büyük ve küçük her şeyin O'na şiddetle ihtiyâcı olan.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

Bilin ki, Allahü teâlâ Azîz'dir. Hakîm'dir (hikmet sâhibidir). (Bekara sûresi: 209)

Bir kimse kırk gün ve her gün de kırk kerre el-Azîz ismi şerîfini söylerse Allahü teâlâ ona yardım eder ve onu üstün kılar. Mahlûkattan hiç birine muhtaç olmaz.
(Yûsuf Nebhânî)

2- Kıymetli, şerefli, üstün.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde buyuruyor ki:

Ey Muhammed! De ki: Ey mülkün sâhibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın. Dilediğini azîz kılar, dilediğini alçaltırsın. Hayır (iyilik) yalnız senin elindedir. Doğrusu Sen her şeye kâdirsin. (Âl-i İmrân sûresi: 26)

Biz zelîl bir kavim idik. Allahü teâlâ bizi İslâm ile azîz eyledi. İzzeti, Allahü teâlânın bizi azîz ettiği şeyden (İslâmiyet'ten) başkasında ararsak, Allahü teâlâ bizi eskisinden zelîl eder (alçaltır). (Hazret-i Ömer)

Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yerine getirirseniz azîz, getirmezseniz rezîl olursunuz. Allahü teâlânın azîz ettiği kimseyi kimse küçültemez. (Ali Rızâ)

Allahü teâlâ bir kimseyi azîz etmek isterse, ona günah işletmez, küçük günahlarını
saymaz, affeder. Onu Cennet'ine kor. Cemâl-i ilâhîsini görmesini nasib eder. (Abdülhakîm
Arvâsî)

Üç şey vardır ki müslümanları çok azîz eder: 1) Kendisine zulüm edeni affetmek, 2) Kendisine bir şey vermeyene vermek, iyilikte bulunmak, 3) Kendisini aramayanları arayıp, hallerini sormak. (Ca'fer-i Sâdık)

Dünyâda azîz, âhirette kurtulmak istiyen, diline sâhib olsun. (Ca'fer-i Sâdık)

AZÎMET
Kuvvetli irâde, istek, arzu. Haramlardan, dinde yasak edilen şeylerden sakınmakla berâber, mümkün olduğu kadar ruhsatlardan yâni dinde izin verilen kolaylıklardan uzak durup; evlâyı, en iyi olduğu bildirilenleri, nefse zor gelenleri yapmak; takvâ yolu.

İslâmiyet'te ibâdetler için iki yol vardır: Biri ruhsat yâni, İslâmiyet'in ibâdetlerde tanıdığı, izin verdiği kolaylıklar, diğeri azîmettir. Azîmet ile amel etmek, ruhsat ile amel etmekten daha kıymetlidir.Hadîs-i şerîfte; "Amellerin en fazîletlisi nefse en zor gelenidir" buyrulmaktadır. (Harputlu İshâk Efendi)

Âlimler, sâlihler azîmet ve takvâ ile hareket ettiklerinden; bir haram işlememek için helâlları, mubahları bile terk ederlerdi. Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh buyurdu ki: "Biz
bir harama düşmek korkusundan, yetmiş helâli terk ederdik." (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

Halkın incitmesine sabr etmelidir. Onlara güzel davranmalıdır, bu azîmet yoludur. Onlardan kesilmek, uzak durmak ise, ruhsat yoludur. (İmâm-ı Rabbânî)

Kuvvetli, hâli elverişli olanın, azîmet olanı yapması efdaldir, daha iyidir. Güç olan işi yapmak nefse daha ağır gelir. Nefsi daha çok ezer, zayıflatır. İbâdetler de nefsi zayıflatmak, kırmak için emrolunmuştur. Zayıf, hasta, sıkışık hâlde olan kimsenin azîmet olanı yapamadığı için ibâdetlerini, işlerini terk etmemesi, ruhsat yolu ile yapması lâzımdır. (Abdülganî Nablüsî)

Azîmeti yapmaktan âciz olan özürlü kimsenin, ruhsat olanı, dinde izin verileni yapması câiz olur. Böyle kimsenin ruhsat olanı yapması azîmetleri yapmış gibi çok sevâb olur. (Abdülvehhâb Şa'rânî)

AZÎM (El-Azîm)
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Büyüklüğüne, beşer (insan) aklının ve hiçbir mahlûkun (yaratılmışın) düşüncesinin erişemediği, hakîkatini kimsenin bilemediği zât. Allahü teâlânın büyüklüğü bildiğimiz gördüğümüz şeylerdeki büyüklük ve küçüklük gibi değildir. Bu bizim bilgimizin dışındadır. 
(Bkz. Sübhâne Rabbiyel Azîm)

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

O (Allah) Aliyy'dir. (Mahlukların, yaratılmışların akıl, ilim ve anlayışlarının erişemediği yüceliktedir.) Azîm'dir. (Bekara sûresi: 255)

El-Azîm ismi şerîfini söyliyen, elem ve kederden kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)

ÂZER
İbrâhim aleyhisselâmın amcası ve üvey babası.

İbrâhim aleyhisselâmın babasının ismi Târûh idi. Târûh mü'min idi. Âzer putperest idi. Nemrûd taraftarı idi. Târûh ölünce, Âzer, İbrâhim aleyhisselâmın annesini aldı. Böylece üvey babası oldu. (Senâullah Dehlevî)

Târûh ile Âzer iki kardeş idi. Arablar amcaya da baba derlerdi. (Abdülhakîm Arvâsî)

AZAMET
1. Büyüklük, Cenâb-ı Hakk'ın büyüklüğü.

Kibriyâ, üstünlük ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı Cehennem'e atarım, hiç acımam. (Hadîs-i Kudsî-Ebû Dâvûd)

(Kıyâmet günü) Allahü teâlâ buyurur ki: "İzzetim, kibriyâm, azametim ve celâlim hakkı için yemin ederim ki ben "Lâ ilâhe illallah" diyenleri (Cehennem'den) muhakkak çıkaracağım. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

Allahü teâlânın mahlûkâtı üzerinde ne kadar çok düşünürsen O'nun azamet ve kudretini o nisbette iyi anlarsın. (İmâm-ı Gazâlî)

2. Kibirlenmek, insanları küçük görmek.

Yalan söyleyen, hîlekârlık yapan, insanları aldatan, zulmeden, haksızlık yapan, din kardeşlerine yardım etmeyen, azamet satan, yalnız kendi çıkarlarını düşünen bir kimse, ne kadar ibâdet ederse etsin hakîki müslüman sayılmaz. (Hadimî)

ÂZÂD ETMEK
Serbest bırakmak, hürriyetine kavuşturmak, kölelikten kurtarmak.

Kim kölesine bir tokat atsa yâhut onu döğse, onun keffâreti, köleyi âzâd etmesidir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

Bir kimse Ramazân-ı şerîf ayında bir oruçluya iftar verirse günahları affolur. Hak teâlâ onu Cehennem azâbından âzâd eder.  
(Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb, Sahîh-i Buhârî)

Köle âzâd etmek çok sevâbdır. İslâmiyet, öldürmeğe gelen düşmandan başka kimseyi köle yapmaz. Bu köleleri âzâd edenleri de çok beğenir. İslâmiyet, köle yapmak dîni değil, köle âzâd etmek dînidir. (İbn-i Âbidîn)

ÂZÂD
Kurtulmuş, serbest.

İnsanoğlu, gönül verdiği şeyin kulu olur. Ârifler, Allahü teâlâdan başkasına kalblerini bağlamadıklarından, O'ndan başkasının kulu olmaktan âzâd olmuşlardır. Cenâb-ı Hakk'a tam anlamıyla kul olan, O'ndan başkasına kul olmaktan âzâd olur. (İbn-i Arabî)

AZÂB
İşlenen günahlar sebebiyle âhirette çekilecek cezâ.

Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

Nîmetlerimin kıymetlerini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları artırırım. Kıymetlerini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim.
(İbrâhim sûresi: 7)

Allahü teâlânın, bir kuluna rahmet etmiyeceğine, ona gadab ve azâb edeceğine alâmet, dünyâya ve âhirete faydası olmayan şeylerle meşgûl olması, zamanlarını lüzumsuz şeylerle öldürmesidir... (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)

Yâ Rabbî! Bizi gadabınla öldürme, azâbınla helâk etme ve bundan önce bize âfiyet ihsân eyle. (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ı Kâinât)

Lâ ilâhe illallah diyenler, dünyâyı dinden üstün tutmadıkça, Allahü teâlânın gadabından, azâbından kurtulurlar. Dîni bırakıp, dünyâya sarılırlarsa, bu kelime-i tevhîdi
söyleyince, Allahü teâlâ onlara, yalan söylüyorsunuz! buyurur. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-i Seâdet)

Nasîhatların başı şudur ki: İslâmiyet'in sâhibi olan Peygamber efendimize uymak lâzımdır.

Resûlullah'a uymayanlar, âhirette azâbdan kurtulamaz. (İmâm-ı Rabbânî)

Allahü teâlânın, bir kuluna rahmet etmiyeceğine, ona gazâb ve azab edeceğine alâmet, dünyâya ve âhirete fâidesi dokunmayan şeylerle meşgul olması, zamanlarını lüzumsuz şeylerle öldürmesidir. Bir kimse, ömründen bir saati Allahü teâlânın beğenmediği bir şeyde geçirirse, ne kadar çok pişman olsa yeridir. (İmâm-ı Gazâlî)

AYN-EL-YAKÎN
1. Görerek bilme.

Ekvator gibi sıcak memleketlerde yaşayan kar görmemiş bir kimsenin kitabdan okuyarak veya birisinden dinleyerek karın ne olduğunu öğrenmesi, ilm-ül-yakîn, karı görerek tanıması, ayn-el-yakîn, karı eline ve ağzına alıp tadarak tanıması hakkü'l-yakîn olur. (Ahmed Mekkî Efendi)

2. Hadîs-i şerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyı görüyormuş gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ışığın kalbde parlaması. Zamanımızda tarîkata girmiş bir çok kimse,
kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor. İlm-ül-yakîne saplanıp, ayn-ül-yakînden mahrum kalmışlardır. (İmam-ı Rabbânî)

Ayn-ül-yakîn mertebesi ümmetin seçilmişlerine mahsûstur. (İmâm-ı Rabbânî)

AYN
Birşeyin kendisi.

1. Boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı olan yâni tartılabilen her şey, madde, cisim.

Dünyâ ayn ve araz (özellikler) dan meydana gelmiştir. Meselâ kalem, silgi birer ayndır. Bunların rengi, kokusu ise, arazdır. (Seyyid Şerîf Cürcânî, Teftezânî)

2. Alış-verişte, belli, meydanda, mevcut ve hâzır olan veya hâzır olmayıp da bulunduğu yeri, cinsi, miktârı belli edilen mal.

Alış-verişte söz kesilirken, ayn olan malın kendisini vermek lâzımdır. Benzeri hattâ daha iyisi olması için müşteri (alıcı) zorlanamaz. Fakat müşteri rızâsı ile alırsa mukâyada satışı, yâni belli bir malı, başka belli bir mal, ile değiştirmek olur. (İbn-i Âbidîn)

Altın ve gümüşten başka mallar, söz kesilirken tâyin etmekle (belirlemekle) ayn olurlar. Deyn olan (tâyin edilmeyen) mal altın ve gümüş, sözleşmede ayrılmadan önce kabz olunmakla (eline almak ve cebine koymakla) ayn olurlar. (İbn-i Âbidîn)

3. İnsanın zekât için ayırdığı ve yanında hazır bulunan malı.

Ayn olan malın zekâtını ayn olarak vermek lâzımdır. Ayn olan malın kırkta biri ayrılıp verilir. (İbn-i Âbidîn)

Deyn olan (başkasında bulunan) malın zekâtı, ayn olarak verilir. Yâni, başkasında bulunan malının zekâtını, hazır olan malından vermek lâzımdır. Hâzır malı yoksa başkasındaki malından zekât miktârını isteyip, teslim alıp, sonra bu fakire verilir. (İbn-i Âbidîn)

Ayn olan malın zekâtını deyn olarak vermek câiz değildir. Yâni hâzır olan malın zekâtı olarak fakirdeki alacağını bu fakire bağışlamak câiz değildir. (İbn-i Âbidîn)

ÂYİSE
Âdet yâni hayz görmekten ümidini kesmiş yaşlı kadın.

Kadın elli beş yaşlarında âyise olur. Hâmile (gebe) ve âyise kadınlardan ve dokuz yaşından küçük kızlardan gelen kanlar, hayz (âdet) kanı olmaz. Hastalık sebebiyle gelen bu kan istihâza yâni özür kanıdır. (İmâm-ı Birgivî)

ÂYET-İ MUHKEME
Muhkem âyet. Çoğulu âyât-ı muhkemât'tır.

1. Kur'ân-ı kerîm.

İlim üçtür: Âyet-i Muhkeme, Sünnet-i Kâime (Hadîs-i şerîf) ve Fârîdat-ı Âdile (Kitaba ve sünnete uygun ilim, yâni icmâ ve kıyas). (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)

2. Kur'ân-ı kerîmde mânâsı açık olan âyet-i kerîmelere verilen ad. (Bkz. Muhkem)

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

(Habîbim) sana kitâbı indiren O'dur. O'ndan bir kısmı âyât-ı muhkemâttır ki, bunlar Ümmül-kitâbdır (Kur'ân-ı kerîmin aslıdır, temelidir. Hükümlerde bunlara dayanılır).(Âl-i İmrân sûresi: 7)

ÂYET-EL KÜRSÎ
Kur'ân-ı kerîmde Bekara sûresinin, fazîletiyle bilinen 255. âyet-i kerîmesi.

Kur'ân-ı kerîmdeki âyetlerin en üstünü Bekara sûresinde bulunan Âyet-el-kürsî'dir.

Bu âyet, bir evde okunduğu zaman, şeytan muhakkak oradan uzaklaşır. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)

Farz namazlardan sonra Âyet-el-kürsî okuyan kimse ile Cennet arasında ölümden başka mâni yoktur. (Hadîs-i şerîf-Rûh-ul-Beyân)

Evinden çıkarken Âyet-el-kürsî'yi oku. Zîrâ, her işinde muvaffak olur ve hayırlı işler başarırsın. Peygamber efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: "Bir kimse,
evinden çıkarken Âyet-el-kürsî'yi okursa, Hak teâlâ, yetmiş meleğe emreder, o kimse evine gelinceye kadar, ona duâ ile istigfâr ederler. (Allahü teâlâdan günâhının bağışlanmasını isterler)" Evine gelince de okursan iki Âyet-el-kürsî arasındaki işlerin hayırlı olur ve fakirliğin önlenir. (Süleymân bin Cezâ)

Namazlardan sonra hemen Âyet-el-kürsî okumak lâzım iken, önce selâten tüncinâyı ve başka duâları okumak bid'attır, sapıklıktır. Bunları Âyet-el-kürsî'den ve tesbihlerden sonra okumalıdır. (Ali Mahfûz)

Fâtiha, Âyet-el-kürsî, Kâfirûn, İhlâs ve Muavvizeteyn sûrelerini okumak hastaya şifâ verir. (Muhammed Osman Dehlevî)

ÂYET
Alâmet, işâret, mûcize, ibret.

1- Kur'ân-ı kerîmdeki sûreleri meydana getiren cümle veya cümleciklerden her biri.

Çoğulu âyâttır.

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

Biz sana apaçık âyetler (helâl ile haramı, doğru ile yanlışı açıklayan) indirdik. Onları fâsıklardan (kâfirlerden) başkası inkâr etmez." (Bekara sûresi: 99)

Kur'ân-ı kerîmde 114 sûre, 6236 âyet vardır. Âyetlerin sayısının 6236'dan az veya daha çok olduğu bildirildi ise de, bu ayrılıklar, büyük bir âyetin, bir kaç küçük âyet sayılmasından veya bir kaç kısa âyetin bir büyük âyet yâhut sûrelerin evvelindeki besmelelerin bir veya ayrı ayrı âyet sayılmasından ileri gelmiştir. (Ebülleys Semerkandî)

Âyet-i kerîmeler kısa ve tam tercüme edilemez. Müfessirler âyet-i kerîmeleri tercüme değil, uzun tefsîr ederek açıklamaya çalışmışlardır. (İbn-i Hacer-i Mekkî)

Âyet-i kerîme yazılı herhangi bir kâğıdın âyet kısmına abdestsiz dokunmamalı, o kâğıdı belden aşağı koymamalıdır. (Hâdimî) Sübhâne rabbike âyet-i kerîmesini, sübhâne rabbinâ şeklinde değiştirmeden okumak lâzımdır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

2. Allahü teâlânın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren alâmet, ibret, işâret.

Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:

Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde insanlara yarar şeyleri, denizde akıtıp taşıyan o gemilerde, Allah'ın semâdan indirdiği suyla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde, deprenen her hayvanı orada üretip yaymasında, gökle yer arasında (Allahü teâlânın emrine) boyun eğmiş olan rüzgârları ve bulutları evirip çevirmesinde aklı ile düşünen bir kavm (topluluk) için nice âyetler vardır. (Bekara sûresi: 164)

3. Mûcize.

(Hakîkati) bilmeyenler (veya bilip de bilmez gözükenler); "Ne olur, Allah bizimle (senin hak peygamber olduğuna dâir) konuşsa, yâhut (bu hususta) bize bir âyet gelse" dediler. Onlardan evvelkiler de, tıpkı onların söyledikleri gibi söylemiş(ler)di. Kalbleri birbirine ne kadar da benzemiş. Bu hakîkatleri iyice bilmek isteyenlere âyetlerimizi apaçık göstermişizdir. (Bekara sûresi: 118)

AYB
Kusur ve utanılacak şey.

Her kim bir müslüman kardeşinin ayblarını, kusurlarını, kimsenin görmesini ve işitmesini istemediği şeylerini örterse, Allahü teâlâ da kıyâmet gününde onun ayblarını örter. Her kim müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği bir şeyini ortaya çıkarır ve dile verirse, Allahü teâlâ da onun ayblarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana çıkarır ve bu sûretle kendi evi içinde de olsa onu rezil eder. Müslüman kardeşinin ayblarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

İnsanların ayblarını görme. İnsanların ayblarını gören onların hedefi olur. (Câfer-i Sâdık)

Kendisinde gördüğün bir aybdan dolayı, müslüman kardeşini kötüleme. Olur ki, aynı hataya sen de düşersin ve ondan da kötü olursun. (Ebû Câfer bin Sinân)

Bir kimse satın aldığı bir malda ayb bulsa, tam fiyatı ile almakta veya red etmekte muhayyerdir, serbesttir (alış verişten vaz geçebilir). (İbn-i Âbidîn)

ÂYÂT-I HIRZ
Okunduğunda veya üzerinde taşındığında Allahü teâlânın muhâfazasına (korumasına) kavuşmaya vesîle (sebeb) olan âyet-i kerîmeler.

Bir köylü, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi. Kardeşinin ağır hasta olduğunu söyledi. "Hastalığı nedir?" buyurdukta, cin çarpması dedi. "Kardeşini buraya getir" buyurdu. Resûl-i ekrem bâzı âyetleri okuyup, hastaya üfledi. Hemen iyi olup kalktı. Bu âyet-i kerîmeler şunlardır:Fâtiha, Bekara sûresi başından dört âyet, (Ve ilâhiküm)'den başlayarak (Ya'kılûn'e) kadar, iki defâ 163 ve 164. âyetleri, Âyet-el kürsî (Hâlidûn'e) kadar, Bekara sûresi sonundaki (Lillahi)'den başlayan üç âyet, Âl-i İmrân sûresinin (şehidallahü) ile başlayan on sekizinci âyeti, A'râf sûresinin (İnne Rabbeküm) ile başlayan elli dördüncü âyeti, Mü'minûn sûresinin (Fe-teâlellahü) ile başlayan yüz on altıncı âyeti, Cin sûresinin (Ve ennehû teâlâ) ile başlayan üçüncü âyeti, Sâffât sûresinin başından on âyet, Haşr sûresinin sonunda (Hüvallâhü) ile başlayan üç âyet, İhlâs ve Mu'avvizeteyn sûreleridir. Abdest alıp, yedi istigfâr ve on bir salevât okuyup hastanın sıhhatine niyyet ederek,güneş doğduktan ve
ikindi namazından sonra günde iki defâ âyet-i hırzı okuyup hasta üzerine üflemeli, şifâ buluncaya kadar (kırk gün kadar) devâm etmelidir. (Abdülazîz Dehlevî)

AVRET
1. İslâmiyet'te akıllı ve bâliğ (ergen ve evlenecek yaşa gelmiş) olan kimsenin namaz kılarken açması veya her zaman başkasına göstermesi ve başkasının bakması haram (günâh) olan yerleri.

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

Ey Resûlüm (sallallahü aleyhi ve sellem)! Mü'min erkeklere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar. Îmânı olan kadınlara da söyle, harama
bakmasınlar ve avret yerlerini haram işlemekten korusunlar. (Nûr sûresi: 30)

Avret yerinizi açmayınız (yâni yalnız iken de açmayınız). Çünkü yanınızdan hiç ayrılmayan kimseler (melekler) vardır. Onlardan utanınız ve onlara saygılı olunuz.
(Hadîs-i şerîf Eşi'at-ül-Lemeât)

Hanefî mezhebinde erkeklerin avret yeri göbek altından diz altına kadardır. Diz avrettir. Kadınların ellerinden ve yüzlerinden başka yerleri, bilekleri, sarkan saçları ve ayaklarının altı avrettir. Ancak, kadınların elleri örtecek kadar uzun kollu namazlık veya geniş baş örtüsü ile elleri örtülü olarak kılmaları daha iyi olur. (İbn-i Âbidîn)

Konuşmaya başlamamış olan küçük çocukların avret yerleri yalnız sev'eteyn'i yâni önü ile arkasıdır. Erkek çocukların on yaşına kadar, kızların ise gösterişli oluncaya kadar galîz (kaba) avretlerine (göğüs, koltuk, böğür, uyluk, diz ve sırtlarına), bundan sonra bütün avretlerine bakmak câiz değildir, günâhtır. (İbn-i Hümâm)

Hamamda çok oturma. Hamamda göbeğin ile dizlerinin arasını açma. Erkeklerin ve kadınların, hamamda da avret yerlerini açmaları haramdır, günâhtır. Açan da, bakan da mel'ûndur. (Süleymân bin Cezâ)

2. Kadın, hanım.

Bir erkek, avretini döğerse, ben onun dâvâcısı olurum. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)

AVL
İslâm mîrâs hukûkunda belirli hisse (pay) sâhiplerinin (Eshâb-ı ferâizin) mîrâstan alacakları payların toplamının ortak paydadan fazla olma hâli.

Avlde, hisse sâhibi mîrâscıların hisseleri orantılı olarak eksilir. (Seyyid Şerîf Cürcânî)

Zevce, ana, iki kız kardeş ve anadan iki kız kardeş bulunduğu zaman, mîrâs on ikiye taksim edilip, zevceye 3 hisse, anaya iki hisse, iki kız kardeşe sekiz hisse (her birine dörder hisse), ana bir iki kız kardeşe dört hisse (her birine ikişer hisse) verilir ki, hisseler toplamı on yedi oluyor. Şu hâlde problemin aslı on yediye (Avl) etti denir ve mîrâs on yediye taksim edilir. (Mevkûfât)

AVÂM
Amme'nin çoğulu, halk, topluluk.

1. Müctehid (âyet ve hadîslerden şer'î yâni dînî hükümler çıkaran İslâm âlimi) olmayan, mukallid (yâni mezhebinin usûl ve kâidelerini anlayıp taklîd eden).

Müctehid olmayan âlime nâkil, yâni haber iletici denir. Müctehid olmayan müftîler mukalliddir. Avâm, hadîs-i şerîflerden doğru mânâ çıkaramaz. Bunun için müctehidlerin
anladıklarına uymaları, yâni onları taklîd etmeleri lâzımdır. (Feth-ul-kadîr)

Dînî mes'elelerde, şöyle veya böyle yapılabilir şeklinde ruhsat (izin vermek) avâmın sözü ile olamaz. Burada ancak müctehidler yetkilidir. (Reddül-Muhtâr)

2. Dînî ilimlerden haberi olmayan câhiller.

Avâm, fetvâ kitablarını anlıyamaz. Bunların, îmân ve ibâdet bilgilerini arayıp, sorup, öğrenmeleri farzdır. Müctehid âlimlerin de, sözleri, vâzları ve yazıları ile önce îmân, sonra dînin temeli olan beş ibâdeti öğretmeleri farzdır. (Muhammed Es'ad)

Sultanlar, milletin malını, zâlimler ve haydutlardan korudukları gibi; havâss yâni müctehid âlimler de, avâmın îtikâdını (inancını) bid'atçilerin (sapıkların) şerrinden korurlar.
(İmâm-ı Gazâlî)

3. Olgunlaşmamış, irşâda (öğrenip, aydınlanmaya) muhtaç. Kulluk zevkini tatmamış; nefs-i emmâresinin te'sirinden kurtulamamış olan. Tasavvufta; takvâ, ihlâs derecelerinin en aşağısında bulunan kimseler.

Avâmın orucu, yemek içmek gibi şeylerden sakınmaktır. (İmâm-ı Gazâlî)

ATİYYE
İhsan, lütuf, muhtaç olanlara yapılan bağış. (Bkz. Atâ)

Kim dilencilik kapısını açarsa, Allahü teâlâ dünyâda ve âhirette ona fakirlik kapısını açar. Kim Allahü teâlânın rızâsını kasdederek atiyye kapısını açarsa, Cenâb-ı Hak ona
hem dünyâ, hem âhiret seâdeti ihsân eder. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Ebû Dâvûd)

Peygamberler, ümmetleri için Allahü teâlânın atiyyesidir. Fakat Resûl-i ekrem efendimiz hediyyedir. Hediyye ile atiyye arasında fark vardır. Atiyye muhtaçlara, hediyye ise sevilenlere verilir. (Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî)

ATEŞPERESTLİK
Mecûsîlik, ateşe tapma.

Ateşperestliğin (mecûsîliğin) kurucusu Zerdüşt, mîlâddan altı yüz sene önce Hindistan'da doğdu. Brehmen din adamları tarafından kovuldu. Ateşperestliği Belh şehrinde yaydı. "İyilik tanrısı (Îzed) veya (Ormüzd) ile kötülük karanlık tanrısı (Ehrimen) olmak üzere iki tanrı vardır" dedi. (Zend) adlı kitabı ve (Avesta) denilen şerhi Avrupa'da basılmıştır. Ateşperestlik İran Şâhı İsfendiyâr tarafından İran'da yayıldı. Hazret-i Ömer İran'ı fethedince acemler müslüman oldu. Ateşperestlik Hindistan'da kaldı. (Şemseddîn Sâmî)

ATEŞPEREST
Ateşe tapan, mecûsî. Zerdüşt tarafından kurulan bâtıl dîne inanan.

Ateşperestler Cehennem'in Hutame denilen beşinci tabakasında yanacaklardır. Birini görünce kendi elini veya onun elini öpmek ve eli göğse koymak ve eğilmek ve yere
kapanmak ateşperest âdetidir. (Muhammed Rebhâmî)

Horoz, tavuk ve vahşî hayvanları, meselâ geyiği kurban etmek haramdır. Ateşperestlere benzemek olur. (İbn-i Âbidîn)

Nevrûz günü, ateşperestlerin bayramıdır. O gün, onların yaptıklarını yapan, bayram yapan müslümanın îmânı gider de haberi olmaz. (Kerderî)

ATEİST
Dehrî, dinsiz.

Kötülüklerin en kötüsü, Allahü teâlâya inanmamak (ateist olmak)tır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

Ateistler, Allahü teâlâya inanmazlar. "Her şey tabîat kânunları ile vâr oluyor. Bir yaratıcı yoktur. Dehr yâni zaman ilerledikçe, her şey değişmektedir" derler. (Seyyid Şerîf Cürcânî)

Kitablarında din ile mücâdele eden ve "Dinleri yok etmek, materyalizmin, marksizmin alfâbesidir" diyen Lenin, iktidârı ele geçirdikten sonra Rusya'da ateistler birliğini kurmuştur. (Seâdet-i Ebediyye)

Kendilerini akıllı, ilim adamı ve hiç yanılmaz sanan dinsizler üç kısımdır: 1) Ateistler. 2) Herşeyi tabîat yapıyor diyen tabî'iyyeciler. 3) Yunan filozofları ve bu arada Sokrat ile talebesi Eflâtun ve onun da talebesi Aristo'nun yolunda olanlar. (İmâm-ı Gazâlî)

ÂŞÛRE GÜNÜ
Hicrî senenin ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu günü.

Bir kimse Âşûre günü oruç tutsa, Allahü teâlâ ona bir şehîd sevâbı verir. Âşûre günü oruçlu olan için, yedi gök ehlinin sevâbını yazar. Âşûre günü, bir mü'mine iftâr verene, ümmet-i Muhammed'in hepsine iftâr ettirmiş gibi sevâb yazılır. Âşûre günü bir yetimin başını okşıyana, Allahü teâlâ o yetimin başındaki kıllar kadar Cennet'te derece verir. (Hadîs-i şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)

Muharrem ayı, İslâm dîninde kıymetli olduğu bildirilen dört aydan biridir. Aşûre gecesi bu ayın en kıymetli gecesidir. Nûh aleyhisselâm tûfânda gemisinde aşûre tatlısı pişirdiği için müslümanların, Muharrem'in onuncu günü aşûre pişirmesi ibâdet olmaz. Bugün aşûre pişirmeyi ibâdet sanmak günâhtır. (Muhammed Sıddîk bin Saîd)

AŞK
Şiddetli sevgi. Allahü teâlâyı ve O'nun sevdiklerini çok sevmek. Buna hakîkî aşk denir.

Hakîkî aşk, nefsi terbiye eder, ahlâkı güzelleştirir; insanın kalbinde bir ateş olup, Allah sevgisinden başka her şeyi yakar, yok eder. Hak âşığı olanın sözü, işi ve düşüncesi doğru ve saftır. (İbrâhim Hakkı Erzurûmî)

ÂŞİR
İslâm devletlerinde, şehir dışında durarak; müslüman tüccârdan o anda yanında bulunan ticâret malının zekâtını, müslüman olmayanlardan ise, gümrük denilen vergiyi toplayan me'mur.

Hükûmetin âşirlerle müslüman tüccardan zekâtları toplaması, onların bu ibâdeti yerine getirmelerine yardımcı olmak içindir. (İbn-i Hümâm)

İslâm devletlerinde yaşayan zımmî (gayr-i müslim vatandaş) ve harbî (İslâm hükûmetinden izin alarak, müslüman memleketine giden pasaportlu gayr-i müslim) tüccârın,
mal ve can güvenliklerinin korunmasına karşılık her çeşit ticâret mallarından alınan vergiler de âşirler tarafından toplanırdı. (İbn-i Âbidîn)

Amr bin Şuayb şöyle rivâyet etti: Müslüman olmayan Menbic halkı, hazret-i Ömer'e mektûb yazarak; "Bize memleketine girmemize izin ver, ticâret yapalım. Biz kazanır size de vergi veririz" dediler. Hazret-i Ömer, Eshâb-ı kirâmı (Peygamber efendimizin arkadaşlarını) toplayıp, mes'eleyi istişâre etti, görüştü. Uygun görülünce, âşirler vâsıtasıyla uşr (gümrük vergisi) denilen bir vergi almaya karar verdiler. Harbîlerden ilk gümrük vergisi, hazret-i Ömer zamânında alındı. (İmâm-ı Ebû Yûsuf)

AŞERE-İ MÜBEŞŞERE
Peygamber efendimiz tarafından Cennet'e girecekleri dünyâda iken müjdelenen on sahâbî.

Ebû Bekr Cennet'tedir. Ömer Cennet'tedir. Osman Cennet'tedir. Ali Cennet'tedir. Talhâ Cennet'tedir. Zübeyr Cennet'tedir. Abdurrahmân ibni Avf Cennet'tedir. Sa'd ibni Ebî Vakkâs Cennet'tedir. Saîd ibni Zeyd Cennet'tedir. Ebû Ubeyde ibni Cerrah Cennet'tedir. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)

Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin en üstünleri, O'na îmân ederek, mübârek yüzünü görmekle şereflenen Eshâb-ı kirâmdır. Bu Eshâbın da en üstünü Hudeybiye'de Resûlullah efendimize bî'at edip söz verenlerdir. Bunların da en üstünü Bedr muhârebesinde bulunanlardır. Bunların da en üstünü ilk müslüman olan kırk kişidir. Bunların da üstünü Aşere-i mübeşşeredir. (Teftâzânî)

ASR SÛRESİ
Kur'ân-ı kerîmin yüz üçüncü sûresi.

Asr sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Üç âyettir. Sûrede insanların zararda oldukları, bu kötü durumdan kimlerin kurtulacakları haber veriliyor. (Taberî, İbn-i Abbâs)

Asr sûresinde meâlen buyruldu ki:

Asra yemin olsun ki, muhakkak insan (ömrünü yalnız geçici dünyâ isteklerine kavuşmak için harcadığından) büyük bir (zarar ve) ziyândadır. Ancak îmân edenlerle, sâlih (iyi işler) amel yapanlar, birbirlerine hakkı, (inanılması ve yapılması lâzım olan şeyleri ve ibâdetleri yapmak, günâhlardan sakınmak husûsunda) sabrı tavsiye edenler böyle değil (onlar zararda ve ziyânda değildirler). (Âyet: 1-3)

Kim Asr sûresini okursa, Allahü teâlâ onun günahlarını affeder. Hakkı ve sabrı tavsiye edenlerden olur. (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te'vîl)

Kur'ân-ı kerîmde başka hiç bir sûre nâzil olmasaydı, inmeseydi şu pek kısa olan Asr sûresi bile, insanların dünyâ ve âhiret seâdetlerini te'mine yeterdi. Bu sûre, Kur'ân-ı kerîmin bütün ilimlerini içine alır. (İmâm-ı Şâfiî)

ASR-I SEÂDET
Mutluluk devri. Peygamber efendimizin yaşadığı mübârek, bereketli ve hayırlı devir.

Zamân-ı seâdet ve vakt-i seâdet de denir.

Asr-ı seâdet, zamanların en iyisidir.Sevgili Peygamberimiz; "Asırların en iyisi benim asrımdır." buyurmuştur. (İmâm-ı Rabbânî)

Resûl-i ekrem efendimizin eshâbı (arkadaşları) buyurdu ki: "Sizin gözünüzde kıl kadar önem vermediğiniz öyle işleriniz var ki, asr-ı seâdette biz bunları büyük günâhlardan sayardık." (İmâm-ı Gazâlî)

En mes'ûd en kazançlı kimse, dinsizliğin çoğaldığı zamanda unutulmuş sünnetlerden birini meydana çıkaran ve yayılmış bid'atleri yok eden kimsedir. şimdi öyle bir zamandayız ki, insanların en iyisinden yâni Peygamberimizin asr-ı seâdetinden uzaklaştıkça, sünnetler örtülmekte, yalanlar çoğaldığı için bid'atler yayılmaktadır. Bir kahraman lâzımdır ki, sünnete yardım edip, bid'atı durdursun. Bid'atı yaymak, İslâm dînini yıkmaktır. Bid'at çıkarana ve hürmet etmek, onları büyük bilmek, İslâmiyet'in yok olmasına sebep olur. (İmâm-ı Rabbânî)

ASR (Asır)
1. Zaman, devir, yüz yıllık zaman.

Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki:

Zamanların en hayırlısı benim asrımdır. Ondan sonra kıymetli olan, benim asrımdan sonra gelen asırdır. Daha sonra kıymetlisi, onlardan sonra gelen asrın müslümanlarıdır. Bunlardan sonra, yalancılık yayılır. Şâhid olmaları istenmediği hâlde, yalancı şâhidlik yapılır. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

Benden sonra her asırda bir âlim çıkar, dînimi kuvvetlendirir. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)

2. İkindi vakti.

ASL
1. Kök, temel, esas.

Nefsin hastalıklarını tedâvî eden şeylerin aslı beştir. 1) Az yemek, mideyi fazla doldurmamak, 2)Başa gelen işlerden Allahü teâlâya sığınmak, 3) Fitne yerlerinden kaçmak,

4) Devamlı istiğfar ve Resûlullah efendimize salât ve selâm okumak, 5) Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmeye, rızâsını kazanmaya çağıran kimse ile berâber olmak. (Ahmed Zerrûk)

2-Soy, neseb.

Zevil-erhâm adı verilen vârisler beş sınıf olup, ikinci sınıf meyyitin aslıdır. Bunlar fâsid cedler (dedeler) ve fâsid ceddeler (büyük anneler) ve bunların anaları ve babalarıdır. Meyyitin anasının babası ve bunun babası veya anası fâsid ced ve ceddelerdir. (Muhammed Secâvendî)

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget