Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

05/12/20

HÜZN (Hüzün)
Üzüntü, keder. Sevincin zıddı. Bu, halk arasında kastedilen dünyevî hüzünden başkadır. Tasavvuf yolunda bulunanlara âit bir hâl.

Hüzn, insanın kalbini gafletten (Allahü teâlâyı unutmaktan) korur. Hüznü olmayan sâlikin (tasavvuf yoluna girmiş olanın) senelerce kavuşamadığı mânevî derecelere, hüzün sâhibi olan, kısa zamanda kavuşur. Allahü teâlâ kalbi hüzünlü, kırık olanları sever. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, dâimâ hüzünlü ve Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünme hâli üzere idiler. Râbia-i Adviyye, vâ hüznâ (Vah hüzün) demekle bu mertebeye kavuşmayı arzû etmiştir. (Abdülhakîm Arvâsî)

HÜSN-İ ZAN
1. Kulların Allahü teâlâdan rahmetini ummaları.

Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Allahü teâlâ kendisine hüsn-i zan ederek yapılan duâyı elbette kabûl eder. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

Kıyâmet günü, Allahü teâlâ bir kulunun Cehennem'e atılmasını emreder. Cehennem'e götürülürken, arkasına dönerek yâ Rabbî! Dünyâda iken (Cennetine kor diye) sana hep hüsn-i zan ettim deyince, onu Cehennem'e götürmeyiniz! Kulumu, bana olan zannı gibi karşılarım buyurur. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)

2. Bir kimse veya bir hâdise hakkında iyi kanâat sâhibi olmak.

Bütün müslümanlara hüsn-i zan etmek, iyi nazarla bakmak, iyi karşılamak lâzımdır. Sözleri, mümkün olduğu kadar iyiye yormalıdır. Müslümanın hayırlı ve sâlih olduğuna inanmak, ibâdet olur. (Muhammed Hâdimî)

HÜSN-İ HÂTİME
Son nefeste, rûhunu îmân ile teslim etme, îmân ile âhirete gitme.

Bir insanın hüsn-i hâtime ile mi yâhut sû-i hâtime (îmânsız gitme) ile mi öleceği, son nefeste belli olur. Bütün ömrü boyunca, kâfir olarak yaşayıp sonunda îmâna kavuşan olduğu gibi, ömrü îmânla geçip, Allahü teâlâ korusun sonunda îmânsız giden de olur. Kıyâmette son nefesteki hâle bakılır... (Ahmed Fârûkî)

Her müslümanın, ölümü düşünüp, hüsn-i hâtime sebeplerini elde etmek için çalışması ve sû-i hâtime ile bu dünyâdan ayrılmaktan çok sakınması lâzımdır. (Senâullah-i Dehlevî)

Rabbimiz! Sonumuzu sevdiklerinin sonu gibi eyle. Hüsn-i hâtime ile sona erdir. (Muhyiddîn-i ibni Arabî)

HÜRRİYET
Hürlük, serbestlik.

1. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyup, herkesin hakkını gözetmek.

Hürriyet, başıboş kalıp, her istediğini yapmak demek değildir. (Ali bin Emrullah)

2. Maddî ve mânevî her türlü şeyin sevgisinden gönlünü kurtararak yalnız Allahü teâlâya kul olmak.

Kim hürriyet isterse, Allahü teâlâya kulluğa sarılsın. (Hallâc-ı Mensûr)

Hakîki hürriyet, kullukta kemâl derecesine varmakla mümkündür. Allahü teâlâya karşı kullukta sâdık olan, başkalarına köle olma boyunduruğundan kurtulup, gerçek hürriyete kavuşur. (İmâm-ı Kuşeyrî)

HÜRRE
Hür kadın. Câriye olmayan kadın.

Hürre olan hanımlar, namaz kılarken, yüz ve elden başka bütün bedenlerini örter, göstermezler. Câriyeler (hür olmayan kadınlar) ise, sırt ve göbekten diz altına kadar örterler. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)

Hürre olan kadının zevci veya ebedî mahrem (hiç nikâh düşmeyen) akrabâsından biri yanında bulunmadan, yalnız veya başka kadınlarla yâhut, âkıl, bâliğ ve sâlih olmayan mahremi, yakını, akrabâsı ile üç günlük (yaklaşık 104 kilometre) yola gitmesi haramdır. (İbn-i Âbidîn)

HÜMEZE SÛRESİ
Kur'ân-ı kerîmin yüz dördüncü sûresi.

Hümeze sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Dokuz âyet-i kerîmedir. Birinci âyet-i kerîmede geçen hümeze kelimesinden dolayı sûreye bu isim verilmiştir. Sûrede; mü'minlerin birbirlerini gıybet etmemeleri (arkalarından çekiştirmemeleri), başkalarına iyi davranmayanların Cehennem'e atılacağı bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs, Taberî)

Allahü teâlâ Hümeze sûresinde meâlen buyuruyor ki:

Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi ve başkalarını ayıplamayı ve servet biriktirip onu saymayı âdet edinenlere yazıklar olsun. (Âyet: 1, 2)

HÜMEYRÂ
Peygamber efendimizin, hazret-i Âişe vâlidemize verdiği lakab.

Dîninizin üçte birini Hümeyrâ'dan öğreniniz. (Hadîs-i şerîf-Medâric-ün-Nübüvve)

Âişe Sıddîka'nın radıyallahü anhâ fazîletleri, üstünlükleri sayılamıyacak kadar çoktur. Eshâb-ı kirâmın (Peygamberimizin sohbetinde bulunan müslümanların) fıkıh âlimlerindendi. Çok fasîh ve belîğ (güzel) konuşurdu. Eshâb-ı kirâma fetvâ verirdi. Âlimlerin çoğuna göre, fıkıh bilgilerinin dörtte birini hazret-i Âişe haber vermiştir. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazret-i Âişe'ye Hümeyrâ derdi. (Abdülhak-ı Dehlevî)

HÜKM (Hüküm)
Bir dâvâ, bir mes'ele, bir kişi hakkında verilen karar, emir.

Allahü teâlânın mü'minler hakkındaki hükmüne hayret ettim. Ona genişlik taktîr eder ve kulu buna râzı olursa, kulun hakkında hayırlı olur. Şâyet darlık ile hükmeder de yine kulu buna râzı olursa, bu da hakkında hayırlıdır. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)

HÜCRE-İ SEÂDET
Medîne-i münevverede Mescid-i Nebevî içinde Peygamber efendimizin mübârek kabirlerinin bulunduğu oda. Peygamber efendimizin sağlığında burası, hanımlarından hazret-i Âişe vâlidemizin odasıydı. Peygamberimiz burada vefât etti. "Peygamberler vefât ettikleri yere defnolunurlar" hadîs-i şerîfi gereğince, buraya defnedildi.

İslâm târihindeki ilk türbe olan Hücre-i Seâdet'in üzeri yeşil bir kubbeyle örtülüdür. Hücre-i seâdet, Peygamber efendimizin Medîne'deki mescidinin kıble duvarının doğu köşesine yakın olup, mihrâbda kıbleye dönen kimsenin sol tarafına düşer. Minber ise, sağ taraftadır. Hücre-i Seâdet ile minber arasına Ravda-i mütahhera (Cennet bahçesi) denir. (Eyyûb Sabri Paşa)

HUZÛR
1. Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin kalbde bulunmaması.

Peygamber efendimizin bildirdiği âyet-i kerîmeleri ve duâları, belli vakitlerinde okumalıdır. Bunlar ve nâfile namazlar, ihlâs ile, kalb huzûru ile okunmazsa, sahîh olmazlar, faydaları dokunmazlar. (Abdullah-ı Dehlevî)

2. Nezd, yan.

Bir mü'minin kabrini ziyâret eyleyen, Hak teâlâ huzûrunda nâfile bir hacdan ziyâde (fazla) sevâba nâil olur (kavuşur). (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)

Büyüklerin huzûru, sohbeti ile şereflenmeyen zavallıların hâli harâbdır. (İmâm-ı Rabbânî)

Yüzüm yok huzûra çıkam yâ Rabî!
Neler etti bana bu nefs-i denî.
(M. Sıddîk Gümüş)

3. Rahat, gönül ferahlığı seâdet.

Şeytanın hîlelerinden dördüncüsü, şimdi dünyâyı kazanmak için çalış da, râhata kavuş, o zaman rahat rahat, huzûr içinde ibâdet edersin diyerek ibâdete mâni olur. Buna cevâb olarak, ecel benim elimde değildir. Herkesin ömrünü Allahü teâlâ ezelde taktir etmiştir.Belki yakında ölürüm. İbâdet vazîfelerini vaktinde yapmalıyım, demelidir. (Hâdimî)

Allah korkusu ve Allah sevgisi insanları seâdet ve huzûra kavuşturan iki kanat gibidir. (Mustafa Sabri Efendi)

HUY
Mîzâc, tabiat, ahlâk.

İbâdetleri az olan bir kul, iyi huyu ile kıyâmette yüksek derecelere kavuşur. Bir kulun ibâdetleri çok olsa da, kötü huyu, onu Cehennem'in dibine götürür; bâzen küfre götürür. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

İy huyları tamamlamak, yerleştirmek için gönderildim. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi huy da hatâları eritir. Sirke balı bozduğu gibi, kötü huy, hayrâtı ve hasenâtı (iyilikleri) yok eder. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

Ey oğlum! Kötü huydan, gönül dağınıklığından sakın, sabırsız olma. Yoksa arkadaş bulamazsın. İşini severek yap, sıkıntılara katlan. Bütün insanlara karşı iyi huylu ol. Çünkü insanlara karşı iyi huylu olan ve onlara güler yüz göstereni herkes sever. (Lokman Hakîm)

Muhammed aleyhisselâm, gâyet güzel huylu, güzel yüzlü, kibâr tavırlı ve çok dürüst bir zât idi. Dâimâ hiddet ve şiddetten kaçmış, hiçbir zaman zulüm yapmamıştır. Müslümanların dâimâ iyi huylu, güler yüzlü olmasını istemiş, Cennet'e iyi huy ve sabır ile gidileceğini bildirmiştir. (Muhammed Rebhâmî)

HUTBE
Hitâbe, nutuk, konuşma, vâz. Cumâ namazlarından evvel, bayram namazlarından sonra hatîbin (imâmın) minber denilen yüksekçe yerde cemâate karşı okuduğu Allahü teâlâya hamd, Resûlullah'a salât ve selâm ve mü'minlere nasihat ve duâdan ibâret bir ibâdet.

İbâdet, emirleri yapmak demektir. Kur'ân-ı kerîmi ve hutbeyi okumak ibâdettir. (Seyyid Abdülhakîm Efendi)

Cumâ ve bayramda hutbeyi kısa okumak sünnettir. (Tahtâvî)

Hutbede dört büyük halîfenin (hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali (radıyallahü anhüm) adını yüksek sesle söylemek Ehl-i sünnet olmanın alâmetidir (işâretidir). (Ahmed Fârûkî)

Hutbe okunurken yer değiştirmek, yanındakilere sıkıntı vermek haramdır. (İbn-i Âbidîn)

Hazret-i Ömer'in bir hutbesi şöyledir:

Ey insanlar! Kur'ân-ı kerîmi öğreniniz. O'nunla amel ediniz (emir ve yasaklarına uyunuz). (İbn-i Abdi Rabbih)

Ömer bin Abdülazîz'in ilk hutbesi:

Ey insanlar!İçinizi (kalbinizi) düzeltiniz ki, dışınız da (işleriniz de) düzelsin. Âhiretinizi iyi yapın ki, dünyânız da iyi olsun. (İbn-i Abdi Rabbih)

Kudüs'ün fethinde büyük âlim İbn-i Zekî'nin hutbesi şöyledir:

Ey cemâat!Allahü teâlânın dînine yardım ediniz. Bu yoldaki hizmeti fırsat biliniz. Şunu iyi biliniz ki, işler netîcelerine göre kıymet kazanır. Allahü teâlâ, emirlerine ve yasaklarına uyma husûsunda bize ve size yardım eylesin. Allahü teâlâ size yardım ederse sizi kim yenebilir. Eğer size yardım etmez, yalnız bırakırsa, size yardıma kimin gücü yetebilir? (İbn-i Receb)

HUTAME
Cehennem'in beşinci tabakası.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi ve başkalarını ayıplamayı ve servet biriktirip onu saymayı âdet edinenlere veyl (yazıklar) olsun! O malın kendisini ebedî kılacağını mı zanneder? Hayır! Yemin ederim ki o, Hutame'ye atılır. Hutamenin ne olduğu sana söylendi mi? O, Allahü teâlânın tutuşturulmuş, yandıkça tırmanıp kalblerin tâ üstüne çıkan ateşidir. (Hümeze sûresi: 1-7)

HUŞÛ'
Tevâzû, alçak gönüllülük. Hakk'a boyun eğmek. Korku ve sevgiden meydana gelen edebli bir hal.

Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:

Îmân edenlerin, Allahü teâlâyı ve Hak'tan ineni (Kur'ân-ı kerîmi) zikr için, kalblerinin huşû' zamânı hâlâ gelmedi mi? Onlar, daha evvel kendilerine kitab verilip de üzerlerinden uzun zaman geçmiş, artık kalbleri kararmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan bir çoğu dinlerinden çıkmış fâsıklardı. (Hadîd sûresi: 16)

Mü'minler herhâlde kurtulacaklardır. Onlar namazlarını huşû ile kılanlardır. (Mü'minûn sûresi: 1,2)

Kalbi meşgûl eden, huşû'u gideren şeyler yanında, meselâ süslü şeyler karşısında, oyun ve çalgı aletleri yanında ve arzû ettiği yemekler karşısında, namaz kılmak mekrûhtur. (İbn-i Âbidîn)

Huzûr ve huşû' ile kılınan iki rek'at namaz, gâfil (Allahü teâlâyı unutmuş) bir kalb ile akşamdan sabaha kadar kılınan namazdan hayırlıdır. (Abdullah ibni Abbâs)

Duânın edeblerinden biri de; duâ ederken, âciz olduğunu ifâde etmek, huzûr ve huşû'içinde Allah'tan korkarak ve kabûlünü umarak istediği şeyde devâm üzere olmaktır. (İmâm-ı Gazâlî)

HUSÛMET
1. Dâvâ açmak.

Erkek vatyden (hanımına yaklaşmaktan, cimâ yapmaktan) âciz ise, Hanefîde kadın, nikâhı fesh (bozmak) için husûmet hakkına mâlik olur. (İmâm-ı Şa'rânî)

2. Düşmanlık.

Husûmet, kalb hastalıklarındandır. Uhud gazâsında (savaşında), Resûlullah efendimiz, mübârek yüzünü yaralıyan ve mübârek dişini kıranlara lânet (bedduâ= kötü duâ) etmedi, husûmet beslemedi: "Yâ Rabbî! Bunlara hidâyet et (doğru yola kavuştur); anlamıyorlar, bilmiyorlar" diye duâ etti. "Allahü teâlâ için affedeni (bağışlayanı), Allahü teâlâ yükseltir" buyurdu. (Muhammed Hâdimî)

Kalbi dağıtan, hayâtın zevkini gideren, din mürüvvetini (güzelliğini, parlaklığını) alıp götüren, mal husûsundaki husûmet gibi zararlı hiçbir şey yoktur. (İmâm-ı Gazâlî)

Kalblerinde husûmet taşıyan insanların içi; altında ateş yanarak kaynayan tencereler gibi devamlı kaynar ve bu husûmet sebebiyle içlerinden ateş saçılır. (Hassân bin Sâbit)

HUSÛF NAMAZI
Ay tutulduğunda kılınan namaz.

Şüphesiz ki, güneş ile ay, Allah'ın âyet (işâret) lerindendir. Bunlar, hiçbir kimsenin hayâtı veya ölümü için tutulmazlar. Siz bunları tutulmuş (Husûf etmiş) görürseniz, hemen tekbîr alın, Allah'a duâ edin, husûf namazı kılın ve sadaka verin. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

Husûf ve kusûf namazlarından sonra güneş ve ay meydana çıkıncaya kadar Allahü teâlâya yalvarıp yakarılır. (Seyyid Alizâde)

HURÛF-I MUKATTAA
Kur'ân-ı kerîmde bâzı sûre başlarında bulunan ve mânâsı açık olmayan ikisi üçü bir arada veya tek başına yazılı harfler. Elif lâm mîm, Yâsîn, Elîf lâm râ... gibi.

Hurûf-ı mukattaa, bulunduğu sûreden bir âyettir. Manâsı kapalı olan müteşâbih âyetlerdendir. Müteşâbih âyetin gerçek mânâsını Allahü teâlâ ve O'nun sevgilisi Peygamber efendimiz ve Ulemâ-i râsihîn denilen derin âlimler bilir. Çünkü bunların her harfi, Allahü teâlâ ile sevdikleri arasında gizli sır ve ince işâretlerdir. (Ahmed Fârûkî) 

HURÛFÎLİK
Acem yahûdisi Fadlullah-ı Hurûfî'nin v.796 (m. 1393) kurduğu bozuk yol. Küfür ve sapık inançları sebebiyle Timur'un oğlu Mîrânşâh tarafından öldürülmüştür.

Hurûfîlerin temel inanış ve fikirleri özetle şöyledir: Fadlullah-ı Hurûfî'ye tanrı derler. Namazı bir kere kılmak, orucu ömründe bir gün tutmak farzdır. Gusl edip de vücûdunuzu hırpalamayınız derler. Hazret-i Ali'nin sözleri diyerek uydurdukları Hutbet-ül-Beyân ve başka kitaplarında hadîsler düzerek "Ali'yi sevenlere günâh zarar vermez. İbâdete lüzûm yoktur, haramlar helâldir" derler. Baba ve dede adı verilen hurûfî ileri gelenleri, papazlar gibi günâh çıkarırlar. (Tokatlı İshak Efendi)

Hurûfîliğin kurucusu olan Fadlullah-ı Hurûfî, nokta ilmi diye bir şey uydurdu. "Bu iş mübahtır, nokta çift geldi. Falan şey haramdır, nokta tek geldi" gibi sözlerle insanları kandırmaya çalıştı. Harflere bâzı mânâlar vererek bir takım işâretlerle, anlaşılmayan şeylerle dolu olan Câvidân adındaki kitabını yazdı. Önce peygamberlik, sonra da tanrılık iddiasında bulundu. Bütün dinleri inkâr edip, İslâmiyet'le alay etti. Haramlara mübâh, nefsin arzularına serbesttir dediği için Hurûfîlik câhil ve kötü insanlar arasında yayıldı. (Tokatlı İshak Efendi)

Fadlullah-ı Hurûfî'nin öldürülmesinden sonra, yardımcılarından Aliyyül-a'lâ adlı birisi Anadolu'ya gelerek bir Bektâşî tekkesine girdi. Hurûfîliğe âit bozuk fikirleri gizlice yayıp câhilleri aldattı. Hacı Bektâş-ı Velî'nin yoludur diyerek haramlara mübâh ve nefsin arzularına serbesttir dedi. İnsanları aldatabilmek için kendisine Bektâşî diyerek, Hûrûfîliği yaydı. ZamanlaOsmanlı Devleti'nin Yeniçeri ordusuna da sızan Hûrûfîler, zaman zaman yeniçerileri isyâna teşvik ederek fitneler çıkarıp büyük karışıklıklara sebeb oldular. (Tokatlı İshak Efendi)

HURMET-İ MÜSÂHERE
Erkeğin herhangi bir kadın ile zinâ etmesi veya herhangi bir yerine unutarak ve yanılarak da olsa şehvetle (lezzet alarak) dokunması hâlinde, o kadının neseb (soy) ile ve süt ile olan anası ve kızları ile; kadının da o erkeğin oğlu ve babası ile evlenmesinin ebedî, sonsuz olarak haram, yasak olması.

Kızlar, kendilerinden emîn olsalar da yabancı erkeklere dokunmaları câiz değildir. Şehvet ile dokunurlarsa hurmet-i müsâhere hâsıl olur. Kızın ve ihtiyarların şehveti, kalbin meyletmesi demektir. (Dâmâd)

Dâmâd ile kayın vâlidesi arasında hurmet-i müsâhere meydana gelirse, bu kız yâni hanımı ile ebedî (sonsuz) olarak bir daha evli kalamaz. (Kerderî)

HURMA
Nahle ağacının meyvesi.

Oruçlu olan kimse hurma ile iftar etsin. Çünkü hurma bereketlidir. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)

Mü'minin sahûrunun hurma ile olması ne güzeldir. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)

Nahlenin meyvesi olan hurma yinince, insanın parçası, dokusu olur. Oruçlu kimse iftar zamânında şehvetlerden ve dünyânın geçici zevklerinden temiz olduğu için, hurmadan pekçok istifâde eder. (İmâm-ı Rabbânî)

HÛRÎ
Allahü teâlânın îmân edenlere mükâfat olarak yarattığı, nasıl oldukları bilinmeyen Cennet kızı...

Kızdığı zaman istediğini yapabilecek bir mü'min kimse, kızmazsa, Allahü teâlâ kıyâmet günü onu herkesin arasında çağırır; "Cennet'te istediğin hûrînin yanına git" der. (Hadîs-i şerîf-Et-Tâc)

Cennet'e girdim. Bir köşk gördüm. İçinde bir hûri gördüm; "Sen kimin içinsin?" dedim. Ömer bin Hattâb için yaratıldım!"dedi. (Hadîs-i şerîf-Buhârî ve Müslim)

Cennet'in güzel kokusu, beş yüz yıllık yoldan alınır. Cennetliklerin, Cennet'te şimşekten at ve develeri vardır. Yularları, eğerleri, heybeleri, kızıl yâkuttandır. Bunlara binerek birbirlerini ziyâret ederler. Âileleri hûrîlerdir. Hûrîler ise, dizilmiş inciler gibidir... Allahü teâlâ huylarını her türlü kötülükten temizlediği gibi, sümkürmek, abdest bozmak ve benzeri hallerden de bedenlerini arındırmıştır. Bu gibi hâllerde kendilerinden misk gibi kokular çıkar. (Hasen-i Basrî)

Can vermek acısı dünyâ acılarının hepsinden daha acıdır. Fakat, âhiret azâblarının hepsinden daha hafiftir. Mü'min, rûhunu teslim edeceği vakit, rahmet meleklerini, Cennet hûrilerini görür. Onları görmenin zevki ile can verme acısını duymaz. Rûhu, tereyağından kıl çeker gibi, kolay çıkar. Nîmetlere kavuşur. (Abdülhakîm-i Arvâsî)

HURÂFE
Dîne, fenne, akla uymayan sözler ve işler.

İslâm dîni, bütün hurâfelerden, efsânelerden temizlenmiş olan, yalancılığı reddeden, insanları günahkâr değil, bilâkis Allah'ın kulu olarak kabûl eden, onlara hayatta çalışma ve iyi yaşama imkânını veren, bedenin ve rûhun temizliğini emreden bir dindir. (Kemâhlı Feyzullah)

Bu günkü hıristiyanlık, putperestlik ve hurâfelerle doludur. (H.F.Fellow)

HUMÛD
Durgunluk, uyuşukluk; bir mâni olmadığı halde bekârlığı istemek. Şehvet ve iffetin azlığı.

Şehvetin (hayvânî rûhun kendine tatlı gelen şeyleri istemesi) lüzûmundan az olması humûddur. Böyle kimse, hasta olduğundan veya hayâsından (utanmasından), yâhut korkusundan, kibrinden (büyüklük taslamasından), muhtâç olduğu şeylere kavuşmakta gevşek davranır. (Muhammed Hâdimî)

Humûd sıfatı bulunan kimse, helâl olan zevkleri ve meşrû arzûları terk eder. Böylece ya kendi helâk olur, yâhut nesli kesilir. (Muhammed Hâdimî)

HUMS (Humus)
Beşte bir; ganîmetten, mâdenlerden ve bulunan defînelerden beytülmâl denen devlet hazînesine ayrılan beşte bir hisse.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

Eğer Allah'a îmân etmiş ve hak ile bâtılın ayrıldığı günde (Bedr savaşında) kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, biliniz ki; ganîmet olarak aldığınız herhangi bir şeyin humus'u; Allah'a, Resûlüne, O'nun akrabâlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmış yolcuya âittir. Allah her şeye hakkıyla kâdirdir. (Enfâl sûresi: 41)

Rikazda (bulunan defînelerde) humus vardır. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

Humus, Resûlullah efendimiz zamânında; Allah ve Resûlüne bir hisse, Resûlullah'ın akrabâlarına bir hisse, yetimlere, miskinlere ve yolculara birer hisse olmak üzere 5 hisseye ayrılırdı. Sonra hazret-i Ebû Bekr, Ömer veOsman humusu üç hisse olarak taksim ettiler. Resûlullah'ın vefâtı ile kendisinin ve akrabâlarının hisseleri düştü. Humus geri kalan üç gruba taksim edildi. (Abdullah bin Abbâs)

HULÛS
Dünyâ menfaatlerini düşünmeden bütün iş ve ibâdetlerin yalnız Allah için olması, niyet temizliği. (Bkz. İhlâs)

Ma'lûm olsun ki, Hak teâlâ her şeyden evvel aklı yaratmıştır. Ve ona ilim, zekâ, hulûs, doğruluk, cömertlik, tevekkül, korku ve ümit hasletleri vermiştir. İşte, bu akılla şereflenen kimseler, bütün yaratılışındaki gâyeyi yâni Cenâb-ı Hakk'ın birliğini tastik ederek, O'nun rızâsına kavuşurlar. (Süleymân bin Cezâ)

HULÛL ETMEK
Girmek, yer etmek; bir cismin başka bir cisme girmesi, iki şeyin birleşmesi. Allahü teâlânın kula girmesi sûretiyle onun ilâhlaştığını kabûl edenlerin bozuk ve yanlış görüşü.

Allahü teâlâ üzerinden, gece-gündüz ve zaman geçmesi düşünülemez. Allahü teâlâda, hiçbir bakımdan, hiçbir değişiklik olmıyacağı için, geçmişte, gelecekte, şöyledir, böyledir denemez. Allahü teâlâ, hiçbir şeye hulûl etmez ve etmemiştir. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

Allahü teâlâ hiçbir şeyle birleşmez. Hiçbir şey de O'nunla birleşmez. O'na hiçbir şey hulûl etmez; O da bir şeye hulûl etmez. O'nun benzeri, eşi yoktur. Nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez. (Ahmed Fârûkî)

İlâhın, bir cisme hulûl etmesi, imkânsızdır. Eğer ilâh cism olsaydı, başka bir cisme de hulûl ederdi. Cisme hulûl eden şey ise, cism olur ve hulûl edince iki cismin maddeleri birbirine karışır. Bu da, ilâhın parçalanmasını îcâb ettirir... Bu durum ise, cenâb-ı Hak için muhâldir (mümkün değildir, olamaz). O hâlde, Allahü teâlâ hiçbir şeye hulûl etmemiştir. (Fahreddîn Râzî)

HULLE
İslâmî nikâh hükümlerine göre üç defâ boşanmış bir kadının, tekrar aynı adam tarafından alınabilmesi için; başka bir erkek tarafından nikâhlanıp, düğün ve vaty olduktan sonra boşanması.

Hulle, bir erkek için zillet ve aşağılıktır. (Ahmed Zühdü Efendi)

Allahü teâlâ erkeklere boşanmak hakkını verdiyse de, bu hakkı gelişi güzel kullanmamaları ve kadınların erkekler elinde oyuncak olmamaları için erkeklere hulle zilletini yüklemiştir. Hulle korkusundan müslüman bir erkek talâk (boşanma) lafını ağzına bile alamaz. Âile arasında boşamak sözünü şakayla da olsa kesinlikle söylememelidir. (İbn-i Âbidîn)

Huluk-ı Azîm
Kur'ân-ı kerîmin bildirdiği ve Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sâhib olduğu güzel huylar.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde Muhammed aleyhisselâma hitâben buyurdu ki:

Sen huluk-ı azîm üzeresin. (Kalem sûresi: 4)

Allahü teâlâ, sevgilisi ve huluk-ı azîm sâhibi olan, çok merhametli Peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem, İslâm düşmanları ile cihâd ve muhârebe etmeyi ve onlara karşı sertlik göstermeyi emrediyor. Demek ki, İslâm düşmanlarına sert davranmak huluk-ı azîmdendir. (İmâm-ı Rabbânî)

HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN
Her bakımdan olgun ve Resûlullah Efendimize uyan yüksek halîfeler mânâsına, Resûl-i ekremden (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra sırasıyla halîfe olan hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali (radıyallahü anhüm) için kullanılan tâbir.

Allahü teâlâdan korkunuz. Başınızdaki emir, Habeşî köle olsa bile, itâat ediniz! Benden sonra müslümanlar arasında ayrılıklar olacaktır. O karışıklık zamanlarında benim sünnetime ve Hulefâ-i Râşidîn'in sünnetlerine sarılınız. Benim halîfelerim doğru yolu gösterirler. Onların gösterdiği yolda olunuz! Sonradan çıkarılan şeylerden sakınınız! (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)

Hulefâ-i Râşidîn'i sevmemek sûretiyle Peygamber efendimizi incitmek, hazret-i Hasen ve Hüseyn'i sevmemek sûretiyle incitmek gibidir. (İmâm-ı Rabbânî)

Hutbede, Hulefâ-i Râşidîn'in isimlerini zikretmek, Ehl-i sünnetin şiârı (alâmeti)dır. (İmâm-ı Rabbânî).

HULD CENNETİ
Sekiz Cennet'in dördüncüsü.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

(Ey Resûlüm!) de ki: Acabâ bu Cehenem mi hayırlı, yoksa takvâ sâhiplerine (Allahü teâlâdan korkup haramlardan kaçan kimselere) vâd olunan Huld Cenneti mi? Ki bu onlar için bir mükâfât, bir merci'dir (dönüş yeridir). Orada devâmlı kaldıkları hâlde, o takvâ sâhiblerinin her diledikleri vardır." (Furkân sûresi: 15-16)

Yâ Rabbî! SendenÎmân, tükenmeyen nîmetler, Huld Cenneti'nde Muhammed aleyhisselâma arkadaş olmayı isterim. (İmâm-ı Gazâlî)

HUKÛKULLAH
Allahü teâlânın emri ve kulluk borcu olarak yapılan, kimsenin tasarrufta bulunamıyacağı, değiştiremeyeceği şeyler.

Îmân, namaz, oruc, hac, cihâd, zekât, öşür, sadaka-i fıtr; hırsızlık ve yol kesicilik gibi suçlara verilecek cezâlar, kâtilin öldürdüğü akrabâsının mîrâsından mahrûm olması, kasten orucunu bozanın ve hac esnâsında av hayvanı öldürenlerin mükellef olduğu keffâretler hep hukûkullahtandır. Bunlara hukûkullah denmesi, Allahü teâlâdan başkasının bu çeşit işlerde tasarruf edemiyeceği, beşerî hayâtın devâmının ve isikrârının temel şartlarından olması bakımından ehemmiyetini ifâde etmek içindir. Erkek ile kadının nikahsız berâber olmaları, zinâ işinin haramlığını kaldırmaz. Kadın ile erkek bu yetkiye sâhib değildir. Çünkü bunlar, hukûkullahtandır. İnsanlara âit haklardan değildir. Haramlığını kimse değiştiremez. (Serahsî, Teftâzânî)

HUDÛ'
Boyun eğmek, alçak gönüllülük. Kalbde devamlı olan Allah korkusu. Allahü teâlâya itâat etmek.

Namazın kusûrsuz olması; dînî hükümleri bildiren fıkıh kitaplarında geniş olarak yazılmış olan farzlarını, vâciblerini, sünnetlerini ve müstehâblarını yerlerine getirmekle olur. Namazı tamamlamak için, bu dört şeyden başka yapılacak bir şey yoktur. Namazda huşû' yâni her uzvun (organın) tevâzû göstermesi, bu dört şeyi yapmakla hâsıl olur. Kalbin hudû'u da, yine bunları tamam yapmakla olur. (Ahmed Fârûkî)

HUDÂ
Varlığı kendinden olup, başkasına muhtâc olmayan Allahü teâlâ.

Niçin küfrân eder insan, Hudâ nîmet verir iken,
Utanmayıp eder isyân, kâmûyu ol görür iken,
Beher an hamd ü şükretmez, dahi insanı fikretmez,
Her gün hakkı zikretmez, bedende can durur iken.
(Niyâzi Mısrî)

Hâşâ zulmetmez kuluna Hüdâsı
Herkesin çektiği, kendi cezâsı.
(Muhammed Sıddîk bin Saîd)

Hudâ dostlarının huzûrunda tevâzu eyleyiniz (alçak gönüllü olunuz), yalvarınız da sizin için duâ etsinler ve kabûl olsun. (Ali Râmitenî)

HÛD SÛRESİ
Kur'ân-ı kerîmin on birinci sûresi. Mekke-i mükerremede indi. Yüz yirmi üç âyet-i kerîmedir.

Hûd sûresi on beşinci ve on altıncı âyet-i kerîmelerinde meâlen buyruldu ki:

Kim dünyâ hayâtını ve onun zînet (ve ihtişâmını) isterse, onların yaptıklarının (çalıştıklarının) karşılığını burada tamâmen öderiz. Onlar bu hususta bir eksikliğe de uğratılmazlar. Onlar öyle kimselerdir ki, âhirette kendilerine ateşten başkası yoktur. (Dünyâda) işledikleri şeyler (hattâ iyilikler) orada boşa gitmiştir. Zâten yapageldikleri hep boştur.

Hûd sûresi beni ihtiyârlattı. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)

HÛD ALEYHİSSELÂM
Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

Âd kavmine kardeşleri Hûd'u (peygamber olarak) gönderdik. Hûd (aleyhisselâm) onlara; "Ey kavmim! Allahü teâlâya ibâdet edin. İbâdet edilecek O'ndan başkası yoktur. Hâlâ O'nun azâbından korkmayacak mısınız?" dedi. (A'râf sûresi: 65)

Hûd'u (aleyhisselâm) ve dinde ona tâbi olanları rahmetimizle kurtardık. Bizim âyetlerimizi yalanlayıp mü'min olmayanların ise silsile ve köklerini kestik. (A'râf sûresi: 72)

Hud aleyhisselâm Yemen'de bulunan Âd kavmine peygamber olarak gönderildi. Nuh aleyhisselâm'ın oğlu Sâm'ın neslindendir. Hûd aleyhisselâm, Yemen'de Aden ile Umman arasında bulunan Ahkâf diyârında doğup yetişti. Çocukluğundan îtibâren Allahü teâlâya ibâdet etmekle meşgûl oldu. Ara sıra ticâretle de meşgûl olan Hûd aleyhisselâm, gâyet şefkatli ve çok cömert idi.

Bolluk, bereket içinde ve gösterişli binâlar yaparak yaşayan Âd kavmi zamanla bozuldu. Bütün nîmetleri kendilerine veren Allahü teâlâyı unutan Âd kavmi putlara tapmaya başladılar. Kendilerine Hûd aleyhisselâm peygamber olarak gönderildi. Nûh aleyhisselâmın bildirdiği dînin esaslarını onlara anlattı. Allahü teâlâya inanmalarını ve ibâdet etmelerini söyledi. Dâvetini kabûl etmeyen Âd kavmi ona karşı çıktılar. Hûd aleyhisselâm onları Allahü teâlânın azâbı ile korkuttu. Pek az kimse îmân etti. Hûd aleyhisselâm kavmini îmâna dâvet etmeye devâm etti. Kavmi ona hakâret ettiler, kendinden geçinceye kadar dövdüler. Hûd aleyhisselâm, kavminin ıslâh olmayacağını anlayınca; "Yâ Rabbî!Sen her şeyi biliyorsun. Ben onlara peygamberliğimi bildirdim. Ey Rabbim!Onlara, ders almalarına vesîle olacak bir musîbet ver" diye bedduâda bulundu. Hûd aleyhisselâmın duâsını kabûl buyuran Allahü teâlâ, Âd kavmine önce kuraklık, kıtlık musîbetini verdi. Üç sene müddetle hiç yağmur yağmadı. Akan pınarlar kuruyup ağaçlar meyveler sararıp soldu. Hayvanlar susuzluktan telef oldu. Hûd aleyhisselâm yılmadan onları îmâna dâvete devâm etti ise de git-gide azgınlaştılar. Hûd aleyhisselâma daha çok eziyet ettiler. Hûd aleyhisselâm mûcizeler gösterdi fakat yine inanmadılar. Allahü teâlâ, Âd kavmi üzerine azâb yüklü bulutu göndererek, buluttan esen bir rüzgârla onları helâk etti. Âd kavmi üzerine çok şiddetli gelen bu rüzgâr, Hûd aleyhisselâm ve ona tâbi olanların yüzlerine gâyet serinletici ve tatlı olarak esti. Hûd aleyhisselâm, Âd kavmi helâk olduktan sonra, kendine inananlarla birlikte Mekke-i mükerremeye gitti. Kâbe-i muazzamanın bulunduğu yerde ibâdet ve tâatla meşgûl oldu ve orada vefât etti. Kabrinin Harem-i şerîf (Kâbe-i muazzamanın etrâfındaki mescid)de Hicr denilen yerde bulunduğu rivâyet edilmektedir. (Taberî, Nişancızâde Mehmed Efendi)

HUCURÂT SÛRESİ
Kur'ân-ı kerîmin kırk dokuzuncu sûresi.

Hucurât sûresi Medîne'de nâzil oldu (indi). On sekiz âyet-i kerîmedir. Dördüncü âyet-i kerîmede geçen Hucurât kelimesinden dolayı sûreye bu isim verilmiştir. Sûrede, bir kısım ahlâk kuralları ile Peygamber efendimize ve insanların birbirlerine karşı nasıl davranacakları bildirilmektedir.

Allahü teâlâ Hucurât sûresinde meâlen buyuruyor ki:

Ey îmân etmekle şereflenenler! Sesinizi, Nebiyyullah'ın (Allahü teâlânın peygamberinin) sesinden yukarı çıkarmayınız. O'na karşı, birbirinize bağırdığınız gibi seslenmeyiniz!O'na saygısızlık gösterenin ibâdetleri yok olur. (Âyet: 2)

Kim Hucurât sûresini okursa, Allahü teâlâya itâat edenlerin sevâbı kadar sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

Huccet-ül-İslâm
1. Üç yüz bin hadîs-i şerîfi, senetleri (rivâyet edenleri) ile birlikte ezberden bilen büyük İslâm âlimi.

Hüccet-ül-İslâm İmâm-ı Gazâlî buyurdu ki:

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin dünyâya yayılan nasîhatlerinden biri şudur: "Allahü teâlânın, bir kuluna rahmet etmeyeceğine, ona gazâb ve azâb edeceğine alâmet, dünyâya ve âhirete faydası olmayan şeylerle meşgûl olması, zamanlarını lüzumsuz şeylerle öldürmesidir. Bir kimsenin ömründen bir saati, Allahü teâlânın beğenmediği bir şeyde geçerse, ne kadar çok pişmân olsa, üzülse yeridir. Bir kimse kırk yaşını geçtiği hâlde onun hayırlı işleri yâni sevâbları, kötü işlerinden, yâni günâhlarından ziyâde olmadı ise, Cehennem'e hazırlansın." Bu hadîs-i şerîfin mânâsını iyi anlayanlara, bu nasîhat yetişir.

2. Dinde söz sâhibi mânâsına İmâm-ı Gazalî hazretlerinin lakabı.

HUCCET
1. Senet, vesîka, delîl, burhân. (Bkz. Delîl)

Temizliğini tam yapıp, vakitlerine uyarak beş vakit namaza devâm eden kimseye o namaz kıyâmet gününde nûr, huccet ve delîl olur. Kim namazı zâyi ederse, Fir'avn ve Hâmân ile haşrolur. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)

Elli dört farzdan biri de Kur'ân-ı azîm-üş-şânı huccet, tutmak, O'nun hükmüne râzı olmaktır. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)

2. Şer'î mahkemelerde bir dâvânın şâhitlerini dinledikten sonra kâdının verdiği hükmün yazıldığı îlâm, belge.

HUBB-I RİYÂSET
Makam ve mevki sevgisi.

Hubb-ı riyâsetin insana yapacağı zarar, iki aç kurdun, bir koyun sürüsüne girdiği zaman, yaptıkları zarardan daha çoktur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

Hubb-ı riyâset insanlarda üç şeyden hâsıl olur. Birincisi, nefsin arzûlarına kavuşmak arzusu. Nefs, arzûlarının, haram yollardan elde edilmesini ister. İkincisi, kendinin ve başkalarının haklarını zâlimlerden kurtarmak, müstehâb (dinde güzel görülen) ve mübâh (dînen izin verilen) işleri yapmak içindir. Bu niyet ile mevkiye kavuşurken, riyâ (gösteriş) ve hakkı bâtıl ile karıştırmak gibi, İslâmiyet'in yasak ettiği şeyleri yapmamak ve vâcibleri, sünnetleri terk etmemek lâzımdır. Üçüncüsü nefsi eğlendirmektir. (Muhammed Hâdimî)

HUBB-I FİLLÂH VE BUĞD-I FİLLÂH
Allahü teâlâ için sevmek ve Allahü teâlâ için düşmanlık etmek.

Allahü teâlâya Cebrâil aleyhisselâm gibi ibâdet etseniz; hubb-ı fillâh ve buğd-ı fillâh yapmadıkça, hiçbirisi kabûl olmaz! (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)

Amellerin, ibâdetlerin en kıymetlisi, hubb-ı fillâh ve buğd-ı fillâhtır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma; "Yalnız benim için ne yaptın" buyurdu. "Yâ Rabbî! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim ve zikr yaptım (Seni andım)" cevâbını verince; "Kıldığın namazlar seni Cennet'e kavuşturacak yoldur, kulluk vazîfendir. Oruçların seni Cehennem'den korur. Verdiğin zekâtlar, kıyâmet günü sana gölgelik olur. Zikirlerin de o günün karanlığında sana ışık olur. Benim için ne yaptın?" buyurdu. "Yâ Rabbî! Senin için olan şeyi bana bildir" deyince, Allahü teâlâ; "Yâ Mûsâ! Sevdiklerimi sevdin mi ve düşmanlarıma düşmanlık ettin mi?" buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâ için olan en kıymetli şeyin Hubb-ı fillâh buğd-ı fillah olduğunu anladı. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)

Allahü teâlânın en çok sevdiği ibâdet, hubb-ı fillâh ve buğd-ı fillâhtır. (Süleymân bin Cezâ)

HUBB-I DÜNYÂ
Dünyâ sevgisi. Ölümden sonra işe yaramayacak olan şeylere düşkün olmak. Dünyâ; haramlar, mekruhlar ve Allahü teâlâyı unutturan her şeydir. (Bkz. Dünyâ)

Hubb-ı dünyâ arttıkça, âhirete olan zarar da artar. Âhiret sevgisi arttıkça, dünyânın ona zararı azalır. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)

Hubb-ı dünyâ, günahların başıdır. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)

HİZMET
Birinin işini görme.

Anne ve babanız sizin hizmetinize muhtâc iseler, onlara hizmeti canınıza minnet biliniz. (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)

Ey dünyâ! Bana hizmet edene hizmetçi ol! Sana hizmet edene güçlük göster! (Hadîs-i kudsî-Berîka)

Cenâzelerde hizmet etmekte bulun! Allah rızâsı için cenâzenin mezârına bir kürek toprak atıver! O attığın toprak, kıyâmette terâzîne konacaktır. (Süleymân bin Cezâ)

Bir kimse din hizmelerinde bulunsa ve bu hizmetlerde, nefsine bir pay ayırsa, yaptığı hizmetlerin tadını ve faydasını bulamaz. (Ebû Süleymân Dârânî)

Dîne yaptığı hizmetlere, İslâmiyet'i kuvvetlendirmesine ve insanların doğru yola gelmelerine sebeb olmasına güvenmemeli ve bunlarla övünmemelidir. (İmâm-ı Rabbânî)

Hizmet görmek istiyen hocasına hizmet etsin. (Abdullah-ı Dehlevî)

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget