Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

02/12/21

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

 56. İnsanların Ekinine Zarar Veren Hayvanların Durumu

3571- Haram b. Muhayyisa’nın, babası (Muhayyisa'dan) rivâyet ettiğine göre;

Berâ b. Âzib'in devesi bir adamın bahçesine girdi ve oraya zarar verdi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); bahçe sahiplerinin, bahçelerini gündüz, hayvan sahiplerinin de hayvanlarını gece korumalarına hükmetti.

İbn Mâce, ahkâm 13.

3572- Berâ b. Âzib'den rivâyet edildiğine göre, şöyle demiştir:

Onun, ekinlerde otlamayı âdet edinen bir devesi vardı. Deve bir bahçeye girdi ve oraya zarar verdi. Hâdise Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a haber verildi. Resûlüllah da: Bahçelerin gündüz beklenmesinin bahçe sahiplerine, hayvanlara geceleyin sahip olunmasının hayvan sahiplerine ait olduğuna ve hayvanların gece verdikleri zararın sahiplerine ödettirilmesine hükmetti.

٥٦ - باب الْمَوَاشِي تُفْسِدُ زَرْعَ قَوْمٍ

٣٥٧١ - حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ ثَابِتٍ الْمَرْوَزِيُّ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ، أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ، عَنِ الزُّهْرِيِّ، عَنْ حَرَامِ بْنِ مُحَيِّصَةَ، عَنْ أَبِيهِ، أَنَّ نَاقَةً، لِلْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ دَخَلَتْ حَائِطَ رَجُلٍ فَأَفْسَدَتْهُ عَلَيْهِمْ فَقَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم عَلَى أَهْلِ الأَمْوَالِ حِفْظَهَا بِالنَّهَارِ وَعَلَى أَهْلِ الْمَوَاشِي حِفْظَهَا بِاللَّيْلِ ‏.‏

٣٥٧٢ - حَدَّثَنَا مَحْمُودُ بْنُ خَالِدٍ، حَدَّثَنَا الْفِرْيَابِيُّ، عَنِ الأَوْزَاعِيِّ، عَنِ الزُّهْرِيِّ، عَنْ حَرَامِ بْنِ مُحَيِّصَةَ الأَنْصَارِيِّ، عَنِ الْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ، قَالَ كَانَتْ لَهُ نَاقَةٌ ضَارِيَةٌ فَدَخَلَتْ حَائِطًا فَأَفْسَدَتْ فِيهِ فَكُلِّمَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم فِيهَا فَقَضَى أَنَّ حِفْظَ الْحَوَائِطِ بِالنَّهَارِ عَلَى أَهْلِهَا وَأَنَّ حِفْظَ الْمَاشِيَةِ بِاللَّيْلِ عَلَى أَهْلِهَا وَأَنَّ عَلَى أَهْلِ الْمَاشِيَةِ مَا أَصَابَتْ مَاشِيَتُهُمْ بِاللَّيْلِ ‏.‏



H A D İ S
K Ü T Ü P / H A N E S İ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

 55. Bir Şeyi Bozan Kişi Onun Mislini Öder

3569- Enes (radıyallahü anh)'den rivâyet edildi ki:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), hanımlarından birisi (Âişe) nin yanında idi. Mü’minlerin annelerinden biri hizmetçisi ile (Efendimize) içerisinde yemek olan bir çanak gönderdi. Âişe hizmetçinin eline vurdu ve çanağı kırdı.

İbnü'l-Müsennâ rivâyetinde şöyle der:- Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) parçaları aldı, birbirine birleştirdi ve içerisine yemeği toplamaya başladı. Aynı zamanda da:

" Anneniz kıskandı" diyordu.

İbnü'l-Müsennâ; şunları ilâve etti: (Resûlüllah yanındakilere) " Yeyiniz" dedi. Onlar da, Hazret-i Âişe, evindeki çanağı getirinceye kadar yediler. -Sonra Müsedded'in (hadisinin) lafzına döndük-: Râsulullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

" Yeyiniz" dedi ve onlar yeyip bitirinceye kadar yemeği getiren hizmetçiyi ve çanağı alıkoydu. Sağlam çanağı hizmetçiye verdi, kırık olanı evinde bıraktı.

Buharî, mezâlim 34; İbn Mâce, ahkâm 14; Nesâî, nisa 4; Ahmed b. Hanbel, III, 105, IV, 188.

3570- Âişe (radıyallahü anhâ)'nin şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Safiyye kadar (güzel) yemek yapan birisini görmedim. O, Resûlüllah için bir yemek yapıp gönderdi. Beni bir titreme aldı ve kabı kırdım, (sonra):

Ya Resûlallah, yaptığınım keffareti ne? dedim.

" Kabın misli kap ve yemeğin misli yemek" buyurdu.

Nesâî, nisa 4.

٥٥ - باب فِيمَنْ أَفْسَدَ شَيْئًا يَغْرَمُ مِثْلَهُ

٣٥٦٩ - حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ، حَدَّثَنَا يَحْيَى، ح وَحَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى، حَدَّثَنَا خَالِدٌ، عَنْ حُمَيْدٍ، عَنْ أَنَسٍ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم كَانَ عِنْدَ بَعْضِ نِسَائِهِ فَأَرْسَلَتْ إِحْدَى أُمَّهَاتِ الْمُؤْمِنِينَ مَعَ خَادِمِهَا بِقَصْعَةٍ فِيهَا طَعَامٌ قَالَ فَضَرَبَتْ بِيَدِهَا فَكَسَرَتِ الْقَصْعَةَ - قَالَ ابْنُ الْمُثَنَّى - فَأَخَذَ النَّبِيُّ صلّى اللّه عليه وسلّم الْكِسْرَتَيْنِ فَضَمَّ إِحْدَاهُمَا إِلَى الأُخْرَى فَجَعَلَ يَجْمَعُ فِيهَا الطَّعَامَ وَيَقُولُ ‏(‏ غَارَتْ أُمُّكُمْ ‏) . زَادَ ابْنُ الْمُثَنَّى ‏(‏ كُلُوا ‏) . فَأَكَلُوا حَتَّى جَاءَتْ قَصْعَتُهَا الَّتِي فِي بَيْتِهَا ثُمَّ رَجَعْنَا إِلَى لَفْظِ حَدِيثِ مُسَدَّدٍ وَقَالَ ‏(‏ كُلُوا ‏) . وَحَبَسَ الرَّسُولَ وَالْقَصْعَةَ حَتَّى فَرَغُوا فَدَفَعَ الْقَصْعَةَ الصَّحِيحَةَ إِلَى الرَّسُولِ وَحَبَسَ الْمَكْسُورَةَ فِي بَيْتِهِ ‏.‏

٣٥٧٠ - حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ، حَدَّثَنَا يَحْيَى، عَنْ سُفْيَانَ، حَدَّثَنِي فُلَيْتٌ الْعَامِرِيُّ، عَنْ جَسْرَةَ بِنْتِ دِجَاجَةَ، قَالَتْ قَالَتْ عَائِشَةُ رضى اللّه عنها مَا رَأَيْتُ صَانِعًا طَعَامًا مِثْلَ صَفِيَّةَ صَنَعَتْ لِرَسُولِ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم طَعَامًا فَبَعَثَتْ بِهِ فَأَخَذَنِي أَفْكَلٌ فَكَسَرْتُ الإِنَاءَ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا كَفَّارَةُ مَا صَنَعْتُ قَالَ ‏(‏ إِنَاءٌ مِثْلُ إِنَاءٍ وَطَعَامٌ مِثْلُ طَعَامٍ ‏)‏ ‏.‏



H A D İ S
K Ü T Ü P / H A N E S İ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

 54. Ariyetin Tazmini

Ariyet; -âriyyet şeklinde de okunabilir- " teâvür" kelimesinden ismi masdar olan " âre" kelimesine mensuptur. Teâvür de; nöbetleşe birbirinden alma manasınadır. Ariyet verilen mal, veren ile alan arasında nöbetle kullanıldığı için bu isim verilmiştir.

Ariyetin, sür'atle gidip gelme manasına gelen " âre" den; veya fiilinden alındığını söyleyenler de vardır. Ariyet verilen mal, karşılıksız olduğu, bedelden âri bulunduğu için bu isim verilmiş olmaktadır. Bir kısım âlimler ise ariyetin, " âr" sözüne mensup olduğunu söylerler. Âr, ayıp demektir. Ariyet; mal istemekte bir çeşit zillet ve ayıp bulunduğu için bu adı almıştır. Fakat bu nisbet pek doğru görülmemiştir.

Ariyet, ıstılahta: Bir malın menfaatim birisine, meccânen yani bir bedel mukabilinde olmaksızın, rücûu kabil olmak üzere filhal temlik olunmasıdır.

Meccânen kaydıyla icâre; filhal kaydıyla vasiyyet, rücûu kabil olmak kaydıyla da hibe tarifden hariç bırakılmıştır.

Tariften de anlaşılacağı üzere ariyet: İyreti olarak kullanılıp geri verilmek üzere alınan mal demektir.

Ariyete, " müstear" veya " müâr" da denilir. Ariyet vermeye " iare" , ariyet verene " muîr" , ariyet alana da " müsteîr" denilir.

Bu bab, iare olarak verilen malın yok olması durumunda tazmininin gerekliliği konusundaki hadisleri ihtiva etmektedir. Biz bu meseleyi, hadislerin tercemesinden sonraya bırakıp, şimdi Hanefî mezhebine göre iareye ait bazı konulara çok kısa olarak temas etmek istiyoruz.

Diğer akitlerde olduğu gibi, iare de icab ve kabulle gerçekleşir. Yani, muîr, sarahaten veya delâleten malını ariyet olarak verdiğini söyler ve müsteîr de bunu kabul eder. Yahut da müsteîr bir kimseden malını ariyet olarak ister, mal sahibi de verdiğini söyler. İare konusunda mal sahibinin sükutu kabul sayılmaz. Ama teati yolu ile de iare akdi yapılabilir.

İare, menkul ve gayrimenkul bütün mallarda cereyan eder. Paranın veya ölçülüp tartılan malların iaresi, karz sayılır.

Müsteîr, iare ile aldığı malın menfaatına meccânen mâlik olur. Dolayısıyla mal sahibi daha sonra müsteîrden ücret isteyemez. Ama müsteîr, ariyet olan malı muîr istediği anda vermek zorundadır.

Ariyet olan mal bir arazi ise ve ağaç dikilmek ya da bina yapılmak için alınmışsa, müsteîr o araziye ekin ekebilir veya bina yapabilir. Ancak muîr istediği zaman ağacı veya binayı söküp tarlayı geri verecektir. Müsteîr bir tarlayı, ekin ekmek için ariyet olarak alır ve ekin ekerse, tarla sahibi ekin hasat edilinceye kadar tarlasını isteyemez.

Müsteîr, ariyet olarak aldığı malı birisine kira ile veremez. Eğer verir de mal helak olursa onu zâmin olur.

Mal, kullanan şahsa göre değişik etkilenen bir mal değilse, müsteîr başka birine iare olarak verebilir. Ancak mal sahibi, bir başkasına vermemesi için şart koşmuşsa o zaman veremez.

Ariyetin sahibine geri verilmesi için gerekli olan ücret müsteîre aittir.

İare, taraflar için bağlayıcı bir akit değildir. Dolayısıyla muîr istediği zaman malını geri alabileceği gibi müsteîr de dilediği zaman iade edebilir. İare için bir zaman tayin edilmiş bile olsa durum aynıdır. Sadece yukarıda temas edilen ekin ekmek için ariyet olarak alınan tarla meselesi bu hükümden müstesnadır.

Muîr veya müsteîrden birisinin ölümü ile de iare akdi sona erer.

3563- Semüre (radıyallahü anh)Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

" El, aldığı malı ödeyinceye kadar ondan sorumludur." El'den maksat, müsteîrin elidir. Yani kişi ariyet olarak aldığı malı sahibine verinceye kadar onu iade İle mükelleftir. Hadisi Semüre'den nakleden ravi Hasen; onun " O eminindir, kendisine sorumluluk yoktur" dediğini rivâyet etmiştir. Hadisi Hasen'den nakleden Katâde ise; Hasen'in bu sözü unutarak yanlışlıkla söylediğine dikkat çekmekte ve aslında ınüsteîrin sorumlu olduğunu söylemektedir. Ancak, Katâde'nin söylediği bir zandır, delil olamaz.

Sonra Hasen unuttu ve:

" O eminindir, kendisine sorumluluk yoktur." dedi.

Tirmizî, büyü 39; İbn Mâce, sadakat 5; Ahmed b. Hanbel, III, 348, V, 8, 12, 13.

3564- Ümeyye b. Safvân b. Ümeyye'nin, babasından (Safvân) rivâyet ettiğine göre;

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Huneyn gününde ondan (Safvân'dan) ariyet olarak zırhlar aldı. Safvân:

Bu gasb mı Ya Muhammed?! dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

" Hayır, aksine telef olduğu takdirde de bedeli ödenmek üzere alınan bir ariyettir" dedi.

Ebû Dâvûd dedi ki:

" Bu rivâyet; Yezid'in Bağdat'taki rivâyetidir. Vâsıt'daki rivâyetinde ise bundan ayrı bazı değişiklikler yardır."

Ahmed b. Hanbel, III, 401, VI, 465.

3565- Abdullah b. Safvân'ın, ailesinden (bazı) kişilerin rivâyet ettiğine göre;

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

" Ya Safvân! Sende silah var mı?" dedi. Safvân:

Ariyet olarak mı, gasb olarak mı (istiyorsun)? dedi. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

" Hayır (gasb olarak değil), ariyet olarak." dedi. Bunun üzerine Safvân, otuzla kırk arası silahı ariyet olarak verdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Huneyn savaşını yaptı. Müşrikler hezimete uğrayınca, Safvân'ın zırhları toplandı, ama onlardan bazıları kayboldu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Safvân'a:

" Biz senin zırhlarından bazılarını kaybettik. Sana bedellerini ödeyelim mi?" dedi. Safvân:

Hayır Ya Resûlallah, çünkü bugün kalbimde o gün olmayan şeyler var, dedi.

Ebû Dâvûd:

" Safvân, zırhları müslüman olmadan önce ariyet olarak vermişti, sonra müslüman oldu" dedi.

3566- Bize Müsedded haber verdi, bize Ebû'l-Ahvâs haber verdi, bize Abdü’l-Aziz b. Râfi' Atâ'dan naklen haber verdi, Atâ da Safvân ailesinden olan kişilerden şöyle rivâyet etti:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), ariyet olarak aldı- Râvi önceki hadisin manasını nakletti.

3567- Ebû Ümâme (radıyallahü anh)Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyuyurken işittiğini rivâyet etmiştir:

" Şüphesiz Allah (celle celâluhu) her hak sahibine hakkını vermiştir. Vârise vasiyyet yoktur. Kadın, kocasının izni olmadan evinden hiçbir şey sarf edemez."

Ya Resûlallah, yemek de veremez mi? denildi.

" O bizim en değerli malımızdır (veremez)" buyurdu. Sonra da:

" Ariyet ödenir, minha (gelirini alıp iade etmek üzere alınan tarla, hayvan ve ağaç) geri verilir, borç ödenir, kefil borçludur." dedi.

Tirmizî, vesâyâ 5; İbn Mâce, sadakat 5.

3568- Safvân b. Ya'lâ, babası (Ya'lâ)'nın şöyle dediğini rivâyet etti:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (bana):

" Sana elçilerim geldiği zaman kendilerine otuz zırh ve otuz deve ver" dedi.

Telef olursa kıymeti ödenmek üzere ariyet olarak mı, yoksa telef olan ödenmeden elde kalanı geri verilmek üzere ariyet olarak mı? dedim.

" Telef olanı ödenmeden elde kalanı geri verilmek üzere" buyurdu.

Ebû Dâvûd:

" Habbân, Hilâl er-Re'yî'nin dayısıdır" dedi.

Ahmed b. Hanbel, VI, 465.

٥٤ - باب فِي تَضْمِينِ الْعَارِيَةِ

٣٥٦٣ - حَدَّثَنَا مُسَدَّدُ بْنُ مُسَرْهَدٍ، حَدَّثَنَا يَحْيَى، عَنِ ابْنِ أَبِي عَرُوبَةَ، عَنْ قَتَادَةَ، عَنِ الْحَسَنِ، عَنْ سَمُرَةَ، عَنِ النَّبِيِّ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ ‏(‏ عَلَى الْيَدِ مَا أَخَذَتْ حَتَّى تُؤَدِّيَ ‏) . ثُمَّ إِنَّ الْحَسَنَ نَسِيَ فَقَالَ هُوَ أَمِينُكَ لاَ ضَمَانَ عَلَيْهِ ‏.‏

٣٥٦٤ - حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ مُحَمَّدٍ، وَسَلَمَةُ بْنُ شَبِيبٍ، قَالاَ حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ، حَدَّثَنَا شَرِيكٌ، عَنْ عَبْدِ الْعَزِيزِ بْنِ رُفَيْعٍ، عَنْ أُمَيَّةَ بْنِ صَفْوَانَ بْنِ أُمَيَّةَ، عَنْ أَبِيهِ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم اسْتَعَارَ مِنْهُ أَدْرَاعًا يَوْمَ حُنَيْنٍ فَقَالَ أَغَصْبٌ يَا مُحَمَّدُ فَقَالَ ‏(‏ لاَ بَلْ عَارِيَةٌ مَضْمُونَةٌ ‏) . قَالَ أَبُو دَاوُدَ وَهَذِهِ رِوَايَةُ يَزِيدَ بِبَغْدَادَ وَفِي رِوَايَتِهِ بِوَاسِطَ تَغَيُّرٌ عَلَى غَيْرِ هَذَا ‏.‏

٣٥٦٥ - حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، حَدَّثَنَا جَرِيرٌ، عَنْ عَبْدِ الْعَزِيزِ بْنِ رُفَيْعٍ، عَنْ أُنَاسٍ، مِنْ آلِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ صَفْوَانَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ ‏(‏ يَا صَفْوَانُ هَلْ عِنْدَكَ مِنْ سِلاَحٍ ‏) . قَالَ عَارِيَةً أَمْ غَصْبًا قَالَ ‏(‏ لاَ بَلْ عَارِيَةً ‏) . فَأَعَارَهُ مَا بَيْنَ الثَّلاَثِينَ إِلَى الأَرْبَعِينَ دِرْعًا وَغَزَا رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم حُنَيْنًا فَلَمَّا هُزِمَ الْمُشْرِكُونَ جُمِعَتْ دُرُوعُ صَفْوَانَ فَفَقَدَ مِنْهَا أَدْرَاعًا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم لِصَفْوَانَ ‏(‏ إِنَّا قَدْ فَقَدْنَا مِنْ أَدْرَاعِكَ أَدْرَاعًا فَهَلْ نَغْرَمُ لَكَ ‏) . قَالَ لاَ يَا رَسُولَ اللَّهِ لأَنَّ فِي قَلْبِي الْيَوْمَ مَا لَمْ يَكُنْ يَوْمَئِذٍ . قَالَ أَبُو دَاوُدَ وَكَانَ أَعَارَهُ قَبْلَ أَنْ يُسْلِمَ ثُمَّ أَسْلَمَ ‏.‏

٣٥٦٦ - حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ، حَدَّثَنَا أَبُو الأَحْوَصِ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ رُفَيْعٍ، عَنْ عَطَاءٍ، عَنْ نَاسٍ، مِنْ آلِ صَفْوَانَ قَالَ اسْتَعَارَ النَّبِيُّ صلّى اللّه عليه وسلّم فَذَكَرَ مَعْنَاهُ ‏.‏

٣٥٦٧ - حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ بْنُ نَجْدَةَ الْحَوْطِيُّ، حَدَّثَنَا ابْنُ عَيَّاشٍ، عَنْ شُرَحْبِيلَ بْنِ مُسْلِمٍ، قَالَ سَمِعْتُ أَبَا أُمَامَةَ، قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم يَقُولُ ‏(‏ إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ قَدْ أَعْطَى كُلَّ ذِي حَقٍّ حَقَّهُ فَلاَ وَصِيَّةَ لِوَارِثٍ وَلاَ تُنْفِقُ الْمَرْأَةُ شَيْئًا مِنْ بَيْتِهَا إِلاَّ بِإِذْنِ زَوْجِهَا ‏) . فَقِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَلاَ الطَّعَامَ قَالَ ‏(‏ ذَاكَ أَفْضَلُ أَمْوَالِنَا ‏) . ثُمَّ قَالَ ‏(‏ الْعَارِيَةُ مُؤَدَّاةٌ وَالْمِنْحَةُ مَرْدُودَةٌ وَالدَّيْنُ مَقْضِيٌّ وَالزَّعِيمُ غَارِمٌ ‏)‏ ‏.‏

٣٥٦٨ - حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ الْمُسْتَمِرِّ الْعُصْفُرِيُّ، حَدَّثَنَا حَبَّانُ بْنُ هِلاَلٍ، حَدَّثَنَا هَمَّامٌ، عَنْ قَتَادَةَ، عَنْ عَطَاءِ بْنِ أَبِي رَبَاحٍ، عَنْ صَفْوَانَ بْنِ يَعْلَى، عَنْ أَبِيهِ، قَالَ قَالَ لِي رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم ‏(‏ إِذَا أَتَتْكَ رُسُلِي فَأَعْطِهِمْ ثَلاَثِينَ دِرْعًا وَثَلاَثِينَ بَعِيرًا ‏) . قَالَ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَعَارِيَةً مَضْمُونَةً أَوْ عَارِيَةً مُؤَدَّاةً قَالَ ‏(‏ بَلْ مُؤَدَّاةً ‏) . قَالَ أَبُو دَاوُدَ حَبَّانُ خَالُ هِلاَلِ الرَّأْىِ ‏.‏



H A D İ S
K Ü T Ü P / H A N E S İ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

 53. Rukbâ

Rukbâ: Rukûb ve murakabeden alınma bir sözdür. Umrâ gibi, özel bir mal bağışlama türüne verilen isimdir. Daha önce de belirttiğimiz gibi mal sahibinin başka birine:

" Şu evi sana rukbâ yolu ile verdim. Sen benden önce ölürsen mal bana geri dönecek. Ama ben daha önce ölürsem mal senin olacak" demesi sureti ile yapılır.

Rukbâ'nın; konulduğu fıkhı mana ile alâkası şu yöndedir: Rukbâ, gözetmek manasındaki murakabe masdarından alınmadır. Bu muamelede de taraflardan her biri mala sahip olabilmek için, öbürünün ölümünü gözetmektedir.

Rukbânın hükmü ihtilaflıdır. Bu konudaki farklı görüşleri, hadislerin tercemesini yaptıktan sonra ele alacağız.

3560- Câbir (radıyallahü anh)'den, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:

" Umrâ, ehli için caizdir (mal, kendisine hibe edilen kişiye aittir). Rukbâ, ehli için caizdir."

Tirmizî, ahkâm 16; İbn Mâce, hibât 4; Nesâî, umrâ 1.

3561- Zeyd b. Sabit (radıyallahü anh)Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

" Kim bir malı umrâ yoluyla (ömürlüğüne) verirse, o hayatında .'a ölümünde de verildiği kişiye aittir. Malınızı rukbâ yoluyla vermeyiniz. Her kim bir malını rukbâ yoluyla verirse o mal kendi yolunda-t ir (mal miras olur)."

Nesâî, umrâ I, 3; İbn Mâce, hibât 4.

3562- Mücâhid şöyle demiştir:

Umrâ: Bir adamın başka birisine:

" O mal yaşadığım müddetçe sana aittir" demesidir.

Adam böyle dediği zaman, mal o şahsın ve vârislerinindir.

Rukbâ: Bir insanın:

" O (mal) ikimizden sonraya kalanındır" demesidir.

٥٣ - باب فِي الرُّقْبَى

٣٥٦٠ - حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ حَنْبَلٍ، حَدَّثَنَا هُشَيْمٌ، أَخْبَرَنَا دَاوُدُ، عَنْ أَبِي الزُّبَيْرِ، عَنْ جَابِرٍ، قَالَ قَالَ رَسُولُ صلّى اللّه عليه وسلّم ‏(‏ الْعُمْرَى جَائِزَةٌ لأَهْلِهَا وَالرُّقْبَى جَائِزَةٌ لأَهْلِهَا ‏)‏ ‏.‏

٣٥٦١ - حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ النُّفَيْلِيُّ، قَالَ قَرَأْتُ عَلَى مَعْقِلٍ عَنْ عَمْرِو بْنِ دِينَارٍ، عَنْ طَاوُسٍ، عَنْ حُجْرٍ، عَنْ زَيْدِ بْنِ ثَابِتٍ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم ‏(‏ مَنْ أَعْمَرَ شَيْئًا فَهُوَ لِمُعْمَرِهِ مَحْيَاهُ وَمَمَاتَهُ وَلاَ تُرْقِبُوا فَمَنْ أَرْقَبَ شَيئًا فَهُوَ سَبِيلُهُ ‏)‏ ‏.‏

٣٥٦٢ - حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْجَرَّاحِ، عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ مُوسَى، عَنْ عُثْمَانَ بْنِ الأَسْوَدِ، عَنْ مُجَاهِدٍ، قَالَ الْعُمْرَى أَنْ يَقُولَ الرَّجُلُ لِلرَّجُلِ هُوَ لَكَ مَا عِشْتَ فَإِذَا قَالَ ذَلِكَ فَهُوَ لَهُ وَلِوَرَثَتِهِ وَالرُّقْبَى هُوَ أَنْ يَقُولَ الإِنْسَانُ هُوَ لِلآخِرِ مِنِّي وَمِنْكَ ‏.‏



H A D İ S
K Ü T Ü P / H A N E S İ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

 52. Ömürlük Mal Verirken; " ...Ve Çocukları İçin" Diyen Kişinin Durumu

3555- Câbir b. Abdillah (radıyallahü anh)'dan, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:

" Herhangi bir kimseye ve çocuklarına ömürlük bir mal verilse o mal, verilen kimsenindir, verene geri dönmez. Çünkü o, kendisinde miras cereyan eden bir şey vermiştir."

Müslim, hibât 20, 21, 22; Tirmizî, ahkâm 15; Nesâî, umrâ 3; İbn Mâce, hibât 3; Mâlik, akdıye 43; Ahmed b. Hanbel, III, 312,-360, 386, 399.

3556- Bize Haccâc b. Ebî Ya'kub haber verdi, bize Ya'kub haber verdi, bize Ya'kub'un babası (İbrahim b. Sa'd) Salih'ten, Salih de İbn Şihâb'tan önceki hadisi aynı isnad ve aynı mana ile rivâyet etti.

Ebû Dâvûd dedi ki:

Onu, aynı şekilde Ukayl ve Yezid b. Ebî Habîb de İbn Şihâb'dan rivâyet ettiler. Evzaî'nin İbn Şihâb'dan rivâyetinin lafzında ihtilâf edildi. Mâlik'in hadisinin benzerini Füleyh b. Süleyman da rivâyet etti.

3557- Câbir b. Abdillah'ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın caiz gördüğü umrâ:

" Bu senin ve çocuklarınındır" denilerek yapılandır. Fakat:

" Yaşadığın müddetçe bu mal senindir" denildiğinde, o mal sahibine döner.

Müslim, hibât 23.

3558- Câbir (radıyallahü anh)'den rivâyet edildiğine göre; Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Rukbâ yapmayınız, Rukbâ: Bir kimsenin, başka birine:

" Şu evimi oturman için sana veriyorum. Eğer ben senden evvel ölürsem ev senin, sen evvel ölürsen ev benim" diyerek bir malını vermesidir. Bundan sonra gelecek olan babın hadisleri bu konudadır. Orada daha geniş İzahat verilecektir. Hadis, umrâ ve rukbâyı menetmektedir. Bu men, yasaklama manasında değil, " rukbâ ve umrâ yoluyla mal vermeniz doğru değildir, bu malın zayiine sebeptir" demektir. Ama yapılırsa sahihtir.

Bu hadisin, umrâ ve rukbâya cevaz veren hadislerden evvel varid olup, onlarla neshedilmiş olması da muhtemeldir.

Tıybî; hadisin manasında değişik bir mütalaada bulunmuştur. Şöyle ki:

" Sonradan geri almak ümidi ile rukbâ veya umrâ yoluyla mal vermeyiniz. Çünkü o mal, verildiği kimse ölünce size geri dönmez, onun vârislerine İntikal eder."

Bu anlayışa göre; rukbâ da umrâ hükmündedir. Umrâda mal, kendisine mal verilen kişinin vârislerine geçtiği gibi, rukbâda da, rukbâ yapılanın vârislerine geçer. Ancak konu ihtilaflıdır. Meselâ, İmam A'zam'a göre rukbâ ariyet hükmündedir. Bundan sonraki babda konu izah edilecektir. umrâ yapmayınız. Her kime rukbâ veya umrâ yolırile bir şey verilirse o vârislerine aittir."

Nesâî, rukbâ 1.

3559- Câbir b. Abdillah (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

Ensârdan bir kadına oğlu bir hurma bahçesi vermişti. Kadın öldü. Oğlu:

Onu ben hayatı müddetince vermiştim, dedi. Oğlanın kardeşleri de vardı.

Onun hakkında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle hüküm verdi:

" O bahçe, hayatında da ölümünde de kadına aittir."

Oğlan: Ben bahçeyi ona sadaka olarak vermiştim, dedi.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

" Bu (tasadduk) sana daha uzaktır, (sadakadan dönmen, hibeden dönmenden daha uzaktır)." buyurdu.

٥٢ - باب مَنْ قَالَ فِيهِ وَلِعَقِبِهِ

٣٥٥٥ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى بْنِ فَارِسٍ، وَمُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى، قَالاَ حَدَّثَنَا بِشْرُ بْنُ عُمَرَ، حَدَّثَنَا مَالِكٌ، - يَعْنِي ابْنَ أَنَسٍ - عَنِ ابْنِ شِهَابٍ، عَنْ أَبِي سَلَمَةَ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ ‏(‏ أَيُّمَا رَجُلٍ أُعْمِرَ عُمْرَى لَهُ وَلِعَقِبِهِ فَإِنَّهَا لِلَّذِي يُعْطَاهَا لاَ تَرْجِعُ إِلَى الَّذِي أَعْطَاهَا لأَنَّهُ أَعْطَى عَطَاءً وَقَعَتْ فِيهِ الْمَوَارِيثُ ‏)‏ ‏.‏

٣٥٥٦ - حَدَّثَنَا حَجَّاجُ بْنُ أَبِي يَعْقُوبَ، حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ، حَدَّثَنَا أَبِي، عَنْ صَالِحٍ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ، بِإِسْنَادِهِ وَمَعْنَاهُ . قَالَ أَبُو دَاوُدَ وَكَذَلِكَ رَوَاهُ عُقَيْلٌ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ، وَيَزِيدُ بْنُ أَبِي حَبِيبٍ، عَنِ ابْنِ شِهَابٍ، وَاخْتُلِفَ، عَلَى الأَوْزَاعِيِّ فِي لَفْظِهِ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ، وَرَوَاهُ، فُلَيْحُ بْنُ سُلَيْمَانَ مِثْلَ حَدِيثِ مَالِكٍ ‏.‏

٣٥٥٧ - حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ حَنْبَلٍ، حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ، أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ، عَنِ الزُّهْرِيِّ، عَنْ أَبِي سَلَمَةَ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، قَالَ إِنَّمَا الْعُمْرَى الَّتِي أَجَازَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم أَنْ يَقُولَ هِيَ لَكَ وَلِعَقِبِكَ . فَأَمَّا إِذَا قَالَ هِيَ لَكَ مَا عِشْتَ . فَإِنَّهَا تَرْجِعُ إِلَى صَاحِبِهَا ‏.‏

٣٥٥٨ - حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ، حَدَّثَنَا سُفْيَانُ، عَنِ ابْنِ جُرَيْجٍ، عَنْ عَطَاءٍ، عَنْ جَابِرٍ، أَنَّ النَّبِيَّ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ ‏(‏ لاَ تُرْقِبُوا وَلاَ تُعْمِرُوا فَمَنْ أُرْقِبَ شَيْئًا أَوْ أُعُمِرَهُ فَهُوَ لِوَرَثَتِهِ ‏)‏ ‏.‏

٣٥٥٩ - حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، حَدَّثَنَا مُعَاوِيَةُ بْنُ هِشَامٍ، حَدَّثَنَا سُفْيَانُ، عَنْ حَبِيبٍ، - يَعْنِي ابْنَ أَبِي ثَابِتٍ - عَنْ حُمَيْدٍ الأَعْرَجِ، عَنْ طَارِقٍ الْمَكِّيِّ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، قَالَ قَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم فِي امْرَأَةٍ مِنَ الأَنْصَارِ أَعْطَاهَا ابْنُهَا حَدِيقَةً مِنْ نَخْلٍ فَمَاتَتْ فَقَالَ ابْنُهَا إِنَّمَا أَعْطَيْتُهَا حَيَاتَهَا . وَلَهُ إِخْوَةٌ . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم ‏(‏ هِيَ لَهَا حَيَاتَهَا وَمَوْتَهَا ‏) . قَالَ كُنْتُ تَصَدَّقْتُ بِهَا عَلَيْهَا . قَالَ ‏(‏ ذَلِكَ أَبْعَدُ لَكَ ‏)‏ ‏.‏



H A D İ S
K Ü T Ü P / H A N E S İ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

 51. Umra Konusu

Umrâ: Kâmus'ta tarif edildiğine göre; bir adamın, malım bir kimseye, kendisinin veya onun hayatına bağlayarak vermesi demektir. Meselâ birisi, " Ömrüm oldukça veya ömrün oldukça bu ev senindir, ölümden sonra benimdir" derse bu muamele umrâ olmuş olur.

Bu ifadelerden anlaşıldığına göre umrâ; mal sahibinin ömrü ile kayıtlanabileceği gibi, kendisine mal verilen kişinin ömrü ile de kayıtlanabilir.

Hanefî fıkhının tanınmış eserlerinden el-Hidâye'de umrâ:

" Evini, ömrü boyunca ona vermesidir. Öldüğü zaman kendisine döner" diye tarif edilmektedir. Aynî, Hidâye'yi şerhettiği eseri el-Binâye'de, Hidâye'nin tarifini şu şekilde tefsir eder:

" Bir kimsenin; evini, ömrü boyunca yani mal verilenin ömrü boyunca başka birine vermesidir. Kendisine mal verilen kimse ölünce mal sahibine döner." Bunun suretinin şöyle olduğu da söylenmektedir:

" Bu evimi umrâ yoluyla sana verdim veya bu evim ömrüm boyunca yahut da yaşadığım müddetçe ya da hayatın boyunca veya sen yaşadıkça senindir. Öldüğün zaman bana geri verilecektir."

Görüldüğü gibi bu ifadelerden; umrâ muamelesinin, mal sahibinin de, kendisine mal verilen kişinin de ömrüne bağlı olarak aktedilebileceği anlaşılmaktadır.

Umrâ muamelesi cahiliye devrinden kalma bir âdettir. Araplar bir araziyi veya evi hayat boyunca birisine verir, o adam öldükten sonra da geri alırlardı. İslâmiyet bunu iptal etmiş, hibelerdeki umrâ şartını hükümsüz sayarak, malın hibe edilen kimseye ait olduğunu ifade etmiştir. Muteber hadis kitaplarımızda bu manaya gelen bir çok hadis vardır.

Şimdi de Ebû Dâvûd'un umrâ konusunda derlediği hadisleri görelim, sonra da umrâ ile ilgili olarak âlimlerin söylediklerine göz atalım.

Hadisleri terceme ederken " umrâ" kelimesini aynen aktaracağız. Çünkü kelimenin tam karşılığı yoktur, ancak mana olarak anlaşılabilir.

3550- Ebû Hureyre (radıyallahü anh)Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

" Umrâ caizdir."

Buharî, hibe 32; Müslim, hibât 30, 32.

3551- Velid Hemmâm'dan; Hemmâm Katâde'den, Katâde Hasen'den o da Semüre kanalıyla Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan önceki hadisin benzerini rivâyet etti.

3552- Câbir (radıyallahü anh)'den rivâyet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

" Umrâ, kendisine hibe yapılan kişiye aittir."

Müslim, hibâl 25; Nesâî, umrâ 4; Ahmed b. Hanbel, III, 304, 393.

3553- Câbir (radıyallahü anh)'den, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:

" Bir kimseye Ömürlük mülk verilirse o kendisine ve çocuklarına aittir. Çocuklarından adama vâris olanlar, verilen o mülke de vâris olurlar.

Nesâî, umrâ 1.

3554- Bize Ahmed b. Ebi'l-Havârî haber verdi, bize Velid Evzaî'den naklen haber verdi. Evzaî Zührî'den, Zührî Ebî Seleme ve Urve'den, onlar Câbir'den, Câbir de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den bu (önceki) hadisi aynı mana ile rivâyet ettiler.

Ebû Dâvûd dedi ki:

" Leys b. Sa'd, Zührî'den Zührî Ebû Seleme'den, o da Câbir'den böylece rivâyet etti."

٥١ - باب فِي الْعُمْرَى

٣٥٥٠ - حَدَّثَنَا أَبُو الْوَلِيدِ الطَّيَالِسِيُّ، حَدَّثَنَا هَمَّامٌ، عَنْ قَتَادَةَ، عَنِ النَّضْرِ بْنِ أَنَسٍ، عَنْ بَشِيرِ بْنِ نَهِيكٍ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، عَنِ النَّبِيِّ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ ‏(‏ الْعُمْرَى جَائِزَةٌ ‏)‏ ‏.‏

٣٥٥١ - حَدَّثَنَا أَبُو الْوَلِيدِ، حَدَّثَنَا هَمَّامٌ، عَنْ قَتَادَةَ، عَنِ الْحَسَنِ، عَنْ سَمُرَةَ، عَنِ النَّبِيِّ صلّى اللّه عليه وسلّم مِثْلَهُ ‏.‏

٣٥٥٢ - حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ، حَدَّثَنَا أَبَانُ، عَنْ يَحْيَى، عَنْ أَبِي سَلَمَةَ، عَنْ جَابِرٍ، أَنَّ نَبِيَّ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم كَانَ يَقُولُ ‏(‏ الْعُمْرَى لِمَنْ وُهِبَتْ لَهُ ‏)‏ ‏.‏

٣٥٥٣ - حَدَّثَنَا مُؤَمَّلُ بْنُ الْفَضْلِ الْحَرَّانِيُّ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ شُعَيْبٍ، أَخْبَرَنِي الأَوْزَاعِيُّ، عَنِ الزُّهْرِيِّ، عَنْ عُرْوَةَ، عَنْ جَابِرٍ، أَنَّ النَّبِيَّ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ ‏(‏ مَنْ أُعْمِرَ عُمْرَى فَهِيَ لَهُ وَلِعَقِبِهِ يَرِثُهَا مَنْ يَرِثُهُ مِنْ عَقِبِهِ ‏)‏ ‏.‏

٣٥٥٤ - حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ أَبِي الْحَوَارِيِّ، حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ، عَنِ الأَوْزَاعِيِّ، عَنِ الزُّهْرِيِّ، عَنْ أَبِي سَلَمَةَ، وَعُرْوَةَ، عَنْ جَابِرٍ، عَنِ النَّبِيِّ صلّى اللّه عليه وسلّم بِمَعْنَاهُ . قَالَ أَبُو دَاوُدَ وَهَكَذَا رَوَاهُ اللَّيْثُ بْنُ سَعْدٍ عَنِ الزُّهْرِيِّ عَنْ أَبِي سَلَمَةَ عَنْ جَابِرٍ ‏.‏



H A D İ S
K Ü T Ü P / H A N E S İ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

 50. Kadının Kocasının İzni Olmadan Hediye Vermesi, Bağışta Bulunması

3548- Amr b. Şu'ayb, babası vasıtasıyla dedesinden Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

" Kocası ismetine mâlik olduğu zaman (evli olduğu zaman) bir kadının malında bağışta bulunması caiz değildir."

Nesâî, umrâ 5; İbn Mâce, hibât 7; Ahmed b. Hanbel, II, 221.

3549- Amr b. Şu'ayb'ın babası vasıtasıyla Abdullah b. Amr (radıyallahü anh)'den rivâyet ettiğine göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

" Bir kadının, kocasının izni olmadan bağışta bulunması caiz değildir."

Nesâî, zekât 58, umrâ 5; İbn Mâce, hibât 7; Ahmed b. Hanbel, II, 179, 184, 207.

٥٠ - باب فِي عَطِيَّةِ الْمَرْأَةِ بِغَيْرِ إِذْنِ زَوْجِهَا

٣٥٤٨ - حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَاعِيلَ، حَدَّثَنَا حَمَّادٌ، عَنْ دَاوُدَ بْنِ أَبِي هِنْدٍ، وَحَبِيبٍ الْمُعَلِّمِ، عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ جَدِّهِ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ ‏(‏ لاَ يَجُوزُ لاِمْرَأَةٍ أَمْرٌ فِي مَالِهَا إِذَا مَلَكَ زَوْجُهَا عِصْمَتَهَا ‏)‏ ‏.‏

٣٥٤٩ - حَدَّثَنَا أَبُو كَامِلٍ، حَدَّثَنَا خَالِدٌ، - يَعْنِي ابْنَ الْحَارِثِ - حَدَّثَنَا حُسَيْنٌ، عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ، أَنَّ أَبَاهُ، أَخْبَرَهُ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم قَالَ ‏(‏ لاَ يَجُوزُ لاِمْرَأَةٍ عَطِيَّةٌ إِلاَّ بِإِذْنِ زَوْجِهَا ‏)‏ ‏.‏



H A D İ S
K Ü T Ü P / H A N E S İ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

 49. Çocuklarının Bir Kısmına Diğerlerinden Daha Çok Mal Bağışlayanın Durumu

3544- Nu'man b. Beşîr (radıyallahü anh)'in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Babam bana bir mal bağışladı. -Ravilerden İsmail b. Salim:

" Bir kölesini bağışladı" der.-

Annem, Ravâha’nın kızı (Amra):

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a git, onu bu bağışa şahit tut, dedi. Babam, Resûlüllah'a gidip (onu şahit tuttu), hâdiseyi ona anlatıp dedi ki:

Ben oğlum Nu'man'a bir mal bağışladım. Ama Amra, (Nu'manın annesi) buna, seni şahit tutmamı istedi.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

" Senin başka çocuğun var mi?"

Evet, var.

" Hepsine Nu'man'a verdiğin gibi mal verdin mi?"

Hayır, vermedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

Bazı râvilerin dediğine göre- " Bu zulümdür" ; -bazılarının dediğine göre- " Bu teldedir, Telcie: Kâmus'ta " İkrah = zorlama" diye manalandınlır. Nihâye'de: İçi dışına zıt olan bir şeyi yapmaya zorlamak şeklinde izah edilir. Fıkıhta telcie: Bir kimsenin, malını satmadığı halde, satmış gibi davranmasıdır. Buna " beyu'l-telcie" denir. buna başkasını şahit tut" buyurdu.

Mağîre'nin rivâyetinde, (Resûlüllah):

" İyilik ve lütufta hepsinin eşit olmaları seni sevindirmez mi?" (buyurdu).

Adam:

Evet, dedi. Resûlüllah:

" Buna benden başkasını şahit tut" buyurdu. Mücâhid'in rivâyetine göre ise Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

" Sana iyilik yapmaları, senin onlar üzerindeki hakkın olduğu gibi aralarında adaletli davranman da onların senin üzerindeki haklarıdır" buyurdu.

Ebû Dâvûd, Zührî'nin rivâyeti hakkında der ki:

Bazdan, " Bütün oğullarına (verdin) mi?" ; bazıları, " bütün çocuklarına (verdin) mi?" dedi.

Bu konuda İbn Ebî Hâlid, Şa'bî'den rivâyetle:

" Senin ondan başka oğulların var mı?" dedi.

Ebû'd-Duha da Nu'man b. Beşîr'den rivâyetle:

" Senin ondan başka çocuğun var mı?" dedi.

Buharî, hibe 12; Müslim, hibât 8, 9, 10, 17; Nesâî, nuhl 1; İbn Mâce, hibât 1; Tirmizî, ahkâm 30; Mâlik, akdıye 39; Ahmed b. Hanbel, IV, 268, 269, 271, 273.

3545- Nu'man b. Beşîr'in haber yerdiğine göre; Babası ona bir köle verdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine:

" Bu köle nedir?" diye sordu. Nu'man:

Benim kölem, onu bana babam verdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

" Sana verdiği gibi bütün kardeşlerine de verdi mi?"

Hayır.

" Onu geri ver."

Müslim, hibât 12; Nesâî, nuhl 1.

3546- Nu'man b. Beşîr (radıyallahü anh)Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

" Çocuklarınız arasında adaletli davranınız, oğullarınız arasında adaletli davranınız."

Nesâî, nuhl 1.

3547- Câbir (radıyallahü anh)'den rivâyet edilmiştir. Der ki: Beşîr'in karısı:

Oğluma köleni hibe et ve bana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şahit tut, dedi. Beşîr, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelip dedi ki:

Falanın kızı, benden oğluna bir köle hibe etmemi istedi ve (benim için) Resûlüllah'ı şahit tut, dedi.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

" Onun kardeşleri var mı?"

Evet.

" Bu doğru olmaz; ben haktan başka bir şeye şahitlik etmem."

Müslim, hibât 8, 9, 10, 17.

٤٩ - باب فِي الرَّجُلِ يُفَضِّلُ بَعْضَ وَلَدِهِ فِي النُّحْلِ

٣٥٤٤ - حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ حَنْبَلٍ، حَدَّثَنَا هُشَيْمٌ، أَخْبَرَنَا سَيَّارٌ، وَأَخْبَرَنَا مُغِيرَةُ، وَأَخْبَرَنَا دَاوُدُ، عَنِ الشَّعْبِيِّ، وَأَنْبَأَنَا مُجَالِدٌ، وَإِسْمَاعِيلُ بْنُ سَالِمٍ، عَنِ الشَّعْبِيِّ، عَنِ النُّعْمَانِ بْنِ بَشِيرٍ، قَالَ أَنْحَلَنِي أَبِي نُحْلاً - قَالَ إِسْمَاعِيلُ بْنُ سَالِمٍ مِنْ بَيْنِ الْقَوْمِ نِحْلَةً غُلاَمًا لَهُ - قَالَ فَقَالَتْ لَهُ أُمِّي عَمْرَةُ بِنْتُ رَوَاحَةَ إِيتِ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم فَأَشْهِدْهُ فَأَتَى النَّبِيَّ صلّى اللّه عليه وسلّم فَأَشْهَدَهُ فَذَكَرَ ذَلِكَ لَهُ فَقَالَ إِنِّي نَحَلْتُ ابْنِي النُّعْمَانَ نُحْلاً وَإِنَّ عَمْرَةَ سَأَلَتْنِي أَنْ أُشْهِدَكَ عَلَى ذَلِكَ قَالَ فَقَالَ ‏(‏ أَلَكَ وَلَدٌ سِوَاهُ ‏) . قَالَ قُلْتُ نَعَمْ . قَالَ ‏(‏ فَكُلَّهُمْ أَعْطَيْتَ مِثْلَ مَا أَعْطَيْتَ النُّعْمَانَ ‏) . قَالَ لاَ قَالَ فَقَالَ بَعْضُ هَؤُلاَءِ الْمُحَدِّثِينَ ‏(‏ هَذَا جَوْرٌ ‏) . وَقَالَ بَعْضُهُمْ ‏(‏ هَذَا تَلْجِئَةٌ فَأَشْهِدْ عَلَى هَذَا غَيْرِي ‏) . قَالَ مُغِيرَةُ فِي حَدِيثِهِ ‏(‏ أَلَيْسَ يَسُرُّكَ أَنْ يَكُونُوا لَكَ فِي الْبِرِّ وَاللُّطْفِ سَوَاءً ‏) . قَالَ نَعَمْ . قَالَ ‏(‏ فَأَشْهِدْ عَلَى هَذَا غَيْرِي ‏) . وَذَكَرَ مُجَالِدٌ فِي حَدِيثِهِ ‏(‏ إِنَّ لَهُمْ عَلَيْكَ مِنَ الْحَقِّ أَنْ تَعْدِلَ بَيْنَهُمْ كَمَا أَنَّ لَكَ عَلَيْهِمْ مِنَ الْحَقِّ أَنْ يَبَرُّوكَ ‏) . قَالَ أَبُو دَاوُدَ فِي حَدِيثِ الزُّهْرِيِّ قَالَ بَعْضُهُمْ ‏(‏ أَكُلَّ بَنِيكَ ‏) . وَقَالَ بَعْضُهُمْ ‏(‏ وَلَدِكَ ‏) . وَقَالَ ابْنُ أَبِي خَالِدٍ عَنِ الشَّعْبِيِّ فِيهِ ‏(‏ أَلَكَ بَنُونَ سِوَاهُ ‏) . وَقَالَ أَبُو الضُّحَى عَنِ النُّعْمَانِ بْنِ بَشِيرٍ ‏(‏ أَلَكَ وَلَدٌ غَيْرُهُ ‏)‏ ‏.‏

٣٥٤٥ - حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، حَدَّثَنَا جَرِيرٌ، عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ، عَنْ أَبِيهِ، حَدَّثَنِي النُّعْمَانُ بْنُ بَشِيرٍ، قَالَ أَعْطَاهُ أَبُوهُ غُلاَمًا فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم ‏(‏ مَا هَذَا الْغُلاَمُ ‏) . قَالَ غُلاَمِي أَعْطَانِيهِ أَبِي . قَالَ ‏(‏ فَكُلَّ إِخْوَتِكَ أَعْطَى كَمَا أَعْطَاكَ ‏) . قَالَ لاَ . قَالَ ‏(‏ فَارْدُدْهُ ‏)‏ ‏.‏

٣٥٤٦ - حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ حَرْبٍ، حَدَّثَنَا حَمَّادٌ، عَنْ حَاجِبِ بْنِ الْمُفَضَّلِ بْنِ الْمُهَلَّبِ، عَنْ أَبِيهِ، قَالَ سَمِعْتُ النُّعْمَانَ بْنَ بَشِيرٍ، يَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم ‏(‏ اعْدِلُوا بَيْنَ أَوْلاَدِكُمْ اعْدِلُوا بَيْنَ أَبْنَائِكُمْ ‏)‏ ‏.‏

٣٥٤٧ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ رَافِعٍ، حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ آدَمَ، حَدَّثَنَا زُهَيْرٌ، عَنْ أَبِي الزُّبَيْرِ، عَنْ جَابِرٍ، قَالَ قَالَتِ امْرَأَةُ بَشِيرٍ انْحَلِ ابْنِي غُلاَمَكَ وَأَشْهِدْ لِي رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم فَأَتَى رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم فَقَالَ إِنَّ ابْنَةَ فُلاَنٍ سَأَلَتْنِي أَنْ أَنْحَلَ ابْنَهَا غُلاَمًا وَقَالَتْ لِي أَشْهِدْ رَسُولَ اللَّهِ صلّى اللّه عليه وسلّم . فَقَالَ ‏(‏ لَهُ إِخْوَةٌ ‏) . فَقَالَ نَعَمْ . قَالَ ‏(‏ فَكُلَّهُمْ أَعْطَيْتَ مِثْلَ مَا أَعْطَيْتَهُ ‏) . قَالَ لاَ . قَالَ ‏(‏ فَلَيْسَ يَصْلُحُ هَذَا وَإِنِّي لاَ أَشْهَدُ إِلاَّ عَلَى حَقٍّ ‏)‏ ‏.‏



H A D İ S
K Ü T Ü P / H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget