Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

01/08/20

Lika
Mülakat da denir. Her ikisi de sözlükte bir kimsenin diğer birine kavuşması manasına gelir. Hadis Usulü ilminde lika veya öteki tabiriyle mülakat, ravi ile hadis rivayet ettiği şeyhinin görüşmesi, bir mecliste bir araya gelmeleri manasına kullanılır. Bir ravinin isnadında “falan şeyhden” diyerek hadis nakletmesi halinde o hadisi ismini söylediği şeyhten bizzat işiterek rivayet etmesi kadar işitmediği halde rivayet etme ihtimali de vardır. Bu durumda ravinin ismini söylediği şeyhe mülaki olup olmadığının, mülaki olmuşsa hadis rivayet edip etmediğinin bilinmesi büyük önem kazanır; zira isnadında şeyhden rivayeti ifade eden lafızlar kullandığı halde gerçekte ondan rivayeti olmayan raviler görülmüştür. Eğer rivayette bulunduğu kimse ile görüştüğü ve ondan hadis aldığı bilinirse, ravi yalancı ve tedlis yapan bir kimse olmadığı sürece hadisin isnadı tam kabul edilir. Yoksa ravinin görüşmediği şeyhden yaptığı rivayet yerine göre irsale veya tedlîse; hatta inkitâa hamledilir. Öte yandan lika, Buhari'nin sahihe aldığı hadislerin isnadında göz önünde tuttuğu önemli şartıdır. Bir başka deyişle Buhari sahihine aldığı hadisler; râvileri arasında mülakat olan hadislerden seçmiştir. Oysa Müslim ilka şartını biraz daha hafif tutmuş ve aksini gösteren sahih bir haber olmadıkça şeyh ile talibin aynı asırda yaşamış olmalarının lika hamledileceğini ileri sürmüştür. Şeyhi ile bir araya gelip ondan hadis rivayet ettiği bilinen râvi o şeyhten rivayetlerinin isnadında umumiyetle likaa delalet eden Semi'tu ve haddesenâ gibi cezm sigaları kullanırsa da şeyhle bir araya geldiği ve ondan işitmek yoluyla hadis aldığı bilinmeyen ravi isnadında likaa delâlet eden lafızlar kullanamaz. Onun yerine kale, an gibi lika ihtimaline de delâlet eden lafızlar kullanır. Şeyhine mülaki olmadığı halde isnadında mülakata delalet eden cezm sigaları kullanan ravinin yalancı olduğuna veya tedlis yaptığına hükmedilir.

Leyyinun
Leyyinu'l-hadîs lafzı ile aynıdır. İkisi de “hadisde gevşektir” manasına cerh lafızlarındandır. Cerhin birinci mertebesine ve en hafifine delâlet eder. Rivayete göre Hamza b. Yusuf es-Sehmî, meşhur alim ed-Darekutnî'ye “Falan ravi leyyindir dediğin zaman neyi kasdediyorsun?” diye sorduğunda o, “Bir kimse hakkında Leyyinu'l-hadîs diyecek olursan onun adaletten düşürmeyecek bir kusurla mecruh olduğunu ifade etmek isterim” demiştir. 610Buna göre Leyyin, adalet vasfını kaybettirmeyen bir kusuru görülen ravinin cerhinde kullanılan bir cerh lafzı olmaktadır. Bu ve benzeri cerhin en hafifine delalet eden lafızlarla cerhedilen ravinin hadisleri terkedilmez. İ'tibar için yazılır. Şu da var. Cerh ve ta'dil âlimlerinin, sadece Leyyin cerh lafzı ile Leyyinu'l-Hadis lafzını kullanmalarında birlik yoktur. Bir kısım leyyin lafzı ile dini emirlerde gevşekliği, leyyinul-hadis derken de rivayette gevşek davranmayı rivayet kaidelerine önem vermemeyi kasdederler. Rivayette gevşek davranmayı dinî konulara rivayette kusur ederek gevşek davranmanın sonucu olarak kabul eden, dolayısıyla ikisini birbirinden ayırmayanlar da vardır. Gerek dinî emirlerde gerekse rivayette gevşekliği görülen ravi için ayrıca fihi lînun cerh lafzı da kullanılır.

Leyyinu'l-Hadîs
Bk. Leyyinun.
Leyyinu'l-hadîs lafzı ile aynıdır. İkisi de “hadisde gevşektir” manasına cerh lafızlarındandır. Cerhin birinci mertebesine ve en hafifine delâlet eder. Rivayete göre Hamza b. Yusuf es-Sehmî, meşhur alim ed-Darekutnî'ye “Falan ravi leyyindir dediğin zaman neyi kasdediyorsun?” diye sorduğunda o, “Bir kimse hakkında Leyyinu'l-hadîs diyecek olursan onun adaletten düşürmeyecek bir kusurla mecruh olduğunu ifade etmek isterim” demiştir. 610Buna göre Leyyin, adalet vasfını kaybettirmeyen bir kusuru görülen ravinin cerhinde kullanılan bir cerh lafzı olmaktadır. Bu ve benzeri cerhin en hafifine delalet eden lafızlarla cerhedilen ravinin hadisleri terkedilmez. İ'tibar için yazılır. Şu da var. Cerh ve ta'dil âlimlerinin, sadece Leyyin cerh lafzı ile Leyyinu'l-Hadis lafzını kullanmalarında birlik yoktur. Bir kısım leyyin lafzı ile dini emirlerde gevşekliği, leyyinul-hadis derken de rivayette gevşek davranmayı rivayet kaidelerine önem vermemeyi kasdederler. Rivayette gevşek davranmayı dinî konulara rivayette kusur ederek gevşek davranmanın sonucu olarak kabul eden, dolayısıyla ikisini birbirinden ayırmayanlar da vardır. Gerek dinî emirlerde gerekse rivayette gevşekliği görülen ravi için ayrıca fihi lînun cerh lafzı da kullanılır.

Leyse Lehu Aslun
Bk. Lâ Asle lehu.
“Aslı yoktur” manasına gelen bu tabir mevzu hadisler hakkında verilen hükümlerdendir. Bu tabirle nitelenen mevzu hadisin, nakledildiği herhangi bir isnadı yoktur, es-Suyûti'nin kaydettiğine göre hadis imamları la asle lehu veya aynı manada leyse lehu aslun dedikleri hadisin isnadı yoktur. İsnadı olmayan hadis ise hadis olarak hiçbir kıymet ifade etmez. Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadislerini nakilde itimad sadece sahih isnadlarla rivayet edilenleredir. İsnadı olmayan hadisin sıhhati de olmaz. Mevzu hadisleri değerlendirmede ayrıca aynı manada la asle lehu bi-hâze'1-lafzi (bu lafızla aslı yoktur), Leyse lehu aslun (aslı yoktur), la yu'rafu lehu aslun (aslı bilinmiyor), lem yuced lehu aslun Lem yûced (bulunmadı) aslı bulunamadı), tabirleri kullanılır.

Leyse Bi-Zalik
Bk. Leyse bi-zâke
Leyse bi-zâke'1-kavî ile aynıdır, ikisi de “o ravi aradığın gibi (kuvvetli) değil” demektir. Her iki lafız, el-Irâki'nin cerhin birinci mertebedeki en hafifine delâlet eden lafızlara eklediklerindendir. Kaide olarak cerhin ilk mertebesinde yer alan lafızlardan biriyle cerhedilen ravinin hadisleri itibar için yazılır. Buna göre hakkında leyse bi-zâke (veya Leyse bi -zâlik; yahut Leyse bi-zâke'1-kavî) denilerek cerh hükmü verilmiş olan ravinin hadisleri büsbütün reddedilmez. İ'tibar için yazılır.

Leyse Bi-Zâke'l-Kavî
Bk. Leyse bi-zâke
Leyse bi-zâke'1-kavî ile aynıdır, ikisi de “o ravi aradığın gibi (kuvvetli) değil” demektir. Her iki lafız, el-Irâki'nin cerhin birinci mertebedeki en hafifine delâlet eden lafızlara eklediklerindendir. Kaide olarak cerhin ilk mertebesinde yer alan lafızlardan biriyle cerhedilen ravinin hadisleri itibar için yazılır. Buna göre hakkında leyse bi-zâke (veya Leyse bi -zâlik; yahut Leyse bi-zâke'1-kavî) denilerek cerh hükmü verilmiş olan ravinin hadisleri büsbütün reddedilmez. İ'tibar için yazılır.

Leyse Bi-Zâke
Leyse bi-zâke'1-kavî ile aynıdır, ikisi de “o ravi aradığın gibi (kuvvetli) değil” demektir. Her iki lafız, el-Irâki'nin cerhin birinci mertebedeki en hafifine delâlet eden lafızlara eklediklerindendir. Kaide olarak cerhin ilk mertebesinde yer alan lafızlardan biriyle cerhedilen ravinin hadisleri itibar için yazılır. Buna göre hakkında leyse bi-zâke (veya Leyse bi -zâlik; yahut Leyse bi-zâke'1-kavî) denilerek cerh hükmü verilmiş olan ravinin hadisleri büsbütün reddedilmez. İ'tibar için yazılır.

Leyse Bi-Umde
Bk. Leyse bi'l-Metin.
“Sağlam biri değil” demektir. Cerh lafızlarından olup cerhin birinci mertebesine delâlet eden lafızlara el-Iraki'nin ekledikleri arasında yer alır. Kaide olarak hakkında birinci mertebede yer alan lafızlardan biriyle cerh hükmü verilmiş bulunan ravi terkedilmez. Hadisleri i'tibar için yazılır. Bu itibarla Leyse bi'1-Metîn ve yanı derecede olan öteki lafızlarla cerhedilen râvinin hadisi metruk sayılmaz. Leyse bî-huccetin (sağlam değil), Leyse bi-umdetin (kuvvetli değil), Leyse bi-merdiyyin (razı olunan biri değil) Li'dda'fi mâ huve (zayıflıktan hali değil) lafızları da cerhin aynı mertebesine delâlet eden İrâkî tarafından eklenmiş lafızlardır. Dereceleri yanı bu lafızladan biri ile cerhedilen râvi hakkındaki hüküm de aynıdır.

Leyse Bi's-Sika
Rical kaynaklarında Leyse bi-Sikatin şeklinde de rastlanır. Her ikisi de (sika değil) manasına gelir ve cerhin beşinci derecesine delalet eden lafızlardandır. Hakkında ister ma'rife olarak leyse bi-sikatin densin, ister nekire olarak leyse bi-sika densin her hangi bir ravi hakkında bu cerh hükmü verilmişse artık o ravinin hadisleri ne yazılır ne i'tibar için göz önünde tutulur, ne de istişhada yararlı addedilir.

Leyse Bi-Sika
Bk. Leyse Bi's-Sika
Rical kaynaklarında Leyse bi-Sikatin şeklinde de rastlanır. Her ikisi de (sika değil) manasına gelir ve cerhin beşinci derecesine delalet eden lafızlardandır. Hakkında ister ma'rife olarak leyse bi-sikatin densin, ister nekire olarak leyse bi-sika densin her hangi bir ravi hakkında bu cerh hükmü verilmişse artık o ravinin hadisleri ne yazılır ne i'tibar için göz önünde tutulur, ne de istişhada yararlı addedilir.

Leyse Bi-Şey
Lâ yusâvî şey'en ile aynı manaya gelen cerh lafızlarındandır. Cerhin dördüncü derecesine delalet eden bu iki lafz da “bir para etmez, bir şeye değmez” manasına gelir. Kaide olarak cerhin dördüncü mertebesinden itibaren daha ağırlarına ve en ağır cerh lafızlarına varıncaya kadar bütün lafızlarla cerhedilen ravilerin hadisleri ne yazılır, ne i'tibar için dikkate alınır, ne de istişhada yarar addedilir. Bu itibarla hakkında leyse b. Şey'in veya aynı manaya gelen aynı derecede bulunan lâ yusâvi şey'en denilerek cerh hükmü verilen ravinin hadisleri terkedilir. Hiç bir şekilde itibar edilmez. Bununla birlikte İbn Haceri'l-Askalanî'nin İbnu'l-Kattân el-Fâsî'den naklettiğine göre meşhur cerh ve ta'dil imamı Yahya b. Ma'în'in, hakkında Leyse bi şey'in dediği ravi, rivayeti çok az olan biridir, yani kalîlu'l-hadisdir. 609İmâm-ı Şafi'î ile el-Muzenî aynı lafzı Kezzab karşılığı kullanmışlardır.

Leyse Bi-Sahîh
Bk. Lâ Yesıhhu.
Sahih değildir demektir. Terim olarak hadisin zayıf veya mevzu olduğunu ifade etmekte kullanılmıştır. Zayıf raviler (du'afâ) ve mevzu hadislerle ilgili kaynaklarda kullanılmışsa bu takdirde rivayetin mevzu olduğunu gösterir. Ahkâm hadislerine alt bir kaynakta kullanıldığı zaman rivayetin terim manasıyla sahih derecesinde olmadığını ifade eder. Aynı yerde, aynı manaya gelen lem yesıhh ve leyse bi's-sahîh tabirleri de kullanılmıştır.

Leyse Bi-Merdiyy
Bk. Leyse Bi'l-Metîn
“Sağlam biri değil” demektir. Cerh lafızlarından olup cerhin birinci mertebesine delâlet eden lafızlara el-Iraki'nin ekledikleri arasında yer alır. Kaide olarak hakkında birinci mertebede yer alan lafızlardan biriyle cerh hükmü verilmiş bulunan ravi terkedilmez. Hadisleri i'tibar için yazılır. Bu itibarla Leyse bi'1-Metîn ve yanı derecede olan öteki lafızlarla cerhedilen râvinin hadisi metruk sayılmaz. Leyse bî-huccetin (sağlam değil), Leyse bi-umdetin (kuvvetli değil), Leyse bi-merdiyyin (razı olunan biri değil) Li'dda'fi mâ huve (zayıflıktan hali değil) lafızları da cerhin aynı mertebesine delâlet eden İrâkî tarafından eklenmiş lafızlardır. Dereceleri yanı bu lafızladan biri ile cerhedilen râvi hakkındaki hüküm de aynıdır.

Abâdile
“Sağlam biri değil” demektir. Cerh lafızlarından olup cerhin birinci mertebesine delâlet eden lafızlara el-Iraki'nin ekledikleri arasında yer alır. Kaide olarak hakkında birinci mertebede yer alan lafızlardan biriyle cerh hükmü verilmiş bulunan ravi terkedilmez. Hadisleri i'tibar için yazılır. Bu itibarla Leyse bi'1-Metîn ve yanı derecede olan öteki lafızlarla cerhedilen râvinin hadisi metruk sayılmaz. Leyse bî-huccetin (sağlam değil), Leyse bi-umdetin (kuvvetli değil), Leyse bi-merdiyyin (razı olunan biri değil) Li'dda'fi mâ huve (zayıflıktan hali değil) lafızları da cerhin aynı mertebesine delâlet eden İrâkî tarafından eklenmiş lafızlardır. Dereceleri yanı bu lafızladan biri ile cerhedilen râvi hakkındaki hüküm de aynıdır.

Leyse Bi-Kaviyy
“Kuvvetli değil” manasına cerh lafızlarından olup İbn Ebî Hâtim'in tertibine göre cerhin ikinci mertebesindeki lafızlara tekabül eder. Hakkında bu cerh lafzı kullanılan ravi, İbn Ebî Hâtim'e göre cerhin birinci mertebesinde yer alan lafızlardan biriyle cerhedilen ravinin altındadır. Ancak hadisleri i'tibar için yazılır. 607en-Nevevî'ye göre leyse bi-kaviyyin lafzı leyyinun lafzından aşağı derecededir.

Leyse Bi-Hucce
Bk. Leyse bi'l-Me'tin
“Sağlam biri değil” demektir. Cerh lafızlarından olup cerhin birinci mertebesine delâlet eden lafızlara el-Iraki'nin ekledikleri arasında yer alır. Kaide olarak hakkında birinci mertebede yer alan lafızlardan biriyle cerh hükmü verilmiş bulunan ravi terkedilmez. Hadisleri i'tibar için yazılır. Bu itibarla Leyse bi'1-Metîn ve yanı derecede olan öteki lafızlarla cerhedilen râvinin hadisi metruk sayılmaz. Leyse bî-huccetin (sağlam değil), Leyse bi-umdetin (kuvvetli değil), Leyse bi-merdiyyin (razı olunan biri değil) Li'dda'fi mâ huve (zayıflıktan hali değil) lafızları da cerhin aynı mertebesine delâlet eden İrâkî tarafından eklenmiş lafızlardır. Dereceleri yanı bu lafızladan biri ile cerhedilen râvi hakkındaki hüküm de aynıdır.

Leyse Bihî Be'sun
Bk. La be'se bihî.
“Zararsız, zararı yok” manasına ta'dil lafızlarındandır. İbn Ebi Hatim'İn tertibine göre ikinci, ez-Zehebı'nin tertibine göre üçüncü, İbn Haceri'l-Askalaninin tertibine göre ise dördüncü mertebeye aelalet eder. 592 İbn Ebî Hâtim'e göre bu ve benzeri ifadelerle adaletine hükmedilen râvinin hadisi yazılır ve gözden geçirilir. 593 İbnu’s-Salâh da İbn Ebi Hâtim'in görüşüne katılarak şöyle der: İbn Ebî Hatim “Hakkında lâ be'se bihi denen râvinin hadisleri yazılır ve gözden geçirilir” derken haklıdır; zira ta'dilin ikinci mertebesine delalet eden lafızlar, râvinin zabt şartına işaret etmezler. Bu yüzden hadisleri râvinin zabtının açığa çıkması için gözden geçirilir.” 594 Diğer taraftan la be'se bihi lafzı Yahya b. Maîn'in bir ifadesi dikkate alınırsa, râvinin sika olduğuna delâlet eder. Rivayete göre Ebu Hayseme bu tanınmış cerh ve ta'dil alimine “Fulânun leyse bihi be'sun (Falan râvi la be'se bihdir); Fulan ise zayftır diyorsun? Bu sözlerinden maksadın nedir?” diye sorar. Alimimiz şu cevabı verir. “Biri hakkında la be'se bihi dersem o sikadır. Da'if dersem bilki sika değildir. Hadisleri yazılmaz.” 595 Yahya b. Ma'în'in bu sözü üzerine sika lafzı ile la be'se bihi lafzının aynı seviyede ta'dile delâlet edip etmediği üzerinde münakaşalar olmuştur. İbnu's-Salâh'a göre Yahya b. Ma'inin sonradan İbn Ebi Hâtim'in tertibinde birinci mertebede bulunan ta'dil lafzı sika ile ikinci mertebedeki lâ be'se bihî lafzını bir manada kullanması kendisine has bir ıstılahtır. 596El-Irakî de İbnu's-Salâh'a katılır ve Yahya b. Ma'în iki lafzı bir gösterecek şekilde “Leyse bihi be'sun” dediğim, “sikadır” dediğim gibidir dememiş, sadece “biri hakkında “la be'se bin” dersem o sikadır.” demiştir. Sikanın ise mertebeleri vardır. Mutlak olarak sikaya delâlette her iki lafız müşterektir. Bununla beraber sika lafzı ile râvinin mevsukiyetinin ifadesi la be'se bihle ifadesinden daha yüksek derecededir, İbn Mehdî'nin “Haddesena Ebu Halde” dediğinde “sika mıydı?” diye sorulması üzerine “saduktu, me’ınundu, hayırlıydı, fakat sika Şu'be ve Sufyandı” cevabını vermesi de buna delâlet eder. Aynı şekilde el-Mervezî, Ahmed b. Hanbel'e “Abdulvehhab b. Atâ sika mıdır” diye sormuş o da “Sika kimdir biliyor musun? Sadece Yahya b. Sa'îd el-Kattandır” cevabını vermiştir. 597Şu hale göre Yahya b. Ma'in bahse konu sözüyle sika ve la be'se bih lafızlarının birbirine denk olduğunu belirtmiştir. 598 La be'se bihi ta'dil lafzı yerine bazı âlimler leyse bihî be'sun lafzını kullanmışlardır.

Lem Yuced Lehu Asl
Bk. Lâ Asle Lehu.
“Aslı yoktur” manasına gelen bu tabir mevzu hadisler hakkında verilen hükümlerdendir. Bu tabirle nitelenen mevzu hadisin, nakledildiği herhangi bir isnadı yoktur, es-Suyûti'nin kaydettiğine göre hadis imamları la asle lehu veya aynı manada leyse lehu aslun dedikleri hadisin isnadı yoktur. İsnadı olmayan hadis ise hadis olarak hiçbir kıymet ifade etmez. Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadislerini nakilde itimad sadece sahih isnadlarla rivayet edilenleredir. İsnadı olmayan hadisin sıhhati de olmaz. Mevzu hadisleri değerlendirmede ayrıca aynı manada la asle lehu bi-hâze'1-lafzi (bu lafızla aslı yoktur), Leyse lehu aslun (aslı yoktur), la yu'rafu lehu aslun (aslı bilinmiyor), lem yuced lehu aslun Lem yûced (bulunmadı) aslı bulunamadı), tabirleri kullanılır.

Lem Yesıhh
Bk. Lâ Yesıhhu.
Sahih değildir demektir. Terim olarak hadisin zayıf veya mevzu olduğunu ifade etmekte kullanılmıştır. Zayıf raviler (du'afâ) ve mevzu hadislerle ilgili kaynaklarda kullanılmışsa bu takdirde rivayetin mevzu olduğunu gösterir. Ahkâm hadislerine alt bir kaynakta kullanıldığı zaman rivayetin terim manasıyla sahih derecesinde olmadığını ifade eder. Aynı yerde, aynı manaya gelen lem yesıhh ve leyse bi's-sahîh tabirleri de kullanılmıştır.

Lem Yervihi İllâ Fulan An Fulân
“Bu hadisi falancadan, fülandan başka rivayet eden olmadı” anlamına gelen bir tabirdir. Ravinin bir muhaddisten rivayette teferrüdünü ifade eder. Ferd-i nisbî maddesinde söz konusu edildiği gibi ravi bir raviden rivayette bazen tek kalır. Teferrüd şekilleri çeşitli olmakla birlikte ravinin bir şeyhten rivayette tek kalması halinde hadisin sonunda lem yervihi illa fulân an fulân denir. Bu takdirde bu tabir, o hadisi o raviden söz konusu kimseden başka rivayet eden olmadığını belirtir. Aynı hadisi başkasından pek çok kişi rivayet etmiş bile olsa adı zikredilen raviden rivayette bir ravi tek kaldığından hadis ferd-i nisbî addedilir. Bu duruma göre söz konusu tabir ferd-i nisbînin fert sayılmasına sebep teşkil eden kayıt mesabesinde olmaktadır.

Lem Yerid Fîhi Şey
Bk. Lâ A'rifuhu.
Bu hadisi bilmiyorum demektir. Mevzu hadisleri değerlendirme şekillerinden biridir. Hadis İlminde yüksek dereceleri almış, hadisleri iyi bilen bir alimin bir hadis hakkında “bu hadisi bilmiyorum” demesi kendisine başka katılan olmasa bile o hadisin mevzu olduğuna hükmetmeye kâfidir. Bu konuda İbn Haceri'l-Askalânî şöyle demiştir: “Hadislere vakıf tenkitçi bir hafız muhaddis herhangi bir hadis hakkında “Bu hadisi bilmiyorum” derse bu, o hadisin hadis olmadığına hamledilir.” 590 Bununla birlikte bir âlimin bütün hadisleri bilmesi mümkün değildir. Nitekim rivayete göre Ebu Hâzim, meşhur hadis imamı ez-Zuhrî'nin yanında bir hadis rivayet eder. O, “bu hadisi bilmiyorum” der. Bunun üzerine “Hz. Peygamber (s.a.s)'in bütün hadislerini ezberledin mi? diye sorulur. Ez-Zuhrî bu soruya “hayır” cevabını verir. Soruyu soran “Yarısını biliyormusun?” diye sorunca da “Umarım biliyorum” der. Soru sahibi “Öyleyse der; bunu da bilmediğin o yandan say.” ez-Zuhrî çapında bir âlimin bilmediği hadis olunca diğerlerinin bilmedikleri de olabilir düşüncesi ile İbn Hacer'in bu görüşüne itiraz edilmiştir. es-Suyütî güzel bir izahla İbn Hacer'n görüşünü savunarak şunları söylemiştir: “Bu, hadislerin kitaplarda toplanmasından önce idi; zira o zamanlar hafız derecesindeki muhaddislerin bilmedikleri hadisler bazı ravilerin mahfuzu bulunuyordu. Ancak hadislerin tedvin ve kitaplara dercedilmesinden sonra hadis âlimlerinin başkaları tarafından irad edilen hadisleri bilmemesine imkân kalmamıştır.” 591 Mevzu hadisleri değerlendirmede ayrıca aynı manaya gelen, lem a'rif (bilmiyorum), la a'rifuhû bi-hâze’l-lafz (Bu lafızla bilmiyorum), lem ekıf aleyhi (vakıf olmadım), Lâ A'rifu lehu aslen (aslını bilmiyorum), lem ecid lehu aslen (aslını bulamadım), Lem ekıf lehu alâ aslin (aslına vakıf olamadım), lem erahu bi-haze'1-lafzi (bu lafızla görmedim, bilmiyorum) , lem ecidhu (hadisler arasında aslını bulamadım), lem yerid fîhi şey'un (bu konuda hiçbir şey varid olmadı), la men ahrecehe ve lâ isnaduhu (ne rivayet edeni biliniyor; ne de isnadı) tabirleri de kullanılır.

Lem Erahu Bı-Haze'l-Lafz
Bk. Lâ A'rifuhu.
Bu hadisi bilmiyorum demektir. Mevzu hadisleri değerlendirme şekillerinden biridir. Hadis İlminde yüksek dereceleri almış, hadisleri iyi bilen bir alimin bir hadis hakkında “bu hadisi bilmiyorum” demesi kendisine başka katılan olmasa bile o hadisin mevzu olduğuna hükmetmeye kâfidir. Bu konuda İbn Haceri'l-Askalânî şöyle demiştir: “Hadislere vakıf tenkitçi bir hafız muhaddis herhangi bir hadis hakkında “Bu hadisi bilmiyorum” derse bu, o hadisin hadis olmadığına hamledilir.” 590 Bununla birlikte bir âlimin bütün hadisleri bilmesi mümkün değildir. Nitekim rivayete göre Ebu Hâzim, meşhur hadis imamı ez-Zuhrî'nin yanında bir hadis rivayet eder. O, “bu hadisi bilmiyorum” der. Bunun üzerine “Hz. Peygamber (s.a.s)'in bütün hadislerini ezberledin mi? diye sorulur. Ez-Zuhrî bu soruya “hayır” cevabını verir. Soruyu soran “Yarısını biliyormusun?” diye sorunca da “Umarım biliyorum” der. Soru sahibi “Öyleyse der; bunu da bilmediğin o yandan say.” ez-Zuhrî çapında bir âlimin bilmediği hadis olunca diğerlerinin bilmedikleri de olabilir düşüncesi ile İbn Hacer'in bu görüşüne itiraz edilmiştir. es-Suyütî güzel bir izahla İbn Hacer'n görüşünü savunarak şunları söylemiştir: “Bu, hadislerin kitaplarda toplanmasından önce idi; zira o zamanlar hafız derecesindeki muhaddislerin bilmedikleri hadisler bazı ravilerin mahfuzu bulunuyordu. Ancak hadislerin tedvin ve kitaplara dercedilmesinden sonra hadis âlimlerinin başkaları tarafından irad edilen hadisleri bilmemesine imkân kalmamıştır.” 591 Mevzu hadisleri değerlendirmede ayrıca aynı manaya gelen, lem a'rif (bilmiyorum), la a'rifuhû bi-hâze’l-lafz (Bu lafızla bilmiyorum), lem ekıf aleyhi (vakıf olmadım), Lâ A'rifu lehu aslen (aslını bilmiyorum), lem ecid lehu aslen (aslını bulamadım), Lem ekıf lehu alâ aslin (aslına vakıf olamadım), lem erahu bi-haze'1-lafzi (bu lafızla görmedim, bilmiyorum) , lem ecidhu (hadisler arasında aslını bulamadım), lem yerid fîhi şey'un (bu konuda hiçbir şey varid olmadı), la men ahrecehe ve lâ isnaduhu (ne rivayet edeni biliniyor; ne de isnadı) tabirleri de kullanılır.

Lem Ekıf Aleyhi
Bk. Lâ A'rifuhu.
Bu hadisi bilmiyorum demektir. Mevzu hadisleri değerlendirme şekillerinden biridir. Hadis İlminde yüksek dereceleri almış, hadisleri iyi bilen bir alimin bir hadis hakkında “bu hadisi bilmiyorum” demesi kendisine başka katılan olmasa bile o hadisin mevzu olduğuna hükmetmeye kâfidir. Bu konuda İbn Haceri'l-Askalânî şöyle demiştir: “Hadislere vakıf tenkitçi bir hafız muhaddis herhangi bir hadis hakkında “Bu hadisi bilmiyorum” derse bu, o hadisin hadis olmadığına hamledilir.” 590 Bununla birlikte bir âlimin bütün hadisleri bilmesi mümkün değildir. Nitekim rivayete göre Ebu Hâzim, meşhur hadis imamı ez-Zuhrî'nin yanında bir hadis rivayet eder. O, “bu hadisi bilmiyorum” der. Bunun üzerine “Hz. Peygamber (s.a.s)'in bütün hadislerini ezberledin mi? diye sorulur. Ez-Zuhrî bu soruya “hayır” cevabını verir. Soruyu soran “Yarısını biliyormusun?” diye sorunca da “Umarım biliyorum” der. Soru sahibi “Öyleyse der; bunu da bilmediğin o yandan say.” ez-Zuhrî çapında bir âlimin bilmediği hadis olunca diğerlerinin bilmedikleri de olabilir düşüncesi ile İbn Hacer'in bu görüşüne itiraz edilmiştir. es-Suyütî güzel bir izahla İbn Hacer'n görüşünü savunarak şunları söylemiştir: “Bu, hadislerin kitaplarda toplanmasından önce idi; zira o zamanlar hafız derecesindeki muhaddislerin bilmedikleri hadisler bazı ravilerin mahfuzu bulunuyordu. Ancak hadislerin tedvin ve kitaplara dercedilmesinden sonra hadis âlimlerinin başkaları tarafından irad edilen hadisleri bilmemesine imkân kalmamıştır.” 591 Mevzu hadisleri değerlendirmede ayrıca aynı manaya gelen, lem a'rif (bilmiyorum), la a'rifuhû bi-hâze’l-lafz (Bu lafızla bilmiyorum), lem ekıf aleyhi (vakıf olmadım), Lâ A'rifu lehu aslen (aslını bilmiyorum), lem ecid lehu aslen (aslını bulamadım), Lem ekıf lehu alâ aslin (aslına vakıf olamadım), lem erahu bi-haze'1-lafzi (bu lafızla görmedim, bilmiyorum) , lem ecidhu (hadisler arasında aslını bulamadım), lem yerid fîhi şey'un (bu konuda hiçbir şey varid olmadı), la men ahrecehe ve lâ isnaduhu (ne rivayet edeni biliniyor; ne de isnadı) tabirleri de kullanılır.

Lem Ekıf Aleyhi
Bk. Lâ A'rifuhu.
Bu hadisi bilmiyorum demektir. Mevzu hadisleri değerlendirme şekillerinden biridir. Hadis İlminde yüksek dereceleri almış, hadisleri iyi bilen bir alimin bir hadis hakkında “bu hadisi bilmiyorum” demesi kendisine başka katılan olmasa bile o hadisin mevzu olduğuna hükmetmeye kâfidir. Bu konuda İbn Haceri'l-Askalânî şöyle demiştir: “Hadislere vakıf tenkitçi bir hafız muhaddis herhangi bir hadis hakkında “Bu hadisi bilmiyorum” derse bu, o hadisin hadis olmadığına hamledilir.” 590 Bununla birlikte bir âlimin bütün hadisleri bilmesi mümkün değildir. Nitekim rivayete göre Ebu Hâzim, meşhur hadis imamı ez-Zuhrî'nin yanında bir hadis rivayet eder. O, “bu hadisi bilmiyorum” der. Bunun üzerine “Hz. Peygamber (s.a.s)'in bütün hadislerini ezberledin mi? diye sorulur. Ez-Zuhrî bu soruya “hayır” cevabını verir. Soruyu soran “Yarısını biliyormusun?” diye sorunca da “Umarım biliyorum” der. Soru sahibi “Öyleyse der; bunu da bilmediğin o yandan say.” ez-Zuhrî çapında bir âlimin bilmediği hadis olunca diğerlerinin bilmedikleri de olabilir düşüncesi ile İbn Hacer'in bu görüşüne itiraz edilmiştir. es-Suyütî güzel bir izahla İbn Hacer'n görüşünü savunarak şunları söylemiştir: “Bu, hadislerin kitaplarda toplanmasından önce idi; zira o zamanlar hafız derecesindeki muhaddislerin bilmedikleri hadisler bazı ravilerin mahfuzu bulunuyordu. Ancak hadislerin tedvin ve kitaplara dercedilmesinden sonra hadis âlimlerinin başkaları tarafından irad edilen hadisleri bilmemesine imkân kalmamıştır.” 591 Mevzu hadisleri değerlendirmede ayrıca aynı manaya gelen, lem a'rif (bilmiyorum), la a'rifuhû bi-hâze’l-lafz (Bu lafızla bilmiyorum), lem ekıf aleyhi (vakıf olmadım), Lâ A'rifu lehu aslen (aslını bilmiyorum), lem ecid lehu aslen (aslını bulamadım), Lem ekıf lehu alâ aslin (aslına vakıf olamadım), lem erahu bi-haze'1-lafzi (bu lafızla görmedim, bilmiyorum) , lem ecidhu (hadisler arasında aslını bulamadım), lem yerid fîhi şey'un (bu konuda hiçbir şey varid olmadı), la men ahrecehe ve lâ isnaduhu (ne rivayet edeni biliniyor; ne de isnadı) tabirleri de kullanılır.

Lem Ecid Lehu Aslen
Bk. Lâ A'rifuhu.
Bu hadisi bilmiyorum demektir. Mevzu hadisleri değerlendirme şekillerinden biridir. Hadis İlminde yüksek dereceleri almış, hadisleri iyi bilen bir alimin bir hadis hakkında “bu hadisi bilmiyorum” demesi kendisine başka katılan olmasa bile o hadisin mevzu olduğuna hükmetmeye kâfidir. Bu konuda İbn Haceri'l-Askalânî şöyle demiştir: “Hadislere vakıf tenkitçi bir hafız muhaddis herhangi bir hadis hakkında “Bu hadisi bilmiyorum” derse bu, o hadisin hadis olmadığına hamledilir.” 590 Bununla birlikte bir âlimin bütün hadisleri bilmesi mümkün değildir. Nitekim rivayete göre Ebu Hâzim, meşhur hadis imamı ez-Zuhrî'nin yanında bir hadis rivayet eder. O, “bu hadisi bilmiyorum” der. Bunun üzerine “Hz. Peygamber (s.a.s)'in bütün hadislerini ezberledin mi? diye sorulur. Ez-Zuhrî bu soruya “hayır” cevabını verir. Soruyu soran “Yarısını biliyormusun?” diye sorunca da “Umarım biliyorum” der. Soru sahibi “Öyleyse der; bunu da bilmediğin o yandan say.” ez-Zuhrî çapında bir âlimin bilmediği hadis olunca diğerlerinin bilmedikleri de olabilir düşüncesi ile İbn Hacer'in bu görüşüne itiraz edilmiştir. es-Suyütî güzel bir izahla İbn Hacer'n görüşünü savunarak şunları söylemiştir: “Bu, hadislerin kitaplarda toplanmasından önce idi; zira o zamanlar hafız derecesindeki muhaddislerin bilmedikleri hadisler bazı ravilerin mahfuzu bulunuyordu. Ancak hadislerin tedvin ve kitaplara dercedilmesinden sonra hadis âlimlerinin başkaları tarafından irad edilen hadisleri bilmemesine imkân kalmamıştır.” 591 Mevzu hadisleri değerlendirmede ayrıca aynı manaya gelen, lem a'rif (bilmiyorum), la a'rifuhû bi-hâze’l-lafz (Bu lafızla bilmiyorum), lem ekıf aleyhi (vakıf olmadım), Lâ A'rifu lehu aslen (aslını bilmiyorum), lem ecid lehu aslen (aslını bulamadım), Lem ekıf lehu alâ aslin (aslına vakıf olamadım), lem erahu bi-haze'1-lafzi (bu lafızla görmedim, bilmiyorum) , lem ecidhu (hadisler arasında aslını bulamadım), lem yerid fîhi şey'un (bu konuda hiçbir şey varid olmadı), la men ahrecehe ve lâ isnaduhu (ne rivayet edeni biliniyor; ne de isnadı) tabirleri de kullanılır.

Lem A'rifhu
Bk. Lâ A'rifuhu.
Bu hadisi bilmiyorum demektir. Mevzu hadisleri değerlendirme şekillerinden biridir. Hadis İlminde yüksek dereceleri almış, hadisleri iyi bilen bir alimin bir hadis hakkında “bu hadisi bilmiyorum” demesi kendisine başka katılan olmasa bile o hadisin mevzu olduğuna hükmetmeye kâfidir. Bu konuda İbn Haceri'l-Askalânî şöyle demiştir: “Hadislere vakıf tenkitçi bir hafız muhaddis herhangi bir hadis hakkında “Bu hadisi bilmiyorum” derse bu, o hadisin hadis olmadığına hamledilir.” 590 Bununla birlikte bir âlimin bütün hadisleri bilmesi mümkün değildir. Nitekim rivayete göre Ebu Hâzim, meşhur hadis imamı ez-Zuhrî'nin yanında bir hadis rivayet eder. O, “bu hadisi bilmiyorum” der. Bunun üzerine “Hz. Peygamber (s.a.s)'in bütün hadislerini ezberledin mi? diye sorulur. Ez-Zuhrî bu soruya “hayır” cevabını verir. Soruyu soran “Yarısını biliyormusun?” diye sorunca da “Umarım biliyorum” der. Soru sahibi “Öyleyse der; bunu da bilmediğin o yandan say.” ez-Zuhrî çapında bir âlimin bilmediği hadis olunca diğerlerinin bilmedikleri de olabilir düşüncesi ile İbn Hacer'in bu görüşüne itiraz edilmiştir. es-Suyütî güzel bir izahla İbn Hacer'n görüşünü savunarak şunları söylemiştir: “Bu, hadislerin kitaplarda toplanmasından önce idi; zira o zamanlar hafız derecesindeki muhaddislerin bilmedikleri hadisler bazı ravilerin mahfuzu bulunuyordu. Ancak hadislerin tedvin ve kitaplara dercedilmesinden sonra hadis âlimlerinin başkaları tarafından irad edilen hadisleri bilmemesine imkân kalmamıştır.” 591 Mevzu hadisleri değerlendirmede ayrıca aynı manaya gelen, lem a'rif (bilmiyorum), la a'rifuhû bi-hâze’l-lafz (Bu lafızla bilmiyorum), lem ekıf aleyhi (vakıf olmadım), Lâ A'rifu lehu aslen (aslını bilmiyorum), lem ecid lehu aslen (aslını bulamadım), Lem ekıf lehu alâ aslin (aslına vakıf olamadım), lem erahu bi-haze'1-lafzi (bu lafızla görmedim, bilmiyorum) , lem ecidhu (hadisler arasında aslını bulamadım), lem yerid fîhi şey'un (bu konuda hiçbir şey varid olmadı), la men ahrecehe ve lâ isnaduhu (ne rivayet edeni biliniyor; ne de isnadı) tabirleri de kullanılır.

Lehû Menâkîr
Lehû ahadis Menâkîr, lehû mâ yunker lafızları ile aynıdır. Hepsinin manası birdir ve münker hadisleri vardır şeklindedir. Kimi alimlere göre cerh lafızlarındandır. Sehâvî'nin sıralamasında beşinci derecede yer alır. Hükmü, o derecedeki öteki lafızların hükmü gibidir. Bir de Lehû Menâkîr ani's-Sikât lafzı vardır, diğerleri ile aynı olmakla birlikte ravinin, sika ravilere isnad ederek münker rivayetler naklettiğini ifade eder.

Lehû Mâ Yunker
Bk. Lehu Menâkîr.
Lehû ahadis Menâkîr, lehû mâ yunker lafızları ile aynıdır. Hepsinin manası birdir ve münker hadisleri vardır şeklindedir. Kimi alimlere göre cerh lafızlarındandır. Sehâvî'nin sıralamasında beşinci derecede yer alır. Hükmü, o derecedeki öteki lafızların hükmü gibidir. Bir de Lehû Menâkîr ani's-Sikât lafzı vardır, diğerleri ile aynı olmakla birlikte ravinin, sika ravilere isnad ederek münker rivayetler naklettiğini ifade eder.

Lehû Ahâdîs Menâkîr
Bk. Lehû Menâkîr.
Lehû ahadis Menâkîr, lehû mâ yunker lafızları ile aynıdır. Hepsinin manası birdir ve münker hadisleri vardır şeklindedir. Kimi alimlere göre cerh lafızlarındandır. Sehâvî'nin sıralamasında beşinci derecede yer alır. Hükmü, o derecedeki öteki lafızların hükmü gibidir. Bir de Lehû Menâkîr ani's-Sikât lafzı vardır, diğerleri ile aynı olmakla birlikte ravinin, sika ravilere isnad ederek münker rivayetler naklettiğini ifade eder.

Lakab
Bk. Elkab.
Lakab'ın çoğuludur. Lakab, bilinen manâsıyla bir kimsenin asıl isminden ayn olarak takındığı isimdir. aynı kökten telkib, bir kimseye lakab vermek, telakkub ise lakablanmak demektir,
Lakab, teşrif lakabı, ta'rif lakabı ve tahkir lakabı olmak üzere üç şekilde olur. Teşrif lakabı bir kimseye iltifat etmek, onun meziyetlerini dile getirmek için söylenen îakabdır. Sultan Birinci Selim’e dirayeti yüzünden takılan Yavuz lakabı gibi. Ta'rif lakabı, kişiyi tanımada yardımcı olan lakabdır. Şairlerin mahlasları bu kabildendir. Bir kimseyi küçük düşürücü veya ona hakaret kasdıyle söylenen tahkir lakabları İslâm'da caiz değildir. Bir şahsın hoşuna gitmeyecek lakaplarla çağrılması da öyledir. Bu konuda, “.... birbirinizi kötü lakablarla çağırmayın” buyurulmuştur. 194
Bir kimsenin herhangi bir vasfı, hali veya başından geçen ilginç bir olay veyahutta herhangi bir sebeple verilen ve bazen isminden çok meşhur olan lakabıyle anılması geleneği çok eskidir. İslâmiyette ilk lakabın Hz. Ebubekr'in Atik lakabı olduğu söylenir. Ne var ki bu lakabın ona ne sebeple verildiği ihtilaflıdır. Kimi alimler Hz. Ebubekrin atâkati yani yüzünün güzelliği ve nurlu oluşu yüzünden bu lakabla anıldığı görüşündedirler. Kimi de bu lakabı Atîkullâhi mine'n-nâr (Allah'ın Cehennemden uzak tuttuğu kimse) manasıyle açıklamışlardır. 195
Hadis ilminde elkâb, veya öteki adiyle elkâbu'l-muhaddisîn, rical ilmiyle ilgili bir konudur. Mevzu itibariyle meşhur ravilerin lakabları, lakablanyla tanınanların isim ve künyeleriyle ilgilidir. Konunun önemi şuradan gelir: Hadis ravilerinden bahseden kitaplarda bir ravi metot icabı veya hakkında elde edilebilen malumatın müsaade ettiği ölçüde, çok kere ismiyle zikredilir. Arada bir laka-biyle kaydedilenler de olur. Ravilerin lak-ablarının bilinmemesi, bazı mahzurların doğmasına yol açabilir. Söz gelişi, bir yerde İsmiyle, bir başka yerde lakabiyle zikredilen bir ravinin ayrı ayn şahıslar zannedilme ihtimali her zaman için vardır. Mesela, Süheyl b. Ebî Salih'in kardeşi Abdullah b. Ebî Salih, bazı yerlerde Abbâd b. Ebî Salih lakabiyle geçer. Bunları birbirine karıştırıp aynı şahsı ayrı kişiler sananlar olmuştur. 196O halde ravilerin lakablarınin bilinmesi her şeyden önce hatanın önüne geçer. Kaldı ki, lakabın bilinmesi ravinin de bilinmesi demektir. İsmi ve lakabı bilinen ravi hakkında verilen hükümler ise daha isabetli olur. Ayrıca ravinin lakabının bilinmesi onun yanlış değerlendirilmesine manidir. Nitekim İbnu's-Salâh'ın kaydettiğine bakılırsa meşhur muhaddis Ebu Hatim b. Hibbân, Abdullah b. Muhammed ed-Da'ıf lakabının ona sıska ve zayıf olduğundan verildiğini bilmediği için zayıf ravi zannetmiştir. Oysa Ebu Hatim er-Râzî belki de telkib sebebini bildiğinden ondan hadis rivayet etmekte bir an bile tereddüt etmemiştir.197 Abdulğanî b. Sa'id'in Abdullah'ı da katarak söylediği şu sözler lakabların bilinmeyişi yüzünden yanlış değerlendirmelerin yapılabileceğinin ifadesidir: “İki yüce kişi vardır ki lakabları kötüdür. Bunlardan biri Mu'aviye b. Abdilkerim ed-Dâl diğeri Abdullah b. Muhammed ed-Da'îfdir.” Hatırlanacağı üzere ed-Dâl, yolunu şaşırmış, dalâlette kalan, kısaca sapık insan demektir. Mu'aviye'ye Mekke yolunda yittiği için verilmiştir. Abdullah'ın ed-Da'îf lakabı ise elinde olmayan bir sebebin sonucudur.
İbnu's-Salâh, kötü lakablı olduğu halde aslında üstün hasletlere sahip bir üçüncü şahıs olarak Arîm denilen Ebu'n-Nu’ınân Muhammed b. Ebi'l-Fadli's-Sedûsî'yi misal verir. Muhammed, her ne kadar Arim yani fesatçı lakabiyle anılmışsa da lakabının adamı olmaktan tamamen uzaktır.
Şu hale göre ravilerin lakablannın bilinmesi, onların tanınmalarına önemli ölçüde yardımcı olur. İsim benzerliği olan diğer ravilerle karıştırılmamalarının önüne geçer. Haklarında doğru değerlendirme yapılmasını sağlar.
Lakabların bir kısmının telkîb sebepleri bilindiği gibi bir kısmınınki bilinmez. Elkâb konusunda tasnif edilmiş kitaplarda lakablarıyla meşhur ravilerin isimleri açıklanırken bilinen telkîb sebepleri de açıklanmıştır. Bunlardan İbnu's-Salâh'ın kaydettiklerini naklediyoruz.
Gunder: Ebubekr Muhammed b. Ca'feri'l-Basri'nin lakabıdır. Rivayete göre İbn Cureyc Basra'ya gelerek el-Hasenu'l-Basrî'den hadis rivayet eder. İtiraz edilir. İş nizaya kadar varır. En şiddetli tartışanlardan biri de Muhammed b. Ca’ferdir. Bunun üzerine İbn Cureyc, Hicazlıların münakaşa sevenlere söyledikleri şekilde “Gunder, sen sus!” der. Bundan sonra Muhammed'in lakabı Gunder olur. Zamanla bu tabir cedelciler arasında yaygın hale gelir.
Rical kitaplarında Gunder lakabıyle zikredilmiş hayli ravi vardır, söz gelişi Ebu'l-Huseyn Muhammed b. Ca'feri'r-Râzî, Ebubekr Muhammed b. Ca'feri'l-Bağdâdî, Ebu't-Tayyib Muhammed b. Cafer el-Bağdâdi hep Gunder lakabiyle anılanlardandır. Tabiatiyle adı Muhammed b. Ca'fer olmadığı halde Gunder lakabı alanlar da vardır.
Guncâr: Ebu Ahmed İsa b. Musa'nın lakabıdır. Yanakları kırmızı olduğundan bu lakabı almıştır. Aynı lakabla meşhur alimlerden biri de Târîh Buhârâ kitabının musannifi Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Buhâridir.
Sa'ika: Ebu Yahya Muhammed b. Abdirrahimin yıldırım manasına gelen bu lakabı hadisleri çabuk ezberlemesi, süratli müzakere etmesi yüzünden verilmiştir.
Şebâb: Halîfetu'bnu Hayyat'ın lakabıdır.
Zuneyc: Ebu Gassân Muhammed b. Amri'l-İsbehâni'nin lakabıdır.
Ruste: Ebu'l-Hasen Abdurrahmân b. Umer'e verilen lakabdır.
Suneyd: el-Huseyn b. Dâvud el-Missîsî'ye verilmiştir.
Bundâr: Bu lakab Buhâri ve Müslim'in şeyhi olan Muhammed b. Beşşâr'a hadisdeki hıfz ve itkanının sağlamlığı veya hadisle fazlaca meşguliyeti sebebiyle verilmiştir. 198
Kaysar: Ebu'n-Nadr Hâşim İbnu'l-Kasım'ın lakabıdır.
el-Ahfeş: Ğarîbu'l-Muvatta kitabının musannifi Ahmed b. İmrân el-Basrî'nin lakabıdır. Ayrıca el-Ahfeş lakabiyle meşhur üç filolog vardır.
Murabbâ’: Muhammed b. İbrahim el-Bağdâdî'nin lakabıdır.
Abîduni'1-İclu: Ebu Ali el-Huseyn b. Muhammed el-Bağdâdi'nin lakabıdır. 199
Mâ Ğamme: Allân lakabiyle de tanınan ve Allân Mâ Gamme şeklinde iki lakablı olduğu da söylenen Ali İbnu'l-Hasen b. Abdissamed el-Bağdâdî'ye verilen Îakabdır. Rivayete göre Yahya b. Ma'în, ashabından beş kişiye bu lakabı vermiştir.
Seccâde: el-Hasen b. Hammâd'ın lakabıdır. Aynı lakabla meşhur olan ikinci bir ravi, el-Huseyn b. Aîımeddir. el-Haseni bundan ayırmak için ona Seccade el-Meşhûr denilmiştir.
Müşkdâne: “Mis Kabı” manasına gelen bu lakabla Abdullah b. Umer b. Muhammed telkîb edilmiştir.
Mutayyen: “Balçıkla sıvanmış” veya “çamura bulanmış” manasına gelen bu lakabı Ebu Ca'feri'l-Hadramî almıştır. 200
Abdân: Bu lakabı alan epey ravi vardır. En büyükleri Abdullah İbnu'l-Mubârek ashabından Abdullah b. Osman el-Mervezîdir. 201
Hadis ilminde büyük önemi bulunan elkâb konusunda çeşitli kitaplar tasnif edilmiştir. Bu kitaplar içinde en önemlileri şunlardır:
1. Kitâbu'l-Elkâb ve'1-Kunâ: Ebubekr Ahmed b. Abdirrahmân eş-Şîrâzi
2. Muntehâ'l-Kemâl fi Ma'rifeti Elkâbi'r-Ricâl: Ebu'1-Fadl Ali İbnu'l-Huseyn b. Ahmed el-Felekî.
3. Keşfu'n-Nikâb an Esmâ'il-Elkâb: Ebu'l-Ferec Abdurrahmân İbnu'l-Cevzî.
4. Nuzhetu'l-Elbâb: İbn Haceri'l-Askalânî.
5. Keşfu'n-Nikâb ani'1-EIkâb: Celaluddin Abdurrahmân b. Ebibekr es-Suyûtî.202

Lahn
Bir şey okurken nağme yapmak manasına mastardır. Türkçede ezgi denir. Herhangi bir yazılı metni okurken gerek i'rabında, gerekse lafızlarının telaffuzunda hata etmek, dinleyenden başkasının anlamıyacağı şekilde rumuzlar, kapalı ve mübhem sözler kullanarak söz söylemek manasına kullanılır. 603 Hadis Usulünde lahn, rivayetle ilgili esaslar vesilesiyle geçer. Açıklamak gerekirse, muhaddisin hadisini lahn ve tashif yaparak rivayet etmemesi gerekir. Anlaşıldığına göre buradaki lahm, hadis lafızlarının İ'rabını belli etmeyecek şekilde okumaktır. Nitekim en-Nadr b. Şumeyl’den rivayet edildiğine göre “bu hadisler asıllarından i'rabları düzgün bir şekilde gelmektedir” demiştir, ayrıca meşhur lügat âlimi el-Esma’i’de şunları söylemiştir: “İlim yolcuları için en çok korktuğum şey nahv bilmeyip Hz. Peygamber (s.a.s)'in “benim üzerime bilerek yalan söyleyenler Cehennemdeki yerlerine hazırlansınlar” sözüne dahil olmalarıdır. O hiç bir zaman lahn yapmaz, söyleyeceklerini açıkça söylerdi. Eğer ondan bir rivayette bulunur da sözlerinden lahn yaparsan, üzerine yalan söylemiş olursun.” 604 Şu hale göre lahn hadis lafızlarını i'rablarını açıkça belli edecek şekilde değil, ağızda geveleyerek okumaktır. Bu manayı açıklayıcı nitelikte bir de fıkra nakledilir. Rivayete göre Emevî Halifesi Velid b. Abdilmelik bir gün yanına gelen bir köylüye söz arasında damadının kim olduğunu sormak maksadıyla nun harfini üstün okuyarak “men hateneke” demiş. Bu söyleyişe göre sorunun manası “Seni kim sünnet etti?” olacağından köylü bu yersiz soruya biraz kızmış. “Allah müminlerin emîrini ıslah etsin, kim olacak, sünnetçi berber!” cevabını vermiş- Velid, “Hayır bunu demek istemedim, damadın kim demek istedim” deyince köylü şu karşılığı vermiş: “Öyleyse niye “men hatenuk” diye sormuyorsunuz?”605 Hadislerin lafızlarını i'rab durumlarını belli etmeyecek şekilde okumanın, hataya yol açması sebebiyle doğru olmadığında şüphe yoktur. Nitekim İbnu's-Salâh bu konuda şöyle demiştir: “Hadis talibinin kendisini lahn ve tahrif uğursuzluğundan kurtaracak nahv ve dil kaidelerini öğrenmesi gerekir. Rivayete göre Şu'be, Arapça kaidelerini bilmeden hadis talebine kalkışanların üzerinde tıpkı üst kısmı olmayan bornoz bulunan bir adama benzediğini söylemiştir. Hammad b. Seleme de aynı konuda “Nahv bilmeden hadis talep eden kişi, boynunda yemsiz torba taşıyan eşeğe benzer” demiştir.” İbnu's-Salâh'a göre tashifden kurtulmanın yolu hadisleri zabt sahibi ilim ehlinden almaktır. Bundan mahrum kalanlar ilmi kitaplardan almak zorunda kalırlar ve kelimeleri değiştirip yanlış yapmaktan kurtulamazlar. Görülüyor ki rivayette esas, işitilenin değiştirmeden nakledilmesidir. Bunun için hadis alimleri ravinin hadisi işittiği şekilde rivayet etmesi gerektiği görüşünde birleşmişlerdir. Hatta bunlardan sayıları az olmakla birlikte bir kısım Şeyhin lahn yapması halinde talibin işittiği gibi rivayet etmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Delilleri “Benim bir sözümü işiten işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ak etsin” manasına gelen hadistir. Kaydetmek gerekir ki bu görüş zayıftır, nitekim Çoğunluk hadis işiten ravinin Arapçayı iyi bilen bir kimse olduğu takdirde onu rab olarak rivayet etmesi gerektiği görüşündedir. Bunların delilleri de Hz. ygamberin fasih konuşması ve sözlerin anlaşılması için açık ve tane tane söylemesidir. Allah onu peltek ve anlaşılmaz şekilde konuşmaktan tenzih etmiştir. Bazı âlimler de hadis lahn edilerek rivayet edilmiş olduğu takdirde aynen yazılıp kitabın haşiyesinde “her ne kadar rivayette böyle vâki olmuşsa da doğrusu şöyledir manasına “Keza vaka'a fi'r-Rivâye ve's-Savâbu keza ve keza” şeklinde gösterilmesi taraftarıdırlar. Bazı hadis şeyhlerine göre en doğru yöntem budur. 606 Şu hale göre lahn, hadis metinlerinin i'rablarını değşitirecek veya anlaşılmayacak şekilde belli belirsiz okumaktır. Şer'i hükümlere kaynaklık etmesi bakımından büyük önemi haiz metinlerin yanlış okumaya veya anlaşılmaya yol açacak şekilde i'rabmı geveleyerek okumak bu açıdan bakıldığında doğru sayılmamak gerekir.

Lahak
Sözlükte bir kimsenin ardından yetişmek manasına gelen lahak, hadis yazarken metinden düşen kelime veya ibarelerin haşiyede gösterilmesinden ibarettir. Hadislerin yazılışı sırasında metinden düşen kelime veya ibarelerin haşiyede gösterilmesi için takip edilen usulü konuya geniş yer veren İbnu's-Salah şöyle tarif eder: “Satırda kelime veya ibarenin düştüğü yere yukarı doğru bir çizgi çizilir. Bu çizgi lahakın yazılı olduğu haşiye tarafına doğru kısaca eğilir. Bu çizginin karşısına haşiyeye lahakın yazılmasına başlanır. Lahak haşiyede sağ tarafta olmalıdır. Eğer lahak olan ibare kağıdın ortasına kadar uzanacak derecede uzun ise sığacak yer olduğu takdirde kağıdın alt tarafına değil üst tarafına doğru aşağıdan yukarı yazılır.” 599 Lahakın haşiyede nasıl yazıldığını eski bir yazmadan naklettiğimiz şu misalde görmek mümkündür. Bu ibarede görüldüğü gibi katip el-Avvâm dan sonra “an ibrahim” lafızlarını ibareden düşürmüştür. Belki de mukabele esnasında düşen kelimenin farkına varmış ve ibarenin gireceği yeri işaretlemek üzere yukan doğru bir çizgi çekmiş sonra haşiyede yazılacak yere doğru eğmiştir. Çizginin tam karşısına gelen yere ise lahakı yazmıştır, dikkat edilirse lahakın bittiği yere bir de sad ve ha harflerini koymuştur. 600 İbnu's-Salâh'a göre lahak olan ibarenin bittiği yere böyle “sad” ve “ha” harflerini koymak gerekir. Bazıları bununla beraber recea harflerini de yazarlar. Bazıları da lahakla yazılı metindeki ibarenin bitişmesini gösterecek şekilde lahak olan kısmın bittiği yere metinden düşen kısmından sonraki kelimeyi de yazmışlardır. Bu metod daha çok mağriblilerle hadis yazma işini iyi bilenlerin metodudur. er-Râmehurmuzi de bu usulü benimsemiştir. 601Ne var ki bu metod benimsenemez; zira pek çok kelimenin söz arasında hakikaten tekrar edildiği olur. Bu tekrar ise bazılarını yanıltabilir ve tekrar eden kelimenin sözün aslından mı olduğu yoksa lahakı mı gösterdiği hususunda şüpheye sokabilir. er-Râmehurmuzî'nin, lahak yerinden başlayıp haşiyede halakm baş tarafına kadar uzanan bir çizgi çizilmesi usulü de benimsenemez; zira bu usul her ne kadar lahakı fazlasıyla açıklıyorsa da yazıyı karalamaktan ve kirletmekten ibarettir. Bilhassa lahak çok olduğu metinlerde karalama daha fazla olur.” 602 Şu hale göre lahak hadis yazarken yanılma sonucu metinden düşen kelime veya ibarelerin usulü dairesinde işaretlenerek metne yazılmasıdır. Hadisin aslında olmayan kelimelerin çeşitli yollarla metne girmesine mani olmak bakımından lahak üzerinde titizlikle durulmuş, usulleri tesbit edilmiştir.

Lafzı Tevatür
Bk. Tevatür
Birbiri ardınca gelmek, kesilmeksizin devam etmek manalarına gelen tevatür, yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan çok sayıda kalabalığın bir haberi birbiri ardınca haber vererek nakletmekte birleşmelerine denir. Bu kalabalığın yalan üzerinde birleşmeleri imkânsızdır. Tevatür yoluyla nakledilen habere ise mütevatir adı verilir. Tevatür iki şekilde olur. Bunlardan birincisi lafzen (veya lafzı) tevatürdür. Nakledilen haberin lafzında hasıl olan tevatürdür. Mesela (Yavuz Sultan Selim İran Şahı Şah İsmail’i Çaldıran'da bozguna uğrattı” haberi birbiri ardınca gelen çok sayıda haberci tarafından aynı söylerle ve birbirine yakın, yahutta aynı manaya gelen sözlerle nakledilir ve bu nakilde tevatür hasıl olursa buna lafzı tevatür denir. İkincisi manevi tevatür olup haberlerin lafzında değil, manasında hasıl olan tevatürdür. Mesela yine tevatür yoluyla nakledilen bir haberde “falanca zenginin bir fakire bir seferde beş milyon lira yardım ettiği” söylense, bu haberi nakledenler arasında beş milyonu bir seferde değil, üç taksitte verdi, nakit değil, ev yapması için arsa olarak verdi, bu miktarda malzeme bağışladı diyenler olsa, bağış olayı üzerinde birleşilmesine rağmen olayın naklinde kullanılan lafızlarda değil de manasında tevatür husule gelir ve buna manevî veya ma'nen tevatür tabir edilir.

Lafzen Mütevâtir
Bk. Mütevatir.
Sözlükte tefâul vezninde bir kaç iş birbiri ardınca gelmek, birbiri ardınca gelen şeyler arasında bir miktar fasıla ve fetret olarak peyderpey görünmek manasına 952 tevatürden ismi faildir. “Tevâtere'l-mataru” denir ki, aralıksız yağmur yağdı demektir. Hadîs ilminde mütevâtir, her tabakada Hz. Peygamber (s.a.s) üzerine yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan çok sayıda ravi tarafından görerek veya işiterek rivayet edilen habere (hadîse) denir. Bu tarife göre, şu hadîs mütevâtirdir denildiği zaman o hadîsin Hz. Peygamber (s.a.s)'in ağzından yalan uydurmalarını aklın kabul etmediği kalabalık denebilecek sayıda sahâbî tarafından Allah Resulünden görülerek veya işitilerek rivayet edilmiş olması, aynı şekilde herbiri ayrı ülkelerden oldukları, sayılan da fazla olduğu için yalan söylemek üzere birleştiklerini aklın kabul etmediği tabiîlerden kalabalık bir grub tarafından sahâbîlerden rivayet edilmesi, onlardan da aynı vasfa sahip kalabalık bir cemaat tarafından nakledilen hadîs olduğu anlaşılır. İsnadı böyle olan ravilerin rivayet ettiği hadîslerin mütevâtir olabilmesi için tarif içindeki şartlann bir arada olması gerekir. Bunlara şurûtu'l-mutevâtir (mü'tevatirin şartlan) denir. (Bk. Şurûtu'l-Mutevâtir). Mütevâtir hadîsler mutevatir-i lafzî (lafzen mütevâtir) ve mütevatir-i ma'nevi (ma'nen mütevâtir) olmak üzere iki kısma ayrılır. Lafzî mütevâtir, lafzında tevatür hasıl olan hadîslerdir. Ma'nen mütevâtir ise lafızları az çok birbirinden farklı olmak üzere manasında tevatür yoluyla rivayet edilen hadîstir. Mütevatirin bu iki kısmı şöyle bir misalle daha iyi anlaşılabilir. Diyelim ki bir kimsenin sadaka verdiğine dair çeşitli rivayetler gelse, bu rivayetlerin birinde o kimsenin deve sadaka ettiği, bir başkasında at, bir diğerinde koyun sadaka verdiği belirtilse bu haberin sadaka verme hususu ma'nen mütevâtir olur. 953Eğer böyle bir haber hep aynı sözlerle rivayet edilirse o zaman da lafzen mütevâtir adını alır. Hem lafzı, hem manası mütevâtir olan tek eser Kur'ân-ı Kerim'dir. İbnu's-Salâh'a göre zarurî ilim ifâde edecek nitelikte mütevâtir hadîs bulmak zordur. Gerçek manada mütevatire ancak, “Kim benim üzerime bilerek yalan uydurursa Cehennemdeki yerine hazırlansın.” hadîsi 954 misâl verilebilir. 955İbn Haceri'l-Askalânî buna itiraz ederek şöyle der: “Gerek İbnu's-Salâh’ın bu şartları ihtiva eden mütevatirin nadir bulunduğu ve gerekse başkalarının hiç bulunmadığı yolundaki iddiaları yersizdir; çünkü bu gibi iddialar, isnadların çokluğuna ve adet olarak yalan üzerinde birleşmelerini yahut yalanın onlardan ittifakla sadır olmasını imkansız kılan ricalin hallerine ve özelliklerine gerektiği şekilde muttali olamamaktan doğmuştur. Hz. Peygamber'in hadîsleri arasında mütevatirin çok denecek kadar bulunduğunu ortaya koyan delillerin en güzeli, doğu ve batıda ilim ehlinin ellerinde dolaşan ve musannıflarına nisbetlerindeki doğruluğu kesinlikle bilinen birçok hadîs kitabı, bir hadîsin ihraç ve rivayetinde ittifak ettiği ve bu hadîs tarikları ile isnadları, diğer şartların tahakkuku ile birlikte yalan üzerinde ittifak etmelerini adeten imkansız kılacak şekilde çoğaldığı zaman, o hadîsin söyleyenine nisbetindeki doğruluk hakkında yakîn derecesinde ilim hasıl olur. Meşhur kitaplarda bu şekilde hadîsler pek çoktur.” 956 İbn Hacer'in çok olarak nitelediği mütevatirden en fazla meşhur olan birkaçı şunlardır: Yukarıda nakledilen “men kezebe aleyye” hadîsi (yetmişbeş sahâbiden rivayet edilmiştir). 957“Mesh ale'l-huffeyn” (yetmiş kusur sahâbi); “havz” hadîsi (elli kusur); “Refu'l-yedeyn fis-Salât” hadîsi (elli sahâbi); “nezele”l-Kurânu'alâ Seb'ati ehrufin” hadîsi (yirmi yedi sahâbî); “Kabir azabı” hadîsi (otuziki sahâbî), “kabirde münker-nekir meleklerini ölüyü sorguya çekmeleri” hadîsi (yirmi altı); “İhlas suresinin Kur'ân-ı Kerim'in üçte birine muadil olduğuna dair hadîs” yirmi sahâbî tarafından rivayet edilerek tevatür derecesine ulaşmıştır. Mütevâtir hadîsleri toplayan eserler içinde en mühim olanlar şunlardır: 1. el-Fevâ'i'du'1-Mutekâsire fî'1-Ahbâri'l-Mutevatire: es-Suyûti. 2. el-Ezhâru'1-Mutenâsire fi'1-Ahbâri'l-Mutevâtire: Bu da es-Suyûti'nindir ve ilkinden derlemedir. Yüz mütevâtir hadîsi ihtiva eder. 3. el-Le'ali'1-Mutenâsire fî'1-Ahâdisi'l-Mutevâtire: Muhammed Murtaza'l-Huseynî. 4. el-Hırzu'1-Meknûn min Lafzi'l-Ma'sumi'l-Me’mûn: Sıddık b. Hasen b. Ali el-Kannûcî. 958 5. Nazmu'l-Mutenâsir mine'l-Hadîsi’1-Mutevâtir: Ca'feru'l-Hüseyni el-Kettâni. Bu eser es-Suyûti'nin el-Ezharı ile değişik kaynaklardan derlenmiş 310 mütevâtir hadîs ihtiva eder. Baş tarafında mütevatirle ilgili hayli kıymetli malumat vardır. 1327 de Fas'da basılmıştır. Diğer baskıları da vardır.

Lâ Yu'teberu Bi Hadisihi
LA YU'TEBERU BİHİ ile aynı manada ve aynı yerde kullanılır. Her ikiside hadisiyle (yada kendisiyle) itibar olmaz anlamına gelir ve ağır cerhe delalet eden beşinci derece cerh lafızlarındandır. Kaide olarak dördüncü mertebesinden itibaren en ağırlarına kadar cerh lafızlarıyla tenkid edilen ravilerin hadisleri ne yazılır, ne i'tibar için nazar-ı dikkate alınır nede istişhadda kullanılır. Bu itibarla La yu'teberu bihi veya La yu'teberu bi-hadisihi veya bunlarla aynı derecede cerh'e delalet eden lafızlarla cerh edilen ravinin kendisi metruk, hadisleri merdudtur.

Lâ Yu'teberu Bihi
Bk. Lâ yuteberu bi-hadisihi.
LA YU'TEBERU BİHİ ile aynı manada ve aynı yerde kullanılır. Her ikiside hadisiyle (yada kendisiyle) itibar olmaz anlamına gelir ve ağır cerhe delalet eden beşinci derece cerh lafızlarındandır. Kaide olarak dördüncü mertebesinden itibaren en ağırlarına kadar cerh lafızlarıyla tenkid edilen ravilerin hadisleri ne yazılır, ne i'tibar için nazar-ı dikkate alınır nede istişhadda kullanılır. Bu itibarla La yu'teberu bihi veya La yu'teberu bi-hadisihi veya bunlarla aynı derecede cerh'e delalet eden lafızlarla cerh edilen ravinin kendisi metruk, hadisleri merdudtur.

Lâ Yusâvî Şey'en
Bk. Leyse Bi-Şey.
Lâ yusâvî şey'en ile aynı manaya gelen cerh lafızlarındandır. Cerhin dördüncü derecesine delalet eden bu iki lafz da “bir para etmez, bir şeye değmez” manasına gelir. Kaide olarak cerhin dördüncü mertebesinden itibaren daha ağırlarına ve en ağır cerh lafızlarına varıncaya kadar bütün lafızlarla cerhedilen ravilerin hadisleri ne yazılır, ne i'tibar için dikkate alınır, ne de istişhada yarar addedilir. Bu itibarla hakkında leyse b. Şey'in veya aynı manaya gelen aynı derecede bulunan lâ yusâvi şey'en denilerek cerh hükmü verilen ravinin hadisleri terkedilir. Hiç bir şekilde itibar edilmez. Bununla birlikte İbn Haceri'l-Askalanî'nin İbnu'l-Kattân el-Fâsî'den naklettiğine göre meşhur cerh ve ta'dil imamı Yahya b. Ma'în'in, hakkında Leyse bi şey'in dediği ravi, rivayeti çok az olan biridir, yani kalîlu'l-hadisdir. İmâm-ı Şafi'î ile el-Muzenî aynı lafzı Kezzab karşılığı kullanmışlardır.

Lâ Yu'lemu Men Ahrecehu Ve La İsnaduhu
Bk. Lâ Arifuhu.
Bu hadisi bilmiyorum demektir. Mevzu hadisleri değerlendirme şekillerinden biridir. Hadis İlminde yüksek dereceleri almış, hadisleri iyi bilen bir alimin bir hadis hakkında “bu hadisi bilmiyorum” demesi kendisine başka katılan olmasa bile o hadisin mevzu olduğuna hükmetmeye kâfidir. Bu konuda İbn Haceri'l-Askalânî şöyle demiştir: “Hadislere vakıf tenkitçi bir hafız muhaddis herhangi bir hadis hakkında “Bu hadisi bilmiyorum” derse bu, o hadisin hadis olmadığına hamledilir.” 590 Bununla birlikte bir âlimin bütün hadisleri bilmesi mümkün değildir. Nitekim rivayete göre Ebu Hâzim, meşhur hadis imamı ez-Zuhrî'nin yanında bir hadis rivayet eder. O, “bu hadisi bilmiyorum” der. Bunun üzerine “Hz. Peygamber (s.a.s)'in bütün hadislerini ezberledin mi? diye sorulur. Ez-Zuhrî bu soruya “hayır” cevabını verir. Soruyu soran “Yarısını biliyormusun?” diye sorunca da “Umarım biliyorum” der. Soru sahibi “Öyleyse der; bunu da bilmediğin o yandan say.” ez-Zuhrî çapında bir âlimin bilmediği hadis olunca diğerlerinin bilmedikleri de olabilir düşüncesi ile İbn Hacer'in bu görüşüne itiraz edilmiştir. es-Suyütî güzel bir izahla İbn Hacer'n görüşünü savunarak şunları söylemiştir: “Bu, hadislerin kitaplarda toplanmasından önce idi; zira o zamanlar hafız derecesindeki muhaddislerin bilmedikleri hadisler bazı ravilerin mahfuzu bulunuyordu. Ancak hadislerin tedvin ve kitaplara dercedilmesinden sonra hadis âlimlerinin başkaları tarafından irad edilen hadisleri bilmemesine imkân kalmamıştır.” 591 Mevzu hadisleri değerlendirmede ayrıca aynı manaya gelen, lem a'rif (bilmiyorum), la a'rifuhû bi-hâze’l-lafz (Bu lafızla bilmiyorum), lem ekıf aleyhi (vakıf olmadım), Lâ A'rifu lehu aslen (aslını bilmiyorum), lem ecid lehu aslen (aslını bulamadım), Lem ekıf lehu alâ aslin (aslına vakıf olamadım), lem erahu bi-haze'1-lafzi (bu lafızla görmedim, bilmiyorum) , lem ecidhu (hadisler arasında aslını bulamadım), lem yerid fîhi şey'un (bu konuda hiçbir şey varid olmadı), la men ahrecehe ve lâ isnaduhu (ne rivayet edeni biliniyor; ne de isnadı) tabirleri de kullanılır.

Lâ Yu’rafu Lehu Aslun
Bk. Lâ Asle lehu.
“Aslı yoktur” manasına gelen bu tabir mevzu hadisler hakkında verilen hükümlerdendir. Bu tabirle nitelenen mevzu hadisin, nakledildiği herhangi bir isnadı yoktur, es-Suyûti'nin kaydettiğine göre hadis imamları la asle lehu veya aynı manada leyse lehu aslun dedikleri hadisin isnadı yoktur. İsnadı olmayan hadis ise hadis olarak hiçbir kıymet ifade etmez. Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadislerini nakilde itimad sadece sahih isnadlarla rivayet edilenleredir. İsnadı olmayan hadisin sıhhati de olmaz. Mevzu hadisleri değerlendirmede ayrıca aynı manada la asle lehu bi-hâze'1-lafzi (bu lafızla aslı yoktur), Leyse lehu aslun (aslı yoktur), la yu'rafu lehu aslun (aslı bilinmiyor), lem yuced lehu aslun Lem yûced (bulunmadı) aslı bulunamadı), tabirleri kullanılır.

Lâ Yesıhhu
Sahih değildir demektir. Terim olarak hadisin zayıf veya mevzu olduğunu ifade etmekte kullanılmıştır. Zayıf raviler (du'afâ) ve mevzu hadislerle ilgili kaynaklarda kullanılmışsa bu takdirde rivayetin mevzu olduğunu gösterir. Ahkâm hadislerine alt bir kaynakta kullanıldığı zaman rivayetin terim manasıyla sahih derecesinde olmadığını ifade eder. Aynı yerde, aynı manaya gelen lem yesıhh ve leyse bi's-sahîh tabirleri de kullanılmıştır. 

Lâ Şey'
“Bir şey değil; bir işe yaramaz” manasına bir tabir olup cerh lafızlarındandır. Fazlaca kullanılmayan bir cerh lafzı olduğundan derecesi kesinlikle tayin edilmiş değildir. Bununla birlikte bazı alimler üçüncü derece cerh lafızlarından olduğunu söylemişlerdir. Bu hükümle cerhedilen ravi metruk sayılır. Hadisi terkedilir.

Lâ Be’se Bihî
“Zararsız, zararı yok” manasına ta'dil lafızlarındandır. İbn Ebi Hatim'İn tertibine göre ikinci, ez-Zehebı'nin tertibine göre üçüncü, İbn Haceri'l-Askalaninin tertibine göre ise dördüncü mertebeye aelalet eder. 592 İbn Ebî Hâtim'e göre bu ve benzeri ifadelerle adaletine hükmedilen râvinin hadisi yazılır ve gözden geçirilir. 593 İbnu’s-Salâh da İbn Ebi Hâtim'in görüşüne katılarak şöyle der: İbn Ebî Hatim “Hakkında lâ be'se bihi denen râvinin hadisleri yazılır ve gözden geçirilir” derken haklıdır; zira ta'dilin ikinci mertebesine delalet eden lafızlar, râvinin zabt şartına işaret etmezler. Bu yüzden hadisleri râvinin zabtının açığa çıkması için gözden geçirilir.” 594 Diğer taraftan la be'se bihi lafzı Yahya b. Maîn'in bir ifadesi dikkate alınırsa, râvinin sika olduğuna delâlet eder. Rivayete göre Ebu Hayseme bu tanınmış cerh ve ta'dil alimine “Fulânun leyse bihi be'sun (Falan râvi la be'se bihdir); Fulan ise zayftır diyorsun? Bu sözlerinden maksadın nedir?” diye sorar. Alimimiz şu cevabı verir. “Biri hakkında la be'se bihi dersem o sikadır. Da'if dersem bilki sika değildir. Hadisleri yazılmaz.” 595 Yahya b. Ma'în'in bu sözü üzerine sika lafzı ile la be'se bihi lafzının aynı seviyede ta'dile delâlet edip etmediği üzerinde münakaşalar olmuştur. İbnu's-Salâh'a göre Yahya b. Ma'inin sonradan İbn Ebi Hâtim'in tertibinde birinci mertebede bulunan ta'dil lafzı sika ile ikinci mertebedeki lâ be'se bihî lafzını bir manada kullanması kendisine has bir ıstılahtır. 596El-Irakî de İbnu's-Salâh'a katılır ve Yahya b. Ma'în iki lafzı bir gösterecek şekilde “Leyse bihi be'sun” dediğim, “sikadır” dediğim gibidir dememiş, sadece “biri hakkında “la be'se bin” dersem o sikadır.” demiştir. Sikanın ise mertebeleri vardır. Mutlak olarak sikaya delâlette her iki lafız müşterektir. Bununla beraber sika lafzı ile râvinin mevsukiyetinin ifadesi la be'se bihle ifadesinden daha yüksek derecededir, İbn Mehdî'nin “Haddesena Ebu Halde” dediğinde “sika mıydı?” diye sorulması üzerine “saduktu, me’ınundu, hayırlıydı, fakat sika Şu'be ve Sufyandı” cevabını vermesi de buna delâlet eder. Aynı şekilde el-Mervezî, Ahmed b. Hanbel'e “Abdulvehhab b. Atâ sika mıdır” diye sormuş o da “Sika kimdir biliyor musun? Sadece Yahya b. Sa'îd el-Kattandır” cevabını vermiştir. 597Şu hale göre Yahya b. Ma'in bahse konu sözüyle sika ve la be'se bih lafızlarının birbirine denk olduğunu belirtmiştir. 598 La be'se bihi ta'dil lafzı yerine bazı âlimler leyse bihî be'sun lafzını kullanmışlardır.

Lâ Asle Lehu Bi-Haze'l-Lafz
Bk. Lâ Asle Lehu.
“Aslı yoktur” manasına gelen bu tabir mevzu hadisler hakkında verilen hükümlerdendir. Bu tabirle nitelenen mevzu hadisin, nakledildiği herhangi bir isnadı yoktur, es-Suyûti'nin kaydettiğine göre hadis imamları la asle lehu veya aynı manada leyse lehu aslun dedikleri hadisin isnadı yoktur. İsnadı olmayan hadis ise hadis olarak hiçbir kıymet ifade etmez. Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadislerini nakilde itimad sadece sahih isnadlarla rivayet edilenleredir. İsnadı olmayan hadisin sıhhati de olmaz. Mevzu hadisleri değerlendirmede ayrıca aynı manada la asle lehu bi-hâze'1-lafzi (bu lafızla aslı yoktur), Leyse lehu aslun (aslı yoktur), la yu'rafu lehu aslun (aslı bilinmiyor), lem yuced lehu aslun Lem yûced (bulunmadı) aslı bulunamadı), tabirleri kullanılır.

Lâ Asle Lehu
“Aslı yoktur” manasına gelen bu tabir mevzu hadisler hakkında verilen hükümlerdendir. Bu tabirle nitelenen mevzu hadisin, nakledildiği herhangi bir isnadı yoktur, es-Suyûti'nin kaydettiğine göre hadis imamları la asle lehu veya aynı manada leyse lehu aslun dedikleri hadisin isnadı yoktur. İsnadı olmayan hadis ise hadis olarak hiçbir kıymet ifade etmez. Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadislerini nakilde itimad sadece sahih isnadlarla rivayet edilenleredir. İsnadı olmayan hadisin sıhhati de olmaz. Mevzu hadisleri değerlendirmede ayrıca aynı manada la asle lehu bi-hâze'1-lafzi (bu lafızla aslı yoktur), Leyse lehu aslun (aslı yoktur), la yu'rafu lehu aslun (aslı bilinmiyor), lem yuced lehu aslun Lem yûced (bulunmadı) aslı bulunamadı), tabirleri kullanılır.

Lâ A'rifuhu Bi-Hâze'l-Lafz
Bk. La A'rifuhû.
Bu hadisi bilmiyorum demektir. Mevzu hadisleri değerlendirme şekillerinden biridir. Hadis İlminde yüksek dereceleri almış, hadisleri iyi bilen bir alimin bir hadis hakkında “bu hadisi bilmiyorum” demesi kendisine başka katılan olmasa bile o hadisin mevzu olduğuna hükmetmeye kâfidir. Bu konuda İbn Haceri'l-Askalânî şöyle demiştir: “Hadislere vakıf tenkitçi bir hafız muhaddis herhangi bir hadis hakkında “Bu hadisi bilmiyorum” derse bu, o hadisin hadis olmadığına hamledilir.” 590 Bununla birlikte bir âlimin bütün hadisleri bilmesi mümkün değildir. Nitekim rivayete göre Ebu Hâzim, meşhur hadis imamı ez-Zuhrî'nin yanında bir hadis rivayet eder. O, “bu hadisi bilmiyorum” der. Bunun üzerine “Hz. Peygamber (s.a.s)'in bütün hadislerini ezberledin mi? diye sorulur. Ez-Zuhrî bu soruya “hayır” cevabını verir. Soruyu soran “Yarısını biliyormusun?” diye sorunca da “Umarım biliyorum” der. Soru sahibi “Öyleyse der; bunu da bilmediğin o yandan say.” ez-Zuhrî çapında bir âlimin bilmediği hadis olunca diğerlerinin bilmedikleri de olabilir düşüncesi ile İbn Hacer'in bu görüşüne itiraz edilmiştir. es-Suyütî güzel bir izahla İbn Hacer'n görüşünü savunarak şunları söylemiştir: “Bu, hadislerin kitaplarda toplanmasından önce idi; zira o zamanlar hafız derecesindeki muhaddislerin bilmedikleri hadisler bazı ravilerin mahfuzu bulunuyordu. Ancak hadislerin tedvin ve kitaplara dercedilmesinden sonra hadis âlimlerinin başkaları tarafından irad edilen hadisleri bilmemesine imkân kalmamıştır.” 591 Mevzu hadisleri değerlendirmede ayrıca aynı manaya gelen, lem a'rif (bilmiyorum), la a'rifuhû bi-hâze’l-lafz (Bu lafızla bilmiyorum), lem ekıf aleyhi (vakıf olmadım), Lâ A'rifu lehu aslen (aslını bilmiyorum), lem ecid lehu aslen (aslını bulamadım), Lem ekıf lehu alâ aslin (aslına vakıf olamadım), lem erahu bi-haze'1-lafzi (bu lafızla görmedim, bilmiyorum) , lem ecidhu (hadisler arasında aslını bulamadım), lem yerid fîhi şey'un (bu konuda hiçbir şey varid olmadı), la men ahrecehe ve lâ isnaduhu (ne rivayet edeni biliniyor; ne de isnadı) tabirleri de kullanılır.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget