Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

01/13/20

Tusâ'iyyât
Kelime olarak “dokuzlu” manasına gelen tusâ'înin çoğuludur. Hadis ilminde son ravisi ile Hz. Peygamber (s.a.s) arasında dokuz ravi bulunan âlî isnadlarla rivayet edilen hadisleri ifade eden bir tabirdir. Genellikle âlî isnada önem veren muhaddisler, yaşadıkları devir itibariyle Hz. Peygamber'e aralarında dokuz ravi olan âlî isnadla ulaşarak rivayet ettikleri hadisleri ayrı bir cüzde toplamışlardır. Bu cüzlere de tusâ'iyyat denilmiştir. Tusâ'iyyât içinde İbrahim b. Muhammed et-Taberi, Ebu Umer Abdulaziz b. Muhammed b. Cemâ'a el-Kinâni'nin cüzleri meşhurdur.

Tusâ’î
Bk. Tusâ'iyyât.
Kelime olarak “dokuzlu” manasına gelen tusâ'înin çoğuludur. Hadis ilminde son ravisi ile Hz. Peygamber (s.a.s) arasında dokuz ravi bulunan âlî isnadlarla rivayet edilen hadisleri ifade eden bir tabirdir. Genellikle âlî isnada önem veren muhaddisler, yaşadıkları devir itibariyle Hz. Peygamber'e aralarında dokuz ravi olan âlî isnadla ulaşarak rivayet ettikleri hadisleri ayrı bir cüzde toplamışlardır. Bu cüzlere de tusâ'iyyat denilmiştir. Tusâ'iyyât içinde İbrahim b. Muhammed et-Taberi, Ebu Umer Abdulaziz b. Muhammed b. Cemâ'a el-Kinâni'nin cüzleri meşhurdur.

Turuk
Bk. Tarik.
Sözlükte yol manasına gelen tarîk kelimesi Hadis Usulünde bir hadisin senedine verilen bir diğer isimdir. Çoğulu tunik gelir. Hadisin senedi onun son ravisi ile Hz. Peygamber (s.a.s) arasında rivayet zincirini oluşturan ravi isimleri demektir. Buna göre tarik son raviyi Hz. Peygamber'e ulaştıran rivayetinin takip ettiği yol anlamında kullanılmış demektir. Bunun için hadis ve usul kitaplarında “bu hadis şu tariktan şöyle rivayet edilmiştir, bu tariktan böyledir” gibi ifadelere rastlanır. Bu tabirler hadisin bir başka senedle de rivayet edildiğini belirtmiş olur.

Tunkiru Merre Ve Ta'rıfu Uhrâ
Bk. Ta'rifu Ve Tunki-Ru.
“(Onu) gah beğenirsin, gah beğenmezsin” veya “bir bakarsın ma'ruf hadisler rivayet eder; bir de bakarsın münker hadisler” manalarına gelen bir tabir olup cerh lafızlarındandır. Cerhin en hafifine delalet eden birinci mertebesine el-Irâkînin ekledikleri arasında yer alır. Hükmü, birinci mertebe cerh lafızlarının hükmüdür. A^rıı manaya gelen ve aynı yerde kullanılan Tunkinı merre ve ta'rifu uhrâ ve meçhul sîgasıyla yunkeru merre ve yu'rafu uhrâ lafızları da vardır.

Töhmet-i Kizb
Bk. İttihâm Bi'l-Kizb.
İttihâmu'r-râvî bi'1-kizb veya töhmet-i kizb de denir. Hepsi de ravinin yalan söylemek ithamına maruz kalması demektir ve metâin-i aşeradan ağır bir cerh sebebidir. Bir ravinin Hz. Peygamber (s.a.s) üzerine yalan söylediği, bir başka deyişle hadis uydurduğu sabit olmasa bile günlük hayatında yalan söylediğinin açığa çıkması yalancılıkla itham edilmesi için yeterli delil sayılmişür. Bu durumda olan ravi adalet vasfını yitirmiş demektir. Yalancılık ithamına maruz kalan ravilerin hadisleri iki derecelidir. İlkine göre, eğer hoyle hadisler dinin zaruri olarak bilinen kaidelerine aykırı olarak yalnızca yalan ithamına uğramış ravinin kendi tarikından rivayet edilmişse, ravisinin rivayette tek kalmış olması yalan ithamına zaruri delil kabul edilir. Hadisi, uydurma olduğuna delâlet eden başka karine aranmaksızın reddedilir. Açık bir vaz karinesi olmasa bile dini asıllara aykırılık ve rivayette tek kalmak, nakledilen hadisin yalan olduğuna yeterli delil sayılır, kısacası, yalan ithamına uğramış ravinin tek başına rivayet ettiği hadis uydurma kabul edilir; mevzu hadisler arasına katılır. İkincisi, hadiste yalan söylediği belli olmamakla birlikte başkasından veya kendisinden bahsederken yalan söylediği malum olan ravinin hadisidir. Böylesinin naklettiği bir hadis, yalana alışmış bir kimsenin alışkanlık dolayısiyle hadiste de yalan söyleyebileceği korkusuyla reddedilir. Böyle hadislere metruk v e matrûh adı verilir.

Tirmizî
Bk. Sünen Tirmizî.
Horasan illerinden Tirmizli büyük hadis alimi Muhammed b. İsa et-Tirmizî'nin sünen nevinden hadis kitabıdır. el-Câmi'u's-Sahih adını taşıdığı halde daha çok Sünen Tirmizî adiyle meşhur olmuştur. Hasen bahsinde söz konusu edildiği gibi Sünen Tirmizî'nin en önemli özelliği sahih hadislerin yanında hasen hadislere de yer vermesidir. Söylendiğine göre hasen terimini ilk olarak Tirmizî kullanmıştır. Bununla birlikte Sünende bazı hadisler için Sahih-hasen, gibi iki; bazı hadisler hakkında da hasen-sahih-garîb gibi üç terim bir arada kullanılmıştır. 50 kitâb başlıklı ana bölümü oluşturan bablarında 3956 hadis vardır. Tirmizî Sünenin sonuna bir de ilel bölümü eklemiş, burada sünen hadislerinin kısa bir değerlendirmesini yapmış, kısmen kullandığı terimleri açıklamıştır. Buna göre Sünende bulunan bütün hadisler alimlerin amel ettikleri hadislerdir. Bu hadislerle birlikte yerine göre kimi imamların bazı meselelerdeki görüşlerine de yer vermiş, pek çok hadisin değişik tariklarına ve illetlerine işaret etmiştir. Birçok babına isnadı garîb hadisle başlamıştır. Metot olarak bablarına daha ziyade bir sahabîden sahih tarîkla gelen meşhur bir hadisin konusunu unvan olarak kuymuş, o konuda sıhâh sahiplerinin rivayet ettiği hadisleri vermiştir. Daha sonra onların rivayet etmedikleri başka sahabîlerin hadislerinden çıkan sahih hükmü kaydetmiştir. Bununla kendi sevkettiği hadisi o sahabîlerin rivayet ettiğine değil o babda başka sahabîlerden varid olan hadislerin de bulunduğuna dikkat çekmek istemiştir, el-Irakî, bunun yerinde bir metot olduğunu ancak birçok alimin Tirmizî'nin bu metodunun, verdiği hadisin o sahabîler tarafından rivayet edildiği şeklinde yanlış anlamaya yol açtığını söylemiştir. 1097 Öte yandan İbn receb'in kaydettiğine göre Sünen Tirmizide sahih, hasen ve garibin yanısıra özellikle menâkib konusunda münkere varan garâ'ib de rivayet edilmiştir. Fakat bunları sükutla geçiştirmemiş, açıklamıştır. Bununla birlikte Sünende yalanla itham edilmiş veya yalancılık ithamında cerh ve ta'dil alimlerinin birleştiği bir raviden tek bir isnadla rivayet ettiği hadis yoktur. Nadir olarak isnadında böyle bir ravinin bulunduğu hadis rivayet etmişse onu değişik tanklarla rivayet ederek adeta kuvvetlendirmiş, yerine göre ravileri hakkında verilen cerh ve ta'dil hükümlerini de nakletmiştir. Bu ve benzeri özelliklere sahip Sünen Tirmizî, İslâm aleminde tutunmuş ve üzerinde hayli çalışmalar yapılmıştır. Önemli şerhleri şunlardır: 1. Arîzatu'l-Ahvezî fî Şerhi't-Tirmizî: Muhammed b. Abdillâhi'l-İşbilî, İbnu'l-Arabî, 2. Şerhu’t-Tirmizî: Muhammed b. Muhammed el-Ya’murî, İbn Seyyidi'n-Nâs, 3. Kûtu'l-Mu'tezî fî Şerhi’t-Tirmizî: Celaluddin Abdurrahmân b. Ebibekr es Suyuti, 4. Tuhfetu'l-Ahvezî li-Şerhi Câmi'i't-Tirmizî: Abdurrahmân el-Mubârekfûrî. Sünen Tirmizî'nin Muhammed b. Akîl ve Süleyman b. Abdilkavî et-Tûtî tarafından yazılmış muhtasarları vardır. Türkçeye de çevrilmiştir.

Tıbb-ı Nebevî
Hz. Peygamber (s.a.s)'in tıpla ilgili hadislerinde meydana gelen ilim dalıdır. Onun, hastalıklar ve zamanın bilinen tedavi usulleri, sağlığı koruma gibi konulardaki tavsiye ve uygulamalarını ihtiva eden eserler vardır. Ebu Nu'aym el-İsbehânî'nin et-Tıbbu'n-Nebevîsi ile Ca'fer b, Muhammed el-Mustağfirî, Muhammed b. Ahmed ez-Zehebî ve es-Suyûtî'nin aynı isimdeki kitapları anılmaya değer olanlardır.

Tevhid Ve Sıfat
Bk. Akâ'id.
Sözlük bakımından akîde kelimesinin çoğulu olan akâ'id genelde inanç sistemi, inanç esasları manasında kullanılan bir îslâmî terimdir.
Hadis ilminde akâ'id, cami' veya musannef denilen ve belli başlı konulardaki hadisleri ihtiva eden hadis kitaplarındaki ana konulardan biri ve birincisidir. Akâ'id konusu, îman ve iman esaslarıyla ilgili hadisleri ihtiva eder.
Akâ'id konusundaki hadisler bazen ayrı bir kitapta toplanır. İbn Huzeyine'nin Kitâbu't-Tevhîdi el-Beyhakî'nin Kitâbu'l-Esmâ ve's-Sıfat'ı gibi. Bu bölümün adı bazı hadis kitaplarında Tevhîd ve Sıfat başlığı altında görülür.

Tevâtür-ü Manevî
Bk. Tevatür.
Birbiri ardınca gelmek, kesilmeksizin devam etmek manalarına gelen tevatür, yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan çok sayıda kalabalığın bir haberi birbiri ardınca haber vererek nakletmekte birleşmelerine denir. Bu kalabalığın yalan üzerinde birleşmeleri imkânsızdır. Tevatür yoluyla nakledilen habere ise mütevatir adı verilir. Tevatür iki şekilde olur. Bunlardan birincisi lafzen (veya lafzı) tevatürdür. Nakledilen haberin lafzında hasıl olan tevatürdür. Mesela (Yavuz Sultan Selim İran Şahı Şah İsmail’i Çaldıran'da bozguna uğrattı” haberi birbiri ardınca gelen çok sayıda haberci tarafından aynı söylerle ve birbirine yakın, yahutta aynı manaya gelen sözlerle nakledilir ve bu nakilde tevatür hasıl olursa buna lafzı tevatür denir. İkincisi manevi tevatür olup haberlerin lafzında değil, manasında hasıl olan tevatürdür. Mesela yine tevatür yoluyla nakledilen bir haberde “falanca zenginin bir fakire bir seferde beş milyon lira yardım ettiği” söylense, bu haberi nakledenler arasında beş milyonu bir seferde değil, üç taksitte verdi, nakit değil, ev yapması için arsa olarak verdi, bu miktarda malzeme bağışladı diyenler olsa, bağış olayı üzerinde birleşilmesine rağmen olayın naklinde kullanılan lafızlarda değil de manasında tevatür husule gelir ve buna manevî veya ma'nen tevatür tabir edilir.

Tevâtür-ü Lafzı
Bk. Tevatür.
Birbiri ardınca gelmek, kesilmeksizin devam etmek manalarına gelen tevatür, yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan çok sayıda kalabalığın bir haberi birbiri ardınca haber vererek nakletmekte birleşmelerine denir. Bu kalabalığın yalan üzerinde birleşmeleri imkânsızdır. Tevatür yoluyla nakledilen habere ise mütevatir adı verilir. Tevatür iki şekilde olur. Bunlardan birincisi lafzen (veya lafzı) tevatürdür. Nakledilen haberin lafzında hasıl olan tevatürdür. Mesela (Yavuz Sultan Selim İran Şahı Şah İsmail’i Çaldıran'da bozguna uğrattı” haberi birbiri ardınca gelen çok sayıda haberci tarafından aynı söylerle ve birbirine yakın, yahutta aynı manaya gelen sözlerle nakledilir ve bu nakilde tevatür hasıl olursa buna lafzı tevatür denir. İkincisi manevi tevatür olup haberlerin lafzında değil, manasında hasıl olan tevatürdür. Mesela yine tevatür yoluyla nakledilen bir haberde “falanca zenginin bir fakire bir seferde beş milyon lira yardım ettiği” söylense, bu haberi nakledenler arasında beş milyonu bir seferde değil, üç taksitte verdi, nakit değil, ev yapması için arsa olarak verdi, bu miktarda malzeme bağışladı diyenler olsa, bağış olayı üzerinde birleşilmesine rağmen olayın naklinde kullanılan lafızlarda değil de manasında tevatür husule gelir ve buna manevî veya ma'nen tevatür tabir edilir.

Tevâtür
Birbiri ardınca gelmek, kesilmeksizin devam etmek manalarına gelen tevatür, yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan çok sayıda kalabalığın bir haberi birbiri ardınca haber vererek nakletmekte birleşmelerine denir. Bu kalabalığın yalan üzerinde birleşmeleri imkânsızdır. Tevatür yoluyla nakledilen habere ise mütevatir adı verilir. Tevatür iki şekilde olur. Bunlardan birincisi lafzen (veya lafzı) tevatürdür. Nakledilen haberin lafzında hasıl olan tevatürdür. Mesela (Yavuz Sultan Selim İran Şahı Şah İsmail’i Çaldıran'da bozguna uğrattı” haberi birbiri ardınca gelen çok sayıda haberci tarafından aynı söylerle ve birbirine yakın, yahutta aynı manaya gelen sözlerle nakledilir ve bu nakilde tevatür hasıl olursa buna lafzı tevatür denir. İkincisi manevi tevatür olup haberlerin lafzında değil, manasında hasıl olan tevatürdür. Mesela yine tevatür yoluyla nakledilen bir haberde “falanca zenginin bir fakire bir seferde beş milyon lira yardım ettiği” söylense, bu haberi nakledenler arasında beş milyonu bir seferde değil, üç taksitte verdi, nakit değil, ev yapması için arsa olarak verdi, bu miktarda malzeme bağışladı diyenler olsa, bağış olayı üzerinde birleşilmesine rağmen olayın naklinde kullanılan lafızlarda değil de manasında tevatür husule gelir ve buna manevî veya ma'nen tevatür tabir edilir.

Tevârih Ve Vefeyât
Tevârîh, tarihin; vefeyât da vefatın çoğuludur. Buna göre bu iki kelimenin bir araya gelmesiyle meydana gelen terkib kısaca tarihler, ölüm tarihleri manasına gelir. Her ikisinden maksat hadis ravilerinin özellikle hadis rivayetine başlama, hadis talebi için muhtelif ülkelere yaptığı seyahat ve nihayet ölüm tarihleridir. Hadisin senedinde inkıta olup olmadığı bu tarihlerin bilinmesiyle açığa çıkar; zira hadis ravileri arasında öyleleri vardır ki, bazı şeyhlerden hadis işittiklerini iddia ederler. Ancak bu şeyhlerin ölüm tarihleri ile rivayet iddiasında bulunan ravilerin doğum veya semaa başlama tarihleri karşılaştınhrsa gerçek kendiliğinden ortaya çıkar. Bu konuda pek çok misal vardır. Bir ikisini kaydetmek faydalıdır. “İsma'il b. Ayyâş'ın, Halid b. Ma'dandan rivayette bulunduğunu iddia eden birine “ondan hangi sene hadis yazdın?” diye sorması üzerine adam “yüz on üç senesinde” diye cevap verir. Bunun üzerine İsmail, “Halid b. Ma'dandan vefatından yedi sene sonra hadis yazdığını söylüyorsun; çünkü o, 106 da ölmüştür” deyip adamın yalanını açığa çıkarmıştır. el-Hâkim de benzeri bir olay anlatır: Muhammed b. Hatim el-Keşşî isimli birisi Abd b. Humeyd'den hadis nakledince ona doğduğu yıl sorulmuş, 260 tarihinde dünyaya geldiğini söylemiştir. Bunun üzerine Abd b. Humeyd'den ölümünden on üç yıl sonra rivayette bulunduğunu iddia ettiği ifade edilmiştir. Şu hale göre hadiscilerin doğum, hadis rivayetine başlama, rıhle ve ölüm tarihleri bilinirse çeşitli sebeplerle meşhur şeyhlerden rivayet iddiasında bulunanların gerçek yüzleri kolayca ortaya konur. Dolayısiyle isnadlanndaki inkıtalar açığa çıkarılır. Nitekim Kadı Hafs b. Gıyâs talebelerine “bir şeyh'ten şüphe ederseniz onu senelerle hesaba çekiniz” demiştir. Buradaki senelerle kasdedilen rivayet iddiasında bulunanın yaşı ile hadis şeyhinin yaşıdır. Sufyan es-Sevrî de ayın konuda “raviler yalana başlayınca biz de onlara karşı tarih silahını kullanmaya başladık” demiştir. Hassan b. Yezid de şöyle demiştir: “Yalancılara karşı tarihten faydalandığımız kadar hiçbir şeyden istifade etmedik. Şeyhe önce hangi yıl doğduğunu sorardık. Doğum tarihini söyleyince doğru veya yalan söylediğini kolayca anlardık.” Ebu Abdillah el-Humeydî ise” hadis ilimleri içinde üçü vardır ki bunların tahsilini öne almak gerekir: İlel, el-Mutelif ve'1-Muhtelif ve nihayet hadis şeyhlerinin vefat tarihleri” demiştir. 1182 Hadis ravilerinin ilim hayatlarının çeşitli devreleri ile ölüm tarihleri bu kadar önemli olunca o sahada gayret gösterip kitap yazılmadığı düşünülemez. Gerçekten pek çok alim himmet gösterip hadis kültürüne bir de tarih ve vefeyât kitapları kazandırmışlardır. Tarih kitaplarının en önemlileri, Yahya b. Main'in, Osman b. Ebî Şeybe'nin, Buhari'nin, İbn Ebî Hayseme'nin, Ahmed b. Abdillah el-İclî'nin, Hanbel b. İshak’ın ve Ebu Zur'a er-Râzî'nin eserleridir. Vefeyat kitapları içinde en meşhurları ise şu alimlere aittir: İbn Zur, İbn Kani, Halife b. Hayyât, Ebu Muhammed el-Ekfânî, Ebu'l-Hasen İbnu'I-Mufaddal, Ahmed b. Eybek İbnu'd-Dimyâtî.

Tesviye Tedlisi
Bk. Tedlîs.
Karanlığa getirmek, hile yapmak, göz boyamak manasına “delese” kök fiiliniden alınma Tef’il ölçüsünde mastardır. Alışveriş sırasında satıcının sattığı malın kusurunu gizleyerek müşterisini aldatmasına denilmiştir.1165 Hadis terimi olarak tedlis, bir ravinin muasırı olup görüşmediği veya görüştüğü halde hadis almadığı bir şeyhten işitmişçesine rivayette bulunmasına denir. Ravinin hadis işittiği şeyhten gerçekte işitmemiş olduğu hadisi rivayet etmesi de tedlistir. Tarifi açıklamak gerekirse şunlar eklenebilir. Bir ravi aynı asırda yaşadığı bir şeyhle görüşmemiştir. Veya görüşmüş olmakla birlikte ondan hadis rivayet etmemiştir. Böyle iken ondan görüşmüş gibi rivayette bulunursa yaptığı işe tedlis adı verilir. Bunun gibi yalnızca bir-iki hadis işittiği şeyhten aslında işitmemiş olduğu hadisleri ona isnad ederek naklederse aynı işi yapmış demektir. Tedlisin gerek aslındaki karanlık ve hileli iş görmek, gerekse kendisindeki kusuru gizlemek manası dikkate alınırsa görüşmediği şeyhten hadis rivayet eden ravi bu kusurunu gizlemiş demektir. Rivayetlerinde tedlis yapan raviye mudellis, ravinin tedlis yoluyla rivayet ettiği hadise ise mudelles adı verilir. Hadis âlimlerine göre tedlis önemli bir cerh sebebidir. Tedlis yapanlar şiddetle tenkit edilmişlerdir. İmam Şafiî tedlisi yalanın kardeşi saymıştır. Hadis Usulü âlimlerinin büyük çoğunluğu isnadında tedlis olan hadislerin reddedilmesi gerektiği görüşündedir. Aslına bakılırsa bir ravi isnadında mesela şeyhini bilinmeyen bir isim veya künye ile anmak suretiyle tedlis yapmakla onu cehalet ithamına maruz bırakmış demektir. Bir muhaddis, hadis alimleri arasında bilinen isminden başka bir isim veya künye ile söylenen şeyhin kim olduğunu kestiremezse hadisini terk etmesi gerekir. Kaldı ki tedliste çok kere zayıf veya mecruh bir ravi gizlenmiş olur. Bu ise büyük fesattır. 1166Bu ve diğer bazı mühim sebepler göz önünde tutularak hadise yalana eşdeğer hile karışmasına mani olmak gayesiyle tedlis caiz görülmemiş, müdellisler tenkid edilmiştir. Tedlisin birkaç çeşidi vardır. Bunlar hakkında da kısa bilgiler vermek yerinde olur. 1. İsnad tedlîsi (Tedlîsu'l-İsnâd): Hadis ravileri arasında en fazla görülen tedlis çeşididir. Ravi, hadisini, isnadında kesinlikle rivayeti belirten cezm sığaları yerine kale, an gibi lafızlar kullanarak nakleder. Oysa naklettiği hadisi isnad ettiği kimseden işitmiş değildir. Ondan işittiği zannını uyandıracak şekilde rivayet etmekle isnadında tedlis yapmış olur. Şu haber isnadda tedlisin nasıl yapıldığını gösterecek niteliktedir: “Ali b. Haşrem anlatmıştır: “Bir gün, Sufyan b. Uyeyne'nin yanında idik. Bize “Kale'z-Zuhrî” diyerek bir hadis rivayet etti. Rivayet ettiği hadisi ez-Zuhrî'den bizzat işitip işitmediği soruldu. İşitmediğini söyledi ve şöyle dedi: “Haddesenî Abdurrezzâk, an Ma’mer, ani'z-Zuhrî.” Sufyan b. Uyeyne ez-Zuhri ile aynı asırda yaşamış, onunla görüşmüştür. Ne var ki ondan hiçbir hadis rivayet etmemiştir. Oysa bu haberde görüldüğü gibi önce “kale'z-Zuhrî” diyerek bizzat ondan kendisi işitmişcesine hadis rivayet etmiştir. Hadisi ez-Zuhrî'den işitip işitmediği sorulunca ondan Abdurrezzâk -Ma’mer yoluyla rivayet ettiğini açıklamak zorunda kalmıştır. Buradaki tedlis, isnadda olmuştur ve Sufyân'ın şeyhi Abdurrezzâk ile onun şeyhi Ma’ıner'i söylemeden doğrudan ez-Zuhrî'den rivayet etmişçesine nakletmesiyle meydana gelmiştir. Bu bakımdan isnad tedlisidir. 2. Şuyuh Tedlîsi (Tedlîsu'ş-Şuyûh): Ravinin hadis rivayet ettiği şeyhinin isnadında herkesçe bilinen meşhur isim, künye veya lakabıyla değil, bilinmeyen isim, künye, ya da lakabla anmasryla meydana gelen tedlistir. Raviyi, şeyhinin bütün hadiscilerle bilinen isim vea lakab veyahut künyesi ile anmayıp belirsiz şekilde zikrederek tedlis yapmasına neden olan sebepler çeşitlidir. Şeyh, ya mecruhtur; yani bazı kusurları yüzünden cerhedilmiştir. Ravi onu herkesçe bilinen isim, künye veya lakabıyla andığı takdirde hadisi zayıf sayılacaktır. Onu herkes tarafından bilinmeyen bir isim, lakab, künye veya nisbe ile anmakla mecruh olduğunu gizlemeye çalışır. Ya yaş bakımından kendisinden küçüktür. Yahutta ondan pek çok hadis işitmiştir. Bu hadisleri aynı şahıstan aynı şekillerde rivayet etmek hoşuna gitmez. Bir değişiklik yapmak ister. Bu gibi durumlarda ravi, şeyhini herkesin bileceği şekilde anmamakla tedlis yapmış olur. Söz gelimi Ebu Bekr b. Mucâhid isimli bir ravi, bazı isnadlarmda “haddesenî Abdullah b. Ebî Abdillah” demiştir. Abdullah b. Ebî Abdillah ismiyle andığı şeyhinin muhaddislerce bilinen ismi Abdullah b. Ebî Dâvuddur. Sünen sahibi meşhur muhaddis Ebu Davud'un oğludur. Ebubekr b. Mucâhid'in isnadında şeyhini bütün hadiscilerin bildiği ismiyle değil değişik bir isimle anmış olması şeyhini tedlistir. 3. Tesviye Tedlisi (Tedlîsu't-Tesviye): Ravinin isnadında sika olan raviler arasındaki bir zayıf ravinin adını atlayıp, isnadı aynı seviyede sika ravilerden meydana geliyormuş gibi göstermesinden ibaret tedlistir. Bu tedlis türü el-Irâkî'ye göre ayrı bir tedlis çeşidi, İbn Hacer'e göre ise tedlîsu'l-isnadın bir başka şeklidir. Misal verilecek olursa şu rivayet üzerinde durulabilir: “Bakiyye'den rivayet edilmiştir: (Demiştir ki) bana Ebu Vehbi'l-Esedî tahdis etti. Nafi'den, İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre (şöyle demiştir). “Bir kimsenin görüşünün esasını bilmeden müslümanlığını öğmeyiniz.” Bu hadisin isnadı, aslında Ubeydullah b Amr-İshak b. Ebî Ferve-Nafi- İbn Ömer şeklindedir. Ancak Bakiyye, aradaki İshâk b. Ebî Ferve adındaki zayıf raviyi isnadından düşürüp, bütün isnadı aynı seviyede sika ravilerden ibaret gibi göstermiştir. 1167Diğer taraftan yaptığı tedlisin anlaşılmaması için Abdullah b. Amr isimli şeyhini meşhur olmayan Ebu Vehbi'l-Esedî künyesiyle anmıştır. Böylece hem tesviye hem de şuyuh tedlisi yapmıştır. Hadis Usulü âlimlerine göre en kötü tedlis çeşidi tesviye tedlisidir; zira bu tedlis şeklinde ravi zayıf olan şeyhini çok kere isnadda atlamakla inkitaa sebep olmaktadır. Onu değişik isimle anmakla ise mübhem bırakmakta, böylece tereddüde yol açmaktadır. Tedlisin bu sayılanlardan başka birkaç çeşidi daha vardır. Bunlara dair kısa bilgiler vermek de yerinde olacaktır: Tedlîsu'l-Atf (atıf tedlisi): Ravinin isnadında gerçekte hadis işitmediği şeyhin ismini işittiğinin ismi üzerine atfetmesiyle yaptığı tedlistir. Böyle tedlis yapan ravi isnadında “haddesenâ fulanun ve fulânun” der. Aslında ikinci şeyhten hadis işitmemiştir. Öyle iken işittiği birinci şeyhin ismi üzerine atfederek söylemiş, böylece ondan da işittiği zannını uyandırmıştır. Tedlîsu's-Sukût (Sükût tedlisi): Tedlîsu'1-Kat' de denilen bu tedlis çeşidi, ravinin isnadını söylerken hadis işittiği şeyhinin ismini andıktan sonra bir süre susup başka bir isim söylemesiyle meydana gelir. Ravinin bunu yapmaktaki maksadı, dinleyenler üzerinde gerçekten hadis işitmediği bir şeyhten işittiği intibaını uyandırmaktır. Bunlardan başka İbn Hacer'in farkına vardığı tedlîsu'l-bilâd denilen bir çeşit tedlis daha vardır. Şu şekilde yapılır. Ravi isnadını söylerken falan yerde diye bir kayıt ekler. Aslında söylediği yer, söylediği isimle meşhur olan yer değildir. Mesela Mısırlı bir ravinin İsnadında “haddesenâ fulânun bi'1-Endelus” demesi buna örnek gösterilebilir. Buradaki En-delüs, Endülüs değil, Kahire'de bir mahalle ismidir. Aynı şekilde Bağdatlı bir ravinin “haddesenî fulânun varâ'e'n-nehr” diyerek isnadını sevketmesinde de tedlîsu'l-bilâd söz konusudur; çünkü “bana falanca nehir kenarında tahdis etti” derken kasdettiği yer Mâverâ'un-nehir değil, Dicle kıyışıdır. Böyle tedlis yapan raviler, belki de, hadis elde etmek uğruna uzak yerlere gittikleri, çetin yolculuklar yaptıkları intibaını uyandırarak rivayetlerine ilgi çekmek istemiş olmalıdırlar.

Tesviye
Aynı seviyeye getirmek manasına gelen bu kelime tabir olarak hem zayıf, hem de sika ravilerden meydana gelen bir isnaddan mesela bir zayıf raviyi düşürerek o isnadı sadece güvenilir ravilerden meydana gelen isnadmış gibi göstermeye denir. Zayıf raviyi düşürerek isnadı sika ravilerden meydana gelen bir isnad gibi göstermeye aynı zamanda tesviye tedlisi denilmiştir. Tesviyeye bazı muhaddisler tecvid adını vermişlerdir.

Tesmiyetu'r-Ruvât
“Hadis ravilerinin isimlerini söylemek” demek olup ravinin şeyhinin isim, neseb, lakab veya künyesini, bir de mensup olduğu kabile veya yerleştiği belde ismini söyleyerek kimliğini açıklığa kavuşturmasına denilmiştir. Hadisi rivayet eden ravi şeyhini mübhem bırakmayıp dilediği şekilde ismî, nesebi, künyesi veya lakabiyle söyler. Bunda serbesttir. Ancak senedin üst tarafında bulunan ravilerin ismine veya vasfına dair kendi şeyhinin zikrettiğinden fazlasını -bilse bile- söyleyemez. Mesela şeyhi, senedin yukarı tarafında bulunan ravilerden birini sadece ismiyle söylemişse, ravi de onu senedinde aynı şekilde ismiyle söyler, onun hakkında bildiği bir fazlalığı senede ekleyemez. Ravi şayet senedde mübhem bırakılmış bir ravinin kim olduğunu açıklamak veya onun kimliğini açıklığa kavuşturacak şekilde açıklama yapmak isterse, şeyhinin lafızlarıyla kendi lafzını ayırdetmek için ismini zikrettikten sonra “ya'ni'bne fulânin (Şeyhim falancanın oğlu demek istemiştir); veya “Haddesenî şeyhî enne fulânen haddesehü” (fulan oğlu fulanın tahdis ettiğini bana şeyhim söyledi); yahutta “ahberanâ enne fulânen huve'b-nu fulânin” (bize falancanın fülanın oğlu olduğunu haber verdi) gibi eda lafızları kullanır. el-Hatîbu'l-Bağdâdî'ye göre bu lafızların son ikisi öncekilerden daha iyidir. 

Tesebbut
Kelime olarak sabit ve sağlam olmak manasına gelir. Kısaca hadislerin rivayetinde veya rivayet edilen hadislerin kabulünde titizlik göstermeyi ifade eden tabir olarak kullanılmıştır. Bilhassa Raşid halifelerden Ebubekr ve Ömer hadis rivayetinde son derece titiz davranmışlar. Aynı titizliği rivayet edilmiş olan hadisleri kabulde de göstermişlerdir. Her ikisinin de sa-habîlerden birinin rivayet ettiği bir hadisi işiten başka bir sahabî olup olmadığını araştırmaları meşhurdur. Bu tutum, onların hadisleri kabulde ihtiyatlı ve dikkatli davranarak tesebbüt göstermelerinden başka bir şey değildir.

Teşdîd
Bk. Tesahül.
Sözlük itibariyle kolaylaştırmak, kolaylık göstermek demek olan tesahul kelimesi mastardır. Hadis usûlünde bilhassa rivayete gereken önemi vermeyenlerin, işi gevşek tutanların bu tutumlarına denir. Kaide olarak hadis işitmede veya rivayette gerekli dikkat ve özeni göstermeyen ravinin rivayeti makbul tutulmaz. İbnu's-Salâh, rivayeti makbul sayılmayanlar arasında hadis meclisinde uyuyanları mukabele edilmemiş bir asıldan rivayet etmek suretiyle rivayet kaidelerinin önemini umursamazlığa delalet eden gevşekliği gösterenleri de saymıştır. Alimimizin gözünde telkin kabul eden ravi de tesahül gösteriyordur. 1178 Muhaddisler hadisleri birer dinî esas olarak gördüklerinden Hz. Peygamber'den kendilerine emanet kabul etmişler ve hatasız bir şekilde rivayet edilebilmeleri için kaideler koymuşlardır. Onlar nazarında bilhassa ahkâm hadislerinin büyük önemi vardır. Haram, helal, emir, nehiy biraz da hadislerle belli olur. Bu sebeple büyük hadis alimleri dinî hükümler taşıyan hadisler üzerinde ciddiyetle durmuşlardır. Onlara göre hadislerin hatalı rivayeti Hz. Peygamber (s.a.s)'in maksadının yanlış anlaşılmasına, dolayısiyle çıkarılacak hükmün yanlış olmasına yol açmak olacaktır. Bu itibarla rivayet hatasız olmalıdır. Bunun için de konulan kaidelere riayet etmek, işi gevşek tutmamak gerekir. Rivayetlerinde tesahül gösterenler, bilmeden yanlış rivayete meydan vermiş olabilirler. Bu bakımdan hadisleri rivayette tesahüle yer vermemelidir. Rivayetinde tesahül gösteren ravinin hadisi de kabul edilmemek gerekir. Şu da var ki hadisciler ahkam hadislerinde son derece titizlik göstermekle birlikte aynı titizliği şer'i hüküm taşımayan hadislerde göstermemişlerdir. Nitekim Ahmed b. Hanbel “Hz. Peygamber (s.a.s)'den helâle, harama, sünnetlere ve dinî hükümlere dair bir hadis rivayet edersek isnadlarda işi sıkı tutarız. Ondan amellerin faziletlerine ve bir şer'i hüküm konmayan veya kaldırmayan hadis rivayet ederken isnadlarda tesahül gösteriririz” demiştir. 1179 Diğer taraftan, muhaddislerin bazı hadisleri hakkında üzerinde fazla durmadan üstün-körü hüküm vermelerine de tesahül denilmiştir. Sözgelişi İbnu'l-Cevzî hadise kolayca mevzu damgasını vurabilen bir alimdir. Gerçekten Mevzuatında değil bazı hasen ve zayıf hadislere, Buharî ve Müslim'de mevcut kimi sahih sayılanlara bile kolayca mevzu demiştir.1180 Onun bu tutumu da tesahül sayılmış ve tenkit edilmiştir. Bunun gibi es-Suyûtî de diğer alimlerin zayıf gördükleri bazı hadislere kolayca sıhhat kılıfı uydurmuştur. Bu da bir tesahüldür. Hadis alimleri tesahül karşılığı olarak teşdîd tabirini kullanmışlardır. Bu da rivayette ciddi davranıp gerekli dikkat, itina ve titizliği göstermekle rivayet kaidelerine elden geldiği ölçüde uymak olarak açıklanmıştır.

Tesâhul
Sözlük itibariyle kolaylaştırmak, kolaylık göstermek demek olan tesahul kelimesi mastardır. Hadis usûlünde bilhassa rivayete gereken önemi vermeyenlerin, işi gevşek tutanların bu tutumlarına denir. Kaide olarak hadis işitmede veya rivayette gerekli dikkat ve özeni göstermeyen ravinin rivayeti makbul tutulmaz. İbnu's-Salâh, rivayeti makbul sayılmayanlar arasında hadis meclisinde uyuyanları mukabele edilmemiş bir asıldan rivayet etmek suretiyle rivayet kaidelerinin önemini umursamazlığa delalet eden gevşekliği gösterenleri de saymıştır. Alimimizin gözünde telkin kabul eden ravi de tesahül gösteriyordur. 1178 Muhaddisler hadisleri birer dinî esas olarak gördüklerinden Hz. Peygamber'den kendilerine emanet kabul etmişler ve hatasız bir şekilde rivayet edilebilmeleri için kaideler koymuşlardır. Onlar nazarında bilhassa ahkâm hadislerinin büyük önemi vardır. Haram, helal, emir, nehiy biraz da hadislerle belli olur. Bu sebeple büyük hadis alimleri dinî hükümler taşıyan hadisler üzerinde ciddiyetle durmuşlardır. Onlara göre hadislerin hatalı rivayeti Hz. Peygamber (s.a.s)'in maksadının yanlış anlaşılmasına, dolayısiyle çıkarılacak hükmün yanlış olmasına yol açmak olacaktır. Bu itibarla rivayet hatasız olmalıdır. Bunun için de konulan kaidelere riayet etmek, işi gevşek tutmamak gerekir. Rivayetlerinde tesahül gösterenler, bilmeden yanlış rivayete meydan vermiş olabilirler. Bu bakımdan hadisleri rivayette tesahüle yer vermemelidir. Rivayetinde tesahül gösteren ravinin hadisi de kabul edilmemek gerekir. Şu da var ki hadisciler ahkam hadislerinde son derece titizlik göstermekle birlikte aynı titizliği şer'i hüküm taşımayan hadislerde göstermemişlerdir. Nitekim Ahmed b. Hanbel “Hz. Peygamber (s.a.s)'den helâle, harama, sünnetlere ve dinî hükümlere dair bir hadis rivayet edersek isnadlarda işi sıkı tutarız. Ondan amellerin faziletlerine ve bir şer'i hüküm konmayan veya kaldırmayan hadis rivayet ederken isnadlarda tesahül gösteriririz” demiştir. 1179 Diğer taraftan, muhaddislerin bazı hadisleri hakkında üzerinde fazla durmadan üstün-körü hüküm vermelerine de tesahül denilmiştir. Sözgelişi İbnu'l-Cevzî hadise kolayca mevzu damgasını vurabilen bir alimdir. Gerçekten Mevzuatında değil bazı hasen ve zayıf hadislere, Buharî ve Müslim'de mevcut kimi sahih sayılanlara bile kolayca mevzu demiştir.1180 Onun bu tutumu da tesahül sayılmış ve tenkit edilmiştir. Bunun gibi es-Suyûtî de diğer alimlerin zayıf gördükleri bazı hadislere kolayca sıhhat kılıfı uydurmuştur. Bu da bir tesahüldür. Hadis alimleri tesahül karşılığı olarak teşdîd tabirini kullanmışlardır. Bu da rivayette ciddi davranıp gerekli dikkat, itina ve titizliği göstermekle rivayet kaidelerine elden geldiği ölçüde uymak olarak açıklanmıştır.

Terekûhu
“Onu terkettiler” demek olan bu tabir cerh lafızlarından biridir. Cerhin nisbeten ağırına delalet eden beşinci mertebesinde yer alır. Hakkında bu mertebede yer alan lafızlardan birisiyle cerh hükmü verilmiş olan ravi artık adalet vasfını yitirmiştir. Bu itibarla kendisi ve hadisleri terkedilir. Yani ne yazılır, ne i'tibar için dikkatle alınır, ne de şahid olarak göz önünde bulundurulur.

Tercih
Sözlük yönünden bir şeyi diğerinden üstün görüp onu yeğlemek manasına gelen tercih, Hadis ilminde manaları bakımından birbirine zıt iki hadisten birini herhangi bir sebeple alıp öbürünü bırakmaya denir. Eklemek gerekirse bu tarif, aralarında nesh söz konusu olmayan rivayetler içindir. Birbirine zıt mana taşıyan iki hadisin ik-siyle birden amel etmek imkansızdır. Nesh de söz konusu olmayınca birini diğerine tercih etmek gerekir. Sıhhat bakımından ikisi de aynı derecede olan bu iki rivayet tetkik edilir. Birini diğerine üstün kılacak herhangi bir husus araştırılır. Tercih sebebi denilen herhangi bir özellik taşıyan hadis, diğerine yeğ tutularak onunla amel edilir. İbnu's-Salâh, bir hadisin diğerine tercih edilmesine yol açan tercih sebeplerinin elli özellik olduğunu kaydeder. Ancak neler olduklarını açıklamaz. 1176el-Hâzimı de bunları zikreder. Bazıları tarafından yüze kadar çıkarılan tercih sebeplerini es-Suyütî, yedi gruba ayırmıştır. Bu yedi grup tercih sebebi özetle şunlardır: 1. Ravilerin Hallerine göre Tercih Sebepleri: a) Ravi çokluğu: Ravi sayısı fazla olan hadis, az olana tercih edilir; çünkü fazla sayıda ravi tarafından rivayet edilmiş olan hadiste yalan ve yanlış bulunma ihtimali, az sayıda ravi tarafından rivayet edilene göre daha zayıftır. b) Rivayet vasıtası olan ravilerin sayıca azlığı: Bu tercih sebebi, isnadın âlî ve nazil olması şeklinde de ifade edilebilir. Ravi sayısı az olan, dolayısiyle âlî isnadla rivayet edilen hadiste yanılma ihtimali nisbeten azdır. c) Ravilerin fakih olmaları: Ravileri Fıkıh ilmini iyi bilen kimselerden oluşan isnadla rivayet edilen hadis, böyle olmayana tercih edilir. Hadis, lafzıyla veya manasıyla rivayet edilmiş de olsa farketmez; zira fakih olan ravi, hadiste görünüşe göre mahzur saydığı bir husus olursa şüphesini gidermek için araştırma yapabilir. Ancak Fıkıh ilmini bilmeyen kimse için bu mümkün olamaz. d) Ravilerin nahv ilmini bilmeleri: İsnadı, nahiv kaidelerini iyi bilen ravilerden meydana gelen hadis, diğerine tercih edilir. Kuşkusuz, nahiv kaidelerini bilen ravi, hadiste dil yönünden kusur varsa açığa çıkarabilir. Böyle bir ravinin, hadisin manasını bozacak hatalardan emin olması kolaydır. Halbuki nahiv kaidelerini bilmeyen raviden böyle birşey beklenemez. e) Ravilerin hafız (hadisleri ezberleyen) kimseler olmaları: İki hadis. Hadis ilmindeki tabiriyle tearuz ettikleri, yani birbirlerine zıt düştükleri zaman, nesh söz konusu olmadığı, araları birleştirilemediği, nihayet başka tercih sebepleri dikkate alınarak içlerinden biri tercih edilememediği takdirde, hadislerini ezberlemiş olan ravinin hadisi, yazılı metne dayananınkine tercih edilir. İslamın ilk devirlerinde yazı bilenlerin sayısı yok denecek kadar az, yazı tekniği de geri olduğundan hadislerin daha çok ezberden nakline önem verilmiştir. Yazılı metinlerin kaybolma, yıpranma tehlikesinin yanısıra bugünkü manada harekeleme yapılamayışı yüzünden yanlış okunma tehlikesi bahis konusu olunca hadislerini ezberinden nakleden ravinin rivayet ettiği hadisin tercih edilme sebebi daha iyi anlaşılır. f) Zabt üstünlüğü: Hafızası kuvvetli, zabt gücü fazla olan ravinin hadisi, böyle olmayanın hadisine tercih edilir. Bu tercih sebebi de zabtı kuvvetli ravinin yanılma ihtimalinin az olması ve rivayetine itina edeceği dikkate alınarak konulmuş olmalıdır. g) Şöhret: muhaddisler arasında tanınmış bir ravinin hadisi tanınmamış olanınkine tercih edilir. Ravinin isim yapmış biri olması yalan söylemesine büyük ölçüde engel olur. Bunun için hadiscller arasında tanınmış bir kimse olması tercih sebebi olmuştur. Ravinin halleri ile ilgili tercih sebepleri bunlarla birlikte kırka kadar çıkar. Her biri ravinin çeşitli yönleriyle ilgili sebeplerdir. Hepsi de birbirine zıt manada iki hadisten hangisinin ravisinde varsa o hadisin diğerine tercih edilmesini sağlar. 2. Rivayet Metoduna Göre Tercih Sebepleri: a) Rivayet Vakti: Buna göre birbirine zıt manada görünen ve araları birleştirilemeyen iki hadisten biri ravisinin erginlik çağında, diğeri ise hünüz erginlik çağına ermeden önce alınmış olsa, ilki tercih edilir. Bu tercih sebebi, erginlik çağına eren ravinin ermeyene nisbetle rivayete daha ehil sayıldığı dikkate alınarak öngörülmüştür. b) Rivayet metodu: Bu da tercih sebebidir. Buna göre söz gelimi semâ yoluyla alınan hadis arz yoluyla alınana tercih edilir. Aynı şekilde arz yoluyla elde edilen mukâtebe, munâvele usulüyle alınmış olan vicâde ile elde edilene tercih edilir. 3. Rivayet Şekline Göre Tercih Sebepleri: a) Hadislerden birinin lafzıyla, diğerinin manasıyla rivayet edilmiş olması: Böyle durumda lafzıyla rivayet edilen hadis manasıyla rivayet edilene yahut manasıyla rivayet edildiği şüphe götürene tercih edilir. b) Vurûd Sebebi: Söyleniş veya bir fiil bildiriyorsa işleniş sebebi belirtilerek rivayet edilen hadis, böyle olmayana tercih edilir. Rivayette vurûd sebebinin söylenmiş olması hadise gösterilen itina ve titizliğin ifadesidir. Bu itibarla tercih sebebi sayılmıştır. c) Rivayette Tereddüd Edilmesi: Ravisinin rivayetinde şüphe veya tereddüd göstermediği hadis, şüphe ve tereddüde yer vererek rivayet edilene tercih edilir. Bundan sonraki tercih sebepleri, isnadında ihtilaf olmaması, lafzında iztırab bulunmaması, isnadla rivayet edildiği halde aynı zamanda yazılı bir metne de nisbet edilmesi gibi esaslar üzerinedir ve onuncuya kadar devam eder. 4. Hadisin Vurûd Vaktine Göre Tercih Sebepleri: a) Hadislerden Birinin Medenî, Diğerinin Mekkî Olması: Bu durumda Medenî hadisler, Mekkî olanlara tercih edilir, b) Hz. Peygamber (s.a.s)'in vefatına yakın olayları bildiren hadisler zaman belirtilmemiş olanlara tercih edilir. Hz. Peygamber'in ebedî aleme göç etmesine yakın zamanlarda İslâmiyet güçlenmiştir. Bu yüzden son zamanlara ait hadisler, müslümanlığın zayıf bulunduğu zamanlara ait hadislere nisbetle daha güvenilir itibar edilmiş ve bu husus tercih sebebi sayılmıştır. c) Hafifletici hükümler taşıyanları diğerlerine tercih edilir. Böyle hafifletici ve kolaylaştırıcı hükümler taşıyan hadisler son zamanlara ait kabul edilir; zira Hz. Peygamber ilkin müslümanlann cahiliye adetlerini bırakarak İslâm esaslarına alışmalarını sağlamak için daha titiz davranmıştır. Sonradan müslümanlann yeni hayat nizamına alışmalarından sonra kolaylığa meyletmiştir. Kolaylaştırıcı hadislerin son zamanlara ait kabul edilmelerinin sebebi budur. Bununla birlikte aksi görüşte olan, yani kolaylaştırıcı hükümler taşıyan hadislerin değil, şiddet gösteren hükümler getirenlerin tercih edilmesi gerektiği görüşünde olan alimler de vardır. Bunların dayandıkları delil, Hz. Peygamber'in önceleri sadece imanla ilgili esasları tebliğ etmesi, dinî hükümlerin sonradan konulmuş olmasıdır. d) Ravinin müslüman olmasından sonra öğrendiği hadis, önce öğrendiğine tercih edilir. e) Rivayette senedin kesiksiz oluşuna delalet eden semi'tu, haddesenâ gibi eda lafızlarının kullanılmış olması da böyle lafızlarla rivayet edilmeyen hadislere tercih sebebidir. 5. Hadisin lafzına Göre Tercih Sebepleri: a) Hâs (özel hüküm taşıyan) âm (genel hüküm taşıyan) a tercih edilir. b) Hakikate delalet eden lafızlarla gelen bir hadis, mecaz ifadeler taşıyana tercih edilir. c) Mutlak mukayyede tercih edilir. 6. Hükme Göre Tercih Sebepleri: a) Herhangi bir şeyi haram kılan hadis, mubah veya vacip olduğuna delalet edene tercih edilir. b) Had cezalarını nefyeden hadisler nef-yetmeyenlere tercih edilir. 7. Diğer Sebeplerle Tercih: a) Kur'ân-ı Kerim'in açık manasına uyan, uymayana, b) Sünnete ayun, uymayana, c) İlk dört Halifenin uygulamalarına uyan hadisler uymayanlara, tercih edilir.1177 Bazı âlimlere göre, (Birbirine zıt iki hadisden herhangi bir sebeple tercih edilenine râcih adı verilmiştir. Öbürüne ise bütün hadis âlimleri mercûh demişlerdir.

Terceme
Bir dilde ifade edilen manayı diğeriyle açıklamak karşılığı olan mastardır. Çoğulu Teracum gelir. Hadis İlminde terceme, hadis kitaplarındaki ana bölümlerle (kitâb) bunları oluşturan bâblara konulan başlıklara denilmiştir. “Buharı'nin fıkhı terâcümündedir” sözü meşhurdur ve onun fıkıh meselelerine dair görüşlerinin Sahîh'inin bablarına koyduğu kimi başlıklarda özetlenmiştir manasınadır.

Terâcum
Bk. Terceme.
Bir dilde ifade edilen manayı diğeriyle açıklamak karşılığı olan mastardır. Çoğulu Teracum gelir. Hadis İlminde terceme, hadis kitaplarındaki ana bölümlerle (kitâb) bunları oluşturan bâblara konulan başlıklara denilmiştir. “Buharı'nin fıkhı terâcümündedir” sözü meşhurdur ve onun fıkıh meselelerine dair görüşlerinin Sahîh'inin bablarına koyduğu kimi başlıklarda özetlenmiştir manasınadır.

Te'nîn
Kelime olarak “enne ile rivayet etmek” demektir. Mu'ennen bahsinde geçtiği gibi hadisin isnadında “enne” edatı kullanılır, ravi hadisi “enne Resulallah (s.a.s) kale” diyerek sevkeder. Bu şekilde rivayete te'nin adı verilmiştir. Aynı lafız bir de icazetle rivayet şekillerinden birinde geçer. Ravi, kendi şeyhine şeyhinin şeyhi tarafından icazetle rivayet izni verilmiş olduğunu “enne” lafzıyla haber verir. Mesela ravi isnadında ahberanâ fulântın enne fulânen ahberahu lafzını veya benzerini kullanır. Bu şeyhinin, şeyhinden icazetle almış olduğu hadisi kendisinin de ondan aynı yolla-aldığını ifade eder.

Temrîz Sigası
Temrîz sözlükte hasta etmek manasına geldiği gibi karşılığı olan hastaya ilgi göstererek tedavisine gayret göstermek, kötülemiş birini sağlığına kavuşturmak anlamını da verir. Temrîz sigası ise kale, ruviye, nukile, yuzkeru gibi kesin rivayete delalet etmeyen eda sigalarına denir. Söz gelişi kale eda lafzı kesinlikle rivayete delalelet ettiği kadar tedlis yoluyla rivayette de kullanılır. An lafzı da öyledir. Temrîz sigaları daha çok Hz. Peygamber'e ait olduğu kesin olmayan zayıf hadislerin edasında kullanılmıştır. İbnu's-Salâh'a göre isnadsız olarak rivayet edilen zayıf hadislerle sahih mi zayıf mı olduğu konusunda tereddüd hasıl olan hadislerin rivayetinde de temrîz siğalan kulanmak gerekir.

Temrîz
Bk. Tadbib.
Pek çok benzeri gibi tef’il ölçüsünde mastar olan tadbîb sözlükte bir nesne üzerini kaplayıp bütününü ihtiva etmek, çocuğa “dabbe” denilen bir çeşit helvadan ibaret mama yedirmek, kapıya kol demiri koymak gibi manalara gelir. 1134 Hadis terimi olarak tadbîb -ki temrîz de denir- hadis yazarken rivayet edilmesi gereken hususlardan biridir ve nakil yönünden sahih, ancak lafız ya da mana itibariyle bozuk yahut zayıf, ya da bir veya birkaç kelimesi noksan, ya da Arapça kaidelerine aykırı, yahutta musahhaf veya muharref olarak varid olmuş ibarelerin işaretlenmesine denir. Böyle bozuk ibareler yazılırken oldukları gibi bırakılır. Doğrusu sayfanın kenarına yazılır. Yanlış olarak rivayet edilen kelime veya kelimeler üzerine başı badem şeklinde “sad” harfine benzeyen bir işaret konularak tadbîbin bittiği yere kadar uzatılır. - gibi. Dabbe denilen bu işaret altındaki kelime veya kelimelerin rivayet itibariyle sahih olmakla birlikte lafız ya da mana yönünden bozuk olduklarını gösterir. Kısacası, tadbîb edilen yerin hatalı olduğunu ifade eder. Tadbibin bir taraftan rivayetin değiştirilmesini önlemek, diğer taraftan ilerde o kitabı okuyan birine metnin doğrusunu araştırma fırsatı vermek gibi faydaları vardır. Bunun gibi her önüne gelenin metni değiştirmesi zararının önüne geçmek faydası da önemlidir. Şurası muhakkak ki, metne müdahale kapısı bir kere açılırsa ehil olmayan herkesin hadise müdahele etmesine yol verilmiş olur. Bunun ise doğruyu yanlışa, halk deyimiyle, hadisi kuşa çevireceğine şüphe yoktur. Hadis yazanlar, tadbîb çizgisinin metin içindeki kelimelere temas etmemesine fazlaca itina etmişlerdir. Gerçekten bu çizgi ibareye değerse darb alametini andırır, oysa darb, aslında doğru olduğu halde hadis yazanın yaptığı yanlışı işaretlemekten ibarettir. Tadbîb ise ondan farklıdır. Tabiatiyle bu farkı belirtmek, daha doğrusu birinin işaretini diğerini andıracak şekilde yapmamak gerekir. 1135 Yukarıda kısaca değinildiği gibi tadbîbe temrîz de denir. Temrîz, hasta etmek manasına geldiği gibi hastaya bakmak, hastalığı tedavi etmek manasına da gelir. Hadis metinlerinde yanlış varid olan ibareleri işaretleme işllemine temrîz adını verenler sanki hadis yazanın rivayet yönünden sahih ancak arapça kaideleri açısından bozuk ibareye dikkat çektiğini, onu düzeltmek için gayret gösterdiğini ima etmiş, başkalarının belki de doğrusuna vakıf olabileceklerine işaret etmiş gibi olurlar.

Telkin
Bir sözü birine söyleyip anlatmak manasına mastardır. Bir kimseye bir şey anlatıp kabul ettirerek tesir altına almak manasına daha çok kullanılır. Türkçede buna ağzına dil vermek denilir. 1172 Hadis Usulünde telkin, bir muhaddise tesir ederek bir hadisin kendi rivayeti olduğuna inandırarak onu gerçekte rivayet edip etmediğini bilmeden rivayet etmesini sağlamaktır. 1173 Telkine maruz kalanlar daha çok darîr denen görme duygusundan mahrum kalanlarla îhtilat veya yaşlılık sebebiyle hafıza kaybına uğrayanlardır. Böyle birine değişik isnad etmek, hadise rağbeti artırmak gibi sebeplerle bu senin falandan rivayetindir” denilerek telkinde bulunulur. Eğer o ravi hadislerini kendisine ait bir asıldan rivayet etmiyorsa ve ne rivayet ettiğini bilmiyorsa telkin edilen hadisi kendi hadisi olarak rivayet eder. Bu şekilde telkine uğramış olur. Telkine maruz kalanlar arasında Musa b. Dînâr meşhurdur. Abdurrezzâk b. Hemmâm'ın da telkine maruz kaldığı söylenmiştir. İnsanların aczini kullanmakla birlikte bazen siyasî maksatlarla mevzu hadisin bile telkin edildiği olmuştur. Şu misal bunu gösterir: “İbn Zekrûye anlatmıştır: “Bir gün Ebubekr İbnu'l-Ce'âbî'nin yanında idim. Derken yanına bir grup şiî geldi. Selam verip oturdular. Minderinin altına içinde para bulunan bir kese koyduktan sonra içlerinden biri “Kadı efendi, dedi; sen Bağdat muhaddislerinin hepsini isnadında toplamış birisin. Bu kente gelenleri de bilirsin. Biliyorsun, Müminlerin Emiri Ali b. Ebî Tâlib de Bağdad'a geldi. Senden kitabında bu olayı zikretmeni rica ediyoruz.” Bunun üzerine İbnu'l-Ce'âbi “peki” dedi ve hizmetkarına kitabını getirmesini söyledi. Kitabı gelince bir yerine “Söylendiğine göre Mü’minlerin Emiri Ali b. Ebî Talib de Bağdad'a gelmiştir” diye yazdı. Bundan sonra şiîler kalkıp gittiler. Ben “Kadı, dedim, kitabına yazdığın bu haberi sana kim rivayet etti?” Bu soruma “Gördüğün bu adamlar” cevabını verdi.”1174 Rivayetlerinde tesâhül gösterenlerin olduğu gibi telkini kabul edenlerin de rivayetleri makbul sayılmıştır.

Telkîb
Kelime olarak mastar olup bir insana lakap takmak veya onu bir lakabla anmak demektir. Hadis ilminde kelime manasıyla kullanılır ve bir raviyi isminden başka isim veya lakabı, yahutta künyesiyle anmaya denir. Telkîb, özellikle mübhem olarak zikredilen ravilerin kim olduklarından kestirilmesinde işe yarar. İsimleri birbirine benzeyen ravilerin bilinmesinin de de telkîb şeklinden faydalanılır.

Telfîku'r-Rivâyât
Bk. Telfîk.
İkinci babtan çekimi yapılan ve iki şeyi birbirine katmak, birleştirmek manasına gelen “lefeka” kök fiilinin tef’il ölçüsünde mastar olan telfik, kök fiiliyle aynı manaya gelir. Hadis Usulünde telfîku'r-rivâyât tabirinin kısa şeklidir ve bir hadisin çeşitli rivayetlerini birleştirerek hepsini belli lafızlarla ve tek isnadla nakletmeye denir. Bu, bir anlamda ravinin, bir hadisi- birkaç şeyhten almış bulunması ve rivayetlerin manaca bir olmakla birlikte lafiz yönünden farklı olması halinde- isnadlarını birleştirerek metnini içlerinden birinin lafzıyla sevketmesidir. Böyle birkaç şeyhten rivayet edilen hadisi isnadlarını birleştirerek içlerinden birinin metniyle zikretmekte ravi ahberanâ fulânun ve fulânun ve'1-lafzu li-fulânin kale (falan ve fülan bize haber verdiler. Hadisin lafzı falancaya aittir. O dedi ki...) veya ahberanâ fulânun ve fulânun ve hazâ lafzu fulânin kale (bize falanca ve falanca rivayet etti. Bu naklettiğimiz lafız falanın rivayetidir. O demiştir ki...) gibi lafızlar kullanır. Bu lafızlarla aynı hadisi iki isnadını birleştirerek rivayet ettiğini, mana aynı olmakla beraber şeyhlerinden hangisinin rivayetini tercih etmiş olduğunu belirtmiş olur. Müslim, Sahih'inde takip ettiğ imetot gereği bir hadisin çeşitli tariklannı bir arada zikrettiğinden telfikin güzel örneklerini vermiştir, misal olarak bir tanesini almak faydadan hali değildir. “Bana İbrahim b. Dînâr, Ukbe b. Mukrem ve Abd b. Humeyd tahdis ettiler. Bunların hepsinin rivayeti Ebu Asım’dandır. - Nakledeceğimiz hadisin lafzı Ukbe’nindir- (Ukbe) “haddesenâ Ebu Asım” dedi...” “...Hz. A'işe haber vererek şöyle dedi: “Oynayanları görmek istiyorum” deyince Hz. Peygamber ayağa kalktı. Ben de kapıda durdum. Onlar Mescitte oynarlarken ben de Allah Resulü'nün iki kulağıyla omuzu arasından seyrettim.”1170 Görüldüğü gibi Müslim hadisi üç şeyhten tercih ettiği Ukbe'nin lafzıyla nakletmiştir. Böylece aynı hadisin üç rivayetini birleştirerek vermiştir. Telfikin çeşitli uygulama şekilleri vardır. En çok kullanılan şekil yukanda verilen misaldeki gibidir. Bununla birlikte ravi bazen hadisi isnadlardan birine ait olan lafzı zikretmeyip biraz ondan, biraz diğerinden alıp sevketmek suretiyle de telfik yapabilir. O zaman hadisi ahberanâ fulânun ve fulânun - ve tekârebâ fi'l-ma'nâ- kala ahberanâ fulânun (bize falan ve fülan haber verdi. Söylediklerinin manası birbirine yakındır. Bunlar “bize falan haber verdi” dediler) gibi bir eda lafzıyla sevkeder. Telfîkin ilk şeklinin caiz olduğunda ittifak vardır. İkinci şeklini ise hadisleri manasıyla rivayet taraftarı olanlar caiz görmüşlerdir. Ravinin, hadisin manasında birleşmiş bir cemaatten rivayet ederken verdiği metin o cemaatten kimsenin metni olmadığı halde bunu açıklamayıp susmasına gelince, Buharî, Abdullah b. Vehb, Hammâd b. Seleme gibi hadisciler böyle rivayetten çekinmemişlerdir. Bu alimler bu şekildeki rivayetlerinden dolayı ayıplanmışlarsa da hadisin manasiyle rivayetini caiz görenler bunda bir mahzur olmadığını söylemişlerdir. Bir hadis kitabını birkaç şeyhten dinledikten sonra içlerinden birinin asıl nüshasiyla mukabele eden ravinin, şeyhlerinin hepsini isnadında zikredip -ve'1-Lafzu li-fulânin- diyerek lafzın kime ait olduğunu göstermesini caiz görenler olduğu gibi görmeyenler vardır. Caiz görenlere göre ravi o kitabı ismini söylediği şeyhinden dinlemiştir. Caiz görmeyenlere göre ise o ravinin, diğer şeyhlerinin işittiği kitabın hadislerini nasıl rivayet ettiklerini yakinen bilmesi gerekir. Ta ki onlara da isnad ederek rivayet edebilsin. Burada şuna işaret etmek gerekir. Sonucu telfik şekli diğerlerine dahil değildir; zira onlarda muhaddis, lafız ravisi olarak gösterdiği şeyhinden başka, öteki şeyhlerinden gelen lafızlara muttali olmuş, mana yönünden kedi rivayetine uygun olduklarını görerek ihbarda bulunmuştur, oysa bunda öyle bir durum yoktur. Telfîkin bir şekli de şudur. Muhaddis, hadisin bir kısmını bir şeyhinden, diğer kısmını da bir başka şeyhinden dinlemiştir. Sonra rivayet ederken herbirinden dinlediği lafızları ayn ayn belirtmeksizin her ikisini kanştırarak mübhem bir şekilde” bir kısmı falandan; diğer bir kısmı fülandan” diyerek metni her iki şeyhine birden isnad eder. Böyle bir telfik ancak senedi oluşturan ravilerin hepsi sika olduğu takdirde caiz görülmüştür. Rivayetlere bakılırsa telfîki ilk yapan muhaddis İbn Şihâb ez-Zuhrîdir. Diğer hadis, siyer ve megazi âlimleri de böyle rivayetleri birleştirme işlemini çokça kullanmışlardır. Buhâri'nin İbn Şihâb ez-Zuhrî'den rivayet ettiği ilk hadisi telfikin son şekline güzel bir misaldir. Buharî, senedim İbn Şihâb'a bağlamıştır, ez-Zuhrî de hadisi dört ravi vasıtasiyle Hz. A'işe'den rivayet etmiştir. ez-Zuhri'nin isnadı ve hadisin bir kısmını birinden, diğer bir kısmını bir diğerinden aldığına dair ifadeleri şöyledir: “... Bana Urve İbnu'z-Zubeyr, Sa'id İbnu'l-Museyyeb, Alkametu'bnu Vakkâs el-Leysî ve Ubeydullah b. Utbe b. Mes'ûd Hz. Peygamber (s.a.s)'in eşi Hz. A'işe (r.anha)'dan naklederek rivayet ettiler. Bunlann her biri bana Hz. A'işe hadisinin bir kısmını rivayet etti. Bu zatların kimi Hz. Aişe hadisini diğerlerinden daha iyi bellemişti. Rivayette ise daha sağlamdı. Bense A'işe'den rivayet ettikleri hadisi herbirinden ayn ayn alıp öğrendim. Bunlardan kiminin hıfzı diğerlerinden üstün olmakla beraber sözleri ötekinin sözlerini doğruluyordu. Bu dört kişi dediler ki, Hz. A'işe şöyle dedi...”1171 Görülüyor ki İbn Şihâb ifk hadisini Hz, A'işe'den ayn ayrı rivayet eden dört tabiîden kısım kısım rivayet etmiştir. Sonra da bunların birbirini doğrulayan rivayetlerini telfik ederek nakletmiş, ancak hangi kısmı hangisinden rivayet ettiğini açıklamamıştır. Bu dört kişi ve İbn Şihâb’ın kendisi sikadırlar. Bu yüzden rivayetlerinin bu şekilde telfik edilmesi hadise herhangi bir zarar vermemiştir.

Telfîku'l-Hadîs
Bk. Telfîk.
İkinci babtan çekimi yapılan ve iki şeyi birbirine katmak, birleştirmek manasına gelen “lefeka” kök fiilinin tef’il ölçüsünde mastar olan telfik, kök fiiliyle aynı manaya gelir. Hadis Usulünde telfîku'r-rivâyât tabirinin kısa şeklidir ve bir hadisin çeşitli rivayetlerini birleştirerek hepsini belli lafızlarla ve tek isnadla nakletmeye denir. Bu, bir anlamda ravinin, bir hadisi- birkaç şeyhten almış bulunması ve rivayetlerin manaca bir olmakla birlikte lafiz yönünden farklı olması halinde- isnadlarını birleştirerek metnini içlerinden birinin lafzıyla sevketmesidir. Böyle birkaç şeyhten rivayet edilen hadisi isnadlarını birleştirerek içlerinden birinin metniyle zikretmekte ravi ahberanâ fulânun ve fulânun ve'1-lafzu li-fulânin kale (falan ve fülan bize haber verdiler. Hadisin lafzı falancaya aittir. O dedi ki...) veya ahberanâ fulânun ve fulânun ve hazâ lafzu fulânin kale (bize falanca ve falanca rivayet etti. Bu naklettiğimiz lafız falanın rivayetidir. O demiştir ki...) gibi lafızlar kullanır. Bu lafızlarla aynı hadisi iki isnadını birleştirerek rivayet ettiğini, mana aynı olmakla beraber şeyhlerinden hangisinin rivayetini tercih etmiş olduğunu belirtmiş olur. Müslim, Sahih'inde takip ettiğ imetot gereği bir hadisin çeşitli tariklannı bir arada zikrettiğinden telfikin güzel örneklerini vermiştir, misal olarak bir tanesini almak faydadan hali değildir. “Bana İbrahim b. Dînâr, Ukbe b. Mukrem ve Abd b. Humeyd tahdis ettiler. Bunların hepsinin rivayeti Ebu Asım’dandır. - Nakledeceğimiz hadisin lafzı Ukbe’nindir- (Ukbe) “haddesenâ Ebu Asım” dedi...” “...Hz. A'işe haber vererek şöyle dedi: “Oynayanları görmek istiyorum” deyince Hz. Peygamber ayağa kalktı. Ben de kapıda durdum. Onlar Mescitte oynarlarken ben de Allah Resulü'nün iki kulağıyla omuzu arasından seyrettim.”1170 Görüldüğü gibi Müslim hadisi üç şeyhten tercih ettiği Ukbe'nin lafzıyla nakletmiştir. Böylece aynı hadisin üç rivayetini birleştirerek vermiştir. Telfikin çeşitli uygulama şekilleri vardır. En çok kullanılan şekil yukanda verilen misaldeki gibidir. Bununla birlikte ravi bazen hadisi isnadlardan birine ait olan lafzı zikretmeyip biraz ondan, biraz diğerinden alıp sevketmek suretiyle de telfik yapabilir. O zaman hadisi ahberanâ fulânun ve fulânun - ve tekârebâ fi'l-ma'nâ- kala ahberanâ fulânun (bize falan ve fülan haber verdi. Söylediklerinin manası birbirine yakındır. Bunlar “bize falan haber verdi” dediler) gibi bir eda lafzıyla sevkeder. Telfîkin ilk şeklinin caiz olduğunda ittifak vardır. İkinci şeklini ise hadisleri manasıyla rivayet taraftarı olanlar caiz görmüşlerdir. Ravinin, hadisin manasında birleşmiş bir cemaatten rivayet ederken verdiği metin o cemaatten kimsenin metni olmadığı halde bunu açıklamayıp susmasına gelince, Buharî, Abdullah b. Vehb, Hammâd b. Seleme gibi hadisciler böyle rivayetten çekinmemişlerdir. Bu alimler bu şekildeki rivayetlerinden dolayı ayıplanmışlarsa da hadisin manasiyle rivayetini caiz görenler bunda bir mahzur olmadığını söylemişlerdir. Bir hadis kitabını birkaç şeyhten dinledikten sonra içlerinden birinin asıl nüshasiyla mukabele eden ravinin, şeyhlerinin hepsini isnadında zikredip -ve'1-Lafzu li-fulânin- diyerek lafzın kime ait olduğunu göstermesini caiz görenler olduğu gibi görmeyenler vardır. Caiz görenlere göre ravi o kitabı ismini söylediği şeyhinden dinlemiştir. Caiz görmeyenlere göre ise o ravinin, diğer şeyhlerinin işittiği kitabın hadislerini nasıl rivayet ettiklerini yakinen bilmesi gerekir. Ta ki onlara da isnad ederek rivayet edebilsin. Burada şuna işaret etmek gerekir. Sonucu telfik şekli diğerlerine dahil değildir; zira onlarda muhaddis, lafız ravisi olarak gösterdiği şeyhinden başka, öteki şeyhlerinden gelen lafızlara muttali olmuş, mana yönünden kedi rivayetine uygun olduklarını görerek ihbarda bulunmuştur, oysa bunda öyle bir durum yoktur. Telfîkin bir şekli de şudur. Muhaddis, hadisin bir kısmını bir şeyhinden, diğer kısmını da bir başka şeyhinden dinlemiştir. Sonra rivayet ederken herbirinden dinlediği lafızları ayn ayn belirtmeksizin her ikisini kanştırarak mübhem bir şekilde” bir kısmı falandan; diğer bir kısmı fülandan” diyerek metni her iki şeyhine birden isnad eder. Böyle bir telfik ancak senedi oluşturan ravilerin hepsi sika olduğu takdirde caiz görülmüştür. Rivayetlere bakılırsa telfîki ilk yapan muhaddis İbn Şihâb ez-Zuhrîdir. Diğer hadis, siyer ve megazi âlimleri de böyle rivayetleri birleştirme işlemini çokça kullanmışlardır. Buhâri'nin İbn Şihâb ez-Zuhrî'den rivayet ettiği ilk hadisi telfikin son şekline güzel bir misaldir. Buharî, senedim İbn Şihâb'a bağlamıştır, ez-Zuhrî de hadisi dört ravi vasıtasiyle Hz. A'işe'den rivayet etmiştir. ez-Zuhri'nin isnadı ve hadisin bir kısmını birinden, diğer bir kısmını bir diğerinden aldığına dair ifadeleri şöyledir: “... Bana Urve İbnu'z-Zubeyr, Sa'id İbnu'l-Museyyeb, Alkametu'bnu Vakkâs el-Leysî ve Ubeydullah b. Utbe b. Mes'ûd Hz. Peygamber (s.a.s)'in eşi Hz. A'işe (r.anha)'dan naklederek rivayet ettiler. Bunlann her biri bana Hz. A'işe hadisinin bir kısmını rivayet etti. Bu zatların kimi Hz. Aişe hadisini diğerlerinden daha iyi bellemişti. Rivayette ise daha sağlamdı. Bense A'işe'den rivayet ettikleri hadisi herbirinden ayn ayn alıp öğrendim. Bunlardan kiminin hıfzı diğerlerinden üstün olmakla beraber sözleri ötekinin sözlerini doğruluyordu. Bu dört kişi dediler ki, Hz. A'işe şöyle dedi...”1171 Görülüyor ki İbn Şihâb ifk hadisini Hz, A'işe'den ayn ayrı rivayet eden dört tabiîden kısım kısım rivayet etmiştir. Sonra da bunların birbirini doğrulayan rivayetlerini telfik ederek nakletmiş, ancak hangi kısmı hangisinden rivayet ettiğini açıklamamıştır. Bu dört kişi ve İbn Şihâb’ın kendisi sikadırlar. Bu yüzden rivayetlerinin bu şekilde telfik edilmesi hadise herhangi bir zarar vermemiştir.

Telfîk
İkinci babtan çekimi yapılan ve iki şeyi birbirine katmak, birleştirmek manasına gelen “lefeka” kök fiilinin tef’il ölçüsünde mastar olan telfik, kök fiiliyle aynı manaya gelir. Hadis Usulünde telfîku'r-rivâyât tabirinin kısa şeklidir ve bir hadisin çeşitli rivayetlerini birleştirerek hepsini belli lafızlarla ve tek isnadla nakletmeye denir. Bu, bir anlamda ravinin, bir hadisi- birkaç şeyhten almış bulunması ve rivayetlerin manaca bir olmakla birlikte lafiz yönünden farklı olması halinde- isnadlarını birleştirerek metnini içlerinden birinin lafzıyla sevketmesidir. Böyle birkaç şeyhten rivayet edilen hadisi isnadlarını birleştirerek içlerinden birinin metniyle zikretmekte ravi ahberanâ fulânun ve fulânun ve'1-lafzu li-fulânin kale (falan ve fülan bize haber verdiler. Hadisin lafzı falancaya aittir. O dedi ki...) veya ahberanâ fulânun ve fulânun ve hazâ lafzu fulânin kale (bize falanca ve falanca rivayet etti. Bu naklettiğimiz lafız falanın rivayetidir. O demiştir ki...) gibi lafızlar kullanır. Bu lafızlarla aynı hadisi iki isnadını birleştirerek rivayet ettiğini, mana aynı olmakla beraber şeyhlerinden hangisinin rivayetini tercih etmiş olduğunu belirtmiş olur. Müslim, Sahih'inde takip ettiğ imetot gereği bir hadisin çeşitli tariklannı bir arada zikrettiğinden telfikin güzel örneklerini vermiştir, misal olarak bir tanesini almak faydadan hali değildir. “Bana İbrahim b. Dînâr, Ukbe b. Mukrem ve Abd b. Humeyd tahdis ettiler. Bunların hepsinin rivayeti Ebu Asım’dandır. - Nakledeceğimiz hadisin lafzı Ukbe’nindir- (Ukbe) “haddesenâ Ebu Asım” dedi...” “...Hz. A'işe haber vererek şöyle dedi: “Oynayanları görmek istiyorum” deyince Hz. Peygamber ayağa kalktı. Ben de kapıda durdum. Onlar Mescitte oynarlarken ben de Allah Resulü'nün iki kulağıyla omuzu arasından seyrettim.”1170 Görüldüğü gibi Müslim hadisi üç şeyhten tercih ettiği Ukbe'nin lafzıyla nakletmiştir. Böylece aynı hadisin üç rivayetini birleştirerek vermiştir. Telfikin çeşitli uygulama şekilleri vardır. En çok kullanılan şekil yukanda verilen misaldeki gibidir. Bununla birlikte ravi bazen hadisi isnadlardan birine ait olan lafzı zikretmeyip biraz ondan, biraz diğerinden alıp sevketmek suretiyle de telfik yapabilir. O zaman hadisi ahberanâ fulânun ve fulânun - ve tekârebâ fi'l-ma'nâ- kala ahberanâ fulânun (bize falan ve fülan haber verdi. Söylediklerinin manası birbirine yakındır. Bunlar “bize falan haber verdi” dediler) gibi bir eda lafzıyla sevkeder. Telfîkin ilk şeklinin caiz olduğunda ittifak vardır. İkinci şeklini ise hadisleri manasıyla rivayet taraftarı olanlar caiz görmüşlerdir. Ravinin, hadisin manasında birleşmiş bir cemaatten rivayet ederken verdiği metin o cemaatten kimsenin metni olmadığı halde bunu açıklamayıp susmasına gelince, Buharî, Abdullah b. Vehb, Hammâd b. Seleme gibi hadisciler böyle rivayetten çekinmemişlerdir. Bu alimler bu şekildeki rivayetlerinden dolayı ayıplanmışlarsa da hadisin manasiyle rivayetini caiz görenler bunda bir mahzur olmadığını söylemişlerdir. Bir hadis kitabını birkaç şeyhten dinledikten sonra içlerinden birinin asıl nüshasiyla mukabele eden ravinin, şeyhlerinin hepsini isnadında zikredip -ve'1-Lafzu li-fulânin- diyerek lafzın kime ait olduğunu göstermesini caiz görenler olduğu gibi görmeyenler vardır. Caiz görenlere göre ravi o kitabı ismini söylediği şeyhinden dinlemiştir. Caiz görmeyenlere göre ise o ravinin, diğer şeyhlerinin işittiği kitabın hadislerini nasıl rivayet ettiklerini yakinen bilmesi gerekir. Ta ki onlara da isnad ederek rivayet edebilsin. Burada şuna işaret etmek gerekir. Sonucu telfik şekli diğerlerine dahil değildir; zira onlarda muhaddis, lafız ravisi olarak gösterdiği şeyhinden başka, öteki şeyhlerinden gelen lafızlara muttali olmuş, mana yönünden kedi rivayetine uygun olduklarını görerek ihbarda bulunmuştur, oysa bunda öyle bir durum yoktur. Telfîkin bir şekli de şudur. Muhaddis, hadisin bir kısmını bir şeyhinden, diğer kısmını da bir başka şeyhinden dinlemiştir. Sonra rivayet ederken herbirinden dinlediği lafızları ayn ayn belirtmeksizin her ikisini kanştırarak mübhem bir şekilde” bir kısmı falandan; diğer bir kısmı fülandan” diyerek metni her iki şeyhine birden isnad eder. Böyle bir telfik ancak senedi oluşturan ravilerin hepsi sika olduğu takdirde caiz görülmüştür. Rivayetlere bakılırsa telfîki ilk yapan muhaddis İbn Şihâb ez-Zuhrîdir. Diğer hadis, siyer ve megazi âlimleri de böyle rivayetleri birleştirme işlemini çokça kullanmışlardır. Buhâri'nin İbn Şihâb ez-Zuhrî'den rivayet ettiği ilk hadisi telfikin son şekline güzel bir misaldir. Buharî, senedim İbn Şihâb'a bağlamıştır, ez-Zuhrî de hadisi dört ravi vasıtasiyle Hz. A'işe'den rivayet etmiştir. ez-Zuhri'nin isnadı ve hadisin bir kısmını birinden, diğer bir kısmını bir diğerinden aldığına dair ifadeleri şöyledir: “... Bana Urve İbnu'z-Zubeyr, Sa'id İbnu'l-Museyyeb, Alkametu'bnu Vakkâs el-Leysî ve Ubeydullah b. Utbe b. Mes'ûd Hz. Peygamber (s.a.s)'in eşi Hz. A'işe (r.anha)'dan naklederek rivayet ettiler. Bunlann her biri bana Hz. A'işe hadisinin bir kısmını rivayet etti. Bu zatların kimi Hz. Aişe hadisini diğerlerinden daha iyi bellemişti. Rivayette ise daha sağlamdı. Bense A'işe'den rivayet ettikleri hadisi herbirinden ayn ayn alıp öğrendim. Bunlardan kiminin hıfzı diğerlerinden üstün olmakla beraber sözleri ötekinin sözlerini doğruluyordu. Bu dört kişi dediler ki, Hz. A'işe şöyle dedi...”1171 Görülüyor ki İbn Şihâb ifk hadisini Hz, A'işe'den ayn ayrı rivayet eden dört tabiîden kısım kısım rivayet etmiştir. Sonra da bunların birbirini doğrulayan rivayetlerini telfik ederek nakletmiş, ancak hangi kısmı hangisinden rivayet ettiğini açıklamamıştır. Bu dört kişi ve İbn Şihâb’ın kendisi sikadırlar. Bu yüzden rivayetlerinin bu şekilde telfik edilmesi hadise herhangi bir zarar vermemiştir.

Tekellemû Fîhi
Hakkında konuşanlar var manasına gelen bir tabir olup cerh lafızlarındandır. Cerhin en hafifine delalet eden birinci mertebesindeki lafızlara el-Irâkî'nin ekledikleri arasında yer alır.
Bu mertebede bulunan lafızlardan birisiyle cerhedilen ravinin hadisleri, kaide olarak, i'tibar için yazılır. Hakkında tekellemû fîhi cerh hükmü verilmiş olan ravilere dair bazı tenkitler ileri sürülmüşse de bu tenkitler hadislerinin i'tibar için yazılmasına engel olacak derecede görülmemiştir.

Tekaddum-u Vefat
Ravinin önce ölmesidir. Hadis Usulünde bi'n-nisbe uluvv şekillerinden birisinde geçer. Şöyle ki, el-Kutubu's-Sitte veya diğer muteber hadis kitaplarından birisi herhangi bir şeyhten ravi sayısı aynı olan iki veya daha fazla isnadla rivayet edildiğinde bu isnadlardan ravisi daha önce ölende diğerlerine nisbetle uluv hasıl olmuş kabul edilmiştir. Böyle uluv, uluvvun dördüncü mertebesini teşkil eder.

Tekaddum-u Semâ’
Hadis işitmenin daha önce olması anlamını veren bu tabir bir ravinin hadisi şeyhinden genç yaşlarda iken işitmesini ifade eden bir tabir olarak kullanılmıştır. Hadisi erken ve genç yaşlarda işitmiş olmak doğrudan doğruya Uluvvla yani isnadın âlî olmasıyla ilgilidir. Açıklamak gerekirse, bir hadisin rivayet edildiği ravi sayısı aynı olan iki isnaddan birindeki ravi o hadisi aynı şeyhten diğerinde bulunan birine nisbetle daha evvel ve genç yaşlarda işitmişse o isnadda diğerine nisbeten uluv hasıl olmuş sayılır. Bu çeşit uluv, uluvvun beşinci kısmını teşkil eder ve uluvv-u ma'nevî adını alır.

Teğayyur
Kelime olarak bir nesnenin değişmesi, başkalaşıp değişikliğe uğraması demektir. Hadis ilminde hastalık, yaşlılık ve sair sebeplerle hadis ravisine ihtilat arız olması halinde zihni melekelerinin zayıflayıp eski halinden başka bir hale geldiğini ifade etmekte kullanılan tabirdir. Çoğu zaman ihtilafla birlikte kullanılır. Her ikisi de cerh sebebidir.

Tefsir
İslâmî ilimler içinde Kurân-ı Kerim'in açıklanması ve yorumu manasına bir ilmin adı olan tefsir, Hadis ilminde Allah kelamının tefsiri konusundaki hadisleri ihtiva eden ve cami türündeki hadis kitaplarında bulunan ana bölümlerden birinin başlığıdır. Söz gelişi Sahih-i Buhâri'de Kitâbu't-Tefsîr başlığı altındaki bölüm, bazı Kur'ân-ı Kerim ayetlerinin nüzul sebebi ile gerek Hz. Peygamber, gerekse sahabe tarafından açıklanması konusundaki rivayetlere ayrılmıştır. Bu bölümde hayli filolojik malzeme de vardır.

Teferrud
Daha az olmakla birlikte aynı kullanılan infiradla birlikte tek kalmak, bir işi yalnız başına yapmak manasını verir. Hadis usulü ilminde teferrüd veya infi-rad ravinin rivayetinde tek başına kalmasına, bir başka deyişle hadisi herhangi bir şeyhten ondan başka rivayet eden olmamasına denir. Ravinin rivayette tek kalması hali hadisin garib addedilmesine sebep olur. Bu yüzden teferrüde, öteki tabiriyle infirada garabet denildiği de olmuştur, aynı manada inferede bihî fulânun an fulânin tabiri de kullanılmıştır.

Teferrede Bihî Fulân An Fulân
“Bu hadisi falandan rivayette fülan tek kaldı manasına gelen bir tabirdir. Bir şeyhten rivayette tek kalan ravinin teferrüdünü ifade etmekte kullanılır. Bir ravinin bir başka raviden tek başına rivayetini ifade etmek üzere az da olsa ağrabe bihi fulânun tabiri de kullanılmıştır. Böyle bir raviden rivayette tek kalan ravinin rivayetine ferd-i nisbî denilmiştir.

Tedvînu'l-Hadîs
Bk. Tedvin.
“Sözlük yönünden tedvin, defter gibi yazılı sahifelerden ibaret metinleri birleştirerek divan haline getirmek demektir. Bu manada hadisleri yazarak bir araya toplamaya denilmiştir. Zaten Tedvînu'l-hadîs şeklinde ve bu manayı ifade edecek tarzda kullanılmıştır. Hadis tarihinde hadisleri yazarak toplama faaliyetini başlatan başlıca amiller arasında Hz. Peygamber'in fani hayattan ayrılmasından sonra geçen zaman içinde İslam fetihlerinin gelişmesi üzerine hadisleri bilen sahabîlerden bir kısmının fethedilen yeni ülkelere dağılması, arkasından teker teker bu dünyadan çekilmeleri; Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra meydana gelen siyasî karışıklığın İslam birliğini parçalamasiyle ortaya çıkan grupların hadis uydurmaya başlamaları ve hadislerin kaybolmasından endişe duyulması başta gelir. Emevî Halifesi Ömer b. Abdilaziz, Medine Valisi Ebubekr b. Muhammed b. Amr'a hadislerin kaybolması endişesini dile getiren bir mektup göndererek Hz. Peygamber'den arta kalan eserlerin toplanmasını emretmiştir. Halife bu mektubunda şöyle diyordu: “Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadislerini ve sünnetlerini, Amra bint Abdirrahman'ın rivayet ettiği hadisleri araştır ve yaz; zira ben alimlerin ölüp gitmeleriyle ilmin kaybolmasından korkuyorum. Araştırmaların, o zamanki İslâm aleminin her yanına yazıldığını açığa çıkardığı bu Halife emri üzerine yoğun bir hadis toplama faaliyeti başlamıştır. Meşhur tâbi'î İbn Şihâb ez-Zuhrî'nin bu işle resmen görevlendirildiği anlaşılmaktadır. İbn Abdilberr'in bir rivayetinde bu husus açıkça belirtilmiştir: “Ömer b. Abdilaziz bize sünnetlerin toplanmasını emretti. Ona defter defter yazdık. O da idaresi altındaki yerlere bu defterlerden birer tanesini gönderdi.” 1168İbn Şihâb bu görevi layıkıyla yerine getirerek ilme büyük hizmette bulunmuştur. Onun hadisleri ilk tedvin eden kişi olarak tanınması tedvin görevini hakkıyle yerine getirmesi sonucudur. Onunla birlikte başka hadis tedvin edenler de olmuştur. Ancak İbn Şihâb tedvin işini resmi olarak yürütmüştür. Sahabe devrinin sonlarına doğru hadis tedvini yaygın hale gelmiştir. Tedvin devrini takip eden tasnif devrinde, toplanan hadisler çeşitli metodlarla tertiplenerek kitaplar yazılmaya başlamıştır.

Tedvin
“Sözlük yönünden tedvin, defter gibi yazılı sahifelerden ibaret metinleri birleştirerek divan haline getirmek demektir. Bu manada hadisleri yazarak bir araya toplamaya denilmiştir. Zaten Tedvînu'l-hadîs şeklinde ve bu manayı ifade edecek tarzda kullanılmıştır. Hadis tarihinde hadisleri yazarak toplama faaliyetini başlatan başlıca amiller arasında Hz. Peygamber'in fani hayattan ayrılmasından sonra geçen zaman içinde İslam fetihlerinin gelişmesi üzerine hadisleri bilen sahabîlerden bir kısmının fethedilen yeni ülkelere dağılması, arkasından teker teker bu dünyadan çekilmeleri; Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra meydana gelen siyasî karışıklığın İslam birliğini parçalamasiyle ortaya çıkan grupların hadis uydurmaya başlamaları ve hadislerin kaybolmasından endişe duyulması başta gelir. Emevî Halifesi Ömer b. Abdilaziz, Medine Valisi Ebubekr b. Muhammed b. Amr'a hadislerin kaybolması endişesini dile getiren bir mektup göndererek Hz. Peygamber'den arta kalan eserlerin toplanmasını emretmiştir. Halife bu mektubunda şöyle diyordu: “Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadislerini ve sünnetlerini, Amra bint Abdirrahman'ın rivayet ettiği hadisleri araştır ve yaz; zira ben alimlerin ölüp gitmeleriyle ilmin kaybolmasından korkuyorum. Araştırmaların, o zamanki İslâm aleminin her yanına yazıldığını açığa çıkardığı bu Halife emri üzerine yoğun bir hadis toplama faaliyeti başlamıştır. Meşhur tâbi'î İbn Şihâb ez-Zuhrî'nin bu işle resmen görevlendirildiği anlaşılmaktadır. İbn Abdilberr'in bir rivayetinde bu husus açıkça belirtilmiştir: “Ömer b. Abdilaziz bize sünnetlerin toplanmasını emretti. Ona defter defter yazdık. O da idaresi altındaki yerlere bu defterlerden birer tanesini gönderdi.” 1168İbn Şihâb bu görevi layıkıyla yerine getirerek ilme büyük hizmette bulunmuştur. Onun hadisleri ilk tedvin eden kişi olarak tanınması tedvin görevini hakkıyle yerine getirmesi sonucudur. Onunla birlikte başka hadis tedvin edenler de olmuştur. Ancak İbn Şihâb tedvin işini resmi olarak yürütmüştür. Sahabe devrinin sonlarına doğru hadis tedvini yaygın hale gelmiştir. Tedvin devrini takip eden tasnif devrinde, toplanan hadisler çeşitli metodlarla tertiplenerek kitaplar yazılmaya başlamıştır.

Tedlîsu't-Tesviye
Bk. Tedlîs.
Karanlığa getirmek, hile yapmak, göz boyamak manasına “delese” kök fiiliniden alınma Tef’il ölçüsünde mastardır. Alışveriş sırasında satıcının sattığı malın kusurunu gizleyerek müşterisini aldatmasına denilmiştir.1165 Hadis terimi olarak tedlis, bir ravinin muasırı olup görüşmediği veya görüştüğü halde hadis almadığı bir şeyhten işitmişçesine rivayette bulunmasına denir. Ravinin hadis işittiği şeyhten gerçekte işitmemiş olduğu hadisi rivayet etmesi de tedlistir. Tarifi açıklamak gerekirse şunlar eklenebilir. Bir ravi aynı asırda yaşadığı bir şeyhle görüşmemiştir. Veya görüşmüş olmakla birlikte ondan hadis rivayet etmemiştir. Böyle iken ondan görüşmüş gibi rivayette bulunursa yaptığı işe tedlis adı verilir. Bunun gibi yalnızca bir-iki hadis işittiği şeyhten aslında işitmemiş olduğu hadisleri ona isnad ederek naklederse aynı işi yapmış demektir. Tedlisin gerek aslındaki karanlık ve hileli iş görmek, gerekse kendisindeki kusuru gizlemek manası dikkate alınırsa görüşmediği şeyhten hadis rivayet eden ravi bu kusurunu gizlemiş demektir. Rivayetlerinde tedlis yapan raviye mudellis, ravinin tedlis yoluyla rivayet ettiği hadise ise mudelles adı verilir. Hadis âlimlerine göre tedlis önemli bir cerh sebebidir. Tedlis yapanlar şiddetle tenkit edilmişlerdir. İmam Şafiî tedlisi yalanın kardeşi saymıştır. Hadis Usulü âlimlerinin büyük çoğunluğu isnadında tedlis olan hadislerin reddedilmesi gerektiği görüşündedir. Aslına bakılırsa bir ravi isnadında mesela şeyhini bilinmeyen bir isim veya künye ile anmak suretiyle tedlis yapmakla onu cehalet ithamına maruz bırakmış demektir. Bir muhaddis, hadis alimleri arasında bilinen isminden başka bir isim veya künye ile söylenen şeyhin kim olduğunu kestiremezse hadisini terk etmesi gerekir. Kaldı ki tedliste çok kere zayıf veya mecruh bir ravi gizlenmiş olur. Bu ise büyük fesattır. 1166Bu ve diğer bazı mühim sebepler göz önünde tutularak hadise yalana eşdeğer hile karışmasına mani olmak gayesiyle tedlis caiz görülmemiş, müdellisler tenkid edilmiştir. Tedlisin birkaç çeşidi vardır. Bunlar hakkında da kısa bilgiler vermek yerinde olur. 1. İsnad tedlîsi (Tedlîsu'l-İsnâd): Hadis ravileri arasında en fazla görülen tedlis çeşididir. Ravi, hadisini, isnadında kesinlikle rivayeti belirten cezm sığaları yerine kale, an gibi lafızlar kullanarak nakleder. Oysa naklettiği hadisi isnad ettiği kimseden işitmiş değildir. Ondan işittiği zannını uyandıracak şekilde rivayet etmekle isnadında tedlis yapmış olur. Şu haber isnadda tedlisin nasıl yapıldığını gösterecek niteliktedir: “Ali b. Haşrem anlatmıştır: “Bir gün, Sufyan b. Uyeyne'nin yanında idik. Bize “Kale'z-Zuhrî” diyerek bir hadis rivayet etti. Rivayet ettiği hadisi ez-Zuhrî'den bizzat işitip işitmediği soruldu. İşitmediğini söyledi ve şöyle dedi: “Haddesenî Abdurrezzâk, an Ma’mer, ani'z-Zuhrî.” Sufyan b. Uyeyne ez-Zuhri ile aynı asırda yaşamış, onunla görüşmüştür. Ne var ki ondan hiçbir hadis rivayet etmemiştir. Oysa bu haberde görüldüğü gibi önce “kale'z-Zuhrî” diyerek bizzat ondan kendisi işitmişcesine hadis rivayet etmiştir. Hadisi ez-Zuhrî'den işitip işitmediği sorulunca ondan Abdurrezzâk -Ma’mer yoluyla rivayet ettiğini açıklamak zorunda kalmıştır. Buradaki tedlis, isnadda olmuştur ve Sufyân'ın şeyhi Abdurrezzâk ile onun şeyhi Ma’ıner'i söylemeden doğrudan ez-Zuhrî'den rivayet etmişçesine nakletmesiyle meydana gelmiştir. Bu bakımdan isnad tedlisidir. 2. Şuyuh Tedlîsi (Tedlîsu'ş-Şuyûh): Ravinin hadis rivayet ettiği şeyhinin isnadında herkesçe bilinen meşhur isim, künye veya lakabıyla değil, bilinmeyen isim, künye, ya da lakabla anmasryla meydana gelen tedlistir. Raviyi, şeyhinin bütün hadiscilerle bilinen isim vea lakab veyahut künyesi ile anmayıp belirsiz şekilde zikrederek tedlis yapmasına neden olan sebepler çeşitlidir. Şeyh, ya mecruhtur; yani bazı kusurları yüzünden cerhedilmiştir. Ravi onu herkesçe bilinen isim, künye veya lakabıyla andığı takdirde hadisi zayıf sayılacaktır. Onu herkes tarafından bilinmeyen bir isim, lakab, künye veya nisbe ile anmakla mecruh olduğunu gizlemeye çalışır. Ya yaş bakımından kendisinden küçüktür. Yahutta ondan pek çok hadis işitmiştir. Bu hadisleri aynı şahıstan aynı şekillerde rivayet etmek hoşuna gitmez. Bir değişiklik yapmak ister. Bu gibi durumlarda ravi, şeyhini herkesin bileceği şekilde anmamakla tedlis yapmış olur. Söz gelimi Ebu Bekr b. Mucâhid isimli bir ravi, bazı isnadlarmda “haddesenî Abdullah b. Ebî Abdillah” demiştir. Abdullah b. Ebî Abdillah ismiyle andığı şeyhinin muhaddislerce bilinen ismi Abdullah b. Ebî Dâvuddur. Sünen sahibi meşhur muhaddis Ebu Davud'un oğludur. Ebubekr b. Mucâhid'in isnadında şeyhini bütün hadiscilerin bildiği ismiyle değil değişik bir isimle anmış olması şeyhini tedlistir. 3. Tesviye Tedlisi (Tedlîsu't-Tesviye): Ravinin isnadında sika olan raviler arasındaki bir zayıf ravinin adını atlayıp, isnadı aynı seviyede sika ravilerden meydana geliyormuş gibi göstermesinden ibaret tedlistir. Bu tedlis türü el-Irâkî'ye göre ayrı bir tedlis çeşidi, İbn Hacer'e göre ise tedlîsu'l-isnadın bir başka şeklidir. Misal verilecek olursa şu rivayet üzerinde durulabilir: “Bakiyye'den rivayet edilmiştir: (Demiştir ki) bana Ebu Vehbi'l-Esedî tahdis etti. Nafi'den, İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre (şöyle demiştir). “Bir kimsenin görüşünün esasını bilmeden müslümanlığını öğmeyiniz.” Bu hadisin isnadı, aslında Ubeydullah b Amr-İshak b. Ebî Ferve-Nafi- İbn Ömer şeklindedir. Ancak Bakiyye, aradaki İshâk b. Ebî Ferve adındaki zayıf raviyi isnadından düşürüp, bütün isnadı aynı seviyede sika ravilerden ibaret gibi göstermiştir. 1167Diğer taraftan yaptığı tedlisin anlaşılmaması için Abdullah b. Amr isimli şeyhini meşhur olmayan Ebu Vehbi'l-Esedî künyesiyle anmıştır. Böylece hem tesviye hem de şuyuh tedlisi yapmıştır. Hadis Usulü âlimlerine göre en kötü tedlis çeşidi tesviye tedlisidir; zira bu tedlis şeklinde ravi zayıf olan şeyhini çok kere isnadda atlamakla inkitaa sebep olmaktadır. Onu değişik isimle anmakla ise mübhem bırakmakta, böylece tereddüde yol açmaktadır. Tedlisin bu sayılanlardan başka birkaç çeşidi daha vardır. Bunlara dair kısa bilgiler vermek de yerinde olacaktır: Tedlîsu'l-Atf (atıf tedlisi): Ravinin isnadında gerçekte hadis işitmediği şeyhin ismini işittiğinin ismi üzerine atfetmesiyle yaptığı tedlistir. Böyle tedlis yapan ravi isnadında “haddesenâ fulanun ve fulânun” der. Aslında ikinci şeyhten hadis işitmemiştir. Öyle iken işittiği birinci şeyhin ismi üzerine atfederek söylemiş, böylece ondan da işittiği zannını uyandırmıştır. Tedlîsu's-Sukût (Sükût tedlisi): Tedlîsu'1-Kat' de denilen bu tedlis çeşidi, ravinin isnadını söylerken hadis işittiği şeyhinin ismini andıktan sonra bir süre susup başka bir isim söylemesiyle meydana gelir. Ravinin bunu yapmaktaki maksadı, dinleyenler üzerinde gerçekten hadis işitmediği bir şeyhten işittiği intibaını uyandırmaktır. Bunlardan başka İbn Hacer'in farkına vardığı tedlîsu'l-bilâd denilen bir çeşit tedlis daha vardır. Şu şekilde yapılır. Ravi isnadını söylerken falan yerde diye bir kayıt ekler. Aslında söylediği yer, söylediği isimle meşhur olan yer değildir. Mesela Mısırlı bir ravinin İsnadında “haddesenâ fulânun bi'1-Endelus” demesi buna örnek gösterilebilir. Buradaki En-delüs, Endülüs değil, Kahire'de bir mahalle ismidir. Aynı şekilde Bağdatlı bir ravinin “haddesenî fulânun varâ'e'n-nehr” diyerek isnadını sevketmesinde de tedlîsu'l-bilâd söz konusudur; çünkü “bana falanca nehir kenarında tahdis etti” derken kasdettiği yer Mâverâ'un-nehir değil, Dicle kıyışıdır. Böyle tedlis yapan raviler, belki de, hadis elde etmek uğruna uzak yerlere gittikleri, çetin yolculuklar yaptıkları intibaını uyandırarak rivayetlerine ilgi çekmek istemiş olmalıdırlar.

Tedlîsu's-Şuyûh
Bk. Tedlîs.
Karanlığa getirmek, hile yapmak, göz boyamak manasına “delese” kök fiiliniden alınma Tef’il ölçüsünde mastardır. Alışveriş sırasında satıcının sattığı malın kusurunu gizleyerek müşterisini aldatmasına denilmiştir.1165 Hadis terimi olarak tedlis, bir ravinin muasırı olup görüşmediği veya görüştüğü halde hadis almadığı bir şeyhten işitmişçesine rivayette bulunmasına denir. Ravinin hadis işittiği şeyhten gerçekte işitmemiş olduğu hadisi rivayet etmesi de tedlistir. Tarifi açıklamak gerekirse şunlar eklenebilir. Bir ravi aynı asırda yaşadığı bir şeyhle görüşmemiştir. Veya görüşmüş olmakla birlikte ondan hadis rivayet etmemiştir. Böyle iken ondan görüşmüş gibi rivayette bulunursa yaptığı işe tedlis adı verilir. Bunun gibi yalnızca bir-iki hadis işittiği şeyhten aslında işitmemiş olduğu hadisleri ona isnad ederek naklederse aynı işi yapmış demektir. Tedlisin gerek aslındaki karanlık ve hileli iş görmek, gerekse kendisindeki kusuru gizlemek manası dikkate alınırsa görüşmediği şeyhten hadis rivayet eden ravi bu kusurunu gizlemiş demektir. Rivayetlerinde tedlis yapan raviye mudellis, ravinin tedlis yoluyla rivayet ettiği hadise ise mudelles adı verilir. Hadis âlimlerine göre tedlis önemli bir cerh sebebidir. Tedlis yapanlar şiddetle tenkit edilmişlerdir. İmam Şafiî tedlisi yalanın kardeşi saymıştır. Hadis Usulü âlimlerinin büyük çoğunluğu isnadında tedlis olan hadislerin reddedilmesi gerektiği görüşündedir. Aslına bakılırsa bir ravi isnadında mesela şeyhini bilinmeyen bir isim veya künye ile anmak suretiyle tedlis yapmakla onu cehalet ithamına maruz bırakmış demektir. Bir muhaddis, hadis alimleri arasında bilinen isminden başka bir isim veya künye ile söylenen şeyhin kim olduğunu kestiremezse hadisini terk etmesi gerekir. Kaldı ki tedliste çok kere zayıf veya mecruh bir ravi gizlenmiş olur. Bu ise büyük fesattır. 1166Bu ve diğer bazı mühim sebepler göz önünde tutularak hadise yalana eşdeğer hile karışmasına mani olmak gayesiyle tedlis caiz görülmemiş, müdellisler tenkid edilmiştir. Tedlisin birkaç çeşidi vardır. Bunlar hakkında da kısa bilgiler vermek yerinde olur. 1. İsnad tedlîsi (Tedlîsu'l-İsnâd): Hadis ravileri arasında en fazla görülen tedlis çeşididir. Ravi, hadisini, isnadında kesinlikle rivayeti belirten cezm sığaları yerine kale, an gibi lafızlar kullanarak nakleder. Oysa naklettiği hadisi isnad ettiği kimseden işitmiş değildir. Ondan işittiği zannını uyandıracak şekilde rivayet etmekle isnadında tedlis yapmış olur. Şu haber isnadda tedlisin nasıl yapıldığını gösterecek niteliktedir: “Ali b. Haşrem anlatmıştır: “Bir gün, Sufyan b. Uyeyne'nin yanında idik. Bize “Kale'z-Zuhrî” diyerek bir hadis rivayet etti. Rivayet ettiği hadisi ez-Zuhrî'den bizzat işitip işitmediği soruldu. İşitmediğini söyledi ve şöyle dedi: “Haddesenî Abdurrezzâk, an Ma’mer, ani'z-Zuhrî.” Sufyan b. Uyeyne ez-Zuhri ile aynı asırda yaşamış, onunla görüşmüştür. Ne var ki ondan hiçbir hadis rivayet etmemiştir. Oysa bu haberde görüldüğü gibi önce “kale'z-Zuhrî” diyerek bizzat ondan kendisi işitmişcesine hadis rivayet etmiştir. Hadisi ez-Zuhrî'den işitip işitmediği sorulunca ondan Abdurrezzâk -Ma’mer yoluyla rivayet ettiğini açıklamak zorunda kalmıştır. Buradaki tedlis, isnadda olmuştur ve Sufyân'ın şeyhi Abdurrezzâk ile onun şeyhi Ma’ıner'i söylemeden doğrudan ez-Zuhrî'den rivayet etmişçesine nakletmesiyle meydana gelmiştir. Bu bakımdan isnad tedlisidir. 2. Şuyuh Tedlîsi (Tedlîsu'ş-Şuyûh): Ravinin hadis rivayet ettiği şeyhinin isnadında herkesçe bilinen meşhur isim, künye veya lakabıyla değil, bilinmeyen isim, künye, ya da lakabla anmasryla meydana gelen tedlistir. Raviyi, şeyhinin bütün hadiscilerle bilinen isim vea lakab veyahut künyesi ile anmayıp belirsiz şekilde zikrederek tedlis yapmasına neden olan sebepler çeşitlidir. Şeyh, ya mecruhtur; yani bazı kusurları yüzünden cerhedilmiştir. Ravi onu herkesçe bilinen isim, künye veya lakabıyla andığı takdirde hadisi zayıf sayılacaktır. Onu herkes tarafından bilinmeyen bir isim, lakab, künye veya nisbe ile anmakla mecruh olduğunu gizlemeye çalışır. Ya yaş bakımından kendisinden küçüktür. Yahutta ondan pek çok hadis işitmiştir. Bu hadisleri aynı şahıstan aynı şekillerde rivayet etmek hoşuna gitmez. Bir değişiklik yapmak ister. Bu gibi durumlarda ravi, şeyhini herkesin bileceği şekilde anmamakla tedlis yapmış olur. Söz gelimi Ebu Bekr b. Mucâhid isimli bir ravi, bazı isnadlarmda “haddesenî Abdullah b. Ebî Abdillah” demiştir. Abdullah b. Ebî Abdillah ismiyle andığı şeyhinin muhaddislerce bilinen ismi Abdullah b. Ebî Dâvuddur. Sünen sahibi meşhur muhaddis Ebu Davud'un oğludur. Ebubekr b. Mucâhid'in isnadında şeyhini bütün hadiscilerin bildiği ismiyle değil değişik bir isimle anmış olması şeyhini tedlistir. 3. Tesviye Tedlisi (Tedlîsu't-Tesviye): Ravinin isnadında sika olan raviler arasındaki bir zayıf ravinin adını atlayıp, isnadı aynı seviyede sika ravilerden meydana geliyormuş gibi göstermesinden ibaret tedlistir. Bu tedlis türü el-Irâkî'ye göre ayrı bir tedlis çeşidi, İbn Hacer'e göre ise tedlîsu'l-isnadın bir başka şeklidir. Misal verilecek olursa şu rivayet üzerinde durulabilir: “Bakiyye'den rivayet edilmiştir: (Demiştir ki) bana Ebu Vehbi'l-Esedî tahdis etti. Nafi'den, İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre (şöyle demiştir). “Bir kimsenin görüşünün esasını bilmeden müslümanlığını öğmeyiniz.” Bu hadisin isnadı, aslında Ubeydullah b Amr-İshak b. Ebî Ferve-Nafi- İbn Ömer şeklindedir. Ancak Bakiyye, aradaki İshâk b. Ebî Ferve adındaki zayıf raviyi isnadından düşürüp, bütün isnadı aynı seviyede sika ravilerden ibaret gibi göstermiştir. 1167Diğer taraftan yaptığı tedlisin anlaşılmaması için Abdullah b. Amr isimli şeyhini meşhur olmayan Ebu Vehbi'l-Esedî künyesiyle anmıştır. Böylece hem tesviye hem de şuyuh tedlisi yapmıştır. Hadis Usulü âlimlerine göre en kötü tedlis çeşidi tesviye tedlisidir; zira bu tedlis şeklinde ravi zayıf olan şeyhini çok kere isnadda atlamakla inkitaa sebep olmaktadır. Onu değişik isimle anmakla ise mübhem bırakmakta, böylece tereddüde yol açmaktadır. Tedlisin bu sayılanlardan başka birkaç çeşidi daha vardır. Bunlara dair kısa bilgiler vermek de yerinde olacaktır: Tedlîsu'l-Atf (atıf tedlisi): Ravinin isnadında gerçekte hadis işitmediği şeyhin ismini işittiğinin ismi üzerine atfetmesiyle yaptığı tedlistir. Böyle tedlis yapan ravi isnadında “haddesenâ fulanun ve fulânun” der. Aslında ikinci şeyhten hadis işitmemiştir. Öyle iken işittiği birinci şeyhin ismi üzerine atfederek söylemiş, böylece ondan da işittiği zannını uyandırmıştır. Tedlîsu's-Sukût (Sükût tedlisi): Tedlîsu'1-Kat' de denilen bu tedlis çeşidi, ravinin isnadını söylerken hadis işittiği şeyhinin ismini andıktan sonra bir süre susup başka bir isim söylemesiyle meydana gelir. Ravinin bunu yapmaktaki maksadı, dinleyenler üzerinde gerçekten hadis işitmediği bir şeyhten işittiği intibaını uyandırmaktır. Bunlardan başka İbn Hacer'in farkına vardığı tedlîsu'l-bilâd denilen bir çeşit tedlis daha vardır. Şu şekilde yapılır. Ravi isnadını söylerken falan yerde diye bir kayıt ekler. Aslında söylediği yer, söylediği isimle meşhur olan yer değildir. Mesela Mısırlı bir ravinin İsnadında “haddesenâ fulânun bi'1-Endelus” demesi buna örnek gösterilebilir. Buradaki En-delüs, Endülüs değil, Kahire'de bir mahalle ismidir. Aynı şekilde Bağdatlı bir ravinin “haddesenî fulânun varâ'e'n-nehr” diyerek isnadını sevketmesinde de tedlîsu'l-bilâd söz konusudur; çünkü “bana falanca nehir kenarında tahdis etti” derken kasdettiği yer Mâverâ'un-nehir değil, Dicle kıyışıdır. Böyle tedlis yapan raviler, belki de, hadis elde etmek uğruna uzak yerlere gittikleri, çetin yolculuklar yaptıkları intibaını uyandırarak rivayetlerine ilgi çekmek istemiş olmalıdırlar.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget