Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

05/04/20

ENE'L-HAK
Hallâc-ı Mansûr tarafından "Ben yokum, Hak teâlâ vardır." mânâsında söylendiği hâlde, görünüşte; "Ben Hak'kım" manasına alınan söz.

Hallâc-ı Mansûr'un "Ene'l-Hak" sözü ve buna benzerleri bu zâtların içerisinde bulundukları makamda, kendi âlemlerinde, Allahü teâlâdan başka hiçbir şey göremeyince söyledikleri sözlerdir. Allahü teâlâ mahlûkları (yarattıkları) ile birleşik değildir. Onların aynı ve benzeri değildir. O, hiç bir bakımdan yarattıklarına benzemez. Hallâc-ı Mansûr, "Ene'l-Hak" demekle; "Ben Hakk'ım, Hak teâlâ ile birleştim" demek istemedi. Böyle diyen kâfir olur. Onun sözünün mânâsı; "Ben yokum, Hak teâlâ vardır" demektir. (Ahmed Fârûkî Serhendî)

Hallâc-ı Mansûr gibi, İslâm dînine uyanların Enel'l-Hak gibi sözlerine hüsn-i zân edilir. Te'vîl edilir (iyiye yorumlanır). Hallâc-ı Mansûr, imâmdır (büyük bir âlimdir). Fakat durumunu herkese söyledi. Zayıflara ağır yük yükledi. Halkın anlayamayacakları Ene'l-Hak gibi şeyleri konuştu. (Muhammed Ma'sûm)

ENBİYÂ SÛRESİ
Kur'ân-ı kerîmin yirmi birinci sûresi.

Mekke'de nâzil oldu (indi). Yüz on iki âyet-i kerîmedir. Sûre, bâzı peygamberlerden (İbrâhim, İshâk, Lût, Süleymân, Dâvûd, Eyyûb, Yûnus ve Zekeriyyâ aleyhimüsselâm) ve bunların kavimlerini îmâna dâvet etmeleriyle ilgili husûslardan bahsettiği için bu adı almıştır. Enbiyâ sûresinde diğer belli başlı konular, Allahü teâlânın birliği, öldükten sonra dirilme ve âhiret hayâtına dâir hükümlerdir. (Beydâvî, Kurtubî, İbn-i Abbâs)

Enbiyâ sûresinde Allahü teâlâ meâlen buyurdu ki:

Allah'tan başka bir ilâh (yâni bir tanrı) daha bulunsaydı, âlemdeki nizâm (düzen) bozulur, karma karışık olurdu. (Âyet: 22)

Kıyâmet günü adâlet ölçüsünü ortaya koyarız. Kimseye bir zulüm yapılmaz. Hardal dânesi kadar iyilik eden karşılığına kavuşur. (Âyet: 17)

(Ey habîbim Muhammed aleyhisselâm!) Seni âlemlere rahmet, iyilik için gönderdik. (Âyet: 107)

ENBİYÂ
Nebîler, peygamberler. Yeni din ile gönderilmeyip, insanları önceki dîne dâvet eden peygamberler Nebî kelimesinin çoğulu. Yeni bir din ile gönderilen peygambere ise, resûl denir. (Bkz. Nebî, Peygamber)

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

Çünkü onlar (yahûdîler) Allah'ın âyetlerini inkâr etmişler, enbiyâyı haksız yere öldürmüşlerdi. Çünkü onlar isyân etmişler ve aşırı gitmişlerdi. (Âl-i İmrân sûresi: 112)

Enbiyâdan birine inanmayan kimse, hiç birine inanmamış olur. (Kâdızâde)

ENÂNİYET
Kendini beğenip büyük görme, bencillik. Egoistlik.

Kıyâmet günü Allahü teâlâ üç kimse ile konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları tezkiye etmez (temizlemez) ve onlara çok acıklı bir azâb verir. Bu üç kişiden biri de yoksul veya fakir olup da, enâniyet sâhibi olan kimsedir. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)

Ben yaptım, ben gördüm, ben söyledim diyen kimse, bununla enâniyetine işâret etmiştir.
Akıllı kimse ben yaptım, ben gördüm, ben söyledim nasıl diyebilir. (Abdülhak Dehlevî)

EN'ÂM SÛRESİ
Kur'ân-ı kerîmin altıncı sûresi.

En'âm sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Yüz altmış beş âyet-i kerîmedir. En'âm, deve, koyun ve sığır gibi hayvanlara denir. Allahü teâlâ bunları ve daha nice hayvanı insanların faydalanması için yarattığı hâlde, inanmayanların âciz varlıklar olan bir kısım hayvanlara tapınmalarından bahsedildiği için sûre bu ismi almıştır. En'âm sûresinde; İslâm dîninin îmân esasları, dünyâ hayâtının fânî (geçici), oyun ve eğlenceden ibâret olduğu, âhiretin daha hayırlı olduğu, hazret-i İbrâhim'in üvey babası ve kavmi ile olan mücâdelesi, hazret-i İshâk, Yâkûb, Dâvûd, Süleymân, Eyyûb, Yûsuf, Mûsâ, Hârûn, Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ, İlyâs, İsmâil, Elyesa', Yûnus ve Lût'un aleyhimüsselâm fazîletleri (üstünlükleri), Allahü teâlânın adı anılmadan (Besmele çekilmeden) kesilen hayvanların etinden yememek, günahtan sakınmak, Allah'a ortak koşmamak, Ana-babaya iyilikte bulunmak, yetim malı yememek, ölçü ve tartıyı hakkıyla, eksiksiz yerine getirmek gibi hükümler bildirilmektedir. (Senâullah-ı Dehlevî, İbn-i Abbâs)

En'âm sûresinde meâlen buyruldu ki:

Dünyâ hayâtı oyun ve boş şeylerdir. Allah'tan korkanlar için, âhiret hayâtı elbette hayırlıdır. Böyle olduğunu niçin anlamıyorsunuz? (Âyet: 32)

Gaybları ancak Allahü teâlâ bilir. O'ndan başka kimse bilmez. (Âyet: 59)

Îmân edip de îmânlarına şirk (Allahü teâlâya ortak koşmak) karıştırmayanlar, işte onlar azabdan emin olup, doğru yolu bulanlardır. (Âyet: 82)

Açıkta olsun gizli olsun, günâhlardan sakınınız. (Âyet: 120)

Kim En'âm sûresini gece ve gündüz okursa, yetmiş bin melek ona salât (istiğfâr) eder ve onun için af diler. (Hadîs-i şerîf-Envâr-üt-Tenzîl)

EMVÂL-İ BÂTINA
Gizlenmesi mümkün olan altın, gümüş ve ticâret eşyâsı cinsinden olan zekât malları.

Emvâl-i bâtınanın miktârını sâhibine sormak câiz değildir. Bunların zekâtını mal sâhibi, yedi sınıftan dilediğine, kendi verir. Böyle verilmiş olan zekâtları, hükûmet ayrıca isteyemez. Bir şehirdeki zenginlerin hiç zekât vermedikleri anlaşılırsa, emvâl-i bâtınalarının zekâtını da hükûmet toplayabilir. (İbn-i Âbidîn)

Hazret-i Osman'ın hilâfeti zamânına kadar, emvâl-i bâtınanın zekâtını da devlet topluyordu. Hazret-i Osman halîfe olunca, emvâl-i bâtınanın zekâtını vermek herkesin kendisine bırakıldı. (Serahsî)

EMR-İ TEKVÎNÎ
Allahü teâlânın yaratmayı dilediği şeylere "kün" yâni "ol" demesi.

Emr-i tekvînî ile, Allahü teâlânın dilediği şey hemen var olur. Hiç bir kimse, bu şeyin var olmasına mâni (engel) olamaz. Allahü teâlâ her şeyin yaratılması için, belli şeyleri sebeb yapmıştır. Belli maddeleri, belli maddelerin yaratılmalarına sebeb yaptığı gibi, insanın maddî ve mânevî gücü, çeşitli enerjiler de, bir çok şeylerin yaratılmalarına sebeptirler. Bir kuluna bir şey ihsân etmek, iyilik vermek ister ve o kimseyi o şeyin sebebine kavuşturur. Sebeb te'sir ettiği zaman, O da, dilerse, "Ol!" derse, o şey vâr olur. O dilemezse, hiç bir şey vâr olmaz. Hikmetini, yaratmasını sebeplerle örtmüş, gizlemiştir. Çok kimse yalnız sebepleri görmekte, sebepler arkasındaki hikmeti, O'nun yaratmasını anlayamamaktadır. Bu anlayışsızlığı da onun felâketine sebeb olmaktadır. (Seyyid Şerîf Cürcânî)

EMR-İ TEKLÎFÎ
Allahü teâlânın insanlara yapmaları veya sakınmaları için verdiği emirler. Buna Emr-i teşrîî de denir.

Emr-i teklîfîlerin yapılması, insanın irâdesine, dilemesine bağlıdır. Allahü teâlâ insanı irâdesinde, dilemesinde serbest bırakmıştır. Fakat, insanın dilediği şeyi yaratan, yine Allahü teâlâdır. İnsan diledikten sonra, O da dilerse, yaratır. Dilerse yaratmaz. Her şeyi yaratan, maddelere çeşitli tesirler, özellikler veren, yalnız O'dur. O'ndan başka yaratıcı yoktur. O'ndan başkasına yaratıcı, yarattı demek, O'na karşı saygısızlık olur. Başkasını O'na şerîk, ortak yapmak olur. Başkasını kendisine ortak yapanı, kıyâmette hiç affetmeyeceğini, ona sonsuz ve çok acı azablar yapacağını bildirmiştir. İnsan, O'nun emrini yapmak, iyilik yapmak dileyince, O da merhamet ederek diliyor ve yaratıyor. Kendisine inanmıyanlar, karşı gelenler bir kötülük yapmak isteyince O da diliyor ve yaratıyor. Kendisine inananlar, yalvaranlar, bir kötülük yapmak isteyince, O merhamet ederek dilemiyor ve yaratmıyor. Böylece düşmanlarının her istedikleri hâsıl olduğundan, onlar daha da azıp kuduruyorlar. (M. Sıddîk bin Saîd)

Allahü teâlânın emr-i teklîfîleri, ehemmiyetlerine göre, derecelere ayrılmıştır:

1) Bütün insanlara, îmân etmelerini, müslüman olmalarını emretmiştir.

2) Îmân etmiş olanlara, harâm işlememelerini, kötülük yapmamalarını emretmiştir.

3) Îmân etmiş olanlara farzları yapmalarını emretmiştir.

4) Haramlardan sakınan ve farzları yapan müslümanlara, mekrûhlardan sakınmağı, sünnetleri, nâfile ibâdetleri yapmağı emr etmiştir. (Bursalı İsmâil Hakkı)

EMR-İ MA'RÛF
Dinde emredilen şeyleri öğretmek, yaptırmak.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Ey mü'min kullarım! Emrettiğim işleri, ibâdetleri yapar ve emr-i ma'rûf ve nehy-i münker eder iseniz, (günahlardan, kötülüklerden alıkorsanız) başkalarının yoldan çıkması size zarar vermez. (Mâide sûresi: 108)

Birbirinize müslümanlığı öğretiniz. Emr-i ma'rûfu bırakır iseniz, Allahü teâlâ en kötünüzü başınıza musallat eder ve duâlarınızı kabûl etmez. (Hadîs-i şerîf-Mişkât)

Kıyâmet günü birini getirirler. Onu Cehennem'e atın emri gelir. Bağırsakları dışarı çıkar. Merkebin dolap etrâfında dönmesi gibi, bunun etrâfında döner durur. Cehennem'de olanlar, kendisine, sen emr-i ma'rûf ve nehy-i münker yapmadın mı, şimdi bu hâl nedir? Seni bu hâle düşüren nedir? derler. Evet başkalarına iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım. Kötülüklerden men ederdim, kendim ise yapardım cevâbını verir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)

Bütün ibâdetlere verilen sevâb, Allah yolunda gazâya verilen sevâba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazânın sevâbı da, emr-i ma'rûf ve nehy-i anil-münker sevâbı yanında denize nazaran bir damla su gibidir. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)

Emr-i ma'rûf iki sûretle yapılır. Birincisi, söz, yazı ve her nevî yayın vâsıtası iledir. Bunu yaparken bilgi az ise ve şahsa, âdetlere, kânunlara dikkat ve riâyet edilmezse, fitneye sebeb olabilir. İkinci yol, hâl ile İslâm'ın güzel ahlâkına uyarak, nümûne olmaktır. Herkese tatlı dil, güler yüz göstermek, kimseyi incitmemek, kimsenin malına, ırzına göz dikmemek, en tesirli, en faydalı emr-i ma'rûf yapmak olur. (İmâm-ı Birgivî)

Emr-i ma'rûf ve nehy-i münker yapanın niyetinin hâlis olması ve işi anlayıp, Allahü teâlânın buradaki emrini iyi bilmesi ve sabırlı olup münâkaşa ve kavga etmemesi, yumuşak şekilde tatlı dil ve yazı ile yapması lâzımdır. (İmâm-ı Birgivî)

EMR
1. Buyruk; emredenin, emrolunandan bir işin yapılmasını istemesi veya bu sûretle yapılması istenen şey.

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

O hâlde bana uyunuz. Emrime itâat ediniz. 
(Tâhâ sûresi: 90)

İnsan her hareketinde, her işinde, Allahü teâlânın emrini ve yasağını gözetince, emr ve yasakların sâhibini unutmaktan kurtulur, devamlı zikretmiş, Allahü teâlâyı hatırlamış olur. (İmâm-ı Rabbânî)

Emre uymak, edebi gözetmekten önce gelir. (Abdullah-ı Dehlevî)

2. İş.

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben emrimi Allahü teâlâya ısmarlıyorum. Çünkü Allah kullarını çok iyi görendir. (Mü'min sûresi: 44)

Bütün emrler Allah'a döndürülür. (Bekara sûresi: 210)

EMN-ÜL-AZL
Peygamberlere mahsûs sıfatlardan biri. Peygamberlerin peygamberlikten azl edilmemesi, atılmaması.
 
Peygamberlik sıfatı, peygamberlerin zâtlarından dünyâda ve âhirette ayrılmaz. Önce gelen peygamberlerin dinleri nesh olmakla, peygamberlikten azlleri lâzım gelmez. Zîrâ emn-ül-azl onların sıfatlarıdır. Bu, Allahü teâlânın onlara ihsânıdır. (Kemahlı Feyzullah Efendi)

EMÎR-ÜL-MÜ'MİNÎN
Müslümanların reîsi, devlet başkanı. (Bkz. Halîfe)

Hazret-i Ömer zamânından sonraki halîfelere emîr-ül-mü'minîn denildi. (İbn-i Sa'd)

Emîr-ül-mü'minîn Ömer radıyallahü anh bir sabah namazını cemâatle kıldıktan sonra cemâate bakıp bir kimseyi göremeyince sordu. Eshâbı dediler ki: "Geceleri sabaha kadar ibâdet ediyor. Belki şimdi uyku bastırmıştır." Emîr-ül-mü'minîn buyurdu ki: "Keşki bütün gece uyuyup da sabah namazını cemâatle kılsaydı, daha iyi olurdu." (İmâm-ı Rabbânî)

Emîr-ül-mü'minîn hazret-i Ali buyurdu ki:

Kalbler kablara benzer. Hayırlı olan, hayırla dolu olanıdır. (Abdülganî bin Abdülvâhid)

EMÎR
1. Bir kavmin, bir topluluğun başı, beyi, emredeni. Vâli, kumandan, devlet başkanı, melik.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

Ey îmân edenler! Allah'a itâat edin. Peygambere ve sizden olan emir sâhiplerine de itâat edin. (Nisâ sûresi: 59)

Allahü teâlâdan korkunuz! Başınızdaki emîr, habeşli köle bile olsa, itâat ediniz!.. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)

2. Hazret-i Ali'nin lakabı.

Hazret-i Muâviye'nin Emîr ile muhârebesi, ictihâd sebebi ile idi. (İbn-i Hacer-i Mekkî)

Hazret-i Emîr'in ismi, Cennet kapısının üstünde yazılıdır. (İmâm-ı Rabbânî)

EMÎN
1. Kendisine güvenilen.

Şerrinden ve zarârından emîn olunmayan kimsenin, dîni, namazları, zekâtları kendisine fayda vermez. (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ul-Cenne)

Âlimler devlet adamlarına karışmadıkça ve dünyâlık peşinde olmadıkça,peygamberlerin emînleridir. Dünyâlık toplamaya başlayınca hükûmet adamlarının arasına karışınca, bu emânete hıyânet etmiş olurlar. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

2. Peygamber efendimizin lakabı. Peygamber olduğu bildirilmeden önce de, Kureyş kabîlesi Resûlullah'a sallallahü aleyhi ve sellem çok güvenir, inanır ve;
"Muhammed-ül-emîn" derlerdi. 

Allahü teâlâya yemîn ederim ki, muhakkak ben gökte de emînim, yerde de. (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)

Resûl-i ekrem, hayra dâvet eden bir emîn idi. (Hazret-i Ebû Bekr)

3. Vücuttaki bütün âzâlarını İslâmiyete uygun şekilde ve uygun yerlerde kullanan.

Vücuttaki bütün âzâlar emânettir. Bu emânetleri uygunsuz yerlerde kullanan, emîn değildir. Allahü teâlâya isyân ve hıyânet etmiş olur. (Süleymân bin Cezâ)

EMÂNET
1. Emîn, güvenilir olmak. Peygamberlerde bulunması lâzım olan yedi sıfattan biri.

Peygamberler emîndirler. Bir kimsenin malına ve canına hıyânet etmekten uzaktırlar. Aslâ emânete hıyânet etmezler. Peygamber olmadan önce de böyledirler. Sevgili Peygamberimiz, kendisine peygamberlik bildirilmeden önce de, Muhammed-ül-emîn lakabı ile tanınıyordu. Allahü teâlâ, peygamberleri, hatâ ve günâhtan emin kılmıştır. (İmâm-ı Kastalânî)

2. Fıkıh ilminde, güvenilen kimseye bırakılan mal.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Emânetlerine ve verdikleri söze riâyet edenler, namazlarına devâm edenler, işte onlar Firdevs Cennet'ine vâris olacaklar ve orada ebedî olarak kalacaklardır. (Mü'minûn sûresi: 8)

Münâfıkın üç alâmeti vardır: Yalan söyler, emânete hıyânet eder ve sözünde durmaz. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

Allah yolunda savaşmak bütün günahları affettirir. Fakat emânete hıyâneti affettirmez. Emânete hıyânet eden kul, Allah yolunda ölse bile, kıyâmet günü yakalanır; "Emâneti sâhibine ver" denir. O da bunu yerine getiremeyeceği için Cehennem'in derinliklerine atılır. (İbn-i Mes'ûd)

EMÂNÂT-I MUKADDESE
İslâm dîni ve târihi bakımından büyük önem taşıyan, Peygamber efendimize ve diğer din büyüklerine âit bâzı mübârek şahsî eşyâ ve hâtıralar. Mukaddes emânetler. Bunlar: Hırka-i Saâdet, Seyf-i Nebevî, Nâme-i Saâdet, Mühr-i Seâdet, Dendân-ı Seâdet, Lıhye-i Seâdet, Nakş-ı Kadem-i şerîf, Sancak-ı şerîf, Teyemmüm taşı.

Emânât-ı mukaddesenin Osmanlı Devletine intikâli, geçişi Yavuz Sultan Selîm Hanın 1517 târihinde Mısır'ı fethedip halîfe ünvânını aldığı sırada oldu. Mısır'dan getirilen ve Sûriye, Filistin, İran'dan toplanan diğer emânetler ve teberrükât eşyâsı da Topkapı Sarayında önce iç hazîneye kondu. Sonra Hasodaya alındı. Hırka-i Saâdet dâiresi kurulunca, bunların saklanması ve bakımları özel usûle bağlandı. (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)

Yavuz Sultan Selîm Han, Emânât-ı mukaddesenin muhâfazasını kırklar diye bilinen Hasodalılara vermişti. Kırk kişiden meydana gelen Hasodalılar, Hırka-i Seâdet dâiresinde nöbet tutar, burada devamlı Kur'ân-ı kerîm okurlardı. (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)

EMÂN
Korkusuzluk, emniyet, güven.

1. Bir kimseye veya düşmana; söz, işâret veya yazı ile, mal ve can güvenliğinin emniyet (güven) altında olduğunu bildirme.

İlticâ edenlere emân vermekte bütün müslümanlar eşittir. Halktan herhangi biri de bu hakka sâhiptir. O hâlde kim bir müslümanın ahdini (verdiği sözü) bozarsa, ona ihânet ederse, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Kıyâmet gününde Allah onun ne farz, ne nâfile ibâdetlerini, ne de tövbesini kabûl eder. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)

2. Müslüman olmayan bir kimsenin İslâm memleketine girmesi için kendisine verilen müsâade, izin.

Müslümanlardan aldığı emânla, dâr-ül-İslâm'a (İslâm memleketine) gelen kâfir (müslüman olmayan) bir kimse, burada yaşamakta olan zımmî (gayr-i müslim vatandaş) gibi korkusuz yaşar. Onun haklarına sâhip olur. (Serahsî)

ELYESA' ALEYHİSSELÂM
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. İlyâs aleyhisselâmdan sonra peygamber olarak gönderilmiş ve Mûsâ aleyhisselâmın dînini yaymakla vazîfelendirilmişti. İsmi Kur'ân-ı kerîmde bildirilmiştir.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

(Yâ Muhammed!) İsmâil'i, Elyesa'ı, Zülkifl'i de hâtırla (kavmine anlat). Bunlar, hayırlılardan idiler. (Sad sûresi:48)

Genç iken İlyâs aleyhisselâmın duâsıyla hastalıktan kurtulan Elyesa' aleyhisselâm, İlyâs aleyhisselâmdan Tevrât'ı öğrendi. Onun yanından ayrılmadı. İlyâs aleyhisselâmdan sonra, Allahü teâlâ tarafından peygamber olarak gönderildi. Azgınlık ve taşkınlık yapan İsrâiloğullarını Allahü teâlânın dînine dâvet etti. İsrâiloğulları, ona inanmadıkları gibi, kendi aralarında büyük anlaşmazlıklara düştüler. Allahü teâlâ üzerlerine Âsûrluları gönderdi.
İsrâiloğulları, Âsûrlulara esir olup, zelîl ve perişân bir hayât sürdüler. Elyesa' aleyhisselâm vefâtına yakın, Zülkifl aleyhisselâmı yanına çağırıp, kendinden sonra onu yerine halîfe tâyin etti. (Taberî-Sa'lebî, Kisâî)

ELSAĞ
Sin harfini peltek se okuyan kimse.

Elsağ olan kimse, elsağ olmayana imâm olup cemâatle namaz kıldıramaz. Başka harfleri doğru okuyamayan da, doğru okuyanlara imâm olamaz. Harfleri doğru okuyan bir imâma uyarak cemâat ile kılması mümkün iken, yalnız kılarsa, harfi doğru okumadığı için namazı kabûl olmaz. Doğru olarak okuduğu bir âyet varsa, bunu veya böyle bir kaç âyet-i kerîmeyi ezberlemesi ve namazlarda, bunları okuması lâzımdır. (İbn-i Âbidîn)

ELLİ DÖRT FARZ
İslâm âlimlerinin, müslümanların hâtırlarında tutmalarını kolaylaştırmak için, öncelikle bilmeleri îcâbeden pek çok farzdan, Allahü teâlânın emirlerinden derledikleri elli dört tânesi.

Elli dört farzdan bâzıları şunlardır: Allahü teâlâyı bir bilip, O'nu hiç unutmamak. Helâlinden yemek ve içmek. Her gün vakti gelince beş vakit namaz kılmak, onları kazâya bırakmamak. Hayz (âdet görme) hâli bitmiş ise ve cünüp ise gusl (boy abdesti) almak. Belâlara sabretmek yâni isyân etmemek. Allahü teâlâdan gelen her şeye râzı olmak. Günâhlardan tövbe etmek. Ölümü hak bilip, ona hazırlanmak. Babaya, anaya iyilik etmek.
Farzları haramları öğrenmek. Malının zekâtını, mahsûlünün (tarladan gelen ürünün) uşrunu(zekâtını) vermek. Kibirli olmaktan sakınmak. Yok yere yemin etmemek. Zulümle kimsenin malını almamak. Şarab ve alkollü içkileri içmemek. Akrabâyı ziyâret etmek. Harama bakmamak. Kimseyi alaya almamak... (Kutbüddîn-i İznikî, Hasen-i Basrî)

ELHÂN
Sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, mânâ bozulacak şekilde, harfleri ve kelimeleri değiştirerek, sesi alçaltıp yükselterek, çeneyi oynatarak okumak. Lahn'in çokluk şeklidir.

Kur'ân-ı kerîmi, zikri, duâyı elhân ile okumak söz birliği ile haramdır. (Bezzâzî)

Elhân ile tecvîdi (Kur'ân-ı kerîmi şartlarına ve usûlüne uygun olarak okumayı) bozmak bid'at (dinde sonradan ortaya çıkan bir şey) olup, dinlenmesi de büyük günâhtır. (Abdülganî Nablüsî)

Elhân ile, tagannî ederek okuyan imâmın arkasında kılınan namazı iâde etmek lâzımdır. (İbrâhim Halebî)

Namaz vakitlerini bilmeyen, tegannî, elhân ederek okuyan kimse, ezân okumağa ehil değildir. Böyle kimseyi müezzin yapmak câiz değildir. (Bezzâzî)

ELHAMDÜLİLLAH
"Hamd, şükür Allahü teâlâya mahsûstur, bütün nîmetler O'ndandır" mânâsına mübârek,kıymetli bir söz. Buna hamdele de denir.

Bir gün Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme sıcak bir yemek getirildi. Yedi ve yemekten sonra; "Elhamdülillah. Şu ve şu kadar zamandan beri karnıma sıcak bir yemek girmedi" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)

Elhamdülillah demek, şükürlerin başıdır. Allahü teâlâya şükretmeyen O'na hamd etmemiş (senâ etmemiş, O'nu övmemiş) olur. (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâyık)

Zikrin (Allahü teâlâyı anmanın) en üstünü, Elhamdülillah demektir. (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâyık)

Müslümanın müslüman üzerinde beş hakkı vardır:Selâmına cevap vermek, hastasını dolaşmak, cenâzesinde bulunmak, dâvetine gitmek ve aksırdığı zaman Elhamdülillah deyince, Yerhamükallah demek. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

Yemeğe ve içmeğe başlarken Besmele (Bismillâhirrahmânirrahîm) okumalıdır. 
Yimek-içmek sonunda Elhamdülillah demelidir. (Seyyid Alizâde)

ELEM
Keder, dert, üzüntü, sıkıntı, acı.

Rabbini sevmekle şereflenenlere, sevgilinin (Allahü teâlânın) verdiği elemler, iyiliklerinden daha çok lezzet verir ve ferahlandırır. Bu makam rızâ makâmından da üstündür. Çünkü rızâ makâmında olan, sevgilinin yaptığı elemi çirkin görmez. Bu makamda elemden lezzet almak vardır. (İmâm-ı Rabbânî)

Dünyâ, elem ve meşakkat, âhiret ise, zevk ve lezzet yeridir. Dolayısıyla dünyâ ile âhiret birbirinin zıddıdır, tersidir. Birini sevindirmek ötekinin gücenmesine sebeb olur. Yâni birinde zevk aramak diğerinde elem çekmeye yol açar. (İmâm-ı Rabbânî)

Musîbetlere, elemlere sevâb olmaz. Bunlara sabr etmeğe sevâb verilir. Fakat elemlere sabr edilmese de günahların affına sebeb olurlar. (İmâm-ı Nevevî)

EKBER-İ KEBÂİR
En büyük günâh.

Ekber-i kebâir; bir şeyi Allahü teâlâya ortak etmek, adam öldürmek, anaya, babaya karşı gelmek, yalancı şâhidlik yapmaktır. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

Hanefî mezhebinde; namazı özürsüz kazâya bırakmak ekber-i kebâirdir. Bu çok büyük günâh, her namaz kılacak kadar boş zaman geçince, bir misli artmaktadır. Çünkü, namazı boş zamanlarda hemen kazâ etmek de farzdır. (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî)

EHVEN-İ ŞERREYN
İki şer (kötülük)den zararı en az olanı. Bu kelime, halk arasında Ehven-i şer olarak kullanılmaktadır.

Ehven-i şerreyn ihtiyâr olunur, yâni iki zarar ile karşı karşıya kalınırsa bunun zararca hafif olanı seçilir. Bir kimsenin yüz bin lira kıymetindeki incisi düşüp diğerinin bin lira kıymetindeki tavuğu onu yutsa, incinin sâhibi ehven-i şerreyn olarak bin lira verip tavuğu satın alır. (Mecelle ve Ali Haydar Efendi)

EHLULLAH
Allah adamları, Allahü teâlânın emirlerine uyup, O'nun sevgisini ve ism-i şerîfini gönlünden hiç çıkarmayan evliyâ zâtlar. (Bkz. Evliyâ)

Ehlullah Allah'tan başkasından ne korkarlar, ne bir şey beklerler. Şahların gönüllerinde onların heybeti, korkusu yer etmiştir. (Timur Han)

Ehlullah ile sohbete devâm, âhireti düşünüp ona hazırlanma arzusunu artırır, günahlardan sakınmaya sebeb olur. (Şâh-ı Nakşibend)

EHLİYET-İ VÜCÛB
İnsanın, lehine ve aleyhine olan hakların doğmasına elverişli olması. Vücûb ehliyeti

Her insanda zimmet (mükellef, yükümlü olma) özelliği bulunur. İnsanlar daha rûhlar âleminde iken Allahü teâlâ; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" buyurunca, onlar da; "Evet sen bizim Rabbimizsin" diyerek bir ahd, sorumluluk altına girmişlerdir. İşte zimmet bu ezelî (sonsuz öncelerdeki) ahdin, söz vermenin bir netîcesidir. Bunun içindir ki, ana karnındaki cenin (çocuk) için de ehliyet-i vücûb vardır. Fakat onun ehliyet-i vücûbu eksiktir, noksandır. Mîrâsçı olma, adına alınan şeylerin mülkiyetine sâhib olması gibi, sâdece lehine olan haklar sâbit olur. Bu haklardan faydalanır. Aleyhine olan şeylerden mes'ûl, sorumlu olmaz. Velîsi
(meselâ babası) cenin için bir şey satın alsa, onun parasını ödemekle mükellef, yükümlü değildir, bu velîsine âit bir borç olur. Cenin dışında ister yeni doğmuş olsun, ister büyük olsun, diğer bütün insanlarda ehliyet-i vücûb tamdır. (Serahsî)

EHLİYET-İ EDÂ
Şahsın dînen geçerli olacak şekilde iş yapabilmeye elverişli olması.

Ehliyet-i edâ, bizzat iş yapabilmeyi te'min eden aktif bir ehliyet çeşididir. İnsan bu ehliyeti sâyesinde başkaları ile tek başına hukûkî muâmelelerde bulunur. İşleri üzerine, mes'ûl olmak, alacaklı veya borçlu olmak gibi bir takım netîceler doğar. Ehliyet-i edâ, mecnunlarda (delilerde) ve çocuklarda vs. eksikdir. Akıllı olan ve bülûğ (erginlik) çağına gelenlerde tamdır. (Serahsî)

EHLİYET
Salâhiyet, elverişlilik. Kişinin borçlandırma ve borçlanmaya elverişli olması. Akıllı olmak, iyiyi kötüden ayırabilmek.

Alış-verişin sahîh (dînen doğru, mûteber) olması için, alıcı ve satıcıda ehliyet şartı aranır.
Akıllı olmayan çocuk, velîsinin (meselâ babasının) izni olsa da, alış-veriş ehliyeti olmadığı için, yaptığı alış-veriş sahîh değildir. Çocuk yedi yaşında akıllı olur. (Hamza Efendi)

EHL-İ ZİMMET
Cizye (vergi) vermek şartıyla İslâm devleti içerisinde yaşayan gayr-i müslim vatandaş.
Zımmî.

Ehl-i zimmeti sevmemek ve düşman bilmek lâzım ise de, bunlara eziyet etmek ve incitmek harâmdır. (Hayreddîn-i Remlî)

Ehl-i zimmete zulmetmek, müslümana zulmetmekten daha fenâdır. Hayvana zulüm, işkence etmek ise, ehl-i zimmete zulmetmekten daha fenâdır. (Alâeddîn Haskefî)

EHL-İ VUKÛF
Bir mes'ele hakkında ihtisâs ve bilgi sâhibi olan, bilirkişi.

Bir san'at sâhibine bir şey târif ederek iş yaptırmak olan istisnâ (ısmarlama) sözleşmesi yapılırken, fiyatın tâyin (belli) edilmesi şart değildir. Tâyin edilmiş ise, san'at sâhibinin sonradan fazla para istemesi câiz ise de, müşteri bunu kabûl etmediği takdirde, ehl-i vukûfun tesbit edeceği piyasa değerinde anlaşmaları lâzım olur. (İbn-i Nüceym)

Vâsi velî, yetimin malını başka birine kirâya verdikten sonra bir kimse çıkıp, bu kirâ sözleşmesinin gaben-i fâhiş (çok aldanma) ile vukû bulduğunu iddiâ etse, bu gibi sırf iddiâ ile kirâlamanın sahîh olmadığına (geçersizliğine) hükmedilemez. Ancak ehl-i vukûfa başvurulur. Ehl-i vukûf, gaben-i fâhiş olduğunu söylerse, hâkim sözleşmeyi fesheder. (Ali Haydar Efendi)

EHL-İ SÜNNET ÎTİKÂDI
Peygamber efendimizin veEshâb-ı kirâmın (arkadaşlarının) ve onların yolunda bulunan İslâm âlimlerinin bildirdikleri doğru îtikâd, inanış.

Ehl-i sünnet îtikâdında olmayan din adamlarının yazılarını okuyanın kalbi kararır. (Süleymân bin Cezâ)

Kalbe gelen bütün keşifleri, hâlleri bize verseler, fakat kalbimizi Ehl-i sünnet îtikâdı ile süslemeseler, kendimi mahvolmuş ve hâlimi harâb bilirim. Bütün harâblıkları, felâketleri üzerime yığsalar, lâkin kalbimi Ehl-i sünnet îtikâdı ile şereflendirseler, hiç üzülmem. (Ubeydullah-ı Ahrâr)

Ehl-i sünnet îtikâdından hardal tânesi kadar ayrılanla sohbet, arkadaşlık, öldürücü zehirdir. (İmâm-ı Rabbânî)

Ehl-i sünnet îtikâdında olmayan hiç kimse evliyâ olamamıştır. (İmâm-ı Rabbânî)

Ehl-i sünnet îtikâdı sana önce lâzım olan,
Yetmiş üç fırka var amma, Cehennemlik geri kalan,
Müslümanlar hep sünnîdir, cümlenin reîsi Nu'mân,
Cennet ile müjdelendi, îmânda bunlara uyan.

(İmâm-ı Rabbânî)

EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİ
İnanılması lâzım olan din bilgilerini Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) doğru olarak öğrenip, kitablara yazan ve Ehl-i sünnet îtikâdında olan İslâm âlimleri.

Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda gitmedikçe, kurtuluş olamaz, seâdete kavuşulamaz. (İmâm-ı Rabbânî)

Akıllı ve ergenlik çağına ulaşan her erkek ve kadının birinci vazîfesi, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları akâid bilgilerini (îmân bilgilerini) öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır. (İmâm-ı Rabbânî)

Cüneyd-i Bağdâdî, Sırrî-yi Sekatî, Fudayl bin Iyâd, İbrâhim bin Edhem, Şâh-ı Nakşibend, Ubeydullah-ı Ahrâr, Abdülkâdir-i Geylânî, Ahmed Rufâî, Ahmed-i Bedevî, İmâm-ı Rabbânî gibi tasavvuf büyükleri aynı zamanda Ehl-i sünnet âlimidirler. (S. Abdülhakîm bin Mustafâ)

EHL-İ SÜNNET
Îtikâdda (inanılacak şeylerde) ve yapılacak işlerde Peygamber efendimizin ve O'nun Eshâbının (arkadaşlarının) ve sonra gelen müctehid İslâm âlimlerinin yolunda bulunan müslümanlar, sünnîler.

Resûlullah efendimiz, ümmetinin başına gelecekleri bildirirken; "Benî İsrâil yetmiş iki kısma ayrıldı. Ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yalnız biri kurtulacak, diğerlerinin hepsi Cehennem'e gidecektir." Eshâb-ı kirâm bunu işitince, "O hangisidir yâ Resûlallah!" dediler. "Benim ve Eshâbımın yolunda olanlardır" buyurdu. İslâm âlimleri, bu hadîs-i şerîfte bildirilen tek kurtuluş fırkasının Ehl-i sünnet olduğunu bildirdiler. (Abdülhak-ı Dehlevî, İmâm-ı Rabbânî)

Ehl-i sünnet olanlar bugün dört mezhebde toplanmış olup, bunlar: Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleridir. (Tahtâvî)

Ehl-i beyti (Peygamber efendimizin soyundan gelenleri) sevmek, Ehl-i sünnetin sermâyesidir. (Abdülhakîm Arvâsî)

Ehl-i sünnete uymadan kurtuluş imkânsızdır. (İmâm-ı Rabbânî)

EHL-İ SUFFA
Medîne-i münevverede, akrabâları ve evleri bulunmayan, Peygamber efendimizin mescidinin suffa denilen ve üzeri hurma dallarıyla örtülü bölümünde kalan eshâb-ı kirâm.

Ey Ehl-i Suffa! Size müjdeler olsun. Eğer ümmetimden sizin içinde bulunduğunuz bu zor şartlara râzı bir kimse kalmış olursa, o, elbette benim arkadaşlarımdandır. (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-Evliyâ)

Ehl-i Suffa'nın hepsi hayatlarını dîne bağlamış, kendilerini ilme vermişlerdi. Suffa ehline kurrâ da denilirdi. Burada yetişenler, yeni müslüman olan kabîlelere muallim olarak gönderilirdi. Pekçok fazîletlere sâhib olan bu mübârek sahâbîler, büyük bir irfân ordusu idiler. Peygamber efendimiz onları çok sever, oturup sohbet eder ve birlikte yemek yerlerdi. (Ebû Nuaym, Nişancızâde)

EHL-İ SALÎB
Haç sâhipleri. Târihte papalığın teşvikiyle müslümanlara karşı birleşerek seferler tertipleyen, milyonlarca insanın canına kıyan, devletlerin yıkılmasına sebeb olan hıristiyan milletler topluluğu, haçlılar, hıristiyanlar.

1099 (H. 492) senesinde Ehl-i salîb orduları Kudüs'e girmeye muvaffak oldular. Şehre girince müslüman ve yahûdî 70.000 kişiyi boğazladılar. Câmilere sığınan müslüman kadınları ve çocukları hiç acımadan öldürdüler. Sokaklardan sel gibi kan aktı. Sokakları dolduran ölüler yüzünden yollar tıkandı. Ehl-i salîb o kadar vahşîleştiler ki, daha Almanya'da Ren nehri kıyılarında iken, rastladıkları on bin yahûdîyi orada boğazladılar. (Târihçi Michaudnun)

EHL-İ RİVÂYET
Dînî kaynaklardan hüküm çıkarırken Hicâz âlimlerinin yoluna tâbi olanlar. Bunlara; ehl-i hadîs, ehl-i eser de denir.

Ehl-i rivâyet, Medîne-i münevvere ahâlisinin âdetlerini, kıyâstan yâni ictihâd yaparak mes'eleyi çözmekten üstün tutar. Rivâyet yolunda olan müctehidlerin büyüğü, İmâm-ı Mâlik'tir. (Abdülhakîm Arvâsî)

EHL-İ RE'Y
İçtihadda, dînî hükümleri bildirmede İmâm-ı A'zam ve Irâk âlimlerinin yoluna tâbi olanlar. Bunlara ehl-i kıyâs, eshâb-ı re'y de denir.

Bir işin nasıl yapılacağı, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş ise, buna benziyen başka bir işin nasıl yapıldığı aranır, bulunur. Bu iş de, onun gibi yapılır. Bunu müctehidler yapar. Eshâb-ı kirâmdan (Resûlullah efendimizi görüp sohbet eden arkadaşlarından) sonra, ehl-i re'y olan müctehidlerin reîsi, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'dir. (Abdülhakîm Arvâsî)

EHL-İ KİTÂB
Hazret-i Îsâ veya Mûsâ aleyhimesselâmdan birine ve bunlara gönderilen kitâblara inanan kâfirler, yahûdîler ve hıristiyanlar.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Ey Habîbim! Ehl-i kitâb olan yahûdî ve hıristiyanlara söyle: Semâvî kitaplar ve Resûllerde ihtilâf (ayrılık) olmayıp, bizimle sizin aranızda berâber olan kelimeye gelin. Şöyle ki: "Allahü teâlâdan başkasına ibâdet etmeyelim ve hiçbir şeyi O'na şerik, ortak koşmayalım, Allah'ı bırakıp da içimizden hiç kimseyi (kimimiz kimimizi) Rab'lar edinmiyelim" deyiniz. Eğer Ehl-i kitâb bu kelimeden yüz çevirirlerse (o halde) şöyle deyin: "Şâhid olun, biz gerçek müslümanlarız." (Âl-i İmrân sûresi: 64)

Yâ Muâz bin Cebel! Sen, ehl-i kitâbdan bir kavme gidiyorsun. Onları ilk dâvet edeceğin şey, Allahü teâlâya ibâdet etmeleri olsun. Allahü teâlâyı tanıdıkları zaman, onlara beş vakit namazın farz olduğunu söyle. Bunu da yaparlarsa, mallarından alıp, fakirlerine vereceğin zekâtın farz olduğunu söyle. (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-Evliyâ)

Ehl-i kitâb, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin peygamber olduğunu bilirler. Fakat inadları ve hasedleri yüzünden inanmazlardı. (İmâm-ı Rabbânî)

EHL-İ KIBLE
Kâbeyi kıble edinenler, müslümanım diyenler. İş ve sözünde açıkça küfür görülmeyen dalâlet (sapık) fırkalarında olanlar.

Cehennem'e girecekleri bildirilmiş olan yetmişiki bid'at fırkası, ehl-i kıble oldukları için bunların hiçbirine kâfir dememelidir. Fakat bunların, dinde inanılması zarûrî, lâzım olan şeylere inanmayanları ve Ahkâm-ı Şer'iyyeden her müslümanın işittiği, bildiği şeyleri te'vilini bilmeden red edenleri kâfir olur. (İmâm-ı Rabbânî)

EHL-İ KEŞF
His ve akılla anlaşılamayan şeylerin, kalbine doğduğu velî zâtlar. (Bkz. Keşf)

Müctehidlerin (dinde söz sâhibi âlimlerin) ve onların mezheblerinde bulunanların dahatâlı işlerine sevap verilir. Ehl-i keşfin hatâsı kendileri için affedilir ise de, mukallidleri, onları taklid edenler, mâzûr değildir, affedilmezler. (Abdülhakîm-i Arvâsî)

EHL-İ BEYT
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın bütün âile fertleri. Mübârek zevceleri, çocukları, kızı hazret-i Fâtıma ile hazret-i Ali ve bunların mübârek evlâdları olan hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn'den kıyâmete kadar gelecek nesilleri.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Ey Habîbimin ehl-i beyti! Allahü teâlâ, sizin günâhtan uzak olmanızı istiyor. (Ahzâb sûresi: 33)

Ehl-i beytim, Nûh'un (aleyhisselâm) gemisi gibidir. Binen kurtulur, binmeyen boğulur. (Hadîs-i şerîf-Câmi-us-Sagîr-Müstedrek)

Sırat köprüsünden ayakları kaymadan geçenler, ehl-i beytimi ve eshâbımı çok sevenlerdir. (Hadîs-i şerîf-Resâil-i İbn-i Âbidîn)

Zâhir ve bâtın ilimlerinde yâni kalb ilimlerinde büyük âlim olan babam, her zaman ehl-i beyti sevmeği tavsiye ve teşvik ederdi. Bu sevginin, son nefeste îmânla gitmeye çok yardımı vardır derdi. Ehl-i beytin sevgisi, Ehl-i sünnetin sermâyesidir. Âhiret kazançlarını hep bu sermâye getirecektir. (İmâm-ı Rabbânî)

İlâhi! Fâtımâ evlâdı hâtırına,
Son sözüm kelime-i tevhîd ola,
Eğer bu duâmı edersen red ya kabûl,
Sarıldım Ehl-i Beyt-i Nebî eteğine.

(Ahmed Fârûkî)

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget