Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

01/10/20

Muztarib
İftial babında ıztırabdan ismi fail olan muztarib bir zayıf hadîs çeşididir. Bazen bir bazen de birden fazla ravilerden birbirine aykırı şekilde rivayet edilen ravileri adalet ve zabt yönünden yakın derecelerde olduklarından da aralarında herhangi birini tercih etme imkanı olmayan hadîslerdir. Bu tarifi açıklamak gerekirse şunlar söylenebilir: Bir ravi bir sefer rivayet ettiği hadîsi bir başka sefer ilk rivayetinden farklı rivayet eder. Aynı hadisi başka raviler de birbirlerinden farklı naklederler. Bir başka deyişle bir hadîsin birbirine zıt birkaç şekli vardır. Böyle durumlarda aynı hadîsi değişik şekillerde rivayet eden ravilerin hepsi, adalet ve zabt bakımından birbirlerine yakın olduklarından bu rivayetlerden herhangi birini tercih etmek imkanı yoktur. Bu tercihi imkansız hale iztırab denir. Gerek senedinde gerek metninde iztırab olduğu halde rivayet edilen hadîse ise muztarib adı verilir. Bu açıklamadan anlaşılacağı gibi iztırab hadîsin isnadında veya metninde olur. İsnadında daha çoktur. Böyle isnadında iztırab bulunan nıuztaribe muztaribu'l-isnâd, metnindeki ıztırab yüzünden muztarib olana ise muztaribu'1-metn tabir edilir. İsnad ve metinde olan iztırabın misalleri iztırab başlığı altında ayn ayn verilmiştir. Onun için burada tekrar etmeye hacet yoktur. Orada verilen misaller aynı zamanda gerek isnad, gerekse metin yönünden muztaribin de misallerini teşkil ederler. Muztarib hadîsler ravinin vehmi veya zabt kusuru yüzünden hadîsi iyi zabtedememesi sonucu kendi durumundaki ravilere muhalefetinden doğar. Bu sebeple zayıf addedilirler. Bununla birlikte isnadında iztırab bulunan bazı hadîslerin metni sahih olabilir. Bu tıpkı isnadında bulunan illetin bazen hadîsin metninde tesir etmeyişi gibidir. Bunu şöyle bir misalle açıklayabiliriz. Sufyanu's-Sevri ile Sufyan b. Uyeyrıe'den hadîs rivayet eden raviler bellidir. Bunlardan riveyeti olan ravi isnadında bazen haddesenâ Sufyân der. Hangisi olduğu belli olmaz. Hadis de öylece kalır. Böyle olduğundan ravilerin isim, şöhret veya neseblerinden doğan ihtilafdan oluşan iztırabın hadîsin metnine zarar vermeyeceği prensip olarak kabul edilmiştir.

Müzâkere
İki veya daha fazla sayıda insanın birbirlerine hatırlatması, aralarında bir şey müzakereleri manasına müfa'ale babından masdardır. Hadis Usulü ilminde, bilhassa hadîs tarihinde müzâkere muzâkeretu'l-hadîs yerine kullanılır ve hadîs talihlerinin şeyhden yazdıkları hadîsleri aralannda birbirlerine okuyarak müzakere etmelerini ifade eder. Denilebilir ki hadîs müzakeresi en sağlam hadîs öğrenme yollanndan biridir. Hz. Peygamber (s.a.v.) henüz hayatta iken sahâbîlerin öğrendikleri hadîsleri birbirlerine anlatmalan müzakerenin temelini teşkil etmiştir. Hadisler Sahabe arasında bu yolla yayılmıştır. Bilinen tarihi bir gerçektir ki Sahâbilerin çoğu çarşıda-pazarda, mal ve mülklerinin, iş-güçlerinin başında idiler. Öyle olunca Hz. Peygamber bir şey söylediği veya yaptığı zaman onu ancak o anda yanında bulunan sahâbîler duyuyor veya görüyorlardı. Çeşitli vesilelerle bir araya geldiklerinde Hz. Peygamber ile beraber olanlar o gün için işitip gördüklerini diğerlerine de anlatıyorlardı. Tanınmış sahabi Enes b. Mâlik “Bizler Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanında bulunur, ondan hadîs işitirdik. Yanından kalktıktan sonra ondan işittiklerimizi kendi aramızda iyice belleyinceye kadar müzâkere ederdik” diyor.959 Şu hale göre Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadîsleri önce sahabeden işitenlerin veya bir fiili haber veriyorsa görenlerin diğerlerine anlatmasıyle öğrenilmiş ve bu yolla sahâbiler arasında yayılma imkanı bulmuştur. Sahabe ve Tâbi'înden müzâkerenin önemine işaret eden pek çok rivayet vardır. Bir kaçını kaydediyoruz: Hz. Ali: “Bu hadîsleri aranızda devrettirip müzakere ediniz. Bunu yapmazsanız hadîsler kaybolur.” Ebu Saidi'l-Hudrî: “Hadisleri aranızda devrettirerek müzâkere ediniz; çünkü hadîs hadîsi hatırlatır.” 960 İbn Abbas: “Benden bir hadîs işitirseniz onu aranızda müzakere ediniz; çünkü unutmamanız gereken bir şey varsa o da hadîstir. Ona göre hadîslerin bir saat müzakere edilmesi gecenin nafile ibadetle ihyasından daha hayırlıdır.” 961Ebu Saidi'l-Hudri'ye göre ise hadis müzakeresi Kur'ân okumaktan daha efdaldir. İbn Mes'ud müzakereyi hadîslerin hayatı saymıştır. Tanınmış tabiî İbn Şihâbi'z-Zuhrî de ilmin afetinin unutmak ve az müzakere etmek olduğunu söylemiştir. İbnu's-Salâh müzâkereyi hadîs talibinin adabı arasında sayar ve hadîsleri müzâkere etmenin en sağlam hadîs öğrenme sebebi olduğunu söyler. 962 Şeyhten işitmeden müzakere sırasında hadîs öğrenmeye sema'u’l-muzakere diyener vardır. Böyle semâ' kasdı olmaksızın müzâkere edilirken alınan hadîslerin rivayeti konusunda ihtilaf çıkmıştır. Çoğunluk caiz olmadığı görüşündedir. Bununla birlikte bazı şartlarla rivayetinin caiz olduğunu söyleyenler de olmuştur. Caiz görenler, müzâkere yoluyla öğrenilen hadîslerin semâ'a delalet eden eda lafızlarıyla değil, enbe'enâ gibi daha aşağı lafızlarla rivayet edilmesi gerektiği görüşündedirler. Bu görüşte olanlar, enbe'enâ muzâkereten demenin daha doğru olacağını söylemişlerdir.

Muvâfakati Mukayyede
Bk. İbdâl.
Sözlükte değiştirmek, bir nesnenin yerine diğerini getirmek mânâsına gelir Hadis usulü ıstılahı olarak ibdâl, uluvvü nisbînin kısımlarından biridir. Şöyle tarif edilir: Bir ravi, el-Kutubu's-Sittede veya başka hadis kitaplarının birinde bulunan hadislerden birini o kitabın tankından başka bir tarik ile musannifin şeyhinde musannıfla buluşmak üzere daha az sayıda ravi ile rivayet ederse buna muvafakat adı verilir. Şayet söz konusu muvafakat kitap sahibinin şeyhinin şeyhinden daha az ravi ile hasıl olursa isnadın bu şekilde meydana gelen ulüvvüne ibdâl denir. İsnadın musannıfta nisbetle âlî oluşunun bu kısmına ibdâl denilmesi, hadisi rivayet edilen kitap sahibinin şeyhinin şeyhinden rivayet eden ravi, o kitap sahibinin şeyhinden bedel olduğu içindir. Bu sebeple ibdâle, şeyhin şeyhine nisbetle muvafakat sözü konusu olduğundan şeyhu'ş-şeyhte muvafakat da denir. Muvafakati mukayyede diyenler de vardır. Şu hadis ibdâle misal verilebilir. Tirmizî, Ali b. Hucr -Halef b. Halîfe - Humeyd el-A'rec - Abdullah İbnu'l-Hâris - İbn Mes'ûd isnadiyle Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle buyurduklarını rivayet eder: “Rabbi kendisiyle konuştuğu gün Hz. Musa'nın üzerinde yün setre, yün cübbe, yün külah, yün şalvar vardı. Ayakkabıları ise ölü eşek derisinden yapılmıştı.” 402 Aynı hadisi el-Irakî, İbn Arefe cüzünden bir başka tarîkla ve iki ravi eksiğiyle Tirmizî'nin şeyhinin şeyhi olan Halef b. Halîfe'den rivayet etmiştir. Bu durumda el-Irâkî, kendi isnadında önce Halefe nisbetle uluvv temin etmiş; ayrıca Tirmizı'nin şeyhinin şeyhi olan Halefte daha az ravi ile muvafakat sağlamıştır. Sonuç olarak da kendi tarikından rivayetinde Haleften rivayette bulunan ravisi, Tirmizî'nin şeyhi olan Ali b. Hucr'e bedel vaki olmuştur. İbnu's-Salâh ve ona tabi olarak en-Nevevî, el-Irâkî ve es-Suyûtî'ye göre ibdalin tarifinde uluvv yani daha az ravi ile rivayet söz konusudur. Nitekim İhnu's-Salâh, “isnadda uluvv olmazsa bunlara muvafakat veya bedel denmez. Gerçi isnad âlî olmasa da muvafakat ve ibdal hasıl olur. Ancak o takdirde bunlara iltifat edilmeyeceğinden bu isimler verilmez” diyorsa da403, bütün muhaddislerin bu ıstılahta birleştikleri bazı karinelerden anlaşılmaktadır. Nitekim ez-Zehebî ile diğer bazı Hadis Usûlü âlimleri isnadda uluvv olmaksızın da muvafakat ve bedel tabirlerini kullanmışlardır. 404 Uluvv söz konusu olmayan bedele İbdâl-i nazil diyenler olmuştur.

Muvâfakat
Sözlükte bir nesneyi bir nesneye uydurmak ve bir kimseye rastgelmek demektir. Hadis terimi olarak uluvvu nisbînin kısımlarından biridir. Bir hadîs kitabındaki hadîslerden birini, kitaptaki isnaddan başka bir isnadla müellifin şeyhi ile buluşmak üzere daha az sayıdaki raviden oluşan isnadla rivayet etmeye denir. Böyle bir rivayette müellifin şeyhine âlî isnadla ulaşmakla uluvv hasıl olur. Müellife de muvafakat edilmiş demektir. Bir diğer ifadeyle bir kitapta bulunan bir hadîsi bir başka muhaddis, müellifinin şeyhinden rivayet etmekle ona muvafakat etmiş sayılır. Meselâ Buharî'nin en âlî isnadı olan sülâsî, isnadıyla rivayet “Ya Enes (b. Nadr), Kısas Allah'ın farz kıldığı bir hükümdür” 925hadîsini bir ravi Buhârî'ye varan tariktan başka bir tarikla Cuz'u'l-Ensâr kitabının tankından rivayet etmiş olsa Buhari ile muvafakat hasıl olur. 926 Burada işaret etmek yerinde olur ki uluvv-u nisbinin kısımlanndan sadece muvafakat ile ibdalde uluvv yani daha az sayıda ravi ile rivayet kaydı vardır. Bu İbnu's-Salah, ona tabi olarak en-Nevevîi, el-Irakî ve es-Suyûti’nin tarifleridir. Nitekim İbnu's-Salâh, “İsnadda uluvv olmazsa bunlara muvafakat veya ibdâl denmez. Gerçi isnad âli olmazsa da yine muvafakat ve ibdal bulunur. Fakat o takdirde de bunlara iltifat edilmeyeceğinden o isimler verilmez” der. 927Bununla birlikte ez-Zehebî ile diğer bazı usûl alimleri isnadda uluvv olmaksızın muvafakat ve bedel tabirlerini kullanmışlar ve isnad âli olduğu takdirde muvafakat -i âliye veya bedel-i âlî demişlerdir. Hatta ez-Zehebî'nin yerine göre “vâfaknâhu bi-nuzûlin” (Bu kitaba nüzul ile muvafakat etmiş olduk) tabirini kullanmıştır. Demek oluyor ki diğer alimler muvafakati isnadın âli olmasıyle sınırlandırdıkları halde o nüzul ile sınırlandırmıştır.

Muttehem Bi'l-Vad’
Cerh lafızlarından olan bu tabir hadîs uydurmakla itham edilen manasınadır. Cerhin beşinci derecesine delalet eder. Hakkında muttehemun bi'l-vaz' denilerek cerh hükmü verilen râvi hadîs uydurmak gibi ağır bir ithama ma'ruz kalmış demektir. Kendisi terk edileceği gibi hadîsleri de yazılmaz. İ'tibar için dahi dikkate alınmaz. İstişhada yarayışlı sayılmaz. Kısacası hadîs uydurma ithamı ile cerhedilen ravi her yönden terk edilmiştir. Hadisleri de merduddur.

Müttefik Ve Mufterik
İsim künye ve nisbeleri yazılış ve okunuş bakımından aynı olup da kendileri ayrı olan raviler Hadîs Usulü ilminde bu başlık altında incelenirler. Bu bahis mu'telif ve muhtelif den farklıdır. O bahiste hat yönünden aynı yazıldığı halde okunuşu farklı isimler, lakablar, künyeler ve nisbetler ele alınır. Müttefik ve mufterik konusunun aslı ise isimleri, yerine göre baba isimleri aynı yazılıp okunduğu halde kendileri başka başka kimseler olan raviler konusunu ele alır. İbnu's-Salâh'a göre müttefik ve mufterik konusu Usulü Fıkıhtaki müşterek gibidir. Birkaç kısma ayrılır. Bunlardan birincisi kendi isimleri ile babalarının isimleri aynı olanlardır. el-Halil b. Ahmed ismi buna misaldir; zira bu isimde altı kişi vardır. İlki Kitabu'1-Arûz sahibi Basralı Nahivci Halil b. Ahmed'dir. rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s)'in Ahmed ismini ilk defa o almıştır. İkincisi Ebu Bişr el-Muzenî'dir ki onun ismi de Halil b. Ahmed'dir. Üçüncüsü İsfahanlı Halil b. Ahmed'dir ki el-Abbâsu'1-Anberî ve diğer bazı raviler kendisinden hadîs almışlardır. Dördüncüsü Hanefî fakihle-rinden Kadı Ebu Saîdi's-Siczî'dir. İbn Hu-zeyme ve el-Beğâvî'den rivayeti vardır. Beşincisi ise Kadı Ebu Saidi'l-Bustî olup yukarıda adı geçen el-Halilu's-Siczî'den rivayeti vardır. Ahmed İbnu'l-Muzaffer el-Bekrî tarikıyla İbn Ebî Hayseme'nin tarîkini rivayet etmiştir. Altıncısı ise yine Ebu saidi'l-Bustî künyesiyle tanınan el-Halil b. Ahmed'dir. Bu zat Şafii olup birkaç ilimde behresi olan fazıl biridir. Endülüs'e giderek orada hadîs okutmuştur. Müttefik ve mufterik isimlerin ikinci kısmını kendi isimleri, baba isimleri, dede isimleri bir olanlar teşkil eder. Ahmed b. Ca'fer b. Hamdan ismi gibi. Bu isimde hepsi de aynı asırda yaşamış dört şahıs vardır. Birincisi Bağdatlı Ebu-bekr'dir. Abdullah b. Ahmed b. Han-bel'den rivayet etmiştir. İkincisi es-Sakati'dir. Onun künyesi de Ebubekr olup Abdullah b. Ahmed b. İbrahim ed-Devrakî'den rivayette bulunmuştur. Üçüncüsü Dîneverî'dir. Abdullah b. Muhammed b. Sinan'dan rivayet etmiştir. Dördüncüsü ise Tarsûsî'dir. Abdullah b. Câbiri't-Tarsûsî'den Muhammed b. İsa't-Tabba’ın tarihini rivayet etmiştir. Aynı şekilde Muhammed b. Yakub b. Yusuf en-Nîsâbûri isminde iki kişi vardır. İkisi de aynı asırda yaşamıştır. el-Hâkim ikisinden de rivayette bulunmuştur. Bunlardan birincisi ebu'l-Abbâsi'l-Esam’dır. İkincisi ise Ebu Abdillah eş-Şeybanî olup hadîs hafızı olarak bilinir. Müttefik ve mufterik'in üçüncü kısmını künye ve nisbeti aynı olanlar oluştururlar. Misal olarak Ebu İmran el-Cevnî'yi verebiliriz. Bu künye ve nisbette iki kişi meşhurdur. Birisi tabii Abdulmelik b. Habîb, birisi de Musa b. Sehl'dir. Musa Basralı olup Da'lec b. Ahmed ve başkalarından hadîs rivayet etmiştir. Bu kısma yakın bir misal de Ebu Bekr b. Ayyaş'dır. Bu künye ile bilinen üç kişi vardır. Birisi el-Karî, diğeri el-Himsî, üçüncüsü ise Kitâbu Garibî'l-Hadîs müellifi es-Sulemî el-Bâcuddâî’dir, Dördüncü kısım, üçüncünün aksine kendi isimleri ile babalarının künyeleri müttefik olanlardır. Salih b. Ebî Salih gibi. Bu isimde dört kişi vardır. Hapsi de tabiî'dir. Birincisi Tev'eme bint Nureyye b. Halefin kölesi Salih; ikincisi babası Ebu Salih Zekvân es-Semmân; üçüncüsü Salih b. Ebî Salih'tir. Beşinci kısım: İsimleri, baba isimleri ve nisbetleri aynı olanlardır. Muhammed b. Abdillahi'l-Ensâri gibi ki bu isimde birbirine yakın tabakadan iki kişi vardır. Birincisi Kadı Ebu Abdillah Muhammed b. Abdillah el-Ensâri'dir. İkincisinin künyesi Ebu Seleme olup hadîste zayıftır. Altıncı kısım: Sadece isimleri veya künyeleri iltifak edenlerdir. Böyle müttefik isimler pek çoktur. Bu kısımda sadece isim veya künye benzerliği söz konusu olduğundan isimleri veya künyeleri aynı olan ravilerin kim olduklarının tesbiti çok kere müşkilat doğurur. Fakat hadîs ravilerinin hal tercümelerini iyi bilen alimler bu müşkülü halletmişlerdir. Söz gelimi Arim'in ve Süleyman b. Harbin “Haddesenâ Hammâd” demeleri halinde bu Hammad, Hammad b. Zeyd'dir. et-Tebûzekî ve el-Haccâc b. Minhal'in “Haddesenâ Hammâd” demeleri halinde ise kasdettikleri Hammâd b. Seleme'dir. Affan b. Müslim'in “Haddesenâ Hammâd” dediğinde kasdettiği iki Hammad'dan biri olabilir. Bununla beraber Muhammed b. Yahya'z-Zuhli'den rivayete göre o, “Haddesenâ Hammâd” dediğinde Hammâd b. Seleme'yi kasdeder. Yine rivayet edildiğine göre Seleme b. Süleyman bir gün hadîs rivayet ederken “Ahberanâ Abdullah” demiştir. “Kimin oğlu Abdullah?” diye sorulduğunda şöyle demiştir. “Subhanallah! Size her hadîsi rivayet ederken Haddesenâ Abdullah İbnu'l-Mubârek, Ebu Abdurrahman el-Hanzalî; Evi de Mekke'de Suğd sokağında” dememi mi istiyorsunuz? Şunu iyi bilin ki Mekke'de “Haddesenâ Abdullah” denilirse bu Abdullah İbnu'z-Zubeyr'dir. Medine'de “Abdullah “ denildiğinde de Abdullah b. Ömer kasdedilir. Kufe'de “Abdullah” denilmesi halinde kasdedilen Abdullah b. Mes'ud'dur. Basra'da “Abdullah” denilirse maksad Abdullah b. Abbas'Ur. Ebu Ya'lâ'l-Halîlî de şöyle demiştir. “Mısırlı bir ravi nisbet etmeden “an Abdillah” dediğinde kasdettiği Abdullah b. Amr İbni'l-Abbas'dır.” Mekkeli biri isnadında “an Abdillah” derse maksadı Abdullah b. Abbas'ür. Müttefik ve mufterik'in yedinci kısmı sadece nisbette müttefik ve müşterek olanlardır. Meselâ Âmûlî nisbeti hem Taberistan yöresinde bulunan Âmule, hem de Ceyhun taraflarındaki Âmûle mensup alimler için kullanılır. Hadis ravilerinin çoğu Taberistan yöresindeki Âmûle mensup oldukları halde Buharı şeyhlerinden Abdullah b. Hammâd el-Âmûlî Ceyhun Âmûlüne mensuptur. Dolayısiyle iki Mağribli alim, Ebu Ali elĞassânî ile Kadî İyad’ın, Abdullah b. Hammâd'ın Taberistan Âmûlüne mensup olduğunu söylemeleri yanlıştır. el-Hanefî nisbesi de öyledir. Hem Benu Hanîfe kabilesine mensup olanlar, hem de Ebu Hanîfe'nin mezhebine mensup kişiler için kullanılır. Bununla birlikte alimlerin çoğu, bilhassa kimi hadîsciler Hanefî mezhebine mensup olanları ayırmak için el-Hanifî nisbesini kullanmışlardır. Müttefik ve mufterik isimlerden bilhassa sadece isimleri aynı olanların kim oldukları çok kere isnadlarında açıklanmıştır. Bazen ravinin ve şeyhinin hallerinden belli olur; bazen de zanna dayanarak açıklanır. Nitekim el-Kasımu'1-Mutarriz bir gün “An Ebî Hemmâm ve ğayrihi -ani'l-Velîd b. Müslim - an Sufyân” isnadıyle bir hadîs rivayet eder. Hafız Ebu Tâlib b. Nasr “İsnaddaki Sufyân kimdir?” diye sorunca “Sufyanu's-Sevrî” cevabını verir. Ebu Tâlib “Hayır, bu isnaddaki Sufyân b. Uyeynedir” diye itiraz eder. el-Mutarriz “Nereden biliyorsun İbn Uyeyne olduğunu?” deyince de şöyle der: “Çünkü el-Velîd b. Müslim'in Sufyanu's-Sevri'den rivayet ettiği hadîsler sayılıdır. Oysa el-Velid, İbn Uyeyne'nin hadîsleriyle doludur.” 923 el-Muttefik ve'1-Mufterik konusunda en önemli kitap el-Haübu'l-Bağdadî'ye aittir ve el Müttefik ve'1-Mufterik adını taşır. Konusunda en nefis eser odur. Hafız İbn Hacer bu kitabı kısaltmak istemiş ancak çalışması sonuçlanmamıştır. Ebu Abdillah Muhammed İbni'n-Neccâri'l-Bağdadî'nin ve Ebubekr el-Cevzakî'nin kitapları da anılmaya değer eserlerdir.

Muttefekun Aleyh
“Sözlük bakımından “üzerine birleşilmiş olan şey” manasına bir tabirdir. Buhâri ile Müslim'in her ikisinin ittifakla sahih kabul ederek sahihlerine aldıkları hadîslere denir. Buhârî ile Müslim'in sahihleri, İslâm âlimlerinin tamamına yakın büyük çoğunluğu tarafından Kur'ân-ı Kerim'den sonra en sahih kitap olarak kabul edilmiştir. Bu bakımdan her ikisinde birden yeralan hadîsler sahihin en yüksek derecesini teşkil ederler. Bununla birlikte muttefekun aleyh tabiri, az da olsa, hadîs alimlerinin sıhhati üzerinde ittifak ettikleri hadîs manasına da kullanılmıştır. Nitekim İbnu's-Salâh'a göre sahih hadîsler muttefekun aleyh ve muhtelefun fihi olarak iki kısma ayrılır. 920İlki sıhhatinde görüş birliğine varılan; ikincisi ise ihtilaf edilen hadîslerdir. Ancak, kaydetmek gerekir ki, bir hadîs hakkında muttefekun aleyh denildiğinde ilk manasına alınır ve Buhârî ile Müslim'in kitaplarında ittifakla naklettikleri sahihin ilk mertebesindeki hadîsler kasdedilmiş olur. İbnu'l-Cevzi'nin kaydettiğine göre muttefekun aleyh hadîsler 2317 tanedir. 921Bunları bir araya toplayan iki kıymetli eser vardır. Bunlardan birincisi, Muhammed Habibullah eş-Şinkitî'nin Zâ'du'l-Muslim fime'ttefeka Aleyhi'l-Buhârî ve Muslimi: diğeri, Muhammed Fuad Abdulbâki'nin el-Lu'lu'u ve'1-Mercân fi me'ttefeka Aleyhi'ş-Şeyhân isimli eseridir. Sonuncusu Türkçeye de çevrilmiştir.

Muttasıl
Kelime olarak ulaştırmak, eklemek manasına gelen “vasele” kök fiilinin iftial babında ism-i faili olan muttasıl, herbiri kendinden önceki ravi ile görüşüp ondan bizzat işiterek veya başka hadîs rivayet usulleriyle almak suretiyle rivayette bulunan ravilerden meydana gelen isnada denir. Böyle birbirleriyle bizzat görüşerek hadîs rivayet etmiş bulunan ravilerden meydana gelen isnadla rivayet edilen hadîse dendiği de olur. Senedi teşkil eden ravilerden herbirinin hadîs rivayet ettiği şeyhiyle görüşerek ondan bizzat işitmek veya diğer hadîs rivayet usullerinden biriyle almak suretiyle rivayette bulunması isnadın kesiksiz olması demektir. İsnadın böyle kesiksiz olmasına ittisal denir. İttisalle hadîsin sıhhatine tesir eden sıhhat şartlarından biri gerçekleşmiş olmaktadır. Muttasıla mevsul diyenler de vardır.

Mutkin
Bir işi sağlam yapmak manasında itkandan ismi fa'ildir. Hadis Usulünde adalet ve zabt vasıflarını haiz olmakla beraber gerek hadîs tahammülünde gerekse rivayetinde az da olsa gafletten uzak, rivayet şartlarına büyük bir dikkat ve itina ile rivayet eden, işinin ehli, titiz ve böyle olduğu için itkan sahibi olduğunu belirtmekte kullanılan tabirlerdendir. Mutkin vasfıyla nitelenen muhaddisler hadîs ilminin erbabı ve o ilimde belli bir yüksek mevkiye gelmiş kimselerdir. Mutkin tabiri bir de ta'dil lafzı olarak kullanılır. İbn Ebî Hâtim'in tertibine göre tadilin birinci, Zehebî'nin tertibinde ikinci, İbn Haceri'l Askâlânî'nin tertibinde ise üçüncü derece ta'dile delalet eder. Tadilin İbn Hacer'in tertibi esas olmak üzere en kuvvetlisinden itibaren ilk üç mertebesindeki lafızlarla adaletine hükmedilen ravilere pek ziyade güvenilir. Başka suretle hataları açığa çıkmadıkça - ki o da pek nadir vaki olur- rivayetleri dînî konularda gönül rahatlığı ile hüccet kabul edilir.

Mütevatir-i Ma'nevî
Bk. Mütevâtir.
Sözlükte tefâul vezninde bir kaç iş birbiri ardınca gelmek, birbiri ardınca gelen şeyler arasında bir miktar fasıla ve fetret olarak peyderpey görünmek manasına 952 tevatürden ismi faildir. “Tevâtere'l-mataru” denir ki, aralıksız yağmur yağdı demektir. Hadîs ilminde mütevâtir, her tabakada Hz. Peygamber (s.a.s) üzerine yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan çok sayıda ravi tarafından görerek veya işiterek rivayet edilen habere (hadîse) denir. Bu tarife göre, şu hadîs mütevâtirdir denildiği zaman o hadîsin Hz. Peygamber (s.a.s)'in ağzından yalan uydurmalarını aklın kabul etmediği kalabalık denebilecek sayıda sahâbî tarafından Allah Resulünden görülerek veya işitilerek rivayet edilmiş olması, aynı şekilde herbiri ayrı ülkelerden oldukları, sayılan da fazla olduğu için yalan söylemek üzere birleştiklerini aklın kabul etmediği tabiîlerden kalabalık bir grub tarafından sahâbîlerden rivayet edilmesi, onlardan da aynı vasfa sahip kalabalık bir cemaat tarafından nakledilen hadîs olduğu anlaşılır. İsnadı böyle olan ravilerin rivayet ettiği hadîslerin mütevâtir olabilmesi için tarif içindeki şartlann bir arada olması gerekir. Bunlara şurûtu'l-mutevâtir (mü'tevatirin şartlan) denir. (Bk. Şurûtu'l-Mutevâtir). Mütevâtir hadîsler mutevatir-i lafzî (lafzen mütevâtir) ve mütevatir-i ma'nevi (ma'nen mütevâtir) olmak üzere iki kısma ayrılır. Lafzî mütevâtir, lafzında tevatür hasıl olan hadîslerdir. Ma'nen mütevâtir ise lafızları az çok birbirinden farklı olmak üzere manasında tevatür yoluyla rivayet edilen hadîstir. Mütevatirin bu iki kısmı şöyle bir misalle daha iyi anlaşılabilir. Diyelim ki bir kimsenin sadaka verdiğine dair çeşitli rivayetler gelse, bu rivayetlerin birinde o kimsenin deve sadaka ettiği, bir başkasında at, bir diğerinde koyun sadaka verdiği belirtilse bu haberin sadaka verme hususu ma'nen mütevâtir olur. 953Eğer böyle bir haber hep aynı sözlerle rivayet edilirse o zaman da lafzen mütevâtir adını alır. Hem lafzı, hem manası mütevâtir olan tek eser Kur'ân-ı Kerim'dir. İbnu's-Salâh'a göre zarurî ilim ifâde edecek nitelikte mütevâtir hadîs bulmak zordur. Gerçek manada mütevatire ancak, “Kim benim üzerime bilerek yalan uydurursa Cehennemdeki yerine hazırlansın.” hadîsi 954 misâl verilebilir. 955İbn Haceri'l-Askalânî buna itiraz ederek şöyle der: “Gerek İbnu's-Salâh’ın bu şartları ihtiva eden mütevatirin nadir bulunduğu ve gerekse başkalarının hiç bulunmadığı yolundaki iddiaları yersizdir; çünkü bu gibi iddialar, isnadların çokluğuna ve adet olarak yalan üzerinde birleşmelerini yahut yalanın onlardan ittifakla sadır olmasını imkansız kılan ricalin hallerine ve özelliklerine gerektiği şekilde muttali olamamaktan doğmuştur. Hz. Peygamber'in hadîsleri arasında mütevatirin çok denecek kadar bulunduğunu ortaya koyan delillerin en güzeli, doğu ve batıda ilim ehlinin ellerinde dolaşan ve musannıflarına nisbetlerindeki doğruluğu kesinlikle bilinen birçok hadîs kitabı, bir hadîsin ihraç ve rivayetinde ittifak ettiği ve bu hadîs tarikları ile isnadları, diğer şartların tahakkuku ile birlikte yalan üzerinde ittifak etmelerini adeten imkansız kılacak şekilde çoğaldığı zaman, o hadîsin söyleyenine nisbetindeki doğruluk hakkında yakîn derecesinde ilim hasıl olur. Meşhur kitaplarda bu şekilde hadîsler pek çoktur.” 956 İbn Hacer'in çok olarak nitelediği mütevatirden en fazla meşhur olan birkaçı şunlardır: Yukarıda nakledilen “men kezebe aleyye” hadîsi (yetmişbeş sahâbiden rivayet edilmiştir). 957“Mesh ale'l-huffeyn” (yetmiş kusur sahâbi); “havz” hadîsi (elli kusur); “Refu'l-yedeyn fis-Salât” hadîsi (elli sahâbi); “nezele”l-Kurânu'alâ Seb'ati ehrufin” hadîsi (yirmi yedi sahâbî); “Kabir azabı” hadîsi (otuziki sahâbî), “kabirde münker-nekir meleklerini ölüyü sorguya çekmeleri” hadîsi (yirmi altı); “İhlas suresinin Kur'ân-ı Kerim'in üçte birine muadil olduğuna dair hadîs” yirmi sahâbî tarafından rivayet edilerek tevatür derecesine ulaşmıştır. Mütevâtir hadîsleri toplayan eserler içinde en mühim olanlar şunlardır: 1. el-Fevâ'i'du'1-Mutekâsire fî'1-Ahbâri'l-Mutevatire: es-Suyûti. 2. el-Ezhâru'1-Mutenâsire fi'1-Ahbâri'l-Mutevâtire: Bu da es-Suyûti'nindir ve ilkinden derlemedir. Yüz mütevâtir hadîsi ihtiva eder. 3. el-Le'ali'1-Mutenâsire fî'1-Ahâdisi'l-Mutevâtire: Muhammed Murtaza'l-Huseynî. 4. el-Hırzu'1-Meknûn min Lafzi'l-Ma'sumi'l-Me’mûn: Sıddık b. Hasen b. Ali el-Kannûcî. 958 5. Nazmu'l-Mutenâsir mine'l-Hadîsi’1-Mutevâtir: Ca'feru'l-Hüseyni el-Kettâni. Bu eser es-Suyûti'nin el-Ezharı ile değişik kaynaklardan derlenmiş 310 mütevâtir hadîs ihtiva eder. Baş tarafında mütevatirle ilgili hayli kıymetli malumat vardır. 1327 de Fas'da basılmıştır. Diğer baskıları da vardır.

Mütevatir-i Lafzî
Bk. Mütevâtir.
Sözlükte tefâul vezninde bir kaç iş birbiri ardınca gelmek, birbiri ardınca gelen şeyler arasında bir miktar fasıla ve fetret olarak peyderpey görünmek manasına 952 tevatürden ismi faildir. “Tevâtere'l-mataru” denir ki, aralıksız yağmur yağdı demektir. Hadîs ilminde mütevâtir, her tabakada Hz. Peygamber (s.a.s) üzerine yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan çok sayıda ravi tarafından görerek veya işiterek rivayet edilen habere (hadîse) denir. Bu tarife göre, şu hadîs mütevâtirdir denildiği zaman o hadîsin Hz. Peygamber (s.a.s)'in ağzından yalan uydurmalarını aklın kabul etmediği kalabalık denebilecek sayıda sahâbî tarafından Allah Resulünden görülerek veya işitilerek rivayet edilmiş olması, aynı şekilde herbiri ayrı ülkelerden oldukları, sayılan da fazla olduğu için yalan söylemek üzere birleştiklerini aklın kabul etmediği tabiîlerden kalabalık bir grub tarafından sahâbîlerden rivayet edilmesi, onlardan da aynı vasfa sahip kalabalık bir cemaat tarafından nakledilen hadîs olduğu anlaşılır. İsnadı böyle olan ravilerin rivayet ettiği hadîslerin mütevâtir olabilmesi için tarif içindeki şartlann bir arada olması gerekir. Bunlara şurûtu'l-mutevâtir (mü'tevatirin şartlan) denir. (Bk. Şurûtu'l-Mutevâtir). Mütevâtir hadîsler mutevatir-i lafzî (lafzen mütevâtir) ve mütevatir-i ma'nevi (ma'nen mütevâtir) olmak üzere iki kısma ayrılır. Lafzî mütevâtir, lafzında tevatür hasıl olan hadîslerdir. Ma'nen mütevâtir ise lafızları az çok birbirinden farklı olmak üzere manasında tevatür yoluyla rivayet edilen hadîstir. Mütevatirin bu iki kısmı şöyle bir misalle daha iyi anlaşılabilir. Diyelim ki bir kimsenin sadaka verdiğine dair çeşitli rivayetler gelse, bu rivayetlerin birinde o kimsenin deve sadaka ettiği, bir başkasında at, bir diğerinde koyun sadaka verdiği belirtilse bu haberin sadaka verme hususu ma'nen mütevâtir olur. 953Eğer böyle bir haber hep aynı sözlerle rivayet edilirse o zaman da lafzen mütevâtir adını alır. Hem lafzı, hem manası mütevâtir olan tek eser Kur'ân-ı Kerim'dir. İbnu's-Salâh'a göre zarurî ilim ifâde edecek nitelikte mütevâtir hadîs bulmak zordur. Gerçek manada mütevatire ancak, “Kim benim üzerime bilerek yalan uydurursa Cehennemdeki yerine hazırlansın.” hadîsi 954 misâl verilebilir. 955İbn Haceri'l-Askalânî buna itiraz ederek şöyle der: “Gerek İbnu's-Salâh’ın bu şartları ihtiva eden mütevatirin nadir bulunduğu ve gerekse başkalarının hiç bulunmadığı yolundaki iddiaları yersizdir; çünkü bu gibi iddialar, isnadların çokluğuna ve adet olarak yalan üzerinde birleşmelerini yahut yalanın onlardan ittifakla sadır olmasını imkansız kılan ricalin hallerine ve özelliklerine gerektiği şekilde muttali olamamaktan doğmuştur. Hz. Peygamber'in hadîsleri arasında mütevatirin çok denecek kadar bulunduğunu ortaya koyan delillerin en güzeli, doğu ve batıda ilim ehlinin ellerinde dolaşan ve musannıflarına nisbetlerindeki doğruluğu kesinlikle bilinen birçok hadîs kitabı, bir hadîsin ihraç ve rivayetinde ittifak ettiği ve bu hadîs tarikları ile isnadları, diğer şartların tahakkuku ile birlikte yalan üzerinde ittifak etmelerini adeten imkansız kılacak şekilde çoğaldığı zaman, o hadîsin söyleyenine nisbetindeki doğruluk hakkında yakîn derecesinde ilim hasıl olur. Meşhur kitaplarda bu şekilde hadîsler pek çoktur.” 956 İbn Hacer'in çok olarak nitelediği mütevatirden en fazla meşhur olan birkaçı şunlardır: Yukarıda nakledilen “men kezebe aleyye” hadîsi (yetmişbeş sahâbiden rivayet edilmiştir). 957“Mesh ale'l-huffeyn” (yetmiş kusur sahâbi); “havz” hadîsi (elli kusur); “Refu'l-yedeyn fis-Salât” hadîsi (elli sahâbi); “nezele”l-Kurânu'alâ Seb'ati ehrufin” hadîsi (yirmi yedi sahâbî); “Kabir azabı” hadîsi (otuziki sahâbî), “kabirde münker-nekir meleklerini ölüyü sorguya çekmeleri” hadîsi (yirmi altı); “İhlas suresinin Kur'ân-ı Kerim'in üçte birine muadil olduğuna dair hadîs” yirmi sahâbî tarafından rivayet edilerek tevatür derecesine ulaşmıştır. Mütevâtir hadîsleri toplayan eserler içinde en mühim olanlar şunlardır: 1. el-Fevâ'i'du'1-Mutekâsire fî'1-Ahbâri'l-Mutevatire: es-Suyûti. 2. el-Ezhâru'1-Mutenâsire fi'1-Ahbâri'l-Mutevâtire: Bu da es-Suyûti'nindir ve ilkinden derlemedir. Yüz mütevâtir hadîsi ihtiva eder. 3. el-Le'ali'1-Mutenâsire fî'1-Ahâdisi'l-Mutevâtire: Muhammed Murtaza'l-Huseynî. 4. el-Hırzu'1-Meknûn min Lafzi'l-Ma'sumi'l-Me’mûn: Sıddık b. Hasen b. Ali el-Kannûcî. 958 5. Nazmu'l-Mutenâsir mine'l-Hadîsi’1-Mutevâtir: Ca'feru'l-Hüseyni el-Kettâni. Bu eser es-Suyûti'nin el-Ezharı ile değişik kaynaklardan derlenmiş 310 mütevâtir hadîs ihtiva eder. Baş tarafında mütevatirle ilgili hayli kıymetli malumat vardır. 1327 de Fas'da basılmıştır. Diğer baskıları da vardır.

Mütevâtir
Sözlükte tefâul vezninde bir kaç iş birbiri ardınca gelmek, birbiri ardınca gelen şeyler arasında bir miktar fasıla ve fetret olarak peyderpey görünmek manasına 952 tevatürden ismi faildir. “Tevâtere'l-mataru” denir ki, aralıksız yağmur yağdı demektir. Hadîs ilminde mütevâtir, her tabakada Hz. Peygamber (s.a.s) üzerine yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan çok sayıda ravi tarafından görerek veya işiterek rivayet edilen habere (hadîse) denir. Bu tarife göre, şu hadîs mütevâtirdir denildiği zaman o hadîsin Hz. Peygamber (s.a.s)'in ağzından yalan uydurmalarını aklın kabul etmediği kalabalık denebilecek sayıda sahâbî tarafından Allah Resulünden görülerek veya işitilerek rivayet edilmiş olması, aynı şekilde herbiri ayrı ülkelerden oldukları, sayılan da fazla olduğu için yalan söylemek üzere birleştiklerini aklın kabul etmediği tabiîlerden kalabalık bir grub tarafından sahâbîlerden rivayet edilmesi, onlardan da aynı vasfa sahip kalabalık bir cemaat tarafından nakledilen hadîs olduğu anlaşılır. İsnadı böyle olan ravilerin rivayet ettiği hadîslerin mütevâtir olabilmesi için tarif içindeki şartlann bir arada olması gerekir. Bunlara şurûtu'l-mutevâtir (mü'tevatirin şartlan) denir. (Bk. Şurûtu'l-Mutevâtir). Mütevâtir hadîsler mutevatir-i lafzî (lafzen mütevâtir) ve mütevatir-i ma'nevi (ma'nen mütevâtir) olmak üzere iki kısma ayrılır. Lafzî mütevâtir, lafzında tevatür hasıl olan hadîslerdir. Ma'nen mütevâtir ise lafızları az çok birbirinden farklı olmak üzere manasında tevatür yoluyla rivayet edilen hadîstir. Mütevatirin bu iki kısmı şöyle bir misalle daha iyi anlaşılabilir. Diyelim ki bir kimsenin sadaka verdiğine dair çeşitli rivayetler gelse, bu rivayetlerin birinde o kimsenin deve sadaka ettiği, bir başkasında at, bir diğerinde koyun sadaka verdiği belirtilse bu haberin sadaka verme hususu ma'nen mütevâtir olur. 953Eğer böyle bir haber hep aynı sözlerle rivayet edilirse o zaman da lafzen mütevâtir adını alır. Hem lafzı, hem manası mütevâtir olan tek eser Kur'ân-ı Kerim'dir. İbnu's-Salâh'a göre zarurî ilim ifâde edecek nitelikte mütevâtir hadîs bulmak zordur. Gerçek manada mütevatire ancak, “Kim benim üzerime bilerek yalan uydurursa Cehennemdeki yerine hazırlansın.” hadîsi 954 misâl verilebilir. 955İbn Haceri'l-Askalânî buna itiraz ederek şöyle der: “Gerek İbnu's-Salâh’ın bu şartları ihtiva eden mütevatirin nadir bulunduğu ve gerekse başkalarının hiç bulunmadığı yolundaki iddiaları yersizdir; çünkü bu gibi iddialar, isnadların çokluğuna ve adet olarak yalan üzerinde birleşmelerini yahut yalanın onlardan ittifakla sadır olmasını imkansız kılan ricalin hallerine ve özelliklerine gerektiği şekilde muttali olamamaktan doğmuştur. Hz. Peygamber'in hadîsleri arasında mütevatirin çok denecek kadar bulunduğunu ortaya koyan delillerin en güzeli, doğu ve batıda ilim ehlinin ellerinde dolaşan ve musannıflarına nisbetlerindeki doğruluğu kesinlikle bilinen birçok hadîs kitabı, bir hadîsin ihraç ve rivayetinde ittifak ettiği ve bu hadîs tarikları ile isnadları, diğer şartların tahakkuku ile birlikte yalan üzerinde ittifak etmelerini adeten imkansız kılacak şekilde çoğaldığı zaman, o hadîsin söyleyenine nisbetindeki doğruluk hakkında yakîn derecesinde ilim hasıl olur. Meşhur kitaplarda bu şekilde hadîsler pek çoktur.” 956 İbn Hacer'in çok olarak nitelediği mütevatirden en fazla meşhur olan birkaçı şunlardır: Yukarıda nakledilen “men kezebe aleyye” hadîsi (yetmişbeş sahâbiden rivayet edilmiştir). 957“Mesh ale'l-huffeyn” (yetmiş kusur sahâbi); “havz” hadîsi (elli kusur); “Refu'l-yedeyn fis-Salât” hadîsi (elli sahâbi); “nezele”l-Kurânu'alâ Seb'ati ehrufin” hadîsi (yirmi yedi sahâbî); “Kabir azabı” hadîsi (otuziki sahâbî), “kabirde münker-nekir meleklerini ölüyü sorguya çekmeleri” hadîsi (yirmi altı); “İhlas suresinin Kur'ân-ı Kerim'in üçte birine muadil olduğuna dair hadîs” yirmi sahâbî tarafından rivayet edilerek tevatür derecesine ulaşmıştır. Mütevâtir hadîsleri toplayan eserler içinde en mühim olanlar şunlardır: 1. el-Fevâ'i'du'1-Mutekâsire fî'1-Ahbâri'l-Mutevatire: es-Suyûti. 2. el-Ezhâru'1-Mutenâsire fi'1-Ahbâri'l-Mutevâtire: Bu da es-Suyûti'nindir ve ilkinden derlemedir. Yüz mütevâtir hadîsi ihtiva eder. 3. el-Le'ali'1-Mutenâsire fî'1-Ahâdisi'l-Mutevâtire: Muhammed Murtaza'l-Huseynî. 4. el-Hırzu'1-Meknûn min Lafzi'l-Ma'sumi'l-Me’mûn: Sıddık b. Hasen b. Ali el-Kannûcî. 958 5. Nazmu'l-Mutenâsir mine'l-Hadîsi’1-Mutevâtir: Ca'feru'l-Hüseyni el-Kettâni. Bu eser es-Suyûti'nin el-Ezharı ile değişik kaynaklardan derlenmiş 310 mütevâtir hadîs ihtiva eder. Baş tarafında mütevatirle ilgili hayli kıymetli malumat vardır. 1327 de Fas'da basılmıştır. Diğer baskıları da vardır.

Muteşâbîh
Benzemek manasına gelen “şebihe” kök fiilinin tefa'ul babından masdan olan müteşabih hadîs ilminde mu'telif ve muhtelif ile müttefik ve mufterik ikisinin birleşmesinden meydana gelir. Daha ziyade iki ayrı şahsın isim veya neseblerinin yazılış yönünden aynı, okunuş yönünden ayrı veya aksine şahıs isimlerinin ayn, baba isimleri aynı olmasıdır. İbnu's-Salâh bu kısma muteşâbih dememekle birlikte bu tarifi biraz daha geniş olarak vermiştir. Ona göre iki veya daha fazla şahsın isimleri veya meşhur oldukları künyeleri aynı, nesebi veya nis-beti yazılış yönünden aynı fakat lafız ve okunuş cihetinden farklı olur. İsimleri mu'telif ve muhtelif isim veya künyeleri ya da nesebleri aynı olmak suretiyle aksi de olabilir. Böylece bu konu el-Mu'telif ve'1-muhtelife katılır. Muteşâbihin ilk kısmına Musa b. Ali ile Musa b. Uley isimleri misal verilebilir. İsimleri ve baba isimleri aynı olduğu halde nisbetleri aynı yazılan ancak değişik okunanlara da Muhammed b. Abdillah el-Muharrimî ile Muhammed b. Abdillah el-Mahremî misal teşkil eder. Bunlardan birincisi Bağdatta bulunan bir mahalle olan ve noktalı “hı” ile yazılan Muharrime, diğeri ise Mahreme b. Nevfele nisbetle Mahremi nisbeti almıştır. İmam Şafiî'den rivayetleri vardır. Künyeleri müttefik, nisbetleri mu'telif ve muhtelif olanlara ise Ebu Amr eş-Şeybâni ile Ebu Amr es-Seybâni misal verilebilir. Her ikisi de tabiî olan bu iki zattan ilkinin ismi Sa'd b. İyas'dır. İkincisi ise Yahya b. Ebi Amr es-Seybâni'nin babası Zur'a dır. Aksine baba isimleri müttefik, şahsın kendi ismi mu'telif yani aynı yazıldığı halde değişik okunanlara misal olarak da Amr b. Zur'âre ve Ömer b. Zurâre misalleri verilebilir. İlk isimde bir hayli şahıs vardır. Müslim şeyhi Ebu Muhammed, en-Nisâbûrî bunlardandır. İkincisi ise el-Hadesî olarak tanınır. Ubeydullah b. Ebî Abdillah ile Abdillah b. Ebî Abdillah isimleri de öyledir. Bu iki şahıstan birincisi Ebu Hureyre'den rivayetleri olan el-Eğar'ın oğludur. İkinci isimde bir kaç kişi daha vardır. Abdullah b. Ebî Abdullahi'l-Mukrî bunlardandır. Hayyân el-Esedî ile Hanân el-Esedî de aynı kısımda yer alan müteşabih isimlerindendir. Bu iki şahıstan birincisi Ammâr b. Yâsir'den rivayetleri olan Tabiî Hayyân b. Husayn, ikincisi ise Buhâri şeyhi Museddid'in babası Muserhed'in amcasıdır. 918 İbnu's-Salâh bunlardan başka isim ve nesebe yönünden müteşabih oldukları halde kendi isimleriyle babalarının isimleri arasında takdim tehir yüzünden isimleri farklı olan kişilere de şu misalleri verir: Yezid İbnu'l-Esved, el-Esved b. Yezid. Yezid İbnu'l-Esved sahâbi olup Hu-zaahdır. Bir de Yezîd İbnu'l-Esved el-Curesî vardır ki cahiliye devrini idrak etmiş; müslüman olduktan sonra Şam'da yerleşmiştir. Faziletli bir kişi olarak zikredilir. Öyle ki, Muaviye yağmur duasına yollamıştır. Dua üzerine derhal yağmur yağmış halk evlerine gidememiştir. el-Velid b. Müslim ile Müslim İbnu'l-Velid de aynı şekilde müteşabih olan isimlerdendir. İlk isimde olanlardan Basralı Tabiî el-Velid b. Müslim vardır. el-Velid b. Müslim ismindeki şahıslardan biri Evzaf den rivayet eden meşhur el-Velid b. Müslim ed-Dimeşkî dir. 919 Maklub olan muteşabih isimler konusunda da kitaplar telif edilmiştir, el-Hatibul-Bağdâdî'nin Râfi'u'l-İrtiyâb fi'l-Maklûb mine'1-Esmâ ve'1-Ensâbı en meşhurudur

Mu'telif Ve Muhtelif
Her ikisi de ismi fail veznindedir. İlk kelime ülfet ve imtizacı olan, ikincisi ise ihtilaf eden, farklı ve aykırı demektir. Hadis Usulünde yazılışları aynı fakat okunuşları ayrı olan isim, lakab ve nisbetlere denir. Bunu konu olarak alan ilme de denildiği olur. Hadis ravilerinin isim, lakab ve nisbetlerinin doğru olarak bilinmesi rivayet ettikleri hadîsleri hakkında verilen hüküm hatasız olması bakımından son derece önemlidir; çünkü isimleri, lakab veya nisbetleri aynı olan iki raviden biri sika olduğu halde öbürü olmayabilir. Dolayısıyle bunların rivayet ettiği hadîsler hakkında hüküm verilirken isimleri aynı yazıldığı için birinin rivayeti hakkında yanlışlıkla öbürünün rivayetiymişcesine hüküm verilebilir. Kaldı ki ravileri adalet ve zabt yönünden aynı mertebede değildirler. Mecruh ravilerin cerhedilmesine yol açan sebepler de aynı olamaz. İsimleri veya lakab ya da nisbetleri bir yazılan mecruh ravilerden birisi hafif ve hadîsinin sıhhatine zararı dokunmayan bir sebeple, diğeri ise hadîsini büsbütün redde sebep olan ağır bir ta'nla cerhedilmiş olabilir. Bu durumda da yine yanlışlıkla birisinin rivayet ettiği hadîs hakkında verilecek hüküm öbürünün hadîsi hakkında verilebilir. Bu bakımdan isimleri, lakabları ve nisbetleri yazılış yönünden aynı fakat okunuşu farklı ravileri bilmek hadîs ilminde büyük önem taşır. Mu'telif ve muhtelif isimler pek çoktur. Hadis alimleri bunların bir bölümünü tesbit ederek kısımlara ayırmışlardır. Bu taksime göre mu'telif ve muhtelif isimler umumi ve es-Sahîhân ile el-Muvattada geçen isimler olmak üzere iki kısımdırlar. İbnu's-Salâh, birinci kısma şu isimleri misal vermiştir: Böyle yazılan isimlerin hepsi Sellâm okunur. Beş isim bunun dışındadır ve Selâm okunur. Bunlardan birincisi şahabı Abdullah b. Selâm el-İsrâ'ilî'nin babası, ikincisi Buhâri şeyhi Muhammed b. Selâm el-Bikendîdir. Her ne kadar bu İsmi Sellâm olarak okuyanlar olmuşsa da İbnu's-Salâh'a göre doğrusu Selâmdır; çünkü Guncâr'ın Târîhu Buhârâsında Muhammed b. Selâm diye zikrettiği şahıs odur. Tabii Ğuncâr, memleketinin adamını daha iyi bilir. Üçüncüsü, Selâm b. Muhammed b. Nâhidi'l-Makdisî; dördüncüsü Mu'tezile kelamcısı Muhammed b. Abdilvehhâb (Ebu Ali el-Cubbâi)'nin dedesi Selâm; beşincisi de Selâm b. Ebi'I-Hukayk’tır. Bazıları bunlara cahiliye devrinde şarapçılık yapan Selâm, b. Muşkem'i de dahil etmişlerdir. Ancak o Sellâm olarak bilinmektedir. Bu isimler umumiyetle Umara şeklinde okunur. Ancak bir isim, sahâbî Ubey b. İmâra bunun dışındadır. Bu mu'telif ve muhtelif ismi Ammâra şeklinde okuyanlar da vardır. Ebu Ali el-Gassânî'nin Takyidu'l-Muhmel isimli kitabında Muhammed b. Vaddâh'tan naklettiğine göre Huzâ'a kabilesinden olanlar Keriz, Abdu Şems kabilesinden olanlar ise Kureyz olarak okunur. Kureyşli olanlar Hizam, Ensârdan olanlar ise Haram şeklinde okunur, 912el-Irâkî'ye göre İbnu's-Salâh’ın bu ifadesi Hizam şeklinde okunan kimselerin mutlaka Kureyşten, Haram okunanların ise Ensârdan oldukları manasına gelmez. Onun bu ifadesinden maksadı, böyle mu'telif ve muhtelif isimlerin Kureyşlilerce Hizam, Ensar arasında ise Haram şeklinde vaki olduğudur. Kureyş ve Ensar dışındaki kabilelerde her iki şekilde de vakidir. Haram şeklinde en çok Huzaa kabilesinde vaki olmuştur. 913 Bu nisbetlere mensup olanlardan Ayşî olanlar Basralı; Absî olanlar Kufeli; Ansı olanlar ise Şamlıdırlar. Böyle yazılan bütün künyeler Ebu Ubeyde okunur, ed-Darekutnî “Ebu Abîde künyesi olan kimseyi bilmiyoruz” demiştir. Fe harfinin sükûnu ile “es-Sefr” üstünü ile “es-Sefer” olarak okunur. Ebu's-Sefer” künyeli bazı isimler vardır. Bu şekilde yazılan bütün isimler Basralı tarihçi Asel b. Zekvân hariç Isl b. Sufyân gibi “Isl” olarak okunurlar. (Noktalar dikkate alınmadan) böyle yazılan mu'telif ve muhtelif isimlerin hepsi Assam b. Ali el-Âmini müstesna Ğannâm şeklinde okunur. Mesrûk İbnu'l-Ecda'ı'n karısı Kamîr bint Amr hariç tutulursa bu şekilde yazılan isimler Kumeyr okunur. Mekkî b. Kumeyr isminde olduğu gibi. İkisi de sahabî olan Musevver b. Abdilmelik el-Yerbû'î ve Musevver b. Yezîd el-Mâlikî dışında böyle yazılan diğer isimler Misverdir. İbnu's-Salâh'a göre isim olarak değil sıfat olarak kendisine Hammâl denilen kişiler arasında Musa b. Harun'un babası Hârûn b. Abdillah el-Hammâl'dan başkası yoktur. Hârûn, bezci idi. Zühd hayatına başlayınca hammallık yapmaya başladı. Lakabı el-Cemmâl olarak okunanlar arasında Muhammed b. Mihrân el-Cemmâl vardır ki Buhâri ve Müslim ravilerindendir. İbnu's-Salâh bu arada mu'telif ve muhtelif isimler arasında okuyanın nasıl okursa okusun hatadan emin olacağı isimler de olduğunu söyler. Buna misal olarak da nisbetini zikreder. Verdiği misal her üç vasıfla da meşhur olan İsâ b. Ebî İsa'dır. İsa, önceleri terzilik yaparken el-Hayyât nisbesi ile meşhur olmuştur. Daha sonra bu mesleği bırakmış, buğday ticareti ile meşgul olmuş, bu sebepten el-Hannât vasfiyle tanınmıştır. Daha sonra da bu mesleği terk ederek deve yemi satıcılığı yaptığından bu sefer de kendisine el-Habbât denilmiştir. ed-Darekutnî'nin naklettiğine göre Müslim el-Habbât da da her üç vasıfla meşhurdur. Şu isimler de mu'telif ve muhtelifin ikinci kısmı olan isim, lakab veya künyelerden es-Sahihân ve el-Muvatta'da, yahutta bu üç kitapdan yalnızca birinde bulunanlardan birkaçının misalidir: Ebu Ali el-Gassanî'nin Takyîdul-Muhmel kitabında naklettiğine göre Buhârî şeyhi Bundâr'ın babası Beşşâr “şm” ile okunur. Sadece es-Sahihân'da bulunan ve isimleri bu şekilde yazılanların hepsi Yesâr'dır. es-Sahihân ve el-Muvattada bulunan böyle yazılı bütün isimler Bişr okunur. Sadece şu dört isim Busr'dür: Abdullah b. Busr el-Mâzeni, Busr b. Said, Busr b. Ubeydillah el-Hadramî, Busr b. Mihcen ed Dîlî. İbn Mihcen'in isminin Bişr olduğu söylenmişse de İmam Malik ve pek çok alim Busr olduğuna kaildirler. Bu yazılıştaki isimlerin hepsi Buşeyr b. Ka'b el -Âdevi ve Buşeyr b. Ye-sar el-Hârisî hariç, Beşîr okunur. Aynı şekilde yazılan iki isim daha vardır ki onlar, Yuseyr b. Amr ve Kutn b. Nuseyr misallerinde olduğu gibi Yuseyr ve Nuseyr okunabilirler. Üç isim müstesna bu şekilde yazılanların hepsi de Yeziddir: Bureyd b. Abdillah b. Ebî Burde, Muhammed b. Ar'ara b. Birind ve Ali b. Haşim b. Berid. Bu hatla yazılan isimler umumiyetle el-Berâ okunur. Ebu Ma'şer Yusuf b. Yezid el-Berrâ, Ebu'l-Aliye Ziyâd b. Firûz el-Berrâ bunun dışındadır914; Çünkü bu ikisi ağaç yontmakla meşgul olanlardı. Yusuf b. Yezid Attar idi. Güzel kokulu ağaç kabuklarını, Ziyâd ise mızrak yapmak üzere sağlam ağaç dallarını yontmayı meslek edinmişlerdi.915 es- Sahihân ve el-Muvatta da mevcut bu şekilde yazılan mu'telif ve muhtelif isimlerin hepsi Harisedir. Câriye b. Kudâme bunun dışındadır. Hariz b. Osman es-Rahabî ve Ebu Harîz Abdullah İbni'l-Huseyn dışında böyle yazılan isimlerin hepsi Cerîr okunur. Böyle yazılan isimlerin hepsi hı harfinin esresi ile Hırâş okunur. Noktasız ha nın kesre harekesi ile Hiraş bundan müstesnadır. Ebu Hasın Osman b. Âsim el-Esedî hariç tutulursa bu şekilde yazılan isimler umumiyetle Husayndır. Bu şekilde yazılan isimler genelde noktasız ha ile Hâzim dir. Ancak, noktalı hı ile Ebu Muaviye Muhammed b. Hazım ed-Darir bundan müstesnadır. Böyle yazılan isimlerin büyük çoğunluğu Hayyân okunur. Ancak Habbân b. Munkiz, Vâsinin babası Habbân, Muhammed b. Yahyanın ve Habbân b. Vâsi'nin dedeleri Habbân bunun haricindedir. Bu mu'telif isim Hibbân b. Atıyye isminde olduğu gibi ha harfinin esresi ile de okunur. Bu şekilde yazılan isimler genelde Habîb okunur. Ancak Hubeyb b. Adî, Hubeyb b. Abdirrahman hı harfinin ötresiyle de okunur. Hukeym b. Abdullah b. Zureyk hariç hepsi Hakîm okunur. Bu şekilde yazılanların hepsi Rabâh okunur. Ne var ki Ziyâd b. Riyâh misalinde olduğu gibi Riyâh okunanları da vardır. es-Sahihânda Zubeyd İbni'l-Hâris el-Yâmî'den el-Muvatta da ise Zuyeyd İbnu's-Salt'dan başka böyle mu'telif isim yoktur. Selim b. Hayyân hariç bu hatla yazılan isimlerin hepsi Suleymdir. Selm b. Zerir, Selm b. Kuteybe ve Selm b. Ebi'z-Zeyyâl isimleri hariç böyle yazılan isimlerin hepsi Salim okunur. Sureye b. Yunus, Sureye İbnu'n-Nu’mân ve Ahmed b. Ebu Sureye. Bu üç isim cim harfi ve sinin ötresiyle, bunların dışındakiler ise Şureyh olarak okunurlar. Amr b. Selime el-Cermî ismi ile Ensâr'dan bir kabile olan Benû Selime isminden başka bütün isimler Seleme okunur. Böyle yazılan isimler, Abîdetu's-Selmânî, Abîde b. Humeyd, Abîde b. Sufyân ve Âmir b. Abîde el-Bâhilî olmak üzere dört isim hariç genelde Ubeyde okunur. Bu ismin sonunda te'nis tâ'sı olmaksızın Ubeyd ve Abîd şeklinde okunuşu da vardır. Aynı şekilde Ubâde ve Abâde isimleri de bu gruba girer. Amir b. Abede ve Becâle b. Abede hariç tutulursa hepsi Abde okunur. Kays b. Ubâd el-Kaysî müstesna genelde Abbâd dır. Genelde Akîl okunur. Ancak Ukayl b. Hâlid el-İlî isminde ve Benu Ukayl kabilesinin isminde Ukayl şeklindedir. Böyle yazılan mu'telif isimlerin hepsi kaf harfi ile Vâkid olarak okunur. Şu var ki fe ile Vâfid okunan isimler de vardır. Vâfid b. Selâme gibi. Ravilerin nisbetlerinde de mu'telif ve muhtelif olanlarına rastlanır. İbnu's-Salâh bunlara da şu misalleri vermiştir: Bu nisbe umumiyetle el-Eylî ise de bazen el-Ubullî nisbesi ile bilinenler de vardır. Meselâ Müslim'in Sahihinde hayli hadîs rivayet ettiği şeyhi Şeybân b. Ferrûh, Ubullî nisbesi ile tanınır. Bu nisbetle bilinen pek çok ravi vardır. Hepsi de Basra'ya nisbet edilmiştir. Ancak Mâlik b. Evs İbni',1-Hadesân en-Nasrî ve Abdulvahid b. Abdillah en-Nasrî bunun dışındadır. Bunlar en-Nasrîî nisbesi ile meşhurdurlar. es-Sahihân da Halef b. Hişâm el-Bezzâr ve el-Hasenu'bnu's-Sabbâh el-Bezzâr dan başka el-Bezzâr nisbesi ile tanınan ravi bilinmiyor. Bununla birlikte bu iki eserde hadîsleri mevcut Muhammed İbnu's-Sabbâh el-Bezzâz gibi pek çok râvi el-Bezzâz nisbesi ile bilinir. Böyle yazılan mu'telif nisbetlerin hepsi es-Sevrî dir. Ancak Ebu Ya'lâ Muhammed İbnu's-Salt et-Tevvezî gibi bir İran Şehri olan Tevveze nisbet edilenler de vardır. Said el-Cureyrî, Abbâs el-Cureyrî nisbetlerinde olduğu gibi bu hatla yazılan nisbelerin hepsi el-Cureyrî dir. Ancak Buhâri şeyhi Yahya b. Bişr gibi el-Harirî nisbesiyle bilinenler de vardır. Bununla birlikte aynı nisbe cim harfinin üstünü ile el-Cerîrî şeklinde de okunur. Yahya b. Eyyûb el-Cerîrî buna misaldir. Böyle yazılan bir nisbe ile zikredilen râvi Ensârdan biri ise Benû Selime kabilesine mensup biridir. Câbir b. Abdillah es Selimi gibi. Şu var ki Arap filologları en-Nemeri ve es-Sadefi misallerinde olduğu gibi kesre ile de okurlar. Hadiscilerin çoğu sinin esresi ile es-Selimi derler. Ravi Benû Suleyme mensub biri ise o zaman nisbesi es-Sulemî'dir. 916 İbnu's-Salâh'ın verdiği bu misaller el-mu'telif ve'1-muhtelif isim, lakab ve nis-betlerin en meşhur ve en çok rastlananlarıdır. Tabiatiyle daha başkaları da vardır. el-Mu'telif ve'1-Muhtelif konusunda tertip edilen kitapların en meşhur birkaçı şunlardır: 1. Muştebihu'1-Esmâ: Abdulğanî b. Said. 2. Muştebihu'n-Neseb: Abdulğanî b. Said. 3. el-İkmâl: (İbn Mâkûlâ) 4. el-Muhtelif ve'1-Mu'telif: et-Taberâni. 5. el-Muhtelif ve'1-Mu'telif: Ali b. Osman (İbnu't-Turkmâni). 6. el-Mu'telif ve'1-Muhtelif: Ebu Sa'd el-Mâhiri. 917

Mutekaribu’l-Hadîs
Bk. Mukâribu'l-Hadîs.
Mukarib, yaklaşmak manasına “karube” fiilinin mufâa'le babından ism-i faildir. İyi ile kötü arasına, orta anlamında kullanılır. Nitekim ucuz olan mala mukarib denir. Aynı kelime yerinde bazı âlimler aynı kökten aynı babın İsm- i mefulü olan mukareb kelimesini kullanır ve mukarebu'1-hadîs derler. İster mukaribu'l-hadîs şeklinde kullanılmış olsun, isterse mukarebu'l-hadîs densin her ikisi de aynı manaya gelen ta'dil lafızlarındandır. Ta'dilin altıncı mertebesinde yer alırlar. 832Bu mertebe ta'dilin en zayıfını gösterir ve cerh sınırına yakındır. Hatta bu mertebede olan bazı lafızları cerhin birinci mertebesinde sayanlar vardır. Bazı cerh ve ta'dil alimleri her iki lafzın yerine aynı manaya gelen ve ta'dilin aynı mertebesinde yer alan mutekaribu'l-hadîs lafzını kullanmışlardır.

Mutarrahu'l-Hadîs
Hadisleri matruhdur, kaldırılıp atılmıştır manasına gelen bir tabir olup cerh lafızlarındandır. Cerhin dördüncü derecesini ifade eder. Cerhin dördüncü derecesini ifade eden lafızlardan biriyle cerhedilen ravinin hadisi, kaide olarak, ne yazılır; ne itibar için dikkate alınır; ne de istişhada yarar addedilir. Hakkında mutarrahu'l-Hadis hükmü verilerek cerhedümiş olan ravinin kendisi metruk, hadisleri merduddur.

Mutarrah
Bk. Mutarrahu'l- Hadîs.
Hadisleri matruhdur, kaldırılıp atılmıştır manasına gelen bir tabir olup cerh lafızlarındandır. Cerhin dördüncü derecesini ifade eder. Cerhin dördüncü derecesini ifade eden lafızlardan biriyle cerhedilen ravinin hadisi, kaide olarak, ne yazılır; ne itibar için dikkate alınır; ne de istişhada yarar addedilir. Hakkında mutarrahu'l-Hadis hükmü verilerek cerhedümiş olan ravinin kendisi metruk, hadisleri merduddur.

Mutâbi
Tebi'a kök fiilinden mufaale babında ismi faildir ve i'tibar sonunda ferd olduğu sanılan hadîsle aynı veya benzer lafızlarla başka ravi tarafından rivayet edildiği anlaşılan hadîse denir. Tarifi açıklamak gerekirse, mutabâ'at bahsinde izah edildiği gibi ravisi rivayette tek kaldığı için ferd zannedilen bir hadîs başka tariklardan rivayet edilip edilmediği anlaşılmak üzere cami, müsned, mu'cem, cüz gibi büyüklü küçüklü hadîs kitaplarından araştırılır. Bu araştırmaya i'tibar denir. İ'tibar sonunda o hadîsin rivayetinde tek kaldığı sanılan ravinin şeyhinden veya şeyhinin şeyhinden bir başka ravi tarafından rivayet edildiği tesbit edilirse o bir başka ravinin rivayetine öbür hadîsin mutâbii adı verilir. Mutabaat başlığında verilen misale göre söylersek Buhârî'nin, İmam Şâfi'î'nin başlangıçta İmam Mâlik'ten rivayette tek kaldığı zannedilen hadîsle aynı isnad ve aynı lafızla Abdullah b. Mesleme el-Ka'nebî tarîkıyla İmam Mâlik'ten rivayet ettiği hadîs İmam Şafii'nin hadîsinin mutâbii'dir. Mutâbi, ferd zannedilen hadîsi ferd olmaktan çıkardığı gibi isnad sayısını arttığından onu kuvvetlendirmiş olur.

Mutâba'at-ı Tâmme
Tam mutâba'at demektir. Mutabaatın kısımlarından biri olup rivayetinde tek kaldığı sanılan ravinin şeyhinden rivayetle hasıl olmasıdır. Bir başka deyişle ferd olduğu sanılan bir hadîsin araştırma sonucu ravisinin şeyhinden bir diğer ravi tarafından rivayet edilme halidir. Fazla bilgi ve misal mutabaat maddesinde verilmiştir. Oraya bakılabilir.

Mutâba'at-ı Kasıra
Mutâbaat-ı nakısa da denir. Her ikisi de noksan mutabaat manasına gelir. Rivayetinde tek kaldığı sanılan ravinin şeyhinin şeyhinden veya daha yukarı şeyhlerinden birinden başka ravi tarafından rivayetin sabit olmasıyle hasıl olan mutabaattır. Şöyle ki bir hadîsin ravisinin rivayette tefeddüd ettiğinin zannolunması halinde gerçekten ferd olup olmadığı araştırılır. İ'tibar denilen bu araştırma sonunda aynı hadîsin aynı veya yakın lafızlarla rivayetinde ferd kaldığı sanılan ravinin şeyhinden bir başka ravi tarafından rivayet edildiği ortaya çıkarsa buna mutabaat-ı tamme, eğer şeyhinin şeyhinden veya daha yukarı şeyhlerinden birinden (mesela Sahabî veya tabiînden) rivayet edildiği görülürse buna da mutâbaat-ı kasıra denir. Bu konuda fazla bilgi ve misal mutabaat maddesinde verilmiştir. Oraya bakılması iyi olur.

Mutâba'at
Tabi olmak, ardından gitmek, izlemek manası veren tebi'a kök fiilinin mufâ'ale babından masdandır. Terim olarak hadîs usulünde ifade ettiği mana şöyle açıklanabilir. Ra-visi rivayette infirad ettiğinden ferd olduğu sanılan bir hadis, başka tarik veya tarîklardan rivayet edilip edilmediğini anlamak üzere çeşitli hadîs kitaplarından araştırılır. İtibar adı verilen bu araştırma sonunda o hadîsin bir başka ravi tarafından rivayetinde tek kalan ravinin şeyhi veya şeyhinin şeyhinden rivayet edildiği anlaşılırsa mutâba'at hasıl olmuştur. Bu manaya göre mutabaat, şeyhinden rivayetinde tek kalmış sanılan bir raviye bir başka ravinin tabi olarak ya o şeyhten veyahut o şeyhin şeyhinden aynı hadîsi rivayet etmesi demek olur. 908Meselâ Hammad b. Seleme, Eyyubu's-Sahtiyânî- İbn Şîrîn, Ebu Hureyre isnadı ile bir hadîs rivayet etmiş olsun. Bu hadîs mütabiî olmayan bir hadîs olarak bilinsin, yani Hanımad b. Seleme'nin Eyyub'dan rivayette tek kaldığı zannedilsin. Zamanla bu hadîsin gerçekten ferd olup olmadığı anlaşılmak üzere itibar denilen araştırma yapılır ve Hammad'dan başka bir ravinin Eyyub'dan veya onun şeyhi İbn Sîrîn'den yahutta İbn Sîrîn'in şeyhi Ebu Hureyre'den rivayet ettiği ortaya çıkarsa Hammad'a mutabâ'at hasıl olmuş bir başka deyişle Eyyub'dan rivayete o ravi de katılmış olur. Eğer mutâba'at rivayetinde tek kaldığı sanılan ravinin şeyhinden rivayette hasıl olursa buna mutâbaat-ı tâmme, şayet şeyhin şeyhinden veya isnadın daha yukarısındaki şeyhlerden birinden rivayetle husule gelirse buna da mutabaat'ı kasıra veya mutâba'at-ı nakısa denir. “... Ramazan yirmi dokuz gündür. (Ramazan) hilâli(ni) görmedikçe oruca başlamayın. Yine (Şevval) Hilâl(in)i görmedikçe orucu bırak(ıp bayram) yapmayın. Eğer görüş ufkunuz kapalı olursa oruç sayısını otuza tamamlayın.” 909 Bazıları bu hadîsi aynı lafız ve isnadla İmam Mâlik'den Şafii'den başka rivayet eden olmadığını zannederek Şâfî'i'nin rivayetini ferd sanmışlardır. Ne var ki sonradan aynı hadîsi İmam Mâlik'ten Şafi'î'den başka Abdullah b. Mesleme el-Ka'nebi'nin de rivayet ettiği görülmüş ve rivayette infirad ettiği sanılan İmam-Şafifye mutabâ'at hasıl olmuştur.910 Aynı hadîsin Müslim sahihinde Ubeydullah b. Ömer-Nâfi- İbn Ömer isnadiyle; 911İbn Huzeyme'nin Sahihinde ise Asım b. Muhammed Babası Muhammed b. Zeyd, Dedesi Abdullah b. Ömer isnadiyle benzer rivayetleri de varid olmuştur. Fakat bunlar İbn Ömer'den rivayet edildiklerinden mutâbaat-ı kasıra teşkil ederler. Ferd olduğu sanılan hadîse mutabaatı olan ravinin hadîsi bir başka sahâbîden veya aynı lafızlarla değil de manasiyle rivayet edilmişse o hadîse şahid de denir.

Mutaba'a Nâkısa
Bk. Mutabaat-ı Kasıra.
Mutâbaat-ı nakısa da denir. Her ikisi de noksan mutabaat manasına gelir. Rivayetinde tek kaldığı sanılan ravinin şeyhinin şeyhinden veya daha yukarı şeyhlerinden birinden başka ravi tarafından rivayetin sabit olmasıyle hasıl olan mutabaattır. Şöyle ki bir hadîsin ravisinin rivayette tefeddüd ettiğinin zannolunması halinde gerçekten ferd olup olmadığı araştırılır. İ'tibar denilen bu araştırma sonunda aynı hadîsin aynı veya yakın lafızlarla rivayetinde ferd kaldığı sanılan ravinin şeyhinden bir başka ravi tarafından rivayet edildiği ortaya çıkarsa buna mutabaat-ı tamme, eğer şeyhinin şeyhinden veya daha yukarı şeyhlerinden birinden (mesela Sahabî veya tabiînden) rivayet edildiği görülürse buna da mutâbaat-ı kasıra denir. Bu konuda fazla bilgi ve misal mutabaat maddesinde verilmiştir. Oraya bakılması iyi olur.

Mutâba'a Kasıra
Bk. Mutâbaat-ı Kasıra.
Mutâbaat-ı nakısa da denir. Her ikisi de noksan mutabaat manasına gelir. Rivayetinde tek kaldığı sanılan ravinin şeyhinin şeyhinden veya daha yukarı şeyhlerinden birinden başka ravi tarafından rivayetin sabit olmasıyle hasıl olan mutabaattır. Şöyle ki bir hadîsin ravisinin rivayette tefeddüd ettiğinin zannolunması halinde gerçekten ferd olup olmadığı araştırılır. İ'tibar denilen bu araştırma sonunda aynı hadîsin aynı veya yakın lafızlarla rivayetinde ferd kaldığı sanılan ravinin şeyhinden bir başka ravi tarafından rivayet edildiği ortaya çıkarsa buna mutabaat-ı tamme, eğer şeyhinin şeyhinden veya daha yukarı şeyhlerinden birinden (mesela Sahabî veya tabiînden) rivayet edildiği görülürse buna da mutâbaat-ı kasıra denir. Bu konuda fazla bilgi ve misal mutabaat maddesinde verilmiştir. Oraya bakılması iyi olur.

Mutâba' Aleyh
Bk. Mutaba.
Kısaca Mutabiî olan hadîs demektir. İ'tibar ve mutabaat maddelerinde izah etmeye çalıştığımız gibi ferd sanılan bir hadîsin başka tarik ya da tarîklardan rivayet edilip edilmediği hadîs kitaplarından araştırılır. Bu araştırma sonucu rivayetinde tek kalan ravinin şeyhinden veya şeyhin şeyhinden bir başkası tarafından rivayet edildiği açığa çıkarsa ferd zannedilen hadîs artık ferd olmaktan kurtulur. İşte önceden tek rivayet tarîkinin bulunduğu sanılarak ferd kabul edilen bir hadîs, araştırma sonunda başka ravi tarafından rivayet edildiğinin anlaşılmasiyle fertlikten çıkıp tabiî ya da diğer tabiriyle mutâbii olan bir hadîs durumuna gelir ki artık fert değil mutâba veya mutâba'un aleyh adını alır. Bu iki terim ferd zannedilen hadîsin, mutâbii olan diğer hadîs kimden rivayet edilmişse onun için de kullanılır. Konuya açıklık getirmesi bakımından mutabaat maddesinde de zikredilen şu misal üzerinde duralım. İmam Şâfi'î Kitâbu'1-Um isimli eserinde Mâlik-Abdullah b. Dînâr-İbn Ömer isnadiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder. “Ramazan ayı yirmi dokuz (veya otuz) gündür. O halde hilali görmeden önce oruca başlamayın. Hilali görmedikçe iftar (edip bayram) yapmayın. Eğer görüş ufkunuz kaplıysa oruç sayısını otuza tamamlayın,” İmam Mâlik'ten İmam Şâfi'î'den başka rivayet eden olmadığı zannedilerek fert sayılan bu hadîs itibar sonucu, İmam Şafiî'nin şeyhi İmam-Mâlikten el-Ka'nebî'nin rivayet ettiğinin anlaşılmasiyle ferd olmaktan çıkmıştır. Artık onu ferd olmaktan çıkaran bir başka rivayet olduğundan mutaba veya mutâba'un aleyh durumuna gelmiştir. Aynı zamanda, İmam Şafii'nin ferd zannedilen hadîsini el-Ka'nebî'nin rivayette bulunduğu kişi olan İmam Malik de mutâba veya mutâba'un aleyh sayılabilir.

Mutâba
Kısaca Mutabiî olan hadîs demektir. İ'tibar ve mutabaat maddelerinde izah etmeye çalıştığımız gibi ferd sanılan bir hadîsin başka tarik ya da tarîklardan rivayet edilip edilmediği hadîs kitaplarından araştırılır. Bu araştırma sonucu rivayetinde tek kalan ravinin şeyhinden veya şeyhin şeyhinden bir başkası tarafından rivayet edildiği açığa çıkarsa ferd zannedilen hadîs artık ferd olmaktan kurtulur. İşte önceden tek rivayet tarîkinin bulunduğu sanılarak ferd kabul edilen bir hadîs, araştırma sonunda başka ravi tarafından rivayet edildiğinin anlaşılmasiyle fertlikten çıkıp tabiî ya da diğer tabiriyle mutâbii olan bir hadîs durumuna gelir ki artık fert değil mutâba veya mutâba'un aleyh adını alır. Bu iki terim ferd zannedilen hadîsin, mutâbii olan diğer hadîs kimden rivayet edilmişse onun için de kullanılır. Konuya açıklık getirmesi bakımından mutabaat maddesinde de zikredilen şu misal üzerinde duralım. İmam Şâfi'î Kitâbu'1-Um isimli eserinde Mâlik-Abdullah b. Dînâr-İbn Ömer isnadiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder. “Ramazan ayı yirmi dokuz (veya otuz) gündür. O halde hilali görmeden önce oruca başlamayın. Hilali görmedikçe iftar (edip bayram) yapmayın. Eğer görüş ufkunuz kaplıysa oruç sayısını otuza tamamlayın,” İmam Mâlik'ten İmam Şâfi'î'den başka rivayet eden olmadığı zannedilerek fert sayılan bu hadîs itibar sonucu, İmam Şafiî'nin şeyhi İmam-Mâlikten el-Ka'nebî'nin rivayet ettiğinin anlaşılmasiyle ferd olmaktan çıkmıştır. Artık onu ferd olmaktan çıkaran bir başka rivayet olduğundan mutaba veya mutâba'un aleyh durumuna gelmiştir. Aynı zamanda, İmam Şafii'nin ferd zannedilen hadîsini el-Ka'nebî'nin rivayette bulunduğu kişi olan İmam Malik de mutâba veya mutâba'un aleyh sayılabilir.

Mustemlî
İstif’al babından ismi fail olan müstemli, aslında şeyhten kendisine hadis yazdırmasını isteyen talibe denir. Hadis rivayetine yeni başlamış olan biri tanınmış bir hadis şeyhinin ilim meclisine katılarak ondan hadis yazmaya başlarsa mustemlî sayılır. Cami ve mescit gibi ibadethanelerde, açık havada veya uygun yerlerde meclisler akdedip bu meclislerde hazır olanlara imla suretiyle hadis rivayet etmek, İslâm tarihinin ilk devirlerinden itibaren görülegelen ilmi faaliyetler arasındadır. Hadis meclislerinde toplanan talebeye hadisleri yazdırarak rivayette bulunmak her devirde büyük ilim merkezlerinden nisbeten küçük yerlere kadar her yerde uygulanmış ve bu usul hadis rivayet metodlarından biri sayılmıştır. Bu meclislere katılıp şeyhin hadislerini yazmak isteyenler talip adıyla bilindiği gibi mustemlî diye de anılır. Bununla birlikte mustemlî, daha çok hadis meclislerinde yüksekçe bir yere oturarak hadislerini yazdıran şeyhin sesini uzak yerlerde oturanlara duyurmak için tekrar edene denir. İmlâ maddesinde söz konusu edildiği gibi, hadis meclislerinde bazen binlerce talib toplanırdı. Haliyle şeyhten uzak yerlerde oturanların onun sesini uzaktan işitmeleri imkansızdı. Bu durumda meclisin büyüklüğüne göre belli yerlerde gür sesli bir veya bir kaç kişi bulunur, şeyhin okuduğu yahutta kendisine okunan hadislerin lafızlarını tekrar ederek uzakta bulunanların duymalarını sağlardı. Kısacası günümüzde hoparlörün yaptığı İşi hadis meclisinde kişiler yapar, bunlara müstemli denirdi. Mustemlî'nin şeyhin okunan hadis lafızlarını uzaktakilere duyurmak maksadıyla tekrar etmesine tebliğ denir. Müstemlîlik vazifesinin hadis meclislerinin kalabalık oluşu ve şeyhden uzak düşenlerin sözlerini işitmemeleri üzerine ihdas edildiğine şüphe yoktur. Veda haccında Hz. Peygamber (s.a.s)'in Arafatta söylediği hutbenin Hz. Ali tarafından tekrar edilişi benzer tatbikatın Hz. Peygamber (s.a.s) zamanına kadar gittiğini gösterir. Kalabalık meclislerde şeyhin sesinin uzaktakiler tarafından işitilmemesi üzerine hadisleri yazanların duymadıkları yerleri yanındakilere sormaları yüzünden gürültü çıkmasının da mustemlî kullanmakta tesirli olduğu söylenebilir. Rivayete göre Sufyân b. Uyeyne hadis meclisinde Ebu Müslim el-Mustemlî “Meclis çok kalabalık uzaktakiler işitmiyorlar” deyince “Sen işitiyorsun değil mi?” diye sormuş o da “Evet işitiyorum” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Sufyan “Onlara sen duyur” demiştir. el-A’meş de şöyle demiştir: “İbrahim en-Neha'î'nin hadis meclislerine devam ederdik. Bazen halka genişlerdi de uzakta olanlar söylediklerini duymazlar, birbirlerine sorarlardı. Sonra da ondan işitmeyip başkasından duydukları sözleri ona nisbet ederek rivayet ederlerdi.” 897 Her iki rivayet hadis meclislerinde kalabalık yüzünden şeyhe uzak düşenlerin onun rivayet ettiği hadislerin lafızlarını işitmemeleri halinde bir tedbir olarak birisinin tekrarladığını açıkça göstermektedir. İbrahim en-Nehaî birinci hicrî asır âlimlerinden olduğuna göre hadis meclislerinde mustemlî kullanmanın erken devirlerde başladığı söylenebilir. Ne var ki kesin tarih sınırı içinde başlangıcını kestirmek imkânsızdır. Hadis meclislerine gösterilen rağbet şeyhin ilmî mevkii ile şöhretine bağlıdır. Her devirde isim yapmış hadis alimlerinin meclisleri diğerlerine nisbetle fazla kalabalık olmuştur. Bu durum ise meclisin büyüklüğüne göre birkaç mustemlînin birden görev yapmasını zorunlu kılmıştır. Rivayete göre Basra'lı meşhur muhaddis Ebu Müslim İbrahim b. Abdillah el-Kecci (el-Keşşî)'nin meclisinde aynı anda yedi mustemlî vazife yapmıştır.898 el-Hatîbu'1-Bağdâdî'nin kaydettiğine göre mustemlî'nin mecliste yüksekçe bir yere veya kürsü üzerine oturması uygun olur. Böyle yüksek bir yer ya da oturacağı kürsü bulamayan ayakta durur. Tebliğ esnasında şeyhin lafızlarım aynen tekrar etmesi iyi olur. Özellikle raviler dirayetli ve rivayet esaslarını iyi bilen kimselerse bu lüzumlu hale gelir. Mustemlînin şeyhin sözlerini aynen tekrar etmemesi halinde isnadların hadis lafızlarına karışması ve yanlış yazılması tehlikesi vardır. Şu olay bunu gösterir: “Hârûnu'd-Dîk el-Basri, Dâvud b. Raşid'in müstemlîsi idi. Davud, Haddesenâ Hammâd b. Hâlid dese bunu kitabına “haddesenâ Hammâd b. Zeyd” diye yazar; istimla anında Hammâd b. Seleme diye okurdu. Sonra evine gider yazdıklarını okumak ister, doğru dürüst okuyamayınca da kalkar karısını döğerdi. Kadın da gelip Davud'a şikayet ederdi. 899 Mustemlînin vazifesi sadece şeyhin okunan hadislerinin sözlerini tekrar ederek mecliste bulunanlara duyurmak değildir. Yine el-Hatîb'in kaydettiğine göre bir hadis âliminin meclisinde mustemî olarak bulunan kimsenin görevleri arasında şu işleri yapmak da vardır: İmlâya başlamadan Kur'ân okumak; Kur'ân okunduktan sonra cemaatı susturmak; besmele çekmek; hamdele edip Hz. Peygamber (s.a.v.)'e salât ve selam okumak; daha sonra muhaddise dönüp dua ederken o gün okunacak hadisleri kimlerden rivayet ettiğini sormak,900 Bundan başka Hz. Peygamber (s.a.s)'in ismi her geçtiğinde (Sallallahu aleyhi ve sellem), sahabî ismi geçtiğinde (radiyallahu anh) demek de mustemlînin görevleri arasındadır. Şeyhin sesini işitmeden mustemlîden duyulan hadisleri şeyhe nisbet ederek rivayet etmenin cevazı konusunda basit de olsa görüş ayrılığı vardır. İbnu's-Salâh’ın işaret ettiğine göre pek çok muhaddis mustemlînin söylediği sözleri mumlî denilen şeyhten rivayet etmeyi caiz görmüşlerdir. Ne var ki müstemlinin tekrar ettiği sözleri işitmeyip yanındakine sorup öğrendikten sonra şeyhe nisbet ederek rivayetin, hadis rivayetinde tesahül olduğunu söyleyerek bu cevaza katılmayanlar vardır. Sufyân b. Uyeyne caiz olduğu; Buhârî şeyhi Ebu Nuaym el-Fadl b. Dukeyn caiz olmadığı görüşünde olanlardandır. Sufyan b. Uyeyne'nin yukarıda nakledilen haberi onun hadis meclisi büyük olduğu takdirde şeyhin sözleri müstemliden işitip ona isnad ederek rivayeti caiz gördüğüne delil addedilmiştir. Rivayete göre el-Fadl b. Dukeyn pratikte el-A’meş, Sufyân gibi muhaddislerden dinlediği hadislerden bir harf, bir isim bile olsa, kulağıyla işitmeyip arkadaşlarından sorarak öğrendiği tek tük kelimeleri şeyhinden değil arkadaşlarından rivayet eder, başka türlü hareketi caiz görmezdi. 901Aynı konuda Halef b. Temim şöyle demiştir: “Sufyan es-Sevrî'den onbin kadar hadis işittim. Rivayet esnasında bazen bazı hadislerin lafızlarını iyice anlamak ister, yanımda oturandan sorardım. Bir gün de Zaide b. Kudâme'ye sordum. Bana “kalbinin hıfzettikleri ile kulağının duyduklarından başkasını sakın rivayet etme” dedi. Ben de hepsini kaldırıp attım.” 902 el-Irâkî ise şeyhin hadislerini mustemlînin sözlerinden rivayet etmenin ötedenberi uygulanageldiğini kaydettik den sonra mustemlînin, şeyhe hadislerini okuyup arzeden kimse hükmünde olduğuna işaret ederek şöyle der: “Ancak bu durumda hadîslerini imlâ ettiren şeyhin, hadislerini okuyan kârinin sesini işitmesi şart olduğu gibi mustemlînin sesini duyması da şarttır. Bu konuda ihtiyata uygun olan, İbn Huzeyme ve diğer bazı alimlerin yaptıklarını yaparak nakledilen hadisin veya kimi lafızlarının müstemlîden işitilmiş olduğunu edâ sırasında “ahberanâ fulânun bi-teblîği fulânin” diyerek açıklanmasıdır.” 903 Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadisde Câbir b. Semure şöyle demiştir: “...Hz. Peygamber (s.a.s)'i “On iki emir gelir...” derken duydum. Allah Resulü bir şey daha söyledi ama ben onu işitemedim. Hz. Peygamberin burada ne dediğini babam haber verdi ve “hepsi de Kuteyş’tendir” buyurduğunu söyledi” 904Burada da Câbir b. Semure kendisi bizzat Hz. Peygamber (s.a.s)'in mübarek ağızlarından duydukları sözlerle babası vasıtasıyla işitmiş olduklarının arasını ayırmıştır. Hadis meclislerinde imlâ sistemi ile hadis rivayetinin gördüğü ilgi nisbetinde müstemlîlik de önem kazanmış ve zamanla bir meslek haline gelmiştir. Rical kitaplarında el-mustemlî nisbesi ile görülen pek çok kişi aynı zamanda bu işi görenlerdir.905 Bunlar yaptıkları işe karşılık ya belirli bir ücret alırlar; ya da şeyhin imlâ ettiği hadislerin yazılı bir nüshasına sahip olurlardı. Bu ikincisi, hadisle meşgul olan müstemlîler için paha biçilmez bir kazanç sayılırdı. 

Mustefîz
Taşmak, kabarmak manasına “fada” kök fiilinin istif al babından ism-i faili olan müstefiz, daha çok Fıkıh alimleri tarafından meşhur karşılığı olarak kullanılan bir terimdir. Meşhurun muhaddisler arasında en fazla rastlanan tarifi “ikiden fazla tariki olan fakat mütevatır derecesine ulaşmayan hadis” şeklinde olduğuna göre (Bk. Meşhur), bu vasfı taşıyan hadis fakihlere göre mustefizdir. Fakihlerin meşhura müstefiz deyişleri, kelimenin bir kapdan dökülen suyun etrafa yayılması manasından hareketle hadisin tarîklannın gittikçe çoğalmasını ifade etmek için olmalıdır. Bununla beraber meşhur ile mustefizin ayn olduğu görüşünde olan alimler de vardır. Bunlardan kimine göre meşhur, ilk asırda aslı olup ümmet tarafından kabul edilen sonradan şayi olan hadis, mustefiz ise tevatür derecesine varmaksızın en az üç sahâbî tarafindan naklolunan hadistir. Bu mânâda meşhur ile mustefiz arasında bir yönden umum-husus münasebeti vardır. Her mustefiz meşhur ise de her meşhur mustefiz değildir. Kimi alimlere göre de mustefiz, isnadının başında ve sonunda sayılan aynı olan raviler tarafından rivayet edilmiş olan hadistir. 896Meselâ üç sahabî tarafından rivayet edilmiş bir hadis, zamanla yine bu sayıda ravi tarafından rivayet edilirse mustefiz olur. Ancak baştan bir kaç sahâbî tarafından rivayet edildikten sonra zamanla rivayet tariklan çoğalan hadis ise meşhurdur. Bu tarife göre ise meşhur, mustefizden daha umumidir.

Mustedrek
Sözlükte bir şeyi diğer bir şey vasıtasıyla idrak etmek, hata olan görüşünü düzeltmek manasına gelen istidrakten ism-i meful olan müstedrek bir çeşit hadis kitabına denir. Umumiyetle sıhhat şartlarına uygun oldukları halde ibr muhaddisin kitabına almadığı hadisleri bir araya getiren eserlerdir. Müstedreklerden en önemlisi Buhâri ve Müslim'in sahihlik şartlanna uyduklan halde sahihlerine almadıkları hadisleri ihtiva eden el-Mustedrek ale's-Sahîhayn kitabıdır. el-Hâkimu'n-Nisâbûrî'nin eseridir.

Muştebih Maklûb
Bk. Muştebih.
Kelime olarak şüphelenen manasına geldiği gibi şüpheli, hakkında şüpheye düşülen şey manasına da gelir. Terim olarak genelde yazılışları birbirine benzediği halde tashif sonucu birbirinden farklı oluşan kelimelere denilmiştir. İsimleri bir olduğu halde babalarının isim veya nisbeleri yazılış bakımından aynı, fakat okunuşu farklı olan isimleri konu olarak alan ilme de denilmiştir. ez-Zehebi'nin el-Muştebih bi'r-Ricâl, Esmâ'ihim ve Ensâbihim isimli eseri ile İbn Haceri’l-Askalânî'nin Tebsîru'l-Muntebih bi-Tahrîri'1-Mutebihi konunun iki mühim kaynağıdır. Bunun yanısıra bir de Muhammed b. Abdillah ve Abdullah b. Muhammed misâli yazılışları ve okunuşları aynı olmakla birlikte birinin baba ismi diğerinin oğul; birinde oğul ismi diğerinde baba olan muştebih isimler de vardır. Bunlara Muştebih Maklûb adı verilmiştir. (Bk. Mu'telif ve Muhtelif).

Muştebih
Kelime olarak şüphelenen manasına geldiği gibi şüpheli, hakkında şüpheye düşülen şey manasına da gelir. Terim olarak genelde yazılışları birbirine benzediği halde tashif sonucu birbirinden farklı oluşan kelimelere denilmiştir. İsimleri bir olduğu halde babalarının isim veya nisbeleri yazılış bakımından aynı, fakat okunuşu farklı olan isimleri konu olarak alan ilme de denilmiştir. ez-Zehebi'nin el-Muştebih bi'r-Ricâl, Esmâ'ihim ve Ensâbihim isimli eseri ile İbn Haceri’l-Askalânî'nin Tebsîru'l-Muntebih bi-Tahrîri'1-Mutebihi konunun iki mühim kaynağıdır. Bunun yanısıra bir de Muhammed b. Abdillah ve Abdullah b. Muhammed misâli yazılışları ve okunuşları aynı olmakla birlikte birinin baba ismi diğerinin oğul; birinde oğul ismi diğerinde baba olan muştebih isimler de vardır. Bunlara Muştebih Maklûb adı verilmiştir. (Bk. Mu'telif ve Muhtelif).

Mustalahu'l-Hadîs
Bk. Hadis Usulü.
Eski tabiriyle usul-ü hadis karşılığıdır. Muhaddisler arasında tariflerinde az-buçuk fark olsa bile usulü hadis, ulûmu hadîs, dirâyetu'l-hadîs, (veya ilmu'l-hadîs dirâyeten); ilmu mustalahi'l-hadîs veya kısaca mustalahul-hadîs terimleri birbiriyle eş-manalı olarak hadis usulü ilmini ifadede kullanılmıştır. Buna göre Hadis Usûlü, hadis metodolojisidir. Eski ve daha sonraki alimlere göre değişik şekillerde tarif edilmiştir. el-Hatîbu'1-Bağdâdî'ye gelinceye kadarki eski alimlere göre Hadis Usulü, hadisleri, ravilerinin adalet ve zabt yönlerinden durumları, senetlerinin muttasıl veya munkatı olması bakımından Hz. Peygamber (s.a.s)'e nasıl nisbet edildiklerinden bahseden ilimdir. Daha sonraki alimlere göre ise kabul ve red yönünden ravi ile rivayet edilen hadislerin durumlarının bilinmesidir. Bu tariflerin her ikisi de Hadis Usulünü ravilerin ve rivayet edilenlerin bilinmesi olarak almaktadır. İkincisinde ayrıca hedefi de söz konusu edilmiştir ki bu hedef, rivayetlerin kabul veya reddedilmesidir. el-Ekfânî'ye göre Hadis İlminin ikinci kısmı olarak Hadis Usulü, rivayetin hakikati, şartlan, çeşitleri, hükümleri, ravilerin halleri, şartları ve rivayetin sınıflarını bildiren ilimdir. 331Yukarıda anılan müteahhir alimlerin hadis usulü tariflerinin daha geniş bir şekli diyebileceğimiz bu tarif en fazla kabul gören tarif olmuştur. Hadis Usulü ilmi, hadislerin rivayeti ile ravilerin hallerinin tetkikinden doğmuştur. Dindeki yeri itibariyle hadislerin rivayet edilmesi zorunlu hale gelince nakillerin gelişi güzel yapılmasını önleyici tedbirler almak da zarurî hale gelmiştir. İlk olarak Hz. Peygamber (s.a.s)'in ebedî aleme göç etmesinden sonra müslümanlar, aralarında bazı ihtilafların görülmesi üzerine rivayetlerin artması sonucu isnad sistemini getirmişler; her hadisi nakleden kişiye onu kimden aldığını sormuşlardır. Ayrıca hadis nakleden ravilerin, rivayetlerine güvenilecek kişiler olup olmadıkları da araştırılmış, hadisler elde edilen bilgiler ışığında değerlendirilmiştir. Bununla birlikte sahabe ve tâbi'ûnun hadis rivayeti konusunda gösterdikleri olağanüstü gayret ve gerçekten Hz. Peygamber'e ait olan hadisleri tesbit etme azmi zamanla rivayetin birtakım kaideler dahilinde yapılmasına yol açmıştır. Ne var ki, bu kaidelerin sistematik bir şekle girmeye başlaması hadislerin tedvin edilmesinden sonradır; zira hadislerin tedvinini takip eden zaman içerisinde ravi ve rivayetle ilgili esasların daha sistemli bir hale geldiği görülür. Hadislerin rivayet şartları, ravilerin durumları, rivayet çeşitleri ile ravi ile mervîyi ilgilendiren diğer hususlar tedvinden sonraki devrelerde kaidelere bağlanmıştır. Bu kaideler ışığında ravilerle herbirinin rivayet ettikleri hadislerin incelenmesi neticesi çeşitli hadis türleri ve herbirine dair değişik ıstılahlar oluşmuştur. Bu ıstılahları ve herbirinin delâlet ettiği manayı açıklayıcı Hadis Usulü kitapları tasnif edilmiştir. Bunların en meşhurları şunlardır: 1. el-Muhaddisu'1-Fâsıl Beyne'r-Râvî ve'1-Vâ'î: Ebu Muhammed el-Hasen b. Abdirrahmân b. Hallâd er-Râmehurmuzî'nin bu eseri ilk hadis usulü kitabı sayılır. Ancak bütün usul konularını ihtiva etmez. 2. Ma'rifetu Ulûmi'l-Hadîs: el-Hâkimu'n-Nîsâbûri tarafından tasnif edilmiştir. Konuları dağınıktır. Metotlu bir tasnif ve tertibi olmadığı gibi hadis usulü itibariyle önemli birçok konuyu da almamıştır. 3. el-Mustahrec Alâ Marifeti Ulûmi'l-Hadîs: Ebu Nu'aym b. Abdillah el-İsbehâni'nin eseridir. el-Hâkîm'in kitabının müstedreki mahiyetindedir. Bu eser de pek çok önemli konuyu almamıştır. 4. el-Kifâye fi İlmi'r-Rivâye: el Hatîbu'l-Bağdâdî'ye aittir. Hadis Usulü konusunda ilk tertipli ve muhtevalı kitap sayılır. Kıymetli hadis usulü kaynaklarındandır. 5. el-Câmi’ li-Ahlâki'r-Râvî ve Âdâbi's-Sâmî': el-Hatîbu'l-Bağdadî'nin eseridir. İsminden de anlaşılacağı gibi özellikle rivayet şartlarına dair kıymetli bir kaynaktır. 6. el-İlmâ’ ilâ Ma'rifeti Usûli'r-Rivâyeti ve Takyîdi's-Semâ’: Kadı İyad b. Musa el-Yahsubî'nin tasnifidir. Hadis Usulü ilminin bütün konularını ihtiva etmekle birlikte emsali arasında haklı bir şöhrete ulaşmıştır. 7. Mâ lâ yeseu'l-Muhaddise Cehluhû: Ebu Hafs Umer b. Abdilmecidi'l-Miyânicî'nin küçük hacimli bir kitabıdır. Özlü bir eser olmakla beraber kıymetli ve faydalı bir kaynak olmaktan uzaktır. 8. Ulûmu'l-Hadîs: Salâh künyesiyle tanınmış Ebu Amr Osman b. Abdirrahmân eş-Şehrizûri'nin bu tasnifi Mukaddime İbni's-Salâh adıyla da bilinir. Hadis Usûlünün en kıymetli kitabıdır. İbnu's-Salâh bu tasnifinde el-Hatibu'l-Bağdâdî ve ondan öncekilerin eserlerinde dağınık bir şekilde bulunan malumatı toplamış ve tertibe koymuştur. Bununla birlikte tam manasiyle tertipli bir eser sayılmamıştır. Böyle olduğu halde sonradan yazılan bütün hadis usulü eserlerine kaynak olmuştur. Ulûmu'l-Hadîsi kısaltan, nazma çeken, üzerine ilaveler yapan âlimlerin sayısı hayli fazladır. 9. et-Takrîb ve't-Teysîr li-Ma'rifeti Suneni'l-Beşîri'n-Nezîr: Muhyiddin Yahya b. Şeref en-Nevevi’nin bu eseri kısaca et-Takrîb adiyle meşhurdur. İbnu's-Salâh’ın Ulûmu'l-Hadîsini kısaltmak suretiyle meydana getirdiği el-İrşâdın muhtasarıdır. Yer yer muğlak ibareleri varsa da Hadis Usulü konularım özlü bir biçimde ele alan değerli bir kaynaktır. 10. Nuhbetu'l-Fiker fî Mustalahi Ehli'l-Eser: İbn Haceri'l-Askalânî'nin tasnifi olup tertibi itibariyle değişiktir. Yazan tarafından Nuzhetu'n-Nazar adiyle şerhedilmiştir. Muhtasar olmasına rağmen faydalı bir eserdir. 12. Fethu'l-Muğîs fî Şerhi Elfiyyeti'l-Hadîs: Muhammed b. Abdirrahmân es-Sehâvî tarafından kaleme alınmış, Irâkî'nin Elfiyyesi üzerine yazılmış derli toplu ve mühim bir şerhtir. 13. Tedrîbu'r-Râvî fî Şerhi Takrîbi'n-Nevâvî: Celaluddin Abdurrahmân b. Ebi Bekri's-Suyûtî'nin, adından da anlaşılacağı gibi Nevevî'nin takribine yazdığı şerhidir. Hadis Usulü konularına dair hayli faydalı malumat verir. 14. el-Manzûmetu'1-Beykûniyye: Umer b. Muhammed el-Beykûnî'nin 34 beyitlik veciz bir manzumesidir. 332 15. Tevcîhu'n-Nazar ilâ Usûli'l-Eser: Tahir b. Salih el-Cezâ'irî'ye aittir. Bütünüyle el-Hâkim'in eserine dayanılarak kaleme alınmıştır. 16. Kavâ'idu'l-Tahdîs: Asrımızın başlarında vefat eden Muhammed Cemaluddin el-Kasımî'nin cidden yararlı bir eseridir.

Mustahric
İstif’al babında istirhacdan ism-i fail olup çıkaran, istihraç eden manasınadır. Hadis Usulünde mustahrec denilen kitapları tasnif eden muhaddis için kullanılan tabirlerdendir. İstihraç ve mustahrec maddelerinde ayn ayn ele alındığı gibi bir muhaddisin kendisinden önce tasnif edilmiş herhangi bir hadis kitabındaki hadisleri teker teker ele alarak o kitap musannıfmun tarîkından ayrı bir tariktan kendi isnadı ile rivayetine istihraç, bu yolla rivayet edilen hadisleri bir araya toplayan kitaplara mustahrec denilmektedir. Bu duruma göre mustahric böyle rivayette bulunan veya muüstahrec kitabı tasnif ve tertib eden muhaddistir.

Mustahrecât
Bk. Mustahrec.
Kelime olarak çıkarmak manasına istihracdan ism-i mef’uldür. Hadis ıstılahı olarak bir çeşit hadis kitabına denir. Tarifi Şöyle yapılmıştır. Bir musannif, kendinden önce tasnif edilmiş herhangi bir hadis kitabında bulunan hadisleri, şeyhinde veya daha yukarı şeyhlerden biriyle buluştuğu, kitap sahibinin tarîkından ayn kendi isnadı ile rivayet ederek meydana getirdiği hadis kitabına denir. 890Söz gelişi bir hadis alimi Buhâri'nin sahihini ele alarak içindeki bütün hadisleri onun isnadından başka kendi isnadlanyla rivayet eder ve bunları ayn bir kitapta toplarsa bu yeni kitaba mustahrec adı verilir. Mustahrecin çoğulu mustahrecât gelir. Bir kitap üzerine mustahrec tasnif eden musannıfa mustahric denildiği de olur. Mustahrec eserler aşağıda söz konusu edileceği gibi daha çok es-sahîhân üzerine tasnif edilmişlerdir. Ancak, onlara mahsus değildirler. Mustahric, bazen kendi mustahrecine esas olan önceki alimin kitabındaki hadislerden bir kısmını vermez. Bu takdirde o hadisi razı olduğu isnadı ile rivayet etmemiş demektir. Bazen de bir hadisi musannifin isnadı ile nakleder. O zaman da ikisinin isnadlarmın bir olduğu anlaşılır. İbn Hacer'in belirttiğine göre mustahrecin şartı, musannifin uluv veya önemli ziyâde gibi bir engel olmadıkça kendisini yakın bir şeyhe ulaştıracak senedi bırakıp daha uzaktaki bir şeyhe ulaşmamasıdır. Ote yandan mustahreclerde lafız yönünden uygunluk şart değildir; çünkü mustahrec sahipleri hadislerini kendi şeyhlerinden rivayet etmişlerdir. Bunun sonucu olarak hadislerini istihraç ettikleri kitabın hadisleri ile kendi rivayet ettikleri hadisler arasında gerek lafız gerekse mana yönünden azıcık farklılıklar meydana gelebilir. Nitekim el-Beyhakî es-Sunenu'l-Kubra ve Ma'rifetu's-Suneni Vel-Asâr'da, el-Beğavî, Şerhu's-Sunnede öyle yapmışlar ve bir hadis kendi isnadlanyla naklettikten sonra “Revâhu'l-Buhâri ve Müslim (Bu hadisi Buhâri ve Müslim rivayet etti) demişlerdir. Oysa kendi naklettikleri metin ile Buhâri ve Müslim'deki metin arasında lafız ve mana yönünden farklar vardır. Buna göre bir hadisi naklettikten sonra kendi rivayetleri ile sahihan rivayetleri arasında fark olduğu halde, bunu Buhâri ve Müslim rivayet etmiştir” demelerinden maksat kendi naklettikleri metnin aslının eş-Şeyhân tarafından rivayet edilmiş olduğunu ifade etmektir. Şu halde mustahrec kitaplardan “Buhâri ve Müslim'de böyledir” kaydıyla hadis nakletmek caiz olmaz. Ancak “ahrecâhu bi-lafzihî (Bu hadisi Buhâri ve Müslim kendi kitaplarındaki lafzıyle rivayet etmişlerdir) denilmesi bunun dışındadır. 891 Mustahreclerin hadis rivayet esaslan yönünden çeşitli faydaları vardır. Bunlardan ilki uluvdur. Şöyle ki meselâ es-Sahîhân'dan birinde bulunan bir hadisi kendi isnadıyle rivayet eden mustahric, yukanda nakledilen şarta göre o hadisi musannıftan daha yakın tarîkla nakletmektedir. Bu ise mustahricin isnadının âli olması demektir. Söz gelişi mustahrec musannifi rivayet ettiği hadisi Buhâri tankıyla vermiş olsaydı mustahrecde rivayet ettiği tanka nisbetle nüzul vaki olurdu. Meselâ, Ebu Nu'aym, Buhâri ya da Müslim tarîki ile Abdurrezzak'tan bir hadis rivayet etse ona arada dört ravi ile ulaşabilirdi. Halbuki aynı hadisi et-Taberânî-ed-Deberi tarikından rivayet ettiği takdirde Abdurrezzak'a iki ravi vasıtasıyla ulaşır. Aynı şekilde Müslim tarîkından et-Tayâlisî'nin Müsnedinden bir hadis rivayet etse ona ancak dört ravi ile ulaşabilir ki ikisi kendisi ile Müslim arasındadır. İkisi de Müslim ile şeyhidir. Oysa aynı hadisi İbn Fâris-Yunus b. Hubeyb tarîkıyla ondan rivayet etse ona iki ravi ile ulaşmış olur. 892 Mustahreclerin ikinci faydası bazı hadislerde sahih ziyade görülmesidir. Bu ziyadeler de sahilidir; çünkü es-Sahihân isnadi ile rivayet edilmişlerdir. Bununla birlikte İbn Haceri'l-Askâlani'ye göre bu, mustahricin isnadı ile asıl musannif isnadının birleştiği ravi ve ondan sonrası için geçerlidir. Mustahric ile o ravi arasında bulunan kimseler ise tenkide tabidir; zira mustahricin maksadı daha çok uluvdur. Uluv elde ettiği takdirde maksadı hasıl olmuş demektir. Bu sebeple çok kere isnadda sıhhati dikkate almaz. Bununla birlikte şayet mustahric isnadı ile asıl musannifin isnadının birleştiği raviden öncekilerle de isnad sahih olursa veya mustahric rivayetinde makbul bir ziyade varsa sıhhat hasıl olur; aksi halde mustahricin gayesi zaten sıhhat değildir. Mustahreclerin bir başka faydası, hadislerin manalarında çatışma söz konusu olduğu takdirde rivayet tarîklarının çoğalmasıyle kuvvet kazanmasıdır. Bu da şöyle olur. Mustahric, sahih sahabînin hadisi rivayet ettiği şeyhi ile birlikte isnada bir veya birkaç ravi katar. Bazan Ebu Avâne'nin yaptığı gibi hadisi istihraç ettikten sonra onu sahabiye kadar ulaşan başka tanklarını sevkeder. Böylece o hadisin değişik tarikları zikredilmiş olur. Hadis de rivayet tariklarının çoğalması ile kuvvet kazanır. Bir hadisin tariklarının çoğalması ise ihtilâfu'l-hadîs konusunda önemli bir tercih sebebidir. Mustahrecin bir diğer faydası da sahih musannifinin önce mi sonra mı olduğunu açıklamadan ihtilata maruız kalan bir raviden rivayet etmesi halinde görülür. Mustahric ya açıkça veya ihtilata uğramış raviden ihtilattan önce rivayette bulunan biri tankından rivayet et mek suretiyle açıklama yapmış olur. Sahihte müdellis olan bir raviden an'ane ile rivayet edilen bir hadisin mustahric tarafından semaa delalet eden lafızlarla rivayet edilmeside mustahrecin faydalarındandır. Mustehrecâtın bunlardan başka şu faydalan da vardır. Asıl eser sahibinin “haddesenâ fulan “veya” haddesenâ racul” yahut haddesenâ fulan ve gayruhu, haddesenâ gayru vahid” gibi ibham lafızlarıyla mubhem raviden rivayet etmesi halinde mustahric mübhemin kim olduğunu tayin ederek hadisi mübhemlikten kurtarır. Yine önceki musannifin kim olduğunu açıklayacak bir ifade kullanmadan meselâ Muhammed isimli bir şeyhten rivayeti halinde sonraki mustahric onun kim olduğunu açıklar. Nihayet sahîhandan birinde bir yönden illetli olarak gelen bir hadis mustahrecte illetten salim olarak rivayet edilmiş olur.893 Yukarıda bir nebze bahsedildiği gibi mustahrec eserler daha çok es-Sahihandan biri üzerine tasnif edilmiştir. Buhari üzerine tertib edilen mustahreclerin en meşhurları, Ebu Bekr Ahmed b. İbrahim el-İsmâili el-Curcânî, Ebu Ahmed Muhammed b. Ahmed İbni'l-Huseyn el-Gitrifi, İbn Ebi Zuhl ismiyle meşhur Muhammed İbnu'l Abbas el-Herevî, Ebu-bekr Ahmed b. Musa (İbn Merdeveyh)'in mustahrecleridir. Müslim üzerine te'lif edilen belli başlı mustahrecler ise şu muhaddislere aittir: 1. Ebubekr Muhammed b. Muhammed el-İsferâ'inî 2. Ebu'1-Fadl Ahmed b. Seleme el-Bezzâr. 3. Ebu Ca'fer Ahmed b. Hemdân el-Hîri. 4. Ebu Avâne Ya'kub b. İshak b. İbrahim el-İsferâini 5. Ebu İmrân Musa İbnu-'l-Abbas el-Cuveynî 6. Ebu Muhammed el-Kâsım b. Esbâğ el-Kurtubî. 7. Ebu Muhammed Ahmed b. Muhammed el-Belâzuri 8. Ebu'l-Velid Hassan b. Muhammed el-Kazvînî 9. Ebu Nasr Muhammed b. Muhammed b. Yusuf et-Tûsî. 10. Ebu Said Ahmed b. Ebibekr el-Hîri 11. Ebu Hamid Ahmed b. Muhammed el-Herevî 12. Ebubekr Muhammed b. Abdillah el-Cevzakî Buhâri ve Müslim'in ikisi üzerine ayrı ayrı yapılan mustahrecler ise, 1. Ebu Abdillah Muhammed b. Ya'kub (İbnu'l-Ahrem). 2. Ebu Ali el-Hasen b. Muhammed el-Mâsercisî 3. Ebu Bekr Ahmed b. Hamdan eş-Şirâzî 4. Ebubekr Ahmed b. Muhammed el-Burkanî 5. Ebubekr Ahmed b. Ali (İbn Menceveyh) il'İsbehânî 6. Ebu Nu'aym Ahmed b. Abdillah el-İsbehanî 7. Abd b. Ahmed b. Muhammed (Ebu Zerri'l-Herevî) 8. Ebu Muhammed el-Hasen b. Muhammed (el-Hallâl) 9. Ebu Mes'ud Süleyman b. İbrahim el-Melîhî 894 Bunlardan başka Ebu Abdillah Muhammed b. Abdilmelik el-Kurtubî; Ebu Muhammed Kâsıin b. Esbağ el-Kurtubî ve Ebubekr Ahmed b. Ali (İbn Menceveyh) el-İsbehânî'nin Sünen Ebî Dâvud; Ebu Ali el-Hasen b. Ali et-Tûsî ile İbn Menceveyh'in Sünen Tirmizî üzerine mustahrecleri vardır. Ayrıca Ebu Nu'aym, İbn Huzeyme'nin Kitabu't-Tevhidî üzerine bir mustahrec telif etmiştir. Ebu'1-Fadl el-Irâkî ise el-Hâkimu'n-Nîsâbûri'nin el-Mustedreki üzerine bir mustahrec yazmaya başlamışsa da tamamlayamadan vefat etmiştir. 

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget