Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

01/06/20

Istılâhât-ı Hadîsiye
Bk. Istılah.
“Salaha” kök fiilinden ifti'âl babından mastar olan ıstılah, sözlük bakımından kaidenin zıddıdır ve uygunluk anlamını verir. 401 Hadis terimi olarak, hadîs alimlerinin bir kelimeyi sözlük anlamından ayrı özel bir manada kullanmalarına ve bu kelimenin sözlük manasından çıkarak Hadis İlminde kazandığı hususi manaya delâlet etmek üzere kullanılışına denir. Günümüzde kullanılan terim karşılığıdır. Çoğu ıstılâhât gelir. Bir kelimenin Hadis İlminde aldığı ıstılah manasının sözlük manasıyla ilgisi bazı kelimelerde varsa da kimilerinde yoktur. Söz gelişi mevzu ıstılahının manası, aslındaki uydurmak manasıyla yakından ilgilidir. Buna karşılık sözlükte iyi ve güzel anlamına gelen hasen sıfatının Hadis İlmindeki ıstılah manasının sözlük anlamıyla hiçbir alakası yoktur. Hadis İlminde pek çok ıstılah kullanılmıştır, bunlara ıstılâhât-ı hadîsiye de tabir edilmiştir. Aynı manada mustalah kelimesini kullananlar da vardır. Onun çoğulu mustalahât şeklindedir. Hadis kelimesiyle oluşturduğu Mustalâhâtu's-Hadîs tamlaması ise Hadîs Usûlü İlminin bir diğer adıdır.

Istılah
“Salaha” kök fiilinden ifti'âl babından mastar olan ıstılah, sözlük bakımından kaidenin zıddıdır ve uygunluk anlamını verir.  Hadis terimi olarak, hadîs alimlerinin bir kelimeyi sözlük anlamından ayrı özel bir manada kullanmalarına ve bu kelimenin sözlük manasından çıkarak Hadis İlminde kazandığı hususi manaya delâlet etmek üzere kullanılışına denir. Günümüzde kullanılan terim karşılığıdır. Çoğu ıstılâhât gelir. Bir kelimenin Hadis İlminde aldığı ıstılah manasının sözlük manasıyla ilgisi bazı kelimelerde varsa da kimilerinde yoktur. Söz gelişi mevzu ıstılahının manası, aslındaki uydurmak manasıyla yakından ilgilidir. Buna karşılık sözlükte iyi ve güzel anlamına gelen hasen sıfatının Hadis İlmindeki ıstılah manasının sözlük anlamıyla hiçbir alakası yoktur. Hadis İlminde pek çok ıstılah kullanılmıştır, bunlara ıstılâhât-ı hadîsiye de tabir edilmiştir. Aynı manada mustalah kelimesini kullananlar da vardır. Onun çoğulu mustalahât şeklindedir. Hadis kelimesiyle oluşturduğu Mustalâhâtu's-Hadîs tamlaması ise Hadîs Usûlü İlminin bir diğer adıdır.

Huve Ruknu'l-Kizb
“Yalanın direğidir” manasına cerh lafızlarının en ağırlarındandır. İbn Hacer'in cerh lafızlarının altıncı mertebesine eklediği lafızlar arasında yer alan bu cerh lafzı, ravinin hadis vaz eden aşırı yalancı olduğunu ifade eder. Haliyle böyle bir lafızla cerhedilen ravinin kendisi yalancı, hadisleri yalan addedilir

Humasiyyât
Kelime olarak beşli manasına gelen “humâsî'nin çoğuludur. Tabir olarak ise son ravisi ile Hz. Peygamber (s.a.s) arasında beş ravi olan âlî isnadlarla rivayet edilen hadislere denilmiştir. Kimi hadis âlimleri, böyle kendileri ile Hz. Peygamber arasında beş ravi bulunan en âlî isnadlarıyla rivayet ettikleri hadisleri ayrı bir hadis cüzü halinde toplamışlardır. Böyle kitaplara da humasiyyât adı verilmiştir, ed-Dârekutnî'nin Süneninden seçme humâsî isnadla rivayet edilmiş hadisleri ihtiva eden cüz buna misal verilebilir.

Humâsî
Bk. Humasiyyât
Kelime olarak beşli manasına gelen “humâsî'nin çoğuludur. Tabir olarak ise son ravisi ile Hz. Peygamber (s.a.s) arasında beş ravi olan âlî isnadlarla rivayet edilen hadislere denilmiştir. Kimi hadis âlimleri, böyle kendileri ile Hz. Peygamber arasında beş ravi bulunan en âlî isnadlarıyla rivayet ettikleri hadisleri ayrı bir hadis cüzü halinde toplamışlardır. Böyle kitaplara da humasiyyât adı verilmiştir, ed-Dârekutnî'nin Süneninden seçme humâsî isnadla rivayet edilmiş hadisleri ihtiva eden cüz buna misal verilebilir.

Hükmen Merfû
Merfu bahsinde etraflıca söz konusu edildiği gibi, isnadı Hz. Peygamber'e (s.a.s) kadar ulaşan, ona isnad edilen söz, fiil ve takrirlerden ibaret bütün hadislere merfû' denir. Hadislerdeki sözler, fiiller ve takrirlerin Hz. Peygamber'e ait olduğu ya sahabinin ona isnad eden sözlerinden anlaşılır; ya da onların Hz. Peygamber'e ait olduğuna hükmedilir. Açıkça isnad ederek değil de hükmetmek yoluyla Hz. peygamber (s.a.s) 'e ait olduğu anlaşılan hadislere hükmen nıerfû’ (merfû hükmen) adı verilir. Bir başka ifadeyle sahâbînin Hz. Peygambere isnad etmeksizin söylediği, ancak isnadı sahâbîde son bulduğu halde konusu itibariyle mevkuf olmayıp merfû' olan hadisler hükmen merfu kabul edilirler. Bir hadisin hükmen merfu olduğu o hadisi rivayet eden sahabinin sözünden anlaşılır. Şayet sahabi hadisini, kunna nekûlu keza (Bizler şöyle derdik); kunnâ nef alu alâ ahdi'n-Nebî (Hz. Peygamber zamanında şöyle yapardık); umirna bi-keza (şu onunla emrolunduk); Nuhînâ an keza (şundan menedildik); mine's-sunne keza (şöyle yapmak sünnettendir) veya benzeri bir lafızla nakletmişse, yahutta kunna nekûlu zemene'n-Nebiyyi (s.a.s), (biz Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında şöyle derdik); kunna nef alu alâ ahdi Resûlîllah (s.a.s) (Biz Hz. Peygamber (s.a.s)'in hayatta olduğu dönemde şöyle yapardık) gibi ifadelerle rivayet ederse o hadis hükmen merfû sayılır. Sahabî tarafından Hz. Peygamber (s.a.s)'e isnad edilerek değil de bu ve benzeri ifadelerle nakledilen hadislerin hükmen merfû sayılmaları, Hz. Peygamber henüz hayatta iken sahabîlerin ona sormadan kendiliklerinden bir iş yapmalarının akla uzak olmasındandır. Tarihen sabittir ki sahabîler, müslüman olduktan sonra eski yaşayılarını bırakarak tamamen Kurrân-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in sünneti doğrultusunda islamî bir hayat yaşamaya başlamışlardır. Bunun yanısıra dine uygun olup olmadığını Hz. Peygamber'e danışmadan bir işi yaptıkları görülmemiştir. Bilhassa itikad, ibadet esaslarını kendi ictihadlarıyle kesdirerek uygulamalarına imkân yoktur. Bu durumda Hz. Peygamber sağken sahabîlerin yaptıkları işlerin onun bilgisi ahtnda veya öğrettiği şekilde işlenmiş olması gerekir. Dahası, bir sahabî “şununla emrolunduk, şundan menedildik” demişse emreden de men eden de Hz. Peygamberdir. Onlara bu emri veren ya da yasağı koyan bir başka merci olamaz. Yine bir sahabî “şu şey sünnettir” demişse o şeyin Hz. Peygamber tarafından işlendiğini veya takrir yoluyla beğenildiğini ifade etmiştir. Şu hale göre sahabîlerin kendi ictihadlarıyla yapmalarına imkanı olmayan işleri Hz. Peygamberden öğrendikleri şekilde yaptıklarına hükmedilerek böyle işlere hükmen merfû tabir edilmiştir. Burada bir soru akla gelebilir. Acaba sahabîlerin hangi söz ve fiilleri hükmen merfûdur; hangileri değildir; mevkuftur? Hükmen merfû bir hadisi mevkuftan ayıracak ölçü nedir? Hükmen merfû ile mevkufun hudutlarını ayrı ayrı açıklığa kavuşturacak şöyle bir ölçü getirilmiştir: Sahabîlerin ictihadî olmayan, kendiliklerinden söylemeleri veya yapmaları imkânı da bulunmayan işlerle ibadet konusunda söyledikleri veya yaptıkları hükmen merfûdur. Kendiliklerinden bildirdikleri bir görüş, şahsî kanaat veya herhangi bir dinî konuda verdikleri fetvalar ise mevkuftur. Söz gelişi Kur'ân-ı Kerim ayetlerinin nüzul sebebim gösteren sahabî rivayeti hükmen merfûdur; çünkü olayda sahâbînin dahli yoktur. Oysa bir ayetin nüzul sebebi hakkındaki rivayet arasında o ayetin manası yahut tefsirine dair bir şeyler söylemişse bu, mevkuftur. Şu da var ki sahabîlerin sure veya ayetin iniş sebebine dair söyledikleri en azından mana yönünden aşağı yukarı aynı olduğu halde tefsirine dair söyledikleri bazen oldukça farklıdır. Bu fark, sahabîlerin şahsî görüş, kanaat ve bilgi farkından ileri gelmektedir. Böyle oluşu bile Kur'ân-ı Kerim ayetlerinin sebebi nüzulleri hakkındaki sahabî sözlerini hükmen merfû, bunun yanısıra tefsirine dair söylediklerinin mevkuf sayılması için yeterli sebeptir.

Huffâz
Bk. Hafız.
“Ezberleyen, muhafaza eden” sözlük anlamıyla muhaddislere verilen lakablardan biridir. Hadis İlminde yüksek derecelere ulaşmış olanlara verilmiştir. Tarifinde birlik yoktur. el-Huseyn b. Abdilvâhid eş-Şirâzî'ye göre hafız, hadislerin isnadlarmı bilen, metinlerini bilmeyen hadiscidir. İbn Seyyidi'n-Nâs hafızı kendi şeyhlerinin şeyhlerinin şeyhlerini tabaka tabaka bilen ve her tabakada bildiği bilmediğinden çok olan hadisci olarak tarif etmiştir. Cemaluddin Yusuf b. Abdirrahmân el-Mizzî'ye göre ise hafız, bildiği kişiler bilmediklerinden çok olan kimsedir. İbn Haceri'l-Askalânî'nin rivayet ettiği bir haberde şeyhi el-Irakî'ye o gün için bir talibin hafızlık derecesine yükselebilmesi için gereken ölçüyü sorduğunda İbn Seyyidi'n-Nâs'ın tarifini kolay ve basit, el-Mizzî'nin tarifini ise dar bir tarif olarak nitelemiştir. 335 Bazı muhaddislere göre hafiz, yüz bin hadisi senedleriyle birlikte hıfzeden, senetleri teşkil eden ravilerin hayat hikayelerini, hallerini cerh ve ta'dil açısından herbiri hakkında verilmiş hükümleri bilen hadiscidir. Ancak işaret etmek gerekir ki, bu muhaddisin ne kadar hadis bildiğini kestirmek çok zordur. Bu itibarla hafız tabirinin delalet ettiği dereceyi böyle bir rakamla olmaktan çok, hadis ilminde kazandığı yüksek bir mertebe olarak anlamak daha uygun olur. Çoğulu huffâz gelir. Hafızlık derecesine yükselmiş alimlerden birkaçı şunlardır: Abdurrahmân b. Mehdî, Ebu Bekr b. Ebî Şeybe, ed-Dârimî, İbn Abdilberri'l-Kurtubî, İbn Asakir.

Hüccet
Sözlükte delil ve burhana denir. Bir hakikati açığa çıkaran gerek aklî, gerek naklî, gerek iknâ'î delile hüccet adı verilir. Hadis Usulünde iki ayn yerde iki ayrı manaya kullanılır. Bunlardan birincisi, ta'dil lafızlarındandır. Ta'dilin, İbn Ebî Hâtim'in tasnifine göre birinci, İbn Hacer'inkine göre ikinci mertebesine delâlet eder. el-Hatibu'1-Bağdâdî, bu mertebede yer alan lafızlar içinde en yüksek lafız olarak hücceti görmüştür. Kaide olarak bu mertebede bulunan lafızlardan birisiyle adaletine hükmedilen raviler, her bakımdan güvenilir kimselerdir. Başka suretle hataları açığa çıkmadıkça rivayetleriyle gönül rahatlığı ile amel edilir. İkincisi, muhaddislere verilen lakablardandır. Hafızdan bir derece yüksek muhaddislere verilmiştir. Hüccet lakabiyle bilinen muhaddis, hadis ilimlerini layıkiyle bilen, herkesin otorite olarak kabul edeceği bir mertebeye yükselmiş olan alim demektir. Bazı hadiscilere göre hüccet lakabı verilen hadis alimi üçyüz bin hadisi metin ve senetleriyle hıfzetmiş, senedlere dahil ravilerin hayat hikayelerini, cerh ve ta'dil noktasından hallerini bilen kimsedir. Ancak, işaret etmek gerekir ki bir muhaddisin ne kadar hadis bildiğini kesin rakam ölçüsü içinde kestirmeye imkan yoktur. Aynı şekilde hadis ravilerinin hayat hikayelerini, cerh ve ta'dil açısından haklarında verilmiş hükümlere ne derece muttali olduğunu kestirmek çok güçtür. Bu itibarla hüccet tabirinin delâlet ettiği manayı böyle bir rakamla değil, alimin hadis ilminde ulaştığı pek yüksek bir mertebe olarak kabul etmek daha uygun olur. Hadis İlminde hüccet kabul edilen âlimlerden bazı isimler: Hişâm b. Urve İbni'z-Zubeyr; Musedded b. Meserhed el. Basrî; Ebu Nu'aymi'l-Curcânî.

Hiyârun
Şer karşılığı olarak ayır- iyüik, halkın meyil ve rağbet ettiği nesne, mal gibi manalara gelen. “hayr”in çoğuludur. Malın güzide ve kaliteli olanına denir. 395Hiyâru'ş-Şey' bir şeyin efdal ve tercih edileni manasınadır. Aynı kelime şahıs için kullanıldığı zaman hayrı çok, bazı meziyetleri ve hasletleriyle üstün hale gelmiş kişi kasdedilir. Hadis ilminde el-Irâki'nin İbn Ebî Hatim tarafından ilk defa tasnif edilen ta'dil lafızlarının ikinci mertebesine eklediği lafızlardandır. 396es-Sehâvi'ye göre hayr lafzı da aynı mertebede yer alır. Bu lafzın ta'dîl lafızları arasında yer alması faziletli bir müslüman olan Seyf b. Ubeydillah el-Cermî'ye hayru'1-halk denilmesi sebebiyledir. 397 Kaide olarak ta'dilin İbn Ebî Hâtim'in tasnifine göre ikinci mertebesinde yer alan lafızlardan birisiyle adaletine hükmedilmiş ravinin hadisleri yazılır ve gözden geçirilir; zira İbnu's-Salâh'a ve ona tabi olan alimlere göre bu mertebede bulunan lafızlar ravinin zabt vasfını bildirmezler. Öyle olunca o grupta bulunan lafızlardan biriyle ta'dil edilmiş ravinin hadisleri, zabtının anlaşılabilmesi için gözden geçirilir. Eğer bu gözden geçirme o ravinin gerçekten dâbıt olduğuna hükmetmeye kafi gelmezse hadislerini itibara tabi tutmaya ihtiyaç hasıl olur. 398Haliyle zabt hükmü itibardan sonra verilir. Diğer taraftan hiyârun lafzını hadis imamlarından Abdurrahmân b. Mehdinin şeyhinin ta'dilinde kullandığı meşhurdur, rivayete göre bir gün hadis rivayet ederken “Haddesenâ Ebu Halde” demiştir, “sika mıdır?” diye sorulunca “Sadûktur, me’ınûndur, hiyârdır. Sika olan Şu'be ile Sufyândır” cevabını vermiştir. 399 Sonuç olarak denilebilir ki, hiyârun lafzı bazı muhaddisler tarafından ta'dilin ikinci mertebesinde yer alan diğer lafızlarla aynı derecede ta'dîle delalet etmek üzere kullanılmıştır. Ancak onlar kadar fazla kullanılmış değildir.

Hisân
Hasen hadisler manasına hasenin çoğuludur. el-Ferrâ lakabiyle meşhur el-Huseyn b. Mes'ûd el-Beğavî'nin Mesâbîhu's-Sunne adındaki muteber eserinde takip ettiği metot icabı hasen hadisleri topladığı kısma bölüm başlığı olarak koyduğu tabir demek daha doğru olan bir lafızdır. Âlimlerimiz, eserine aldığı hadisleri konularına göre tertip ederek her konuya giren hadisleri mine's-sıhâh ve mine'l-hisân başlıkları altında iki grupta toplamıştır. “Mine's-Sıhâh” başlığı altında topladıkları hakkında sahih hükmü verilenlerdir ve Buharı ve Müslim'in gerek ittifakla; gerekse herbirinin münferid olarak rivayet ettikleri hadislerden seçilmiştir. “Mine'l-hisân” başlığı altında verilenler ise Tirmizî, Ebu Davud ve Nese'î'den naklettikleridir. İbnu's-Salâh, el-Beğavî'nin, eserinde naklettiği hadisleri bu şekilde iki kısma ayırarak az önce zikredilen başlıklar altında toplamasına, daha doğrusu, es-Sahîhân'ın her ikisinden, yahut da sadece birisinden derlediği hadisleri es-Sıhâh; Ebu Davud, Tirmizî ve benzeri sünen kitaplarından derlediklerine el-hisân demiş olmasına karşı çıkarak sonucu tabirin hadiscilerce bilinmediğini söylemiştir. Ona göre hasen hadisler sadece Ebu Davud, Tirmizî gibi muhaddislerin kitaplarında naklettikleri hadislerden ibaret değildir. Bu alimlerin kitapları hasen hadisleri olduğu gibi hasen dışında kalan başka neviden hadisleri de ihtiva ederler. 391Buna göre el-Beğavî, eserinde el-hisân tabirini kullanmakla hadisciler tarafından bilinmeyen bir ıstılah ortaya atmıştır. Bununla hasen teriminde karışıklığa yol açmıştır. en-Nevevî de İbnu's-Salâh'a katılmış ve sünen kitaplarında sahih, hasen ve zayıf, hatta münker hadisler bulunduğunu ileri sürerek el-Beğavî'nin bunlardan derlediği hadislerin hepsine el-Hisân demesinin doğru olmadığını söylemiştir. 392 Bazı âlimlerse el-Beğavi'yi savunmuşlar ve İbnu's-Salâh ile ona tâbi olan en-Nevevî'nin itirazlarının yerinde olmadığını söylemişlerdir. Bunlara göre Mesâbîhu's-Sunne musannifi, hisân tabiriyle hasen-garîb olan hadislerin sahihlerini beyan etmiştir. Buna karşılık el-Irâkî, el-Beğavî'nin sünenlerden derlediği hasen hadisleri “mine'l-hisân” başlığı altında toplamakla hiçbir zaman sahih olanlarını beyan etmemiş, daha çok garîb olanlarını açıklamış olacağını ileri sürerek itirazın yerinde olduğunu söylemiştir. Bununla beraber el-Irâkî'ye göre el-Beğavî, dinî meselelerde delil olma bakımından sahih ile hasen arasında hiçbir fark görmemiş olmalı ki, sünenlerden derlediği sahih hadisleri hasenlere katarak el-hisân başlığı altında ayrı bir yerde toplamıştır.393 Bazı âlimler de el-Beğavî'nin bu yaptığının bir ıstılah olduğunu, ıstılahlar konusunda ise münakaşa edilemiyeceğini iddia etmişlerdir. Nitekim et-Tebrizî, el-Beğavî'ye itiraz ettikleri için İbnu's-Salâh ve en-Nevevî'ye hayret etmiştir. İbn Hacer de İbnu's-Sâlah’ın, el-Beğavî'nin dört sünenden derlediği hadislere hisân demekle, tabiri kendince ıstılah haline getirdiğini; böylece de her hadisin sonunda “bunu ashabı Sünen tahric etmişlerdir” demesine hacet kalmadığını anlatmak istediğim söylemiştir. Arkasından da “bu, demiştir; örfî ıstılahta geçmeyen yeni bir terimdir.

Hıfzı Kezâ
“Hıfzettiğim şekil böyledir” manasına gelen bu ifade hadis rivayeti şartlarından biriyle ilgilidir. Şöyle ki, bir şeyh kitabında ezberinin aksine bir metin bulduğu zaman hadislerini kitabından ezberlemişse kitabındaki şekle göre rivayet eder. Eğer şeyhinden ezberlemişse şüphelenmediği sürece hıfzını esas alır. Bununla birlikte hıfzı ile kitabındaki şekli birleştirerek “kitabımda böyle, hıfzım böyle” demesi uygun olur. Hadisinde başkasına muhalefet ettiği takdirde “başkasının (veya fulanın) rivayeti böyle, benim hıfzım böyle” diyerek açıklama yapması da uygun düşer. 390Buna göre muhaddis, bu gibi durumlarda başka şeyhlerin rivayetlerinden farklı olan rivayetinin aslında ezberlediği şekilde olduğunu belirtmek üzere hıfzı keza tabirini kullanır.

Hayrun
Bk. Hiyârun
Şer karşılığı olarak ayır- iyüik, halkın meyil ve rağbet ettiği nesne, mal gibi manalara gelen. “hayr”in çoğuludur. Malın güzide ve kaliteli olanına denir. 395Hiyâru'ş-Şey' bir şeyin efdal ve tercih edileni manasınadır. Aynı kelime şahıs için kullanıldığı zaman hayrı çok, bazı meziyetleri ve hasletleriyle üstün hale gelmiş kişi kasdedilir. Hadis ilminde el-Irâki'nin İbn Ebî Hatim tarafından ilk defa tasnif edilen ta'dil lafızlarının ikinci mertebesine eklediği lafızlardandır. 396es-Sehâvi'ye göre hayr lafzı da aynı mertebede yer alır. Bu lafzın ta'dîl lafızları arasında yer alması faziletli bir müslüman olan Seyf b. Ubeydillah el-Cermî'ye hayru'1-halk denilmesi sebebiyledir. 397 Kaide olarak ta'dilin İbn Ebî Hâtim'in tasnifine göre ikinci mertebesinde yer alan lafızlardan birisiyle adaletine hükmedilmiş ravinin hadisleri yazılır ve gözden geçirilir; zira İbnu's-Salâh'a ve ona tabi olan alimlere göre bu mertebede bulunan lafızlar ravinin zabt vasfını bildirmezler. Öyle olunca o grupta bulunan lafızlardan biriyle ta'dil edilmiş ravinin hadisleri, zabtının anlaşılabilmesi için gözden geçirilir. Eğer bu gözden geçirme o ravinin gerçekten dâbıt olduğuna hükmetmeye kafi gelmezse hadislerini itibara tabi tutmaya ihtiyaç hasıl olur. 398Haliyle zabt hükmü itibardan sonra verilir. Diğer taraftan hiyârun lafzını hadis imamlarından Abdurrahmân b. Mehdinin şeyhinin ta'dilinde kullandığı meşhurdur, rivayete göre bir gün hadis rivayet ederken “Haddesenâ Ebu Halde” demiştir, “sika mıdır?” diye sorulunca “Sadûktur, me’ınûndur, hiyârdır. Sika olan Şu'be ile Sufyândır” cevabını vermiştir. 399 Sonuç olarak denilebilir ki, hiyârun lafzı bazı muhaddisler tarafından ta'dilin ikinci mertebesinde yer alan diğer lafızlarla aynı derecede ta'dîle delalet etmek üzere kullanılmıştır. Ancak onlar kadar fazla kullanılmış değildir.

Hasenu'l-Hadîs
Sözlük itibariyle “hadisleri güzel” manasına gelen bu tabir ta'dil lafızlarındandır. İbn Ebî Hatim'in tasnifinde ta'dil lafızlarının üçüncü mertebesine delâlet eden şeyhlin lafzına el-Irakî ve ona tabi olarak es-Suyûtî'nin ekledikleri lafızlar arasında yer alır. İbn Ebî Hâtim'e göre şeyhim lafzıyla adaletine hükmedilmiş ravinin hadisleri yazılır. İtibar için gözden geçirilirse de mertebe itibariyle diğer iki derecede bulunan lafızlardan biriyle ta'dil edilen raviden daha aşağı mertebededir. Aynı şey hasenu'l-hadis denilen ravi için de geçerlidir.

Hasenu’l-İsnâd
Hadîsun hasenu'l-İsnâd tabirinin kısaltılmış şeklidir. Muhaddislerin bir hadisin isnad yönünden hasen olduğunu belirtmek üzere kullandıkları tabirdir. Muhaddisler, bir hadis hakkında bazen yalnızca hasen hükmü verirler. Bazen de hazâ hadîsun hasenu'l-isnad” (bu, isnadı hasen olan bir hadistir) gibi bir tabir kullanarak hasen hükmünü isnada hasrederler. Bu takdirde haliyle farklı bir durumu ifade etmiş olurlar; zira bir hadis hakkında hasen hükmü verdiklerinde o hadisin gerek isnad, gerekse metin yönünden hasen olduğunu ifade etmişlerdir. Hasenu'l-isnâd dediklerinde ise hadisin senedi hasen olmakla birlikte metninde şuzûz veya illet gibi onu hasen derecesinden aşağı düşüren bir kusurun bulunma ihtimalinden söz etmiş olurlar. Şu hale göre bir muhaddis her hangi bir hadisi verdikten sonra onu hasenu'l-isnâd olarak nitelemişse bu onun sadece isnad hakkında hasen hükmü verdiğini, metnin bu hükümden hariç olduğunu ifade etmiş olur. Bir diğer ihtimale göre muhaddis, hasenu'1-isnâd dediği hadisin isnadında sırf kendisinin farkettiği değişik bir durum (nükte) görmüştür. Bunun için hadisi isnadı hasen olarak nitelemiştir. Yoksa hadisin hem metin, hem de sened yönünden hasen olduğuna kesin kanaat getirseydi bu tabiri zaten kullanmazdı. Bununla birlikte es-Suyûtî'nin de aralarında bulunduğu bazı alimler, hadis ilminde söz sahibi, görüşüne itibar edilen, hafız derecesine yükselmiş bir muhaddisin hasenu'l-isnâd dediği hadisin hem metin hem de sened yönünden hasen sayılabileceği görüşündedirler. Bunlara göre böyle bir alim hadisleri araştırma konusunda otoritedir ve hasenu'l-isnâd hükmünü ancak hadisin metin ve senedini etraflı bir şekilde tetkik ettikten sonra verir. 389 Şu halde bir hadis hakkında hadisciler tarafından hasenu'l-isnad hükmü verilmişse bu, esas itibariyle senedin hasen olduğu manasına gelir. Metnin de hasen olmasını gerektirmez; zira metnin de hasen olabilmesi şâz ve illetli olmaması gerekir. Metninde şuzûz ve illet bulunan hadisler zayıf grubuna girer ve hasenden daha aşağı mertebeye dahil olur.

Hasen-Sahîh-Garîb
Hasen hadisleri el-Câmi'u's-Sahîh adlı eserinde ilk defa bir hadis çeşidi olarak kullanan Tirmizî, bazen hasen terimiyle birlikte bir, hatta yerine göre iki terimi daha bir arada kullanır. Hasen-sahih-garib bölye birleşik bir terimdir ve sık sık kullandığı hasen-sahih tabirine bir de hadisin garabet vasfını ifade eden garîb teriminin eklenmesiyle meydana gelmiştir. Garîb lafzının bazen sahihten önce de geldiği görülür. Diğer birleşik terimler gibi bunun da onları ilk defa kullanan Tirmizî tarafından herhangi bir açıklaması yapılmış değildir. Bu itibarla Tirmizî' nin hasen-sahih-garib tabirinin delâlet ettiği manayı açıklamaya çalışmak başka alimlere düşmüştür. Önce terimin kullanış şeklini misal üzerinde görmek yerinde olur. “... Hz. Peygamber (s.a.s)'den “Cennette er-Reyyân denilen bir kapı vardır. Kıyamet günü, oruç tutanlar o kapıya çağrılır. Cennete o kapıdan girerler. Artık o kapıdan bir kere girdiler mi, ebediyen susuzluk nedir bilmezler” buyurduğu rivayet edilmiştir. Ebu İsa, “Bu, hasen-sahih-garîb bir hadistir” demiştir. 386 “... Bureyd b. Ebî Meryem'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Cuma namazına giderken Abâye b. Rifâ'a b. Rafi arkamdan yetişti ve “müjdeler olsun, dedi; şu attığın adımlar Allah yolunda atılmaktadır. Ebu Abs'ın Hz. peygamber (s.a.s)'in şu sözlerini işittim dediğini bizzat ağzından duydum: “Allah yolunda tozlanan ayaklara Cehennem ateşi haramdır.” Ebu İsa “Bu hasen-garib-sahih bir hadistir” dedi.” 387 İster ilk misaldeki, ister ikincideki şekilde kullanılmış olsun, hasen-sahih terimlerine garib vasfının eklenmesiyle meydana gelen birleşik hasen-sahih-garîb teriminin manasını İbn Teymiye şöyle açıklamaya çalışmıştır: “Sahih-hasen-garîb terimlerinin bir hadiste birleşmesi şöyledir: Hadis, bazen sahih-garib bir isnadla rivayet edilmiş olabilir. Sonra aynı hadis, isnadın üst tarafında bulunan bir raviden biri sahih iki tariktan rivayet edilir ve sahih-garîb-hasen olur; zira hasen, tarîki fazla olan ve itham edilmiş ravisi bulunmayan hadistir. Her iki tarikdan sahih olsa öyle hadise sadece sahih denir. Şayet iki tariktan birinin sıhhati belli olmazsa o takdirde sıhhati kesin olmayan tariktan hasen olmuş demektir. Şöyle de olabilir: Hadis bazen garîbu'l-isnâd olur. Yalnız tek vecihten bilinir. Eğer o garîb vecihten hadis sahih olursa hükmü sahih- garîbdir. Böyle bir hadisin metni iki vecihten rivayet edilmekle hasen mertebesini alabilir. Bunun içindir ki muhaddis, bu konuda fulan ve fulanın rivayetleri vardır der ve bu sözüyle hadisin manasına uyan ve onu hasen kılan sevahidi olduğunu ifade etmiş bulunur. İsnadı garîb olmakla beraber hadise sahih denilmişse o hadis ancak garîb tariktan sahih olarak sabit, hasen tarikdan rivayet edilmiş demektir. Aynı hadiste sıhhat ve hüsn vasıfları böylece birleşmiş ve garîb isnadla rivayet edilen vecihten garib olmuş olur.” 388 Görüldüğü gibi, İbn Teymiye'nin açıklaması konuya kesin bir yorum getirmemekte, ihtimaller üzerinde durmaktadır. Bu da daha çok tabirleri kullananın ne manada kullandığına dair herhangi bir açıklama yapmamış olmasından kaynaklanmaktadır.

Hasen-Sahih
Başta Tirmizî olmak üzere bazı muhaddisler bir hadis hakkında bazen “hazâ hadîsim hasenun sahih” (Bu, hasen sahih bir hadistir) diyerek hasen ve sahih hükümlerini bir arada kullanırlar. Aslmda bir hadis sıhhat bakımından ya sahih ya da hasen mertebelerinden birinde bulunur. Böyle olduğu halde iki terimin aynı hadisi değerlendirmede bir arada kullanılışı akla ister istemez şöyle bir soru getirir: Bir hadis ya hasendir; ya da sahih. Öyle iken nasıl hem sahih hem de hasen olabilir. Birbirinden farklı iki hüküm nasıl olur da bir hadis için bir arada kullanılabilir? Bir hadisin sıhhat mertebesini belirtirken hasen ve sahih hükümlerini birlikte kullanan muhaddisler, bununla neyi kasdettiklerini veya tabirin delâlet ettiği manayı açıklamadıklarından konu muğlak kalmıştır. Her ne kadar söz konusu iki terimin bir arada kullanıldıklarında neye delalet ettiklerini açıklayanlar olmuş; hatta aralarında münakaşalar edilmişe de birbirinden farklı açıklamalar yüzünden konu tam manasıyla açıklığa kavuşmuş değildir. İbnu's-Salâh'a göre Tirmizî ve diğer bazı muhaddislerin bir hadis hakkında hasen-sahih demeleri karışıktır; zira hasen, sahihten daha aşağı mertebededir. İkisinin arasım bir hadiste birleştirmek, hasenin sahihe nazaran daha aşağı mertebede bulunmasının nefy ve isbatını birleştirmektir. Bu konunun izahı şöyledir: Hasen - Sahîh birleşik terimi isnada aittir. Bir hadis, biri hasen diğeri sahih iki isnadla rivayet edildiği zaman o hadisin isnadlardan birbirine nisbetle hasen; diğerine nisbetle sahih olduğunu söylemek ve o hadis hakkında hasen-sahih demek doğru olur. Bununla birlikte tabirde kullanılan hasen lafzı ile ıstılah manasının değil lügat manasının kastedildiğini, bununla hadisin beğenilen ve yadırganmayan bir sahih hadis olduğunun belirtildiğini ileri sürenler de vardır. Bu izah da yabana atılamaz. 372 İbnu's-Salâh’ın bu açıklamasına itiraz eden İbn Dakîki'1-İyd, onun birinci hasen-sahih tabirinin isnada raci olması görüşünün yerinde olmadığını söylemiştir. Ona göre hakkında hasen-sahih hükmü verilen birçok hadis vardır ki, tek vecihten rivayet edilmiştir. Tirmizî'nin, (Bu, sadece bu vecihten bildiğimiz hasen-sahih bir hadistir); veya, (Bunu sadece falancanın hadisi olarak biliyoruz) dediği hadislerin çoğu öyledir. İbnu's-Salâh'ın ikinci hasen-sahih tabirindeki hasen lafzının sözlük manasıyla kullanıldığı yolundaki açıklaması da isabetli değildir. Zira hasen lafzını ıstılah manasında değil, sözlük manasına alınca lafız yönünden gönlün yattığı mevzu hadisi de hasen saymak gerekir. Kaldı ki, hadis ehlinden hiç kimse hasen lafzını sözlük manasında kullanmış değildir. Daha sonra kendi görüşünü açıklayan İbn Dakîki'l-İyd şunları söylemiştir: “Hasende sahihten daha aşağı mertebede olma kaydı şart değildir. Hasen hadisin sahihten aşağı mertebede olması hakikati ve zatı bakımından değil, ihtisar kaydı sebebiyledir. Ayrıca ravilerin rivayetlerinin kabulünü gerektiren birtakım sıfatlan vardır. Bu sıfatların da teyakkuz, hıfz ve itkan gibi dereceleri bulunur. Bu derecelerin ise bir kısmı bir kısmının üzerindedir. Bir ravide sıdk ve yalancılıktan uzak bulunmak gibi daha aşağı mertebede bulunan bazı sıfatların var oluşu hıfz ve itkan gibi daha üstün sifatlann bulunmasına engel teşkil etmez. Nasıl ki bir ravide hıfz ve sıdkın bir arada olması gibi çok yüksek sıfatlann bulunması, daha aşağı derecedeki sıfatların bulunmaması demek değildir. Şu hale göre bu konuda ravisinde sıdk gibi nisbeten aşağı mertebede bulunan bir özelliğin bulunuşu göz önünde tutulursa hadise hasen; hıfz ve itkan gibi üstün vasıfların bulunuşu dikkate alınırsa sahih demek doğru olur. Bu takdirde her sahih hadisin hasen olması gerekir. Muhaddislerin “hazâ hadîsun hasen” tabirlerinin sahih hadisler hakkında varid oluşu da bunu gösterir.373 İbn Dakîki'l-İyd'in bu açıklamaları konuya açıklık getirmesi bir yana daha sonraki hasen-sahih tabirini izah edenlere de ışık tutmuştur. Onun bilhassa İbnu's-Salâh'ın, tabirin isnada raci olması açıklamasına itirazı tek isnadla rivayet edilen hadisler için yerinde bir açıklama sayılmıştır. Nasıl olmasın ki, Tirmizî, el-Alâ b. Abdirrahman-Babası tarikiyle Ebu Hureyre'den, “Şa'ban ayının yansı kaldığında artık (tutmakta olduğunuz başlanmış orucunuz müstesna) oruç tutmayınız” hadisini rivayet etmiş, arkasından “Bu hasen-sahih bir hadistir. Bu lafızla ancak bu vecihten bilinir” demiştir.374 Halbuki bu hadisin bundan başka isnadı yoktur. Öyle iken hasen-sahih tabirinin isnadı tek olan hadis için bir vecihten sahih, bir vecihten hasen olarak rivayet edilmiştir şeklinde izah edilmesi doğru düşmez. el-Irâkî de bu konuda İbn Dakîki'l-İyd'e katılmış ve “muhaddisler demiştir; yerine göre zayıf bir hadisin de hasen olduğunu söylemişlerdir. Bu sözleriyle hasenin terim olarak taşıdığı manayı kasdetmeyip hadis lafızlarının güzelliğini ifade etmek istemişlerdir. Nitekim İbn Abdilberri'l-Kurtubî, Beyânu Adâbi'1-İlm adlı eserinde 375 “İlim öğreniniz; çünkü Allah (rızası) için ilim öğrenmek Allah korkusuyla birdir. İlim istemek ibadet; müzakeresi teşbih mesabesindedir. İlim aramak cihat; bilmeyenlere öğretmek sadakadır..,” diye başlayan uzun rivayeti naklettikten sonra, “Çok güzel bir hadistir. Lakin sahih bir isnadı yoktur” demiştir.376 İbn Abdilberr bu rivayet hakkındaki hükmünü bildirirken hasen lafzını kullanmış ve bu lafızla sırf lafzının güzel olduğunu belirtmiştir. Başka türlü de olamaz; zira söz konusu rivayet Musa b. Muhammed el-Belkâvî'nin, Abdurrahim b. Zeyd el-Ammî'den rivayetidir. el-Belkâvî, Ebu Zur'a ve Ebu Hâtim'in yalancılıkla, İbn Hibbân ve el-Ukaylî'nin hadis uydurmakla itham ettiği, rivayetlerine itibar edilmeyecek mat'un biridir.377 Bu hadisi de onun uydurduğu açıktır. Ayrıca Abdurrahîm b. Zeyd el-Ammî metrûku'l-hadîstir.378 Diğer taraftan Umeyye b. Hâlid'den şöyle bir haber varid olmuştur: “Şu'be'ye, “hasenu'l-hadîs olduğu halde Abdulmelik b. Ebî Süleyman'ı bırakıyor; Muhammed b. Ubeydillah el-Arzamî'den rivayette bulunuyorsun” dedim; “hadislerinin güzelliğinden kaçıyorum” cevabını verdi.” 379 Görüldüğü gibi İbnu's-Salâh’ın hasen-sahih tabirinin delâlet ettiği manayı açıklarken bahsettiği hasenin sözlük manasına alınabileceği ihtimali de varid görülmemiştir. İbn Kesîr lakabiyle meşhur İsmail b, Umer el-Kureşî, bazı alimlerin hasen-sahih tabirini, metin itibariyle hasen, isnad itibariyle sahih manasıyla açıkladıklarını kaydettikten sonra şöyle demiştir: “Bunu söyleyenler Sıfâtu Cehennem, hudûd, kısas ve diğer bazı konulardaki hadislere göre söylemişlerdir. Bana kalırsa bu tabir, hasen hadise sıhhat hükmü verilmesidir. Buna göre hakkında hasen - sahih denilen hadis, bu hükmü veren muhaddisin nazarında hasenden yüksek, sahihten aşağı derecededir. Böylece muhaddisin bir hadis hakkında verdiği sıhhat hükmü kendine göre sıhhatle birlikte verdiği hasen hükmünden daha kuvvetli olur.380 Tâhiru'l-Cezâ'irî'nin naklettiğine göre müellifiniz bir başka yerde konunun aslında yersiz olduğunu söylemiştir. Ona göre hasen ve sahih hükümlerinin bir hadiste birleşmesi, sahihle hasen arasında bir orta mertebe teşkil eder. Buna göre burada üç mertebe söz konusudur: Birincisi, en yüksek mertebe olan sahih; ikincisi, en aşağı mertebe olan hasen; üçüncüsü, her iki hükmün bir arada olduğu hasen-sahih mertebesi. Bu hale göre hakkında hasen-sahih denilen hadis, hasenden yüksek, sahihden aşağı mertebededir. 381 Hasen-sahih tabirinin manası hakkında ileri sürülen bu görüşlerden en fazla tenkit edileni İbn Kesir'in bu görüşü olmuştur. Nitekim Irâki, onu delil olmayan bir iddia, Tirmizi'nin kasdettiği manâdan oldukça uzak bir görüş olarak nitelemiştir.382 Aynı şekilde ez-Zerkeşî ile İbn Hacer de İbn Kesir'e itiraz ederek “bu üçüncü kısmın isbatı gerekir. Aynı görüşe sahip başka kimse de yoktur” demişlerdir. ez-Zerkeşî Ayrıca “Bu, demiştir; muhaddislerin bu konudaki icma’ına ters düşmüştür. Sonra böyle bir görüşün doğru kabul edilmesi, Tirmizî'nin kitabında, “hazâ sahîhun” tabirini az kullanması yüzünden, çok az sahih hadis bulunmasını gerektirir. Oysa onun sahih-hasen dediği hadislerin çoğu Buhari ve Müslim'in kitaplarında mevcuttur.” 383 Bunun arkasından el-Cezerî'nin aynı konudaki “Tirmizî, bir hadis hakkında hasen-sahih demişse bununla sıhhat ve hüsnü birleştirmiş demektir. Bu takdirde manaca sahihin altında olur” açıklamasını nakleden ez-Zerkeşî, kendi görüşünü şöyle açıklamıştır: “Tirmizi'nin hasen-sahih tabirini böyle hususi bir tarzda kullanmaktaki maksadı, ihtimal, teradüf yani mana birliğidir. Tabirin az kullanılması onun caiz olduğuna delildir. Nitekim bazı alimler aynı tabiri, haseni sahihe dahil addedenlerin görüşüne göre, haseni sıhhatle tavsif ettikleri yerde kullanmışlardır. Tirmizî'nin hasen-sahih tabiriyle her iki kelimenin iki hale ve iki zamana göre delâlet ettikleri gerçek manalarını ifade etmek istemesi de imkan dahilindedir. Şöyle ki, onun bir hadisi bir şeyhten bir kere mestur yahut sıdk ve emanetle meşhur olduğu sırada; bir kere de aynı Şeyhin hali adalet derecesine yükselmiş sayıldığı zaman işitmiş olması mümkündür. Böylece o iki zamanda iki ayn vasıf taşıyan şeyhinden biri önce, biri sonra ike kere rivayet ettiği hadisi ondan gelen tek isnadda birleştirmiş olur. Nitekim onun bir hadisi aynı Şeyhten defalarca işittiği birçok kimseden rivayet edilmiştir. Uzak da olsa bu ihtimal bu konuda söylenenlerin gerçeğe en yakın olanıdır. Bununla beraber Tirmizî'nin hasen-sahih tabiriyle hadis hakkında kendi hasen içtihadı ile başkasının sahih içtihadını veya aksini ifade etmiş olması da mümkündür. Böylece hasen-sahih hükümleri iki görüşü birleştirmiş olmaktadır.” 384 Hasen-sahih tabirinin delâlet ettiği mana hakkında en güzel açıklamayı İbn Hacer yapmıştır. Ona göre hasen ve sahih vasıfları bir hadis hakkında bir arada kullanılmışsa bu müctehidin ravi hakkındaki tereddüdü dolayısiyledir. Bu tereddüt ravinin bu rivayette teferrüd etmesi halinde görülür. Hadis imamlarının bir ravinin hali üzerinde tereddüt etmeleri, müctehidin onu iki vasıftan biri ile tavsif etmesine imkan vermez. Bu takdirde hadisi bazılarına göre hasen, bazılarına göre de sahih olduğu söylenir. Ancak burada hasenun ev sahîhun demek gerekirken tereddüde delâlet eden “ev” edatı kaldırılır. Buna göre hakkında hasenun ev sahihun denilen hadis, tereddütsüz olarak yalnız sahihun denilen hadisten daha aşağı mertebededir; çünkü kesin ifade, tereddütle ifadeden daha kuvvetlidir. Hadisin iki isnadı bulunması halinde iki vasfın bir hadis hakkında birlikte kullanılması ise biri hasen, diğeri sahih iki isnadı itibariyledir. Bu takdirde hakkında hasen-sahih hükmü verilene nisbetle daha üstündür; çünkü isnadın çokluğu hadisi kuvvetlendirir. 385 İbn Hacer'in bu açıklaması hasen-sahih tabirinin en tutarlı açıklaması sayılacak niteliktedir. Bu açıklamaya göre hakkında hasen-sahih tabiri kullanılmış olan hadisin isnadı tek ise bu ifade “hasenun ev sahîhun” demektir. Bu ise hadis hakkında hüküm farkını ifade eder. Böyle bir hadis yalnızca sahih denilene nisbetle daha aşağı derecededir. Hakkında hasen-sahih hükümleri bir arada verilen hadisin birkaç isnadı varsa bu takdirde de bir isnadla hasen; bir arada verilen hadisin birkaç isnadı varsa bu takdirde de bir isnadla hasen, bir başka isnadla sahih olarak rivayet edilmiş demektir. Bu takdirde ise iki vasfı taşıması ve isnadının fazla olması yüzünden hakkında sadece sahih hükmü verilenden daha kuvvetli sayılır.

Hasen-Garîb
Maddesinde de görüldüğü gibi, el-Câmi’ isimli kitabında hasen terimini ilk defa bir hadis çeşidi olarak kullanan Tirmizî, bazen hasen terimiyle birlikte bir başka terimi daha kullanır. Hasen-Garib birleşik terimi bunlardandır. Tirmizî, el-Câmi'inde kullandığı ıstılahların hasen dışında hiçbiri hakkında bilgi vermiş değildir. Bu yüzden hadis alimleri, onun hasen-garîb ıstılahının manasını açıklamaya çalışmışlardır. Ancak ıstılahı kullananın maksadı hakkında ihtimaller üzerinde durmaktan öte gidememişlerdir. Bu yüzden aralarında tartışmalar olmuştur. İslâm âlimlerinin hasen-garîb birleşik ıstılahının manasını açıklamak üzere söylediklerine geçmeden önce bu tabiri kullanış şeklini misal üzerinde görmek yerinde olacaktır: “... İbn Abbas (r.anhuma) dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a.s) “İki göze Cehennem ateşi asla dokunmaz. Biri Allah korkusuyla ağlayan göz, diğeri Allah yolunda (şuurlarda) nöbet bekleyen göz” buyurdu. Ebu İsa dedi ki: İbn Abbas'ın hadisi hasen-garib bir hadistir. 361 Tirmizî'nin hasen-garib terimiyle kasdettiği mananın açıklamasına gelince, Takiyyuddin Ahmed b. Abdilhalîm b. Teymiye bir fetvasında Tirmizî'ye bazı yerleşmemiş ıstılahları kullanmasından dolayı ta'n edenlerin, söylediklerinden çoğunu ne maksatla söylediklerini bilmeyenler olduklarına işaret ettikten sonra şöyle demiştir: “hadisciler bazen “haze'l-hadîsu garîbun” derler. Bu ifade “hadis bu vecihten garibtir” demektir. Hatta bazen bunu kendileri açıklayarak “bu vecihten garibtir” tabirini kendileri kullanırlar. Bu takdirde hadis, muhaddisler nazarında tek tariktan gelen ma'ruf bir sahih hadistir. Şayet başka tariktan da rivayet edilirse, metni sahih ve ma'ruf olsa bile öteki vecihten garib sayılır. Buna göre Tirmizî bir hadis hakkında “hasenun garîbun” dediği zaman bununla o hadisin o tariktan garib olduğunu kasdetmiştir. Ancak metnin şevahidi vardır ve onlarla hasen cümlesinden olmuştur.” 362 İbn Teymiye bir başka yerde aynı konuda garîb hadisin yalnız bir rivayet isnadiyle bilinen hadis; hasenin ise Tirmizî'ye göre iki yönden rivayet edilen hadis olduğuna, ravileri arasında yalancılıkla itham edilmiş bir ravi bulunmaması ile birlikte şaz olmaması gerektiğine işaret ettikten sonra ancak demiştir; bazı kimseler, onun hasen ismini verdiği hadislerin bu tavsife uymadığını söylemişlerdir. Meselâ hakkında hasen-garîb dediği hadisler bunlardandır ve yalnız bir tek isnadla rivayet edilmişlerdir. Tirmizî bunlara da hasen demiştir. O halde bunun izahı şöyle olmalıdır. Hadis, bir tek tâbi'îden rivayet olunduğu için garib sayılır. Fakat bu tabi'iden iki yönden rivayet edilince, tariklarının tabi'iden itibaren çoğalması sebebiyle hasen olur. Aslında hadis garîbtir.” Şu hale göre Tirmizî'nin bir hadis hakkında kullandığı hasen-garîb birleşik ıstılahından maksat, İbn Teymiye'ye göre hadisin isnadının bir merhalesine kadar garîb, o merhaleden itibaren de hasen oluşudur. ez-Zerkeşi'ye göre ise hadisin metin yönünden hasen, isnad yönünden ise garib olmasıdır.

Hasen Ü-Gayrîhî
Hasen hadisin kısımlarından biri olan hasen li-gayrihî İbnu's-Salâh'a göre İsnadında ehliyeti tahakkuk etmemiş mestur ravi bulunan ancak bu mestur ravi gaflet sahibi, rivayetlerinde fazlaca hata yapan kimse olmadığı gibi, hadiste kasden yalan söylemek veya başka sebep yüzünden fiskla itham edilmeyen bir kimse olan hadistir. Böyle bir hadis başka vecihlerden rivayet edilmekle kuvvet kazanır. Şaz ve münker olmaktan kurtularak hasen li-gayrihî adını alır. 364 İbnu's-Salâh’ın bu tarifi, hasen li-gayrihiyi esas itibariyle ravisinin zayıflığı yüzünden zayıf mertebesine düşen, ancak başka tariklardan rivayet edilmekle kuvvet kazanıp hasen derecesine çıkan hadis olarak almaktadır. Buna göre hadiste yalan söylemeyen, gaflet sahibi olmayan, rivayetlerinde aşın şekilde hata yapmayan zayıf bir ravinin rivayet ettiği zayıf hadis, gerek lafzan, gerekse manasiyle başka tariktan rivayet edildiği takdirde zayıf olmaktan çıkar; hasen derecesine yükselir. Ancak buna kendiliğinden değil, başka yönden rivayet edilme desteğiyle hasen olduğundan hasen li-gayrihî denir. Bazı âlimler, zayıf hadisi destekleyen rivayetin o zayıf hadisi rivayet eden ravinin şeyhinden veya onun şeyhlerinden birinden aynı lafızla yahut aynı manayı veren değişik lafızlarla rivayet edilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Bununla birlikte zayıflık sebebine irsal, tedlîs ve cehaleti de ekleyenler vardır. Netice itibariyle ravisinin kusuru, irsal veya tedlis yapması yahutta cehalet gibi sebeplerle zayıf addedilen bir hadis başka tanklardan lafzen veya na'nen rivayet edildiğinde hasen li-zâtihi olur demek daha şümullü bir tariftir. Meselâ, Ebu Sa'di'l-Hudrî demiştir ki: Yanımızda bir yetimin (emaneti bir miktar) şarap vardı. (İçkiyi yasaklayan) Ma'ide Sûresi (nin 90. ayeti) nazil olunca Hz. Peygamber (s.a.s)'e (bu şarabı ne yapacağımı) sordum ve “Yetim malı” dedim. Hz. Peygamber (s.a.s) “Olsun, dökün” dedi.”365 Bu hadisi Mücalid tarikinden rivayet eden Tirmizî sonunda hadise hasen hükmünü vermiştir. Ravisi Mücalid zayıf bir ravidir. Bazı alimler onu rivayette yanılmak ve çok hata yapmakla cerh etmişlerdir. Ne var ki, aynı hadis. Enes ve başka sahabilerin rivayetleri olan birkaç değişik vecihten de varid olmuştur. Şu hale göre zayıf ravinin rivayeti iken başka tanklardan rivayetle destek kazanarak hasen li-gayrihî mertebesine yükselmiştir. Yine Tirmizî, Huşeym tarikiyle şu hadisi rivayet etmiştir. “... Hz. Peygamber (s.a) “Müslümanlara Cuma günü yıkanmaları haktır. Herbir müslüman (Cuma günü) ailesinin güzel kokusundan sürünsün. Eğer bulamazsa onun için güzel koku sudur.” buyurmuştur.” 366 İsnadında inkıta olması dolayısiyle zayıf sayılan bir hadis, aynı şekilde başka vecihten rivayet edilerek desteklenirse yine hasen li-gayrihi itibar edilir. Bunun misalini de Tirmizî'nin şu hadisi teşkil eder: “... Hz. Peygamber (s.a.s) Abbas hakkında Hz. Ömer'e “bir kimsenin amcası, babası gibidir” buyurdu. Hz. Ömer daha Önce Hz. Peygamber (s.a.s)'e Hz. Abbasin zekâtı konusunu açmıştı.”367 Tirmizî'nin hasen-sahih dediği bu hadis, ravisi Ebu'l-Buhturî (Sa'id b. Fîrûz)'un Hz. Ali'den rivayetinin olmaması sebebiyle munkatı'dır ve zayıftır. Aynı konuda Bureyde ve başka sahabîlerden rivayet edilen şahit hadisler vardır. Bu yüzden bu hadis hasen li-gayrihî sayılmıştır. Bununla birlikte bir hadisin ravisi, çok hata yapmak, yalancılık ithamına maruz kalmak, yahutta herhangi bir sebepten dolayı fışkı zahir olmak yüzünden ta'n edilerek zayıf duruma düşerse rivayeti ne kadar benzeri rivayetlerle desteklenirse desteklensin, zayıf olarak kalır. Bunun misalini de şu hadis teşkil eder: “... Ümmetimin dini işlerine dair kırk hadis belleyeni Allah, Kıyamet günü fakihler ve âlimler zümresinde haşreder.”368 Kırk hadis mecmu'alarının derlenmesinde başlıca amil olduğu şüphesiz olan bu hadis birçok sahabîden rivayet edilmiştir, dolayısiyle bir hayli tariki vardır. Ancak bu tankların hiçbiri kadih illetten kurtulmamıştır. Bu yüzden de zayıf olarak kalmıştır.

Hasen Li-Zâtihî
Hasen li-aynihî de denir. Hasen hadisin kısımlarından biridir. İbnu's-Salâh'a göre emanet ve sıdkla meşhur olmakla birlikte hıfz ve itkan yönünden daha aşağı mertebede olduklarından sahih hadis ricali mertebesine çıkamayan, ancak tek başlarına rivayet ettikleri hadisler münker addedilen ravilerden üstün olan ravilerin rivayet ettikleri şaz, münker ve mu'allel olmayan hadislerdir. 369 İbn Haceri’l-Askalânî'ye göre ise hasen li-zâtihî hadis, adaletli olmakla birlikte zabtı hafif yani az olan ravinin muttasıl senedle rivayet ettiği şaz ve illetten ari olan hadistir. 370 İbn Hacer'in bu tarifi, hasen li-zâtihî hadisi sahihten farklı yönüyle almaktadır, nitekim tarifte “sahih haberin şartlarından yalnızca “zabt” şartı hafif olur yani azalırsa bu habere hasen li-zâtihî denir denilerek sıhhat şartlarından zabtın hafif olması halinde hadisin sahihlikten düşeceği ve hasen li-zâtihî olacağı söylenmiştir. Şu hale göre hasen li-zâtihi ile sahih arasındaki fark yalnızca ilkinin ravisinin zabt vasfının azlığıdır. Bu manada hasen li-zâtihiye şu hadis misal verilebilir: “... Hz. Peygamber (s.a.s) “Ümmetime zorluk vereceğini bilmeseydim her namazda misvak kullanmalarını emrederdim” buyurmuştur.” 371 Hadisin ravilerinden Muhammed b. Amr b. Alkame sadâkatle meşhur olmakla beraber itkan sahibi değildir. Hatta bazı cerh ve ta'dil alimleri tarafından sû'ul-hıfz (kötü ezberleme) yüzünden tenkit edilmiş ve zayıf sayılmıştır. Ravisi Muhammed b. Amr'ın zabtının az oluşu yüzünden bu tariktan gelen rivayet hasen li-zâtîhî addedilmiştir. Hasen li-zâtihî hadis, başka tariklarla rivayet edilerek kuvvet kazanması halinde sahih li-gayrihî derecesine yükselir.

Hasen Li-Aynihî
Bk. Hasen li-Zâtihî.
Hasen li-aynihî de denir. Hasen hadisin kısımlarından biridir. İbnu's-Salâh'a göre emanet ve sıdkla meşhur olmakla birlikte hıfz ve itkan yönünden daha aşağı mertebede olduklarından sahih hadis ricali mertebesine çıkamayan, ancak tek başlarına rivayet ettikleri hadisler münker addedilen ravilerden üstün olan ravilerin rivayet ettikleri şaz, münker ve mu'allel olmayan hadislerdir. 369 İbn Haceri’l-Askalânî'ye göre ise hasen li-zâtihî hadis, adaletli olmakla birlikte zabtı hafif yani az olan ravinin muttasıl senedle rivayet ettiği şaz ve illetten ari olan hadistir. 370 İbn Hacer'in bu tarifi, hasen li-zâtihî hadisi sahihten farklı yönüyle almaktadır, nitekim tarifte “sahih haberin şartlarından yalnızca “zabt” şartı hafif olur yani azalırsa bu habere hasen li-zâtihî denir denilerek sıhhat şartlarından zabtın hafif olması halinde hadisin sahihlikten düşeceği ve hasen li-zâtihî olacağı söylenmiştir. Şu hale göre hasen li-zâtihi ile sahih arasındaki fark yalnızca ilkinin ravisinin zabt vasfının azlığıdır. Bu manada hasen li-zâtihiye şu hadis misal verilebilir: “... Hz. Peygamber (s.a.s) “Ümmetime zorluk vereceğini bilmeseydim her namazda misvak kullanmalarını emrederdim” buyurmuştur.” 371 Hadisin ravilerinden Muhammed b. Amr b. Alkame sadâkatle meşhur olmakla beraber itkan sahibi değildir. Hatta bazı cerh ve ta'dil alimleri tarafından sû'ul-hıfz (kötü ezberleme) yüzünden tenkit edilmiş ve zayıf sayılmıştır. Ravisi Muhammed b. Amr'ın zabtının az oluşu yüzünden bu tariktan gelen rivayet hasen li-zâtîhî addedilmiştir. Hasen li-zâtihî hadis, başka tariklarla rivayet edilerek kuvvet kazanması halinde sahih li-gayrihî derecesine yükselir.

Hasen
Altıncı babdan çekilen “hasune” kök fiilinden alınma sıfatı-ı müşebbehe olan hasen, sözlükte “iyi, güzel, hoş ve latif manalarına gelir. Çoğulu hisândır. Terim olarak hasen, sahih ile zayıf arasında yer alan, ancak sahihe daha yakın olan bir hadis çeşididir. Ahmed Naim Merhumun haklı olarak “tarifinde çok zahmet çekilmiştir” dediği gibi gerek isnadı, gerek ravileri, gerekse metni dikkate alınarak değişik şekillerde tarif edilmiş; her tarif üzerinde münakaşalar yapılmıştır. Hasen hadisin ilk tarifi, hadisleri sahih, hasen ve zayıf diye üç kısma ayıran341, ve el-Câmi (Sünen) inde bol miktarda hasen hadis bulunan Tirmizî'ye aittir. Ona göre hasen, isnadında yalanla itham edilmiş bir ravi bulunmayan, şaz olmayan ve benzeri başka tanklardan rivayet edilmiş olan hadistir. 342 Tirmizî'nin bu tarifine hadis âlimleri değişik noktalardan itiraz etmişlerdir. Bu itirazların en dikkate değer olanı, tarifin hasen hadisi sahihten ayırt etmekten uzak olduğudur; zira Tirmizî'nin hasen tarifinde esas olan, ravilerin yalanla itham edilmemiş kimseler olması ile şaz olmaması noktalarıdır. Öte yandan bu tarif, Tirmizi'nin kitabında pek çok yerde kullandığı (ancak bu vecihten bildiğimiz hasen-garîb bir hadistir) hükmüne zıt düşer; çünkü hadisin garabet taşıması veya tek vecihten bilinmesi ile tarifte geçen benzerinin başka tariklardan rivayet edilmiş olması esasını bağdaştırmak mümkün değildir. Bununla birlikte bazı hadisciler Tirmizî'nin tarifinde hasen hadisi sahihten ayırt eden bir özelliğin bulunduğunu ileri sürmüşler ve “ravilerinin yalanla itham olunmaması” kaydının, hasen hadis ravilerinin sahih ravileri derecesinde olmadığına delalet ettiğini söylemişlerdir. Onlara göre sahih hadis ravileri hakkında adalet ve zabt şartlarına delâlet etmek üzere kullanılan sika tabiri ile hasen hadis ravileri hakkında kullanılan “yalanla itham olunmamak” kaydı arasında belirli bir fark vardır. 343Şu hale göre hasen hadis ravilerinin yalancılıkla itham edilmemiş olmalan şartı, sahih hadis ravilerinin sika olmaları şartıyla bir değildir. Bunun sonucu olarak hasen ravileri, sahih ravilerinden mevsûkiyet yönünden daha aşağı derecededirler, öte yandan hasenin tarifinde esas olan, hadisin başka tarîklardan rivayet edilmiş olma şartı sahihte yoktur. Bu da haseni sahihten ayıran bir başka özelliktir. İkinci meşhur hasen tarifi, Hamd b. Muhammed el-Hattâbî'ye aittir. Ona göre hasen, çıkış yeri (mahreci) bilinen, ravileri meşhur olan hadistir. Hadislerin çoğu hasen etrafında döner ve hasen, tüm alimlerin kabul ettikleri, ekseri fakihlerin kullandıklan hadistir. 344 el-Hattâbî'nin bu tarifindeki “çıkış yeri” nden maksat, hadisin rivayet edildiği beldedir. Tarifteki hadisin çıkış yerinin belli olması kaydı, munkatı ile tedlis yaptığı sabit olmamış müdellisin rivayet ettiği hadisi tariften hariç tutmak içindir; zira munkatı ve benzeri isnadında kopukluk olan hadislerin çıkış yeri belli değildir. Yukarıdaki kayıtla müdelles de öyledir. 345 el-Hattâbî'nin bu tarifine de itiraz edilmiştir. Nitekim İbnu's-Salâh, Tirmizî'nin tarifi ile bunun mübhem olduğunu, sadra şifa olmadıklarını söylemiştir. Ona göre her iki tarif de hasen ile sahih arasındaki farkı belirtmekten uzaktır.346 İbn Dakîki'1-İyd el-Hattâbî'nin tarifinin sahih için de doğru sayılabileceğini, bu takdirde sahihin hasen tarifine dahil olacağını söylemiştir. 347İbn Cemâ'a ise itirazında zayıf hadisin çıkış yerinin de bilinebileceğini, halbuki ravilerinin zayıf olarak tanındıklannı ileri sürmüştür. 348Bu itirazlar ayn ayn münakaşa edilmiştir. Söz gelimi, sahih hadislerin de çıkış yerlerinin bilindiği, ravilerinin meşhur olduğu itirazına karşı şöyle denilmiştir: el-Hattâbî, tarifindeki “çıkış yerleri belli” kaydiyle hasen hadislerin sahih hadisler derecesine çıkamadıklarına işaret etmiştir, onun tarifine eklediği “hasen, ekseri alimlerin kabul ettikleri, ekseri fakihlerin kullandıkları hadistir” ifadesi, yine hasen hadisin sahihten farklı olduğunu belirtmektedir; zira sahih hadisler fakihlerin ekseriyeti tarafından değil, bütün alimler ve fakihler tarafından kabul edilmiş ve kullanılmıştır. İbn Dakîki'1-İyd'in, sahihin de hasene dahil olacağı itirazına cevap veren et-Tebrizî, sahihin hasenden ehass, binaenaleyh hâssın âmmın hududu içinde olmasının zaruret olduğunu söylemiştir. 349 Üzerinde durulan Tirmizî ile el-Hattâbî'nin tariflerini mübhem olduklarından sadra şifa görmediğini az önce söz konusu ettiğimiz İbnu's-Salâh, muhaddislerin hasen terimini kullandıklan yerleri etraflıca araştırması sonucu hasen hadislerin iki kısma ayrıldığının açığa çıktığına işaret eder. Bunlardan birincisi, isnadında ehliyeti tahakkuk etmemiş mestur raviler bulunmaktan hali olmayan hadislerdir. Ancak bu mestur raviler gaflet sahibi, rivayetlerinde fazla hata yapan kimseler değildirler. Bunun gibi hadiste kasden yalan söylemekle veya bir başka sebep yüzünden fıskla itham edilmiş kimseler de değildirler. Bu neviden olan hadisler aynı zamanda metni, ravisine mutâbaat hasıl olan, bir diğer ravi tarafından bir veya birkaç vecihten rivayet edilmekle veya şahidi olmakla bilinen ve böylece şâz ve münker olmaktan kurtulan hadislerdir. Tirmizî'nin tarifinden anlaşılan budur, ikincisi ise sıdk ve emanetle meşhur olmakla beraber hıfz ve itkan yönünden daha aşağı mertebelerde olduklarından sahih hadis ravileri mertebesine çıkamayan, ancak teferrüd ettiği hadisler münker sayılan ravilerden üstün olan ravilerin rivayet ettikleri hadislerdir. Bu hadisler, aynı zamanda şâz, münker ve mu'allel olmaktan da uzaktırlar, el-Hattâbî'nin tarifinde anlaşılan ise hasenin bu ikinci kısmıdır. 350 İbnu's-Salâh'ın hasen hadisleri iki kısma ayırarak tarif etmesi, hem Tirmizî'nin, hem de el-Hattâbî'nin tariflerini bir araya getirmesi bakımından önemlidir. Bu önem, iki meşhur imamın, aynı şeyin tarifini yaparken aradaki fark ne kadar az olursa olsun, ayrı ayn şeylerin tariflerini yaptıklarını ortaya çıkardığından önemi bir kat daha artmaktadır. Nitekim İbnu's-Salâh, gerek Tirmizî'nin, gerekse el-Hattâbî'nin tariflerinin sadra şifa vermediklerini söylerken, yine bu tariflere bağlı kalmış, onlara biraz daha açıklık kazandırmış ve neticede her iki tarifin birbirinden az çok farklı olduğu kanaatine vararak, yine bu iki tarife göre hasen hadislerin iki kısım olduğunu söylemiştir. 351 Hicri altıncı asır alimlerinden İbnu'l-Cevzî'ye göre ise hasen hadis, kendisinde zayıflık bulunan, çıkış yeri itibariyle sahihe yakın ancak yalan olma ihtimali bulunan hadistir. Böyle bir hadisle amel sahih olur.352 Bu tarifi açıklayan et-Tîbî, hasenin sahih ve zayıfın bilinmesine bağlı olduğunu söylemiş ve yalan olma ihtimalinin bulunmasını, ravilerinin Tirmizî'nin tarifinde söz konusu edildiği gibi yalanla itham edilmeyen mestur kişiler olmasiyle izah etmiştir. 353Her ne ise, İbnu'l-Cevzî'nin bu tarifi Hadis Usûlü alimlerince benimsenmemiştir. İbn Cemâ'a'ya göre hasen, senedi muttasıl, illetten hali, ancak isnadında ya rivayet ettiği hadise şahidi olan mestur, ya da itkan derecesinden aşağıya rivayet ettiği hadise şahidi olan mestur, ya da itkan derecesinden aşağı derecedeki meşhur bir ravisi bulunan hadistir. et-Tîbî haseni ayrıca özlü bir şekilde “şaz ve illetten ârî olmakla birlikte birden fazla tarîktan rivayet edilen, sika derecesine yakın bir ravinin müsnedi veya sikanın mürseli” olarak da tarif etmiştir. 354 İbn Haceri'l-Askalâni'ye gelince o, ayn bir hasen tarifi vermemiş; bu hadis çeşidini âhad haberler içinde sahihle ilgi kurarak tarif etmiştir. Ona göre sahih haberin şartlarından biri olan ravisinin zabt şartı hafifler, yani azalırsa böyle hadislere hasen li-zâtihî denir. 355 Diğer taraftan bazı kusurlar sebebiyle kabul vasfının en üst derecesine şamil olmayan, ancak bu kusurları gideren bazı özelliklere sahip olan haber sahih li-gayrihî; eğer bu kusurları gideren bir özellik yoksa hasen li-zâtihîdir. İsnad yönünden tevakkuf edilen hadiste kabul tarafını tercih ettiren bir karine bulunursa buna da hasen li-gayrihî denir. 356 İbn Hacer'in tarifinde hasen, esas itibariyle bazı kusurlar sebebiyle sahihten bir mertebe aşağıda bulunan hadis olarak göze çarpmaktadır. Onun sahihin altında sayılmasının sebebi, ravisinin zabt bakımından sahih hadis ravisi derecesinde olmamasıdır. İbn Hacer'in bu tarifi hasenin en özlü ve makbul tarifi kabul edilmiştir. Nitekim Takiyyuddin Ahmed eş-Şumunnî haseni “şaz ve mu'allel olmamak şartiyle adalet sahibi ancak zabtı az, şu kadar ki rivayetinde teferrüd ettiği hadisler münker sayılanlardan üstün bir mertebede bulunan ravinin muttasıl olarak rivayet ettiği hadis” olarak tanımlamıştır. 357 es-Suyûtî ise “adalet sahibi ancak zabtı az ravinin şaz ve mu'allel olmayan muttasıl rivayetine hasen denir” demiştir. Her iki alim de tariflerinde İbn Hacer'e uymuşlardır. Netice itibariyle değişik tarifleri yapılmış olan hasen, adalet şartını haiz olmakla birlikte zabt yönünden sahih hadis ravileri derecesine çıkamayan ravinin kesiksiz isnadla rivayet ettiği, şaz ve illetli olmayan hadislerdir. Aslında hasen Ii-zâtihînin tarifi olan bu tarif, muahhar hadis usulü alimlerinin de benimsedikleri hasen tarifi olmuştur. Yukarıda da değinildiği gibi, hasen hadisler en çok Tirmizî'nin Sünen de denilen el-Cami'inde bulunur. Aslında Sünen Tirmizî. hasen hadisler için asıl mesabesinde kabul edilmiştir. Bazı şeyhlerinin ve Ahmed b. Hanbel ve Buhari gibi şeyhlerinden bir tabaka önceki bazı alimlerin sözleri arasında hasen lafzına rastlanırsa da bu ıstılahı yerleştiren ve çokça kullanan Tirmizidir. Tirmizî'nin yanısıra ebu Davud, Nese'î, İbn Mâce ve ed-Dârekutnî de Sunenlerinde hasen hadise yer vermişlerdir. Hasen hadisin en çok bulunduğu bir diğer kaynak da el-Huseyn b. Mes'ud el-Ferrâ' el-Beğavî'nin Mesâbîhu's-Sunne isimli kitabıdır, el-Beğavî bu eserinde topladığı hadisleri sıhâh ve hisân başlıkları altında iki kısımda vermiştir. Sıhâh başlığı altında verdikleri Buhârî ve Müslim'in gerek ittifakla gerekse münferiden rivayet ettikleri; hisân başlığıyla verdikleri ise Ebu Davud, Tirmizî ve öteki içinde hasen hadis bulunan kitaplardan naklettikleridir. (Bk. Hisân). Hasen hadise örnek: Behz b. Hakîm'in babası vasıtasiyle dedesinden rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: “Ya Resulallah! Dedim; (en çok) kime iyilik edeyim? (Hz. Peygamber (s.a.s) “Anana” buyurdu. “Sonra kime?” dedim; “Anana” dedi. “Sonra kime” diye sordum; Yine: “Anana” cevabını verdi. “Daha sonra kime” dedim, “Sonra babana, sonra da derece derece akrabalarına” buyurdu.”358 Bu hadis, Tirmizi'ye göre hasendir; zira ravisi Behz b. Hakîm, cerh ve ta'dil âlimlerine göre sika olmakla birlikte Şu'be tarafından tenkid edilmiştir. İbn Hibbân'a göre hadisleri sahihlikten düşmüştür. Hıfz bakımından da sahih hadis ravileri ayarında değildir. 359 Hasen hadisler, yukarıda İbnu's-Salâh ve İbn Hacer'in tariflerinde söz konusu edildiği gibi, hasen li-zâtihî (veya li-aynihî) ve hasen li-gayrihî olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Herbiri hakkında fazla bilgi almak için özel maddelerine bakılabilir. Sıhhat bakımından sahihten aşağı bir mertebede bulunan hasen, dînî konularda delil olma açısından sahih gibidir. Hatta bazı alimlere göre rivayet tarîki çok olursa sahih bile sayılır. Nitekim Tirmizî, Ebu Davud, el-Hâkim, İbn Hibbân ve İbn Huzeyme gibi hadis alimleri, sahih hadisleri toplamak üzere tasnif ettikleri kitaplarına hasen hadisleri almakta bir mahzur görmemişlerdir. Bu alimler, her ne kadar hasen hadisleri kitaplarına almışlarsa da yine de onun sahih hadisle bir olmadığı, ondan aşağı seviyede bulunduğu görüşündedirler. Hasen hadislerin ancak rivayet tankları çoğaldığı takdirde sıhhatine hükmedilebilmesi, ravilerin zabt yönünden sahih hadis ravilerinden aşağı mertebede olduklarındandır. Her biri yalnız başına kalsa hüccet olamıyacak iki tariktan gelen bir hadisi dinî bir konuda hüccet olarak almakta yadırganacak bir taraf yoktur. Nasıl ki başka vecihten müsned olarak gelen yahut o kuvvette bir diğer mürsel hadisle kuvvet kazanmış mürsel hadis bazı alimlere göre dini meselelerde delil kabul edilir. İki tarîktan gelen hasen de öyledir.

Hasâ'is
Özel nitelikler anlamına “hâssa”nın çoğuludur. Hz. Peygamber (s.a.s)'e has üstün meziyetleri konu olarak alan ve Şemâ'il içinde mütalaa edilen ilim dalıdır. Bu dalda yazılmış en önemli eser Kadî İyad'ın eş-Şifâ bi Ta'rîfi Hukûkil-Mustafa adlı şaheseridir. es-Suyûti’nin de aynı konuda el-Hasâ'isu'1-Kubrâ isimli bir eseri vardır.

Harm
Sözlükte sağlam yapmak, hayvana yük vurmak, işinde çabuk olmak, azaltmak, kesmek ve yüz çevirmek gibi çeşitli manalara gelir.339 Ahrem ile birlikte aruzda ıstılahtır. Hadis İlminde harm, kesmek manasıyle alakalı olarak bir hadisi bölerek bir kısmını bir yerde, kalan kısmını aynı is-nadla bir başka yerde zikretmeye yahutta bırakmaya denir. İhtisâr-ı hadis şekillerinden biridir. Bu itibarla hükmü ihtisar-ı hadisin hükmüne tabidir. 

Hâlu'r-Ruvât
Ahvâlu'r-Ruvât şeklinde çoğul sigasiyle de kullanılır. Ravilerin halleri manasına adaletli olduklarının tesbit edilmesinde veya aksine cerhedilmelerinde esas olan hallerden ibarettir. Söz gelişi ravinin adaletli olduğuna hükmetmekte esas olan emanet, sadakat, hıfz ve itkan gibi vasıflar birer haldirler. Bunun gibi ravilerin cerh-edilmelerine ve rivayetlerinin reddedilmesine esas teşkil eden yalancılık, yalan ithamına maruz kalmak, hata yapmak da ravilerin halleri arasındadır.

Hâlikun
Helak olmak anlamına gelen “heleke” fiilinin ismi failidir ve cerh lafızlarındandır. Kavilerin cerhinde kullanılan lafızların beşinci derecesinde yer alır. Cerh lafızlarının beşinci derecesinde yer alan lafızlar ağır cerhe delâlet ederler. Bu itibarla hakkında hâlikun hükmü verilerek cerhedilmiş olan ravi terkedilir. Hadisleri yazılmaz.

Hâl-i Ruvât
Ahvâlu'r-Ruvât şeklinde çoğul sigasiyle de kullanılır. Ravilerin halleri manasına adaletli olduklarının tesbit edilmesinde veya aksine cerhedilmelerinde esas olan hallerden ibarettir. Söz gelişi ravinin adaletli olduğuna hükmetmekte esas olan emanet, sadakat, hıfz ve itkan gibi vasıflar birer haldirler. Bunun gibi ravilerin cerh-edilmelerine ve rivayetlerinin reddedilmesine esas teşkil eden yalancılık, yalan ithamına maruz kalmak, hata yapmak da ravilerin halleri arasındadır.

Hakk
Sözlükte bir nesneyi diğer nesneye şiddetle sürtmek, kazımak ve kaşımak manalarına gelen hakk336, hadislerin yazılışıyla ilgili bir deyimdir. Darb, sakk, kest, mahv tabir edilen ve hadislerin yazılışı sırasında yanlış ya da fazladan yazılan kelime veya ibarelerin ibtal edilme usullerinden biridir. Bu usule göre yanlış yazılan yahut yazılmaması gerekirken yanlışlıkla fazladan yazılan bir kelime veya ibarenin bıçak yahut benzeri bir aletle kazınarak silinmesine denir. Hadislerin yazılışı esnasında yanlış yazılan kelime ya da kelimelerin bu şekilde bıçak veya bıçağa benzeyen bir aletle kazınarak silinmesi hadisciler arasında makbul sayılmamıştır, er-Ramehurmuzî bazı muhaddislerin hakki töhmet addettiklerini ve en iyi darb şeklinin böyle bıçakla kazımak değil, yanlış yazılan ibare üzerine çizgi çekmek olduğunu söylediklerini kaydetmiştir.337 Nitekim ona göre çoğu muhaddisler semâ meclislerine gerektiğinde yanlış yazılan yerleri kazıyarak düzeltmek üzere bıçak getirmeyi mekruh saymışlardır; zira bu şekilde kazınarak silinen kısım bir başka rivayette sahih olabileceği gibi, hadislerin yazılı olduğu kitap bir diğer şeyhten başka zaman rivayet de edilebilir. Bu rivayette hakk edilen kısım başka bir şeyhin rivayetinde sahih olabileceğinden tekrar metne eklemeye ihtiyaç hasıl olabilir.338 Kaldı ki kazımakla kağıt yıpranır. Bu ve benzeri bazı sebeplerle muhaddisler hakka rağbet göstermemiş, darb veya keşti ona tercih etmişlerdir. Aslında hakkin muhaddisler arastnda hoş karşılan mayısının en önemli sebebi, kazınarak silinen kelimenin doğru olarak silinip silinmediğinin belli olmamasıdır.

Hâkim
“Hakim olan, hükmeden” sözlük manasiyle muhaddislere verilen lakablardandır. Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayet edilen bütün hadisleri metin, sened, ravi durumu ve öteki teferruatıyla birlikte bilen alime denir. Hadis ilminde son mertebeye yükselmiş alimler için kullanılır. Hakim mertebesine yükselmiş kabul edilen hadis alimleri şu isimlerdir. Mâlik b. Enes, Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. İsmail el-Buhârî, Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî, Ebu Davud Süleyman b. Eş'as es-Sicistânî, Muhammed b. İsa et-Tirmizî, Ahmed b. Şu'ayb en-Nese'î, et-Taberî, el-Hâkimu'n-Nîsâbûri, İbn Hace-ri'1-Askalânî, es-Suyütî.

Hafız
“Ezberleyen, muhafaza eden” sözlük anlamıyla muhaddislere verilen lakablardan biridir. Hadis İlminde yüksek derecelere ulaşmış olanlara verilmiştir. Tarifinde birlik yoktur. el-Huseyn b. Abdilvâhid eş-Şirâzî'ye göre hafız, hadislerin isnadlarmı bilen, metinlerini bilmeyen hadiscidir. İbn Seyyidi'n-Nâs hafızı kendi şeyhlerinin şeyhlerinin şeyhlerini tabaka tabaka bilen ve her tabakada bildiği bilmediğinden çok olan hadisci olarak tarif etmiştir. Cemaluddin Yusuf b. Abdirrahmân el-Mizzî'ye göre ise hafız, bildiği kişiler bilmediklerinden çok olan kimsedir. İbn Haceri'l-Askalânî'nin rivayet ettiği bir haberde şeyhi el-Irakî'ye o gün için bir talibin hafızlık derecesine yükselebilmesi için gereken ölçüyü sorduğunda İbn Seyyidi'n-Nâs'ın tarifini kolay ve basit, el-Mizzî'nin tarifini ise dar bir tarif olarak nitelemiştir. 335 Bazı muhaddislere göre hafiz, yüz bin hadisi senedleriyle birlikte hıfzeden, senetleri teşkil eden ravilerin hayat hikayelerini, hallerini cerh ve ta'dil açısından herbiri hakkında verilmiş hükümleri bilen hadiscidir. Ancak işaret etmek gerekir ki, bu muhaddisin ne kadar hadis bildiğini kestirmek çok zordur. Bu itibarla hafız tabirinin delalet ettiği dereceyi böyle bir rakamla olmaktan çok, hadis ilminde kazandığı yüksek bir mertebe olarak anlamak daha uygun olur. Çoğulu huffâz gelir. Hafızlık derecesine yükselmiş alimlerden birkaçı şunlardır: Abdurrahmân b. Mehdî, Ebu Bekr b. Ebî Şeybe, ed-Dârimî, İbn Abdilberri'l-Kurtubî, İbn Asakir.

Hafîtyu'l-İrsâl
Bk. İrsal
“İf al” babından mastar olan irsal, sözlükte göndermek, haber yollamak, bir kimseyi kışkırtarak diğerinin üzerine saldırtmak, kendi başına ve kendi haline bırakmak, salıvermek manalarına gelir. 504 Hadis terimi olarak umumiyetle kibâr-ı tâbi'inden birinin isnadında sahabiyî atlayıp “Hz. Peygamber (s.a.s) buyurdu ki” veya “Hz. Peygamber (s.a.s) şunu yaptı” ve benzeri ifadelerle isnadını Hz. Peygamber (s.a.s)'e ulaştırarak ondan rivayette bulunmasın denir. İrsalin en yaygın tarifi budur. 505 Bununla birlikte irsal, daha umumi manada isnad karşılığı olarak da kullanılmıştır. Buna göre bir hadisi irsal etmek, onu arada bir vasıta ile alınmışken söyleyenine vasıtasız olarak bağlamak demektir. İsnadında irsal yapan raviye mursil denilmiştir. Hadis âlimlerinin bir kısmı İrsali Kays b. Ebî Hâzim, Ebu Osman en-Nehdî, Ubeydullah b. Adî, Sa'id İbnu'l-Müseyyeb gibi sahabe devrinde yaşamış, rivayetleri daha çok sahabeden olan ve tabiilerin büyüklerinden sayılan muhaddislerin rivayetlerine hasretmişlerdir. Onlara göre Hz. Peygamber devrine uzak olan Tâbi'îlerin Hz. Peygamber'den rivayetleri irsal sayılmaz. Buna karşılık İbn Şihâb ez-Zuhrî, Ebu Hâzim Seleme b. Dînâr ve Yahya b. Sa'id el-Ensârî gibi Hz. Peygamber devrine daha uzak olduklarından tabiilerin küçüklerinden addedilenlerin Hz. Peygamber'den rivayetlerine irsal diyenler de vardır. Ne var ki alimlerin çoğu tabiîler arasında ayırım yapmaksızın hepsinin Hz. Peygamber (s.a.v.)'den rivayet etmelerini irsal saymışlardır. Bu görüş meşhurdur. el-Irâkî'nin kaydettiğine göre hadis imamlarından Yahya b. Sa'id el-Kattân'a göre irsal, bir ravinin gerçekten hadis işitmediği bir raviden rivayette bulunmasıdır. 506Bu tarif umumidir. Şayet hususî olsa, bir başka deyişle işitmediği halde rivayette bulunan ravinin tabii, işitmeden rivayette bulunduğu kimsenin ise Hz. Peygamber olduğu belirtilse irsalin meşhur tarifinden farksız olurdu. Oysa bu husus belirtilmemiştir. Bu itibarla Yahya b. Sa'îd el-Kattân’ın tarifinde belirtilen ravi, isnadın herhangi bir yerinde bulunan ravidir. Dolayısiyle böyle bir ravinin bizzat işitmediği halde rivayette bulunması, hadisi aldığı aradaki vasıta olan şeyhini atlayıp şeyhinin şeyhinden rivayette bulunması demektir. Bu ise irsal değil, inkıtadır. Bazılarına göre ise tedlistir. el-Hatîbu'1-Bağdâdî'nin irsal tarifi Yahya b. Sa'id el-Kattân'ın tarifine yakındır ve şöyledir: “Müdelles olmayan hadisin irsali, ravinin muasır olmadığı yahut karşılaşmadığı kimseden rivayetidir. İlim ehli arasında bu konuda ihtilaf yoktur. Sa'îd İbnu'l-Museyyeb, Ebu Seleme b. Abdirrahman, Urve fbnu'z-Zubeyr, Muhammed İbnu'l-Munkedir, el-Hasenu'l-Basrî, Muhammed b. Şîrîn, Katâde ve diğer tabiîlerin Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayetleri gibi. Tabiîlerin dışında mesela İbn Cureyc'in Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den; Malik b. Enes'in el-Kasım b. Muhammed b. Ebî Bekr'den; Hammad b. Ebi Süleyman'ın Alkame'den rivayetleri de aynı şekildedir. Bunların hepsinin rivayetleri, muasır olmadıkları kimselerdendir. Ravinin muasırı olduğu halde karşılaşmadığı kimseden rivayetine gelince, bunun misalini de el-Haccac b. Ertât, Sufyânu's-Sevrî ve Şu'be'nin ez-Zuhrî'den rivayetleri teşkil eder. Bunlar hakkında hüküm birdir. Mülaki olduğu ve hadis işittiği şeyhten işitmediği hadisi irsal ederek o şeyhten işitmişcesine rivayet eden kimse hakkındaki hükmümüz de aynıdır.” 507 Yahya b. Sa'îd el-Kattân ile el-Hatib'in tariflerinde esas itibariyle inkıta' ve tedlis de irsal hükmüne dahil edilmiştir. Aslında her ikisinin tarifinden tâbiî'nin isnadında sahabîyi atlaması ile birlikte daha sonraki nesillerde ravinin muasır olmadığı yahut mülakatı bilinmeyen şeyhten rivayeti, dolayısiyle aradaki vasıtayı atlaması da anlaşılır. Halbuki bu meşhur tarifine nazaran inkıtadır. el-Hatîb'in baştan “müdelles olmayan” kaydını koyması dikkate alınırsa denilebilir ki o. irsali daha umumi mânâda almakta, isnadın neresinde olursa olsun, ravinin açıkça veya zımnen şeyhini atlaması olarak görmektedir. Tarifinin son fıkrasında ise tedlisi irsal hükmünde birleştirmektedir. Umumî manada ravi ismini söylememek şeklinde görülen irsal, irsâl-i celî ve irsal-i hafi olmak üzere iki kısımdır. Bunlardan irsâl-ı zahir de denilen irsâl-ı celî (açık irsal), ravinin senedden kendi şeyhini veya herhangi bir raviyi hazfetmesine denir ki ravi isminin söylenmediği açıkça belli olur. Ta ki, hadis ilminde az-buçuk mesafe almış kimselerden çoğu bile bu irsali kolayca farkedebilirler. İrsâl-i hafi (gizli irsal) ise yalnızca hadislerin rivayet tariklarına, isnadlardaki illetlere hakkıyla vakıf olan ve hadis ilminde yüksek dereceler almış alimlerin farkedebilecekleri gizli irsaldir. Tedlîs hafiyyu'l-irsâl de denilen irsâl-i hafinin bir çeşididir.

Hafî Mursel
Bk. Mürsel-hafi
Mürsel hadîsler başlığı altında söz konusu edildiği gibi mürsel hadîsler umumiyetle tabiînin isnadında sahâbîyi atlayıp doğrudan Hz. Peygamber (s.a.s) den rivayet ettiği hadîslerdir. Bu manadaki mürsel hadîslere mürsel-i zahir de denir. Bununla birlikte bazı alimler ravinin kendisinden hiçbir hadîs işitmediği veya mülaki olmadığı raviden rivayetine mürsel demişlerdir. 949İbn Haceri'1-Askalânîye göre mürsel-i hafi bir ravinin muasırı olan, ancak aralarında mülakat olduğu bilinmeyen bir şeyhten rivayetine denir. 950Bu tariflere göre mürsel-i hafi isnadın başında, ortasında veya sonunda ravinin kendisiyle aynı asırda yaşadığı halde görüştükleri bilinmeyen raviden rivayetine denir. Demek oluyor ki mürsel-i hafi senedde gizli irsalden meydana gelmektedir. Meselâ el-Avvâm b. Hûşeb'in Abdullah b. Ebi Evfa'dan rivyaet ettiği şu hadîs hafi mürseldir. “...Hz. Peygamber (s.a.s) Bilal Kamet ederken “kad kameti's-salatu” dediği zaman ayağa kalkar, tekbir alır (namaza başlar)dı. “Ahmed b. Hanbel'den rivayete göre el-Avvam, Abdillah b. Ebi Evfa'ya mülaki olmamıştır.951 Hafi mürselde esas arvinin rivayette bulunduğu kimse ile aynı asırda yaşadığı halde görüştüklerinin yahut ondan hadîs rivayet ettiğinin bilinmemesidir. Bu yönden mürsel-i hafi müdellese benzerse de aralarında fark vardır. Hafi mürsel tarif edildiği gibi ravlnin çağdaş olduğu ancak bir araya gelerek hadîs işitmediği bir başka raviden rivayet ettiği hadîs olduğu halde müdelles; maddesinde de soz konusu edildiği üzere- ravinin görüştüğü ve hadîs işittiği bir raviden işitmediği halde rivayet ettiği hadistir. Her ikisi ravinin diğer bir raviden işitmediği bir hadîsi rivayet etmesi yönünden birbirlerine benzerlerse de mürsel hafi de hiç hadîs işitme olmayışı, müdelleste işitme söz konusu olduğu halde işitilmeyen hadîsin rivayet edilmesi açısından farklıdırlar. el-Hatibu'1-Bağdâdî'nin hafi mürselleri toplayıp nerelerinde irsalin olduğunu açıkladığı Kitâbu't-Tafsîl li-Mubhemil-Merâsil adında bir kitabı vardır

Hafî İnkıta
Bk. İnkıta'
Sözlükte kesilme, kesiklik, kopma, inkita manalarına mastardır. Hadis usulünde isnad zincirini teşkil eden ravilerden bir veya birkaçının düşmesiyle meydana gelen kopukluğa denir. Ravi düşmesi isnadın başında olabildiği gibi ortasında veya sonunda da olabilir. En fazla ortasında veya sonunda olur. Bir veya birkaç yerde de olabilir. Açık inkıtaya zahirî inkıta', gizli olana da hafî inkıta' tabir edilir. Zahirî inkıta ravinin muasırı olmayan veya görüşmediği, mülâki olmadığı şeyhten rivayet etmesi; hafi inkıta ise ravi isminin mübhem şekilde söylenmesiyle meydana gelir. İsnadında inkita bulunan hadislere umumiyetle munkatı denir. Eğer İnkıta peşpeşe iki ravinin düşmesiyle meydana gelmiş ise hadis mu'dal adını alır.

Hadîs-i Rabbanî
Bk. Kudsî Hadis.
Kudsî, mukaddes bir yüce varlığa (Allah'a) nisbet edilen anlamına gelir. Kudsî hadîs ise Hz. Peygamber (s.a.s)'in Rabbine izafe ettiği veya Hz. Peygamberden Rabbine izafe edilerek rivayet edilmiş olan hadîslerdir. Kudsi hadîse rabbani, ilâhî hadis de denir. Kudsî hadis söz olarak Hz. Peygambere aittir. Ne var ki manası Cenâb-ı Hak'tandır. Yüce Allah Hz. Peygamber (s.a.s)'in kalbine bir fikir ilham etmiş, o da kalbine ilham edilen fikri dile getirmiştir. Şu hale göre kudsî hadis manası Allah'tan, sözleri Hz. Peygamberden olan hadislerdir. Manaları itibariyle nebevi hadisler de denilen diğer hadislerden farklı olan kudsî hadisler hadis kitaplarında umumiyetle Allah'a nisbet edilen lafızlarla rivayet edilirler. Bu lafızların en çok kullanılanları şunlardır: Bir misal verelim: Ebu Hureyre (r.a)'in Hz. Peygamber (s. a.s)'den rivayetine göre Yüce Allah “iki ortakdan biri arkadaşına ihanet etmedikçe onların üçüncü ortağı benim. Biri diğerine hiyanet edince ben hemen aralarından çıkarım” buyurmuştur. 577 Kudsî hadis bir taraftan Cenâb-ı Hak'ka nisbet edilir; öte yandan Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadisleri gibi kabul edilir. Öyle olunca Hz. Peygamberin kalbine ilka edilmiş olma yönünden Kur'ân-ı Kerim'e benzerse de ondan farklıdır. Bu fark ilk defa Kuranın lafzı ve manasıyle vahye dayanmasında görülür. Hatta tertibinin bile vahy eseri olduğu söylenir. Kudsî hadis ise yalnızca manasıyla kalbe ilham şeklindeki vahy kabul edilir. Lafzı ise tabiî konuşmasından farksız olarak, Hz. Peygamberin kendisine aittir. Bir de Kur'ân lafızları mucizdir. İnsanın en küçük bir suresinin benzerini bile meydana getirmesine imkân yoktur. Halbuki kudsi hadiste Kur'ân-ı Kerim icazına benzer icaz yoktur. Diğer taraftan Kur'ân-ı Kerim gerek lafzı, gerek manasıyla mütevâtirdir. Herhangi bir ayetini bile manasıyla rivayet caiz olmaz. Oysa kudsî hadisin gerek lafzı gerekse manası nıütevatir değildir. Öyle olunca manasıyla rivayeti caizdir. Ayrıca Kur'ân-ı Kerim ibadet maksadıyla okunur. Namazda okunması namazın rükünlerinden birini teşkil eder. Abdestsiz ele alınamaz. Oysa kudsî hadis için böyle bir şey söz konusu değildir. Şu da var ki, kudsî hadisler içinde sahih olarak rivayet edilenleri olduğu gibi zayıf olanları da vardır. Gayet tabiî olarak Kuran için zayıflık gibi bir şey düşünülemez. Yalnızca kudsî hadislere tahsis edilen bazı kitaplar vardır. Anılmaya değer olan birkaçı şunlardır: 1. el-İthâfâtu's-Seniyye bi'1-Ahadisi'l-kudsıyye; Abdurraûf Munâvî. (272 kudsi hadis ihtiva eder.) 2. Mişkâtu'l-Envâr fîmâ nıviye ani'llahi Subhânehu ve Teâlâ Mine'l-Ahbâr: Muhyiddin Arabî. 3. el-Ahâdisu'1-Kudsiyye: Aliyyu'l-Kaarî. 4. el-Erba'ûn fî'r-Rivâyeti an Rabbi'l-Âlemin: İbn Dakîki'1-İyd. 5. et-Tuhfetu'1-Merdiyye fi'1-Ahbâri'l-Kudsiyye: Şeyh Abdulmecîd Mısri.

Hadîs-i Nebevî
Bk. Hadis.
Sözlükte birinci babtan çekimi yapılan “hadese” kök fiilinden türemiş bir kelimedir. Eskinin zıddı olarak yeni, önceleri yokken sonradan olan, yeniden meydana gelen manalarına gelir. Nitekim” sevbun hadîsun”, “sevbun cedîdun” demektir, aynı kelime çağdaş Arapçada modern karşılığı olarak kullanılmaktadır. Çoğulu kıyas dışı olarak ahâdîs şeklinde gelir. Kur'ân-ı Kerim'de hadis kelimesi söz ve haber anlamında varid olmuştur. Şu ayetlerde bu mânâya olup Kur'an-i Kerim kasdedilmiştir: “(Kur'an-ı Kerim'i Muhammed kendisi uydurdu diyenler) eğer bu sözlerinde doğru iseler ona benzer bir söz getirsinler.” 307 “(Kur’ân-ı Kerim'i inkâr edenler) artık ondan sonra hangi söze inanacaklar?” Mürselât: 308 Şu iki ayette de hadis kelimesi söz ve haber anlamınadır: “(Peygamber'in evine yemeğe çağrıldığınızda girin). Yemeği yeyince, söze dalmadan hemen dağılın.” 309 “Sana Musa'nın haberi gelmedi mi?” 310 Hadis kelimesi, hadislerde de umumiyetle söz karşılığı olarak kullanılmıştır. Nitekim Ebu Hureyre'nin sorduğu bir soruya Hz. Peygamber (s.a.s)'in verdiği cevapta bu kelime söz manasına kullanıldığı görülür. “Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Ya Resûlallah diye sordum; Kıyamet Günü şefaatinle en çok kim mutlu olacak?” Şu cevabı verdiler: “Hadise karşı sendeki iştiyaki bildiğim için bu sözü senden önce kimsenin sormayacağını biliyordum. Kıyamet Günü şefaatimle en mes'ud olacak kişi gönlünün derinliklerinden gelerek “lâ ilahe illallah” diyendir.” 311 Kur'ân-ı Kerim ve hadislerde söz ve haber manasında kullanılmış olan hadis, bu manasiyle Hz. Peygamber (s.a.s)'in sözlerine denilmiş ve terim haline gelmiştir. Tarifi şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.s)'e nisbet edilen söz, fiil ve takrirlere hadis denir.312 Bazı alimlere göre Hz. Peygamberin fizyonomik özellikleri ile Hıra Mağarasında ibadete çekilmesi gibi peygamberlik öncesi davranışları da hadisin tarifine girer. Aynı tarife Hz. peygamber'in mübarek ağızlarından çıkan sözleri ve fiillerinin yanısıra huzurunda işlenip gördüğü veya gıyabında işlenip de kendisine haber verildiğinde bir şey demediği sahabîlere ait fiiller (takrirler) de dahildir. Bazı âlimler ise hadisi sünnetle eş manalı olarak görürler. Onlara göre hadis sünnet ile birdir ve Hz. Peygamber'in sözleri, fiilleri ve takrirleridir. Bu tariflerin hepsi muhaddislerin tarifidir. Gerek söz, gerek fiil, gerekse takrir şeklinde gelen veya vasıf bildiren Hz. Peygamberle ilgili bütün rivayetlere şamildir. Fıkıh Usulü âlimlerine göre ise hadis, Hz. Peygamber'in sözleri ve fiilleridir. Takrirleri de fiillerine dahildir. Son iki tarifin karşılaştırılması halinde görülür ki muhaddislerin tarifi daha şümullüdür. Fıkıh Usûlü alimlerinin tarifinde ise hadisin şer'î delil olabilme özelliği ön plana alınmıştır. Onlar, Hz. Peygamber'in vasıfları ile Peygamberliğinden öncesine ait bir halini hadisin tarifinde dikkat almamakla esas itibariyle bu özelliğini esas almışlardır. Hadisler genel olarak iki kısma ayrılırlar. Birincisi, nebevi hadisler; ikincisi kudsî hadîslerdir. Hadis denince kasdedilen birincisidir ve sened yahut rivayet yahut da ravilerinin durumlarına göre kısımlara ayrılır. İbnu'l-Cevzî, mevzular dahil bütün hadisleri altı kısma ayırmıştır. Bunlardan birincisi Buhârî ile Müslim'in sıhhati üzerinde ittifak ettikleri; ikincisi Buhari ya da Müslim'den birinin sıhhatine hükmettikleri; Üçüncüsü Buhârî ve Müslim'den birine göre senedi sahih olanlar; dördüncüsü muhtemel bir zayıflığı bulunan hasen hadisler; beşincisi şiddetli zayıflık taşıyanlardır. Âlimlere göre bunlar değişik mertebededirler. Kimi âlimler bunları şiddetli bir zayıflık bulunmadığını zannederek hasene dahil etmiştir. Kimi de aşırı zayıf olduklarına hükmederek mevzu hadislere katmıştır. Altıncısına gelince mevzu hadislerdir. 313 Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.s) İslâm Dini'nin esaslarını, emir ve yasaklarını, dinî, içtima'i ve ahlâkî prensiplerini Allah Te'âlâ'dan vahiy yoluyla almış ve insanlara ulaştırmıştır. O, peygamberlik vazifesi icabı Allah'tan aldıklarını noksansız bir şekilde tebliğ ettiği gibi herbirinin uygulamasını da yapmıştır. Hadisler İslâm esaslarının tebliğ ve' uygulaması sonucu oluşmuştur. Herbiri İslâm Dini'nin temel taşlarını teşkil eder. Kaldı ki, dinî konularda Kur'ân-ı Kerim'den sonra ikinci delil kaynağı Sünnet, dolayısiyle hadislerdir. Bu itibarla hadislerin İslâm Dini'nde büyük önemi vardır. Özetleyecek olursak: a) Hadisler kur'ân-ı Kerim'i açıklar. Kur'ân-ı Kerim, bilindiği gibi Hz. Peygamber'e zaman zaman inmiştir. Sure ve ayetler her indiğinde o, bunları sahâbilere tebliğ etmiş, ezberlenmelerini sağlamıştır. Ayrıca vahiy kitaplerine yazdırmıştır. Bazen sahabîlerin sormaları üzerine, bazen de kendiliğinden inen ayetleri açıklamış, hükümlerini nasıl uygulayacaklarını kendisi uygulamak suretiyle göstermiştir. Onun Kur'ân-ı Kerim'i açıklamak üzere söylediği sözlerle hükümlerini uygulamasından doğan fiilleri Tefsir ilminde en önemli yeri alırlar. Buna misal olarak aşağıdaki rivayetler üzerinde durulabilir. Oruç tutarken sahurda yeme-içme müddetinin bitişini belirleyen “... fecirde beyaz iplik size siyah iplikten seçilinceye kadar yeyin, için...” 314, ayetindeki “beyaz iplik”ten maksadın gündüz aydınlığı, “siyah iplik” dense gece karanlığı olduğunu hadislerden öğreniyoruz. 315Aynı şekilde her namazda okunan Fatiha Süresindeki, “(Ya Rabbi!) Bizleri doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet. Gazab(ın)a uğrayanlarınkine, sapıklarınkine değil!” ayetlerinin sonuncusundaki “gazaba uğrayanların yahudiler; “sapıkların” hristiyanlar olduğunu hadisler açıklamıştır. “İman edenler, bununla birlikte imanlarını zulme bulaştırmayanlar... İşte onlar (korkudan) emin olmak hakkına sahip olanlardır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır” ayetindeki 316 “Zulm”ün şirk manasına olduğu hadislerden anlaşılmıştır. 317 Aynı şekilde: “O tevbe edenler, ibadette bulunanlar, hamdedenler, seyahat edenler, (Allah huzurunda) eğilenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülüğe karşı çıkanlar ve Allah'ın hududunu koruyanlar (yok mu? İşte onlar Cennet ehlidirler. Habibim) Sen o mü’minleri (Cennetle) müjdele.” ayetindeki 318“es-Sâihûne” nazmına “oruç tutanlar” manası yine hadise dayanılarak verilmiştir. b) İbadetlerin yapılış şekillerini açıklar. Kur'ân-ı Kerim, müslümanlara namazın farz olduğunu bildirmiş ise de nasıl, hangi vakitlerde ve kaç rekat kılınacağını etraflı bir şekilde ve açıkça bildirmemiştir. Farz namazların günde beş vakit; öğle, ikindi, yatsı dörder; akşam üç, sabah iki rekat olarak kılınacağını hadisler bildirmiştir. Namazın nasıl kılınacağını, ayakta duruşun, rüku ve secdelerin nasıl yapılacaklarını, namaz esnasında neler okunacağını Hz. Peygamber bizzat kendisi yaparak müslümanlara göstermiş ve “namazı benim kıldığım gibi kılınız” buyurmuştur. Hz. Peygamber'in namaz kılış şeklini yine hadislerden öğreniyoruz. Aynı şekilde abdest alış şekline, abdest organlarının yıkanış biçimine ve sırasına ait bilgileri de Hz. Peygamber'in abdest alış şeklini bildiren hadislerden alıyoruz. Farz olan Cuma namazının kaç rekat kılınacağı, hutbe okunması, haccın yapılışı, zekâtın hangi mallardan ne miktarda verileceği gibi ibadetlerin yapılışına dair pek çok hususlar da hadislerden alman bilgilere dayanmaktadır. c) Hadisler Fıkıh ilminin Kur'an-ı Kerim'den sonra ikinci kaynağıdır. Hakkında Kur'an-ı Kerim'de hüküm bulunmayan konularda Hz. Peygamber'in sünnetine başvurulur. Hadisler, Sünneti aksettirdikleri için Kur'ân-ı Kerim'den sonra ikinci hüküm kaynağı olmuş olur. Meselâ abdest alırken mestler üzerine meshetme sünnete; dolayısiyle hadislere dayanır. Denizden çıkan ölü balığın yenilebileceği; katır, ehlî eşek, aslan, kaplan, fil, kurt, maymun, köpek gibi hayvanlarla; doğan, şahin, atmaca, karga gibi yırtıcı ve tırnaklı kuşların etlerini yemenin haram olduğu hükmü de hadislerden çıkarılmıştır. d) Sünnetin koyduğu Kur'ân-ı Kerim'de olmayan dinî hükümler hadislerden öğrenilir. Mesela, hırsıza verilecek el kesme cezasının, sağ elin bilekten kesilmesi şeklinde uygulanması hükmü ile normal bir şekilde kesilmiş hayvanın kamından ölü olarak çıkan yavrusunun boğazlanmış sayılacağı hükmünü Sünnet koymuştur. Bunları hadislerde buluyoruz. Hz. Peyygamber'in Sünneti ile koymuş olduğu hükümler, dinimizin hükümleri sayılır; çünkü ona itaat farzdır. Ona itaat eden Allah'a itaat etmiş olur. Bu konudaki bir ayette, “Kim Allah Resulüne itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.”319 buyurulmuştur. Onun getirdiklerine uymak, yaptıklarını yapmak, men ettiklerinden sakınmak da Allah'ın emridir. Bu konudaki bir âyette ise, “Allah Resulünün size getirdiklerini alınız; men ettiklerinden de sakınınız” 320buyurulmuştur. e) Peygamberimiz bütün insanlara örnektir. Onun dünya ve ahiret mutluluğu için güzel bir örnek olduğunu şu ayet açıkça belirtmektedir: “Andolsun ki sizin için, Allah'ı ve Ahiret Gününü umanlar ve Allah'ı çokça ananlar için Allah Resulünde uyulacak güzel bir örnek vardır.”321 Güzel bir ahlaka sahip olmak, böylece dünya ve ahiret saadetine ulaşmak isleyenler onu kendilerine örnek almalıdırlar. Hz. Peygamber'in güzel ahlakını da yine hadisler yansıtır. 322 İslâm Dini'nde bu derece mühim bir yeri olan hadislere sahabeden itibaren misli görülmemiş büyük bir ilgi duyulmuş her asırda yüzlerce hadis alimi yetişmiştir. Bunların yılmak bilmez yoğun gayretleri sonucu hadislerin isnad, metin ve ravilerini çeşitli yönlerden ele alan eserler telif ve tasnif edilmiştir. Hz. Peygamberle ilgili olmaları dolayısiyle hadisler bugün de önemini kaybetmiş değildir. İster dinî, İster sosyal, isterse ahlâkî konularda müslümana yakışır şekilde yaşamak isteyen herkes için hadisler, günümüzde de eşsiz bir hazine olma vasfından bir şey kaybetmemiştir.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget