Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

05/10/20

Hitâbe (Hitâbet)
Dinleyicilere bilgi vermek ve yol göstermek için yapılan konuşma.

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen, Şuayb aleyhisselâmın kavmi olan Medyen ahâlisine hitâbesini şöyle bildirmektedir:

Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Rabbinizden size apaçık bir burhân geldi. Artık ölçeği tartıyı tam tutun. İnsanların haklarını eksik vermeyin. Yeryüzünü ıslâhından sonra fesâda vermeyin. (A'râf sûresi: 85)

Peygamber efendimizin, akrabâsını dîne dâvet hitâbesi şöyledir:

Hamd, yalnız Allahü teâlâya mahsustur. Yardımı, ancak O'ndan isterim. O'na inanır, O'na dayanırım. Şüphesiz bilir ve bildiririm ki, Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. O birdir. O'nun eşi ve ortağı yoktur. Size aslâ yalan söylemiyorum. Doğruyu bildiriyorum. Sizi bir olan ve O'ndan başka ilâh olmayan Allahü teâlâya îmân etmeye dâvet ediyorum. Ben O'nun size ve bütün insanlığa gönderdiği peygamberiyim. Vallâhi siz, uykuya daldığınız gibi öleceksiniz, uykudan uyandığınız gibi diriltileceksiniz ve bütün yaptıklarınızdan hesâba çekileceksiniz. İyiliklerinizin karşılığında mükâfât, kötülüklerinizin karşılığında cezâ göreceksiniz. Bunlar da ya Cennet'te ebedî (sonsuz) kalmak veya Cehennem'de ebedî kalmaktır. İnsanlardan, âhiret azâbı ile ilk korkuttuğum kimseler sizlersiniz. (İbn-i Hişâm)

HİŞÂMİYYE
Hazret-i Ali'yi sevdiğini iddiâ ederek diğer Eshâb-ı kirâmı (Peygamberimizin arkadaşlarını) kötüleyen şîanın kollarından olan bozuk bir fırka, topluluk.

Şiîlik, hazret-i Ali zamânında ortaya çıktı. İnsanlar arasında yayılması daha sonra başladı. Hicretin altmış senesinde Kisâniyye, altmış altı senesinde Muhtâriyye ve yüz dokuz senesinde Hişâmiyye fırkaları ortaya çıktıysa da tutunamadılar, yok oldular. (Abdülazîz Dehlevî)

Hişâmiyye fırkası iki kısımdır. Bir kısmı Hişam bin el-Hakem er-Râfizî'ye bağlanır. Bunlara Hakemiyye de denir. İkinci kısmı ise, Hişâm bin Sâlim el-Cevâlikî'ye bağlıdır. (Abdülkâhir Bağdâdî)

Hişâm bin Hakem'in kurduğu Hişâmiyyeye göre; Allah sınırlı ve sonlu olan bir cisimdir. Uzunluğu, genişliği ve derinliği vardır. Gümüşten yapılmış, saf bir zincir ve her yanı yuvarlak inci gibi ışıldayan bir nûrdur. İmâmlar günâhlardan korunmuş olduğu hâlde peygamberlerin günah işlemesi câizdir. (Abdülkâhir Bağdâdî)

Hişâm bin Sâlim el-Cevâlikî'nin kurduğu Hişâmiyyeye göre; Allah insan şeklindedir. O, et ve kandan olmayıp, yükseklerde parlayan yüksek bir nûrdur. O'nun elleri, ayakları, gözleri, kulakları, burnu ve ağzı vardır. Üst yarısı boş, alt yarısı ise doludur. O'nun siyah saçları ve hikmet fışkıran bir kalbi vardır. (Abdülkâhir Bağdâdî)

Hisse-i Şâyia
Bir şeye ortak olanların taksim edilmemiş paylarından her biri; ortak mülkiyet.

Bir kimse evini iki kişiye hediye etse, câiz olmaz. Çünkü taksimi mümkün olmayan şeyi hisse-i şâyia olarak vermek câiz değildir. (İbn-i Âbidîn)

Bir binânın yarısı Ahmed'in, üçte biri Ömer'in, altıda biri Ali'nin olsa; Ahmed, hisse-i şâyiasını satsa, Ömer ve Ali almak isteseler, yarısını Ömer, yarısını da Ali alır. Ömer, hissesine göre iki misli alamaz. (İbn-i Âbidîn)

HİSSE
Bölünebilen bir mal veya şeyin her ortağa âit olan kısmı, ortaklardan her birinin hakkı, payı.

Bir sığırı veya deveyi, yedi kişiye kadar müslüman, bâliğ kimseler, ortak olarak satın alıp kesebilirler. Sekiz kişinin yedi sığırı ve iki kişinin iki koyunu ortak satın almaları câiz olmaz. Çünkü her birinin her hayvanda hissesi vardır. (Fetavâ-i Hindiyye)

Yedi kişi ortaklaşa bir sığırı kurban ettikten sonra, ortakların hisselerini ayırmadan önce, hiç kimseye hediye etmeleri câiz değildir. (Ahmed Zühdü Efendi)

HİSBET
İyiliği emr edip kötülükten alıkoymak husûsunda, hükûmet adamlarının bizzat işe karışıp gerekeni yapmaları. İhtisâb da denir. (Bkz. Muhtesib)

Emr-i ma'rûf ve nehy-i münkeri el ile yapmak hükûmet adamlarına, dil ile yapmak din adamlarına, kalb ile yapmak da her müslümana farzdır. El ile yapmağa, hisbet denir. Dili ile yapmağa, vâz ve nasîhat denir. Hisbet yaparak çalgıları, içki şişelerini kırmak yalnız hükûmet me'murlarının vazîfesi olduğu için, başkaları kırarsa öderler. Hisbet yapmak, el ile mâni olmak din adamlarına farz değil ise de, günâh işlenirken engel olmaları câizdir. Fakat din adamı, hisbet yaparken fitne uyandırmamalıdır. Yâni, kendinin ve müslümanların dînine veya dünyâsına zarar gelecek olursa, hisbeti terk etmesi vâcib olur. Hisbet yaparken kendinde kibr, riyâ (gösteriş), sû-i zan (kötü zan), meşhûr olmak düşüncelerinin hâsıl olması ve müslümana hakâret ve onu câhillikle itham etmesi fitne olur. (Abdülganî Nablüsî)

HİMMET
1. Kast, irâde, kuvvetli istek, arzu. Allahü teâlânın velî kullarından bir zâtın, kalbinde yalnız bir işin yapılmasını bulundurup, başka bir şeyi kalbine getirmemesi ve Allahü teâlâdan o işin olmasını dileyerek, bu şekilde mânevî yardımda bulunması.

Evliyânın himmeti, yaktı beni kül eyledi
Sofiyim buldum safâyı dü cihanım kalmadı
Ahmedî der; "Yâ ilâhî! Sana şükrüm çok durur
Hamdülillah aşk-ı Hak'tan gayrı vârım kalmadı.
(Sultan Birinci Ahmed Han)

2. Gayret.

Kişinin kıymeti, himmetine göredir. Eğer onun himmeti dünyâ için ise, onun hiçbir kıymeti yoktur. Eğer Allahü teâlânın rızâsı ise, onun kıymetine ulaşmak pek zordur. (Ebû İshâk el-Kassâr)

Kişinin himmeti dağları yerinden söker. (Ubeydullah-ı Ahrâr)

HİLYE-İ SEÂDET
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem görünüşü veya O'nun görünen bütün uzuvlarının şeklini, sıfatlarını, isimlerini ve güzel huylarını anlatan yazılar. Süslü levhalar üzerine yazılan bu yazılara Hilye-i şerîf de denir.

Pek çok siyer kitabında Peygamberimizin Hilye-i seâdeti geniş ve açık olarak senedleri ve vesîkalarıyla yazılmıştır. Peygamber efendimizin Hilye-i seâdeti kısaca şöyledir: Mübârek yüzü ve bütün âzâ-i şerîfesi (organları) ve mübârek sesi, bütün insanların yüzlerinden, âzâlarından ve seslerinden güzel idi. Mübârek yüzü bir miktâr yuvarlak idi. Neş'eli olduğu zaman mübârek yüzü ay gibi nurlanır, parlardı. Gündüz nasıl görürse gece de öyle görürdü. Önünde olanları gördüğü gibi, arkasında olanları da görürdü. Yana ve geriye bakacağı zaman bütün bedeni ile dönüp bakardı. Mübârek gözleri büyük idi. Mübârek kirpikleri uzun idi. Mübârek gözlerinde bir miktâr kırmızılık vardı. Mübârek gözlerinin karası gâyet siyâh idi. Alnı açık, kaşları ince idi. Kaşları arası açık idi. Mübârek burnu gâyet güzel olup, orta yeri bir miktâr yüksek idi. Ağzı küçük değildi. Mübârek dişleri beyaz olup, ön dişleri seyrek idi. Söz söylediği zaman sanki dişleri arasından nûr çıkardı. Mübârek sözleri gâyet kolay anlaşılır, gönülleri alır, rûhları cezbederdi. Güler yüzlü olup, tebessüm ederek gülerdi. Mübârek parmakları iri idi. Mübârek kolları etli idi. Avuçlarının içi geniş idi. Bütün vücûdunun kokusu miskten güzel idi. Mübârek kolları, ayakları ve parmakları uzun idi. Mübârek karnı geniş olup, göğsü ile karnı berâber idi. Göğsü geniş idi. Çok uzun boylu olmayıp, kısa da değildi. Mübârek saçları ve sakallarının kılı çok kıvırcık ve çok düz değil yaratılıştan ondüle idi. Kırmızı ile karışık beyaz benizli olup, gâyet güzel, nûrlu ve sevimli idi. Güzel huyların hepsi Resûlullah'ta sallallahü aleyhi ve sellem toplanmıştı. (Muhammed Sıddîk bin Saîd)

HİLM
Yumuşak huylu olmak, kızmamak. Gücü yettiği halde affetmek.

Yâ Rabbî! Bana ilim ver. Hilm ile zînetlendir. Takvâ (haramdan kaçmayı) ihsân eyle! Âfiyet ile beni güzelleştir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

Allahü teâlâ, hayâ, hilm ve iffet sâhiblerini sever. Fuhuş (çirkin) söyleyenleri ve sarkıntılık yaparak dilenenleri sevmez. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

İlim, öğrenmekle; hilm de gayretle hâsıl olur. Allahü teâlâ hayırlı iş için çalışanı, maksâdına kavuşturur. Kötülükten sakınanı, ondan korur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

Hilmi sebebiyle kul, gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılanların derecesine kavuşur. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)

Öfke ânındaki hilm, zâlimlerin gazabından korur. (Hazret-i Ali)

Allahü teâlânın hilmi o kadar çoktur ki, kullarının cezâlarını vermekte acele etmiyor. (İmâm-ı Rabbânî)

HİLKAT
1. Yaratılış, yaratılma.

Üzerinde yatıp kalktığınız, yiyip içtiğiniz, gezip dolaştığınız, gülüp oynadığınız, dertlerinize devâ, korkulara, sıcağa-soğuğa, açlığa-susuzluğa, yırtıcı ve zehirli hayvanlar ile düşmanların hücumlarına karşı koyacak vâsıtaları bulduğunuz şu yer küresi yapılırken, taşları, toprakları hilkat fırınlarının ateşlerinde pişirilirken, suyu ve havası kudret kimyâhânesindeimbiklerden çekilirken, siz nerede idiniz, ne içinde idiniz, hiç düşünüyor musunuz? (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

İslâmiyet'i işitmeyen çok kimse vardır ki, önceleri bozulmuş, uydurulmuş dinlerin mensuplarına aldanmışlar, astronomide ve fen mensuplarına ve bilhassa tıb ilminde gördükleri nizamlı hâdiselerin birbirlerine bağlantılarını düşünerek, hilkatin sırlarını bu hesaplı düzenin hakîkatini anlamak istemişlerdir. Bunlar yine akl-i selîmleri ile İslâmiyet'in bildirdiği güzel ahlâkın bir çoğunu bulup müslüman gibi yaşamış, kendilerine ve başkalarına faydalı olmuşlardır. (M. Sıddîk bin Saîd)

İnsanın hilkatından maksat, kulluk vazîfelerini yapmaktır. (İmâm-ı Rabbânî)

2. Doğuştan gelen vasıf, cibiliyet, fıtrat. (Bkz. Fıtrat)

HİLL
Hac veya umre için ihrâma girilen mîkât denilen yerler ile Harem yâni Mekke şehri sınırı arasına verilen ad. Harem adı verilen yerde ihramlı iken yapılması haram (yasak) edilen şeyler, burada helâl olduğu için Hill adı verilmiştir. Hill'in Mekke-i mükerremeye en yakın yeri batı taraftaki Ten'im denilen yerdir.

Mîkâttan (ihrâma girilen yerden) geçerken bir iş için Hill'de kalmayı niyet edenlerin ve Hill'de oturanların hacdan başka niyetle ihrâmsız (iki parçadan meydana gelen dikişsiz elbise olmaksızın) Harem'e girmeleri câizdir. Meselâ Cidde şehri Hill'dedir. Hac için, Hill'de oturanlar Hill'de; Harem'de oturanlar Harem'de ihrâma girerler. (M.Mevkûfâtî)

Hac etmemiş fakîrin başkası yerine hacca gitmesi câiz ise de, Hill'e gidince, kendisine de hac etmek farz olur. Mekke'de kalıp sonraki senede kendi haccını yapması lâzım olur. (İbn-i Âbidîn)

Hîle-i Şer'iyye
Şer'î (dînî) çâre. Müslümanların, İslâmiyet'e uymaları ve haram işlememeleri için ihtiyatlı yol aramaları. Herhangi bir hususta İslâmiyete uymağa mani bir durum bulununca o şeyi yapabilmek için kolay olan bir çâre aramak veya bu sûretle bulunan çıkış yolu.

Âciz olanın, zarûrete düşenin, ibâdetini kaçırmamak veya haram işlememek için hîle-i şer'iyye yapması lâzım olur. (Süleymân bin Cezâ)

Hîle-i Bâtıla
Haramı helâl ve helâli haram yapmak veya farzı kendisine uygun gelecek şekilde yapmak yâhut birinin hakkına mâni olmak veya haksız mal ele geçirmek için yapılan hîle.

Farz olduktan sonra zekât vermemek için hîle-i bâtıla yapmak haramdır. (İmâm-ı Gazâlî)

Haramı helâl yapmak için hîle-i bâtıla yapmak yahûdîlerin âdetidir. (Abdülganî Nablüsî)

HÎLE
Sahtekârlık, hud'a. Aldatmak, yanıltmak.

Hîle ile rızık artmaz. Malın bereketini giderir. Hîle ile azar azar biriktirilen şeyler, ansızın gelen bir felâketle, birden bire giderek geride yalnız günâhları kalır. Her san'atta hîle yapmamak farzdır. Çürük iş yapmak ve gizlemek haramdır. (Muhammed Gazâlî)

HİLÂLLEMEK
Abdest alırken, el ve ayak parmakları ile sakalın ve kadınlarda sık saçların arasına ıslak parmaklarını sokarak hareket ettirmek.

Parmaklarınızın arasını hilâlleyiniz ki, Allahü teâlâ da onları kıyâmet gününde ateşle hilâllemesin. (Hadîs-i şerîf-Taberânî, Câmi-üs-Sagîr)

Abdest alırken ayak parmaklarını hilâllemeye ehemmiyet vermeli, müstehab deyip geçmemelidir. Müstehabları hafîf görmemelidir. Bunlar, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği şeylerdir. (İmâm-ı Rabbânî)

Hilâfet-i Mutlaka
Tasavvufta bir velînin bir talebesinin mânen yetiştiğine ve başkalarını da yetiştirebileceğine dâir verilen mutlak izin.

Ahmed Sa'îd-i Serhendî, babası ile birlikte Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin sohbetinde bulunup Nakşibendî yoluna girdi. On beş yaşında bu sohbetlerle kemâle geldi. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri evlenmemiş idi. Bunu oğulluğa kabûl buyurdu. Hilâfet-i mutlaka ile şereflendirdi. Çok velî yetiştirdi. 1861'de Medîne-i münevverede vefât etti. (Ebû Zeyd Fârûkî)

HİLÂFET
Halîfelik, emirlik, imâmlık (devlet reisliği).

1. Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra bütün müslümanlara imâmlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye cevap vermek vazîfesi. (Bkz. Halîfe)

Benden sonra hilâfet otuz senedir. Sonra melik-i adûd olur (ısırıcı sultanlar gelir). (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)

Biz bu işe, Peygamberlikle ve Allah'ın rahmeti ile başladık. Bundan sonra hilâfet ve rahmet olur. Ondan sonra melik-i adûd olur. Ondan sonra da ümmetimde zulüm, işkence ve karışıklık olur. (Hadîs-i şerîf-İzâlet-ül-Hafâ)

Dört büyük halîfenin birbirinden yükseklikleri hilâfetleri sırası iledir. Çünkü İslâm âlimlerinin sözbirliğine göre; peygamberlerden sonra insanların en üstünü Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri, ondan sonra Ömer-ül-Fârûk hazretleri sonra hazret-i Osman, sonra hazret-i Ali'dir. (İmâm-ı Rabbânî)

2. İnsanları doğru yola sevk eden bir velînin, bir talebesinin mânen yetiştiğine ve başkalarını da yetiştireceğine dâir izin vermesi.

Kendisine hilâfet verilecek zâtın bâtınının (yâni kalbi ve diğer âzâlarının) nisbete ve hallere kavuşmuş olması, kötü huylardan temizlenmiş, iyi huylarla süslenmiş olması ve sabr, tevekkül, kanâat, rızâ, teslim sâhibi olması dünyâya düşkün olmaması lâzımdır. (Abdullah-ı Dehlevî)

Ahmed-i Yekdest hazretleri Serhend'de Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî'nin hizmeti ile şereflendi. On bir sene kahvesini pişirdi. Sonra hilâfet verilip Mekke-i mükerremede irşâda, insanları doğru yola dâvete memur oldu. Otuz dokuz sene bu vazîfeyi yaptıktan sonra 1707'de Mekke'de vefât etti. (Seyyid Yahya Efendi)

HİKMET
1. Nübüvvet (peygamberlik).

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

Allahü teâlâ ona (Dâvûd aleyhisselâma) saltanat ve hikmet verdi. (Bekara sûresi: 251)

2. Faydalı ilim.

Hikmetin başı Allah korkusudur. (Hadîs-i şerîf-Beyhekî ve Deylemî)

Hikmet, mü'minin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın. (Hadîs-i şerîf-Kunûz-ül-Hakâyık)

3.Edeb, ahlâk ve nasîhat ile ilgili güzel sözler.

Şiirin bâzısı hikmettir. (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Mazharî)

Hikmet ve nasîhat bildiren şiirler yazmak ve sesle okumak helâldir. Şehvete âit ahlâksız şiirler okumak haramdır. Bunları okumak kalbde nifak, bozukluk yapar. (Süleymân bin Cezâ)

Denildi ki, fazla yemekte beş zarar vardır: 
1) Allah korkusu kalbden gider. 
2) Mahlûkâta (yaratılmışlara) karşı merhamet duygusu kalbden çıkar. 
3) Ağırlık verir, tâat ve ibâdete mâni olur. 
4) Hikmetli sözleri konuşsa da başkalarına te'sir etmez. 
5) Mühim hastalıklara sebeb olur. (İmâm-ı Gazâlî)

4.Gizli sebep, fâide.

Gökyüzüne, yıldızlara, bunların hareketlerine, doğup-batışlarına, ay ve güneşe, doğuş ve batış yerlerinin her gün değişmesine... mevsimlerin ayırımı için güneşin yüksek ve alçak olarak seyrine, gitmesine bir bak. İyi bil ki, her yıldızın yaratılmasında, şeklinde, renginde, bulunduğu yere konmasında binbir hikmet vardır. Bedenindeki organların durumunu da buna göre düşün. Onun da her parçasında ve her uzvun (organın) o yere konmasında pekçok hikmetler vardır. Gökler ise bundan daha önemlidir. (İmâm-ı Gazâlî)

Müntezamdır cümle ef'âlin senin
Aklı ermez, hikmetine kimsenin.
(S. Abdülhakîm Arvâsî)

5. Fıkıh ilmi, helâl ve harâmı bildiren din ilmi.

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

Allahü teâlâ dilediği kimseye hikmet verir. Hikmet verilen kimseye muhakkak çok hayır verilmiştir. (Bekara sûresi: 269)

6. İlm-i Ledünnî, mânevî ilim.

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

Biz, âl-i İbrâhim'e kitab ve (ondan ayrı olarak) hikmet verdik. (Nisâ sûresi: 54)

Kırk gün ihlâs ile İslâmiyet'e uyan kimsenin kalbini Allahü teâlâ hikmet ile doldurur. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)

7. Peygamber efendimizin sünneti.

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

Daha önce apaçık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken, Allahü teâlâ içlerinden, onlara, âyetlerini okur, (îtikâd, amel ve ahlâk bakımından) onları tertemiz yapar, onlara Kitabı (Kur'ân-ı kerîmi) ve hikmeti öğretir bir peygamber gönderdiği gibi mü'minlere büyük bir lütûfta bulunmuştur. (Âl-i İmrân sûresi: 164)

HİDDET
Öfke, kızgınlık. (Bkz. Gadab)

Bütün kötülüklerin anahtarı hiddettir. (Ca'fer bin Muhammed Firyâbî)

Kibir; hiddet ve cehâletten doğar. (S. Abdülhakîm Arvâsî)

İslâmiyet'ten, kitaptan olmayıp da, kendi kafasından çıkarıp, sert, hiddetli vâz vereni dinlemek de, vâizin gadabına sebeb olur. (Hâdimî)

HİDÂYET
1. Doğru yolu gösterme, doğru, Allahü teâlânın râzı olduğu yolda bulunma.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Hidâyeti vererek, dalâleti satın aldılar. Bu alışverişlerinde birşey kazanmadılar. Doğru yolu bulamadılar. (Bekara sûresi:16)

Hidâyet yolunu öğrendikten sonra, peygambere uymayıp mü'minlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve çok fenâ olan Cehennem'e sokarız. (Nisâ sûresi: 114)

İbâdetlerini ihlâs ile (Allahü teâlânın rızâsı için) yapanlara müjdeler olsun. Bunlar hidâyet yıldızlarıdır. Fitnelerin karanlıklarını yok ederler. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

İnsan yaratılışta; hidâyet ve dalâlet olmak üzere iki taraflıdır. Ona hidâyet, üstünlük tarafını tanıtabilmek ve bunu kuvvetlendirmeye çalışmasını sağlamak için bir hoca, bir üstâd lâzımdır. (Muhammed Hâdimî)

2. Cenâb-ı Hakk'ın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp, yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsân etmesi ve kulun rızâsını kendi kazâ ve kaderine tâbi eylemesi.

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

Kendilerine ilim ve hidâyet verdiğimiz kimseler, ilimlerini insanlardan saklarsa, Allah'ın ve lânet edenlerin lânetleri bunların üzerine olsun. (Nisâ sûre: 106)

HİCV
Birini şiirle yerme, kötüleme.

Hassân bin Sâbit, bir defâsında kâfirlerin yüz karasını ortaya koyan bir hicvini okuduktan sonra, Peygamber efendimiz; "Ey Hassân! Müşriklerin, kâfirlerin yüz karalarını ortaya koy! Cebrâil seninledir. Eshâbım silâhla harb ettikleri gibi sen de dil ile harb et" buyurdular. (İbn-i Hişâm)

Bir kimsenin; kötü, çirkin, fâhiş ve hicvedici sözlerle, Allah'a, Resûlüne ve Eshâbına karşı yalan sözler söylemesi haramdır. Dinleyen de söyleyen gibi günahkârdır. Kâfirleri ve bid'atleri yermek câizdir. Nitekim Hassân bin Sâbit, şiirleri ile Resûl-i ekremi över, kâfirleri yererdi. Resûl-i ekrem de bunu ona emretmişti. (İmâm-ı Gazâlî)

Başkalarını hicveden ve fuhuş, içki anlatan ve şehveti harekete getiren şiirleri tegannî ile makam ile okumak her dinde haramdır. Harama sebeb olan şeyler de haram olur. (Âlim bin Alâ)

HİCRET
Bir yerden başka bir yere göç etmek.

1. Resûlullah efendimizin Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye göç etmesi.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elli üç yaşında iken, Allahü teâlânın izni ile Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye hicret eyledi. Safer ayının yirmi yedinci Perşembe günü sabah erken evinden çıkarak, öğleden sonra Ebû Bekr-i Sıddîk'in evine geldi. Birlikte Sevr dağındaki mağaraya gittiler. Bu dağın yolu çok bozuk idi. Peygamber efendimizin mübârek ayakları kanadı. Mağarada üç gece kalıp, Pazartesi gecesi yola çıktılar. Bir hafta yolculuktan sonra Eylül ayının yirminci ve Rebî-ul-evvelin sekizinci Pazartesi günü Medîne'de Kubâ köyüne geldiler. Rebî-ul-evvelin on ikinci Cumâ günü Medîne'yi şereflendirdiler. (Ahmed Cevdet Paşa, Kastalânî)

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Medîne'ye hicret edince; "Mü'minlere saldıran zâlimlerle cihâd yapmaya izin verildi" meâlindeki Hac sûresi 139. âyet-i kerîmesi geldi. (Kâdı Beydâvî)

2. Müslüman bir kimsenin, dînini korumak için, kâfir memleketinden, İslâm memleketine göç etmesi.

İşte ben de dînimi korumak için Allah yolunda hicret ediyorum. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak, anasını ağlatmak isteyen varsa önüme çıksın. (Hazret-i Ömer) Dâr-ül-harbde (müslüman olmayan memlekette) îmâna gelenin, Dâr-ül-İslâm'a (İslâm memleketine) hicret etmesi vâcib olur. (İbn-i Âbidîn)

3. İslâm memleketinde fitne ve kötülük bulunan bir yerden iyi bir yere göç etmek.

Herc (karışıklık), fitne zamânında yapılan ibâdet, benim yanıma (Mekke'den Medîne'ye) hicret etmek gibidir. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

Dînini muhâfaza için hicret eden, Cennet ile müjdelendi. Bir mahallede sâlih, ârif kimse kalmayıp, bozukluk ve bid'at, dinde olmayan şeylerin yapılması artınca, başka mahalleye hicret etmek veya böyle bir şehirden başka şehre hicret etmek vâcib olur. (İsmâil Hakkı Bursevî)

Hicr Sûresi
Kur'ân-ı kerîmin on beşinci sûresi.

Hicr sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Doksan dokuz âyet-i kerîmedir. Îtikâd bilgilerine, ahlâka, insanların ve cinnîlerin yaratılışına, târihî ve bilhassa İbrâhim, Lût, Şuayb, Sâlih ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Cezîret-ül-arab'ın kuzeybatı tarafında Medîne-i münevvere ile Berr-üş-şâm arasında eski bir şehir olan Hicr ülkesi halkının, inanmadıkları için ilâhî gazaba uğramaları anlatıldığından, Sûret-ül-hicr denilmiştir. (Senâullah Dehlevî)

Hicr sûresinde Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki:

Kur'ân-ı kerîmi sana biz indirdik. Biz onu elbette koruyucuyuz. (Âyet: 9)

HİCR
1. Men etmek; akıl ve bâliğ olmamış çocuk, deli, bunak, sefih yâni malını kötü yere harcayan ve borçlu gibi kimseleri, tasarruf-i kavlîsinden yâni alış-veriş, kirâlama, havâle, kefillik, emânet ve rehin alıp-verme, hibe gibi işlerin tasarruflarından men' etme.

Sefîh yâni nafaka te'min ederken malını isrâf edip dînin ve aklın uygun görmediği lüzumsuz yere harcayan ve haramlara sarf eden, hâkim tarafından hicr edilir. Dîn-i İslâm'dan ayrılmak için hîle-i bâtıla öğreten hocalar, câhil tabib ve eczâcılar ve hîleli iflâs yapan tüccarlar, câhil hâkimler, hîle yapan satıcılar, ihtikâr yapanlar (karaborsacılar) da hicr edilir. (İbn-i Âbidîn)

2. Dostluğu bırakmak, dargın olmak.

Mü'minin mü'mine üç günden fazla hicr etmesi helâl olmaz. Üç geceden sonra ona gidip selâm vermesi vâcib olur. Selâmına cevâb verirse, sevâbda ortak olurlar. Vermezse günâh, ona olur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

Erkek olsun, kadın olsun, dünyâ işleri için mü'minin mü'mine hicr etmesi câiz değildir. (Muhammed Hâdimî)

HİBE
Bağış. Bir malı karşılıksız olarak başkasına verme. Hibe edilen mala hediye denir. (Bkz. Hediye)

Malı verenin, hibe ettim gibi âdet olan sözü söylemesi, alanın da kabûl ettim demesi veya kabz etmesi (eline alması) lâzımdır. Alacağını borçluya hibe eden, artık bunu geri isteyemez. (İbn-i Âbidîn)

Hibe sevab kazanmak maksadiyle yapılır. Hibe eden dünyada hayırla anılır, hibesini sırf Allah için yaptıysa ahirette karşılığını görür. (İbn-i Âbidîn)

Yeşilay, Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi çeşitli isimler altında kurulmuş olan yardım teşkîlâtları, dînin hibe ahkâmına (hükümlerine) tâbidirler. Yâni bunlar, yardım yerleridir. Vakf değildirler. Vakf malı, vakfeden kimsenin koyduğu şartlara göre idâre edilir. Yardım müesseseleri ise, başkanlarının emrine göre iş görür. (M. Sıddîk bin Saîd)

HIZIR ALEYHİSSELÂM
İbrâhim aleyhisselâmdan sonra yaşamış bir peygamber veya velî.

Hızır aleyhisselâm Zülkarneyn aleyhisselâmın askerinin kumandanı ve teyzesinin oğludur. Mûsâ aleyhisselâm ile görüşüp yolculuk etti. Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden değildir. Fakat vefâtından sonra rûhu insan şeklinde gözüküp garîblere, kimsesizlere yardım etmektedir. Mûsâ aleyhisselâm ile karşılaşmaları ve birlikte yolculuk yapmaları Kur'ân-ı kerîmin Kehf sûresi 60-82. âyetlerinde bildirilmiştir. (Râzî, İbn-i Hacer, Süyûtî, İmâm-ı Rabbânî)

Ebü'd-Derdâ radıyallahü anh bir gün Mekke-i mükerremede bir dağın üzerine çıktı. Orada hâlinden ve tavrından sâlihlerden olduğu anlaşılan birisini gördü. Yanına giderek "Bana nasîhat et" dedi. O da; "Nasîhat olarak ölüm sana kâfidir" dedi. Ebü'd-Derdâ; "Daha fazla nasîhat et" deyince, o da; "Gam, tasa bakımından kabri düşünmek kâfidir" dedi. Bunun üzerine Ebü'd-Derdâ, Resûlullah efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem huzûruna gelerek bu hâli haber verdi. Peygamber efendimiz; "O zât, kardeşim Hızır'dır" buyurdu. (Mevlânâ Abdurrahmân Câmi)

Âlimlerin çoğu Hızır aleyhisselâmın öldüğünü bildirdi. Eğer hayatta olsaydı, Peygamber efendimize gelir, birlikte Cumâ namazı kılar, sohbetinde ve cihâdlarında bulunurdu. (Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî)

Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerine, lâ ilâhe illallah, zikrini Hızır aleyhisselâm öğretti. (Hüseyn Vâiz-i Kâşifî)

Bir gün sabah vakti toplanmıştık. İlyas aleyhisselâm ile Hızır aleyhisselâm ruhânî şekillerde geldiler. Hızır aleyhisselâm rûhânî olarak dedi ki; "Biz ruhlar âlemindeniz. Allahü teâlâ bizim ruhlarımıza öyle bir kuvvet vermiştir ki, insan şeklini alırız. İnsanların yaptığı işleri bizim ruhlarımız da yapar. İnsanların yaptığı gibi yürürüz, dururuz, ibâdet ederiz". (İmâm-ı Rabbânî)

Her gördüğünü Hızır bil, her geceyi kadir bil. (Hakîm Süleymân Atâ)

HIYÂNET
Hâinlik. Birine kendini emîn tanıttıktan sonra, o emniyeti bozacak iş yapmak; vefâsızlık, îtimâdı kötüye kullanmak, sözünde durmamak.

Kibirden, hıyânetten ve borçtan temiz olarak ölen kimsenin gideceği yer Cennet'tir. (Hadîs-i şerîf-Mişkât)

Allah'ım! Açlıktan sana sığınırım. Açlık ne kadar acıdır. Hıyânetten sana sığınırım. Hâinlik ne kötü şeydir. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Ebû Dâvûd)

Ticârete hıyânet karışırsa bereket gider. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)

Hıyânet haramdır. Münâfıklık (iki yüzlülük) alâmetidir. Hıyânetin zıddı emânettir, emin olmaktır. Mü'min, herkesin malını, canını emniyet ettiği kimsedir. Emânet ve hıyânet, malda olduğu gibi, sözde de olur. (Muhammed Hâdimî)

HIRS
Bir şeye aşırı düşkünlük, şiddetli istek.

İki aç kurt bir koyun sürüsüne girdiği zaman yaptıkları zarardan, mal ve şöhret hırsının insana yapacağı zarar daha çoktur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

Âdemoğlu helâk olsa, ihtiyârlasa bile, onda hırs ve emel (istek) yine kalır. (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-Evliyâ)

Hırslı insan, helâl haram demeden her istediğine kavuşmak, başkalarının zararına da olsa, beğendiği şeyleri toplamak, ister. Hırs veya tamah, kalb hastalıklarındandır. Hırs ve tamahkârlığın en kötüsü insanlardan (bir şeyler) beklemektir. (İmâm-ı Gazâlî)

Hırsı bırak da yorulma
Geçimde tamaha kapılma

Niçin malı cem' edersin
Kime topladın bilemezsin

Rızk vaktiyle ayrıldı
Sû-i zan faydasız kaldı

Her hırs sâhibi fakirdir
Her kanâatkârsa zengin.
(Behlül Dânâ)

HIRKA-İ ŞERÎF
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sağlığında büyük velî Veysel Karânî hazretlerine verilmesini vasiyet ettiği mübârek hırkası. Veysel Karânî'ye hediye edilen bu hırka, İstanbul Fâtih'teki Hırka-i Şerîf Câmii'ndedir.

Peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem vefâtı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim? dediler. "Üveys-i Karânî'ye verin. Alıp giysin ümmetime de duâ etsin" buyurdu. Hazret-i Ömer ve hazret-i Ali, Hırka-i şerîfi Veysel Karânî'ye verdiler. Hırka-i şerîfi hürmetle (saygıyla) alıp, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Secdeye kapanıp şöyle duâda bulundu; "Yâ Rabbî! Sevgili Peygamber efendimiz, ben âciz kuluna hazret-i Ömer ve hazret-i Ali ile Hırka-i şerîflerini göndermiş" diyerek günâhkâr müslümanların affı için duâ etti. Bir çok günâhkâr müslümanın affolduğu bildirilince, Hırka-i şerîfi hürmetle giydi. (Molla Câmî, Ferîdüddîn Attâr, Ebû Nuaym)

Veysel Karânî, kendisine hediye edilen Hırka-i şerîfi savaşta dahi yanından ayırmayıp canı gibi muhâfaza ederdi. Veysel Karânî'nin vefâtından sonra titizlikle muhâfaza edilen Hırka-i şerîf, Şükrullah Efendi isminde bir şahıs tarafından 1618'de Osmanlı pâdişâhı Sultan İkinci Osman Hân'a getirilip hediye edildi. Sultan Abdülmecîd Han bu Hırka-i şerîfin muhâfaza edilmesi için Fâtih civârında Hırka-i Şerîf Câmii'ni yaptırdı. Her yıl Ramazân-ı şerîf ayında Şükrullah Efendinin torunları tarafından halka ziyâret ettirilen Hırka-i şerîf, üzerinde âyet-i kerîmeler yazılı altın işlemeli bir örtü içindedir. 
(Yeni Rehber Ansiklopedisi)

HIRKA-İ SEÂDET
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâb-ı kirâmdan (Peygamberimizin arkadaşlarından), Kâ'b bin Züheyr'e, yazdığı güzel kasîdesinden dolayı hediye ettiği bu hırka, İstanbul'da Topkapı Sarayı Müzesi Hırka-i Seâdet dâiresinde diğer kutsal emânetlerle birlikte muhâfaza edilmektedir. Asırlardan beri İslâm devletleri tarafından büyük bir ihtimâmla (titizlikle) korunan Hırka-i Seâdet, Mısır'ın fethi üzerine Mekke Şerîfi tarafından diğer kutsal emânetlerle birlikte Yavuz Sultan Selîm Han'a teslim edildi. Yavuz Sultan Selîm Han'ın mukaddes emânetlerle birlikte Mısır'dan İstanbul'a getirdiği Hırka-i seâdet bir müddet Harem dâiresinde kaldı. Daha sonra Topkapı Sarayı'nda Hırka-i Seâdet dâiresi yaptırılarak orada muhâfaza edilmeye başlandı.

Peygamber efendimize âit mübârek eşyâların, bilhassa Hırka-i Seâdet'in bütün müslümanların yanında çok büyük değeri ve özel bir yeri vardır. Osmanlılar zamânında her yıl Ramazan ayının on beşinci günü pâdişâhın ve diğer devlet ileri gelenlerinin katıldığı özel bir merâsimle (törenle) özel sandukası içinde bulunan Hırka-i Seâdet ziyâret edilirdi. Önce pâdişâh, sonra işâret ettiği kimseler sıra ile Hırka-i Seâdet'e yüzlerini ve gözlerini sürerek öperlerdi. Pâdişâh, üzerinde bir kıt'a yazılı bulunan tülbentleri Hırka-i Seâdet'e sürüp ziyârete gelenlere dağıtırdı. Merâsim bittikten sonra Hırka-i Seâdet sandukasını pâdişâhın kendisi kilitlerdi. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

HIRİSTİYANLIK
Îsâ aleyhisselâmın getirdiği hak din olan Îsevîliğin bozulmuş şekli.

Hazret-i Îsâ'ya İncîl isminde bir kitab nâzil oldu (indi). Fakat yahûdîler bu kitabı seksen sene içinde yok ettiler. Asıl İncîl'i değiştirerek şahsî düşüncelerin ve bozuk inanışların yer aldığı yeni İncîller yazdılar, böylece hıristiyanlık dîni ortaya çıktı. (Manastırlı Hâcı Abdullah Abdi Bey)

Zamanla hıristiyanlık büyük devletlerin resmî dîni hâline gelince, Ortaçağda korkunç bir karanlık devir başladı. Hazret-i Îsâ'nın telkin ettiği insanlık, merhamet ve şefkât esasları tamâmen unutuldu. Bunun yerine hıristiyanlar taassubu, kin ve nefreti, düşmanlığı ve zulmü ele aldılar. Hıristiyanlık adı altında akla hayâle sığmaz mezâlim (zulüm ve haksızlıklar) yaptılar. İlmin ve fennin karşısına çıktılar. Galîle gibi dünyânın döndüğünü bildiren bir bilgini dinsizlikle ithâm ederek sözünü geri almazsa öldürmekle tehdit ettiler. İspanyol doktoru ve teoloğu (din bilgini) Michel Serve'yi de teslîsi (üçlü ilâh sistemini) ve hazret-i Îsâ'nın ilâhlığını reddetmek için yazdığı kitaptan dolayı, 1553'de Geneve'de diri diri yaktılar. Engizisyon mahkemeleri kurarak yüz binlerce insanı haksız yere dinsiz diyerek türlü türlü işkencelerle öldürdüler. Ancak Allah'a mahsus olan günâh affetme kudretini, pazlara verdiler. Hattâ para karşılığı Cennet'ten yerler sattılar. (Şemseddîn Sâmi ve Harputlu İshâk Efendi)

Hıristiyanlık dînine göre; insanlar günâhkâr olarak doğar, hazret-i Îsâ insanları bu günâhtan kurtarmak için dünyâya gelmiştir. Allah'ın oğludur. İnsanlar doğrudan doğruya Allah'tan bir şey isteyemezler, ancak râhibler (din adamları) insanların yerine Allah'a yalvarabilir ve onların günâhını affedebilirler. Hıristiyanlığın başında papa bulunur, papa günâhsızdır. İsmi İncîl'de bildirilmesine rağmen Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğini kabûl etmezler. Onlarca vaftiz yâni yüze su serperek veya vücûdu suya batırarak yıkamak, ekmek üzerine şarap dökerek yemek, ibâdettir. 
(Harputlu İshâk Efendi ve El-Hac Abdullah bin El-Hac Destan Mustafa)

HIKD
Başkasından nefret etmek, kalbinde ona karşı kin, düşmanlık beslemek.

Üç şeyden biri bulunmıyan kimsenin bütün günahlarının af ve mağfiret olunması umulur: Şirke (Allahü teâlâya ortak koşmaya), küfre (imânın gitmesi haline) yakalanmadan ölmek, sihir (büyü) yapmamak ve din kardeşine hıkd beslememek. (Hadîs-i şerîf-Taberânî)

Hıkd eden kimse; iftirâ, yalan ve yalancı şâhitlik ve dedikodu ve sır ifşâ etmek (açıklamak) ve alay etmek ve haksız olarak başkasını incitmek, hakkını yemek ve ziyâreti kesmek günâhlarına yakalanır. (Muhammed Hâdimî)

Gadab eden, kızan kimse, intikamını alamayınca, gadabı hıkd hâlini alır. (Muhammed Hâdimî)

HIFZ
1. Koruma, ezberleme, saklama.

Kur'ân-ı kerîmi kıyâmete kadar Allahü teâlâ hıfz edecektir. Târihte ne zaman insanlar küfür (îmânsızlık) karanlıklarına düştülerse, Allahü teâlâ onları peygamber göndererek sapıklıktan kurtarmıştır. 
(S. Abdülhakîm Arvâsî)

Îmân beş kal'anın içinde hıfz olunur. 1) Yakîn, 2)İhlâs, 3) Farzları yapma ve haramlardan sakınma, 4) Sünnete yapışmak, 5) Edebi gözetmektir. Her kim bu beş şeyi hıfz ederse, îmânını hıfz etmiş olur. Şâyet birini bile terk ederse düşman gâlib olur. (Kutbüddîn İznîkî)

2. Devâm etmek, yerine getirmek, gözetmek.

Kim şu yedi kelimeyi hıfz ederse Allahü teâlâ ve melekler katında kıymetlidir. Deniz köpüğü kadar günâhı olsa Allahü teâlâ affeder:

1) Bir işe başlarken Bismillah demek,

2) Her işin sonunda Elhamdülillah demek,

3) Dilinden lüzumsuz söz çıktığında, Estağfirullah (Allahü teâlâ'dan beni af etmesini, bağışlamasını istiyorum.) demek,

4) Yapacağı bir iş için inşâallah demek,

5) Kötü bir durumla karşılaştığında, Lâ havle velâ kuvvete illâ billah demek,

6) Bir musîbete uğradığında, İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn demek.

7) Gece ve gündüz, dilinden kelime-i tevhîdi düşürmemek. (Fakih Ebü'l-Leys Semerkandî)

3. Ezberlemek.

HIDIRELLEZ
Yazın başlangıcı sayılan altı Mayıs günü. (Rûmî senede Nisan ayının yirmi üçüncü günü.)Yıl, Hızır ve Kasım olarak ikiye ayrılır. Mayıs ayının altısında Hızır ile yaz başlar. 186 gün sürer. Kasım ayının 8'ine kadar devâm eder ve bundan sonra kış başlar. 179 gün (Şubat'ın 29 çektiği artık yıllarda 180 gün) sürer. Hıdırellez denmesinin sebebi; Mûsâ aleyhisselâmın ümmetinden bir velî veya peygamber olduğu bildirilen ve Kur'ân-ı kerîmde Kehf sûresi 65. âyet-i kerîmesinde: "Kullarımdan biri"ismi ile geçen Hızır'ın (Hıdır) kurak bir yerde oturması ile o yerin yeşerip dalgalanmaya başladığı, hadîs-i şerîfte (Peygamber efendimizin haber vermesiyle) bildirilmiştir. Bu sebeple yaz başlangıcında ortalığın yeşermeğe başladığı güne yeşil mânâsına gelen Hıdır günü, yine bu günde Hıdır ile İlyâs'ın buluştukları rivâyeti sebebiyle de Hıdırellez (Hıdır+İlyâs) denilmiştir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

İslâmiyet, Hızır (Hıdır) ve hazret-i İlyâs'ın Allahü teâlânın sevgili kullarından olduğunu haber vermekte fakat onlar adına mukaddes bir günün varlığını bildirmemektedir. Hıdırellez gününün İslâm dîninde dînî hüviyeti ve kudsiyeti yoktur. Bundan dolayı 6 Mayıs'ta İslâmiyet'in beğenmediği, haram (yasak) ettiği şeyleri yaparak eğlenmek yasaktır. (Abdülhakîm Arvâsî)

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget