Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

05/13/20

İFTİTÂH TEKBÎRİ
Başlama tekbîri. Namazın evvelinde "Allahü ekber" demek. Buna Tahrîme tekbîri de denir.

Bir gün Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem namaz kılarken bir kimse sabah namazında iftitâh tekbîrine yetişemedi. Bir köle âzâd etti (serbest bıraktı). Daha sonra Peygamber efendimize gelerek; "Yâ Resûlallah! Ben bugün iftitâh tekbîrine yetişemedim. Bir köle âzâd ettim. Acabâ iftitâh tekbîrinin sevâbına kavuşabildim mi?" diye sordu. Peygamber efendimiz, hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osman ve hazret-i Ali'ye iftitâh tekbîrinin fazîletiyle ilgili soru sorup, değişik cevaplar aldıktan sonra; "Ey benim ümmetim ve Eshâbım! Yedi kat yerler ve yedi kat gökler kâğıt olsa ve deryâlar (bütün denizler) mürekkeb olsa ve bütün ağaçlar kalem olsa, bütün melekler kâtib olsalar ve kıyâmete kadar yazsalar yine imâm ile alınan iftitâh tekbîrinin sevâbını yazamazlar" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Cennet Yolu İlmihâli)

Bir kimse iftitâh tekbîrini imâm ile berâber alırsa; sonbahar günlerinde, ağaçların yaprakları, rüzgâr estikçe nasıl dökülürse, o kişinin günâhları da öyle dökülür. (Muhammed bin Kudbüddîn İznikî)

İftitâh tekbiri söylerken niyet edilir. Daha önce niyet etmek de câizdir. İftitâh tekbîrinden sonra edilen niyet sahih (geçerli) olmaz ve o namaz olmaz. (Abdullah Mûsulî)

İFTİRÂ
Yapmadığı hâlde kötü bir işi birisine yükleme, yalan yere birisine suç isnat etme gösterme. Birine suç atma, bühtân.

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

Bak, Allah'a karşı nasıl olmadık yalan ve iftirâ ederler. Apaçık olan bu günâhları onlara kâfidir. (Nisa sûresi: 50)

Bir kimse için söylenen kusur onda varsa, bu söz gîbet olur. Yoksa iftirâ olur. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

İftirâ etmek ve nemmâmlık yapmak yâni söz taşımak gîbet etmekten daha fenâdır. (Muhammed Ma'sûm)

Birisine iftirâ etmek, gıybet etmekten (belli bir mü'minin aybını, kusurunu, onu kötülemek için arkasından söylemekten) daha fenâdır. (Muhammed Hâdimî)

İftirâ büyük günâhtır ve çok fenâdır. Bunda yalan söylemek de vardır ki, yalan, her dinde haram idi. İftirâda bir mü'mini incitmek de vardır, bu da ayrıca haramdır. Bunlardan başka, iftirâ etmek, yeryüzünde fesâd çıkarmaya, ortalığı karıştırmaya sebeb olur ki, bu da haramdır. Çok fenâ ve tehlikelidir. (İmâm-ı Rabbânî)

Beni, hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer'den üstün tutan; iftirâ etmiş olur. İftirâ edenleri dövdükleri gibi onu döverim. (Hazret-i Ali)

İFTÂR
1. Oruçlunun, akşam namazı vakti girdikten, yâni güneşin battığı iyice anlaşıldıktan sonra, yiyerek veya içerek orucunu açması.

...İftâr zamânında, oruçlunun ağız kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Beyhekî)

... Bir kimse, bu ayda (Ramazân-ı şerîfte) bir oruçluya iftâr verirse, günâhları affolur. Hak teâlâ onu Cehennem ateşinden âzâd eder, kurtarır. O oruçlunun sevâbı kadar, ona sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

İftârda acele etmek demek, yıldızlar görünmeden önce iftâr etmek demektir (İbn-i Hibbân)

İftar edince, (Zehebazzama' vebtellet-il urûk ve sebet-el-ecr inşâallahü teâlâ: Susuzluk gitti. Damarlar ıslandı sevâb hâsıl oldu inşâallah) duâsını okumak, terâvih kılmak ve hatm okumak mühim sünnettir. (İmâm-ı Rabbânî)

2. Oruç tutmama, yime.

Ayı görünce oruç tutunuz! Tekrâr görünce iftâr ediniz (Hadîs-i şerîf-Merâkıl felâh)

Ey Ebü'd-Derdâ! Muhakkak senin üzerinde bedeninin hakkı vardır. Ehlinin (âilenin) hakkı, Rabbi'nin hakkı vardır. Her hak sâhibine hakkını ver! İftâr et, oruç tut, namaz kıl, uyu ve ehline yakın ol. (Hadîs-i şerîf-Kenz-ül-Ummâl)

İFSÂD
Bozmak, fitne, karışıklık çıkarmak, bozgunculuk yapmak.

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

Allahü teâlâ ifsâd edenleri sevmez. (Mâide sûresi: 64)

Sarı sabır maddesi balı ifsâd ettiği gibi, kızgınlık da îmânı bozar. (Hadîs-i şerîf-Taberânî)

Şâyet sen, insanların kusûrlarını ve gizli hâllerini araştırırsan, onları ifsâd etmiş ve ifsâdlarına sebep olmuş olursun. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)

Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi huy da hatâları eritir. Sirke balı ifsâd ettiği gibi, kötü huy, hayrâtı, hasenâtı (iyilikleri) yok eder. (Hadîs-i şerîf-Ahlâk-ı Alâî)

Zamm-ı sûreleri rükûda tamamlamak, dört mezhebde de mekrûhtur. Fâtihayı tamamlamak ise, hanefîde mekrûhtur. Diğer üç mezhebde namazı ifsâd eder. (Abdurrahmân Cezîrî)

İFRÎT
Cinlerin azgın, en zararlı, şerli, korkunç ve kuvvetli cinsi.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

Cinden bir ifrit (Süleymân aleyhisselâma); "Sen makâmından kalkmadan ben onu (Belkıs'ın tahtını) sana getiririm. Ben buna karşı her hâlde güvenilecek bir kuvvete mâlikim" dedi. (Neml sûresi: 39)

Hasen-i Basrî buyurdu ki: Bir gün Cebrâil aleyhisselâm, Resûl-i ekreme (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek; "Cinlerden bir ifrit sana hîle yapmak istiyor. Yatağına girdiğin vakit Âyet-el-kürsî'yi oku!" dedi. (Senâullah Dehlevî)

İFRÂT
Bir işte, sözde veya davranışta haddi aşma, pek ileri gitme, aşırı olma.

Riyâ yâni gösteriş yapanlara karşı tekebbür etmek (kibirlenmek, büyüklenmek) câizdir. Kendinden aşağı olanlara karşı tevâzû göstermek (kendini onlarla bir görmek) iyi ise de, bunun ifrâta kaçmaması lâzımdır. (Muhammed Hâdimî)

İfrat ve tefrît'in ikisi de kötüdür. Doğru ve en iyisi ortada olandır. (İmâm-ı Rabbânî)

Şecâatın (kahramanlığın) ifrâtı, tehevvürdür (aşırı öfkedir). (Muhammed Hâdimî)

Kazâ-i hâcetin yâni abdest bozmanın edeplerinden biri de; necâset husûsunda vesveseye kapılıp bunu ifrât derecesine götürmemektir. (İmâm-ı Gazâlî)

İFFET
İnsan rûhundaki yapıcı kuvvetin, yâni şehvetin iyiye kullanılmasından ortaya çıkan huy. Nefsi kötü isteklerinden men etmek. Âr, nâmus, hayâ duygusu.

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruluyor ki:

Sizin sadakalarınız, fî-sebîlillah (Allah yolunda) cihâd eden, ilim tahsîl eden ve ibâdet gibi hayırlı bir işle meşgûl olan ve yeryüzünde ticâret ve san'at gibi bir işle meşgûl olmaya müsâit (elverişli) vakitleri olmayan fakirler içindir. Onlar dilenmekten çekindikleri için, cahiller onları zengin zannederler. Ey Resûlüm! Sen onları sîmâlarından tanırsın. Onlar, iffetlerinden dolayı insanları râhatsız edip sadaka istemezler. Malınızdan, bunlara infak (sarf) ederseniz, muhakkak Allahü teâlâ verdiğinizi ve niçin verdiğinizi bilir... (Bekara sûresi: 273-274)

Allahü teâlâ hayâ, hilm ve iffet sâhiblerini sever. Fuhş (çirkin) söyleyenleri ve sarkıntılık yaparak dilenenleri sevmez. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

İffet sâhibi olunuz. Çirkin şeyler yapmayınız. Kadınlarınızı da, afîf (iffetli) yapınız. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

İffet sâhibi olursanız kadınlarınız da afîf (iffetli) olur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

İffet; kişiyi her türlü rezillikten koruyan bir haslettir. El, ayak ve diğer âzâyı her türlü zarardan korur. Bu haslet güzel ahlâkın en üstünüdür. Âzânın iffetli olması demek; meselâ gözün harama bakmaması ve kendisine yasak olan şeyleri terk etmesidir. (Abdurrahmân bin Abdullah bin Nasr)

ÎFÂ
Yerine getirme.

Hanımının ve çocuklarının haklarını îfâ etmiyenin namazları, oruçları kabûl olmaz (Borçları ödenirse de sevâb alamazlar). (Hadîs-i şerîf-Mürşîd-ün-Nisâ)

Her sabah bir kere, "Allahümme mâ esbaha bî min ni'metin ev bi-ehadin min halkıke, fe minke vahdeke, lâ şerîke leke, fe lekel hamdü ve lekeş-şükr" demeli ve her akşam "mâ esbaha" yerine "mâ emsâ" diyerek hepsini aynen okumalıdır. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Bu duâyı gündüz okuyan, o günün şükrünü, gece okuyan, o gecenin şükrünü îfâ etmiş olur." Abdestli okumak şart değildir. Her gün ve her gece okumalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)

İDRÎS ALEYHİSSELÂM
Kur'ân-ı kerîmde adı geçen peygamberlerden.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

İsmâil, İdris ve Zülkifl hakkında anlattığımızı da hâtırla. Onların her biri sabr edenlerdendi. (Enbiyâ sûresi: 85)

Kitabda İdrîs'i de an. Çünkü o, çok sâdık bir peygamberdi. (Meryem sûresi: 56)

Ben (Mîrâc gecesinde) dördüncü kat semâda (gökte) İdrîs (peygamber) ile karşılaştım. Cibrîl bana; "Bu gördüğün İdrîs'dir. Ona selâm ver" dedi. Ben de ona selâm verdim. O da benim selâmıma cevap verdi. Sonra bana; "Merhabâ sâlih kardeş, sâlih peygamber" dedi. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)

İdrîs aleyhisselâm, Bâbil'de veya Mısır'da doğup yaşadı. Şit aleyhisselâmın torunlarındandır. Babasının ismi Yerd'dir. Âdem aleyhisselâmın oğlu Kâbil'in evlâdından olan bir topluluğa peygamber olarak gönderildi. Kendisine otuz suhuf (forma) kitâb verildi. Cebrâil aleyhisselâm kendisine dört defâ gelerek Allahü teâlânın emir ve yasaklarını getirdi. İdrîs aleyhisselâm da bunları insanlara bildirip, emirlere uymaya, yasaklardan sakınmaya çağırdı. Yetmiş iki lisan ile konuştu. Her kavmi kendi lisanıyla hak dîne dâvet etti. Allahü teâlâ ona mûcizeler ihsân etti. Mûcize olarak ağaçlarda ne kadar yaprak olduğunu bilirdi, havadaki bulutlara dağılmaları için emir verirdi. Kavmine, kendisinden sonra gelecek peygamberleri haber verdi. Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâmın vasıflarını anlattı. Kendisinden sonra gelecek olan Nûh tûfânını haber verdi. Bu kadar açık delîllere ve mûcizelere rağmen kendisine, pek az kimse itâat etti. Harb âletleri yapıp, kâfirlerle cihâd (savaş) yaptı. İnsanlara şehir kurma san'atını ve idârecilik ilmini öğretti. 100 şehir kurdu. Ayrıca insanlara çeşitli ilimleri öğretti. Fen ilimleri, tıp, yıldızlarla ilgili ince ve derin mes'eleleri anlattı. Kalem ile yazı yazmayı, iğne ile elbise dikip giymeyi öğretti. (Bunun için terzilerin pîri, üstâdı olarak anılır). İnsanlara hikmetli sözler ile pek çok nasîhatta bulundu. Yeryüzünün meskûn (yerleşilmiş) yerlerini dört bölgeye ayırarak her birine vekîl tâyin etti. Bir müddet sonra Aşûre gününde diri olarak göğe kaldırıldı. Bu husus, Meryem sûresinin "Biz onu yüksek bir mekâna kaldırdık" meâlindeki elli yedinci âyet-i kerîmesinde bildirildi. Kalem ile ilk defâ yazı yazan ve iğne ile dikiş diken odur. (Taberî, Kisâî, İbn-ül-Esîr)

İDRÂK
Bir şeyin aslını, mâhiyetini, hakîkatini bilmek, anlamak.

Kur'ân-ı kerîmde, meâlen buyruldu ki:

O'nu (Allahü teâlâyı) gözler (dünyâda) idrâk edemez. O ise, gözleri bilir anlar. O, ihsân sâhibi bilicidir. (En'âm sûresi: 103)

İnsanı hayvandan ayıran, ilim ve idrâktir (Hâdimî)

İnsanların hâlet-i rûhiyeleri (rûhî durumları) farklı oduklarından, idrâk ve fehmleri (anlamaları) da farklı olmaktadır. (İmâm-ı Gazâlî)

Şükür, şükürden âciz kalındığını idrâk etmektir. (Ebû Osman Mağribî)

Allahü teâlânın zâtı idrâk edilemez. Dünyâ yurdunda gözle görülmez. Kalb, O'nun varlığını tastîk eder. Âhirette gözler O'nu görecektir. İnsanlar, Allahü teâlâyı âyet ve delîllerle bilmektedir. Kalbler O'nu tanır, fakat akıllar O'nu idrâk edemez. (Sehl bin Abdullah)

İDDET
Kocasının ölümüyle dul kalan veya talak (boşama) ve fesh (nikâhın bozulması) sebebiyle evlilik bağı çözülen kadının yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken zaman.

İddet bekleyen kadınlar beş çeşittir:

1) Hâmile olup, kocası vefât eden kadının iddeti, çocuğu olunca biter.

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

... Hâmile kadınların iddetleri ise çocuklarını doğurmaları ile son bulur. (Talâk sûresi: 4)

2) Hâmile olmayıp kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür.

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

Sizden vefât edenlerin geride bıraktıkları zevceler (hanımlar) kendi kendilerine dört ay on gün beklerler (beklesinler). (Bekara sûresi: 234)

3) Hâmile olup, boşanan kadının iddeti, hamlini vad etmekle yâni çocuğu olunca tamam olur. Kocası ölen, hâmile kadının durumu gibidir.

4) Kadın hayz (âdet) gören kadınlardan olup, hâmile olmadığı hâlde kocasının boşadığı kadının iddeti, üç ay başı hâli veya üç temizlik müddetidir.

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine üç âdet müddeti beklerler ve Allah'ın rahimlerinde yarattığı çocuğu saklamaları kendilerine helâl olmaz. (Bekara sûresi: 228)

5) Hayzdan kesilen (âdet görmeyen) ve boşanmış kadının iddet zamânı boşanma târihinden îtibâren üç aydır.

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

(Yaşlılık dolayısı ile) hayzdan kesilmiş kadınlarınız (hakkındaki iddet, bekleme hükmünden) şüphelendinizse (bunu bilmediğinize göre) onların iddeti de üç aydır. Henüz hayz görmeyenler de öyle (boşandıkları zaman üç ay iddet beklerler)... (Talâk sûresi: 4) (İbn-i Âbidîn, Kâşânî, Hacı Zihni Efendi, Abdurrahmân Cezîri)

Talak (boşama) iddeti zamânında kadına nafaka verilir. İddet zamânı bitince nafakası kesilir. (Ubeydullah bin Mes'ûd)

İddet; Hanefî ve Hanbelî mezheblerinde, ilk temizlik başından, üçüncü hayzın sonuna kadar olan zamandır. Şâfiî ve Mâlikî mezheplerinde üç temizlik geçinceye kadardır. Hayz görmüyorsa, talak için üç ay, ölüm için dört ay on gündür. (İbn-i Âbidîn)

Haccın edâ şartlarından birisi de kadın iddet hâlinde olmamaktır. (İbn-i Âbidîn)

İddet bekleyen kadınla iddeti bitinceye kadar evlenilmez. (İbn-i Âbidîn)

İCTİHÂD
İnsan gücünün yettiği kadar zahmet çekerek, çalışma. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan işlerin hükümlerini açıkça bildirilenlere benzeterek meydana çıkarma. (Bkz. Müctehid)

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, hazret-i Muâz bin Cebel'i, Yemen'e hâkim olarak gönderirken; "Orada nasıl hüküm edeceksin?" buyurunca; "Allahü teâlânın kitâbı ile" dedi. "Allah'ın kitâbında bulamazsan?" buyurdu. "Allah'ın Resûlünün sünneti ile" dedi. "Resûlullah'ın sünnetinde de bulamazsan?" buyurunca; "İctihâd ederek, anladığımla" dedi. Resûlullah efendimiz, mübârek elini Muâz'ın göğsüne koyup; "Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resûlünün resûlünü (elçisini), Resûlullah'ın rızâsına uygun eyledi" buyurdu. (Tirmizî, Ebû Dâvûd, Dârimî)

İsâbet etmiyen, yâni doğruyu bulamamış olan müctehide (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran kimseye) bir sevâb, doğruyu bulana iki veya on sevâb vardır. İki sevâbdan birincisi, ictihâd etmek sevâbıdır. İkincisi, doğruyu bulmak sevâbıdır. (Hadîs-i şerîf-Hadîka)

Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilen şeylerde, ictihâd edilemez. Nass (Kur'ân-ı kerîm ve sahih hadîs-i şerîf) bulunan yerde ictihâda izin yoktur. (İbn-i Nüceym, Hâdimî)

İslâm âlimlerinin söz birliği ile ve zarûrî olarak bildirilmiş olan, inanılacak ve yapılacak din bilgilerinde ictihâd yapmak câiz değildir. (Abdülganî Nablüsî)

Mezheb imâmlarının hepsi bir mes'ele ile karşılaştıklarında cevâbını, önce Kur'ân-ı kerîmde ararlardı. Kur'ân-ı kerîmde açıkça bulamazlarsa, hadîs-i şerîflerde ararlardı. Burada da bulamazlarsa, icmâ-ı ümmette ararlardı. İcmâda da bulamayınca, bu mes'eleye benziyen başka mes'elelerin, Kitâb (Kur'ân-ı kerîm), sünnet (hadîs-i şerîfler) ve icmâ'da bulunan cevâblarını esas alıp mukâyese ederek, ictihâd edip benzeri cevâbı bulurlardı. (İmâm-ı Şa'rânî)

Îsâ aleyhisselâm, kıyâmete yakın bir zamanda, gökten inerek, Muhammed aleyhisselâmın dînine göre hareket edecek ve Kur'ân-ı kerîmden hüküm çıkaracaktır. Îsâ aleyhisselâm gibi büyük bir peygamberin ictihâd ile çıkaracağı bütün hükümler, Hanefî mezhebindeki hükümlere benzeyecek yâni İmâm-ı a'zam'ın ictihâdına uygun olacaktır. (İmâm-ı Muhammed Pârisâ)

Her müctehidin (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran âlimin), kendi ictihâdıyla bulduğu bilgiye uygun iş yapması farzdır. (Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî)

Sahâbe-i kirâmın (Resûlullah efendimizin sohbetinde yetişmiş arkadaşlarının) hepsi müctehîd olup, kendi ictihâdlarına uymaları farz idi. (Abdülvehhâb-ı Şa'rânî)

İctihâd, bir ibâdet yâni ehli olana Allahü teâlânın emri olduğundan, hiçbir müctehid başka bir müctehidin ictihâdına yanlış diyemez. Çünkü, her müctehide kendi ictihâdı haktır ve doğrudur. Meselâ İmâm-ı Şâfiî hazretleri, Hanefî mezhebinde olmadığı hâlde; "İmâm-ı a'zâm Ebû Hanîfe'nin ictihâdını beğenmeyene, Allahü teâlâ lânet etsin, yâni merhamet etmesin" buyurmuştur. (İbn-i Âbidîn)

İctihâd ve kıyâs bid'at değildir. Çünkü kıyâs ve ictihâd, nassların mânâsını ortaya çıkarır. Başka bir şeyi ortaya koymaz. (İmâm-ı Rabbânî)

İctibâ Yolu
Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için peygamberlerin aleyhimüsselâm ve seçilmiş evliyâların yolu. Mürid değil, murâdlar ve mahbûblar yolu. Sevilenleri, çabuk ilerletme yolu.

İctibâ yolunda riyâzetler çekmek (nefsin isteklerini yapmamak), kavuşmak nîmetine şükretmek içindir. (İmâm-ı Rabbânî)

İctibâ yolunda kavuşmak, kavuşturulmak yolu ile hâsıl olduğu için sıkıntı ve meşakkat (eziyet) çok azdır. O'nun riyâzeti ahkâm-ı şer'iyyeye (dînimizin emir ve yasaklarına) ve sünnet-i seniyyeye uymak ve bid'atlerden (Peygamber efendimiz ve arkadaşları zamânında olmayıp dînimize ibâdet olarak sonradan sokulan şeylerden) sakınmaktır. (Ubeydullah-ı Ahrâr)

İCMÂ'
1. Edille-i şer'iyyenin (din bilgilerinin elde edildiği delîllerin, kaynakların) üçüncüsü. Bir asırda yaşayan müctehid denilen derin âlimlerin bir mes'elenin hükmünde birleşmeleri, ictihadlarının birbirine uygun olması.

Hicrî dördüncü asırdan sonra mutlak müctehîd yetişmediği için icmâ' da kalmamıştır. Bu sebeble icmâ' denilince Eshâb-ı kirâmın (Peygamber efendimizin arkadaşlarının), Tâbiîn'in (Eshâb-ı kirâmı gören büyüklerin) ve Tebe-i tâbiînin (Tâbiîn'i görenlerin) icmâ'ı anlaşılır. (İbn-i Âbidîn)

Bir şeyi Eshâb-ı kirâm icmâ' ile bildirmedi ise, Tâbiîn'in sözbirliği bu şey için icmâ' olur. Tâbiîn de bu şeyi icmâ' ile bildirmedi ise, Tebe-i tâbiînin sözbirliği bu şey için icmâ' olur. Çünkü bu üç asrın âlimleri yâni müctehidleri hadîs-i şerîf ile övülmüştür. Bunlara selef-i sâlihîn denilir. (İbn-i Âbidîn)

Dinde zarûrî olan yâni câhillerin de bildikleri icmâ' bilgilerine inanmayan kimsenin îmânı gider. (İbn-i Âbidîn)

2. Beş vakit namazın farz oluşu, zinânın haram oluşu gibi ictihâd lâzım olmayan ve dinde açıkça bildirilen şeyleri âlim olan, olmayan her müslümanın bilmesi, böyle olduklarında sözbirliği yapmaları.

Zarûriyyât-ı dîniyyeden yâni dînin temel bilgilerinden olup, her müslümanın mutlak bilmesi lâzım olan bilgilerde müctehid olmayanların icmâ'ı da mûteberdir. Ancak bu, onların icmâ'ı olmazsa, bu hükümler sâbit olmaz demek değildir. Bu kısım icmâ', üzerinde icmâ'yapılan husûsun her müslüman tarafından bilindiğini, bu sebeple her müslümanın bunları bilip öğrenmesinin lâzım olduğunu, bilmiyerek de olsa bunları yerine getirmemenin câiz olmadığını ifâde içindir. (Molla Hüsrev, Serahsî, Hâdimî)

İCBÂR-I NEFS
İnsanın kendini bir işe zorlaması.

Kur'ân-ı kerîm okurken ağlayın, eğer ağlayamazsanız, ağlar gibi yapın yâni ağlamaya icbâr-ı nefs edin. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)

İbn-i Abbâs radıyallahü anh buyurdu ki: "Sübhânellezî"nin (İsrâ sûresinin) secde âyetini okuduğunuz zaman ağlamadan secde etmeyin. Eğer gözünüz ağlamıyorsa, buna üzülerek kalbiniz ağlasın, sonra secde edin." Ağlamaya nefsini icbâr etmenin yolu, içinden hüzün duymaktır. İnsan bu sâyede kolayca ağlar. Güzel ahlâka yönelmek isteyen meselâ cömerd olmak isteyen kimse için çâre infâka (sadaka vermeye) icbâr-ı nefs etmesidir. Zorlaya zorlaya bu hâl kendisinde tabiî hâle gelir ve nihâyet cömerd bir insan olur. (İmâm-ı Gazâlî)

İcâzet-i Mutlaka
Çeşitli ilimlerde üstâdın (hocanın) talebesine yetiştiğine ve başkalarını da yetiştirebileceğine dâir verdiği izin veya bu izni ifâde eden belge, diploma.

Hâce Bâki-billâh kuddise sirruh, İmâm-ı Rabbânî'yi icâzet-i mutlaka ile Serhend şehrine gönderirken, kendisi makâmından çekilip, bütün talebesinin, hattâ kendi oğullarının terbiyesini ve yetişmesini ona havâle etti ve; "Ahmed, bizim gibi binlerce yıldızı örten bir güneştir. Bu ümmette onun gibi ancak iki üç tâne vardır. Şimdi ise gök kubbe altında onun gibisi yoktur" buyurdu. (Muhammed Mazhâr)

İCÂZET
İzin, diploma, şehâdetnâme. Çeşitli ilimlerde üstâdın (hocanın) talebesine, yetiştiğine dâir verdiği belge, diploma.

İcâzet verilecek talebenin bâtınının (kalbinin) iyi hâllere kavuşmuş olması, kötü huylardan temizlenmiş, iyi huylarla süslenmiş olması, sabr, tevekkül (sebeplere yapıştıktan sonra, işini Allahü teâlânın taktirine bırakma), kanâat, rızâ, teslîmiyet sâhibi olması ve dünyâya düşkün olmaması lâzımdır. (Abdullah-ı Dehlevî)

İ'CÂZ (Âciz Bırakma)
Âciz bırakma, benzerini ortaya koymada herkesi acze düşürme.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmin i'câzıyla ilgili olarak meâlen buyurdu ki: (Ey Resûlüm!) De ki: Yemîn ederim bu Kur'ân'ın benzerini meydana getirmek için insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirine destek olsalar da yine benzerini getiremezler. (İsrâ sûresi: 88) (Muhammed bin Hamza)

ÎCÂZ
Az söz ile pürüzsüz ve kusursuz olarak çok mânâ ifâde etme.

Muhammed aleyhisselâm; "Bu Kur'ân, Allah kelâmıdır, inanmıyorsanız bir âyeti kadar siz de söyleyiniz. Söyleyemezsiniz" buyurdu. O kadar düşman oldukları, el ele verip uğraştıkları hâlde söyleyemediler. Kimisi Kur'ân-ı kerîmin belâgat ve îcâzını görür görmez îmân etti. Kimisi insan bunu söyleyemez diyerek ister istemez tastîk etti. (Sırrı Paşa) 

Arapçayı iyi bilen kimse Kur'ân-ı kerîmin îcâzını açıkça anlar. Kâdı Bâkıllânî dedi ki: "Îcâz, hem belâgatinin yüksek olmasından hem de nazmının (lafızlarının dizilişinin) garîb olmasındandır. Yâni hiç görülmemiş bir nazm olduğu içindir. Bâzıları Kur'ân-ı kerîmin îcâzı gaybden (gelecekten) haber vermesidir dediler. Bâzı âlimlere göre Kur'ân-ı kerîmin îcâzı, çok uzun ve tekrarlı olduğu hâlde hiçbir yerinde ihtilâf yâni uygunsuzluk bulunmamasıdır dediler. (İmâm-ı Rabbânî)

Muhammed aleyhisselâmın mûcizelerinin en büyüğü Kur'ân-ı kerîmdir. Bugüne kadar gelen bütün şâirler, edebiyâtçılar, Kur'ân-ı kerîmin nazmına ve mânâsına hayran kalmışlar, bir âyetin benzerini söyleyememişlerdir. Îcâzı ve belâgati insan sözüne benzemiyor. Yâni bir kelimesi çıkarılsa veya bir kelime eklense; lafzındaki, mânâsındaki güzellik bozuluyor. (Nişâncızâde Muhammed Efendi)

İCÂRE
Belli bir menfaati belli bir bedel karşılığında satmak, kirâlamak.

Bir mal dînen ve aklen nerede kullanılabilirse, o maksatla icâreye verilir. İcârenin sahîh (uygun, geçerli) olması için ücretin (kirâ olarak ödenecek bedelin) ve menfâatin bildirilmesi şarttır. (İbn-i Âbidîn)

İcâre olarak verilen mal kirâcıya teslim edilince, emânet olup kirâcının elinde kastsız (istemeyerek, elinde olmadan) telef olunca ödemez. Âdet hâricinde kullanmak kast sayılır. Tarla icâreye verilirken ne ekileceği bildirilmeli veya her şey ekilebilir demelidir. (Fetâvâ-i Hindiyye)

İcâredeki binânın ve eşyânın tâmiri ve zamanla tıkanmış boruların tâmiri ev sâhibine âittir. Kirâcı, ev sâhibinin izni ile kendi yaparsa parasını kesebilir, ev sâhibinin izni olmadan kendiliğinden yaparsa kesemez. (Tahtâvî)

İcâre müddeti bitince, mal sâhibi uzatmaz ise kirâcı çıkar. Malı, olduğu gibi teslim etmesi gerekir. Teslim etmezse gasb etmiş olur. Fakat kullanma sebebi ile herkes için hâsıl olması âdet olan harâblık, yıkılma ve dökülmeler kabahat sayılmaz. (İbn-i Âbidîn)

ÎCÂD
Yoktan var etme, vücûda getirme, yaratma.

İnsanlar, mahlûk olduğu gibi, bütün işleri, hareketleri de Allahü teâlânın mahlûkudur. Çünkü O'ndan başka, kimse bir şey yaratamaz. Kendi mahlûk, yaratılmış olan, başkasını nasıl yaratabilir? Yaratılmak damgası, kudretinin az olduğuna alâmettir ve ilmin noksan olduğuna işârettir. Bilgisi kuvveti az olan, yaratamaz. Îcâd edemez. İnsanın işinde, kendine düşen pay, kendi kesbidir. Yâni o iş, kendi cüz'î, sınırlı kudreti ve irâdesi ve istemesi ile olmuştur. Fakat o işi yaratan, yapan Allahü teâlâdır. Kesb eden kuldur. Görülüyor ki, insanların ihtiyârî işleri, istiyerek yaptıkları şeyler, insanın kesbi, istemesi, seçmesi ile Allahü teâlânın yaratmasından meydana gelmektedir. İnsanın yaptığı işte, kendi kesbi, ihtiyârı yâni beğenmesi olmasa, o iş titreme şeklini alır, mîdenin, kalbin hareketleri gibi olur. (İmâm-ı Rabbânî)

Ey Âdemoğlu! Ey noksanlık ve taşkınlık içinde yüzen insan! Siz ne hepsiniz, ne de hiçsiniz; herhâlde ikisi arası bir şeysiniz. Evet siz îcâd etmekten, her şeye hâkim ve gâlib olmaktan şüphesiz uzaksınız. Fakat, inkâr olunamayan, bir hürriyet ve ihtiyârınız, serbest hareketiniz sizi hâkim kılan, bir arzû ve seçim hakkınız vardır. Siz, eşi ortağı bulunmayan bir hâkim ve mutlak, başlı başına bir mâlik olan Hak teâlânın emri altında, ayrı ayrı ve müşterek vazîfeler alan birer me'mursunuz!.. (Abdülhakîm Arvâsî)

İCÂBET ETMEK
1. Kabûl etmek.

Müslümanın müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevap vermek, hastasını yoklamak, cenâzesinde bulunmak, dâvetine icâbet etmek, aksırıp elhamdülillah deyince, yerhamükellah diyerek cevâb vermek. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)

2. Allahü teâlânın duâları kabûl buyurması.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

Bana duâ ediniz size icâbet edeyim. (Mü'minûn sûresi: 60)

(Ey Resûlüm!) Kullarım sana benden sorarlarsa, ben (ilim ve icâbetle) yakınım. Bana duâ ettikleri zaman duâlarına icâbet ederim... (Bekara sûresi: 186)

Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra ellerini kaldırıp duâ ederler. Böyle duâya nasıl icâbet olunur. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)

Arkadan yapılan duâ icâbete makrûndur (kabûle yakındır). (İbn-i Cezerî)

ÎCÂB
1. İhtiyaç.

İslâmiyet; kıyâmete kadar bütün îcâbları, karşılayacak en mükemmel ve en üstün bir dindir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

2. Teklif, bir sözleşme için alıcı veya satıcı tarafından ilk söylenen söz.

Îcâb ve kabûl, söz ile olduğu gibi, bir taraftan veya iki taraftan mektublaşma ile veya adam göndermekle de olur. (Kâşânî)

Îcâb, karşıdakinin anlayacağı bir lisan ile, sattım, hediye ettim gibi; kabûl ise, aynen kabûl ettim, râzı oldum gibi geçmiş zamân bildiren sözlerle olur. (Kâşânî)

İBTİLÂ
1. İmtihan. Allahü teâlânın, kulunu, çeşitli sıkıntılar vermek sûretiyle imtihan etmesi, denemesi.

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

İşte orada îmân sâhibleri ibtilâdan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardır. (Ahzâb sûresi: 11)

2. Bir şeye düşkünlük. Mübtelâ olmak.

Amerika'da yapılan açıklamada, alkollü içkilerin, bu memlekette, senede iki yüz beş bin kişinin ölümüne sebeb olduğu tesbit edilmiştir. Bunların çoğu karaciğer sirozundan ve içkili araba kullanmaktan ölmüşlerdir. On dört ve on yedi yaşları arasında alkol ibtilâsının arttığı, bu sebepten mekteplerde vurucu, kırıcı saldırıların çoğaldığı da bildirilmiştir. (M. Sıddîk Gümüş)

İBRET
İnsanın karşılaştığı, gördüğü veya işittiği hâdiselerden ders alması, kendi hâlini düşünmesi.

Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:

Gerçekten onların (peygamberlerin) kıssalarında, akıl sâhibleri için birer ibret vardır. (Bu Kur'ân) uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden evvel (inen kitabların) tastîki ve (dîne âit) her şeyin tafsîlidir (beyânıdır). O, îmân edecek bir kavim için, bir hidâyet ve bir rahmettir. (Yûsuf sûresi: 111)

Davarlarda (deve, sığır, koyun, keçide) da sizin için elbette bir ibret vardır. Karınlarında bulunan sütten size içiririz. Sizin için onlarda daha birçok faydalar vardır. Hem onları (etlerini) da yersiniz. (Mü'minûn sûresi: 21)

Allahü teâlâ, gece ile gündüzü değiştiriyor (biri gidiyor, yerine öbürü geliyor; birini uzatıyor, öbürünü kısaltıyor; hâllerinde karanlık, aydınlık, sıcaklık, soğukluk gibi değişiklikler yaratıyor). Bütün bunlarda, basîret sâhibleri (görür gözlere mâlik olanlar) için elbette birer ibret vardır. (Nûr sûresi: 44)

Cenâb-ı Hak, kullarını küfürden (îmânsızlıktan), suçtan korumak için, herkesin anlayamayacağı fen bilgilerini, kitaplarında açıklayıp, bunlara işâret buyurmuş; yer küresini, güneşi, gökleri göründükleri gibi anlatarak bunlardan ibret alınmasını; varlığının, büyüklüğünün anlaşılmasını emir buyurmuştur. (Abdülhakîm Arvâsî)

Allahü teâlânın adı bulunmayan söz, kıymetsizdir. Allahü teâlâyı hatırlamadan susmak, boşuna vakit geçirmektir. İbret almadan bakmak, faydasızdır. (Ebü'l-Hüseyin bin Sem'ûn)

İbret almak istersen, hatâ sâhiblerinin ve günahkârların âkıbetlerine (sonlarının nasıl olduklarına) bak da kalbini topla. (İmâm-ı Şâfiî)

Her kim gördüğünden ibret almazsa, onun görmemezliği görmesinden üstündür. (Cüneyd-i Bağdâdî)

İBRÂHİM SÛRESİ
Kur'ân-ı kerîmin on dördüncü sûresi.

İbrâhim sûresinin 28 ve 29. âyetleri Medîne'de, diğerleri Mekke'de nâzil oldu (indi). Elli iki âyet-i kerîmedir. Otuz beşten kırk bire kadar olan âyetler İbrâhim aleyhisselâmın duâsını ihtivâ ettiği için İbrâhim sûresi denilmiştir. Sûrede; Allahü teâlâya, peygamberlerine ve âhiret hayâtına îmân konuları ve İbrâhim aleyhisselâmın duâsı bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs, Taberî)

Allahü teâlâ İbrâhim sûresinde meâlen buyuruyor ki:

Allah'a îmân etmeyenlerin yaptıkları faydalı işler, fırtınalı bir günde rüzgârın savurduğu küller gibidir. Âhirette o işlerin hiçbir faydasını bulamazlar. (Âyet: 18)

İbrâhim sûresini baştan sona kadar okuyana, sayısız çok sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl)

İBRÂHİM ALEYHİSSELÂM
Kur'ân-ı kerîmde ismi bildirilen peygamberlerden.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

(Ey Resûlüm!) Kitabda (Kur'ân-ı kerîmde) İbrâhim'in kıssasını anlat. Çünkü o sıddîk (doğruluğu tam) bir peygamber idi... (Meryem sûresi: 41)

Biz (ergenlik çağına ulaşmadan) önce İbrâhim'e tevhîde ve putlara tapmaktan sakınmaya yol bulabilecek rüştünü verdik. Biz onun buna lâyık olduğunu biliyorduk. (Enbiyâ sûresi: 51)

Ben babam (dedem) İbrâhim'in duâsı, kardeşim Îsâ'nın müjdesi ve annemin rüyâsıyım. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed)

Keldânîlerin memleketi olan Bâbil'in doğu tarafında ve Dicle ile Fırat nehirleri arasındaki bölgede doğdu. Babası mü'min olan Târûh'tur. Âzer, amcası ve üvey babasıdır. Putlara ve yıldızlara tapan Keldânî kavmine peygamber olarak gönderildi. Kendisine on suhuf (forma) kitab verildi. Bu kavmin o devirdeki hükümdârı olan ve ilâhlık iddiâ eden Nemrûd'u da îmâna dâvet etti. Nemrûd, İbrâhim aleyhisselâmın dâvetini kabûl etmediği gibi ona ve inananlara zulm ve işkence yaptırdı. İbrâhim aleyhisselâmı önce habs ettirip, sonra ateşe attırdı. Allahü teâlâ, Halîl'i (dostu) olan İbrâhim aleyhisselâmı ateşte yakmadı. İbrâhim aleyhisselâmın ateşe atılmasını ibretle tâkib edenlerden bir kısmı îmâna geldi. İbrâhim aleyhisselâm, Nemrûd'u ve Keldânîleri son bir defâ daha îmâna dâvet ettikten sonra, kendine inananlarla birlikte hicret etmek üzere Bâbil'den ayrıldı.

İbrâhim aleyhisselâm, Allahü teâlânın emri ile Bâbil'den Harran'a (Urfa'nın güneyinde bir yer) hicret etti. Bu yolculukta kardeşinin oğlu Lût aleyhisselâm ve zevcesi (hanımı) Sâre Hâtun da bulundular. Harran'da bir müddet kaldıktan sonra Şam'a, oradan da Mısır'a gitti. İbrâhim aleyhisselâm, hazret-i Sâre ve hazret-i Hâcer ile Mısır'dan ayrılıp, Filistin'e geldi. Evlâdı olmadığı için Allahü teâlâdan sâlih bir evlâd istedi ve adakta bulundu. Sâre'den çocuğu olmadığı için, onun tavsiyesi ile hazret-i Hâcer'le evlendi. Bu evlilikten İsmâil aleyhisselâm dünyâya geldi. Ardından, Sâre Hâtun'dan İshâk aleyhisselâm doğdu. İbrâhim aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle Hâcer Hâtunu ve İsmâil aleyhisselâmı yanına alıp, Şam'dan ayrılarak, o sırada susuz ve ıssız bir yer olan Mekke'ye bıraktı. Kendisi Şam'a döndü. Gördüğü bir rüyâ üzerine oğlunu kurban etmek istedi. Tam kurban etmek üzereyken Allahü teâlâ İbrâhim aleyhisselâma rüyâsına sadâkat (bağlılık) gösterdiğini bildirerek kurbanlık bir koç ihsân etti. Beytullah'ı (Kâbe-i muazzamayı) oğlu İsmâil aleyhisselâm ile inşâ etti. Ebû Kubeys dağında bulunan ve Cennet yâkutlarından olan Hacer-ül-Esved adlı siyah taşı Cebrâil aleyhisselâmın bildirmesiyle alarak Kâbe-i muazzamanın duvarına yerleştirdi. Kâbe duvarını örerken şimdi Makâm-ı İbrâhim denilen taşın üzerine bastı. Kâbe'yi yapıp bitirince, Allahü teâlânın emri ile oğlu İsmâil aleyhisselâm ve Mekke'de yerleşmiş olan Cürhümlülerle birlikte hac ibâdetini yaptı ve Şam'a döndü. Şam'a döndükten sonra yüz yetmiş beş yaşında Kudüs'de vefât etti. Kudüs civârındaki Habrun kasabasında bulunan bir mağaraya defnedildi. Bu kasaba, Allah'ın dostu anlamında Halîlürrahmân diye meşhûrdur. İbrâhim aleyhisselâmın dînine Hanîf dîni denilmektedir. İbrâhim aleyhisselâm, sevgili Peygamberimizden sonra insanların en üstünüdür. (İbn-ül-Esîr, Taberî, Nişancızâde, Ahmed Cevdet Paşa, Altıparmak)

İbrâhim aleyhisselâm, Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin ümmetinden olmayı temenni buyurmuştur. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

İbrâhim aleyhisselâm, Halîlullah'tır (Allah'ın dostudur). (İmâm-ı Rabbânî)

İBN-ÜS-SEBÎL
Kendi memleketinde zengin ise de, bulunduğu yerde yanında malı, parası kalmamış olan ve çok alacağı varsa da, alamayıp, muhtâç kalan.

Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak; fakîrlere, miskinlere (bir günlük nafakası olmayanlara), zekât me'murlarına, müellefet-ül-kulûba (kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenenlere), mükâteb (efendisinden kendisini satın alıp, borcunu ödeyince, âzâd, serbest olacak) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve ibn-üs-sebîle verilir. Allahü teâlâ bilendir, hikmet sâhibidir. (Tevbe sûresi: 60)

Ganîmetlerin beşte biri yetimlere, miskinlere ve ibn-üs-sebîl'e verilir. Bunlardan herbirine ayrı ayrı verilebildiği gibi tek bir sınıfa da verilebilir. (İbn-i Hümâm)

İBLÎS
Şeytanın isimlerinden biri veya şeytanların reisi.

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

Onu hâtırla ki meleklere, Âdem'e secde edin demiştik de, iblîsten başka bütün melekler hemen secde etmişlerdi. Ancak iblîs yüz çevirip, kibirlendi ve kâfirlerden oldu. (Bekara sûresi: 34)

Allahü teâlâ, iblîse; "Ben sana secde ile emr etmiş iken, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" buyurdu. İblîs şöyle dedi: "Ben Âdem'den hayırlıyım, çünkü beni ateşten, onu çamurdan yarattın." (A'râf sûresi: 12)

Üç kimse iblîs ve iblîsin tâifesinin şerrinden korunurlar. Allahü teâlâyı gece gündüz zikr eden (hatırlayan), seherde istigfâr eden (günahlarının bağışlanmasını isteyen), Allah korkusundan dolayı ağlayan kimse. (Hadîs-i şerîf-Telbîs-ül-İblîs)

İblîs ve yardımcıları insanlara hep kötülükleri yaptırmağa çalışırlar. Bâzan iyi şeyleri yapmağı da hatırlatırlar. Fakat bunları yaparken nefiste ucb (kendini ve işlerini beğenme), riyâ (gösteriş) yaptırarak veya farzın kaçırılmasına sebeb olarak insanın günâha girmesine sebeb olur. (Abdülgafûr-i Lârî)

Tekebbür yâni kendini büyük görmek kötü huylardandır. Vaktiyle iblîs de öyle tekebbür etti. Meleklere Âdem aleyhisselâma karşı secde etmeleri emrolununca, toprağa karşı niçin secde edeyim? Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten, onu çamurdan yarattın diyerek Rabbine karşı geldi. İblîs ateşin alevini, latîfliğini ve ışık yaydığını görünce onu sudan ve topraktan üstün sandı. Halbuki üstünlük, kendini üstün görmekte değil tevâzû göstermektedir. (M. Hâdimî)

İblisin rahat, sevinçli oturduğunu, kimseyi aldatmakla uğraşmadığını gören bir zât; "Niçin insanları aldatmıyorsun, boş oturuyorsun?" dedikte, İblis; "Bu zamânın kötü din adamları, benim işimi çok güzel yapıyorlar, insanları aldatmak için bana iş bırakmıyorlar" demiştir. (İmâm-ı Rabbânî)

İBDÂD
Ezân-ı Muhammedî okunduğu zaman, her işi terk edip, cemâatle namaz kılmağa gitmek.

Namazın kemâl mertebesinde (en güzel ve tam şekliyle) kabûl olmasının şartları; haramlardan sakınmak, huşû (Allahü teâlâdan korkmak), takvâ (Allahü teâlâdan korkup haramlardan sakınmak), mâlâyânîyi (dünyâ ve âhirete faydası olmayan şeyleri) terk etmek ve namazı usûlüne, şartlarına uygun olarak kılmak husûsunda, üşenmekliği, gevşekliği terketmek ve bir de ibdâddır. (Kutbüddîn İznikî)

İBÂRET-İ NASS
Mânâya delâleti bakımından lafzın dört kısmından biri. Nassın (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin) yalnız ibâresinden anlaşılan mânâya delâlet etmesi.

Nûr sûresi yüz yirmi dördüncü âyet-i kerîmesinde meâlen; "Namaz kılın, zekât verin" buyrulmaktadır. Burada ibâret-i nass, yalnız namaz ve zekâtın farz olduğunu ifâde etmekte, başka bir mânâ bildirmemektedir. (Serahsî, Senâullah Dehlevî)

İBÂHİYYE
İslâmiyet'in haram ve yasak kıldığı şeyleri helâl ve mübâh sayan bozuk bir fırka. Bâtiniyye, İsmâiliyye. Karâmita da denir.

İbâhiyye, haramlara helâl deyip, yetmiş-seksen sene hacıları soydular. Müslümanları öldürdüler. Hükûmet kurdular. Hükûmetleri 983 (H. 372) senesinde yıkılınca dağıldıkları yerlerde gizlendiler. Bunlardan Hasan Sabbâh'ın kurduğu İsmâiliyye devleti de 1256 (H. 654)'de yıkıldı. (M. Sıddîk bin Saîd)

Eshâb-ı kirâmın hepsini severiz deyip de onların yolunda bulunmayan, kendi bozuk düşüncelerine Eshâbın yoludur diyen, Ehl-i sünnet âlimlerini ve tasavvuf büyüklerini beğenmeyip kötüleyen kimseler kendileri gibi olmıyanlara müşrik (şirk koşan) diyorlar. Bunların malı, canı kendilerine helâldir diyorlar. Böylece İbâhiyyeden oluyorlar. Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden kendi görüşleriyle çıkardıkları bozuk mânâları müslümanlık sanıyorlar. Edille-i şer'iyyeyi (dînî delilleri) ve hadîs-i şerîflerin çoğunu inkâr ediyorlar. (Dâvûd bin Süleymân)

İBÂHA
1. Bir şeyin kullanılıp kullanılmaması, serbest olma hâli.

Bir kimseyi yemeğe çağırınca, önüne konan şey ibâha olur. Ancak yediği mülk olur. Başkalarına veremez. (İbn-i Âbidîn)

2. Yedirme, doyurma.

Devamlı hasta veya çok yaşlı olan kimse, altmış gün keffâret orucunu tutamaz ise, altmış fakire bir gün taam (yemek) ibâha eder. (İbn-i Âbidîn)

İBÂDİYYE
Bozuk fırkalardan olan Hâriciyyenin kollarından biri. 
(Bkz. Hâricîlik)

Hâricîler yedi fırkadır. Bunlardan İbâdiyye fırkası, Abdullah bin İbâd adındaki kimseye tâbi olanlardır. Bu şahıs, hazret-i Ali, hazret-i Muâviye ile hakem yapmak sûretiyle uyuştuğu için hazret-i Ali'den ayrıldı. Trablusgarb'a gitti. Orada İbâdiyye fırkasını kurdu. Bundan sonra adamları hicrî 153 yılında halîfeye isyân edip, Trablusgarb'ı ele geçirdiler. Kendilerinden başka müslümanlara kâfir deyip, harb zamanlarında mallarını almak câizdir, büyük günâh işleyen mü'min değildir dediler. Hazret-i Ali'yi ve Eshâb-ı kirâmdan çoğunu kâfir bildiler. (Seyyid Şerîf Cürcânî-Şehristânî)

Kur'ân-ı kerîmin lafzına (zâhirî mânâsına) bağlanan İbâdîlere göre; îmân ve İslâm bir bütündür. Amel îmândan bir parçadır. Bu sebeple günah işleyen kimse, îmândan çıkar, Kur'ân-ı kerîm mahlûktur, yaratılmıştır. İbâdîler peygamberlere îmân ederler fakat şefâati inkâr ederler. Allahü teâlânın âhirette görülmeyeceğini söylerler. (Abdülkâdir Bağdâdî)

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget