Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

01/01/20

Buldânu'r-Ruvât
Bk. Evtânu'r-Ruvât ve Buldânihim.
Ravilerin vatanları ve yurtları yani yerleştikleri yerler manasınadır. Hadis usulünün ravilerle ilgili konularından biridir.
Hadis ravilerinin bilhassa yerleştikleri yerleri bilmek gerek tarih, gerekse hadis usulü itibariyle önemlidir. el-Hâkim büyük alimlerden çoğunun evtânu'r-ruvât bilgilerinin yetersiz oluşu yüzünden ayakları kayarak hataya düştüklerini söyler.262 İbnu's-Salâh ise araplarm önceden kabilelerine nisbet edildiklerini; İslâmiyet geldikten so a daha çok kasaba ve şehirlere yerleştiklerini, bunun sonucu olarak son yerleştikleri yerlere nisbet edildiklerinden çoğunun ensabının kaybolduğunu, son olarak nereye yerleşmişlerse oraya nisbetten başka kendilerini tanıtacak nisbetin kalmadığını söyleyerek konunun önemine bir başka açıdan işaret eder. 263es-Suyûtî ise isimleri lafız itibariyle müttefik iki ravinin ancak memleketlerinin ve yerleştikleri yerin bi-linmesiyle mümkün olabileceğini kaydeder. Buna göre yerleştikleri yerlerin bilinmesi ravilerin bilinmelerine geniş ölçüde yardımcı olduğu gibi ilim tasnif metodu olarak da büyük önem taşır. Nitekim İbn Sa'd et-Tabakâtu'1-Kubrâsında sahabe, tabi'in ve daha so aki birkaç devre ravilerini Küfeye yerleşenler; Basra'ya yerleşenler; Şam'a yerleşenler... Ve onlardan ilim alanlar şeklinde tasnif etmiştir. İbn Hibbân da Kitâbu Meşâhîri Ulemâ'i'l-Emsâr isimli eserinde aynı metodu kullanarak sahabe ve tabi'ün alimlerini yerleştikleri merkezlere göre tasnif ederek zikretmiştir.
Evtânu'r-Ruvât konusunu ilk defa Hadis Usulü konuları arasında zikreden alim diyebileceğimiz el-Hâkim de Küfe, Mekke, Basra, Mısır, Şam, el-Cezîre ve Horasan'a yerleşen sahabenin listelerini verir. Medine'de ölen bir sahabi bilmediğini söyleyerek “Peygamber Şehri”ne yerleşen ve orada ölen tabi'ilerin isimlerini zikreder. 264Daha so a da İbnu's-Salâh’ın tabiriyle güzel bir usul takib ederek isnatlanyle rivayet ettiği birkaç hadis nakledip diğer rivayetlere örnek teşkil edecek şekilde ravilerinin vatanlarını teker teker kaydeder. Bunlardan birini misal olarak almak faydadan hâli değildir.
“Hz. Peygamber (s.a.s) buyurdular: “Kim Allah'a bir şeyi şirk koşmadan ölürse Cennete girer.”
Ebu Abdillah der ki: Cabir b. Abdillah Küba ehlindendir; Medinelidir. Ebu'z-Zubeyr Mekkelidir. İbrahim es-Sâ'iğ, Ebu Hamze ve Abdan Mervezlidirler. Şeyhim İbrahim ile babası İsme'ye gelince her ikisi de Nisaburludurlar.” 

Buldâniyye
Kelime olarak bir beldeye mensup olanlar anlamına ismi mensuptur. Hadis edebiyatı içinde bazı muhaddislerin, belli bir beldeye mensup hadiscilerin rivayet ettikleri hadisleri bir araya getirerek tasnif ettikleri çoğu cüz şeklindeki müstakil kitaplara bazı muhaddislerce verilen isim olarak görülmektedir. İçlerinde kırk hadisi bir arada topladığı için el-erba'ûnu'l-buldâniyye ismini alan derlemeler de vardır.

Buhârî
Bk. Sahîh-i Buhâri.
Hicri üçüncü asnn şöhreti İslâm aleminin her tarafına yayılmış âlimi Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail el-Buhârî'nin tamamen sahih hadislerden meydana geldiği kabul edilen meşhur hadis kitabıdır. Değişik konulardaki hadisleri bir araya toplayan cami türünde bir eserdir. Asıl ismi el-Câmi'u's'Sahîhu'1-Musnedu'l-Muhtasaru min umûri Resûlillâh (s.a.s) ve Sunenihî ve Eyyâmihîdir. Kısaltılarak el-Câmi'u's-Sahîh veya Sahih-i Buhârî denmiş ve daha ziyade bu isimlerle meşhur olmuştur. Sahihin uzun ismi, özelliklerini de gösterecek nitelikte görülmüştür. Buna göre o isimdeki el-Câmî kelimesi, kitabın cami türünden bir kitap olduğunu, bütün konularda rivayet edilen hadisleri bir araya topladığını ifade eder. es-Sahîh kelimesinden sahih hadisleri ihtiva ettiği anlaşılır. el-Musned ise isnadı muttasıl hadislerden meydana geldiğini gösterir. el-Muhtasar sıfatıdır ve bütün sahih hadisleri değil, mü'ellifinin koyduğu şarta uyan sahihlerden özlü hükümlere delalet eden bir kısmını aldığını belirtir. Diğer lafızlarsa onu sadece hadisleri değil bu hadislerin ait oldukları hükümlerin istinbatını da verdiğine delalet eder. Sahih-i Buhari'den önce yazılan hadis kitaplarında sahih hadislerle birlikte hasen ve zayıf olanlar da vardır. Ayrıca Hz. Peygamber'in hadisleri yanında sahabe ve tabiilerden gelen rivayetler de mevcuttur. Bu durumda kimsenin şüphe etmeyeceği sahih hadisleri bir arada toplayan güvenilir bir kitaba şiddetle ihtiyaç duyulmuştur. Buharî, kitabını böyle bir ihtiyaca cevap vermek üzere yazmıştır. Onun Sahihi yazmasında şeyhi İshak b. Râhüye'nin büyük tesiri olmuştur. Bizzat kendisi anlatmıştır. “İshâk b. Râhüye'nin yanında idik. Bize, “Hz. Peygamber (s.a.s)'in sünnetinin sahih olanlarını bir kitapta toplasanız” dedi. Bu işi yapmak benim gönlüme düştü. Bunun üzerine sahih hadisleri toplamaya başladım. Bu kitaba sahih olandan başkasını yazmadım. Kitap uzamasın diye yazmadığım sahih hadisler yazdıklarımdan çoktur. Yazdıklarımı altı yüz bin hadis içinden seçtim Sahihe, iki rekat namaz kılıp Allah'a istihare ettikten sonra sıhhatine kesinlikle kanaat getirdiğim hadislerden başkasını koymadım.”1047 Buhâri, sahihini on altı senede yazmıştır. Bu, devamlı bir çalışmadan çok, sahihin son şeklini almasına kadar geçen zaman olmalıdır. Eserini tamamladıktan sonra onu devrin en büyük hadis otoriteleri olan Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Ma'în ve Ali İbnu'l-Medînî'ye göstermiştir. Bu alimlerin hepsi Sahihi beğenmişler, dört hadis hariç, içindekilerin sahih olduklarına şehadet etmişlerdir. el-Ukaylî “bu dört hadis hakkında son söz Buharî’nindir. Onlar da sahihtir” demiştir. Sahih-i Buhari cami türündeki hadis kitaplarının belli başlı ana konularının hepsini ihtiva eder. İçindeki hadislerin konuları ve sayıları sirasiyle şöyledir: Bed'u'l-vahy (7); İmân (50); İlm (75); Vudû (109); Guslu'l-Cenâbe (43); Hayz (37); Teyemmüm (15); Fardu's-Salât (2); es-Salât fi's-Siyâb (39); Kıble (13); Mesâcid (36); Sutretul-Musallî (30); Mevâkîtu's-Salât (75); Ezan (28); Fadlu Salâti'l-Cemâ'a (40); İmâme (40); İkâmetu's-Sufûf (18); İftitâhi's-Salât (28); Karâ'e (30); er-rukû ve's-Sucûd ve't-Teşehhud (52); İnkıtâ'u's-Salât (17); İctinâb Ekli's-Sûm (5); Salâtu'n-Nisâ ve's-Sibyân (15); Cumu'a (65); Salâtu'1-Havf (6); Îd (40); Vitr (15); İstiskâ (35); Kusûf (25); Sucûdu'l-Kur'ân (14); Kasr (36); İstihare (8); Kıyâmu'1-Leyl (41); Nevâfıl (18); Salât bi-Mescidi Mekke (9); Amel fi's-Salât (26); Sehv (14); Cenâ'iz (154); Zekât (113); Sadakatu'l-Fıtr (10); Hac (240); Umre (32); İhsâr (40); Cezâ'u's-Sayd (40); Savm (66); Leyletu'1-Kadr (10); Kiyâmu Ramadân (6); İ'tikâf (20); Buyu' (191); Selem (19); Şuf’a (3); İcâre (24); Havale (30); Kefâle (8); Vekâle (17); Muzâra'a ve Şirb (29); İstikrâd ve edâ'u'd-Duyûn (25); Eşhas (13); Mulâzeme (2); Lukata (15); Mezâlim ve Gasb (41); Şerike (72); Rehm (9); Itk (21); Mukâteb (6); Hibe (69); Şehâdât (58); Sulh (22); Şurût (24); Vesâyâ (41); Cihâd ve Siyer (255); Bakiyyetu'l-Cihâd (42); Fardu'l-Humus (58); Cizye ve Muvâda'a (63); Bed'u'1-Halk (202); Meğazî (428); Cezâ'u'1-Âhir Ba'de'l-Meğâzî (138); Tefsir (540); Fedâ'ilu'l-Kur'ân (81); Nikah ve Talak (244); Nefekât (22); Et'ime (70); Akîka (11); Sayd ve Zebâ'ih (90); Edâhî (30); Eşribe (65); Tıb (79); Libâs (120); Merdâ (41); Libâs (100); Edeb (256); İstizan (77); Da'avât (76); Du'a (30); Rikâk (100); Havz (16); el-Cennetu ve'n-Nâr (57); Kader (28); Eymân ve Nuzûr (31); Keffâretu'l-Yemîn (15); Ferâ'iz (45); Hudûd (30); Muhâribûn (52); Diyât (54); Îstitâbetu'l-Murteddîn (20); İkrah (13); Terku'l-Hiyel (23); Ta'bir (60); Fiten (80); Ahkâm (82); Emân (22); İcâze Haberi'l-Vâhid (19); İ'tisâm (96); Tevhîdden sonuna kadar (170) hadis.1048 Buna göre Sahih-i Buharideki 97 kitâb başlıklı ana bölüme dahil 3730 babda 7375 (veya İbn Hacer'in sayımına göre 7397) hadis vardır. Mu'allaklar, Mutâbe'at ve mevkuf olanlar bu sayının dışındadır. Tekrarlar hariç sadece Hz. Peygamber'e ait merfû hadislerin sayısı 2602 dir. Rivayetlere göre Sahîh'i Buhari'den doksan bir kişi dinlemiştir. Bunlar arasında beşi Sahîh'in en meşhur ilk ravileridir: 1. Ebu Abdillah Muhammed b. Yusuf b. Matar el-Firebrî, 2. İbrahim b. Ma'kil en-Nesefî, 3. Hammad b. Şâkir en-Nesevî, 4. Mansür b. Muhammed b. Ali el-Bezdevî, 5. el-Hasen b. İsmâ'il b. Muhammed el-Mehâmilî 1049 Sahihin ilk iki rivayeti hariç diğerleri pek itibar görmemiştir. Kaynakların verdiği bilgiye göre en-Nesefî rivayeti el-Firebri rivayetinden daha az kapalı ve zordur, el-Hattâbî, Ebu Nu'aym, el-Humeydî gibi alimler bu nüshayı diğerlerine tercih etmişler, şerh yahut çalışmalarında onu asıl almışlardır. el-Firebri nüshası Buhârî'nin kâtibi Ebu Ca'fer Muhammed b. Ebî Hatim nüshasının nassına dayanan bir asıldandır. el-Firebrî bu nüshayı Buhârî'den 248 de Firebr'de 252 de Buhâra'da iki kere dinlemiştir, bu nüshadan kopya edilen ilk nüshalar arasında önemli ihtilaflar meydana gelmiştir. 1050Ali b. Muhammed b. Abdillah el-Yûnînî, hicri yedinci asrın sonlarında el-Firebrî müshasma dayanan rivayetlerin arasını birleştirmiş ve böylece Buhârî'nin bugün elimizde bulunan nüshasını meydana getirmiştir. Diğer nüshalar bu arada kaybolmuştur. İstanbul kütüphanelerinden birinde bulunan ve Sultan Abdulhamid'in emriyle Mısır'a gönderilen çok eski bir Yûnînî nüshası da kaybolmuştur. 1051 Sahih-i Buhari'nin belli başlı özellikleri arasında en önemlilerinden birisi mukaddimesinin olmayışıdır. Bundan başka hadisleri, bütün rivayetlerini bir arada değil, taşıdığı hükme göre birkaç yerde vermesi de önemli bir özelliğidir. Bu konuda el-Makdisî şöyle demiştir: “Allah rahmet eylesin, Buhârî, bir hadisi bazen birkaç yerde zikreder ve her babda ayrı bir isnadla ve hangi babda tahric ediyorsa o babın gerektirdiği manayı çıkararak verir. Aynı isnad ve aynı lafız ile bir hadisi iki yerde tekrar ettiği nadirdir. Bir hadisi tekrar ettiğinde başka bir tarîktan gelen rivayeti tekrarlar ve bundan bazı faydalar gözetir. Mesela bir hadisi bir sahabîden rivayet ettikten sonra onu bir diğer sahabîden daha rivayet etmiş bulunursa maksadı o hadisi garabetten kurtarmak olmuştur. Bizzat kendi şeyhlerine varıncaya kadar ikinci, üçüncü..., tabaka ravileri hakkında da bunu yapar. O hadisi değişik yerlerde okuyanlar tekrar edilmiş sanırlar. Gerçekte ise o, fazladan bir faydaya şamil olduğundan tekrar sayılmaz. Görünüşte tekrardan bir farkı da bazı ravilerin tam, diğer bazılarının muhtasar olarak rivayet ettikleri aynı hadisin hangi lafızlarının hangi raviye ait olduğunu ayırdederek göstermektir, bunun için hadisi, her birinden nasıl varid olmuşsa öylece rivayet eder. Böylece ravisinde bir şüphe varsa giderir. Bunun gibi hem mevsûl hem mürsel; hem merfû hem de mevkuf olarak varid olmuş çelişkili hadisler vardır ki, Buhari'de mevsûl veya merfû olduğ açıklık kazanmıştır. İşte bu gibi yerlerde aynı hadisi her iki tariki ile rivayet eder. Bununla da rivayetler arasındaki tearuzun kendisince hükmü olmadığını, vasi yahut ref suretlerinin kendisince açıklığa kavuştuğunu anlatmak ister. 1052 Bir hadisin metod icabı Buhâri'nin ayrı yerlerinde değişik lafız veya isnadlarla tekrar edilmesine “inneme'l-a’mâlu bi'nniyyât...” hadisi misal verilebilir. Buhâri bu hadisi Sahih'in yedi ayn yerinde, yedi değişik şeyhten farklı isnadlar ve lafızlarla şöyle vermiştir: 1. Bed'u'l-Vahyde el-Humeydî'den (1/2); 2. Kitâbu'l-İmânda Abdullah b. Mesleme el-Ka'nebî'den (1/20); 3. Kitâbu'l- Itk, el-hata'u ve'n-nisyânu babında Muhammed b. Kesir'den (3/ 119); 4. Hicretu'n-Nebî bahsinde Musedded b. Muserhed'den (4/252); 5. Kitâbu'n-Nikâh'ta Yahya b. Kaza'a'dan (6/118); 6. Kitâbu'l-Eymân ve'n-Nuzûrda Kuteybe b. Sa'idden (7/231); 7. Terku'l-Hiyelde İbnu'n-Nu’man'dan (8/ 59). Buhârî'nin sahihte takip ettiği bu metodun hadisten hüküm çıkarmak yönünden son derece önemli olduğu muhakkaktır. O, rivayet ettiği birkaç hükmü taşıyan bir hadisi değişik bablarda bölerek zikrederken her babda ilgili hükmün çıkarılabileceği kısmını vermeye özen göstermiştir. Buna misal olarak da Hz. Peygamber (s.a.s)'in bi'setini haber alan Rum Meliki Hirakl'ın ticaret için Şam'da bulunan Ebu sufyân'ı huzuruna getirerek sorular sorması ve Hz. Peygamber'in yolladığı İslâm'a davet mektubu kıssası verilebilir. Bulıârî bu haberi Sahih'in on dört yerinde vermiştir. Şöyle ki, 1. Bed'u'l-Vahyde, Ebu Sufyân’ın Hirakl ile konuşması, Hirakl'ın Hz. Peygamberi ikrarı, Dihye vasıtasıyla Busra emirine gönderilip onun tarafından Hirakl'e ulaştırılan mektup, müneccim İbnu'n-Nâtûr kıssası, Hikakl’ın Bizans ileri gelenlerini toplayıp onları Hz. Peygamber'e uymalarını söyleyerek sınaması sırasıyle. (1/4). 2. Kitâbu'l-Cihâd, du'â'u'n-Nebî (s.a.s) ile'l-îslâm babında, Hz. Peygamber'in Kaysere İslam'a davet mektubu gönderdiği, bu mektubu Dihye ile gönderip ona Busra emirine vermesini emrettiği, Ebu Sufyân kıssası, Hz. Peygamberin mektubunun içeriği kısımlanyla, 3. Kitâbut't-Tefsîr'de, Ebu Sufyân kıssası, Hz. Peygamber'in mektubu fıkralarıyla, 4. Kitâbu't-Tefsîr'in bir başka yerinde Abdullah b. Muhammed rivayetiyle muhtasar olarak, 1053 5. Kitâbu'ş-Şehâdâtin “men emera bi-İncazi'1-Va'd babında, Hirakl'ın Ebu Sufyân'la konuşmasının sadece bir fıkrasıyla, 6. Cizye bahsinde muhtasar olarak, 7. Kitâbu'l-edebde, özlü bir biçimde ve Ebu Sufyanla konuşmanın iffet ve sılayı rahim fıkralarını ihtiva eden kısmını, 8. Yine Kitâbu'l-edebde Muhammed b. Mukâtil rivayeti ile ve muhtasar olarak, 9. Kitâbu'l-ilmde munâveleye delil olarak sadece Hz. Peygamber'in, mektubu elden göndermesi fıkrasıyla, 10. Kitâbu'l-Eymân ve'n-Nuzûrda yine kısa bir şekilde, 11. Kitâbu'l-Ahkâm, tercemetu'l-hukkâm bahsinde sadece tercüme fıkrasıyla, 12. Kitâbu'l-meğâzîde, 13. Haberi âhad bahsinde mektubun Kisrâ'ya götürülmesi fıkrasıyla, 14. Kitâbu'l- İstizan, “keyfe yuktebu'l-Kitâb ilâ Ehli'l-KItâb” babında Ehli Kitaba mektup yazmanın caiz olduğuna delil olarak mektubun hitap kısmı ile. 1054 Sahihi Buhârî'nin önemini artıran hususlardan birisi de bab başlıklarıdır. “Buhâri'nin fıkhı, terâcümündedir” yani bablara koyduğu başlıklardadır sözü meşhurdur. Bab başlıklarında çok kere konuya delil olan ayetleri, hadislerden bazı kısımları, sahabe kavillerini, diğer âlimlerin istinbatını verir. Buna misal olarak da Kitâbu'l-Îmânın birinci babı verilebilir. Burada Buharı, 'Hz. Peygamber'in “Buniye'l-İslâmu alâ hamsin” hadisi” başlığını koymuş, sonra imanın kavi ve amelden ibaret olduğu, artıp eksileceği görüşünü vererek delil olarak sekiz ayet zikretmiştir. Daha sonra Allah için sevip Allah için buğz etmenin imandan olduğunu kaydedip Ömer b. Abdilaziz'in Adî b. Adî'ye yazdığı “imanın farzları, şartları, hududu ve sünnetleri vardır; bunları tamamlayan imanını kemâle erdirir. Tamamlamayan erdiremez. Eğer yaşarsam öğrenmeniz için bunları açıklayacağım. Eğer ölürsem sizin sohbetinize haris değilim” ifadesine yer vermiştir. Daha sonra da Kur'ân-ı Kerimden Hz. İbrahim'in “kalbim mutma'in olsun” sözünü nakletmiştir, en sonra da Mu'az b. Cebel, İbn Mes'ud, İbn Ömer, Mücâhid ve İbn Abbas'ın imanla ilgili bazı sözlerini ve Kur'ân ayetlerindeki bazı lafızların açıklamalarını muallak olarak vermiştir. 1055 Sahih'i diğer hadis kitaplarından ayıran bir önemli özelliği de mu'allak hadisleridir. O kadar ki, mu'allak hadisllerin menşe'inin Sahih-i Buhârî olduğu söylenmiştir. Bu şekilde önemli bir özellik oluşturan mu'allak rivayetler 1341 adettir. Daha çok bab başlıklarındadır. Çoğu başka yerlerde mevsûl olarak zikredilmişlerdir. Umumiyetle bu ana özelliklere sahip Sahih-i Buhârî'nin ravileri içinde yalancılık, yalan ithamına maruz kalmak, sahibini küfre götüren bid'atlar gibi kusurlarla cerh edilmiş kimse yoktur. Bu yönüyle de İslâm alimlerinin güvenini kazanmış ve büyük çoğunluğu tarafından Kur'ân-ı Kerim'den sonra en sahih kitap sayılmıştır. Pek çok alim tarafından şerhedilmiştir. Bundan başka ravilerine, taliklerine, bab başlıklarına, muşkil taraflarına, hadislerine dair pek çok kitap telif edilmiştir. Şerhlerinden en önemli birkaçı şunlardır: 1. İ'lâmu's-Sunen: Hamd b. Muhammed el-Hattâbi, 2. Ali b. Halef (İbn Battal) şerhi, 3. et-Telvîh fî şerhi'l-Câmi'i's-Sahîh: Ala'uddin Moğoltay b. Kılıç et Turkî, 4. el-Kevâkibu'd-Derârî fî Şerhi Sahîhi'l-Buhârî: Muhammed b. Yûsuf el-Kirmânî, 5. Fethu'1-Bârî Şerhu Sahîhi'l-Buhârî: Ahmed b. Ali, İbn Haceri'l-Askalânî, 6. Umdetu'1-Karî Şerhu Sahîhi'l-Buhârî: Mahmûd b. Ahmed el-Aynî, 7. İrşâdu's-Sârî fî Şerhî Sahîhi'l-Buhârî: Ahmed b. Ebibekr el-Kastalânî, 8. Tuhfetu'1-Bârî li-Şerhî Sahîhi'l-Buhârî: Şeyhülislâm Zekeriya el-Ensârî.1056 Sahih-i Buhârî üzerine yapılan çalışmalar içinde tecridlerinin ayrı bir yeri vardır. Bazı alimler Sahihin tekrar eden hadislerini kaldırıp sadece Hz. Peygamber'e ait merfu rivayetleri ayırarak bir kitapta toplamışlardır. Bu tür eserler içinde ez-Zebîdî'nin et-Tecrîdu's-Sarîh li-Ahâdîsi'1-Câmi'i-s-Sahîh isimli eseri meşhurdur. Bu kıymetli eser Türkçeye çevrilmiş ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanmıştır. On iki cilt halinde neşredilen bu kaynak eserden kolayca faydalanabilmek için tarafımızdan “kılavuz” adıyla bir fihrist hazırlanmıştır.

Bilâd Tedlîsi
Bk. Tedlîs.
Karanlığa getirmek, hile yapmak, göz boyamak manasına “delese” kök fiiliniden alınma Tef’il ölçüsünde mastardır. Alışveriş sırasında satıcının sattığı malın kusurunu gizleyerek müşterisini aldatmasına denilmiştir.1165 Hadis terimi olarak tedlis, bir ravinin muasırı olup görüşmediği veya görüştüğü halde hadis almadığı bir şeyhten işitmişçesine rivayette bulunmasına denir. Ravinin hadis işittiği şeyhten gerçekte işitmemiş olduğu hadisi rivayet etmesi de tedlistir. Tarifi açıklamak gerekirse şunlar eklenebilir. Bir ravi aynı asırda yaşadığı bir şeyhle görüşmemiştir. Veya görüşmüş olmakla birlikte ondan hadis rivayet etmemiştir. Böyle iken ondan görüşmüş gibi rivayette bulunursa yaptığı işe tedlis adı verilir. Bunun gibi yalnızca bir-iki hadis işittiği şeyhten aslında işitmemiş olduğu hadisleri ona isnad ederek naklederse aynı işi yapmış demektir. Tedlisin gerek aslındaki karanlık ve hileli iş görmek, gerekse kendisindeki kusuru gizlemek manası dikkate alınırsa görüşmediği şeyhten hadis rivayet eden ravi bu kusurunu gizlemiş demektir. Rivayetlerinde tedlis yapan raviye mudellis, ravinin tedlis yoluyla rivayet ettiği hadise ise mudelles adı verilir. Hadis âlimlerine göre tedlis önemli bir cerh sebebidir. Tedlis yapanlar şiddetle tenkit edilmişlerdir. İmam Şafiî tedlisi yalanın kardeşi saymıştır. Hadis Usulü âlimlerinin büyük çoğunluğu isnadında tedlis olan hadislerin reddedilmesi gerektiği görüşündedir. Aslına bakılırsa bir ravi isnadında mesela şeyhini bilinmeyen bir isim veya künye ile anmak suretiyle tedlis yapmakla onu cehalet ithamına maruz bırakmış demektir. Bir muhaddis, hadis alimleri arasında bilinen isminden başka bir isim veya künye ile söylenen şeyhin kim olduğunu kestiremezse hadisini terk etmesi gerekir. Kaldı ki tedliste çok kere zayıf veya mecruh bir ravi gizlenmiş olur. Bu ise büyük fesattır. 1166Bu ve diğer bazı mühim sebepler göz önünde tutularak hadise yalana eşdeğer hile karışmasına mani olmak gayesiyle tedlis caiz görülmemiş, müdellisler tenkid edilmiştir. Tedlisin birkaç çeşidi vardır. Bunlar hakkında da kısa bilgiler vermek yerinde olur. 1. İsnad tedlîsi (Tedlîsu'l-İsnâd): Hadis ravileri arasında en fazla görülen tedlis çeşididir. Ravi, hadisini, isnadında kesinlikle rivayeti belirten cezm sığaları yerine kale, an gibi lafızlar kullanarak nakleder. Oysa naklettiği hadisi isnad ettiği kimseden işitmiş değildir. Ondan işittiği zannını uyandıracak şekilde rivayet etmekle isnadında tedlis yapmış olur. Şu haber isnadda tedlisin nasıl yapıldığını gösterecek niteliktedir: “Ali b. Haşrem anlatmıştır: “Bir gün, Sufyan b. Uyeyne'nin yanında idik. Bize “Kale'z-Zuhrî” diyerek bir hadis rivayet etti. Rivayet ettiği hadisi ez-Zuhrî'den bizzat işitip işitmediği soruldu. İşitmediğini söyledi ve şöyle dedi: “Haddesenî Abdurrezzâk, an Ma’mer, ani'z-Zuhrî.” Sufyan b. Uyeyne ez-Zuhri ile aynı asırda yaşamış, onunla görüşmüştür. Ne var ki ondan hiçbir hadis rivayet etmemiştir. Oysa bu haberde görüldüğü gibi önce “kale'z-Zuhrî” diyerek bizzat ondan kendisi işitmişcesine hadis rivayet etmiştir. Hadisi ez-Zuhrî'den işitip işitmediği sorulunca ondan Abdurrezzâk -Ma’mer yoluyla rivayet ettiğini açıklamak zorunda kalmıştır. Buradaki tedlis, isnadda olmuştur ve Sufyân'ın şeyhi Abdurrezzâk ile onun şeyhi Ma’ıner'i söylemeden doğrudan ez-Zuhrî'den rivayet etmişçesine nakletmesiyle meydana gelmiştir. Bu bakımdan isnad tedlisidir. 2. Şuyuh Tedlîsi (Tedlîsu'ş-Şuyûh): Ravinin hadis rivayet ettiği şeyhinin isnadında herkesçe bilinen meşhur isim, künye veya lakabıyla değil, bilinmeyen isim, künye, ya da lakabla anmasryla meydana gelen tedlistir. Raviyi, şeyhinin bütün hadiscilerle bilinen isim vea lakab veyahut künyesi ile anmayıp belirsiz şekilde zikrederek tedlis yapmasına neden olan sebepler çeşitlidir. Şeyh, ya mecruhtur; yani bazı kusurları yüzünden cerhedilmiştir. Ravi onu herkesçe bilinen isim, künye veya lakabıyla andığı takdirde hadisi zayıf sayılacaktır. Onu herkes tarafından bilinmeyen bir isim, lakab, künye veya nisbe ile anmakla mecruh olduğunu gizlemeye çalışır. Ya yaş bakımından kendisinden küçüktür. Yahutta ondan pek çok hadis işitmiştir. Bu hadisleri aynı şahıstan aynı şekillerde rivayet etmek hoşuna gitmez. Bir değişiklik yapmak ister. Bu gibi durumlarda ravi, şeyhini herkesin bileceği şekilde anmamakla tedlis yapmış olur. Söz gelimi Ebu Bekr b. Mucâhid isimli bir ravi, bazı isnadlarmda “haddesenî Abdullah b. Ebî Abdillah” demiştir. Abdullah b. Ebî Abdillah ismiyle andığı şeyhinin muhaddislerce bilinen ismi Abdullah b. Ebî Dâvuddur. Sünen sahibi meşhur muhaddis Ebu Davud'un oğludur. Ebubekr b. Mucâhid'in isnadında şeyhini bütün hadiscilerin bildiği ismiyle değil değişik bir isimle anmış olması şeyhini tedlistir. 3. Tesviye Tedlisi (Tedlîsu't-Tesviye): Ravinin isnadında sika olan raviler arasındaki bir zayıf ravinin adını atlayıp, isnadı aynı seviyede sika ravilerden meydana geliyormuş gibi göstermesinden ibaret tedlistir. Bu tedlis türü el-Irâkî'ye göre ayrı bir tedlis çeşidi, İbn Hacer'e göre ise tedlîsu'l-isnadın bir başka şeklidir. Misal verilecek olursa şu rivayet üzerinde durulabilir: “Bakiyye'den rivayet edilmiştir: (Demiştir ki) bana Ebu Vehbi'l-Esedî tahdis etti. Nafi'den, İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre (şöyle demiştir). “Bir kimsenin görüşünün esasını bilmeden müslümanlığını öğmeyiniz.” Bu hadisin isnadı, aslında Ubeydullah b Amr-İshak b. Ebî Ferve-Nafi- İbn Ömer şeklindedir. Ancak Bakiyye, aradaki İshâk b. Ebî Ferve adındaki zayıf raviyi isnadından düşürüp, bütün isnadı aynı seviyede sika ravilerden ibaret gibi göstermiştir. 1167Diğer taraftan yaptığı tedlisin anlaşılmaması için Abdullah b. Amr isimli şeyhini meşhur olmayan Ebu Vehbi'l-Esedî künyesiyle anmıştır. Böylece hem tesviye hem de şuyuh tedlisi yapmıştır. Hadis Usulü âlimlerine göre en kötü tedlis çeşidi tesviye tedlisidir; zira bu tedlis şeklinde ravi zayıf olan şeyhini çok kere isnadda atlamakla inkitaa sebep olmaktadır. Onu değişik isimle anmakla ise mübhem bırakmakta, böylece tereddüde yol açmaktadır. Tedlisin bu sayılanlardan başka birkaç çeşidi daha vardır. Bunlara dair kısa bilgiler vermek de yerinde olacaktır: Tedlîsu'l-Atf (atıf tedlisi): Ravinin isnadında gerçekte hadis işitmediği şeyhin ismini işittiğinin ismi üzerine atfetmesiyle yaptığı tedlistir. Böyle tedlis yapan ravi isnadında “haddesenâ fulanun ve fulânun” der. Aslında ikinci şeyhten hadis işitmemiştir. Öyle iken işittiği birinci şeyhin ismi üzerine atfederek söylemiş, böylece ondan da işittiği zannını uyandırmıştır. Tedlîsu's-Sukût (Sükût tedlisi): Tedlîsu'1-Kat' de denilen bu tedlis çeşidi, ravinin isnadını söylerken hadis işittiği şeyhinin ismini andıktan sonra bir süre susup başka bir isim söylemesiyle meydana gelir. Ravinin bunu yapmaktaki maksadı, dinleyenler üzerinde gerçekten hadis işitmediği bir şeyhten işittiği intibaını uyandırmaktır. Bunlardan başka İbn Hacer'in farkına vardığı tedlîsu'l-bilâd denilen bir çeşit tedlis daha vardır. Şu şekilde yapılır. Ravi isnadını söylerken falan yerde diye bir kayıt ekler. Aslında söylediği yer, söylediği isimle meşhur olan yer değildir. Mesela Mısırlı bir ravinin İsnadında “haddesenâ fulânun bi'1-Endelus” demesi buna örnek gösterilebilir. Buradaki En-delüs, Endülüs değil, Kahire'de bir mahalle ismidir. Aynı şekilde Bağdatlı bir ravinin “haddesenî fulânun varâ'e'n-nehr” diyerek isnadını sevketmesinde de tedlîsu'l-bilâd söz konusudur; çünkü “bana falanca nehir kenarında tahdis etti” derken kasdettiği yer Mâverâ'un-nehir değil, Dicle kıyışıdır. Böyle tedlis yapan raviler, belki de, hadis elde etmek uğruna uzak yerlere gittikleri, çetin yolculuklar yaptıkları intibaını uyandırarak rivayetlerine ilgi çekmek istemiş olmalıdırlar.

Bid'atu'r-Râvî
Bk. Bid'at.
Değil Hadis ilminde, diğer islamî ilimlerin hemen hepsinde sıkça rastlanan bir terimdir. Sözlükte bir şeye başlamak, ibda ve ihdas etmek, yani bir şeyi ilk defa ortaya atmak; inşa etmek manalarına gelir. Genellikle İslâmiyet'in kemale ermesinden sonra ortaya atılıp dine nisbet ve izafe edilen şeylere denir. Bu şeyler Hz. Peygamber (s.a.s) 'in sağlığında yoktur. Sahabiler tarafından bilinmemektedir. Sonradan ortaya çıkmış ve dine sokulmuşlardır. Şu halde “dinin kemale ermesinden sonra ortaya- çıkan nesneye bid'at denir. Bir görüşe göre de bid'at, Hz. Peygamber'den sonra dinde ortaya çıkan işlere, heva ve heveslere de ıtlak edilir. Çoğulu bida' gelir.”120
Genel manada bid'ate, emirlerin halk arasına karışmaktan çekinmeleri misal verilebilir. Hz. Peygamber hayatta iken böyle bir şey yoktur. Bizzat o, aile hayatı dışında devamlı olarak sahabilerin arasına karışmış, onlarla birlikte olmuştur. Sahabe zamanında da durum değişmemiştir. Toplum içinde söz sahibi herkes, özellikle emirler halk arasına girmemeleri lazım geldiği ileri sürülmüş; bu iddiayı desteklemek üzere bir takım deliller getirilmiştir. Hatta bu konuda hadis uyduranlar da olmuştur. Böylece bu iş, dinî bir kalıba sokulmaya çalışılmıştır.
Bid'atte en mühim noktayı Hz. Peygamber'in ebedî aleme göç edişinden sonra ortaya çıkan şeyler oluşu ile bunlara islâmî bir görünüm verilmesi teşkil eder. Birinci noktayı bazı İslâm âlimleri mutlak manada anlamışlar ve muhdes yani dinde sonradan ortaya konan her şeyi bid'at saymışlardır. Buna karşılık kimi âlimler de bid'at tarifîndeki ihdas edilen şey esasının mutlak manada alınmaması gerektiği görüşüne varmışlardır. Bunun sonucu olarak bid'at telakkisinde oldukça farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu görüşler münakaşalara yol açmıştır. Sonunda bid'at, bid'at-ı hasene ve bid'at-ı seyyi'e olarak iki grubda mütalaa edilmiştir. Bid'at-ı Hasene, iyi ve yararlı bid'at manasıyle “cinsine İslâm Şeriatinde bir asim şahidi olduğu” bir diğer ifadeyle “dini bir asılla izah edilebilen” Bid'at-i seyyi'e ise dinle ilgisi olmayan, çok kere dinî asıllara zıt düşen zararlı bid'atlerdir. Bunlara bid'ati dalâl (saptıran, sapık bid'at) da denir. 121
Hadis ilminde bid'at, ravinin akidesiyle ilgili ta'n sebeplerindendir. Özel terimiyle bid'atu'r-râvî, ravinin bid'ad ehlinden olması manasınadır ve metâ'in-i aşere denilen ravinin cerhinde göz önünde bulundurulan on tenkid noktasından biridir. Ravinin adaletiyle ilgilidir.
Ravinin bid'ati genel olarak iki grupta mütalaa edilir. Bunlardan birincisi, bid'at-i mükeffire denilen ve sahibini -Allah korusun- küfre götüren; sonunda tekfir edilmesine sebep olan bidattir. İkincisi küfre götürmese de sahibinin fâsık sayılmasına sebep olan bid'attir. Böyle bidatlere bid'at-i gayr-i mükeffire denilmiştir.
ez-Zehebî'ye göre ravinin bid'ati iki türlüdür. Birisi bid'at-i suğrâ, yani küçük bid'attir. Tâbi'în ve Tebe'u't-Tâbi'în dönemlerindeki şekliyle aşırı olmayan Şia taraftarlığı, yahut Hz. Ali'ye karşı harbedenler hakkında ileri geri söz söylemek gibi aşın Şi'a taraftarlığı küçük bid'at kabilindendir. İkincisi bid'at-i kubrâ (büyük bid'at) denilenidir. Rafızîlik, aşın Rafızî taraftarlığı, Hz. Ebu Bekr ile Hz. Ömer'e sövmek ve bu mezhebe davet etmek bu tür bidattir. 122
Hadis İlminde kimlerin bid'at ehlinden sayıldıklan ve mübtedi' denilen bidate kapılmış ravilerden hadis rivayeti ya da rivayetlerinin değerlendirilmesi için ehlu'l-bid'a maddesine bakılabilir.

Bid'at
Değil Hadis ilminde, diğer islamî ilimlerin hemen hepsinde sıkça rastlanan bir terimdir. Sözlükte bir şeye başlamak, ibda ve ihdas etmek, yani bir şeyi ilk defa ortaya atmak; inşa etmek manalarına gelir. Genellikle İslâmiyet'in kemale ermesinden sonra ortaya atılıp dine nisbet ve izafe edilen şeylere denir. Bu şeyler Hz. Peygamber (s.a.s) 'in sağlığında yoktur. Sahabiler tarafından bilinmemektedir. Sonradan ortaya çıkmış ve dine sokulmuşlardır. Şu halde “dinin kemale ermesinden sonra ortaya- çıkan nesneye bid'at denir. Bir görüşe göre de bid'at, Hz. Peygamber'den sonra dinde ortaya çıkan işlere, heva ve heveslere de ıtlak edilir. Çoğulu bida' gelir.”120
Genel manada bid'ate, emirlerin halk arasına karışmaktan çekinmeleri misal verilebilir. Hz. Peygamber hayatta iken böyle bir şey yoktur. Bizzat o, aile hayatı dışında devamlı olarak sahabilerin arasına karışmış, onlarla birlikte olmuştur. Sahabe zamanında da durum değişmemiştir. Toplum içinde söz sahibi herkes, özellikle emirler halk arasına girmemeleri lazım geldiği ileri sürülmüş; bu iddiayı desteklemek üzere bir takım deliller getirilmiştir. Hatta bu konuda hadis uyduranlar da olmuştur. Böylece bu iş, dinî bir kalıba sokulmaya çalışılmıştır.
Bid'atte en mühim noktayı Hz. Peygamber'in ebedî aleme göç edişinden sonra ortaya çıkan şeyler oluşu ile bunlara islâmî bir görünüm verilmesi teşkil eder. Birinci noktayı bazı İslâm âlimleri mutlak manada anlamışlar ve muhdes yani dinde sonradan ortaya konan her şeyi bid'at saymışlardır. Buna karşılık kimi âlimler de bid'at tarifîndeki ihdas edilen şey esasının mutlak manada alınmaması gerektiği görüşüne varmışlardır. Bunun sonucu olarak bid'at telakkisinde oldukça farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu görüşler münakaşalara yol açmıştır. Sonunda bid'at, bid'at-ı hasene ve bid'at-ı seyyi'e olarak iki grubda mütalaa edilmiştir. Bid'at-ı Hasene, iyi ve yararlı bid'at manasıyle “cinsine İslâm Şeriatinde bir asim şahidi olduğu” bir diğer ifadeyle “dini bir asılla izah edilebilen” Bid'at-i seyyi'e ise dinle ilgisi olmayan, çok kere dinî asıllara zıt düşen zararlı bid'atlerdir. Bunlara bid'ati dalâl (saptıran, sapık bid'at) da denir. 121
Hadis ilminde bid'at, ravinin akidesiyle ilgili ta'n sebeplerindendir. Özel terimiyle bid'atu'r-râvî, ravinin bid'ad ehlinden olması manasınadır ve metâ'in-i aşere denilen ravinin cerhinde göz önünde bulundurulan on tenkid noktasından biridir. Ravinin adaletiyle ilgilidir.
Ravinin bid'ati genel olarak iki grupta mütalaa edilir. Bunlardan birincisi, bid'at-i mükeffire denilen ve sahibini -Allah korusun- küfre götüren; sonunda tekfir edilmesine sebep olan bidattir. İkincisi küfre götürmese de sahibinin fâsık sayılmasına sebep olan bid'attir. Böyle bidatlere bid'at-i gayr-i mükeffire denilmiştir.
ez-Zehebî'ye göre ravinin bid'ati iki türlüdür. Birisi bid'at-i suğrâ, yani küçük bid'attir. Tâbi'în ve Tebe'u't-Tâbi'în dönemlerindeki şekliyle aşırı olmayan Şia taraftarlığı, yahut Hz. Ali'ye karşı harbedenler hakkında ileri geri söz söylemek gibi aşın Şi'a taraftarlığı küçük bid'at kabilindendir. İkincisi bid'at-i kubrâ (büyük bid'at) denilenidir. Rafızîlik, aşın Rafızî taraftarlığı, Hz. Ebu Bekr ile Hz. Ömer'e sövmek ve bu mezhebe davet etmek bu tür bidattir. 122
Hadis İlminde kimlerin bid'at ehlinden sayıldıklan ve mübtedi' denilen bidate kapılmış ravilerden hadis rivayeti ya da rivayetlerinin değerlendirilmesi için ehlu'l-bid'a maddesine bakılabilir.

Beyân
Sözlükte açıklama, bir şeyin açıklığa kavuşması, anlatmak, bir şeyi delil getirerek ispatlamak gibi değişik manalara gelir.
Hadis ilminde beyân, sünnetin, dolayısiyle hadislerin Kur'ân-ı Kerim'i; yine dolayısiyle İslâm Dini'ni açıklama bahsinde söz konusu olur. Allah, Peygamberine Kur'ân-ı Kerim hükümlerini açıklığa kavuşturacak, emir ve yasaklarını tatbik mevkiine koyacak beyânı bahsetmiştir. Şu ayet-i kerime buna delalet eder.
“İnsanlara kendilerine indirileni açıkça anlatasın diye sana da “Zikr”i indirdik. Belki bu sayede onlar da düşünürler.” Bu ayetten anlaşılmaktadır ki, Yüce Allah, insanlara indirilen Kur'ân-ı Kerim'in açıklanması için Peygamberine zikri indirmiştir. Ayetteki zikri yalnızca Kur'ân-ı Kerime hamletmek Allah bilir, güçtür; zira o kelimeyle Kur'ân-ı Kerim'in kasdedilmiş olması halinde “açıklanacak olan ve insanlara indirilen şey”in ne olduğunu kestirmek zorlaşır. Ayette geçen insanlara indirilen şey”in Kur'an olduğunda şüphe yoktur. Bu itibarla zikr”in Kur'andan ayrı ve onu açıklayıcı mahiyette bir şey olduğu, buna göre de Allah vergisi bir yeteneğe işaretten hâli olmadığı söylenebilir. Nitekim bazı İslâm kimlerinden Kur'ân-ı Kerim'i açıklayacak “zikr” ile Sünnet'e işaret edildiği yolunda rivayetler nakledilmiştir. Söz gelimi, Tâbi'îlerden Hassan b. Atiyye'den rivayet edildiğine göre, “Hz. Peygamber'e vahy inerdi. Cebrail (a.s) aynı zamanda ona inen vahyi tefsir eden Sünneti de getirirdi.” Diğer taraftan Hz. Peygamber “Şüphesiz bana kitap ve kitapla birlikte bir benzeri verildi” buyurmuştur.119 Şu hale göre Allah, Resulüne insanların dünya ve ahiret saadetini temin edecek Kur'ân-ı Kerim'i indirmiş, ayrıca ona indirdiği Kur'ân'ı açıklayacak onun bir benzeri olan Sünneti bahsetmiştir. Gerçekten Sünnet, Kur'ân-ı Kerim'i beyan eder. Ayetlerinden maksadın ne olduğunu açıklar. Mücmel ayetlerini tafsil eder. Müşkillerini açıklığa kavuşturur. Ayrıca Kur'ân'da olmayan hükümler koyar.
Bütün bu açıklamalardan anlaşılmaktadır ki beyan. Hadis ilminde özellikle İslâm Şeriatının birinci kaynağı olan Kur'ân-ı Kerim'in açıklanması manasınadır. Kur'ân-ı Kerim'i de en başta Sünnet açıkladığına göre beyan Sünnetin bu fonksiyonunu ifade eden bir tabir mâhiyeti almaktadır.

Belağanî
“Bana ulaştı” demektir. Hadis imamlarının kendilerine ulaşmış bulunan hadisleri veya daha umumi olarak haberleri, isnadını zikretmeksizin rivayetlerinde kullandıkları eda lafızlarmdandır. Böyle belağanî gibi lafızlarla isnad söylenmeden rivayet edilen hadislere belâğât denir.
Belağanî lafzıyla rivayete misal vermek gerekirse şu rivayet üzerinde durulabilir:
“Mâlik'ten rivayet edilmiştir, demiştir ki, “Bize ulaştığına göre Abdullah b. Ömer, oğlu Ubeyduîlah'ın seferde nafile namaz kıldığını görürdü de bir şey demezdi.”114
Birinci ve ikinci hicri asırlarda yaşamış bazı hadis imamlarının belağanî, belağanâ gibi lafızlarla isnadsız olarak rivayet ettikleri hadisler, aynı zamanda başka tanklardan mevsul olarak da rivayet edilmişlerdir. İmam Mâlik'in ilk sahih hadis kitabı sayılan el-Muvatta'ında bu şekilde rivayet edilen 61 hadis vardır. Dördü hariç diğerleri mevsuldür. 115
İbnu's-Salâh'ın kaydettiğine göre Ebu Nasr es-Siczî, bir ravinin belağanî kullanarak isnadsız rivayet ettiği hadisin mu1 dal olduğunu ileri sürmüştür. 116Anlaşıldığına göre bu gibi lafızlarla isnad söylemeden hadis rivayet edilmesi bazı muhaddislerce hoş karşılanmamıştır.

Belağanâ
“Bize ulaştı” demek olan bu tamir, beleğanî gibi hadis imamlarının kendilerine sahih olarak ulaşan hadisleri isnadını zikretmeden rivayet ederlerken kullandıkları lafızlardandır. Böyle isnad zikretmeden nakledilen haberlere belâğât denilmiştir.
İsnad zikretmeksizin “belağanâ” eda lafzıyle yapılan rivayete şu hadis güzel bir misal teşkil eder. “Katâde'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki, “bize ulaştığına göre (Maide Sûresinin... el-yevme... ayeti Kurban Bayramının) arefe günü nazil oldu. (O gün) Cumaya denk geldi.” 111
İbnu's-Salâh'a göre belağanâ, zayıf hadislerin isnadsız olarak rivayetinde kullanılır. Şayet zayıf bir hadisi isnadsız olarak rivayet etmek gerekirse Kale Resûlullâh ve benzeri cezm lafızları kullanılamaz. Onun yerine Ruviye an resûlillâh (s..a.s), belağanâ anhu, verede anhu, câ'e anhu, reva ba'duhum gibi lafızlar kullanmak gerekir. Sahih mi, zayıf mı olduğunda şüphe edilen hadisler için de hüküm aynıdır. Şu hale göre “kale Resûlullâh” gibi cezm ifadeleri ancak sıhhati açığa çıkmış olan hadisler için kullanılabilir.

Belağanâ Ani'n-Nebî
“Hz. Peygamber'den bize ulaştığına göre” anlamında bir tabir olup temrîz sığalarındandır.
İbnu's-Salâh'ın kaydettiğine göre bir muhaddisin herhangi bir zayıf hadisi isnadsız olarak rivayet etmesi halinde kale Resûlullâh ve benzeri cezm sigası kullanması doğru olmaz. Onun yerine ruviye ani'n-Nebî, belağanâ ani'n-Nebî, câ'e ani'n-Nebî, ravâ ba'duhum ve benzeri temrîz sîgalan kullanmalıdır. Sahih mi, yoksa zayıf mı kesinlikle bilinmeyen hadisler için de hüküm aynıdır.

Belağahû
“Ona ulaştı demektir. Ravinin, hadis imamlanndan biri olan şeyhine sahih olarak ulaşmış hadisleri isnad zikretmeden rivayet ederken kullandığı lafızlardandır. Bu şekilde isnad zikretmeksizin rivayet edilen hadislere belâğât denir.
İmam Mâlik'in el-Muvatta isimli hadis kitabında belağahû, belağanî, ani's-sika lafızlarıyla isnadsız olarak naklettiği 61 hadis vardır. Bir tanesini misal verelim.
“Mâlik'den rivayet edilmiştir. Kendisine ulaştığına göre Hz. Peygamber (s.a.s)'in Hanımı Hz. Aişe “Sabah oluncaya kadar uyumaktan korkan vitir namazını yatmadan kılsın. Gecenin sonunda uyanacağını ümit eden ise vitrini o zamana kadar geciktirsin” demiştir.”

Belâğ
Ulaşmak manasına “belağa” kök fiilinin maştan olan belağ, genelde belağanâ eda sîgasiyla ve isnadsız olarak rivayet edilen habere denir. Çoğul belâğât gelir. (Bk. Belağanî, belağanâ ve belâğât).
Bununla birlikte harhangi bir hadis kitabında şeyhten nereye kadar işitilmiş olduğunu gösteren bazı kayıtlar bulunur. Bunlara da belağ kaydı tabir edilmiştir.

Belağ Kaydı
Bk. Belağ.
Ulaşmak manasına “belağa” kök fiilinin maştan olan belağ, genelde belağanâ eda sîgasiyla ve isnadsız olarak rivayet edilen habere denir. Çoğul belâğât gelir. (Bk. Belağanî, belağanâ ve belâğât).
Bununla birlikte harhangi bir hadis kitabında şeyhten nereye kadar işitilmiş olduğunu gösteren bazı kayıtlar bulunur. Bunlara da belağ kaydı tabir edilmiştir.

Bedel-i Nazil
Bedel-i alînin zıddı olarak nuzûl özelliğine sahip bedele, öteki adıyla ibdâle denir. (Bk. İbdâl).
Sözlükte değiştirmek, bir nesnenin yerine diğerini getirmek mânâsına gelir Hadis usulü ıstılahı olarak ibdâl, uluvvü nisbînin kısımlarından biridir. Şöyle tarif edilir: Bir ravi, el-Kutubu's-Sittede veya başka hadis kitaplarının birinde bulunan hadislerden birini o kitabın tankından başka bir tarik ile musannifin şeyhinde musannıfla buluşmak üzere daha az sayıda ravi ile rivayet ederse buna muvafakat adı verilir. Şayet söz konusu muvafakat kitap sahibinin şeyhinin şeyhinden daha az ravi ile hasıl olursa isnadın bu şekilde meydana gelen ulüvvüne ibdâl denir. İsnadın musannıfta nisbetle âlî oluşunun bu kısmına ibdâl denilmesi, hadisi rivayet edilen kitap sahibinin şeyhinin şeyhinden rivayet eden ravi, o kitap sahibinin şeyhinden bedel olduğu içindir. Bu sebeple ibdâle, şeyhin şeyhine nisbetle muvafakat sözü konusu olduğundan şeyhu'ş-şeyhte muvafakat da denir. Muvafakati mukayyede diyenler de vardır. Şu hadis ibdâle misal verilebilir. Tirmizî, Ali b. Hucr -Halef b. Halîfe - Humeyd el-A'rec - Abdullah İbnu'l-Hâris - İbn Mes'ûd isnadiyle Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle buyurduklarını rivayet eder: “Rabbi kendisiyle konuştuğu gün Hz. Musa'nın üzerinde yün setre, yün cübbe, yün külah, yün şalvar vardı. Ayakkabıları ise ölü eşek derisinden yapılmıştı.” 402 Aynı hadisi el-Irakî, İbn Arefe cüzünden bir başka tarîkla ve iki ravi eksiğiyle Tirmizî'nin şeyhinin şeyhi olan Halef b. Halîfe'den rivayet etmiştir. Bu durumda el-Irâkî, kendi isnadında önce Halefe nisbetle uluvv temin etmiş; ayrıca Tirmizı'nin şeyhinin şeyhi olan Halefte daha az ravi ile muvafakat sağlamıştır. Sonuç olarak da kendi tarikından rivayetinde Haleften rivayette bulunan ravisi, Tirmizî'nin şeyhi olan Ali b. Hucr'e bedel vaki olmuştur. İbnu's-Salâh ve ona tabi olarak en-Nevevî, el-Irâkî ve es-Suyûtî'ye göre ibdalin tarifinde uluvv yani daha az ravi ile rivayet söz konusudur. Nitekim İhnu's-Salâh, “isnadda uluvv olmazsa bunlara muvafakat veya bedel denmez. Gerçi isnad âlî olmasa da muvafakat ve ibdal hasıl olur. Ancak o takdirde bunlara iltifat edilmeyeceğinden bu isimler verilmez” diyorsa da403, bütün muhaddislerin bu ıstılahta birleştikleri bazı karinelerden anlaşılmaktadır. Nitekim ez-Zehebî ile diğer bazı Hadis Usûlü âlimleri isnadda uluvv olmaksızın da muvafakat ve bedel tabirlerini kullanmışlardır. Uluvv söz konusu olmayan bedele İbdâl-i nazil diyenler olmuştur.

Bedel-i Âlî
Uluvv özelliğine sahip bedel veya öteki adıyla ibdâle denir. (Bk. İbdâl).
Sözlükte değiştirmek, bir nesnenin yerine diğerini getirmek mânâsına gelir Hadis usulü ıstılahı olarak ibdâl, uluvvü nisbînin kısımlarından biridir. Şöyle tarif edilir: Bir ravi, el-Kutubu's-Sittede veya başka hadis kitaplarının birinde bulunan hadislerden birini o kitabın tankından başka bir tarik ile musannifin şeyhinde musannıfla buluşmak üzere daha az sayıda ravi ile rivayet ederse buna muvafakat adı verilir. Şayet söz konusu muvafakat kitap sahibinin şeyhinin şeyhinden daha az ravi ile hasıl olursa isnadın bu şekilde meydana gelen ulüvvüne ibdâl denir. İsnadın musannıfta nisbetle âlî oluşunun bu kısmına ibdâl denilmesi, hadisi rivayet edilen kitap sahibinin şeyhinin şeyhinden rivayet eden ravi, o kitap sahibinin şeyhinden bedel olduğu içindir. Bu sebeple ibdâle, şeyhin şeyhine nisbetle muvafakat sözü konusu olduğundan şeyhu'ş-şeyhte muvafakat da denir. Muvafakati mukayyede diyenler de vardır. Şu hadis ibdâle misal verilebilir. Tirmizî, Ali b. Hucr -Halef b. Halîfe - Humeyd el-A'rec - Abdullah İbnu'l-Hâris - İbn Mes'ûd isnadiyle Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle buyurduklarını rivayet eder: “Rabbi kendisiyle konuştuğu gün Hz. Musa'nın üzerinde yün setre, yün cübbe, yün külah, yün şalvar vardı. Ayakkabıları ise ölü eşek derisinden yapılmıştı.” 402 Aynı hadisi el-Irakî, İbn Arefe cüzünden bir başka tarîkla ve iki ravi eksiğiyle Tirmizî'nin şeyhinin şeyhi olan Halef b. Halîfe'den rivayet etmiştir. Bu durumda el-Irâkî, kendi isnadında önce Halefe nisbetle uluvv temin etmiş; ayrıca Tirmizı'nin şeyhinin şeyhi olan Halefte daha az ravi ile muvafakat sağlamıştır. Sonuç olarak da kendi tarikından rivayetinde Haleften rivayette bulunan ravisi, Tirmizî'nin şeyhi olan Ali b. Hucr'e bedel vaki olmuştur. İbnu's-Salâh ve ona tabi olarak en-Nevevî, el-Irâkî ve es-Suyûtî'ye göre ibdalin tarifinde uluvv yani daha az ravi ile rivayet söz konusudur. Nitekim İhnu's-Salâh, “isnadda uluvv olmazsa bunlara muvafakat veya bedel denmez. Gerçi isnad âlî olmasa da muvafakat ve ibdal hasıl olur. Ancak o takdirde bunlara iltifat edilmeyeceğinden bu isimler verilmez” diyorsa da403, bütün muhaddislerin bu ıstılahta birleştikleri bazı karinelerden anlaşılmaktadır. Nitekim ez-Zehebî ile diğer bazı Hadis Usûlü âlimleri isnadda uluvv olmaksızın da muvafakat ve bedel tabirlerini kullanmışlardır. Uluvv söz konusu olmayan bedele İbdâl-i nazil diyenler olmuştur.

Bedel
Bk. İbdâl.
Sözlükte değiştirmek, bir nesnenin yerine diğerini getirmek mânâsına gelir Hadis usulü ıstılahı olarak ibdâl, uluvvü nisbînin kısımlarından biridir. Şöyle tarif edilir: Bir ravi, el-Kutubu's-Sittede veya başka hadis kitaplarının birinde bulunan hadislerden birini o kitabın tankından başka bir tarik ile musannifin şeyhinde musannıfla buluşmak üzere daha az sayıda ravi ile rivayet ederse buna muvafakat adı verilir. Şayet söz konusu muvafakat kitap sahibinin şeyhinin şeyhinden daha az ravi ile hasıl olursa isnadın bu şekilde meydana gelen ulüvvüne ibdâl denir. İsnadın musannıfta nisbetle âlî oluşunun bu kısmına ibdâl denilmesi, hadisi rivayet edilen kitap sahibinin şeyhinin şeyhinden rivayet eden ravi, o kitap sahibinin şeyhinden bedel olduğu içindir. Bu sebeple ibdâle, şeyhin şeyhine nisbetle muvafakat sözü konusu olduğundan şeyhu'ş-şeyhte muvafakat da denir. Muvafakati mukayyede diyenler de vardır. Şu hadis ibdâle misal verilebilir. Tirmizî, Ali b. Hucr -Halef b. Halîfe - Humeyd el-A'rec - Abdullah İbnu'l-Hâris - İbn Mes'ûd isnadiyle Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle buyurduklarını rivayet eder: “Rabbi kendisiyle konuştuğu gün Hz. Musa'nın üzerinde yün setre, yün cübbe, yün külah, yün şalvar vardı. Ayakkabıları ise ölü eşek derisinden yapılmıştı.” 402 Aynı hadisi el-Irakî, İbn Arefe cüzünden bir başka tarîkla ve iki ravi eksiğiyle Tirmizî'nin şeyhinin şeyhi olan Halef b. Halîfe'den rivayet etmiştir. Bu durumda el-Irâkî, kendi isnadında önce Halefe nisbetle uluvv temin etmiş; ayrıca Tirmizı'nin şeyhinin şeyhi olan Halefte daha az ravi ile muvafakat sağlamıştır. Sonuç olarak da kendi tarikından rivayetinde Haleften rivayette bulunan ravisi, Tirmizî'nin şeyhi olan Ali b. Hucr'e bedel vaki olmuştur. İbnu's-Salâh ve ona tabi olarak en-Nevevî, el-Irâkî ve es-Suyûtî'ye göre ibdalin tarifinde uluvv yani daha az ravi ile rivayet söz konusudur. Nitekim İhnu's-Salâh, “isnadda uluvv olmazsa bunlara muvafakat veya bedel denmez. Gerçi isnad âlî olmasa da muvafakat ve ibdal hasıl olur. Ancak o takdirde bunlara iltifat edilmeyeceğinden bu isimler verilmez” diyorsa da403, bütün muhaddislerin bu ıstılahta birleştikleri bazı karinelerden anlaşılmaktadır. Nitekim ez-Zehebî ile diğer bazı Hadis Usûlü âlimleri isnadda uluvv olmaksızın da muvafakat ve bedel tabirlerini kullanmışlardır. 404 Uluvv söz konusu olmayan bedele İbdâl-i nazil diyenler olmuştur.

Bâtıl
Sözlükte “hakk”ın zıddıdır. Aynı şekilde “zâtında sebat ve hakikat olmayan nesneden ibarettir.
Çoğulu ebâtîl gelir.” 
Hadis Usûlünde bâtıl, mevzu manasına kullanılmıştır. Söz gelimi bir hadis nakledildikten sonra “bâtılun” veya “hazâ naberun (hadîsun) bâtılun” denilmişse109 bu ifade o rivayetin uydurma ve batıl bir söz olduğuna delâlet eder.

Bâb
“Kapı” anlamına gelir. Hadis kitaplannda aynı konudaki hadislerin bir arada bulunduğu kitâb başlıklı ana bölümler içinde yer alan tâli bölümlere denir. Bu bölümler, bütünün parçaları durumundadır.' Kur'ân-i Kerim surelerine nisbetle ayetler ne ise hadis kitaplannda kitaba göre bâb odur.
Misal vermek gerekirse Buhârî'nin şu babı verilebilir. (Ezandan sonra dua etmek babı). Bu bab, konusu itibariyle ezanla ilgili bir hadisi ihtiva ettiğinden kitâbu'1-ezân bölümü içinde yer alır. Burada, ezan sona erdiği zaman, duasını okuyan Mü’minlerin Hz. Peygamber'in şefaatine kavuşacaklarına dair bir hadis bulunur.
Hadisleri bablara göre kitâb başlıklı bölümlerde toplamak suretiyle tasnife ale'l-ebvâb metoduyla tasnif adı verilmiştir.

Aziz-i Meşhur
Bk. Aziz.
Azîz kelimesi sözlükte ikinci babdan sıfatı müşebbehe olarak az bulunan, nadir; üçüncü babdan kuvvetli, güçlü, kıymetli ve aziz manalarına gelir. İkinci manada kullanılışı ilkiyle ilgilidir; zira bir şeyin kıymetli oluşu bazen az ve ender bulunuşundandır.
Hadis terimi olarak azîz, gayr-ı meşhur âhadin kısımlarmdandır. Kısaca garîb iken bir başka tariktan rivayet edilmek suretiyle kuvvet kazanan ve garîb olmaktan çıkan hadistir. Açıklamak gerekirse, tanınmış hadis âlimlerinden birinin rivayet ettiği bir hadis, ondan şayet tek bir ravi tarafından rivayet edilmişse buna garîb adı verilir. O meşhur hadisciden rivayette tek kalmış olan raviden rivayette bulunanların sayısı çoğalsa bile hadis ga-rib olarak kalır. Ancak hadisin tek ravisinin bulunduğu tabakadan bir başka ravi aynı hadisi yine o âlim hadisciden rivayet ederse o ana kadar garib olarak bilinen hadis, ikinci ravinin rivayetiyle kuvvet kazanarak azîz adıyla anılır.
Azizin bir tarifi de herhangi bir tabakada yalnız iki ravi tarafından rivayet edilen hadis şeklinde yapılmıştır. Bu, yukandak itarifin hemen hemen aynıdır.
Tanınmış usul alimi İbnu's-Salâh'a göre ez-Zuhrî ve Katâde gibi hadis imamlarının hadislerini onlardan bir tek ravi rivayet ederse garîb, iki yahut üç kişi rivayette bulunursa azîz adını alır.102 Bu tarif İbn Mende'nin tarifidir, en-Nevevî ve diğer Hadis Usûlü âlimleri de azizin bu tarifinde İbnu's-Salah'a uymuşlardır. 103Bu tarifin belirli özelliği üç kişinin rivayette teferrüd etmesidir.
Azizin İbn Hacer'in tercih ettiği, daha sonraları birçok âlimin sahih saydıkları tarifi, senedin bütün tabakalarında ravi sayısı ikiden az olmayan hadis şeklinde olan tariftir. Diğer bir ifadeyle bütün tabakalarda iki kişinin iki kişiden rivayetine azîz denilir. Bu şekilde tarif edilen azîze misal olarak Buhâri ve Müslim'in Enes'den; ayrıca Buhârî'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri şu hadis verilir:
“Sizden biriniz, ben kendisine ana babasından, çoluk-çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça tam manasıyla iman etmiş olmaz.”104 
Bu hadisi Hz. Peygamber (s.a.s) 'den Enes ve Ebu Hureyre; Enes'ten Katâde ve Abdulazîz b. Suheyb; Katâde'den Şu'be ve Sa'id; Abdulaziz'den İsmail b. Uleyye ve Abdulvâris; bunların herbîrinden sayılan ikiden fazla olan raviler rivayet etmişlerdir. 105
İbn Hacer'in kaydettiğine göre İbn Hibbân, azizin bütün tabakalarında yalnız iki kişinin iki kişiden rivayet ettikleri hadis şeklinde yapılan tarifine karşı çıkmış ve “aslında iki kişinin iki kişiden rivayeti bulunmaz” demiştir. İbn Hacer buna işaret ettikten sonra şunları söylemiştir: “İbn Hibbân, iki kişinin iki kişiden rivayeti asla bulunmaz” demek suretiyle bütün tabakalarda yalnız iki kişinin yalnız iki kişiden rivayetini kasdediyorsa bu doğrudur. Gerçekten bu çeşit bir rivayet bulmak hemen hemen imkânsız gibidir. Fakat bizim kaydettiğimiz azîz şekli, iki kişiden az olmayan kimselerin iki kişiden az olmayan kimselerden rivayet etmeleriyle mevcuttur. Misali de Seyhan'ın Enes'den, Buhârî'nin ayrıca Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri “lâ yu’ıninu ahadukum hattâ...” hadisidir.” 106
Bütün bu açıklamalara bakılırsa azizde tıpkı meşhurda olduğu gibi ravilerin ilk tabakada üçden az olmaması şart değildir. Gerçekten bazı tabakalarda yalnız iki, diğer tabakalann hepsinde en az iki ravisi olduğu halde yalnızca bir sahabiden rivayet edilmiş olan hadis de azizdir.
Bazı hadislere azîz-i meşhur denildiği de olur. Bu çeşit aziz, önceleri iki raviden rivayet edilmişken sonradan tariklarının çoğalmasıyla meşhur haline gelmiş olan hadistir. Nitekim, “Kıyamet günü âhirûn, sâbikün olanlar biziz” hadisini Huzeyfe b. el-Yemân ile Ebu Hureyre rivayet ettiklerinden başlangıç itibariyle aziz, Ebu Hureyre'den yedi tâbi'inin rivayet etmesiyle tankları çoğalarak meşhur olmuştur. 107
Aziz terimi, hadis için olduğu kadar haber için de kullanılır. Haberin hadise göre daha umûmî bir mânâ taşıdığı dikkate alınırsa aziz haber (haber-i azız) Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ait tarife uyan haberler demek olacağı gibi sahabe ve tâbîlere ait rivayetler de demek olur.

Azîz
Azîz kelimesi sözlükte ikinci babdan sıfatı müşebbehe olarak az bulunan, nadir; üçüncü babdan kuvvetli, güçlü, kıymetli ve aziz manalarına gelir. İkinci manada kullanılışı ilkiyle ilgilidir; zira bir şeyin kıymetli oluşu bazen az ve ender bulunuşundandır.
Hadis terimi olarak azîz, gayr-ı meşhur âhadin kısımlarmdandır. Kısaca garîb iken bir başka tariktan rivayet edilmek suretiyle kuvvet kazanan ve garîb olmaktan çıkan hadistir. Açıklamak gerekirse, tanınmış hadis âlimlerinden birinin rivayet ettiği bir hadis, ondan şayet tek bir ravi tarafından rivayet edilmişse buna garîb adı verilir. O meşhur hadisciden rivayette tek kalmış olan raviden rivayette bulunanların sayısı çoğalsa bile hadis ga-rib olarak kalır. Ancak hadisin tek ravisinin bulunduğu tabakadan bir başka ravi aynı hadisi yine o âlim hadisciden rivayet ederse o ana kadar garib olarak bilinen hadis, ikinci ravinin rivayetiyle kuvvet kazanarak azîz adıyla anılır.
Azizin bir tarifi de herhangi bir tabakada yalnız iki ravi tarafından rivayet edilen hadis şeklinde yapılmıştır. Bu, yukandak itarifin hemen hemen aynıdır.
Tanınmış usul alimi İbnu's-Salâh'a göre ez-Zuhrî ve Katâde gibi hadis imamlarının hadislerini onlardan bir tek ravi rivayet ederse garîb, iki yahut üç kişi rivayette bulunursa azîz adını alır.102 Bu tarif İbn Mende'nin tarifidir, en-Nevevî ve diğer Hadis Usûlü âlimleri de azizin bu tarifinde İbnu's-Salah'a uymuşlardır. 103Bu tarifin belirli özelliği üç kişinin rivayette teferrüd etmesidir.
Azizin İbn Hacer'in tercih ettiği, daha sonraları birçok âlimin sahih saydıkları tarifi, senedin bütün tabakalarında ravi sayısı ikiden az olmayan hadis şeklinde olan tariftir. Diğer bir ifadeyle bütün tabakalarda iki kişinin iki kişiden rivayetine azîz denilir. Bu şekilde tarif edilen azîze misal olarak Buhâri ve Müslim'in Enes'den; ayrıca Buhârî'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri şu hadis verilir:
“Sizden biriniz, ben kendisine ana babasından, çoluk-çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça tam manasıyla iman etmiş olmaz.”104 
Bu hadisi Hz. Peygamber (s.a.s) 'den Enes ve Ebu Hureyre; Enes'ten Katâde ve Abdulazîz b. Suheyb; Katâde'den Şu'be ve Sa'id; Abdulaziz'den İsmail b. Uleyye ve Abdulvâris; bunların herbîrinden sayılan ikiden fazla olan raviler rivayet etmişlerdir. 105
İbn Hacer'in kaydettiğine göre İbn Hibbân, azizin bütün tabakalarında yalnız iki kişinin iki kişiden rivayet ettikleri hadis şeklinde yapılan tarifine karşı çıkmış ve “aslında iki kişinin iki kişiden rivayeti bulunmaz” demiştir. İbn Hacer buna işaret ettikten sonra şunları söylemiştir: “İbn Hibbân, iki kişinin iki kişiden rivayeti asla bulunmaz” demek suretiyle bütün tabakalarda yalnız iki kişinin yalnız iki kişiden rivayetini kasdediyorsa bu doğrudur. Gerçekten bu çeşit bir rivayet bulmak hemen hemen imkânsız gibidir. Fakat bizim kaydettiğimiz azîz şekli, iki kişiden az olmayan kimselerin iki kişiden az olmayan kimselerden rivayet etmeleriyle mevcuttur. Misali de Seyhan'ın Enes'den, Buhârî'nin ayrıca Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri “lâ yu’ıninu ahadukum hattâ...” hadisidir.” 106
Bütün bu açıklamalara bakılırsa azizde tıpkı meşhurda olduğu gibi ravilerin ilk tabakada üçden az olmaması şart değildir. Gerçekten bazı tabakalarda yalnız iki, diğer tabakalann hepsinde en az iki ravisi olduğu halde yalnızca bir sahabiden rivayet edilmiş olan hadis de azizdir.
Bazı hadislere azîz-i meşhur denildiği de olur. Bu çeşit aziz, önceleri iki raviden rivayet edilmişken sonradan tariklarının çoğalmasıyla meşhur haline gelmiş olan hadistir. Nitekim, “Kıyamet günü âhirûn, sâbikün olanlar biziz” hadisini Huzeyfe b. el-Yemân ile Ebu Hureyre rivayet ettiklerinden başlangıç itibariyle aziz, Ebu Hureyre'den yedi tâbi'inin rivayet etmesiyle tankları çoğalarak meşhur olmuştur. 107
Aziz terimi, hadis için olduğu kadar haber için de kullanılır. Haberin hadise göre daha umûmî bir mânâ taşıdığı dikkate alınırsa aziz haber (haber-i azız) Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ait tarife uyan haberler demek olacağı gibi sahabe ve tâbîlere ait rivayetler de demek olur.

Avâlî
Âvâlî, âlî ıstılahının çoğul şeklidir. Buna göre avâlî, isnadında uluv-vu mutlak vaki olmuş, bir başka deyişle Hz. Peygamber (s.a.s) den âli isnadla rivayet edilmiş hadislere denir. 100
Meşhur muhaddislerin âlî isnadlarıyla rivayet ettikleri hadislere ayrılmış müstakil kitaplara da avâlî kitapları denir. Birkaç örnek vermek yerinde olacaktır:
1. Avâlî Mâlîk: el-Hâkimu'n-Nîsâbûri.
2. Avâlî Buhârî: İbn Teymiye el-Harrânî.
3. Avâlî Müslim: İbn Haceri'l-Askalânî.

Atraf
Bk. Etraf.
Kelime olarak tarafın çoğuludur. Taraf sözlükte Türkçedeki taraf manasınadır. Bir bölük şeye de denir.
Hadis Usulünde etraf, ale'l-etrâf denilen metotla tasnif edilen hadis kitaplarına denir. Bu metotla tasnifde bir hadisin yalnızca belli bir bölümü zikredilir. Zikredilen kısım, kalan kısma da delâlet eder. Daha so a zikredilen hadisin bütün isnadları etraflı bir şekilde veya kısmen bir araya getirilir. (Bk. Ale’l-Etrâf).
Etraf kitaplarının en meşhurları şunlardır:
1. Etrâfu's-Sahîhayn: İbrahim b. Muhammed b. Ubeyd ed-Dimeşkî.
2. Etrâfu's-Sahîhayn: Halef b. Muhammed b. Ali el-Vâsitî.
3. Etrâfu's-Sahîhayn: Ebu Nu'aym el-İsbehânî.
Bu üç kitap isimlerinden de anlaşılacağı gibi Buhârî ve Müslim hadislerinin etrafına dairdir.
4. Etrâfu'l-Kutubi'l-Hamse: (Buharı, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî ve Nese'i): Ahmed b. Sabit b. Muhammed et-Tarkî.
5. Etrâfu'l-Kutubi's-Sitte: Muhammed b. Tâhir el Makdisî.
6. Etrâfu'l-Kutubi's-Sitte: Yusuf b. Abdirrahman el-Mizzî.
7. İthâfu'l-Mehera bi-Etrâfi'l-Aşera: İbn Haceri'l-Askalânî. Bu kitap, İmam Malikin el-Muvatta'ı, eş-Şâfii, Ahmed b. Hanbel ve ed-Darimî'nin müsnedleri, İbn Huzeyme ve İbn Hibbân’ın sahihleri; el-Hâkim'in el-Mustedreki; İbnu'l-Cârûd'un el-Muntekâsı; Ebu Avâne'nin Mustahreci, ed-Dârekutnînin Süneni ve et-Tahâvî'nin Şerhu Me'âni'l-Asârı olmak üzere on bir kitabın etrafıdır. Müellifi her ne kadar kitabını on eserin etrafı olarak isimlendirmişse de Sahih İbni Huzeyme'nin az bir kısmı kitabında yer ettiği için onu sayıya dahil etmemiştir.

Atıf Tedlisi
Bk. Tedlîs.
Karanlığa getirmek, hile yapmak, göz boyamak manasına “delese” kök fiiliniden alınma Tef’il ölçüsünde mastardır. Alışveriş sırasında satıcının sattığı malın kusurunu gizleyerek müşterisini aldatmasına denilmiştir.1165 Hadis terimi olarak tedlis, bir ravinin muasırı olup görüşmediği veya görüştüğü halde hadis almadığı bir şeyhten işitmişçesine rivayette bulunmasına denir. Ravinin hadis işittiği şeyhten gerçekte işitmemiş olduğu hadisi rivayet etmesi de tedlistir. Tarifi açıklamak gerekirse şunlar eklenebilir. Bir ravi aynı asırda yaşadığı bir şeyhle görüşmemiştir. Veya görüşmüş olmakla birlikte ondan hadis rivayet etmemiştir. Böyle iken ondan görüşmüş gibi rivayette bulunursa yaptığı işe tedlis adı verilir. Bunun gibi yalnızca bir-iki hadis işittiği şeyhten aslında işitmemiş olduğu hadisleri ona isnad ederek naklederse aynı işi yapmış demektir. Tedlisin gerek aslındaki karanlık ve hileli iş görmek, gerekse kendisindeki kusuru gizlemek manası dikkate alınırsa görüşmediği şeyhten hadis rivayet eden ravi bu kusurunu gizlemiş demektir. Rivayetlerinde tedlis yapan raviye mudellis, ravinin tedlis yoluyla rivayet ettiği hadise ise mudelles adı verilir. Hadis âlimlerine göre tedlis önemli bir cerh sebebidir. Tedlis yapanlar şiddetle tenkit edilmişlerdir. İmam Şafiî tedlisi yalanın kardeşi saymıştır. Hadis Usulü âlimlerinin büyük çoğunluğu isnadında tedlis olan hadislerin reddedilmesi gerektiği görüşündedir. Aslına bakılırsa bir ravi isnadında mesela şeyhini bilinmeyen bir isim veya künye ile anmak suretiyle tedlis yapmakla onu cehalet ithamına maruz bırakmış demektir. Bir muhaddis, hadis alimleri arasında bilinen isminden başka bir isim veya künye ile söylenen şeyhin kim olduğunu kestiremezse hadisini terk etmesi gerekir. Kaldı ki tedliste çok kere zayıf veya mecruh bir ravi gizlenmiş olur. Bu ise büyük fesattır. 1166Bu ve diğer bazı mühim sebepler göz önünde tutularak hadise yalana eşdeğer hile karışmasına mani olmak gayesiyle tedlis caiz görülmemiş, müdellisler tenkid edilmiştir. Tedlisin birkaç çeşidi vardır. Bunlar hakkında da kısa bilgiler vermek yerinde olur. 1. İsnad tedlîsi (Tedlîsu'l-İsnâd): Hadis ravileri arasında en fazla görülen tedlis çeşididir. Ravi, hadisini, isnadında kesinlikle rivayeti belirten cezm sığaları yerine kale, an gibi lafızlar kullanarak nakleder. Oysa naklettiği hadisi isnad ettiği kimseden işitmiş değildir. Ondan işittiği zannını uyandıracak şekilde rivayet etmekle isnadında tedlis yapmış olur. Şu haber isnadda tedlisin nasıl yapıldığını gösterecek niteliktedir: “Ali b. Haşrem anlatmıştır: “Bir gün, Sufyan b. Uyeyne'nin yanında idik. Bize “Kale'z-Zuhrî” diyerek bir hadis rivayet etti. Rivayet ettiği hadisi ez-Zuhrî'den bizzat işitip işitmediği soruldu. İşitmediğini söyledi ve şöyle dedi: “Haddesenî Abdurrezzâk, an Ma’mer, ani'z-Zuhrî.” Sufyan b. Uyeyne ez-Zuhri ile aynı asırda yaşamış, onunla görüşmüştür. Ne var ki ondan hiçbir hadis rivayet etmemiştir. Oysa bu haberde görüldüğü gibi önce “kale'z-Zuhrî” diyerek bizzat ondan kendisi işitmişcesine hadis rivayet etmiştir. Hadisi ez-Zuhrî'den işitip işitmediği sorulunca ondan Abdurrezzâk -Ma’mer yoluyla rivayet ettiğini açıklamak zorunda kalmıştır. Buradaki tedlis, isnadda olmuştur ve Sufyân'ın şeyhi Abdurrezzâk ile onun şeyhi Ma’ıner'i söylemeden doğrudan ez-Zuhrî'den rivayet etmişçesine nakletmesiyle meydana gelmiştir. Bu bakımdan isnad tedlisidir. 2. Şuyuh Tedlîsi (Tedlîsu'ş-Şuyûh): Ravinin hadis rivayet ettiği şeyhinin isnadında herkesçe bilinen meşhur isim, künye veya lakabıyla değil, bilinmeyen isim, künye, ya da lakabla anmasryla meydana gelen tedlistir. Raviyi, şeyhinin bütün hadiscilerle bilinen isim vea lakab veyahut künyesi ile anmayıp belirsiz şekilde zikrederek tedlis yapmasına neden olan sebepler çeşitlidir. Şeyh, ya mecruhtur; yani bazı kusurları yüzünden cerhedilmiştir. Ravi onu herkesçe bilinen isim, künye veya lakabıyla andığı takdirde hadisi zayıf sayılacaktır. Onu herkes tarafından bilinmeyen bir isim, lakab, künye veya nisbe ile anmakla mecruh olduğunu gizlemeye çalışır. Ya yaş bakımından kendisinden küçüktür. Yahutta ondan pek çok hadis işitmiştir. Bu hadisleri aynı şahıstan aynı şekillerde rivayet etmek hoşuna gitmez. Bir değişiklik yapmak ister. Bu gibi durumlarda ravi, şeyhini herkesin bileceği şekilde anmamakla tedlis yapmış olur. Söz gelimi Ebu Bekr b. Mucâhid isimli bir ravi, bazı isnadlarmda “haddesenî Abdullah b. Ebî Abdillah” demiştir. Abdullah b. Ebî Abdillah ismiyle andığı şeyhinin muhaddislerce bilinen ismi Abdullah b. Ebî Dâvuddur. Sünen sahibi meşhur muhaddis Ebu Davud'un oğludur. Ebubekr b. Mucâhid'in isnadında şeyhini bütün hadiscilerin bildiği ismiyle değil değişik bir isimle anmış olması şeyhini tedlistir. 3. Tesviye Tedlisi (Tedlîsu't-Tesviye): Ravinin isnadında sika olan raviler arasındaki bir zayıf ravinin adını atlayıp, isnadı aynı seviyede sika ravilerden meydana geliyormuş gibi göstermesinden ibaret tedlistir. Bu tedlis türü el-Irâkî'ye göre ayrı bir tedlis çeşidi, İbn Hacer'e göre ise tedlîsu'l-isnadın bir başka şeklidir. Misal verilecek olursa şu rivayet üzerinde durulabilir: “Bakiyye'den rivayet edilmiştir: (Demiştir ki) bana Ebu Vehbi'l-Esedî tahdis etti. Nafi'den, İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre (şöyle demiştir). “Bir kimsenin görüşünün esasını bilmeden müslümanlığını öğmeyiniz.” Bu hadisin isnadı, aslında Ubeydullah b Amr-İshak b. Ebî Ferve-Nafi- İbn Ömer şeklindedir. Ancak Bakiyye, aradaki İshâk b. Ebî Ferve adındaki zayıf raviyi isnadından düşürüp, bütün isnadı aynı seviyede sika ravilerden ibaret gibi göstermiştir. 1167Diğer taraftan yaptığı tedlisin anlaşılmaması için Abdullah b. Amr isimli şeyhini meşhur olmayan Ebu Vehbi'l-Esedî künyesiyle anmıştır. Böylece hem tesviye hem de şuyuh tedlisi yapmıştır. Hadis Usulü âlimlerine göre en kötü tedlis çeşidi tesviye tedlisidir; zira bu tedlis şeklinde ravi zayıf olan şeyhini çok kere isnadda atlamakla inkitaa sebep olmaktadır. Onu değişik isimle anmakla ise mübhem bırakmakta, böylece tereddüde yol açmaktadır. Tedlisin bu sayılanlardan başka birkaç çeşidi daha vardır. Bunlara dair kısa bilgiler vermek de yerinde olacaktır: Tedlîsu'l-Atf (atıf tedlisi): Ravinin isnadında gerçekte hadis işitmediği şeyhin ismini işittiğinin ismi üzerine atfetmesiyle yaptığı tedlistir. Böyle tedlis yapan ravi isnadında “haddesenâ fulanun ve fulânun” der. Aslında ikinci şeyhten hadis işitmemiştir. Öyle iken işittiği birinci şeyhin ismi üzerine atfederek söylemiş, böylece ondan da işittiği zannını uyandırmıştır. Tedlîsu's-Sukût (Sükût tedlisi): Tedlîsu'1-Kat' de denilen bu tedlis çeşidi, ravinin isnadını söylerken hadis işittiği şeyhinin ismini andıktan sonra bir süre susup başka bir isim söylemesiyle meydana gelir. Ravinin bunu yapmaktaki maksadı, dinleyenler üzerinde gerçekten hadis işitmediği bir şeyhten işittiği intibaını uyandırmaktır. Bunlardan başka İbn Hacer'in farkına vardığı tedlîsu'l-bilâd denilen bir çeşit tedlis daha vardır. Şu şekilde yapılır. Ravi isnadını söylerken falan yerde diye bir kayıt ekler. Aslında söylediği yer, söylediği isimle meşhur olan yer değildir. Mesela Mısırlı bir ravinin İsnadında “haddesenâ fulânun bi'1-Endelus” demesi buna örnek gösterilebilir. Buradaki En-delüs, Endülüs değil, Kahire'de bir mahalle ismidir. Aynı şekilde Bağdatlı bir ravinin “haddesenî fulânun varâ'e'n-nehr” diyerek isnadını sevketmesinde de tedlîsu'l-bilâd söz konusudur; çünkü “bana falanca nehir kenarında tahdis etti” derken kasdettiği yer Mâverâ'un-nehir değil, Dicle kıyışıdır. Böyle tedlis yapan raviler, belki de, hadis elde etmek uğruna uzak yerlere gittikleri, çetin yolculuklar yaptıkları intibaını uyandırarak rivayetlerine ilgi çekmek istemiş olmalıdırlar.

Aşere-i Mübeşşere Ashabı
Bk. Aşere-yi Mübeşşere.
Kaynaklarda el-Aşeretu'1-Mubeşşere bil-Cenne veya kısaca el-Aşera şeklinde geçen bir tabir olup sağlıklarında Cennetle müjdelenen on sahabîye denir.
Hz. Peygaber tarafından henüz hayatta-larken Cennetle müjdelenen on sahabi-nin kimler olduğu birbirinden çok az farklı rivayetlerle belirlenmiştir. Ahmed b. Hanbel'in naklettiği bir hadise göre sağlığında Cennet müjdesi alan on sahabi, Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman'dan ibaret ilk dört halife ile Talha b. Ubeydillah, ez-Zubeyr b. Avvâm, Abdurrahmân b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Sa'îd b. Zeyd ve Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrâhür.96
Diğer taraftan Ahmed b. Hanbel'in Sa'îd b. Zeyd'den bir başka rivayetinde Hz. Peygamber (s.a.s). Cennetle müjdeleneler arasında önce kendisini, sonra ilk dört halife ile Talha, ez-Zubeyr, Abdurrahman ve Sa'dı söylemiştir. Hadisinin sonunda Sa'îd, “isteseydim onuncunun adını da söylerdim” demiştir. Bir üçüncü rivayette Sa'îd onuncu kişi olarak kendisini söylemiştir. 97Sonuncu rivayet Sünen Ebî Davudda da yer alır. Bu rivayetlerin farklı tarafı son rivayetlerde Ebu Ubeyde İbnu'I-Cerrah'ın yer almayışıdır. Bunun sadece bir rivayet farkı olup olmadığı ile Sa'îd b. Zeyd'in kendini önce söylemeyip sonra söylemesinin sebebi araştırılmaya değer.
İbnu'l-Cevzî en meşhur sahabîlerin kısa biyografilerine bu on sahabîyi zikretmekle başlamış ve bunlar hakkında el-Aşerâ tabirini kullanmıştır.

Aşera-yi Mübeşşere
Kaynaklarda el-Aşeretu'1-Mubeşşere bil-Cenne veya kısaca el-Aşera şeklinde geçen bir tabir olup sağlıklarında Cennetle müjdelenen on sahabîye denir.
Hz. Peygaber tarafından henüz hayatta-larken Cennetle müjdelenen on sahabi-nin kimler olduğu birbirinden çok az farklı rivayetlerle belirlenmiştir. Ahmed b. Hanbel'in naklettiği bir hadise göre sağlığında Cennet müjdesi alan on sahabi, Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman'dan ibaret ilk dört halife ile Talha b. Ubeydillah, ez-Zubeyr b. Avvâm, Abdurrahmân b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Sa'îd b. Zeyd ve Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrâhür.96
Diğer taraftan Ahmed b. Hanbel'in Sa'îd b. Zeyd'den bir başka rivayetinde Hz. Peygamber (s.a.s). Cennetle müjdeleneler arasında önce kendisini, sonra ilk dört halife ile Talha, ez-Zubeyr, Abdurrahman ve Sa'dı söylemiştir. Hadisinin sonunda Sa'îd, “isteseydim onuncunun adını da söylerdim” demiştir. Bir üçüncü rivayette Sa'îd onuncu kişi olarak kendisini söylemiştir. 97Sonuncu rivayet Sünen Ebî Davudda da yer alır. Bu rivayetlerin farklı tarafı son rivayetlerde Ebu Ubeyde İbnu'I-Cerrah'ın yer almayışıdır. Bunun sadece bir rivayet farkı olup olmadığı ile Sa'îd b. Zeyd'in kendini önce söylemeyip sonra söylemesinin sebebi araştırılmaya değer.
İbnu'l-Cevzî en meşhur sahabîlerin kısa biyografilerine bu on sahabîyi zikretmekle başlamış ve bunlar hakkında el-Aşerâ tabirini kullanmıştır.

Asl
Sözlükte “kök, esas, temel, kaide” gibi manalara gelir. Hadis Usulü terimi olarak, ravi veya şeyhin başka şeylerden rivayet ettiği hadislerinin yazılı olduğu kitabına denir. Şeyh, rivayet hakkını elinde bulundurduğu hadisleri başkalarına rivayet ederken aslını yani hadislerinin yazılı olduğu asıl nüshayı yanında bulundurur. Semâ' yoluyla rivayette şeyh, bazen hadisleri aslından okur. Arz yoluyla rivayette ise asıl nüsha bazen kendi elinde bazen de sika ve okuyuşuna dikkatli, adına kari denilen okuyan kimsenin elinde bulunur.
Şeyh hadislerinin yazılı olduğu aslını büyük bir dikkat ve itina ile yazar. Muhafazasına da aynı dikkat ve itinayı gösterir. Şeyhin hadislerini istinsah etmiş veya semâ' esnasında yazmış olan bir ravinin nüshasını şeyhe arzetmeden veya şeyhin aslı ile karşılaştırmadan rivayet etmesi caiz olmaz, muhtelif şeyhlerden derlenerek meydana getirilmiş bir kitap da sahibine ait bir asi mesabesindedir. 
Aslın çoğulu usûl gelir.

Ashâbu's-Suneni'l-Erba'a
“Dört Sünen sahibi” demektir. Hadis Edebiyatında sünen isimli daha çok ahkâm hadislerinden oluşan kitap müelliflerine ashabu's-sünen tabir edilmiştir. Bunlar arasında el-Kutubu's-Sitteyi oluşturan altı hadis kitabının es-Sahîhân dışında kalan dört sünen sahibine Ashâbu's-Suneni'l-Erba'a denilmiştir ki bunlar Ebû Dâvud, Tirmizî, Nese'î ve İbn Mâce'dir.

Ashabu's-Sunen
Bk.Ashâbu's-Suneni'l-Erba'a.
“Dört Sünen sahibi” demektir. Hadis Edebiyatında sünen isimli daha çok ahkâm hadislerinden oluşan kitap müelliflerine ashabu's-sünen tabir edilmiştir. Bunlar arasında el-Kutubu's-Sitteyi oluşturan altı hadis kitabının es-Sahîhân dışında kalan dört sünen sahibine Ashâbu's-Suneni'l-Erba'a denilmiştir ki bunlar Ebû Dâvud, Tirmizî, Nese'î ve İbn Mâce'dir.

Ashâbu's-Suffe
Bk. Ashab-ı Suffe.
“Suffeliler” manasına gelen bir tamlama olup Medine'de Mescidu'n-Nebî (Peygamber Mescidi) bitişiğinde bulunan ve adına Suffe denilen üstü kapalı, gölgelik yerde kalıp vakitlerini daha çok ibadet, Kur'ân öğrenimi ve hadis müzakeresiyle geçiren bir kısım sahabîlere denir.
Bir diğer tabirle Ehl-i Suffe de denilen Ashab-i Suffe, bilhassa kimsesiz muhacirlerle civardan gelen ve Medine'de yanına inecek kimsesi olmayan fakir müslümanlardan oluşur. Sayıları hakkındaki rivayetler değişiktir. Ebu Hu-reyre'nin bir rivayetinde ashabı suffeden yetmiş kişiye mülaki olduğu kaydedilir.84 Bu rivayete istinaden olsa gerek, Suffe'de kalan fakir ve kimsesiz müslümanların yetmiş kişi oldukları söylenmiştir. Bununla beraber ashab-ı suffenin sayısını 400'e kadar çıkaranlar vardır. Haliyle içlerinden evlenmek, ölüm ve sair sebeplerle ayrılan olunca yerine yenileri gelerek sayıları devamlı şekilde değişmiştir.
Ashâb-ı suffenin günlük meşguliyetini daha çok Kur'ân-ı Kerim öğrenmek, hadis müzekere etmek, seriyye birlikleriyle sefere çıkıp cihada katılmak teşkil etmiştir, sayılan çok olmamakla birlikte suculuk, hurmalık suvarmak, odun toplamak gibi işlerde çalışarak günlük nafakasını çıkaranlar da olmuştur. Bir kısmı da Hz. Peygamber'in va'z ve nasihatlarmi dinleyip hıfzederek diğer sahabîlere rivayetle meşgul olmuşlardır. Sahabe içinde en çok hadis rivayet eden Ebu Hureyre bunlardandır.
Son derece basit şartlarda ve yoksulluk içinde yaşayan Ashabı Suffe karınlarını çok kere Hz. Peygamber (s.a.v)'in sofrasında, kimi zaman da Medine'li müslümanların yanlarında doyurmuşlardır, sadaka olarak getirilen malların dağıtımında Allah Resulü ilk önce Ashab-i Suffeyi gözetmiştir.
Buhâri Sarihi Aynî'nin kaynak göstermeden naklettiğine göre Ashab-ı Suffeye Ashâb-ı Saffe denilmiştir. Onlara böyle isim verilişinin sebebi, bu kimsesiz ve barınacak yerleri olmayan sahabilerin Mescidin kapısında saflar halinde durmalarıdır. 85Bununla birlikte Ehlu's-Suffe tabiriyle birlikte ilk tabir daha çok meşhur olmuştur.

Ashâbu'l-Ulûf
“Binler sahibi” demek olup rivayet ettiği hadis sayısı binlerle ifade edilen sahabîler için kullanılan bir tabirdir.
Sahabîler, Hz. Peygamber'den rivayet ettikleri hadislerin sayısına göre kısımlara ayrılmışlardır. Endülüslü Muhaddis Bakî b. Mahled'in ve belki de ona tâbi olarak İbn Hazm'ın ayn bir metotla yaptıkları bu taksime göre ashâbu'1-ulûf, üç binden fazla rivayet eden sahabîler olmaktadır. Bu gruptan sayılan tek sahâbî Ebu Hureyre'dir. Rivayet ettiği hadis sayısı 5374'dür.

Ashâbu'l-Mi'în
“Yüzlerce hadis sahibi” anlamına gelen bir tabir olup rivayet ettiği hadislerin sayısı binden az, üçyüzden fazla olan sahabîler için kullanılır. Bu gruba dahil sahabîler şunlardır: Abdullah b. Mes'ûd (848 hadis); Abdullah b. Amr İbni'1-As (700 hadis); Ömer İbnu'l-Hattâb (537 hadis) ; Ali b. Ebî Tâlib (536 hadis); Mü’minlerin Annesi Ümmü Seleme (378 hadis); Ebu Musa'l-Eş'ârî (360 hadis); el-Berâ b. Âzib (305 hadis).

Ashâbu'l-Mı'eteyn
“İkiyüz hadis sahibi” manasına gelir. Rivayet ettiği hadislerin sayısı ikiyüz ile üçyüz arasında olan sahabîler için kullanılan tabirdir.
Hz. Peygamber'in hadislerini ilk rivayet eden nesil olan sahabe, rivayet ettikleri hadislerin sayışma göre kısımlarla ayrılmıştır. Bu kısımların beşincisi ashâbu'l-mi'eteyndir ve iki yüzden fazla üç yüzden az hadis rivayet edenlerden oluşur. Bu gruba giren sahâbiler şunlardır: Ebu Zerri'l-Gifâri (286 hadis); Sa'd b. Ebî Vakkâs (270 hadis); Ebu Umâme el-Bâhilî (270 hadis); Huzeyfe İbnu'l-Yemân (225 hadis).

Ashâbu'l-Mi’e
Yüz hadis sahipleri” demek olup sahabilerin rivayet ettikleri hadis sayısına göre taksimi sonucu yüz ile ikiyüz arasında hadis rivayet eden sahabîler için kullanılan özel tabirdir.
Rivayet ettiği hadislerin sayısı yüz ile ikiyüz arasında olarak ashâbu'l-mi'eye dahil edilen sahâbîlerden birkaçı şunlardır: Sehl b. Sa'd (188 hadis); Ubâdetu'bnu's-Sâmit (181 hadis); İmran b. Husayn (180 hadis); Ebu'd-Derdâ (190 hadis); Ebu Katâde (170 hadis); Bureyde-tu'bnu'l-Husayb el-Eslemî (167 hadis); Ubey b. Ka'b (164 hadis); Mu'âviye b. Ebî Sufyân (163 hadis); Mu'az b. Cebel (157 hadis); Ebu Eyyûbu'l-Ensârî (155 hadis); Osman b. Affân (146 hadis); Câbir b. Semure (146 hadis); Ebubekr es-Sıddîk (142 hadis); el-Muğîretu'bnu Şu'be (136 hadis); Ebu Bekre (132 hadis); Usâmetu'bnu Zeyd (128 hadis); en-Nu’ınân b. Beşîr (114 hadis); Ebu Mes'ûdu'l-Ensârî (102 hadis); Cerîr b. Abdillah (100 hadis). 91
Bundan sonra ashâbu'l-aşerât gelir ki bu terim rivayet ettiği hadislerin sayısı yirmi ile yüz arası değişen sahâbiler için kullanılmıştır.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget