Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

02/23/20

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmin Bakara sûresi 168. âyetinde meâlen; "Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerden helâl ve temiz olmak şartıyla yiyin, şeytanın izini tâkib etmeyin. Çünkü, o hakîkaten sizin için apaçık bir düşmandır" ve Mâide sûresinin 91. âyetinde meâlen; "Muhakkak şeytan, şarabda ve kumarda aranıza kin ve düşmanlık düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık siz bunlardan sakınmaz mısınız" buyurmak sûretiyle apaçık düşman olduğunu bildirdiği şeytanın şerrinden kaçınmayı ve korunmayı emretmektedir.
Sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şeytanın şerrinden korunmak husûsunda İbn-i Abbâs’dan (radıyallahü anh) rivâyet edilen hadîs-i şerîfde; "Üç kimse iblis ve iblisin tâifesinin şerrinden korunurlar. Allahü teâlâyı gece-gündüz zikreden, seherde istiğfâr eden, Allah korkusundan dolayı ağlayan kimse" ve Abdullah bin Mes’ûd'un rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde de; "Bir kimse yemekte, gündüz uyurken veya gecelerken, şeytanın yanında barınmamasını istiyorsa; evine girerken selâm versin, yemeği Besmeleyle yesin" ve Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadis-i şerîfde; "Evlerinizi kabir hâline getirmeyin. Hiç şüphe yok ki şeytan Bakara sûresi okunan evden çıkar gider" buyurdu.
Şeytanın şerrinden ve hîlesinden emîn olmak için beş vakit namazı cemâatle kılmalı, Kur'ân-ı kerîmi çok okumalı, duâ etmeli, ibâdetleri Allah rızâsı için yapmağa çalışmalı ve ilim tahsiline devam etmelidir.
Ahmed bin Hanbel'in "Müsned"inde İbn-i Ömer'den (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "İçinizden her kim Cennet safâsını isterse cemâate devam etsin. Çünkü şeytan tek kişi ile bulunur. İki kişi olurlarsa uzak olur."
Celâleddîn-i Süyûtî'nin (rahmetullahi aleyh) "Kitâb-ür-rahme fit-tıbbı vel-hikme" kitabında sihir, nazar ve cinden korunmak için kıymetli bilgi vardır. Yüzellinci bâbında buyuruyor ki: "Şeytanın vesvesesinden, sıkıntıdan kurtulmak için, her gün bu duâyı okumalıdır; "Yâ Allah-ür-rakîb-ül-hafîz-ür-rahîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-halîm-ül-azîz-ür-raûf-ül-kerîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-kayyûm-ül-kâimü alâ-külli nefsin bimâ kesebet, hul beynî ve beyne adüvvî!" Şeytanın şerrinden Allahü teâlâya sığınmalı, Allahü teâlâyı çokça zikretmeli, e'ûzü ve Besmele okumalıdır. Çünkü Allahü teâlâ Nahl sûresi 98. âyetinde meâlen; "Racîm olan şeytandan Allah'a sığın." buyurdu.
Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) anlatıyor: Bir gün mü’minin şeytanı ile kâfirin şeytanı karşılaştılar. Yağlı, semiz ve parlak olan kâfirin şeytanı mü’minin şeytanına; "Bu ne hâl?" diye sordu. Mü’minin şeytanı da; "Ne yapayım, bir adama düştüm ki adam bir şey yiyeceği zaman Besmeleyi okur ben yiyeceksiz kalırım. Giyindiği zaman elbiseyi Besmeleyle giyer ben çıplak kalırım. Temizlendiği zaman Besmeleyle temizlenir ben de pis kalırım" dedi. Bunun üzerine kâfirin şeytanı da; "Ben öyle bir adam ile arkadaşım ki, bunlardan hiç birinde Besmele getirmez. Yemesinde, içmesinde ve giyinmesinde ben kendisine ortak olurum" dedi.
Mugîre bin Şu'be buyurdu ki: "Bir kimse evine, girdiği zaman selâm verirse, şeytan şöyle cevap verir: "Artık, benim burada duracak bir yerim kalmadı." Sofraya oturup yemek yemeğe başladığı zaman Allahü teâlânın adını anarsa, yâni Besmele-i şerîfeyi söylerse, o laîn bu defâ; "Burada benim için ne duracak yerim, ne de yiyecek bir şeyim kaldı" der. Su içeceği zaman, Allahü teâlânın adını anınca, tekrar; "Artık burada benim için ne durak, ne yemek, ne de içmek kaldı" diyerek eli boş bir şekilde çıkar gider."
Kalbi kötü huylardan ve düşüncelerden temizlemelidir. Çünkü, şeytan aç bir köpeğe benzer. Köpek insana yaklaşır. Şâyet et, ekmek gibi yiyecek bir madde önünde yoksa, köpeğe; "Defol git" demekle uzaklaşır gider. Fakat yiyecek bir şey varsa, o yalnız kovalamakla oradan uzaklaşmaz. Şeytan da böyledir. Şâyet kalbde kötü bir huy veya düşünce yoksa, yalnız Allahü teâlâyı zikretmekle oradan uzaklaşır. Şâyet şehvet ve kötü huylar kalbe yerleştiyse, zikrin hakîkati kalbe hâkim olamaz. Bu sûretle yine şeytan kalbe hâkim olur. Onun kalbden uzaklaşması için hem kalbi kötü huylardan temizlemeli, hem de Allahü teâlâyı anmalı, "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" demelidir.
Âyet-el-kürsî okumalıdır: Hasen-i Basrî (rahmetullahi aleyh) naklediyor: "Bana haber verildi ki, bir gün Cebrâil aleyhisselâmPeygamber efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve dedi ki: "Cinlerden bir ifrit (îmânsız cin) sana hîle etmek istiyor. Yatağına girdiğin zaman Âyet-el-kürsî'yi oku."


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmin A'râf sûresi 27. âyetinde meâlen; "Ey âdemoguları! Şeytan, ana ve babanızı fenâ yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak nasıl Cennet’ten çıkardıysa, sakın size de bir belâ yapmasın. Çünkü, şeytan ve kabîlesi sizi, kendilerini göremiyeceğiniz yerlerden görürler. Biz, şeytanları, îmân etmiyeceklere dostlar yaptık" buyurarak insanların şeytanın hîle ve şerrinden sakınmalarını emrediyor. Yine Kur'ân-ı kerîmin birçok yerinde, şeytanın insanların açık bir düşmanı olduğunu haber veriyor.
Peygamber efendimiz de (sallallahü aleyhi ve sellemhadîs-i şerîfde; "Şeytan dedi ki: "Yâ Rabbî! İzzetin hakkı için canı çıkıncaya kadar onları (insanları) aldatacağım, doğru yoldan saptıracağım." Allahü teâlâ da buyurdu ki: "İzzetim ve celâlim hakkı için istiğfâr ettikçe ben de onları affedeceğim" ve "Şeytan, âdemoğlunun damarında kan dolaşır gibi dolaşır, peşini bırakmaz" ve; "Şeytan, hortumunu, âdemoğlunun kalbinin üstüne koymuştur. O kimse Allah'ı zikr ederse (anarsa) hortumu kalkar, unutursa kalbi hortumun içine girer" buyurarak şeytanın hîlelerini bildiriyor ve ondan sakınmamızı tavsiye buyuruyor.
Mu'az bin Cebel (radıyallahü anh) Abdullah ibni Abbâs’dan naklederek rivâyet etti. Abdullah bin Abbâs buyurdu ki: Bir gün Ensârdan birinin evinde Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte bulunuyorduk. "Ey ev sâhibi! İçeridekiler! İçeri girmem için bana izin verir misiniz, görülecek işim var" diye bir ses duyduk. Bunun üzerine herkes Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzüne baktılar. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Bu seslenen kimdir bilir misiniz?" buyurdu. Biz: "Allah ve resûlü daha iyi bilir" dedik. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "O mel'un, iblistir (şeytandır). Allah'ın lâneti üzerine olsun" buyurunca, Hazret-i Ömer; "Yâ Resûlallah! İzin veriniz onu öldüreyim" dedi. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Dur yâ Ömer! Bilmiyor musun ki ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir. Öldürmeyi bırak" buyurdu. Sonra; "Kapıyı ona açın gelsin. O, buraya gelmek için izin almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz" buyurdu. Kapıyı ona açtılar. İçeri; gözü şaşı, köse, çenesinde altı veya yedi kıl sallanan, gözleri yukarı doğru açılmış, kafası bir fil kafası gibi, dudakları manda dudağına benzeyen bir ihtiyar kılığında girdi. Sonra; "Selâm sana yâ Muhammed! Selâm size ey cemâat-i müslimîn" diye selâm verdi. Sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Selâm Allah’ındır yâ laîn! Bir iş için geldiğini duydum. Nedir o iş?" diye cevap verdi. Şeytan; "Benim buraya gelişim kendi arzumla değildir. Mecbur kaldığım için geldim" dedi. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Nedir o mecbûriyet?" diye sordular. Şeytan; "İzzet sâhibi olan Allah'ın katından bana bir melek geldi dedi ki: "Allahü teâlâ sana emrediyor. Zelîl bir hâlde tevâzû ile habîbim Muhammed'in huzûruna gideceksin. Âdemoğullarını nasıl aldattığını, O'na bir bir anlatacaksın. Sonra O, sana ne sorarsa, doğrusunu söyleyeceksin. Söylediklerine bir yalan katarak doğruyu söylemezsen, seni kül ederim. Düşmanlarının önünde seni rüsvâ ederim" buyurdu. Yâ Muhammed! İşte sana bunun için geldim. İstediğini bana sor. Şâyet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem, düşmanlarım benimle eğlenecek. Muhakkak olan şudur ki, düşmanlarımın eğlencesi olmaktan bana daha ağır ve zor gelen bir şey yoktur" dedi.
Bundan sonra Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Mâdem ki sözlerinde doğru olacaksın, o hâlde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir?" İblis laîninin cevâbı biraz gecikti. Zirâ Resûlullah'ın şahsı ile alâkalı idi. Bu konuşmaları hepimiz merâkla ve sabırla dinliyorduk. Çünkü bu konuşma, ümmet-i Muhammed'in geleceği ile alâkalı idi. Belki de böyle bir hâdiseye bir daha rastlayamayacak, düşmanımızın tavrını tesbitte güçlük çekecektik. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) sorusunu tekrarladılar: "Mâdem ki yalan söylemeyeceksin, o hâlde bana anlat. En çok sevmediğin kimdir?" Şeytan; "Sensin yâ Muhammed! Allah'ın yarattıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki?" diye cevap verdi. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) tekrar sordular: "Benden sonra en çok kimlere buğz edip sevmezsin?" Şeytan; "Allah'ın emir ve yasaklarına uyan, haramlardan kaçınan, varlığını Allah yoluna veren bir gence buğz edip, onu sevmem" dedi, Bundan sonraki konuşmalar soru-cevap şeklinde şöyle devam etti: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Sonra kimi sevmezsin?" "Dîn-i İslâm'a hizmette sabırlı olup, şüpheli işlerden sakınan âlimi."; "Sonra" "İhtiyâcını hiç kimseye söylemeyen ve hâlinden şikâyet etmeyen sabırlı fakiri." "Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu nereden bilirsin?" "Ey Muhammed! İhtiyâcını kendi gibi birisine açmaz. Her kim ihtiyâcını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu sabredenlerden saymaz. Sabreden kimse böyle olmaz. Dolayısıyla onun sabrını, hâlinden, tavrından ve şikâyet etmeyişinden anlarım." "Sonra kimi?" "Şükreden zengini." "Peki o zenginin şükreden olduğunu nasıl anlarsın?" "Aldığını helâl yoldan kazanıyor ve hayırlı olan yere harcediyorsa, bilirim ki o şükreden bir zengindir."
Peygamber efendimiz mevzûu değiştirerek buyurdu ki: "Peki ümmetim namaza kalkınca senin hâlin nice olur?" "Yâ Muhammed! Beni bir sıtma tutar, titrerim." "Neden böyle oluyorsun ey laîn?" "Çünkü, bir kul Allah için secde ederse, bir derece yükselir"; "Peki ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?" "Onlar iftar edinceye kadar bağlanırım." "Ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?" "O zaman çıldırırım"; "Ya Kur'ân-ı kerîm okudukları zaman nasıl olursun?" "O zaman da tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm." "Ya sadaka verdikleri zaman hâlin nasıl olur?" "İşte o zaman hâlim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, testereyi eline alıp beni ikiye böler." Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Neden böyle testere ile ikiye biçilirsin yâ Ebâ Mürre?" diye sebebini sordular. Bunun üzerine şeytan; "Anlatayım. Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Bunlar: 1- Allah, sadaka verenin malına bereket ihsân eder. 2- O sadaka; vereni, insanlara sevdirir. 3- Allahü teâlâ, onun verdiği sadakayı Cehennemle arasında bir perde yapar. 4- Allahü teâlâ; belâyı, sıkıntıyı ve günahları ondan def eder."
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Eshâb-ı kirâm hakkında da bâzı sorular sordu: "Ebû Bekr için ne dersin?" Şeytan dedi ki: "O, bana câhiliyet devrinde dahî itâat etmedi, İslâm'a girdikten sonra bana nasıl itâat eder?" "Peki ya Ömer bin Hattâb için ne dersin?" İblis dedi ki; "Allah'a yemîn ederim ki, onu her gördüğüm yerden kaçtım." "Peki, Osman bin Affân için ne dersin?" İblis dedi ki: "Ondan çok utanırım. Allahü teâlânın melekleri ondan nasıl utanırlarsa, ben de öyle utanırım." "Peki, Ali bin Ebî Tâlib için ne dersin?" "Onun elinden bir kurtulabilsem, benim yakamı bıraksa da kendi başıma bir kalabilsem. Fakat o beni hiç bırakmaz."
Bundan sonra Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Ümmetime saâdet ihsân eden, seni de tâ belli bir zamana kadar şakî kılan Allah'a hamdolsun." Bu sözleri işiten laîn şeytan şöyle dedi; "Heyhat! Ümmetinin saâdeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen, ümmetin için kendini nasıl rahat hissedersin. Ben, onların damarlarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu hâlimi göremez ve bilemezler. Beni yaratan ve kıyâmet kopuncaya kadar bana hayat veren Allah'a yemîn ederim ki, onların hepsini azdırırım. Câhillerini ve âlimlerini, ümmîlerinî ve okumuşlarını, fâcirlerini ve âbidlerini, hâsılı bunların hiç biri elimden kurtulamaz. Ancak Allah'ın ihlâslı olan hâlis kullarını azdıramam." Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Sana göre ihlâs sâhibi olan muhlis kullar kimlerdir?" İblis dedi ki: "Yâ Muhammed! Bir kimse parasının, malının ve mülkünün sevgisini kalbine koymuşsa, o ihlâs sâhibi değildir. Para ve mal sevgisini kalbine koymamışsa, övülmekten ve medhedilmekten hoşlanmıyorsa, bilirim ki o ihlâs sâhibidir. Hemen onu bırakıp kaçarım. Bir kimse, malı ve övülmeyi sevdiği, kalbi de dünyâ arzularına bağlı kaldığı müddetçe, bana en çok itâat edenler arasına girmiştir. Bildiğiniz gibi mal sevgisi, büyük günahların en büyüğüdür. Ayrıca baş olma sevgisi de büyük günahların arasındadır.
Yâ Muhammed! Bilmez misin ki, benim yetmişbin çocuğum var. Bunların herbirinin vazifesi başkadır. Ayrıca her birine yetmişbin şeytan yardımcıdır. Bunların bir kısmını, âlimlerin yoldan çıkması için vazifelendirdim. Bir kısmını gençlere yolladım. Bâzılarını ihtiyâr kadınlara musallat ettim. Gençlerle aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Onlarla çok iyi geçiniriz. Çocuklar ise bizimkilerle istedikleri gibi oynarlar. Çocuklarımın bir kısmını âbidlerin, bir kısmını da zâhidlerin peşine gönderdim. Onlar, bunların yanına girer, hâlden hâle sokarlar. Bir tepeden diğerine dolaştırıp dururlar. O hâle gelirler ki, sebeplerden herhangi birine sövmeye başlarlar. İşte böylece onları ihlâssız hâle getiririm. Artık yaptıkları ibâdeti ihlâssız yaparlar da farkında bile olmazlar. Bilmez misin yâ Muhammed? Râhib Bersisa, Allah'a tam yetmiş yıl ihlâs ile ibâdet etti. Ona öyle ihsânlarda bulunuldu ki, her duâ ettiği hasta, onun duâsı bereketiyle şifâ buluyordu. Onun peşine takıldım, hiç bırakmadım. Zina etti, adam öldürdü ve en sonunda da küfre girip, kâfir oldu."
İblis, bundan sonra kötü huylar üzerinde durarak, bunların herbirinden nasıl istifâde ettiğini anlattı.
"Yâ Muhammed! Bilirsin ki, yalan bendendir ve ilk yalan söyleyen de benim. Kim yalan söylerse, o benim dostumdur. Kim yalan yere yemîn ederse, o da benim sevgilimdir. Âdem'e ve Havvâ'ya yalan yere Allah adına yemîn edip, dedim ki: "Muhakak ben size nasîhat ediyorum." Bunu yaparım, çünkü yalan yere yemîn, gönlümün eğlencesidir.
Gıybet ve koğuculuk, benim meyvelerim ve şenliğimdir.
Yâ Muhammed! Şimdi de namazını kılmayıp da tehir edenleri anlatayım. O, her ne zaman namaza kalkmak isterse tutar, ona vesvese veririm. "Henüz vakit var, sen ise meşgûlsün, şimdilik işine bak, sonra kılarsın" derim. Böylece o, vakti çıktıktan sonra namazını kılar. Bu sebepten, onun kıldığı namazı yüzüne atılır. Şâyet o kimse beni mağlûb ederse, ona insan şeytanlarından birini gönderirim. Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyarım. O, bunda da beni mağlûb ederse, bu defâ onun hesâbını namazda görmeye bakarım. O, namazda iken; "Sağa bak, sola bak" derim. Bakınca, onun yüzünü okşar, alnından öperim. Sonra: "Sen yaramaz bir iş yaptın" diyerek huzûrunu bozarım. Şâyet yine mağlûb olursam, tek başına namaz kıldığı zaman yanına gider çabuk çabuk kılmasını emrederim. O da tıpkı horozun, gagasıyla yerden birşeyler topladığı gibi, namazını acele ile kılmaya başlar. Bu işi ona yaptıramazsam, cemâatle namaz kılarken ona yaklaşırım. Başına bir gem takar, başını imâmdan evvel secdeden ve rükûdan kaldırırım. Yine imâmdan önce de rükû ve secde yaptırırım. O, böyle yaptığı için, kıyâmet günü Allah onun başını merkep başına çevirir. Bu işte de mağlûb olursam, ona namazda parmaklarını çıtlatmasını emrederim. Böylece beni tesbîh eder. Şâyet bu işi namaz içinde yaptıramazsam, ona esneme veririm. Bu esneme esnâsında elini ağzına kapamazsa, dünyâya olan bağlarını ve hırsını çoğaltmak için onun içine küçük bir şeytan girer. İşte bundan sonra o kimse, bize hep itâat eder; sözümü dinler ve dediklerimi yapar."
Şeytan konuşmasına devam ederek dedi ki: "Ben onlara ne tuzaklar kurarım, ne tuzaklar... Onların miskinlerine, çâresizlerine ve zavallılarına giderim. Namazı bırakmalarını emreder, namaz size göre değildir, Allah'ın âfiyet ihsân ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir derim. Sonra hastalara gider, namaz kılmayı bırakın, çünkü Allahü teâlâ; "Hastalara zorluk yok" buyurdu. İyi olduğun zaman çokça kılarsın derim. O da böylece namazını bırakır. Hattâ küfre bile girebilir. Şâyet hastalığında namazı terkederek ölüp giderse, Allahü teâlâyı gadablı bulur."
İblis konuşmasına şöyle devam etti: "Eğer yalan söyledimse, Allah'dan dile, beni kül eylesin. Yâ Muhammed! Sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın? Ben onların altıda birini dinden çıkardım."
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) sıra ile sorular sordu ve aralarında çeşitli konularda aşağıdaki konuşmalar oldu: "Ey laîn! Senin düşüp kalktığın arkadaşın kimdir?" İblis dedi ki; "Fâiz yiyen." "Dostun kim?" "Zinâ eden." "Yatak arkadaşın kim?" "Sarhoş." "Misâfirin kim?" "Hırsız." "Elçin kim?" "Sihirbazlar." "Gözünün nûru nedir?" "Hanım boşamak." "Sevgilin kimdir?" "Cumâ namazını bırakanlar."
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sefer başka bir mevzûya geçti. Buyurdu ki: "Ey laîn! Senin kalbini ne kırar?" İblis; "Allah yolunda cihâda giden atların kişnemesi" dedi. "Peki, senin cismini ne eritir?" "Tevbe edenlerin tevbesi." "Ciğerini ne parçalar ve ne çürütür?" "Gece ve gündüz yapılan istiğfâr." "Yüzünü ne buruşdurur?" "Gizli verilen sadaka." "Gözlerini kör eden nedir?" "Gece kılınan namaz." "Başını eğdiren nedir?" "Cemâatle kılınan namaz."
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), başka bir mevzûya geçerek buyurdular ki: "Ey iblis! Seni işinden alıkoyan nedir?" "Ulemâ meclisleri." "Yemeğini nasıl yersin?" "Sol elimle ve parmağımın ucuyla." "Peki, sam yeli esip, ortalığı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin?" "İnsanların uzamış tırnakları arasında."
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) başka bir mevzuda tekrar buyurdular ki: "Ey iblis! Rabbinden neler taleb ettin?" "On şey taleb ettim: 1) Allah'tan, beni insanların malına ve evlâdına ortak etmesini istedim. Kabûl etti. Her besmelesiz kesilen hayvan etinden, fâiz ve haram karışan yemekten de yerim. Şeytandan, Allah'a sığınılmayan malın da ortağıyım. Hanımı ile yakınlık ânında, şeytandan Allah'a sığınmayan kimse ile beraber olurum. Bu yakınlıktan meydana gelen çocuk, bize itâat eder, sözümüzü dinler. Her kim hayvana binerken helâl olan yere gitmeyi değil de, aksini isteyerek binerse, ben de onunla beraber binerim. Yol ve binek arkadaşı olurum. 2) Allahü teâlâdan bir ev vermesini istedim. Bana hamamları ev olarak verdi. 3) Bir mescid vermesini istedim. Pazar yerlerini bana mescid olarak verdi. 4) Okuyacağım bir kitap istedim. Bana (müstehcen) şiirler bulunan kitabı verdi. 5) Benim için bir ezân vermesini istedim. Çalgı âletlerini verdi. 6) Bir yatak arkadaşı istedim. Sarhoşları verdi. 7) Bana yardımcılar vermesini istedim. Kaderiyye bozuk fırkasına mensup olanları verdi. 8) Bana kardeşler vermesini istedim. Mallarını boş yere isrâf edenleri ve parasını günah olan yerlere harcayanları verdi. Bu durum, Kur'ân-ı kerîmde isrâ sûresinin yirmiyedinci âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle anlatılmaktadır: "Çünkü isrâf yapanlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankör bulunuyor." Bir ara sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Eğer söylediklerini Allahü teâlânın kitabındaki âyetlerle isbât etmeseydin seni tasdik etmezdim." buyurdular. 9) Yâ Muhammed! Allah'tan, âdemoğulları beni görmesin, fakat ben onları göreyim istedim. Bu dileğimi de kabûl etti. 10) Âdemoğullarının damarlarını bana yol yapmasını istedim. Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp giderim. İstediğim gibi gezerim. Bütün bu isteklerimin hepsinin bana ihsân edildiği bildirildi. İşte ben bu hâllerimle iftihar ederim. Şunu da söyleyeyim ki, benimle beraber olanlar, seninle beraber olanlardan daha çoktur. Bu şekilde, kıyâmete kadar âdemoğullarının çoğu benimle beraberdirler.
Benim bir oğlum vardır ki, onun adı da Mütekazi'dir. Bunun da vazifesi, yapılan gizli amelleri yaymağa çalışmaktır. Bir kimse gizli bir tâat işlerse, Mütekazi onu dürter. Nihâyet, o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarılmasına muvaffak olur. Böylece, Allahü teâlâ, o amel sâhibinin yüz sevâbından doksan dokuzunu imhâ eder, biri kalır. Çünkü bir kulun yaptığı gizli bir amel için yüz sevâb verilir. Benim Kühayl isminde bir oğlum daha vardır. Bunun vazifesi de insanların gözlerine sürme çekmektir. Bilhassa âlimlerin meclislerinde ve hutbe okurken bu sürme gözlere çekildi mi, uyuklamaya başlarlar. Konuşan âlimin sözlerini işitmez ve hiç sevâb alamamış olurlar."
İblis sözüne şöyle devam etti: "Hangi kadın olursa olsun, onun kucağına bir şeytan oturur. Kadın kalktığı zaman da, oturduğu yere bir şeytan oturur. Kadını, bakanlara güzel gösterir. Sonra kadına bâzı emirler verir. Meselâ; elini, kolunu dışarı çıkarıp göster, der. O da bu emri yerine getirir, elini, kolunu açar gösterir. Böylece o kadının hayâ perdesini tırnakları ile yırtar."
İblis, bundan sonra Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi durumunu anlatmaya başladı: "Yâ Muhammed! Bir kimseyi ben kendi elimle dalâlete sürükleyemem. Ben ancak vesvese veririm ve o şeyi güzel gösteririm. Hepsi o kadar. Eğer dalâlete sürüklemek yâni yoldan çıkarmak elimde olsaydı, yeryüzünde "Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed, Allah'ın resûlüdür" diyen herkesi, oruç tutanı ve namaz kılanı dahî hiç bırakmaz, hepsini dalâlete düşürürdüm. Nasıl ki, senin elinde hidâyet cinsinden bir şey yoksa, benim de o kimseyi doğru yoldan çıkaracağıma dâir bir şey yoktur. Sen, ancak Allah'ın resûlüsün ve tebliğ etmeye memursun. Eğer hidâyet elinde olsaydı, yeryüzünde bir tek kâfir bırakmazdın. Sen, Allah'ın yarattığı insanlar üzerine bir hüccetsin. Ben de, kendisi için ezelde şakî yazılan kimselere bir sebebim. Saîd olanlar, ta ana karnında iken saîddir. Şakî olan da, ana karnında iken şakîdir. Saâdet ehlinden yapan da, şekâvet ehlinden yapan da Allah'tır." Bunun üzerine Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ey Ebû Mürre! Acabâ senin bir tevbe etmen ve Allahü teâlâya dönmen mümkün değil mi? Cennet’e girmene kefil olurum. Söz veririm" buyurdu. Bunun üzerine şeytan; "Yâ Muhammed! İş, verilen hükme göre oldu. Kıyâmete kadar takdir edilen işler olacaktır. Seni peygamberlerin efendisi kılan, Cennet ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve onların arasında gözde yapan, beni de şakîlerin efendisi kılan ve Cehennem ehlinin odunu eyleyen Allahü teâlâ, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Son sözümü söylüyorum ki, bu anlattıklarımın hepsi de doğrudur."
Şeytan, insanları türlü yollarla aldatmaya ve günahlara sevk etmeye çalışır. Onun hîle ve tuzaklarından emîn olabilmek için bunların bilinmesine ihtiyaç vardır. Bu hîleler şu şekilde sıralanabilir:
1- Şehvet ve gadab şeytanın hîlelerindendir. Gadab, aklı giderir. Akıl gidince şeytanın ordusu hücûma geçer. Çocuğun elindeki oyuncak gibi, kızan kimse de şeytanın elinde eğlence olur. Ahmed bin Hanbel'in "Müsned"inde yazılı olan hadîs-i şerîfde, Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Gadab (kızgınlık) şeytandandır. Şeytan ise ateştendir. Su, ateşi söndürür. Sizden birisi kızdığı zaman abdest alsın."
Hadîs âlimlerinden Amr bin Mürre (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: "Şeytan der ki: "İnsan kızdığı zaman ben yanına yaklaşırım, sevindiği zaman da kalbine vesvese veririm. Kendini kontrol etmezse, elimden nasıl kurtulur."
2- İkinci hîle ve tuzağı hased ve hırstır. Kul bir şeye karşı hırslandığı zaman, hakkı görmez ve hakîkati duymaz. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Bir şeyi (aşırı) sevmen, seni sağır ve kör eder." buyurmuştur.
3- Helâl olsa bile doyuncaya kadar yemek yemekdir. Çünkü, insan doyuncaya kadar yeyince şeytanın silâhı olan şehveti kuvvetlenir. Rivâyet edilir ki: İblis, Yahyâ aleyhisselâma elinde çeşitli çengeller olduğu hâlde geldi. Yahyâ aleyhisselâm çengelleri görünce şeytana; "Bu çengeller nedir?" diye sordu. Şeytân; "Bunlar şehvetlerdir. Âdemoğlunu bunlara asar ve bunlarla aldatırım" cevâbını verdi. Yahyâ aleyhisselâm; "Beni hiç aldattın mı? Bana da hiç çengel vurabilir misin?" deyince, Şeytan; "Evet, karnını iyice doyurduğun zaman, namaz ve Allah'ı anmakta sana da ağırlık veririm" dedi. Bunun üzerine Yahyâ aleyhisselâm; "O hâlde ben de aslâ karnımı doyurmayacağım" deyince, şeytan; "Ben de artık kimseye öğüt vermeyeceğim" dedi.
4- Süslenme sevgisidir. Şeytan insanın gönlünde ev, mobilya, elbise ile süslenme sevgisini görünce, o kimsenin kalbine yerleşir. İnsanı ev ve geniş binâlar yaptırmaya, evin kapı ve bacasının süsüne, binek vâsıtaları ve elbiselerle süslenmeğe teşvik eder. Ömrü boyunca onlara bağlar.
5- Tamâdır. Dünyâ lezzetlerini haram yollardan aramağa tamâ denir. Tamâın en kötüsü, insanlardan beklemektir. Kibre, ucba sebeb olan "nafile" ibâdetleri ve âhıreti unutturan "mübâh"ları yapmak da tamâ olur. Tamâın zıddına, aksine tefviz denir. Tefviz, helâl ve faydalı şeyleri kazanmağa çalışıp da, bunlara kavuşmağı Allahü teâlâdan beklemektir. Tamâ kalbe yerleşince şeytan o kimseye tamâ ettiği şeyleri çeşitli hîlelerle sevdirir. O dereceye varır ki tamâ ettiği şey onun mâbûdu olur.
6- Acele ettirmek de şeytanın hîlelerindendir. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Acele şeytandan, teenni (acele etmemek) ise Allah'tandır" buyurdu. Çünkü, iş, anlayıp bildikten sonra yapılmalıdır. Anlayıp bilmek için de düşünmek gerekir. Acele ise bunlara mânidir. Şeytan vesvese vererek işin acele olmasını ister.
7- Şeytanın hîlelerinden birisi de dünyâ malıdır. İhtiyaçtan fazla toplanıp, Allah rızâsı için sarf edilmeyen mal ve servet, şeytanın merkezidir. Yalnız yetecek kadar dünyâlık toplayan kimsenin kalbinde bir şey yoktur. Hadîs-i şerîflerde; "Mü'minin Allah indinde kıymeti, topladığı dünyâlık kadar azalır" ve "Dünyâ sevgisi arttıkça, âhırete olan zararı da artar. Âhıret sevgisi arttıkça, dünyânın ona zararı azalır" buyuruldu. Hazret-i Ali diyor ki; Dünyâ ile âhıret, şark ile garb gibidir. Birine yaklaşan, diğerinden uzaklaşır." Hadîs-i şerîflerde; "Dünyâlık peşinde koşmak, su üzerinde yürümeye benzer. Bunun ayaklarının ıslanmaması mümkün müdür? İslâmiyete uymaya mâni olan şeylere dünyâ denir" ve "Allahü teâlâ bir kulunu severse, onu dünyâda zâhid, ahirette râgıp yapar. Ayıplarını ona bildirir." ve "Dünyâlık arayanın buna kavuşması güçtür. Âhıreti arayanın buna kavuşması, kolaydır" ve "Dünyâlığa düşkün olmak, hatâların başıdır" buyuruldu.
8- Cimrilik ve fakir olma korkusu. Bu korku; insanı, Allah rızâsı için fakir ve ihtiyaç sâhiplerine yardım etmekten alıkor ve mal biriktirmeye sevk eder. Bakara sûresi 268. âyet-i kerîmede meâlen; "Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur. Size cimriliği emr eder. Allah ise kendisinden mağfiret ve fazl vâd ediyor" buyuruldu.
9- Kendi görüş ve düşüncelerini beğenmek sûretiyle hasımlarına karşı kin tutmak da şeytanın hîlelerindendir. Bu hâl, günahkâr kimseleri olduğu gibi âbid kimseleri de helâke sürükler. Zîrâ insanlarda kusur aramakla uğraşmak kötü huylardandır. Şeytan, insana bu yaptığı işin güzel bir şey olduğunu yerleştirir. Bu kimsenin bütün gayretini, doğru olsun, yanlış olsun; kendi görüş ve düşüncesinin haklı olduğunu isbât etmeğe sevk eder. O kimse çoğu kere din nâmına gayret sarf ettiğini sanarak kendini sevinç ve neşe içinde bulur. Hâlbuki şeytanın hîlesine aldandığını bilmez.
10- Câhil kimseleri Allahü teâlânın zât ve sıfatları husûsunda düşünmeğe sevk etmek ve şüpheye düşürmekdir. Şeytan, câhil kimselerin hatırına hayâlî şeyler getirir. O kimse bu düşünceleri sebebiyle ya bid'at ehli veya îmânsız olur. Aklı ve zekâsıyla bir şey anladığını sanır.
Hazret-i Âişe'nin rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şeytan birinize gelir vesvese vererek; "Seni kim yarattı?" diye sorar. O kimse; "Allahü teâlâ yarattı" deyince, Şeytan; "Allah'ı kim yarattı?" der. Sizden biriniz böyle bir suâlle karşılaştığınız zaman; "Allah ve Resûlüne îmân ettim" desin. Zirâ bu, şeytanı uzaklaştırır." İlmi olmayanın Allahü teâlâ ve dînin ince bilgilerinden konuşması, kendisini bilmediği yerden küfre götürebilir. Bu tıpkı yüzme bilmeyen kişinin denize girmesine benzer.
11- Sû-i zan etmektir: Bir mü'mini, günahkâr sanmak, onun hakkında kötü düşünmektir. Allahü teâlâ Hucurât sûresinin 12. âyetinde meâlen; "Ey îmân edenler! Sû-i zan etmekten kendinizi koruyunuz! Zan etmenin bâzısı günahtır" buyurdu. Hadîs-i şerîfde; "Sû-i zan etmeyiniz. Sû-i zan, yanlış karar vermeye sebep olur. İnsanların gizli şeylerini araştırmayınız, kusurlarını görmeyiniz; münâkaşa, hased ve birbirinize düşmanlık etmeyiniz; birbirinizi çekiştirmeyiniz kardeş gibi sevişiniz. Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulüm değil, yardım eder ve onu, kendinden aşağı görmez" buyuruldu.
Kim bir zan ile başkasının kötülüğüne hükmederse, şeytan bu kimseyi o kişinin aleyhinde gıybet etmeye ve kötü düşünmeye sevk eder. Bu sebeple o kimsenin hakkına riâyet etmemiş olur. Ona ikrâmda kusur eder; hakâretle bakar, kendini ondan hayırlı görür ve bu düşünceleri helâkine sebep olur.
Bunun için dînimiz sû-i zanna sebep olacak hareketlerden ve yerlerden uzak olmayı emretmiştir. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Töhmet yerlerinden kaçınınız!" buyurmuştur.
Ali bin Hüseyn'den (radıyallahü anh) rivâyet edildi. Safiyye binti Huyey bin Ahtâb haber verdi: Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidde îtikafda olduğunu öğrendim. O'nu ziyâret edip, bir müddet konuştuktan sonra ayrılmak üzere kalktım. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni kapıya kadar yolcu etti. Tam o sırada Ensârdan iki kişi oradan geçiyordu. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara seslendi"Bu (zevcem) Safiyye binti Huyey'dir" buyurdu. O iki kimse de; "Yâ Resûlallah (sallallahü aleyhi ve sellem)! Senin hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz" dediler. Bunun üzerine Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem"Kanın bedende dolaştığı gibi şeytan da insana hulûl eder. Size vesvese vereceğinden korktum da vaziyeti izâh ettim.” buyurdu.
12- İbâdetlerde ve abdestte şüpheye düşürür. İslâm âlimleri buyurdular ki; "Şeytan, âdemoğlunu günah işlemeye sürükler; yaptıramazsa aldatıp, azar azar kötülüğe yaklaştırmak için, nasîhatta bulunur, başarılı olamazsa, bid'atlere düşürmek için çok gayret sarfeder. Yine muvaffak olamazsa, ona bir helâli haram, bir haramı de helâl saydırmak için uğraşır. Bunda da muvaffak olamazsa, abdestinde yaklaşmak ister. Onu, abdestinde, namazında ve orucunda şüpheye düşürmeye çalışır."
Buraya kadar şeytanın insanları aldatma yollarından ve hîlelerinden bâzıları yazıldı. Çünkü insanın yapmış olduğu her kötü işte şeytanın hîle ve vesvesesi vardır. Bu hîle ve tuzaklarla ilgili daha geniş bilgi, İslâm âlimlerinin asırlardır yazdıkları kıymetli kitaplarında mevcuttur.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Şeytan ilk insandan beri âdemoğullarını yeryüzünde de rahat bırakmamakta, çeşitli sûret ve şekillere girerek onlara vesvese vermekte ve kötülüklere teşvik etmektedir. Şeytan, sâdece sevgili Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sûretine giremez. Sahîh-i Buhârî ve Müslim'de zikredilen, Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet edilen hadîs-i şerîfde, Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Her kim beni rüyâda görürse uyanık hâlinde görmüş gibidir. Şeytan benim sûretime giremez." Ebû Katâde (radıyallahü anhResûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu anlattı: "Her kim beni rüyâda görürse, gerçekten görmüş demektir." Şeytan, bâzan bir ihtiyar şeklinde, bâzan da başka sûretlerde insanların gözüne görünebilir. Âdem aleyhisselâm ve Havvâ vâlidemiz yeryüzüne indikten sonra, evlâdlarına, değişik sûretlerde görünerek vesvese vermiş ve onları hak yoldan uzaklaştırmağa çalışmıştır. Şeytan, Kâbîl'e kardeşi Hâbîl'i öldürmesi için vesvese verdi. Kâbîl öldürmenin nasıl olduğunu bilemediğinden şeytan, insan kılığında karşısına çıktı. Bir kuş tutup, taşın üstüne koyarak başka bir taşla başına vurmak sûretiyle; Kâbîl'e, kardeşi Hâbîl'i nasıl öldüreceğini gösterdi. Kâbîl de kardeşini aynı şekilde öldürdü.

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Allahü teâlâ; melekleri, insanları ve cinleri kendisine ibâdet etmesi için yarattı. Kur'ân-ı kerîmde, Zâriyât sûresi 56. âyetinde meâlen; "İnsanları ve cinleri ancak beni bilip ibâdet etmeleri için yarattım" buyuruluyor. İnsanlar topraktan, melekler nûrdan, cinler de ateşten yaratılmıştır. Hicr sûresi 27. âyetinde meâlen; "Âdem'den, önce cinlerin babası olan Cân'ı ateşten yarattık" buyurdu. Şeytan da cin tâifesindendir. Asıl adı iblis olan şeytanın bir adı da Azâzil'dir. Cinlerin yaratılması, insanların yaratılmasından çok öncedir. Aralarında uzun devirler geçmiştir. İslâm âlimlerinden Muhyiddîn-i Arabî'nin bildirdiğine, göre, bu zaman dörtbin yıldan az değildir.
Melekler yaratıldıkları zamandan îtibâren ibâdete başladılar. Hiç isyân, itâatsizlik yapmadılar. Cân'ın evlâdları olan cinler, yeryüzüne gönderilince, fitne fesâd çıkardılar. İsyânları sebebiyle zaman zaman Allahü teâlâ tarafından helâk edildiler, isyân ve taşkınlık yapmamaları için, Allahü teâlâ onlara dinler gönderdi. Aralarından en iyileri vâli seçilip vazifelendirildi. Bu vâliler tarafından yeryüzünde fesâd çıkarmamaları, ibâdet ve tâatle meşgûl olmaları için nasîhatler edildi. Cinlere nasîhat etmek üzere vazîfe verilenlerden biri de Azâzil yâni iblis idi.
Allahü teâlâ"Ben, yeryüzünde bir halîfe yaratacağım" (Bakara sûresi: 30) buyurdu. Bunun üzerine melekler; "Yâ Rabbî! Yeryüzünde fesâd çıkarıp kan dökenleri mi yaratacaksın?" (Bakara sûresi: 30) dediler. Allahü teâlâ bunlara; "Sizin bilmediğinizi ben bilirim" (Bakara sûresi: 30) buyurdu. Melekler bu cevâbı alınca pişman oldular. Çünkü bu sözleri, Allahü teâlânın işine karışmaktan ve O'na isyân etmekten değil, hikmetini anlayamadıklarındandı.
Âdem aleyhisselâmın şekil verilmiş hâli Mekke ile Tâif arasında kırk yıl yattığı sırada, melekler ve iblis (şeytan) onu görmüşlerdi ve ondan korkmuşlardı. Ondan en çok korkan da iblis (şeytan) idi. İblis, Âdem aleyhisselâmın henüz rûh verilmemiş salsâl hâlindeki bedenine dokununca, çınlayarak ses çıkardı. İblis, bedenine girip çıkar ve melekere; "Korkmayınız bunun içi boştur. Eğer ben ona musallat olursam helâk ederim" derdi.
Ahmed bin Hanbel'in (rahmetullahi aleyh) bildirdiği hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: "Allahü teâlâ Âdem'in bedenine şekil verip bıraktıktan sonra (henüz rûh verilmeden) iblis, etrâfında dolaşıp ona bakmağa başladı. Onun içini boş görünce; "Bu kendine sâhip olamaz, benim için kolay ele geçirilebilir" dedi."
Âdem aleyhisselâmın bedenine rûh verilmeden önce, melekler Âdem aleyhisselâmın bedenini görüp ondaki uygunluğa, âhenge ve ilâhî san'ata hayran kaldılar. Allahü teâlâ bundan güzel bir şey halk etti mi acaba dediler. İblis, Âdem aleyhisselâmın rûh verilmemiş hâlindeki bedenini görünce meleklere; "Eğer o sizden üstün, fazîletli kılınırsa ne yaparsınız?" dedi. Melekler; "Biz Rabbimizin emrine uyarız" dediler. İblis ise kendi kendine; "Eğer ona hürmet etmem emr olunursa, isyân ederim" dedi.
Ebû Yâ'lâ'nın ve Buhârî'nin Ebû Hüreyre’den (radıyallahü anh) rivâyet ettikleri bir hadîs-i şerîfde şöyle buyuruldu: "Şüphesiz ki Allahü teâlâ Âdem'i topraktan yarattı. Âdem aleyhisselâmı yaratacağı toprağı tîn (çamur) hâline sokup, hame-i mesnûn (balçık çamuru) oluncaya kadar bekletti. Sonra ona şekil verip, salsâlün kelfehhâr (pişmiş kerpiç gibi) oluncaya kadar bekletti. Şeytan, Âdem aleyhisselâmın bedeninin rûh verilmemiş bu hâlini görüp, yanına vardıkça; "Şüphesiz sen, büyük bir iş için yaratıldın" derdi. Sonra, Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâmın bedenine rûh verdi. Rûh, önce gözüne ve genizlerine sirayet etti. Genzine sirâyet edince aksırttı. Allahü teâlâ onu rahmetiyle karşılayıp; "Rabbin sana merhamet etsin" buyurdu..."
Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâmın bedenine rûh verdikten sonra melekleri ve cinleri haberdâr edip; "Âdem'e secde ediniz" (Bakara sûresi: 34) emrini verdi. Önce Cebrâil aleyhisselâm secde etti. Sonra sıra ile; Mikâil, İsrâfil, Azrâil ve diğer bütün melekler secde ettiler. Secde eden meleklerin her biri, Allahü teâlâ tarafından çeşitli hizmetleri görmekle şereflendirildi. İblis, kibir ve gururundan secde etmedi.
Allahü teâlâ iblise; "Ey mel'ûn! Âdem'e niçin secde etmedin?" buyurunca, iblis dedi ki: "Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten onu ise topraktan yarattın." (A'râf sûresi: 12) "Yâni ateş; latîf, saf ve ışıktır. Elbette topraktan üstündür" diyerek bu bozuk kıyasını ileri sürdü. Böylece Allahü teâlânın emrine isyân etti. Ebedî olarak Cehennemlik oldu.
İblis, Âdem aleyhisselâma secde ediniz emrine uymayınca, Allahü teâlâ"Hemen in oradan (Cennet’ten). Artık senin Cennet’te kibirlenmen (kendini büyük görmen) gerekmez. Haydi Cennet'ten çık. Çünkü hor, alçak ve bayağı kimselerdensin." (A'râf sûresi: 13) buyurdu. İblis Cennet’ten koğulunca ölüm acısını tatmak istemediğinden veya sonsuz bir hayat yaşamak istediğinden dolayı Allahü teâlâya; "Bana halkın dirilip kaldırılacakları ba's gününe kadar mühlet (ömür) ver" (A'râf sûresi: 13) diyerek dünyâda ve âhırette ölümsüz olmağı istedi. Allahü teâlâ da ona ölümden ve Cehennem azâbından kurtuluş olmadığını bildirip, birinci sûr üflenip bütün canlıların öleceği vakte kadar mühlet verdi. Böylece kıyâmet gününe kadar ömür verilip serbest bırakıldı.
İblis bunun üzerine; "Öyle ise beni azdırmana yemîn ederim ki, insanoğullarını saptırmak için muhakkak senin doğru yoluna oturacağım! Vesvese verip, pusu kuracağım. Sonra da onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım (musallat olacağım). Sen de onların çoğunu şükredici (kimse) bulmayacaksın" (A'râf sûresi: 14-17) dedi.
Allahü teâlâ buyurdu ki: "Ayblanmış ve rahmetimden koğulmuş olarak oradan (Cennet’ten) çık. Yemîn ederim ki onlardan kim sana uyarsa, Cehennem’i hep sizden dolduracağım." (A'râf sûresi; 18)
Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâma; "Ey Âdem! Sen zevcenle birlikte Cennet’te yerleşin ve dilediğiniz nîmetlerden yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın ki sonra zâlimlerden (kendilerine yazık etmişlerden) olursunuz" buyurdu. (A'râf sûresi: 19)
İblis, Âdem aleyhisselâmın ve Havvâ vâlidemizin Cennet’te türlü nîmetler içinde bulunmalarından ve kendisinin bu nîmetlerden mahrûm kalmasından dolayı hased etti. "Yazıklar olsun ben bunca zamandır Allah'a ibâdet ettim. Ben daha önce yaratıldığım hâlde beni Cennet’e koymadı" diyerek, Âdem aleyhisselâmın Cennet’ten çıkarılması için hîleler aramaya başladı.
İnsanları günlük hayatlarında dâima rahatsız eden, şeytan tarafından insan kalbine verilen vesvesenin mâhiyeti nedir? Hangi düşünceler vesvesedir, hangileri değildir? Bunları İslâm âlimleri kitaplarında şöyle anlatmışlardır:
Vesvese; kalbe, şeytan ve insanın kendi nefsi tarafından getirilen çeşitli kötü düşünceler demektir. İnsanın kalbine her an çeşitli düşünceler gelmektedir. Bunlara İslâm dîninde hâtıra ismi verilir. İnsanın kalbine gelen hâtıra iyi ve kötü olmak üzere iki çeşittir. İyilerine ilham, kötülerine vesvese denir. İlham: Allahü teâlânın, her insanın kalbinde vazifelendirdiği bir melek tarafından verilir. Vesvese ise, şeytan ve insanın kendi nefsinin kalbinde uyandırdığı, çirkin ve kötü şeylerdir.
Kalbe gelen hâtıranın iyi veya kötülüğünü anlamanın ölçüsü, bunun dînimizin bildirdiği emir ve yasaklara uygun olup olmamasıdır. İslâm dîninin beğendiği şeyler iyidir ve melek tarafından ilham edilmiştir. İslâm dîninin beğenmediği ve yasakladığı şeyler kötüdür. Bunlar şeytan veya nefs tarafından kalbe verilen vesvesedir. Dînini iyi öğrenen bir müslüman, kalbine gelen hâtıranın ilham veya vesvese olduğunu, kendisi anlayabilir. Eğer anlayamaz veya karar veremezse, İslâmiyeti bilen ve tatbik eden hakîkî İslâm âlimlerine sorarak veya onların kitaplarını okuyarak öğrenir.
Vesvese, şeytanın insanlar üzerindeki silâhlarından biridir. İnsanın kalbine her fırsatta kötü düşünceler (vesveseler) getiren şeytanın maksadı, insanı aldatıp dünyâ ve âhıret zararlarına sürüklemektir. İnsan, şeytanın bir vesvesesine uymazsa, şeytan bunu bırakıp başka vesvese vermeye başlar ve çok çeşitli hîlelere başvurur. Kötülüğü belli bir şeyi yaptıramazsa ve insan hep iyiliğe gidiyorsa, iyiliği daha az olanları yaptırmaya çalışır. Bir kötülüğe sürükleyebilmek için küçük iyilikler ve hayır yapmaya teşvik eder. Şeytanın vesvesesi aslında zayıftır. Din bilgisi tam ve doğru olup, bunlara uyan insanları aldatması çok güçtür. Şeytan, vesvese verip insanları kötülüğe teşvik ederken, insanların bâzı zaaflarından faydalanır. İnsanların şeytan tarafından istismar edilen en büyük zaaflarından biri aceleci olmalarıdır. Bunun için Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Acele etmek şeytandandır. Beş şey bundan müstesnadır: Kızını evlendirmek, borcunu ödemek, cenâze hizmetlerini çabuk yapmak, misâfiri doyurmak, günah işleyince hemen tevbe etmek" buyurdu.
Allahü teâlâ, herkesin kalbine bir melek vazifelendirmiştir. Bu melek, insana iyi düşünceler ilham eder. Şeytan da, insanın kalbine kötü düşünceler, vesveseler getirir. Helâl yiyen kimse, ilham ile vesveseyi birbirinden ayırır. Haram yiyenler ayıramaz.
İlham olunan hayır, Allah korkusu ile, yavaş yavaş yapılır ve sonu düşünülür. Bir hadîs-i şerîfde; "Melekden gelen ilham, İslâmiyete uygun olur. Şeytandan gelen vesvese, İslâmiyetten ayrılmaya sebep olur." buyuruldu. İnsan ilham olunan şeyleri yapmalı. Vesveseyi yapmamak için cihâd edip gayret göstermelidir. Nefse uyan kimse, vesveselere tâbi olurken; nefsin hevâsına uymayanın, ilhama uyması kolay olur. Bir hadîs-i şerîfde; "Şeytan, kalbe vesvese verir. Allah'ın ismi söylenince kaçar. Söylenmezse vesveselerine devam eder." buyuruldu. Şeytanın insan kalbine vesvese verme yolları çoktur. Birincisi; "Allah'ın senin ibâdetine ihtiyâcı yoktur" der. Buna karşı; "Amel-i sâlihin faydası, bunu yapanadır" âyet-i kerîmesini hatırlamalıdır.
Şeytanın ikinci vesvesesi; Allah rahîmdir, kerîmdir, seni de affeder, Cennet’e kor" der. Buna karşı; "Allah'ın kerîm olması, seni aldatmasın" ve "Cennet’e kullarımızdan müttekî olanları vâris kılarız" âyet-i kerîmelerini hatırlamalıdır.
Üçüncü vesvesesi; "Senin ibâdetlerin hep kusurludur. Riyâ karışıktır. Böyle ibâdetlerle müttekî olamazsın. Allahü teâlâ"Allah, yalnız müttekîlerin ibâdetlerini kabûl eder" buyuruyor. Senin ibâdetlerin kabûl olmaz. Boşuna uğraşıyorsun. Boş yere, sopa yiyen hayvan gibi, eziyet çekiyorsun" der. Buna karşılık; "Ben, Allah'ın azâbından kurtulmak ve emrine uymak için ibâdet ediyorum. Benim vazifem, emri yerine getirmektir. Kabûl olup olmayacağı, O'nun bileceği şeydir. Şartlarına uygun olan ve farzları yapılan ibâdetin sahih olması muhakkakdır" demelidir. Farzları terk etmek büyük günahdır. Bu günahlardan kurtulmak için ibâdetleri zamanında yapmak lâzımdır. İbâdet yapmadan Cennet’e girmek için duâ etmek günahdır. Hadîs-i şerîfde; "Aklı olan kimse, nefsine uymaz ve ibâdet yapar. Ahmak olan, nefsine uyar, sonra Allah'ın rahmetini bekler" buyuruldu. Âhıret için lâzım olan şeyleri, bu fâni dünyâda hazırlamak lâzımdır.
Şeytanın vesveselerinden dördüncüsü; "Şimdi dünyâyı kazanmak için çalış da, rahata kavuş, o zaman, rahat rahat, huzûr içinde ibâdet edersin" diyerek ibâdet yapmaya mâni olmasıdır. Buna cevap olarak; "Ecel benim elimde değildir. Herkesin ömrünü Allahü teâlâ ezelde takdir etmiştir. Belki yakında ölürüm. İbâdet vazifelerini vaktinde yapmalıyım" demelidir. Hadîs-i şerîfde; "Helekel-müsevvifûn" yâni; "Bugünkü vazifelerini yarına bırakanlar zarar ettiler" buyurulmuştur.
Şeytanın vesveselerinden beşincisi; ibâdetleri terk ettiremeyince: "Çabuk kıl, vaktini kaçırma" diyerek şartlarını, farzlarını tamam yaptırmamak ister. Buna karşılık; "Farzlar çok azdır. Bunları, yavaş yavaş ve şartlarına uygun olarak yapmak lâzımdır. Farz olmayanları da, şartlarına uygun olarak az yapmak, şartları noksan olarak çok yapmaktan iyidir" demelidir.
Altıncı vesvese olarak; riyâyı tavsiye eder. "Herkes görsün de, beğensin" der. Buna cevap olarak; "Kendine fayda ve zarar vermek, kimsenin elinde değildir. Başkalarına ise, hiç veremezler. Böyle olan kimselerden bir şey beklemek abes olur, bâtıl olur. Fayda ve zarar veren ancak Allahü teâlâdır. Yalnız O'nun görmesi, bana yetişir" demelidir.
Yedinci vesvese olarak; ibâdetlere mâni olamıyacagını anlayınca, insana ucb yâni ibâdetlerini beğenmek vesvesesi verir. "Senin gibi akıllı, uyanık kimse var mı? Bu zamanda, herkes gaflet uykusunda iken, sen ibâdet yapıyorsun" der. Buna karşılık; "Bu akıl ve intibâh (uyanıklık) benden değildir. Rabbimin ihsânıdır. O'nun ihsânı olmasa, ibâdet yapamam" demelidir.
Sekizinci vesvese olarak; "İbâdetlerini gizli yap, Allahü teâlâ, senin sevgini ve şerefini insanların kalbine yerleştirir" diyerek gizli riyâya düşürmek ister. Buna karşılık; "Ben Allah'ın kuluyum. O, benim sâhibimdir. İbâdetimi isterse beğenir, isterse reddeder. İnsanlara bildirip, bildirmemesine karışmam" demelidir.
Dokuzuncu vesvese olarak da; "İbâdet yapmaya ne lüzum var? İnsanların saîd ve şakî olacakları ezelde takdir edilmiştir. Saîd olan, ibâdeti terk edince, affedilir, Cennet’e gider. Ezelde şakî olan, ne kadar ibâdet yaparsa yapsın, faydası olmaz, muhakkak Cehennem’e gider. O hâlde kendini boşuna yorma! Rahatına bak" der. Buna cevap olarak; "Ben kulum, kulun vazifesi, sâhibinin emrini yapmaktır" demelidir. Buna karşılık; "Emri yapmayınca, azâb korkusu olursa, emri yapmak lâzım olur. Ezelde saîd olan için bu korku yoktur" derse, buna cevap olarak da; "Rabbim herşeyi bilir ve dilediğini yapar. Dilediğine hayr, dilediğine şer verir. Kimsede, O'na suâl sormak hakkı yoktur" demelidir. İblis, Îsâ aleyhisselâma görünerek; "Ezelde Allahü teâlânın takdir ettikleri hâsıl olur" diyorsun, öyle mi?" dedi. "Evet, öyledir" buyurdu, "Öyle ise, kendini şu dağın tepesinden aşağı at. Eğer ezelde selâmetin takdir edilmiş ise, sana bir şey olmaz" dedi. Cevâbında; "Ey mel'ûn! Allah, kullarını imtihân eder. Kulun, sâhibini imtihân etmeğe hakkı yoktur" buyurdu. Şeytanın bu vesvesesine karşı, ibâdet yapmak faydalıdır. Çünkü; "Ezelde saîd isem, sevâbların artması, derecelerin yükselmesi için ibâdetleri yapmak lâzımdır. Şakî isem, ibâdet yapmamak azâbından kurtulmak için, ibâdet yapacağım" demelidir. İbâdet yapmanın bana hiç bir zararı da olmaz. Çünkü, Allahü teâlâ hâkimdir. İbâdet yapanlara azâb etmesi, O'nun hikmetine yakışmaz. Aklı olan kimse faydalı olanı yapar, faydasızı terk eder. Ezelde şakî isem, Rabbime itâat etmiş olarak Cehennem’e girmeği, âsî olarak girmeğe tercih ederim. Bundan başka, Allahü teâlâ, ibâdet edenleri Cennet’e sokacağını, ibâdet etmeyenlere Cehennem’de azâb yapacağını vâd etmiştir. Allahü teâlâ vâdinde sâdıktır. Vâdinden dönmeyeceği, söz birliği ile bildirilmiştir.
Âdet-i ilâhiyyesi icâbı, Allahü teâlâ her şeyi sebep ile yaratmaktadır. Ancak mûcize ve kerâmet olarak âdetini bozmaktadır. İbâdetleri, Cennet’e girmeye sebep kıldığını yâni Cennet nîmetlerini ibâdetlere karşılık olarak yarattığını bildirmiştir. Hadîs-i şerîfde; "Hiç kimse Cennet'e, ibâdeti sebebi ile girmez" buyuruldu. Karşılık başka, sebep olmak başkadır.
Kızmak ve gadablanmak da şeytanın vesvesesindendir. Hadîs-i şerîfde; "Gadab, şeytanın vesvesesinden hâsıl olur. Şeytan, ateşten yaratılmıştır. Ateş, su ile söndürülür. Gadaba gelince, abdest alınız." buyuruldu. Bunun için, gabada gelince, e'ûzü'yü okumalıdır. İnsan, gabada gelince, aklı örtülür ve İslâmiyetin dışına çıkar. Gadaba gelen kimse, ayakta ise oturmalıdır. Hadîs-i şerîfde; "Gadaba gelen kimse, ayakta ise otursun. Gadabı devam ederse, yan yatsın!" buyuruldu. Ayakta olanın intikâm alması daha kolaydır. Oturunca, azalır. Yatınca, daha azalır. Gadab, kibirden doğar. Yatmak, kibrin azalmasına sebep olur. Gadab edince; "Allahûmmagfirlî-zenbî ve ezhib gayza kalbi ve ecirnî mineşşeytân" okumak, hadîs-i şerîfde emrolundu. Mânâsı; "Yâ Rabbî! Günahımı affeyle. Beni kalbimdeki gadabdan ve şeytanın vesvesesinden kurtar" demektir. Gadaba sebep olan, insana yumuşak davranamayan kimsenin yanından ayrılmalı, onunla buluşmamalıdır.
İnsanın nefsi de kalbine kötü düşünceler getirir. Bu düşünce ve arzulara hevâ denir. Meleğin kalbe getirdiği ilham ile şeytanın vesvesesi devamlı olmaz. Nefsin hevâsı ise devamlıdır ve gittikçe artar. Vesvese, duâ ederek, dînin emirlerini yerine getirerek azalıp yok olur. Hevâ ise nefsin isteklerine karşı çıkıp mücâdele etmekle azalıp yok olur. Hevâ-yı nefs, insana saldıran azgın kaplana benzer, onun kötü arzuları öldürülmedikçe, zararından kurtulmak güçdür.
İslâmiyete uymak nefse zor geldiğinden, dînin emirlerini tutup şartlarını gözetmek, hevânın yok olmasına sebeb olur. Kalbe gelen hâtıra, nefse acı gelirse hayr; tatlı gelip hemen yapmayı isterse, şer (kötü) olduğu anlaşılır. Nitekim hadîs-i şerîfde; "Elini göğsüne koy! Helâl şeyde kalb sâkîn olur. Haram şeyde çarpıntı olur. Şüpheye düşersen yapma!..." buyuruldu. İnsan ilham olunan şeyleri yapıp, vesveseyi yapmamak için uğraştığı zaman dünyâda ve âhırette rahat eder. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Melekten gelen ilham, İslâmiyete uygun olur. Şeytandan gelen vesvese, İslâmiyetten ayrılmağa sebep olur" ve "Şeytan kalbe vesvese verir. Allah'ın ismi söylenince kaçar. Söylenmezse, vesveselerine devam eder" buyurdu.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Kibir ve gurûru sebebiyle, Allahü teâlânın; "Âdem'e secde ediniz" (Bakara sûresi: 34) emrine isyân edip. O'nun rahmetinden uzaklaştırılan iblisin ve buna tâbi olanların sıfatı.
Şeytan kelimesinin; birine muhâlefet etmek, toprağa girmek, iple bağlamak gibi mânâları vardır ve uzak olmak, uzaklaşmak mânâsına kullanılan "Şe-ta-ne" kelimesinden türemiştir. Bâzıları da ateşten yaratıldığı için "Şâ-ta" kökünden türetildiğini söylemişlerdir.
Birinci şekliyle şeytan kelimesi; âsî, serkeş, itâatsiz, habîs, pek kötü olmak, rahmetten uzaklaştırılmak mânâlarına gelir. İsim olarak da; igfâl edici, ayartıcı, ifsâd edici, yaygaracı, baş belâsı, rahat vermeyen, insanı haktan, rahmetten uzaklaştırıcı mânâlarını ifâde eder. İblise, tabîatı itibariyle insan tabîatından; fâsıklığı ile de her türlü hayır ve iyilikten uzak olduğu için şeytan denilmiştir.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


"Bütün peygamberlerin dinlerinin aslı, temeli birdir. Başka başka değildir. Hep aynı şeyi söylemişlerdir. Allahü teâlânın zâtı ve sıfatları için, haşr (mezardan kalkınca, arasat meydanında toplanmak) ve neşr (hesabdan sonra Cennet’e ve Cehennem’e gitmek, dağılmak) için ve peygamberler için ve melek gönderilmesi için ve melekle kitaplar gönderilmesi için, Cennet’in sonsuz nîmetleri ve Cehennem’in sonsuz azâbları için söyledikleri hep aynıdır. Sözleri birbirine uygundur. Helâl, haram ve ibâdetler için olan sözleri, yâni fürû'âta âit sözleri ise, başka başkadır, birbirine uymaz.
Allahü teâlâ, bir vakit, o vaktin insanları için, zamanlarına ve hâllerine uygun emirleri, bir ülül'azm peygambere göndermiş ve o insanların, buna uymalarını emir buyurmuştur. Birçok sebepler, faydalar için, Allahü teâlâ, ahkâm-ı şer'iyyede değişiklikler yapmaktadır. Yâni, önceki emirleri, sonradan nesh etmiş, değiştirmiştir.
Bütün peygamberlerin, söz birliği ile söylediği hiç değişmiyen sözlerden biri; Allahü teâlâdan başka, bir şeye ibâdet etmemek ve O'na ortak koşmamaktır. Mahlûklardan bâzısını, başkalarına rab, mâbud yapmamaktır. Bu sözü, yalnız peygamberler söylemiştir. Onların yolunda gidenlerden başka, hiç kimse bu devletle şereflenmemiş, peygamberlerden başkaları, böyle söz söylememiştir. Peygamberlere inanmayanlardan bir kısmı, Allahü teâlânın bir olduğunu söylemişse de, bunlar, ya müslümanlardan işiterek söylemiş veya; "Varlığı lâzım olan, birdir" demişlerdir. "İbâdet olunacak, yalnız O'dur" dememişlerdir. Hâlbuki müslümanlar; "Hem varlığı lâzım olan, hem de ibâdet olunmağa hakkı olan birdir" demektedirler. "Lâ ilâhe illallah" demek; "İbâdet olunacak, Allahü teâlâdan başka hiç bir şey yoktur. İbâdet ancak O'na yapılır" demektir.
Bu peygamberlerin birlikte söyledikleri ikinci söz; kendilerini, herkes gibi insan bilip; "Yalnız Hak teâlâya ibâdet olunur" demeleri ve herkesi, yalnız O'na ibâdet etmeye çağırmalarıdır. "Hak teâlâ, hiç bir şeyle birleşmemiştir. Hiçbir maddede yerleşmemiştir" derler. Peygamberlere inanmayanlar ise, böyle söylememiş, hattâ, başta bulunanlar, kendilerine, taptırmak istemiş; "Hak teâlâ bize hulûl etti, bizdedir" demişlerdir. Böylece, kendilerine ibâdet olunmak lâzım geldiğini, ilâh olduklarını söylemekten sıkılmamışlardır. Kendileri, kulluk vazifelerinden çekilerek, her türlü çirkin, kötü şeyleri yapmışlardır. İlâhlık iddiasıyla kendilerinin sorumsuz olduklarını, her şeye tecâvüz edebileceklerini, kendilerine hiç bir şeyin yasak olmayacağını sanmışlardır. Her sözlerinin doğru olduğunu, hiç yanılmayacaklarını her istediklerini yapabileceklerini sanarak aldanmışlar, insanları da aldatmışlardır.
Peygamberlerin (aleyhisselâm) sözbirligi ile bildirdikleri şeylerden biri de; kendilerine melek geldiğini söylemeleridir. Peygamberlere inanmayanlardan hiç biri, bu devlete kavuşamamıştır. Melekler, muhakkak mâsumdur. Yâni vazifelerini elbette doğru yapar. Hiç yanılmazlar, kötü ve pis değildirler. Vahyi, değiştirmeden, unutmadan getirirler. Allahü teâlânın kelâmını taşırlar.
Peygamberlerin her sözü, Hak teâlâdandır. Her getirdikleri emir, haber, hep Hak teâlâdandır. İctihâd ettikleri her söz de, vahy ile sağlamlaştırılmıştır. İctihâdlarında ufak şaşırma olsa, Hak teâlâ, hemen vahy göndererek düzeltir. Hâlbuki, peygamberlere inanmayıp, kendilerini ilâh, tanrı tanıtan kimseler; "Sizi biz yarattık, biz kurtardık" deyip kendilerine taptıran îmânsızların her sözü kendilerindendir.
Son peygamber, Muhammed aleyhisselâmdır. Muhammed aleyhisselâm"Hâtem-ül-enbiyâ"dır. Yâni ondan sonra hiç peygamber gelmeyecektir. Mübârek rûhu, her peygamberden önce yaratıldı. Peygamberlik makâmı, en önce O'na verildi. Peygamberlik, O'nun dünyâyı teşrîf etmesi ile tamamlandı. Îsâ aleyhisselâm, kıyâmete doğru, hazret-i Mehdî zamanında gökten Şam'a inecek ise de, yeryüzüne, Muhammed aleyhisselâmın dînini yayacak ve O'nun ümmetinden olacaktır.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget