Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

01/12/20

Şuzûz
Bk. Şaz.
Kelime olarak birinci ve ikinci bablardan çekimi yapılan ve bir grubun içinden ayrılıp kendi başına bir yol tutmak anlamını veren “şezze” kök fiilinden ismi fail ölçüsünde gelir. Aynı fiilin masdarı olan suzûz ile birlikte aynı yerde kullanılır. Istılahta şâz, genellikle umumî hükümlerden veya küllî kaidelerden hariç ve tek başına kalana denir. 1116 Hadis ıstılahı olarak ise ravinin muhalefetinden doğan bir zayıf hadis çeşididir. Hadis Usulü alimleri tarafından az da olsa değişik şekillerde tarif edilmiştir. İmam Şâfi'î'ye göre söz güvenilir bir ravinin rivayet edip de başkalarının etmediği hadis değil; güvenilir bir ravinin başkalarının rivayetine aykırı olarak rivayet ettiği hadistir. 1117 İmam Şafii'nin bu şaz tarifinde esas unsur, muhalefettir. Bununla birlikte başkalarının rivayetine aykırı rivayette bulunan ravinin sika veya zayıf olduğu belirtilmemiştir. el-Hâkim ise şâz hadisi güvenilir ravilerden birinin tek başına rivayet ettiği hadis olarak tarif etmiştir. 1118 Ebu Ya'la el-Halîli de ona yakın bir tarif naklederek şöyle demiştir: “Hadis alimleri şaz hadisin ister sika olsun, ister olmasın, ravisinin bu isnadla diğer ravilerden ayrıldığı hadis olduğunda birleşmişlerdir.” 1119 el-Hakim'in verdiği şâz tarifi ile Ebu Ya'lâ el-Halîli'nin ondan pek de farklı olmayan tarifi birlikte göz önüne alınırsa denilebilir ki, şâz, bir ravinin münferid olarak rivayet ettiği hadistir. Bu tarif pek tutulmamıştır: zira tek isnadla gelen pek çok hadis vardır ki, sahihtir. Misal vermek gerekirse, hadisi verilebilir. Bu hadis ilk dört ravisinin teferrütleri yüzünden garibdir. Gerçekten Hz. Ömer Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayette tek kalmıştır. Hz. Ömer'den Alkame b. Vakkâs el-Leysî tek kalmıştır. Aynı şekilde Muhammed b. İbrahim Alkame'den; Yahya b. Sa'id de Muhammed b. İbrahim'den rivayette tek kalmışlardır. Ancak garib olmasına rağmen sahihtir. Halbuki şâzzı bütün alimler zayıf hadisler arasında saymışlardır. Şu hale göre şazz'ın sika olsun veya olmasın rivayette tek başına kalan ravinin rivayetinden ayrı olması gerekir. Nitekim İbnus-Salâh, şâzzın bu tariflerden farklı olduğuna işaret ettikten sonra şunları söylemiştir. “Ravi rivayetinde teferrüd ettiği takdirde bakılır. Eğer tek başına rivayet ettiği hadis, o hadisi rivayetinde kendisinden hıfz ve zabt yönünden daha üstün bir başka ravinin rivayetine muhalif ise rivayetinde tek kalanın hadisi merdud şazdır. Eğer başkasının rivayetine aykırı bir tarafı yoksa o zaman aykırı rivayeti, kendisinden başka rivayet eden olmamıştır demektir. O takdirde de rivayetinde tek kalan raviye bakılır, bu ravi, o hadisi rivayetinin dışında adaletli, hıfz ve itkan bakımından güvenilir biri ise rivayetinde yalnız kalmış olması kadih illet olarak alınamaz (hadisi kabul edilir). Ne var ki, bu ravi hıfz ve itkan bakımından güvenilen bir kimse değilse o zaman hadisi sahih olmaktan çıkar.”1120 İbnu's-Salâh'ın bu sözlerinden anlaşıldığı gibi, bir hadise şâz denilebilmesi için sadece ravisinin rivayetinde tek kalması yeterli değildir. Aynı zamanda daha güvenilir bir ravinin rivayetine aykırı olması gerekir. Şayet muhalefet yoksa hadis ayrı bir rivayet olarak kalır. Ona şâz denilmez. İbn Hacer'e gelince ona göre, bir ravinin hadisine ya zabt fazlalığı yahut adet çokluğu, yahutta diğer tercih sebeplerinden biri dolayısivle kendisinden daha üstün bir ravi yönünden muhalefet vaki olursa, daha üstün olduğundan tercih edilene mahfuz, diğerine yani terk edilene şâz denir. 1121Şu hale göre netice olarak şâz, güvenilir bir ravinin gerek zabt fazlalığı, gerekse diğer ravilerde aranan husulara itibariyle kendisinden daha üstün bir raviye aykırı olarak ve tek başına naklettiği hadistir. Şu hadis misalini teşkil eder. Ebu Davud, Tirmizî ve İbn Mâce Sufyân b. Uyeyne tarikından şöyle bir hadis rivayet etmişlerdir: “Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında bir adam vefat etti. Arkasında mirasçı olacak kimse bırakmadı. Yalnızca azad ettiği bir kölesi vardı. Hz. Peygamber (s.a.s) adamın mirasını o köleye verdi.” 1122 Hammâd b. Zeyd, bu hadisi sahabî ravisi İbn Abbâs'ı zikretmeksizin mürsel olarak rivayet etmiştir. Hammâd, sika bir ravidir. Bu rivayetiyle kendisi gibi sika olanlara muhalefet etmiştir. Böylece Hammâd’ın rivayeti şâz, Sufyân tarikından geleni ise mahfuz olmuştur. Metinde aykırılığa ise şu hadis misal verilebilir. Müslim'in Nubeyşe el Huzelî'den rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.s) buyurmuşlardır ki, “Teşrik günleri yeme-içme günleridir.” 1123Hadis bu şekilde sahih olarak rivayet edildiği halde Musa b. Uley b. Rabâh - Babası - Ukbe b. Amr isnadıyla şöyle rivayet etmiştir: “Arefe ve teşrik günleri yeme-içme günleridir.” Musa b. Uleyy'in bu şekildeki rivayeti şazdır. Abdulvâhid b. Ziyâd, el-A’meş - Ebû Salih - Ebu Hureyre isnadıyla şöyle bir hadis rivayet etmiştir: “Biriniz sabah namazının iki rekat (sünnet)ini kılınca sağ yanı üzerine uzanıversin.” Abdulvâhid bu hadisi merfu olarak rivayet etmiştir. Halbuki birçok sika ravi tarafından Hz. Peygamber (s.a.s)'in bir davranışı, başka deyişle fiilî sünnet olarak nakledilmiştir. Bu durumda asıl rivayet “Hz. Peygamber sabahın iki rekat (sünnet)ini kıldıktan sonra sağ yanları üzerine uzanırlardı” şeklinde iken Abdulvâhid tarafından değiştirilmiş ve sika ravilerin rivayetlerine aykin düştüğünden şâz olmuştur.1124 Şâz hadisler zayıf hadisler olduklarından merdûd sayılmışlardır. Bu bakımdan dinî meselelerde hüccet olamazlar. Bir başka deyişle, Şâz hadisle amel edilmez. Karşılığı olan mahfuzla edilir.

Şuyuh Tedlîsi
Bk. Tedlîs.
Karanlığa getirmek, hile yapmak, göz boyamak manasına “delese” kök fiiliniden alınma Tef’il ölçüsünde mastardır. Alışveriş sırasında satıcının sattığı malın kusurunu gizleyerek müşterisini aldatmasına denilmiştir.1165 Hadis terimi olarak tedlis, bir ravinin muasırı olup görüşmediği veya görüştüğü halde hadis almadığı bir şeyhten işitmişçesine rivayette bulunmasına denir. Ravinin hadis işittiği şeyhten gerçekte işitmemiş olduğu hadisi rivayet etmesi de tedlistir. Tarifi açıklamak gerekirse şunlar eklenebilir. Bir ravi aynı asırda yaşadığı bir şeyhle görüşmemiştir. Veya görüşmüş olmakla birlikte ondan hadis rivayet etmemiştir. Böyle iken ondan görüşmüş gibi rivayette bulunursa yaptığı işe tedlis adı verilir. Bunun gibi yalnızca bir-iki hadis işittiği şeyhten aslında işitmemiş olduğu hadisleri ona isnad ederek naklederse aynı işi yapmış demektir. Tedlisin gerek aslındaki karanlık ve hileli iş görmek, gerekse kendisindeki kusuru gizlemek manası dikkate alınırsa görüşmediği şeyhten hadis rivayet eden ravi bu kusurunu gizlemiş demektir. Rivayetlerinde tedlis yapan raviye mudellis, ravinin tedlis yoluyla rivayet ettiği hadise ise mudelles adı verilir. Hadis âlimlerine göre tedlis önemli bir cerh sebebidir. Tedlis yapanlar şiddetle tenkit edilmişlerdir. İmam Şafiî tedlisi yalanın kardeşi saymıştır. Hadis Usulü âlimlerinin büyük çoğunluğu isnadında tedlis olan hadislerin reddedilmesi gerektiği görüşündedir. Aslına bakılırsa bir ravi isnadında mesela şeyhini bilinmeyen bir isim veya künye ile anmak suretiyle tedlis yapmakla onu cehalet ithamına maruz bırakmış demektir. Bir muhaddis, hadis alimleri arasında bilinen isminden başka bir isim veya künye ile söylenen şeyhin kim olduğunu kestiremezse hadisini terk etmesi gerekir. Kaldı ki tedliste çok kere zayıf veya mecruh bir ravi gizlenmiş olur. Bu ise büyük fesattır. 1166Bu ve diğer bazı mühim sebepler göz önünde tutularak hadise yalana eşdeğer hile karışmasına mani olmak gayesiyle tedlis caiz görülmemiş, müdellisler tenkid edilmiştir. Tedlisin birkaç çeşidi vardır. Bunlar hakkında da kısa bilgiler vermek yerinde olur. 1. İsnad tedlîsi (Tedlîsu'l-İsnâd): Hadis ravileri arasında en fazla görülen tedlis çeşididir. Ravi, hadisini, isnadında kesinlikle rivayeti belirten cezm sığaları yerine kale, an gibi lafızlar kullanarak nakleder. Oysa naklettiği hadisi isnad ettiği kimseden işitmiş değildir. Ondan işittiği zannını uyandıracak şekilde rivayet etmekle isnadında tedlis yapmış olur. Şu haber isnadda tedlisin nasıl yapıldığını gösterecek niteliktedir: “Ali b. Haşrem anlatmıştır: “Bir gün, Sufyan b. Uyeyne'nin yanında idik. Bize “Kale'z-Zuhrî” diyerek bir hadis rivayet etti. Rivayet ettiği hadisi ez-Zuhrî'den bizzat işitip işitmediği soruldu. İşitmediğini söyledi ve şöyle dedi: “Haddesenî Abdurrezzâk, an Ma’mer, ani'z-Zuhrî.” Sufyan b. Uyeyne ez-Zuhri ile aynı asırda yaşamış, onunla görüşmüştür. Ne var ki ondan hiçbir hadis rivayet etmemiştir. Oysa bu haberde görüldüğü gibi önce “kale'z-Zuhrî” diyerek bizzat ondan kendisi işitmişcesine hadis rivayet etmiştir. Hadisi ez-Zuhrî'den işitip işitmediği sorulunca ondan Abdurrezzâk -Ma’mer yoluyla rivayet ettiğini açıklamak zorunda kalmıştır. Buradaki tedlis, isnadda olmuştur ve Sufyân'ın şeyhi Abdurrezzâk ile onun şeyhi Ma’ıner'i söylemeden doğrudan ez-Zuhrî'den rivayet etmişçesine nakletmesiyle meydana gelmiştir. Bu bakımdan isnad tedlisidir. 2. Şuyuh Tedlîsi (Tedlîsu'ş-Şuyûh): Ravinin hadis rivayet ettiği şeyhinin isnadında herkesçe bilinen meşhur isim, künye veya lakabıyla değil, bilinmeyen isim, künye, ya da lakabla anmasryla meydana gelen tedlistir. Raviyi, şeyhinin bütün hadiscilerle bilinen isim vea lakab veyahut künyesi ile anmayıp belirsiz şekilde zikrederek tedlis yapmasına neden olan sebepler çeşitlidir. Şeyh, ya mecruhtur; yani bazı kusurları yüzünden cerhedilmiştir. Ravi onu herkesçe bilinen isim, künye veya lakabıyla andığı takdirde hadisi zayıf sayılacaktır. Onu herkes tarafından bilinmeyen bir isim, lakab, künye veya nisbe ile anmakla mecruh olduğunu gizlemeye çalışır. Ya yaş bakımından kendisinden küçüktür. Yahutta ondan pek çok hadis işitmiştir. Bu hadisleri aynı şahıstan aynı şekillerde rivayet etmek hoşuna gitmez. Bir değişiklik yapmak ister. Bu gibi durumlarda ravi, şeyhini herkesin bileceği şekilde anmamakla tedlis yapmış olur. Söz gelimi Ebu Bekr b. Mucâhid isimli bir ravi, bazı isnadlarmda “haddesenî Abdullah b. Ebî Abdillah” demiştir. Abdullah b. Ebî Abdillah ismiyle andığı şeyhinin muhaddislerce bilinen ismi Abdullah b. Ebî Dâvuddur. Sünen sahibi meşhur muhaddis Ebu Davud'un oğludur. Ebubekr b. Mucâhid'in isnadında şeyhini bütün hadiscilerin bildiği ismiyle değil değişik bir isimle anmış olması şeyhini tedlistir. 3. Tesviye Tedlisi (Tedlîsu't-Tesviye): Ravinin isnadında sika olan raviler arasındaki bir zayıf ravinin adını atlayıp, isnadı aynı seviyede sika ravilerden meydana geliyormuş gibi göstermesinden ibaret tedlistir. Bu tedlis türü el-Irâkî'ye göre ayrı bir tedlis çeşidi, İbn Hacer'e göre ise tedlîsu'l-isnadın bir başka şeklidir. Misal verilecek olursa şu rivayet üzerinde durulabilir: “Bakiyye'den rivayet edilmiştir: (Demiştir ki) bana Ebu Vehbi'l-Esedî tahdis etti. Nafi'den, İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre (şöyle demiştir). “Bir kimsenin görüşünün esasını bilmeden müslümanlığını öğmeyiniz.” Bu hadisin isnadı, aslında Ubeydullah b Amr-İshak b. Ebî Ferve-Nafi- İbn Ömer şeklindedir. Ancak Bakiyye, aradaki İshâk b. Ebî Ferve adındaki zayıf raviyi isnadından düşürüp, bütün isnadı aynı seviyede sika ravilerden ibaret gibi göstermiştir. 1167Diğer taraftan yaptığı tedlisin anlaşılmaması için Abdullah b. Amr isimli şeyhini meşhur olmayan Ebu Vehbi'l-Esedî künyesiyle anmıştır. Böylece hem tesviye hem de şuyuh tedlisi yapmıştır. Hadis Usulü âlimlerine göre en kötü tedlis çeşidi tesviye tedlisidir; zira bu tedlis şeklinde ravi zayıf olan şeyhini çok kere isnadda atlamakla inkitaa sebep olmaktadır. Onu değişik isimle anmakla ise mübhem bırakmakta, böylece tereddüde yol açmaktadır. Tedlisin bu sayılanlardan başka birkaç çeşidi daha vardır. Bunlara dair kısa bilgiler vermek de yerinde olacaktır: Tedlîsu'l-Atf (atıf tedlisi): Ravinin isnadında gerçekte hadis işitmediği şeyhin ismini işittiğinin ismi üzerine atfetmesiyle yaptığı tedlistir. Böyle tedlis yapan ravi isnadında “haddesenâ fulanun ve fulânun” der. Aslında ikinci şeyhten hadis işitmemiştir. Öyle iken işittiği birinci şeyhin ismi üzerine atfederek söylemiş, böylece ondan da işittiği zannını uyandırmıştır. Tedlîsu's-Sukût (Sükût tedlisi): Tedlîsu'1-Kat' de denilen bu tedlis çeşidi, ravinin isnadını söylerken hadis işittiği şeyhinin ismini andıktan sonra bir süre susup başka bir isim söylemesiyle meydana gelir. Ravinin bunu yapmaktaki maksadı, dinleyenler üzerinde gerçekten hadis işitmediği bir şeyhten işittiği intibaını uyandırmaktır. Bunlardan başka İbn Hacer'in farkına vardığı tedlîsu'l-bilâd denilen bir çeşit tedlis daha vardır. Şu şekilde yapılır. Ravi isnadını söylerken falan yerde diye bir kayıt ekler. Aslında söylediği yer, söylediği isimle meşhur olan yer değildir. Mesela Mısırlı bir ravinin İsnadında “haddesenâ fulânun bi'1-Endelus” demesi buna örnek gösterilebilir. Buradaki En-delüs, Endülüs değil, Kahire'de bir mahalle ismidir. Aynı şekilde Bağdatlı bir ravinin “haddesenî fulânun varâ'e'n-nehr” diyerek isnadını sevketmesinde de tedlîsu'l-bilâd söz konusudur; çünkü “bana falanca nehir kenarında tahdis etti” derken kasdettiği yer Mâverâ'un-nehir değil, Dicle kıyışıdır. Böyle tedlis yapan raviler, belki de, hadis elde etmek uğruna uzak yerlere gittikleri, çetin yolculuklar yaptıkları intibaını uyandırarak rivayetlerine ilgi çekmek istemiş olmalıdırlar.

Şurûtu's-Sıhha
Sıhhat şartları demek olup bir hadisin sahih olması için gerekli şartlardan ibarettir. Sahih bahsinde kısaca söz konusu edildiği gibi, hadisin sahih olmasına sebep teşkil eden şartlar beş tanedir. Bunlardan ilki ravilerinin adalet vasfına sahip, ezberleme yeteneği tam olan kimseler olmalarıdır. Adalet rivayetin güven vermesi için ravide aranan ilk şarttır. Bundan sonra zabt gelir. Bu da yukarıda da kısaca söz konusu edildiği gibi, işittiği hadisi ezberleyip yeri geldiğinde başkalarına ne fazla ne eksik rivayet edilen yeteneğidir. Adalet vasfı olduğu halde zabt özelliği olmayan ravi zayıf addedilir; hadisi, en azından, zayıf duruma düşer. Hadiste aranan ikinci sıhhat şartı, isnadının muttasıl olması yani son ravisinden sahabîye kadar uzanan rivayet zincirinin kopuksuz oluşudur. İsnadın muttasıl olması ancak birbirlerinden rivayetleri bilinen ravilerden meydana gelmesiyle hasıl olur. Birbirlerinden rivayette bulundukları bilinmeyen ravilerin oluşturduğu isnad muttasıl sayılmaz. Sıhhat şartlarının bir diğeri de rivayetin şâz olmamasıdır. Şâz bahsinde de değinildiği gibi şâz, güvenilir bir ravinin kendisi gibi güvenilir bir diğer ravinin rivayetine aykın olarak naklettiği hadistir. Buna göre bir başka güvenilir ravinin rivayetine herhangi bir yönden aykın olan hadis sıhhat vasfına sahip değildir. Hadisin illet denilen gizli bir kusur taşımaması da sıhhat şartlarındandır. Buna göre dışardan fark edilmeyen gizli bir kusur taşıyan hadis de sahih değildir.

Şurûtu'l-Mutevâtir
Mütevatir haberin şartları anlamını veren bu terkip, haberin mütevatir hükmünü kazanabilmesi için gerekli şartlara denilmiştir. Mütevatir, yalan üzere birleşmelerini aklın kabul etmeyeceği kalabalık bir cemaatin, aynı şekilde kalabalık bir cemaatten rivayet ettikleri haberdir. (Bk. Mütevatir). Bu tarifte mütevatirin şartlan kısmen de olsa mevcuttur. Şöyle ki, haberin mütevatir sayılabilmesi için önce yalan söylemek için birleşmelerini aklın kabul edemeeyeceği kalabalık denilebilecek sayıda ravi tarafından rivayet edilmelidir. Kalabalıktan maksat, mütevatirin vereceği zarurî ilmi hasıl edecek sayıda olmasıdır. Bu konuda değişik sayılar ileri sürülerek her birine daha ziyade Kur'ân-ı Kerim'den deliller getirilmiştir. Söz gelimi bir hadisin mütevatir sayılabilmesi için onun en az dört tariktan rivayet edilmesi gerektiğini söyleyenler olmuştur. Bu sayılı beş, yedi, on, on iki, kırk, yetmiş olarak zikredenler, daha yukarı çıkaranlar da vardır. Ancak mütevatirde asıl herhangi bir kasıt olmadan sayısı belli olmayan kişilerin rivayette ittifak etmeleri ve bu sayının yalan üzere birleşmeleri ihtimaline meydana vermeyecek şekilde olmasıdır. Bu bakımdan sayı üzerinde durmak lüzumsuzdur. Yerine göre üç kişinin ayrı ayrı rivayet ettiğ ibir hadis mütevatir sayılabilir. Yerine göre daha fazla tariktan rivayet edilse bile mütevatir sayılmaz. Bir haberin mütevatir sayılabilmesi için ikinci şart, haberi nakleden kalabalığın kasıtlı veeya kasıtsız, yalan üzerinde birleşmelerinin mümkün olmamasıdır. Bir diğer ifadeyle haberi rivayet eden kalabalık denilecek sayıdaki kimselerin bir araya gelerek bir haber uydurarak yaymak konusunda işi ve söz birliği yapmaları aklın kabul edeceği şekilde olmamalıdır. Mesela bir kimsenin rivayet ettiği ihaberi ondan çok uzaklarda olup bir araya gelmeleri mümkün olmayan ve herbiri ayrı yerlerde bulunan kimseler de rivayet etseler, mütevatirin bu şartı gerçekleşmiş olur; çünkü bu kişilerin bu kadar uzak yerlerden gelerek bir araya toplanıp o haberleri uydurdukları akla uygun düşmez. Mütevatirin bir diğer şartı da haberi nakleden kalabalığın sayısında herhagi bir nesilde eksilme olmamasıdır. Artış olursa elbette daha makbuldür ve haberin doğruluğuna ayn bir delil teşkil eder. Son olarak bir şart daha vardır ki o da haberin onu nakledenlerin görme ve işitme fiillerine dayanarak nakledilmesidir. Bu da hayli önemlidir: zira haber görme ve işitme fiillerine dayanarak nakledildiği takdirde değişmeden rivayet edilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s)'in mesela abdest alış veya namaz kılış şeklini gören sahabîler onu gördükleri şekilde rivayet etmişlerdir. Bir sözünü işitenler de işittikleri şekilde nakletnıişlerdir. Böyle olunca rivayette tevatir sağlanmıştır. Oysa rivayet görme veya işitmeye değil de mesela akla dayansaydı tevatür hasıl olmazdı. Bu şartlarla rivayet edilen mütevatir haberin artık yalan olma ihtimali kalmaz. Dolayısiyle inkar edilmesi mümkün olmaz.

Şurûtu’r-Rivâye
Bk. Rivayet Şartları.
Ravinin şeyhinden rivayetinin sağlam bir şekilde olmasını sağlamak üzere bazı şartlar konulmuştur. Bu şartlara Hadis Usulünde sıfatu rivayeti'l-hadîs veya daha çok şurûtu'r-rivâye başlıkları altında yer verilir. İbnu's-Salâh, kitabının 26. bahsini “sıfatu rivayeti'l-hadîs ve edâ'ihî” başlığı altında bu konuya ayırır ve burada önce bir kısım hadiscilerin hadis rivayetini zora koşarak ifrata kaçtıklarını, bir kısmının ise işi gevşek tutarak tefrite düştüklerini kaydeder. Sonra da muteşeddid denilen rivayette işi sıkı tutanların, ravinin hıfzından rivayet etmesine taraftar olduklarını; hıfzından rivayet etmediği takdirde hadîsinin hüccet sayılamıyacağı görüşünde olduklarını kaydeder. Ebu Hanîfe, İmâm Mâlik, Şâfiîlerden Ebu Bekri's-Saydalânî rivayette şiddet yani işi sıkı tutmak taraftarıdırlar. Buna karşılık gevşek davrananlar da vardır ki bunlara mutesâhil denilmiştir. Bunlar daha çok kitabından icazetle rivayette bulunanlardır. İçlerinde işi öylesine gevşek tutanlar vardır ki, önceden işittikleri musannef bir eseri bilâhare yaşlandıklarında kendilerine ihtiyaç duyumsal anında cahillik ve hırs yüzünden, satın veya ödünç aldıkları mukabele edilmemiş bir nüshasından rivayete kalkışmışlardır. Aslında rivayette doğru olan ne ifrata ne de tefrite düşmemek; rivayeti aşırı derecede güçleştirmeden ve çocuk oyuncağı haline getirmeden orta yoldan giderek gerçekleştirmektir. Bununla birlikte rivayette ifrat ve tefrite kaçmamak için yukarıda da söz konusu edildiği gibi bazı şartlar tesbit edilmiştir. Önemli birkaçı üzerinde durmak faydadan hali değildir. 1. Eğer ravi, hıfzından rivayet ediyorsa aynı zamanda asıl nüshasını da yanında bulundurmalıdır. Kitaptan rivayet ediyorsa önce kitabını doğru yazarak düzgün bir şekilde zabtetmeli, sonra da aslı ile mukabele etmelidir. 2. Ravi darîr yani doğuştan gözleri görmeyen birisi ise hadislerini iki güvenilir katibe yazdırmalı, kendisine arzedildikten sonra rivayet etmelidir. 1000 3. Ravinin ezberledikleri ile kitabı arasında ihtilaf varsa bakılır. Sadece kitabından hıfzeden birisi ise kitabı esas alınır. Ezberden rivayet eden birisi olduğu takdirde ise ezberi esas alınır. Şu var ki bu takdirde ravinin “hıfzı keza” diyerek açıklama yapması iyi olur. 1001 4. Kitabında yazılı hadisi şeyhinden işittiğini hatırlamayan ravinin o hadisi rivayet etmesi İmam A'zam'a ve bazı şafiîlere göre caiz değildir. İmam Şafiî, Şafiîlerin çoğunluğu ve İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed'e göre caizdir. 5. Ravinin işittiği hadisi manasıyla rivayet etmesi, lafızlarını ve lafızlanyla kasdedilen manayı iyi bilen, bu manalara aykırı hususlardan haberi olan biri değilse caiz değildir. Böyle birine, rivayet ettiği hadisleri hiçbir değişiklik yapmadan işittiği şekilde rivayet etmesi düşer. 6. Hadisi manasiyle rivayet eden rivayetin ardından “ev kemâ kale, ev nahve hazâ ve benzeri lafızlar getirmelidir. 7. Ravinin bir hadisi ihtisar etmesi, bir kısmını rivayet edip bir kısmını etmemesi ihtilaflıdır. Caiz görenler de vardır, görmeyenler de. 8. Muhaddisin hadisi tashif veya lahn yapmaksızın rivayet etmesi gerekir. 9. Bir muhaddis bir hadisi iki veya daha fazla tarîktan rivayet ettiği zaman, eğer mana ayrı olduğu halde lafızları arasında uyuşmazlık varsa rivayetleri tek isnatta birleştirerek birbirinin lafziyle sevkedebilir. O takdirde isnadında ahberanâ fulânun ve'1-lafzu li-fulânin veya hazâ lafzu fulânin gibi lafızlar kullanılır. Eğer birinin lafzını tercih etmez, her ikisinin rivayetini de kullanırsa o takdirde de ahberanâ fulânun ve fulânun ve tekarebâ fi'1-lafz gibi bir ifade kullanır. 10. Hadis rivayet eden ravinin, şeyhinin üstündeki ricalin neseplerine idrac yaparak bir şeyler eklemek hakkı yoktur. Eğer tafsilat vermek veya mubhemi izah etmek gibi bir maksatla böyle bir idrac yaparsa bu caiz görülmüştür. 11. Hemmâm b. Muhebbih'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadisleri ihtiva eden ve tek isnadla rivayet edilen nüsha gibi birçok hadisi ihtiva eden kitap nüshasını rivayet ederken her bir hadiste isnadı tekrar etmesi ihtiyata uygun olur. Ancak bu bir kaide değildir. Nitekim nüshayı rivayet ettiği isnadı ilk hadisin başında sevk etmeyi yeterli görenler vardır. Yalnız bu şekilde rivayette her hadisten sonra ve bi'1-isnad veya ve bibi demesi gerekir. Şu da var ki sema'ı baştan isnadı bir kere sevketmek şeklinde ise nüsha içindeki herbir hadisi aynı isnadı sevkederek rivayet etmek de caizdir. Veki İbnu'l-Cerrâh, Yahya b. Ma'în ve Ebu-bekri'l-İsmâ'ilî bu görüştedirler. Böyle bir rivayette başta zikredilen isnad herbir hadisin başında sevkedilmiş hükmündedir. Ayrıca tek isnadla sevkedilen ne kadar hadis varsa hepsi o isnad üzerine atfedilmiş demektir. 12. Ravi hadis metnini isnaddan önce zikreder. Mesela “Kale Resulullâh (s.a.s) keza ve keza diyerek önce metni verir. Sonra da “ravâ Amru'bnu Dinar an Câbir an Resûlillâh (s.a.s), ahberanâ bihî fulân kale ahberanâ fulân” misali, verdiği metnin isnadı ile ittisal hasıl edinceye kadar isnadını söyler ki bu da caizdir. 13. Yine bir ravi bir isnadla hadis naklettikten sonra ardından aynı hadisin bir başka isnadını getirir ve sonunda mislehû der; ondan rivayette bulunan bir başka ravi ilk isnaddan sonra verilmiş olan metni birinci isnadı zikretmeksizin sadece ikinci isnadla rivayet etmek isterse, bu doğru görülmemiştir. 14. Hadisi rivayet eden şeyh herhangi bir hadisin isnadını sevkettikten sonra metnin sadece bir kısmını zikredip arkasından ve zekra'l-hadîse veya ve zekera'l-hadîse bi-tûlîhî denmiştir. Oysa ravi şeyhinin kısmen rivayet ettiği hadisinin tamamını rivayet etmek istemektedir. Buna cevaz yoktur. Ancak şeyhin zikrettiği kısmı rivayetten sonra şeyhinden sema'ını açıklayacak şekilde ve'l-hadîs bi-tûlihî min keza ve keza iyerek naklederse bu caiz görülmüştür. 15. Hadisin isnadındaki ani'n-Nebî lafzını an-Resûlillâh lafzıyla değiştirmek veya aksini yapmak bazı alimlere göre caiz görülmemiştir. Bunda hadisin şeyhten işitildiği şekilde rivayet edilem arzusunun tesiri olduğu şüphesizdir. Bununla birlikte el-Hatîbu'1-Bağdâdî bunun lüzumsuz olduğuna kanidir. 16. Ravinin şeyhinden rivayeti müzakere gibi zayıf bir rivayet yoluyla olmuşsa eda sırasında bunu söylemesi gerekir. Kasden veya unutarak söylemezse tedlis yaptığına hükmedilir. 17. Hadis, birisi mecruh olan iki raviden rivayet edilmişse mecruh ravinin isnaddan düşürülüp yalnızca sikadan rivayet edilmişcesine zikredilmesi doğru olmaz. Olabilir ki mecruh ravinin rivayetinde sikanın zikretmediği önemli bir husus vardır. 18. Ravi hadisin bir kısmını bir şeyhten, bir kısmını ise başka şeyhten rivayet etmişse ikisini birleştirip her iki şeyhine de isnat etmek kaydiyle rivayet edebilir.1002 En mühimlerini naklettiğimiz rivayet esasları Hz. Peygamber'e ait hadislerin değişiklik, yanlışlık ve hatadan korunabilmesi için tedbir mahiyetinde konulmuş prensiplerdir. Bu ve benzeri şartlara riayet ederek hadis rivayeti alimlerin öngördükleri sağlam rivayettir.

Şeyhun Vasatun
Orta halli bir şeyh demek olup ta'dil lafızlarındandır. Ta'dilin beşinci derecesindeki lafızlar arasında yer alır. Hakkında şeyhun vasatun denilerek adaletli olduğuna hükmedilen ravinin hadisleri yazılır ve gözden geçirilir. Ancak mertebe bakımından diğer lafızlarla adaletine hükmedilen ravilerin hadislerinden aşağıdır.

Şeyhun
Bk. Şeyh.
Üzerinde yaşlılık alameti görülen, olgunluk yaşını geçmiş tecrübeli insana verilen isimdir. Çoğulu şuyûh, eşyâh, şeyhân, meşîha, bir görüşe göre meşâyih gibi çeşitli ölçülerde gelir. Hadis Usulünde şeyh, umumiyetle hadis talebesinin, meclisine devam ederek hadislerini rivayet ettiği hadisciye denir. Bu manada şeyh, talibe hadislerini riv-yet eden hadisci, günümüzün tabiriyle “hadis hocası” olmaktadır. Bununla birlikte şeyh tabiri şeyhun şeklinde ravinin adaletine hükmetmekte kullanılır. İbn Ebî Hâtim'in tasnifinde dördüncü mertebede yer alır. Alimimiz, hakkında şeyhun denilen bir ravinin hadislerinin yazılacağı ve gözden geçirileceği ancak mertebe bakımından diğerlerinden aşağı derecede olduğunu söylemiştir.

Şeyh
Üzerinde yaşlılık alameti görülen, olgunluk yaşını geçmiş tecrübeli insana verilen isimdir. Çoğulu şuyûh, eşyâh, şeyhân, meşîha, bir görüşe göre meşâyih gibi çeşitli ölçülerde gelir. Hadis Usulünde şeyh, umumiyetle hadis talebesinin, meclisine devam ederek hadislerini rivayet ettiği hadisciye denir. Bu manada şeyh, talibe hadislerini riv-yet eden hadisci, günümüzün tabiriyle “hadis hocası” olmaktadır. Bununla birlikte şeyh tabiri şeyhun şeklinde ravinin adaletine hükmetmekte kullanılır. İbn Ebî Hâtim'in tasnifinde dördüncü mertebede yer alır. Alimimiz, hakkında şeyhun denilen bir ravinin hadislerinin yazılacağı ve gözden geçirileceği ancak mertebe bakımından diğerlerinden aşağı derecede olduğunu söylemiştir. 

Şemâ'il
Sözlük itibariyle yaratılış, tabiat, huy ve ahlak manasına gelen “şimal” kelimesinin çoğulu olup daha çok ahlak manasına kullanılmıştır. “Falancanın şemaili güzeldir” denildiği zaman onun iyi huylu ve güzel ahlaklı olduğu kasdedilmiş olur. Istılahta şemâ'il (veya şemâyil), cami türü hadis kitaplarının ana konularından biridir. Bununla birlikte Hz.Peygamber (s.a.s)'in mübarek yaratılışı, fizyolojik özellikleri, çeşitli üstün insanî vasıflan ve ahlâkî hasletlerini konu olarak alan ilim dalma da şemâ'il denilmiştir. Onun sîresi içinde ayn bir kısımda mütalaa edilir. Şemâ'ille birlikte delâ'ilu'n-nubuvve (peygamberliğin delilleri); fedâ'il (üstün ahlakî faziletleri) ve hasâ'is (ona mahsus özellikler) de aynı sîre içinde yer alırlar. Sirenin diğer kollarında olduğu gibi şemâ'il konusunda da çeşitli kitaplar telif ve tasnif edilmiştir. Bunlardan en meşhuru sünen sahibi Tirmizî'nin Hz. Peygamber'in hilye de denilen fizikî özelliklerine ve şemâ'il konusuna giren diğer üstün özelliklerine dair rivayet ettiği hadisleri ihtiva eden eş-Şemâ'ilu'n-Nebeviyye ve'1-Hasâ'isu'l-Mustafaviyye isimli eseridir. Bu eser İslam aleminde çok tutulmuş, kimi alimler tarafından şerhedilmiştir. 1128Hz. Peygamber'in davranışlarından bahseden eserler içinde İbnu'l-Cevzî'nin el-Vefâ bi-Ahvâli'l-Mustafâsı, es-Suyûtî'nin el-Hasâ'isu'l-Kubrâsı anılmaya değer olanlardır. Ebu'1-Fida İsmail b. Umer b Kesîrin. Allah Resulünün gerek yaratılışına, gerekse üstün özelliklerine ayrılmış mühim eserlerden biri de Mağrib alimlerinden Kadı İyad'ın eş-Şifâ bi-Ta'rîfi Hukûki'l-Mustafâ adlı eseridir. Kısaca Şifâ-yı Şerif adıyla meşhur olan bu eser de çok tutulmuş, pek çok alimler tarafından şerhedilmiştir.

Şekkun Mine'r-Râvî
Bk. Şekku'r-Râvî.
Hadis edebiyatı içinde daha çok şekke fulânun veya şekkun mine'r-râvî şekillerinde görülür. Hepsi de ravinin rivayette tereddüdünü ifade eden tabirlerdir. Bir hadisi rivayet eden ravi bazen lafızlarında tereddüt geçirir. Nasıl rivayet ettiğini kesinlikle belirtmez. O zaman hadis metninde tereddüd hasıl olur. İsnadında veya metninde bu tereddüdü belirtecek bir tabir kullanılır. Mesela; “...Cennetlikler Cennete, cehennemlikler de Cehennem'e girerler. Sonra Cenabı Allah “Kalbinde hardal tanesi ağırlığında iman bulunanları (Cehennem'den) çıkarınız” buyurur. Bu emir üzerine simsiyah kesilmiş oldukları halde çıkarılırlar. Haya (veya hayat) nehrine atılırlar. -Bu kelimede ravi Malik tereddüt etmiştir- Ordan da sel yatağında biten (boynu eğri çiçekler gibi) sürerek çıkarlar. Görmez misin bunlar (ne güzel) sapsarı olarak (ve iki tarafına) salınarak sürer?” Vuheyb, Amr b. Yahya'dan hadisin metnindeki kelimenin “hayat” olduğunu söylemiş ve “hardalin min îmânın” yerine “hardalın min hayrin” diyerek rivayet etmiştir.”1127 Hadiste görüldüğü gibi İmam Malik rivayetinde şüpheye düşmüş; metindeki bir kelimeyi “hayat” veya “haya” olarak rivayette tereddüt etmiştir. Onun bu tereddüdü raviler tarafından “ev” terdîd edatı ve “şekke Mâlik” itirazı cümlesiyle ifâde edilmiştir. Rivayette şüphe ve tereddüde düşen ilk nesil sahabedir. Hatırlatmak yerinde olur ki, bir sahâbî bir hadisi yerine göre işitmesi üzerinden uzun zaman geçtikten sonra rivayet etmiştir. Haliyle aradan yıllar geçince işittiğini unutmuş veya sadece manasıyla hatırlayıp lafızlar aklından çıkmıştır. Bu durumda hadisi rivayet ederken tereddüdünü gösteren ifadeler kullanmayı ihmal etmemiştir. Sahabinin hadisi rivayet sırasında şüpheye düştüğü yerleri sonraları rivayet edenler de aynı şekilde ifade etmişlerdir. Aynı durum daha sonraki nesillerde de olmuştur. Rivayette tereddüt bazen rivayet şeklinde olmuştur. Söz gelişi ravi, hadisi şeyhinden hangi rivayet metoduyla aldığını unutmuştur. Veya hadis rivayet ettiği şeyhinden herhangi bir hadisi rivayet edip etmediğini kesinlikle hatırlamamaktadır. Böyle tereddütlere de şekku'r-râvi tabir edilmiştir. Hadislerin isnadında yer yer görülen ahberanî fulânun fîmâ ezunnuhu (ahtesibuhû); ahberanî inş'allah gibi ifadeler bunları belirtir. Şu hale göre, gerek isnadda, gerekse metinde bulunan şekke fulânun, şekkun mine'r-râvî gibi tabirler genelde rivayetteki şüpheyi ifade ederler.

Şekku’r-Râvî
Hadis edebiyatı içinde daha çok şekke fulânun veya şekkun mine'r-râvî şekillerinde görülür. Hepsi de ravinin rivayette tereddüdünü ifade eden tabirlerdir. Bir hadisi rivayet eden ravi bazen lafızlarında tereddüt geçirir. Nasıl rivayet ettiğini kesinlikle belirtmez. O zaman hadis metninde tereddüd hasıl olur. İsnadında veya metninde bu tereddüdü belirtecek bir tabir kullanılır. Mesela; “...Cennetlikler Cennete, cehennemlikler de Cehennem'e girerler. Sonra Cenabı Allah “Kalbinde hardal tanesi ağırlığında iman bulunanları (Cehennem'den) çıkarınız” buyurur. Bu emir üzerine simsiyah kesilmiş oldukları halde çıkarılırlar. Haya (veya hayat) nehrine atılırlar. -Bu kelimede ravi Malik tereddüt etmiştir- Ordan da sel yatağında biten (boynu eğri çiçekler gibi) sürerek çıkarlar. Görmez misin bunlar (ne güzel) sapsarı olarak (ve iki tarafına) salınarak sürer?” Vuheyb, Amr b. Yahya'dan hadisin metnindeki kelimenin “hayat” olduğunu söylemiş ve “hardalin min îmânın” yerine “hardalın min hayrin” diyerek rivayet etmiştir.”1127 Hadiste görüldüğü gibi İmam Malik rivayetinde şüpheye düşmüş; metindeki bir kelimeyi “hayat” veya “haya” olarak rivayette tereddüt etmiştir. Onun bu tereddüdü raviler tarafından “ev” terdîd edatı ve “şekke Mâlik” itirazı cümlesiyle ifâde edilmiştir. Rivayette şüphe ve tereddüde düşen ilk nesil sahabedir. Hatırlatmak yerinde olur ki, bir sahâbî bir hadisi yerine göre işitmesi üzerinden uzun zaman geçtikten sonra rivayet etmiştir. Haliyle aradan yıllar geçince işittiğini unutmuş veya sadece manasıyla hatırlayıp lafızlar aklından çıkmıştır. Bu durumda hadisi rivayet ederken tereddüdünü gösteren ifadeler kullanmayı ihmal etmemiştir. Sahabinin hadisi rivayet sırasında şüpheye düştüğü yerleri sonraları rivayet edenler de aynı şekilde ifade etmişlerdir. Aynı durum daha sonraki nesillerde de olmuştur. Rivayette tereddüt bazen rivayet şeklinde olmuştur. Söz gelişi ravi, hadisi şeyhinden hangi rivayet metoduyla aldığını unutmuştur. Veya hadis rivayet ettiği şeyhinden herhangi bir hadisi rivayet edip etmediğini kesinlikle hatırlamamaktadır. Böyle tereddütlere de şekku'r-râvi tabir edilmiştir. Hadislerin isnadında yer yer görülen ahberanî fulânun fîmâ ezunnuhu (ahtesibuhû); ahberanî inş'allah gibi ifadeler bunları belirtir. Şu hale göre, gerek isnadda, gerekse metinde bulunan şekke fulânun, şekkun mine'r-râvî gibi tabirler genelde rivayetteki şüpheyi ifade ederler.

Şekke Fulân
Bk. Şekku'r- Râvi.
Hadis edebiyatı içinde daha çok şekke fulânun veya şekkun mine'r-râvî şekillerinde görülür. Hepsi de ravinin rivayette tereddüdünü ifade eden tabirlerdir. Bir hadisi rivayet eden ravi bazen lafızlarında tereddüt geçirir. Nasıl rivayet ettiğini kesinlikle belirtmez. O zaman hadis metninde tereddüd hasıl olur. İsnadında veya metninde bu tereddüdü belirtecek bir tabir kullanılır. Mesela; “...Cennetlikler Cennete, cehennemlikler de Cehennem'e girerler. Sonra Cenabı Allah “Kalbinde hardal tanesi ağırlığında iman bulunanları (Cehennem'den) çıkarınız” buyurur. Bu emir üzerine simsiyah kesilmiş oldukları halde çıkarılırlar. Haya (veya hayat) nehrine atılırlar. -Bu kelimede ravi Malik tereddüt etmiştir- Ordan da sel yatağında biten (boynu eğri çiçekler gibi) sürerek çıkarlar. Görmez misin bunlar (ne güzel) sapsarı olarak (ve iki tarafına) salınarak sürer?” Vuheyb, Amr b. Yahya'dan hadisin metnindeki kelimenin “hayat” olduğunu söylemiş ve “hardalin min îmânın” yerine “hardalın min hayrin” diyerek rivayet etmiştir.”1127 Hadiste görüldüğü gibi İmam Malik rivayetinde şüpheye düşmüş; metindeki bir kelimeyi “hayat” veya “haya” olarak rivayette tereddüt etmiştir. Onun bu tereddüdü raviler tarafından “ev” terdîd edatı ve “şekke Mâlik” itirazı cümlesiyle ifâde edilmiştir. Rivayette şüphe ve tereddüde düşen ilk nesil sahabedir. Hatırlatmak yerinde olur ki, bir sahâbî bir hadisi yerine göre işitmesi üzerinden uzun zaman geçtikten sonra rivayet etmiştir. Haliyle aradan yıllar geçince işittiğini unutmuş veya sadece manasıyla hatırlayıp lafızlar aklından çıkmıştır. Bu durumda hadisi rivayet ederken tereddüdünü gösteren ifadeler kullanmayı ihmal etmemiştir. Sahabinin hadisi rivayet sırasında şüpheye düştüğü yerleri sonraları rivayet edenler de aynı şekilde ifade etmişlerdir. Aynı durum daha sonraki nesillerde de olmuştur. Rivayette tereddüt bazen rivayet şeklinde olmuştur. Söz gelişi ravi, hadisi şeyhinden hangi rivayet metoduyla aldığını unutmuştur. Veya hadis rivayet ettiği şeyhinden herhangi bir hadisi rivayet edip etmediğini kesinlikle hatırlamamaktadır. Böyle tereddütlere de şekku'r-râvi tabir edilmiştir. Hadislerin isnadında yer yer görülen ahberanî fulânun fîmâ ezunnuhu (ahtesibuhû); ahberanî inş'allah gibi ifadeler bunları belirtir. Şu hale göre, gerek isnadda, gerekse metinde bulunan şekke fulânun, şekkun mine'r-râvî gibi tabirler genelde rivayetteki şüpheyi ifade ederler.

Şehâdet
Bir yerde hazır olmak, orada geçen olayı gözle görmek manasına “şehide” kök fiilinin mastarıdır ve bir nesnenin hakikatına erip kesin bilgi sahibi olmak manasına kullanılır. Bir işi gördüğü yahut bildiği şekilde haber vermek manasına da gelir ki tanıklık vermek tabir edilir. Allah yolunda savaşırken ölmeye de şehadet edilmiştir. 1125Bu kadar geniş manalar veren şehadetin anlamı bir olayı gözle görüp gördüğü şekilde haber vermek manasında birleşir. Hadis ilminde şehadet rivayete benzetilmiştir, nasıl ki, şehadette bir olaya şahit olup onun hakkında edinilen bilgiyi haber vermek söz konusudur; rivayet de bir bakıma şehadet sayılmak gerekir; zira ravi, şeyhinden işitip bilgi sahibi olduğu bir haberi nakletmekle şahidin yaptığı işin aynısını yapmaktadır. Bu ve diğer bazı noktaları göz önünde bulunduran kimi hadis alimleri, rivayetle şehadetin ikisini bir anlamda kabul etmişlerdir. Ne var ki, kimileri de aralarında fark olduğunu ileri sürmüşlerdir. es-Suyûtî, rivayetle şehadet arasındaki hüküm farklarını yirmi bire çıkarmıştır. Özetleyecek olursak, 1. Şehadette adet şart ise de rivayette değildir; zira bir kere müslümanın kalbinde yalan şahitliğe karşı bir korku vardır. Hz. Peygamber'e yalan isnad etmenin vereceği korku elbette daha büyüktür. Şu da var ki, bir hadisi bazen bir tek ravi rivayet etmiş olur. Eğer o hadis ravi adedinin az oluşu yüzünden kabul edilmeyecek olursa bilip öğrenmek ve gereğince amel etmek faydası kaybolur. Bu zarar herhalde bir tek şahsın bir tek hakkının kaybolmasından çok daha ağırdır. Dahası, müslümanlar arasında kendilerini yalan şahitliğe sevkedecek şahsî düşmanlıklar olabilirse de hadis rivayetinde yalan söylemeye itecek herhangi bir ebep yoktur. 2. Şehadette bazı yerlerde şahidin erkek olması aranır. Oysa rivayette ravinin mutlaka erkek olması diye bir şart yoktur. 3. Şehadette hürriyet şarttır. Rivayette değildir. 4. Bir görüşe göre rivayette buluğ şartı yoktur. Duyduğunu nakledebilecek derecede aklı başında bir çocuk görüp işittiğini haber verirse dinlenir. 5. Hattâbiye hariç, herhangi bir mezhebin aşırı taraftarı olan ravinin şehadeti bazı şartlarla kabul olunabilir. Halbuki mubtedi1 denilen bid'at ehli bir ravinin kendi mezhebi güçlendirecek rivayetleri merduddur. 6. Yalandan tevbe eden bir kimsenin şehadeti kabul edilebilirse de rivayeti hiçbir şekilde makbul tutulmaz. 7. Bir tek hadisi rivayette yalanı açığa çıkanın evvelce rivayet ettiği bütün hadisleri merduddur. Bir meselede yalancı şahitlik yaptığı açığa çıkan kimsenin ise daha önceki şahitliklerine göre verilen hükümler kaldırılmaz. 8. Yaptığı şahitlik kendisine bir çıkar sağlayan veya ondan bir zararı uzaklaştıran kimsenin şahitliği kabul edilmez. Halbuki böyle bir şey rivayet edenin rivayeti makbuldür. 9. Bir kimsenin baba, dede gibi atası yahut çocuk, torun gibi evlatları, bir de kölesi lehine olan şahitliği kabul edilmez. Rivayet ise böyle değildir. 10. Alim olan kimse cerh ve ta'dilde kendi bilgisine dayanarak kesin bir hüküm verebilir. Şahitlikte ise bu noktada değişik görüşler vardır. 11. Şehadetin sahih olması için önceden dava açılmış olması; 12. Şahitliğin yapılmasının istenmesi; 13. Hakim huzurunda yapılması gerekir. Oysa bu şartlar rivayette yoktur. 14. Sahih olan görüşe göre bir âlimin sözü ile cerh ve ta'dil kabul olunur. Şahitlikte böyle değildir. 15. Bir görüşe göre rivayette bir âlimin müfesser olmayan cerh veya ta'dili kabul olunabilir. Şehadette kabul olunmaz. 16. Birçok âlimlere göre rivayet için ücret almak caizdir. Şahidin ise binecek hayvana muhtaç olmadıkça şahitliğinden ücret alması caiz değildir. 17. Şahitlik üzerine hükmetmek şahidin adaletine hükmetmek demektir. Hatta Gazâlî'nin dediği gibi “sen adilsin” demekten daha kuvvetlidir. Alimin rivayet edilen haberle amel etmesi veya ona dayanarak fetva vermesi rivayetin sıhhatine delil olamaz. 18. Şahitlerin kendilerinin yerine başkalarını şahit göstermeleri, ölüm veya muhakeme olunan yerde bulunamamak gibi aslın şahitliğini imkânsız kılan geçerli bir sebep olmadıkça kabul edilmez. Oysa rivayet böyle değildir. 19. Bir kimse bir şey haber verdikten sonra rücu ederse rivayeti düşer. Onunla amel edilemez. Oysa hüküm verildikten sonra şehadetten rücu etmek verilen hükmü değiştirmez. 20. Şahitler, şahitlik ettikleri kimsenin kısas yoluyla öldürülmesini gerektirecek ş'ekilde şehadette bulunduktan sonra rücu ederek kasıtlı yalan söylediklerini itiraf etseler onların da kısas yoluyla öldürülmeleri gerekir. Halbuki bir hadisede hakim meselenin hükmünü bilmese hüküm vermekte tereddüt ederken biri o hadiseyle ilgili olarak bir hadis rivayet etse ve hakim o hadise dayanarak bir kimsenin katline hükmetse, sonra o ravi, kasıtlı olarak yalan söylediğini ifade etse konu ihtilaflı hale gelir. el-Beğavi'ye göre ölüme sebebiyet verdikten sonra rücu eden kimseye kısas tatbik edilir. er-Rafiî'nin Kaffâl'den nakline göre kısas lazım gelmez; zira şehadet yalnız bir hadiseye taalluk eder. Haberin ise o hadiseye mahsus olduğu söylenmez. 21. Dört kişiden az sıyıda kimse zinaya şahitlik etseler, kaziften dolayı kendilerine had cezası uygulanır. Tevbe etmedikçe şahitlikleri ebediyen kabul edilmez. Oysa böylelerinin rivayetlerinin kabulünde ihtilaf vardır. 

Şâz Merdûd
Bk. Şâz.
Kelime olarak birinci ve ikinci bablardan çekimi yapılan ve bir grubun içinden ayrılıp kendi başına bir yol tutmak anlamını veren “şezze” kök fiilinden ismi fail ölçüsünde gelir. Aynı fiilin masdarı olan suzûz ile birlikte aynı yerde kullanılır. Istılahta şâz, genellikle umumî hükümlerden veya küllî kaidelerden hariç ve tek başına kalana denir. 1116 Hadis ıstılahı olarak ise ravinin muhalefetinden doğan bir zayıf hadis çeşididir. Hadis Usulü alimleri tarafından az da olsa değişik şekillerde tarif edilmiştir. İmam Şâfi'î'ye göre söz güvenilir bir ravinin rivayet edip de başkalarının etmediği hadis değil; güvenilir bir ravinin başkalarının rivayetine aykırı olarak rivayet ettiği hadistir. 1117 İmam Şafii'nin bu şaz tarifinde esas unsur, muhalefettir. Bununla birlikte başkalarının rivayetine aykırı rivayette bulunan ravinin sika veya zayıf olduğu belirtilmemiştir. el-Hâkim ise şâz hadisi güvenilir ravilerden birinin tek başına rivayet ettiği hadis olarak tarif etmiştir. 1118 Ebu Ya'la el-Halîli de ona yakın bir tarif naklederek şöyle demiştir: “Hadis alimleri şaz hadisin ister sika olsun, ister olmasın, ravisinin bu isnadla diğer ravilerden ayrıldığı hadis olduğunda birleşmişlerdir.” 1119 el-Hakim'in verdiği şâz tarifi ile Ebu Ya'lâ el-Halîli'nin ondan pek de farklı olmayan tarifi birlikte göz önüne alınırsa denilebilir ki, şâz, bir ravinin münferid olarak rivayet ettiği hadistir. Bu tarif pek tutulmamıştır: zira tek isnadla gelen pek çok hadis vardır ki, sahihtir. Misal vermek gerekirse, hadisi verilebilir. Bu hadis ilk dört ravisinin teferrütleri yüzünden garibdir. Gerçekten Hz. Ömer Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayette tek kalmıştır. Hz. Ömer'den Alkame b. Vakkâs el-Leysî tek kalmıştır. Aynı şekilde Muhammed b. İbrahim Alkame'den; Yahya b. Sa'id de Muhammed b. İbrahim'den rivayette tek kalmışlardır. Ancak garib olmasına rağmen sahihtir. Halbuki şâzzı bütün alimler zayıf hadisler arasında saymışlardır. Şu hale göre şazz'ın sika olsun veya olmasın rivayette tek başına kalan ravinin rivayetinden ayrı olması gerekir. Nitekim İbnus-Salâh, şâzzın bu tariflerden farklı olduğuna işaret ettikten sonra şunları söylemiştir. “Ravi rivayetinde teferrüd ettiği takdirde bakılır. Eğer tek başına rivayet ettiği hadis, o hadisi rivayetinde kendisinden hıfz ve zabt yönünden daha üstün bir başka ravinin rivayetine muhalif ise rivayetinde tek kalanın hadisi merdud şazdır. Eğer başkasının rivayetine aykırı bir tarafı yoksa o zaman aykırı rivayeti, kendisinden başka rivayet eden olmamıştır demektir. O takdirde de rivayetinde tek kalan raviye bakılır, bu ravi, o hadisi rivayetinin dışında adaletli, hıfz ve itkan bakımından güvenilir biri ise rivayetinde yalnız kalmış olması kadih illet olarak alınamaz (hadisi kabul edilir). Ne var ki, bu ravi hıfz ve itkan bakımından güvenilen bir kimse değilse o zaman hadisi sahih olmaktan çıkar.”1120 İbnu's-Salâh'ın bu sözlerinden anlaşıldığı gibi, bir hadise şâz denilebilmesi için sadece ravisinin rivayetinde tek kalması yeterli değildir. Aynı zamanda daha güvenilir bir ravinin rivayetine aykırı olması gerekir. Şayet muhalefet yoksa hadis ayrı bir rivayet olarak kalır. Ona şâz denilmez. İbn Hacer'e gelince ona göre, bir ravinin hadisine ya zabt fazlalığı yahut adet çokluğu, yahutta diğer tercih sebeplerinden biri dolayısivle kendisinden daha üstün bir ravi yönünden muhalefet vaki olursa, daha üstün olduğundan tercih edilene mahfuz, diğerine yani terk edilene şâz denir. 1121Şu hale göre netice olarak şâz, güvenilir bir ravinin gerek zabt fazlalığı, gerekse diğer ravilerde aranan husulara itibariyle kendisinden daha üstün bir raviye aykırı olarak ve tek başına naklettiği hadistir. Şu hadis misalini teşkil eder. Ebu Davud, Tirmizî ve İbn Mâce Sufyân b. Uyeyne tarikından şöyle bir hadis rivayet etmişlerdir: “Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında bir adam vefat etti. Arkasında mirasçı olacak kimse bırakmadı. Yalnızca azad ettiği bir kölesi vardı. Hz. Peygamber (s.a.s) adamın mirasını o köleye verdi.” 1122 Hammâd b. Zeyd, bu hadisi sahabî ravisi İbn Abbâs'ı zikretmeksizin mürsel olarak rivayet etmiştir. Hammâd, sika bir ravidir. Bu rivayetiyle kendisi gibi sika olanlara muhalefet etmiştir. Böylece Hammâd’ın rivayeti şâz, Sufyân tarikından geleni ise mahfuz olmuştur. Metinde aykırılığa ise şu hadis misal verilebilir. Müslim'in Nubeyşe el Huzelî'den rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.s) buyurmuşlardır ki, “Teşrik günleri yeme-içme günleridir.” 1123Hadis bu şekilde sahih olarak rivayet edildiği halde Musa b. Uley b. Rabâh - Babası - Ukbe b. Amr isnadıyla şöyle rivayet etmiştir: “Arefe ve teşrik günleri yeme-içme günleridir.” Musa b. Uleyy'in bu şekildeki rivayeti şazdır. Abdulvâhid b. Ziyâd, el-A’meş - Ebû Salih - Ebu Hureyre isnadıyla şöyle bir hadis rivayet etmiştir: “Biriniz sabah namazının iki rekat (sünnet)ini kılınca sağ yanı üzerine uzanıversin.” Abdulvâhid bu hadisi merfu olarak rivayet etmiştir. Halbuki birçok sika ravi tarafından Hz. Peygamber (s.a.s)'in bir davranışı, başka deyişle fiilî sünnet olarak nakledilmiştir. Bu durumda asıl rivayet “Hz. Peygamber sabahın iki rekat (sünnet)ini kıldıktan sonra sağ yanları üzerine uzanırlardı” şeklinde iken Abdulvâhid tarafından değiştirilmiş ve sika ravilerin rivayetlerine aykin düştüğünden şâz olmuştur.1124 Şâz hadisler zayıf hadisler olduklarından merdûd sayılmışlardır. Bu bakımdan dinî meselelerde hüccet olamazlar. Bir başka deyişle, Şâz hadisle amel edilmez. Karşılığı olan mahfuzla edilir.

Şâz
Kelime olarak birinci ve ikinci bablardan çekimi yapılan ve bir grubun içinden ayrılıp kendi başına bir yol tutmak anlamını veren “şezze” kök fiilinden ismi fail ölçüsünde gelir. Aynı fiilin masdarı olan suzûz ile birlikte aynı yerde kullanılır. Istılahta şâz, genellikle umumî hükümlerden veya küllî kaidelerden hariç ve tek başına kalana denir. 1116 Hadis ıstılahı olarak ise ravinin muhalefetinden doğan bir zayıf hadis çeşididir. Hadis Usulü alimleri tarafından az da olsa değişik şekillerde tarif edilmiştir. İmam Şâfi'î'ye göre söz güvenilir bir ravinin rivayet edip de başkalarının etmediği hadis değil; güvenilir bir ravinin başkalarının rivayetine aykırı olarak rivayet ettiği hadistir. 1117 İmam Şafii'nin bu şaz tarifinde esas unsur, muhalefettir. Bununla birlikte başkalarının rivayetine aykırı rivayette bulunan ravinin sika veya zayıf olduğu belirtilmemiştir. el-Hâkim ise şâz hadisi güvenilir ravilerden birinin tek başına rivayet ettiği hadis olarak tarif etmiştir. 1118 Ebu Ya'la el-Halîli de ona yakın bir tarif naklederek şöyle demiştir: “Hadis alimleri şaz hadisin ister sika olsun, ister olmasın, ravisinin bu isnadla diğer ravilerden ayrıldığı hadis olduğunda birleşmişlerdir.” 1119 el-Hakim'in verdiği şâz tarifi ile Ebu Ya'lâ el-Halîli'nin ondan pek de farklı olmayan tarifi birlikte göz önüne alınırsa denilebilir ki, şâz, bir ravinin münferid olarak rivayet ettiği hadistir. Bu tarif pek tutulmamıştır: zira tek isnadla gelen pek çok hadis vardır ki, sahihtir. Misal vermek gerekirse, hadisi verilebilir. Bu hadis ilk dört ravisinin teferrütleri yüzünden garibdir. Gerçekten Hz. Ömer Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayette tek kalmıştır. Hz. Ömer'den Alkame b. Vakkâs el-Leysî tek kalmıştır. Aynı şekilde Muhammed b. İbrahim Alkame'den; Yahya b. Sa'id de Muhammed b. İbrahim'den rivayette tek kalmışlardır. Ancak garib olmasına rağmen sahihtir. Halbuki şâzzı bütün alimler zayıf hadisler arasında saymışlardır. Şu hale göre şazz'ın sika olsun veya olmasın rivayette tek başına kalan ravinin rivayetinden ayrı olması gerekir. Nitekim İbnus-Salâh, şâzzın bu tariflerden farklı olduğuna işaret ettikten sonra şunları söylemiştir. “Ravi rivayetinde teferrüd ettiği takdirde bakılır. Eğer tek başına rivayet ettiği hadis, o hadisi rivayetinde kendisinden hıfz ve zabt yönünden daha üstün bir başka ravinin rivayetine muhalif ise rivayetinde tek kalanın hadisi merdud şazdır. Eğer başkasının rivayetine aykırı bir tarafı yoksa o zaman aykırı rivayeti, kendisinden başka rivayet eden olmamıştır demektir. O takdirde de rivayetinde tek kalan raviye bakılır, bu ravi, o hadisi rivayetinin dışında adaletli, hıfz ve itkan bakımından güvenilir biri ise rivayetinde yalnız kalmış olması kadih illet olarak alınamaz (hadisi kabul edilir). Ne var ki, bu ravi hıfz ve itkan bakımından güvenilen bir kimse değilse o zaman hadisi sahih olmaktan çıkar.”1120 İbnu's-Salâh'ın bu sözlerinden anlaşıldığı gibi, bir hadise şâz denilebilmesi için sadece ravisinin rivayetinde tek kalması yeterli değildir. Aynı zamanda daha güvenilir bir ravinin rivayetine aykırı olması gerekir. Şayet muhalefet yoksa hadis ayrı bir rivayet olarak kalır. Ona şâz denilmez. İbn Hacer'e gelince ona göre, bir ravinin hadisine ya zabt fazlalığı yahut adet çokluğu, yahutta diğer tercih sebeplerinden biri dolayısivle kendisinden daha üstün bir ravi yönünden muhalefet vaki olursa, daha üstün olduğundan tercih edilene mahfuz, diğerine yani terk edilene şâz denir. 1121Şu hale göre netice olarak şâz, güvenilir bir ravinin gerek zabt fazlalığı, gerekse diğer ravilerde aranan husulara itibariyle kendisinden daha üstün bir raviye aykırı olarak ve tek başına naklettiği hadistir. Şu hadis misalini teşkil eder. Ebu Davud, Tirmizî ve İbn Mâce Sufyân b. Uyeyne tarikından şöyle bir hadis rivayet etmişlerdir: “Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında bir adam vefat etti. Arkasında mirasçı olacak kimse bırakmadı. Yalnızca azad ettiği bir kölesi vardı. Hz. Peygamber (s.a.s) adamın mirasını o köleye verdi.” 1122 Hammâd b. Zeyd, bu hadisi sahabî ravisi İbn Abbâs'ı zikretmeksizin mürsel olarak rivayet etmiştir. Hammâd, sika bir ravidir. Bu rivayetiyle kendisi gibi sika olanlara muhalefet etmiştir. Böylece Hammâd’ın rivayeti şâz, Sufyân tarikından geleni ise mahfuz olmuştur. Metinde aykırılığa ise şu hadis misal verilebilir. Müslim'in Nubeyşe el Huzelî'den rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.s) buyurmuşlardır ki, “Teşrik günleri yeme-içme günleridir.” 1123Hadis bu şekilde sahih olarak rivayet edildiği halde Musa b. Uley b. Rabâh - Babası - Ukbe b. Amr isnadıyla şöyle rivayet etmiştir: “Arefe ve teşrik günleri yeme-içme günleridir.” Musa b. Uleyy'in bu şekildeki rivayeti şazdır. Abdulvâhid b. Ziyâd, el-A’meş - Ebû Salih - Ebu Hureyre isnadıyla şöyle bir hadis rivayet etmiştir: “Biriniz sabah namazının iki rekat (sünnet)ini kılınca sağ yanı üzerine uzanıversin.” Abdulvâhid bu hadisi merfu olarak rivayet etmiştir. Halbuki birçok sika ravi tarafından Hz. Peygamber (s.a.s)'in bir davranışı, başka deyişle fiilî sünnet olarak nakledilmiştir. Bu durumda asıl rivayet “Hz. Peygamber sabahın iki rekat (sünnet)ini kıldıktan sonra sağ yanları üzerine uzanırlardı” şeklinde iken Abdulvâhid tarafından değiştirilmiş ve sika ravilerin rivayetlerine aykin düştüğünden şâz olmuştur.1124 Şâz hadisler zayıf hadisler olduklarından merdûd sayılmışlardır. Bu bakımdan dinî meselelerde hüccet olamazlar. Bir başka deyişle, Şâz hadisle amel edilmez. Karşılığı olan mahfuzla edilir.

Şartu'ş-Şeyhayn
“İki şeyhin şartı” demektir. Hadis ilminde önemli yerleri olan Buhârî ile Müslim'in Sahihlerine seçerek aldıkları hadisleri inceleyen bazı alimlerin onlarda mevcut olduğundan söz ettikleri bazı özelliklere denilmiştir. Ne Buhâri ne de Müslim, kitaplarında yer alan hadislerin hangi şarta uygun olduklarından bahsetmiş değillerdir. Ancak es-Sahîhân da gözetilen sıhhat şartlarını araştıran hadis alimleri başlıca üç görüş ileri sürmüşlerdir. Bu görüşlerden ilki el-Hâkim'e aittir. Ona göre, Buhâri ile Müslim'in seçerek sahihlerine aldıkları hadisler genellikle şu özelliğe sahip olan hadislerdir: Hz. peygamber (s.a.s)'den, ondan hadis rivayet etmekle meşhur ve (en az) iki sika tabii ravisi olan sahabî tarafından rivayet edilmiştir. O sahabîden, sahabeden rivayetleri olduğu bilinen ve -en az- iki sika ravisi olan tabiî; o tabiîden, sika, mutkin ve tabiîlerden rivayette bulunduğu bilinen dördüncü tabakadan bir tâbi'u't-tâbiî rivayet etmiştir. Ondan da Buhâri veya Müslim'in hafız, mutkin ve rivayetlerinde adaletiyle tanınan şeyhi (ya da şeyhinin şeyhi) rivayet etmiştir.1112 el-Hakim'in bu görüşüne dayanarak denilebilir ki gerek Buhâri, gerekse Müslim kitaplarına aldıkları hadislerin Hz. Peygamber (s.a.s)'den kendilerine kadar her halkasında en az ikişer ravisi bulunan isnadlarla gelen hadisler olmasına önem vermişlerdir. Öteki deyişiyle bir hadisi kitaplarına almak için onun kendilerine en aşağı iki şenelde ulaşmasına dikkat etmişlerdir, el-Hâkim'in bu görüşü bazılarınca kabul edilmemiştir. İkinci görüş el-Makdisî'ye aittir. Ona göre Buharî ve Müslim'in kitaplarına aldıkları hadislerde gözettikleri şart, sahabîye kadarki ravilerin ittifakla sika olmaları; sika ve sebt raviler arasında rivayet farkı bulunmaması; bir de isnadlarının muttasıl ve inkıtasız gelmesidir. Her iki alimin hadisini sahihlerine aldıkları sahabînin iki veya daha çok ravisi varsa ne ala. Şayet tek ravisi varsa ve öteki raviye kadarki rivayet tarîki sahihse öyle hadisleri de kitaplarına almışlardır. 1113 Üçüncü görüşün sahibi el-Hâzimî de şunları söylemiştir: Sahihin şartı, isnadı muttasıl, ravisi müslüman, rivayetinde sadık, tedlis yapmayan, ihtilata maruz kalmamış, adalet vasfıyla birlikte zabt sahibi, rivayetlerinde hatadan kaınan, hafızası kuvvetli, vehmi az ve sağlam itikadlı olmaktır.” 1114el-Hazımî, gerek Buhâri'nin gerekse Müslim'in sahihlerine aldıkları hadislerde bu sıhhat şartlarına riayet ettiklerini sözlerine eklemiştir. İbn Haceri'l-Askalânî'ye göre eş-Şeyhân, kitaplarına aldıkları hadislerde genellikle bu esasları göz önünde tutmuşlardır. Ancak yerine göre bu esasların yerine geçecek ve tercihe esas olacak herhangi bir sebebi göz önünde tutarak onlardan fedakarlık ettikleri de olmuştur. 1115 es-Sahîhân’da mevcut hadisler başka özelliklere de sahiptir. Bunlara bütün muhaddislerce şart tabir edilmemiştir. Bu itibarla şartu'ş-şeyhâyn tabiri Hadis Usulü kaynaklarında terim olmaktan çok Kur'ân-ı Kerimden sonra en sahih kabul edilen iki hadis kitabındaki hadislerin bazı özelliklerini aksettiren atbir olarak yer almıştır.

Şartu’l-Buhârî
Müslim'in el-Câmi'u's-Sahîh isimli kaynak eserinde gözettiği özellikler manasında bazı muhaddisler tarafından kullanılmış bir tabirdir. Başta el-Hakîm olmak üzere bazı hadis alimleri Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde naklettikleri hadislerin bazı özellikler taşıdıklarını ileri sürmüşlerdir. Meselâ el-Hakim, bu iki alimin Sahihleri üzerine tasnif ettiği el-Mustedrek adlı kitabında yer yer bazı hadisleri verdikten sonra “Müslim'in şartına göre sahihtir” demiştir. Onun bu tabiri bazı muhaddisler tarafından da kullanılmış olmalı ki manası üzerinde bazı tahminler yürütülmüştür. Bunlar içinde en uygun görüneni Müslim'in, birbirlerinden rivayette bulunan ravilerin, Buhârî'nin öngördüğü gibi birbirleriyle görüşmüş olmaları değil, mu'asır olmalarının yeterli olduğu görüşüdür, ne var ki bu tabir hadisciler arasında yerleşmiş ve yaygın hale gelmiş bir tabir değildir. Bu bakımdan manası hakkında tahminlerden öte açık bir izah yoktur. 

Şartu Müslim
Müslim'in el-Câmi'u's-Sahîh isimli kaynak eserinde gözettiği özellikler manasında bazı muhaddisler tarafından kullanılmış bir tabirdir. Başta el-Hakîm olmak üzere bazı hadis alimleri Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde naklettikleri hadislerin bazı özellikler taşıdıklarını ileri sürmüşlerdir. Meselâ el-Hakim, bu iki alimin Sahihleri üzerine tasnif ettiği el-Mustedrek adlı kitabında yer yer bazı hadisleri verdikten sonra “Müslim'in şartına göre sahihtir” demiştir. Onun bu tabiri bazı muhaddisler tarafından da kullanılmış olmalı ki manası üzerinde bazı tahminler yürütülmüştür. Bunlar içinde en uygun görüneni Müslim'in, birbirlerinden rivayette bulunan ravilerin, Buhârî'nin öngördüğü gibi birbirleriyle görüşmüş olmaları değil, mu'asır olmalarının yeterli olduğu görüşüdür, ne var ki bu tabir hadisciler arasında yerleşmiş ve yaygın hale gelmiş bir tabir değildir. Bu bakımdan manası hakkında tahminlerden öte açık bir izah yoktur.

Şakk
Sözlükte yarmak, bölmek, parçalamak, bir bütünü parçalara ayırmak manalarına gelir. Hadis Usulü ilminde hadisleri yazarken hatalı olarak fazladan yazılan kelime veya ibareleri üstünü çizerek iptal etmeye denir. Bu manada darb şekillerindendir. er-Râmehurmuzî, en iyi darb şeklinin darbedilen kısma dokunmadan üzerine bir çizgi çizilmesi olduğunu söylemiştir. 1107Kadî İyad ise hadis yazanların çeşitli darb şekilleri kullandıklarını, çoğunluğun yanlış yazılan kısmı üzerine harflerle karışacak şekilde çizgi çizerek darb ettiklerini kaydetmiştir. Ona göre böyle yapmak darbedilen kısımla karışmaktadır. Bu itibarla hadis yazanlar çizgiyi darbedilen kısmın üstüne gelecek şekilde çekmişlerdir, darb ve şakk denilen işte budur. 1108Buradan anlaşıldığına göre Kadı Îyad, şakk ile darbı aynı kabul etmektedir. Ancak unutmamak gerekir ki o Mağriblidir. Mağriblilerin pek çok konularda kendilerine has uygulama şekilleri vardır. Buna göre onun, gerek harf veya ibarelerin üzerine çizgi çekilsin, gerekse yanlış yazılan yerlere dokunmaksızın satırın üstüne çizgi çekilsin her ikisini de bir gördüğü bellidir. Ancak, ifadelerinden, başka metinler yazanlarla hadis yazanların darb şekilleri arasında fark olduğu da anlaşılmaktadır. Buna göre şakkı bir darb usulü olarak almak gerekir.

Şâhid
Dördüncü babdan çekimi yapılan ve bir yerde hazır olmak manasına gelen “şehide” kök fiilinin ism-i faildir. Bir yerde hazır olanın orada geçen bir olayı görmesi akla yakın olduğundan bir olayı görene şâhid denilmiştir. Hadis Usulünde şâhid, terim olarak bazı âlimler tarafından mutâbî' karşılığı olarak kullanılmıştır. Mutâbî' başlığı altında geniş çapta açıklanmaya çalışıldığı gibi, ferd olduğu sanılan bir hadisin başka tarikdan rivayet edilip edilmediği çeşitli hadîs kaynaklarına başvurularak araştırılır. İ'tibar adı verilen bu araştırma sonunda aynı hadîsin, rivayetinde tek kaldığı zannedilen ravinin şeyhinden benzer lafızlarla rivayet edildiği anlaşılırsa o hadise öncekinin mutâbii adı verilir. Buna göre mutâbi ile şahidi bir kabul eden alimler nazarında, araştırma neticesi ferd olduğu sanılan bir hadise benzeyen ve tek başına rivayette bulunduğu sanılan ravinin şeyhinden rivayet edilmiş olduğu anlaşılan ikinci bir hadise şahid demek icap eder. Öyle görünüyor ki İbnu's-Salâh da aynı kanaattedir. Nitekim, mutâbaat-ı kasırayı tarif ettikten sonra bu yolla rivayet edildiği anlaşılan hadise şahid denilebileceğini söylemiştir. Bununla birlikte İbnu's-Salâh ayrıca şahidin diğerinden çok az farklı bir başka tarifini daha vermiştir. Ona göre, ferd olduğu zannedilen hadis, aslında bilinen vecihlerden rivayet edilmeyip onun yerine aynı manada bir başka hadis nakledilirse buna da şahid denir. Ancak bu takdirde mutâbaat söz konusu olmaz. 1104İbnu's-Salâh’ın bu tarifine göre şahid mutâbiden daha umumîdir; zira şahid, bazen manayı, bazen hem lafzı hem de manayı kuvvetlendirmektedir. Halbuki mutâbaat lafızla ilgilidr ve mana ile bir alakası yoktur. Nitekim İbn Hacer de şahidin bir hadisin bir başka sahabi tarafından rivayet edilen ve mana yönünden onun benzeri olan hadis olduğunu söylemiştir. 1105Ona göre şahidin misali, mutâbaata misal olan “rü'yet-i hilâl” hadisinin Buhârî rivayetidir. Bu rivayet Muhammed b. Ziyâd tarikıyla Ebu Hureyre'den rivayet edilmiştir ve şöyledir: “Şayet görüş ufkunuz kapalı ise Şa'ban ayını otuza tamamla (yıp oruca öyle başla) yınız.” O hadis İbn Ömer'den rivayet edildiği halde bunun aynı manada bir başka sahabîden rivayet edilmiş olması şahid vasfını kazanmasına sebep olmuştur. Aradaki bu nüansı tekrarlamak üzere her ikisi de yeniden tarif edilecek olursa mutâbi, ravisine hadisi tahric edilmeye elverişli bir başka ravinin muvafakat ettiği ve bu ikinci ravinin o hadisi şeyhinden veya daha yukarıdaki bir raviden benzer sözlerle rivayet etiği hadistir. Şahid ise bir hadise lafız veya mana yönünden veya sadece mana itibariyle benzeyen lafızlarla bir diğer sahabîden rivayet edilen ve bu rivayetle ötekine muvafakat eden hadistir. 

Şâfehenî Bi'l-İcâze
Bk. Şafehenî.
Sözlükte dudak anlamını veren “şefeh” kelimesiyle ilgili olaıak dudak dudağa gelmek karşılıklı söyleşmek manasına gelen “şâfehe” fiili, mef’ulü olan “nî” mutekkellim zamiriyle birlikte bir tabir oluşturur ve “benimle karşılıklı konuştu” manasına gelir. Tabir olarak bazı müteahhir hadisciler tarafından kullanılan eda lafızlarındandır. Daha çok şeyhin sözlü olarak verdiği icazetle alınan hadislerin rivayetinde kullanılmıştır. Aynı yerde, aynı manaya gelecek şekilde ahberanâ muşâfeheten eda sığası kullanan hadisciler de vardır. Kimi hadisciler de icazeti açıklamak suretiyle şafehenî bi'1-icâze demeyi tercih etmişlerdir.

Şâfehenî
Sözlükte dudak anlamını veren “şefeh” kelimesiyle ilgili olaıak dudak dudağa gelmek karşılıklı söyleşmek manasına gelen “şâfehe” fiili, mef’ulü olan “nî” mutekkellim zamiriyle birlikte bir tabir oluşturur ve “benimle karşılıklı konuştu” manasına gelir. Tabir olarak bazı müteahhir hadisciler tarafından kullanılan eda lafızlarındandır. Daha çok şeyhin sözlü olarak verdiği icazetle alınan hadislerin rivayetinde kullanılmıştır. Aynı yerde, aynı manaya gelecek şekilde ahberanâ muşâfeheten eda sığası kullanan hadisciler de vardır. Kimi hadisciler de icazeti açıklamak suretiyle şafehenî bi'1-icâze demeyi tercih etmişlerdir.

Sû'u’l-Hıfz
Kötü ezberleme manasınadır ve Metâ'in-i Aşere'den ravinin zabtıyla ilgili ta'n sebeplerindendir ve hatası doğru olarak ezberlediklerinden çok olmaktır. Böyle bir kusur, bazen ravide devamlı olarak bulunur. Ne zaman rivayete kalkışsa yanılmak ihtimali söz konusudur, bu şekilde kötü ezberleyen bir ravi-nin rivayetine bazı alimler şâz adını vermişlerdir. Kötü ezberleme bazen de yaşlanmak ve ihtilat sonucu hafıza kudretinden mahrum kalmak ve benzeri sebeplerle sonradan olur. Bunun gibi, ezberinden değil, kitaplarına bakarak rivayeti alışkanlık haline getiren bir ravinin kitabının yanması, su baskınına uğraması veya çalınmasından yahutta gözlerinin görmez olmasından sonra rivayette devam etmesinden de doğar. İlk şekildeki bir kötü ezberlemek yüzünden ta'n edilen ravinin rivayeti merduddur. Bunda görüş birliği vardır. Önceleri sika iken ihtilat sonuncu olarak sû'u'1-hıfz durumuna düşen bir raviden rivayet edilen hadis, ihtilattan önce alındığı bilinirse makbul sayılır. Bilinmezse o da reddolunur.

Sünnet
Sözlükte yol, usul, adet, iyi ve kötü bir kimsenin gidişatı, alışkanlık hahine getirdiği davranışları manasınadır. Kelimenin alındığı “senne” kök fiili, esas itibariyle bir çığır açmak, iyi veya kötü bir yol tutmak anlamını verir. Kur'ân-ı Kerim'deki “Sunnetu'l-evvelîn” (önceliklerin sünneti) bu manayadır. Sunnetullah (Allah'ın sünneti) ise hükmü, emir ve nehiyleri, kainatın idaresi için koyduğu fizik kanunlar demektir. Sünnet kelimesinin çoğulu sünen gelir. Hadis İlminde Sünnet, Hz. Peygamber (s.a.s)'in sözleri, fiilleri, takrirleri ve gerek peygamberliğinden önceki devreye, gerekse peygamberlik devresine ait olsun, ahlakî vasıflan ve siretidir. Bu tarif muhaddislerin tarifidir. Buna göre sünnet hadisle eş manalıdır. Fıkıh Usulü alimleri sünneti, Hz. Peygamber'den Kur'ân-ı Kerim dışında sadır olan ve şer'i hükme delil olabilecek nitelikte söz, fiil ve takrirler olarak tarif etmişlerdir. Fıkıhcılara gelince onlara göre sünnet, farz veya vacip olmamak kaydiyle Hz. Peygamber (s.a.s)'den sadır olduğu sabit olan şeylerdir. 1098 Bu tariflerden en şümullüsü muhaddislerin tarifidir. Onlara göre Hz. Peygamberle ilgili her nakil, onun sünnetine dahildir. Dikkat edilirse bu tarif pratik hayatta uygulama imkanı olmayan Hz. Peygamber'in fizyonomik özellikleri gibi bazı konuları da kapsamaktadır. Fıkıh alimlerinin tarifinde ise hukukî değerin esas alındığı dikkati çekmektedir. 1099 Bütün bu açıklamalara göre sünnet özetle, Hz. Peygamber'in sözleri, davranışları, peygamberlik hayatı boyunca takip ettiği tutumu ve izlediği yoldur. Buna göre “şu iş sünnettir” denildiği zaman onun, Hz. Peygamber'in söylediği bir sözle sabit olan iş olduğu veya onun tarafından işilendiği veyahut yapılması emir ya da tavsiye edildiği, veyahutta sahabîler tarafından yapılıp tasvip gördüğü anlaşılır. Mesela, “Sehl b. Sa'd'dan Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ben ve yetimi koruyan kimse Cennette şöyle (yanyana) olacağız.” Hz. Peygamber bunları işaret ve orta parmağını göstererek söyledi.” 1100 “Enes (b. Malik r.a) dan rivayet edildiğine göre demiştir ki, “Hz. Peygamber (s.a.s) her namaz için (abdesti bozulmamış bile olsa) abdest alırdı.” 1101 “Amr İbnu'l-As'tan rivayet edilmiştir, demiştir ki “Zâti's-Selâsil Gazası sırasında soğuk bir gece ihtilam oldum. Hasta düşer ölürüm korkusuyla boy abdesti almaktan çekindim. Hemen teyemmüm ettim ve (yol) arkadaşlarıma sabah namazını kıldırdım. Olayı (döndüğümüzde) Hz. Peygamber (s.a.s)'e haber verdiler. Bana “Amr, dedi; cünup olduğun halde arkadaşlarına namaz kıldırmışsın (öyle mi?)” “Beni yıkanmaktan alıkoyan sebebi kendisine haber verdim ve ben Allah'ın (Kur'ân-ı Kerim'de) “Nefislerinize kıymayın. Allah size karşı pek merhametlidir” buyurduğunu (sizden) işittim dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) gülümsedi ve bir şey söylemedi.” 1102 Misaller dikkatle incelenecek olursa görülür ki ilkinde Hz. Peygamber yetimlere kucak açarak onları büyütenlerin Cennet'te kendisiyle yan yana olacaklarını söylemiştir. İkincisinde onun yaptığı bir iş haber verilmiştir. Sonucu-sunda ise sahabeden birinin yaptığı bir işe bir şey söylemediği bildirilmiştir. Şu hale göre yetimleri korumak, abdestli bile olsa her namaz için ayrı abdest almak, hastalık tehlikesi söz konusu olduğunda teyemmüm etmek sünnettir. Sünnet, konusunu teşkil eden söz, fiil ve takrir itibariyle üç kısma ayrılır. Birincisi kavlî (sözle olan) sünnettir ki es-Sunnetu'l-Kavliyye denir. Misalimizdeki gibi Hz. peygamber'e ait sözlerden ibarettir. İkincisi fiilî sünnettir, es-Sııımetu'l-Fi'iliyye adı verilir ve Hz. Pey-gamber'in fiillerinden ibarettir. Üçüncüsü ise takriri sünnet (es-Sunnetu’t-Takrîriyye) adını alır ve Hz. Peygamber'in huzurunda veya onun olmadığı yerde bir sahabî tarafından işlenip kendisine haber verildiğinde bir şey söylemediği işlerdir. Hz. Peygamber'in sözleri, davranışları, hareketleri ve emir ve yasaklarından meydana gelen sünnet İslâmiyetin ibadet, mu'amelât, helal-haram, ahlak ve diğer konularda önemli bir hüküm verme vasıtası, kısacası Fıkhın Kur'ân-ı Kerim'den sonra ikinci kaynağıdır. Hakkında Kur'ân-ı Kerim'de herhangi bir hüküm bulunmayan konularda sünnete başvurulur. Öte yandan Kur'ân-ı Kerim'deki hükümler mücmeldir. Yani kısa ve özlüdür. Sünnet bu hükümlerin nasıl tatbik edileceğini açıklığa kavuşturur. Mesela, Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'de Mü’minlere hitaben “namaz kılınız, zekât veriniz” buyurmuştur. Ancak bu ibadetlerin nasıl yapılacağım açıklamamıştır. Bunları açıklayan, nasıl yapılacağını gösteren sünnettir. Bununla birlikte sünnet, Kur'ân-i Kerim'de bulunmayan dinî hükümler koyar. Buna misal olarak da nikahlanması haram olan kadınlar konusunda Kur'ân-ı Kerim'İn hükmüne ilave olarak bir kadınla teyzesi veya halasını birlikte nikahlamanın haram kılınması; yırtıcı hayvanlardan köpek dişlilerin, yırtıcı kuşlardan pençeli olanların ve tek tırnaklılardan eşeklerin etinin yenmesinin haram olsu hükümleri verilebilir. Bunlar hakkındaki haram hükmünü sünnet koymuştur. Dinî hüküm kaynağı olması dolayısiyle sünnet geniş çapta vahye dayanmıştır. Bu demektir ki, Hz. Peygamber'in bir dini hüküm koyan sünneti vahiy eseridir. Buna delâlet eden pek çok akli ve naklî deliller vardır. Ancak işaret etmek gerekir ki, vahye dayanan sünnet, tabiî olarak Kur'ân-ı Kerim'den farklıdır. Bazı âlimler Hz. Peygamber'in bütün yaptıklarının vahiy eseri olduğuna kanidirler. Buna karşılık bazıları da kimi konularda kendi içtihadıyla hareket ettiği görüşündedirler. Rivayetler onun bir dinî esas olabilecek hususlarda vahye dayandığını, dinî bir husus söz kkonusu olmayan hususlarda ise kendi ictihadiyle hareket ettiğini gösterecek nitelikte görülmüştür. Şayet her yaptığının vahiy eseri olduğu kabul edilirse o takdirde günlük konuşmalarının bilhassa zelle tabir edilen görüşlerinde hata etmesini, sahabîlerle istişare etmesi sonucu kendi görüşünden vaz geçmesi gibi olayları vahye bağlamak icap eder. Bu ise imkansızdır. Şu hale göre dinî bir esas vaz eden sünnetin vahye dayandığını söylemek daha uygun olacaktır. Sünnette varid olan bir husus eğer dinî bir hüküm getirmişse müslümanlann kayıtsız şartsız ona uymaları gerekir. Şu ayet buna delalet eder: “Allah ve Peygamberi bir şeyi hükmettiği zaman ne erkek ne de kadın Mü’mine işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygamberine baş kaldıran şüphesiz açık bir şekilde sapıtmış olur,” 1103Ayrıca Yüce Allah birçok ayette Mü’minlere kendisine itaatten sonra Hz. Peygamber'e itaati emretmiştir. Bu itibarla herhangi bir dinî konuda Hz. Peygamber'in söylediklerinin aksine hareket etmek doğru değildir.

Süneni Erba'a
Bk. Sünen.
Sünnet'in çoğulu olan sünen, Hz. Peygamber'in sünnetini aksettiren hadislerin yazılı olduğu kitaba denir. Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerinden ibaret sünnetini aksettiren hadisler toplanıp konularına göre tasnif edildikten sonra çeşitli metotlarla bir araya getirilmiş ve kitaplara yazılmıştır. Böyle meydana gelen kitapların bir kısmı cami türündendir. Bir kısmı ise fıkıh bablarına göre tasnif edilmiş ahkâm hadislerini ihtiva eder. Bunlar sünen tipi kitaplardır. Sünen kıtalarında umumiyetle merfû yani Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait hadisler bulunur. Bu hadislerin hepsi ibadet, mu'amelat ceza ve edeb denilen ahlakî davranışlarla ilgilidir. Bunların hepsi ki-tab ana bölümünü teşkil eden bablar içindedir. Bu özelliğiyle sünen kitapları cami türü kitaplardan ayrılırlar. Ayrıca sünenlerde en fazla ahkam hadisleri olduğundan şer'î bir hükme esas olmayan hadislere genelde rastlanmaz. Sünen kitapları ikinci hicri asrın ilk yarısından itibaren yazılmaya başlanmıştır. Hadisin altın çağı kabul edilen üçüncü hicri asra gelinceye kadar geçen zaman içinde pek çok sünen kitabı tertip edilmiştir. Sünen kitabı tertip eden muhaddislerden birkaçı şu isimlerdir: Mekhûl eş-Şâmî, İbn Cureyc, Sa'id b. Ebî Arûbe, İbn Ebî Zi'b, İbrahim b. Tahmân, Hammâd b. Seleme, Abdullah İbnu'l-Mubârek, el-Velîd b. Müslim, Sa'id b. Mansûr, ed-Dârimî, Ebu Davud, İbn Mâce, en-Nese'î, Tirmizî... Bu muhaddislerin eserleri arasında Ebu Davud, Tirmizî, Nese'i ve İbn Mâce”nin sünenleri diğerlerine nazaran daha meşhur olmuştur. Bunlara Sünen-i Erba'a denilmiştir. Bu kitaplar hakkında başlıkları altında kısa bilgiler verilmiştir. İsimleri anılan dört muhaddise ashâb-ı sünen diyenler vardır.

Sünen Tirmizî
Horasan illerinden Tirmizli büyük hadis alimi Muhammed b. İsa et-Tirmizî'nin sünen nevinden hadis kitabıdır. el-Câmi'u's-Sahih adını taşıdığı halde daha çok Sünen Tirmizî adiyle meşhur olmuştur. Hasen bahsinde söz konusu edildiği gibi Sünen Tirmizî'nin en önemli özelliği sahih hadislerin yanında hasen hadislere de yer vermesidir. Söylendiğine göre hasen terimini ilk olarak Tirmizî kullanmıştır. Bununla birlikte Sünende bazı hadisler için Sahih-hasen, gibi iki; bazı hadisler hakkında da hasen-sahih-garîb gibi üç terim bir arada kullanılmıştır. 50 kitâb başlıklı ana bölümü oluşturan bablarında 3956 hadis vardır. Tirmizî Sünenin sonuna bir de ilel bölümü eklemiş, burada sünen hadislerinin kısa bir değerlendirmesini yapmış, kısmen kullandığı terimleri açıklamıştır. Buna göre Sünende bulunan bütün hadisler alimlerin amel ettikleri hadislerdir. Bu hadislerle birlikte yerine göre kimi imamların bazı meselelerdeki görüşlerine de yer vermiş, pek çok hadisin değişik tariklarına ve illetlerine işaret etmiştir. Birçok babına isnadı garîb hadisle başlamıştır. Metot olarak bablarına daha ziyade bir sahabîden sahih tarîkla gelen meşhur bir hadisin konusunu unvan olarak kuymuş, o konuda sıhâh sahiplerinin rivayet ettiği hadisleri vermiştir. Daha sonra onların rivayet etmedikleri başka sahabîlerin hadislerinden çıkan sahih hükmü kaydetmiştir. Bununla kendi sevkettiği hadisi o sahabîlerin rivayet ettiğine değil o babda başka sahabîlerden varid olan hadislerin de bulunduğuna dikkat çekmek istemiştir, el-Irakî, bunun yerinde bir metot olduğunu ancak birçok alimin Tirmizî'nin bu metodunun, verdiği hadisin o sahabîler tarafından rivayet edildiği şeklinde yanlış anlamaya yol açtığını söylemiştir. 1097 Öte yandan İbn receb'in kaydettiğine göre Sünen Tirmizide sahih, hasen ve garibin yanısıra özellikle menâkib konusunda münkere varan garâ'ib de rivayet edilmiştir. Fakat bunları sükutla geçiştirmemiş, açıklamıştır. Bununla birlikte Sünende yalanla itham edilmiş veya yalancılık ithamında cerh ve ta'dil alimlerinin birleştiği bir raviden tek bir isnadla rivayet ettiği hadis yoktur. Nadir olarak isnadında böyle bir ravinin bulunduğu hadis rivayet etmişse onu değişik tanklarla rivayet ederek adeta kuvvetlendirmiş, yerine göre ravileri hakkında verilen cerh ve ta'dil hükümlerini de nakletmiştir. Bu ve benzeri özelliklere sahip Sünen Tirmizî, İslâm aleminde tutunmuş ve üzerinde hayli çalışmalar yapılmıştır. Önemli şerhleri şunlardır: 1. Arîzatu'l-Ahvezî fî Şerhi't-Tirmizî: Muhammed b. Abdillâhi'l-İşbilî, İbnu'l-Arabî, 2. Şerhu’t-Tirmizî: Muhammed b. Muhammed el-Ya’murî, İbn Seyyidi'n-Nâs, 3. Kûtu'l-Mu'tezî fî Şerhi’t-Tirmizî: Celaluddin Abdurrahmân b. Ebibekr es Suyuti, 4. Tuhfetu'l-Ahvezî li-Şerhi Câmi'i't-Tirmizî: Abdurrahmân el-Mubârekfûrî. Sünen Tirmizî'nin Muhammed b. Akîl ve Süleyman b. Abdilkavî et-Tûtî tarafından yazılmış muhtasarları vardır. Türkçeye de çevrilmiştir.

Sünen Nese'î
Horasanlı meşhur muhaddis Ahmed b. Şu'ayb en-Nese'înin meşhur hadis kitabıdır. Daha ziyade ahkâm hadislerinden meydana gelen sünen tarzındadır ve kutub-i sitteye dahil kaynak eserlerdendir. Nese'i, Remle emirinin isteğiyle es-Sunenu'l-Kubrâ isimli bir eser tasnif etmiştir. Bu hacimli eserinde sünen konusuna giren rivayetleri bir araya getirmiştir. Ancak emîrin yalnız sahih rivayetleri bir araya toplaması isteği üzerine bu eserinden ayrı ve es-Sunenu's-Suğra dediği yeni bir eser tasnif ederek adına el-Mucteba adını vermiştir. 1093Bu durum zamanla karşılıklığa yol açmıştır. es-Suyûtî'ye göre kutub-i sittenin biri olan Sunenu'n-Nese'î, es-Sunenu'l-Kubrâ değil es-Sunenu's-Suğradır. Etraf ve ricali üzerindeki çalışmaların dayandığı bu kitaptır. 1094Bununla birlikte el-Munzirî, el-Mizzî gibi alimler Sünen Neseî’nin bahsi geçen es-Sunenu'1-Kubrâ olduğu görüşündedirler. Nitekim Ebu Davud sarihi el-Azîmâbâdî, Hafız el-Munzirî'nin, Muhtasarında; el-Mizzî'nin el-Etrâfmda Nese'inin rivayetinden bahsederken kullandıkları tabirle es-Sunenu'1-Kubrâ'yı kasdettiklerini söylemiştir. 1095 Kaydetmek gerekir ki Nese'înin es-Sunenu'l-Kubrâ ve es-Sunenu's-Suğra veya öteki adiyle el-Muctebâ isimli iki süneni olduğu hadis alimlerinin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir. Ayrıca hicrî on birinci asrın başlarına kadar elde nüshaları olduğu bilinen daha sonra kaybolduğu sanılan es-Sunenu'l-Kubrâ’nın son zamanlarda yazma nüshaları bulunmuş ve el-Mucteba ile karşılaştırılması sonucu onun ayrı bir sünen kitabı olduğu kesinlik kazanmıştır. 1096 Sünen Nese'î, Sünen-i Erba'a içinde zayıf hadisleri en az olan kitap kabul edilmiştir. Bu yönüyle onu es-Sahîhân'dan sonra ilk sıraya koyanlar olmuştur. Öte yandan Nese'î, rical tenkidinde otoritedir. Sünenine aldığı hadislerin ricali için öngördüğü şartı Ebu Davud ve Tirmizî'nin şartlarından daha ağırdır. Sünende vehm ve kesretu'l-galat ile tanınan ravilerin hadislerine hemen hiç yer vermemiştir. Bu da el-Muctebâya ayrı bir önem kazandırmıştır. Sünen Nese'î'nin şerhleri içinde şunlar anılmaya değer; 1. Zehru'r-Rabâ ale'l-Mucteba: Celalud din Abdurrahmân b. Ebibekr es-Suyütî, 2. Muhammed b. Abdilhâdî es- Sindî şerhi. Bu şerh daha çok haşiyeler şeklindedir. Bunlardan başka Umer İbnu'l-Mulekkin'in Sünen Nese'înin es-Sahîhân üzerine zevaid hadislerini şerhetmiştir. Bu kıymetli kaynak Türkçeye de kazandırılmıştır.

Sünen İbni Mace
Hicri üçüncü asır alimlerinden Muhammed b. Yezid b. Abdillah b. Mâce el-Kazvinî'nin ahkâm hadislerinden oluşan sünen türünde hadis kitabıdır. İlk defa İbn Tâhir el-Makdisî tarafından usûlü hamse denilen ve Buharı, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî ve Nese'îden oluşan ana hadis kaynaklarına katılmıştır. Buna göre el-Muvatta yerine kutub-i sittenin altıncı eseri kabul edilmiştir. 37 Kitâb başlıklı ana bölümü oluşturan bablarında 4341 hadis vardır. Bunlardan bir kısmı es-Sahîhân ve üç sünen üzerine zeva'idden oluşur. Alimler bu hadislerin hükmünde ihtilaf etmişlerdir. el-Mizzî, İbn Mâce'nin diğer usülu hamseden ayrı olarak rivayet ettiği bütün hadislerin zayıf olduğunu söylemiştir. İbn Hacer'e göre ise bunlar çoğunlukla sahihtirler. Sünen İbni Mâce tertip yönünden güzel bir eserdir. Fıkhın diğer hadis kitaplarında bulunmayan birçok babındaki hadislere yer vermiştir. 1089Bab başlıkları, konunun inceliklerini ifade edecek kadar veciz, ancak düzgün bir şekilde konulmuştur. Sistematik olduğundan istifade kolaydır. Bu özelliklerine rağmen Sünen İbni Mâce bazı alimlerce şiddetli zayıf, hatta mevzu hadislere yer verdiği için tenkit edilmiştir. Sünende bulunan zayıf hadislerin çoğu müdafaa edilebilir cinsten görülmüştür. Buna rağmen mevzu sayılan 30 kadar hadisi üzerinde durulmuştur. Nitekim İbnu'l-Cevzî, söz gelişi Kazvin'in fedailine dair rivayeti 1090 naklettiği için İbn Mâce'yi şiddetle tenkit ederek şunları söylemiştir: “Asıl şaşılacak taraf İbn Mâce'nin Süneninde mevzu olduğunu bile bile bu hadisi hiçbir şey söylemeden nakletmesidir. es-Sahîhanda işittiği Hz. Peygamber (s.a.s) in “yalan olduğunu bile bile bile benden bir hadis rivayet eden yalancılardan biridir” dediğini bilmiyor mu dersiniz! Dahası, avamın “bu hadisi sahih olmasaydı İbn Mâce gibi bir alim onu nakletmezdi” diyeceklerini ve onunla amel edeceklerini de mi bilmiyor? Anlaşılıyor ki, İbn Mâce belde ve vatan taassubunun doğurduğu hevaya yenik düşmüş ( ve bu rivayeti o yüzden nakletmiş) tir.” 1091ez-Zehebî de İbnu'l-Cevzî'ye uyup İbn Mâce'yi aynı rivayeti sunenine dahil ederek uğursuz bir iş yapmakla suçlamıştır. 1092 Daha çok Horasan ve havalesinde şöhret kazanmış bulunan Sünen İbni Mâce bazı alimlerce şerhedilmiştir. Bilinen birkaç şerhi şunlardır: 1. ed-Dîbâce fî Şerhi Sünen İbni Mâce: Muhammed b. Musa b. İsa ed-Demîri, 2. İbrahim b. Muhammed el-Halebî şerhi, 3. Misbâhu'z-Zucâze Şerhu Sünen İbni Mâce: Celaluddin Abdurrahman b. Ebi-bekr es-Suyûtî. Bunlardan başka Umer İbnu'l-Mulekkin'in, diğer usul üzerine zevai-dinîn şerhi vardır. İsmi Mâ Temessu heyhi'1-Hâce alâ Sünen İbni Mâcedir. Ayrıca Kutubi sitte üzerine haşiyeleriyle ünlü Muhammed b. Abdilhâdî es-Sindî'nin İnhâcu'1-Hâce isimli haşiyesi anmaya değer. Türkçeye de çevrilmiştir.

Sünen Ebî Dâvud
Ashâb-ı Sünen'den Ebu Davud künyesiyle tanınmış Süleyman İbnu'l-Eş'asi's-Sicistânî'nin meşhur hadis kitabıdır. Daha çok ahkâm hadislerini ihtiva ettiğinden sünen tipi bir eserdir. Sünen Ebî Davud beş yüz bin hadisten seçilmiş 4800 hadisten meydana gelmiştir.1084 Bunlar 35 kitabı teşkil eden bablardandır. Babları fıkhın bütün konularını ve mezhep müctehidlerinin ictihadlarında esas aldıkları bütün meşhur hadisleri kapsamaktadır. Bu yönüyle Kur'ân-i Kerim'den sonra müctehide yetecek nitelikte olduğu söylenmiştir. Sünen hadisleri, bizzat mü'ellifi tarafından Mekkelilere yazılmış risalesinde anlatılmıştır. Burada kısaca sünen hadislerinin genelde konusunda sahih olarak bilinenler olduklarını, ancak iki veya daha fazla vecihten nakledilip de biri diğerinden kuvvetli isnadla rivayet edilen hadislerin de bulunduğunu, bunların sayısının onu geçmediğini söylemiştir. Arkasından her babda bilinen hadislerin hepsi sahih ise bunlardan yalnızca bir veya ikisini Sünene aldığını, şayet bir konuyla ilgili hadisler iki ya da üç vecihten rivayet edilmişse, ziyâde lafızlar ihtiva edenleri yerine göre tekrar ettiğini; uzun hadisleri ise bütünüyle verildiğinde fıkhının anlaşılması zor olacağından kısalttığını sözlerine eklemiştir. Daha sonra da selef alimlerinden bir kısmının belli şartlar dahilinde mürselle amel edileceği görüşünde olduklarından kuvvet itibariyle muttasıl derecesinde olmadığı halde Sünende bunlara da yer verdiğin söylemiştir. Ona göre Sünende metrûku'l-hadîs bir raviden rivayet edilmiş hadis yoktur. Eğer babında başka rivayet olmadığı için münker bir hadise yer vermişse onun münker olduğunu açıklamıştır. Sünende şiddetli zayıf olan, senedi sahih olmayan hadis de yoktur. Hakkında herhangi bir açıklama yapmadığı hadisler salihtirler. Bunların bazısı sıhhat yönünden bazısından daha üstündür. Hz. Peygamber'in vârid olan sünneti bu kitaptadır. Hadisleri meşhurdur. Büyük çoğunlukla ahkam hadisleridir. Müslümanlara Kur'ân-ı Kerim'den sonra en fazla fayda sağlayacak niteliktedir. Süneni öğrenenin başka kitaba ihtiyacı kalmaz. 1085 Buradan anlaşıldığına göre Ebu Dâvud, Süneriinde fıkhı konularda en meşhur rivayetleri nakletmiştir. Bunların yanısıra konusunda sahih hadis bulunmadığı takdirde şiddetli zayıf olmamak kaydiyle diğer rivayetlere de yer vermiştir. Bunlar arasında münker olanlar varsa açıklamıştır. Nitekim İbnu's-Salâh Ebu Davud'un Sünenini anlattığı Risalesinin önemli yerlerini özeetledikten sonra onun sahih hadislerin yanında sahihe yakın olanları da zikrettiğini, her babda babın konusuna dahil en sahih hadisi aldığını, şiddetli vehn olanları açıkladığını söylemiştir. Ona göre sünen Ebî Davud, Sünen Tirmizî'nin yanında hasen hadislerin bulunduğu bir kitaptır, es- Sahîhândan birinde bulunmayan, sahih ile hasen arasını ayırdedebilen alimlerden biri tarafından sıhhati hakkında bir şey söylenmemiş hadisler Ebu Davud nazarında hasen olanlardır. Şu var ki, bunlar arasında gerçekten hasen grubuna girmeyenler de bulunmaktadır. Öte yandan Ebu Davud sunenine, konusunda sahih ya da hasen hadis bulunmadığı takdirde bazı bablara zayıf hadisleri de almıştır. Bu ise onun nazarında zayıf hadisin reyden daha kuvvetli olması demektir. 1086 İbnu's-Salâh'ın bu açıklamaları Sünenin hasen hadisleri ihtiva etmek özelliğine de işaret etmektedir. Bununla birlikte İbnu's-Salâh, onun sâlih dediği hadisler hakkında bir açıklama yapmamıştır, es-Suyûtî'ye göre sünende mevcut ve bizzat mü'ellifi tarafından salih olarak nitelenen, bazısı bazısından daha sahih olduğu söylenen hadisler ihticaca elverişli olanlar değil, i'tibara elverişli olanlardır. 1087Bazı alimlere göre ise bunlar, senedi tetkik edilecek, senedi sahihse sahih, değilse zayıf denilebilecek hadislerdir. 1088 Sünen Ebi Davud İslâm aleminde en fazla rağbet görmüş olan sünen kitabıdır. Hayli nüshaları vardır. Birçok alim tarafından şerhedilmiş, muhtasar hale getirilmiştir. Önemli şerhleri şunlardır: 1. Me'âlimu's-sunen: el-Hattâbî, 2. Kutbuddin Ebubekr el-Yemenî Şerhi. 3. Ebu Zur'a Ahmed b. Abdurrahîm el-Irâkî şerhi (Sehv bahsine kadar), 4. Avnu'l-Ma'bûd: el-Azîmâbâdî, 5. Bezlu'l-Mechûd: Halil Ahmed es-Sehârenfûrî. Muhtasarları arasında el-Munzirî'nin eseri anmaya değer. İbnu'l-Cevzî bunu yeniden tertibe koyarak aynı bir muhtasar haline getirmiştir.

Sünen Dârimî
Hicri üçüncü asır alimlerinden Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî'nin daha çok ahkâm hadislerini ihtiva eden hadis kitabıdır. Bazı muhaddislerce müsned ismiyle anılmış olmakla birlikte fıkıh bablarına göre tertip edildiğinden sünen tipinde bir eserdir. Kimi alimler tarafından sahih adıyla da anılmıştır. 1083Ancak, daha çok Sünen Dârimî ismiyle meşhur olmuştur. Sünen Dârimî, diğer bazı sünen kitapları kadar rağbet görmemiştir. Bununla birlikte el-Alâ'î, Ala'uddun Moğoltay, İbn Hacer gibi bir kısım hadis alimleri tarafından özellikleri göz önünde tutularak Sünen İbni Mâce yerine kutub-i sitte'nin altıncı kitabı olmaya layık görülmüştür. Tertibinin güzelliği, ravileri arasında zayıf sayılanların az oluşu, sulâsiyyâtın fazlalığı gibi hususlar önemli özellikleri olarak görülmüştür. Mürsel ve mevkuf rivayetleri fazla olmakla beraber şâz ve münker hadisleri olmayışı da Sünen Da-rimî'nin mühim bir özelliği olarak görülmüştür.

Sünen
Sünnet'in çoğulu olan sünen, Hz. Peygamber'in sünnetini aksettiren hadislerin yazılı olduğu kitaba denir. Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirlerinden ibaret sünnetini aksettiren hadisler toplanıp konularına göre tasnif edildikten sonra çeşitli metotlarla bir araya getirilmiş ve kitaplara yazılmıştır. Böyle meydana gelen kitapların bir kısmı cami türündendir. Bir kısmı ise fıkıh bablarına göre tasnif edilmiş ahkâm hadislerini ihtiva eder. Bunlar sünen tipi kitaplardır. Sünen kıtalarında umumiyetle merfû yani Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait hadisler bulunur. Bu hadislerin hepsi ibadet, mu'amelat ceza ve edeb denilen ahlakî davranışlarla ilgilidir. Bunların hepsi ki-tab ana bölümünü teşkil eden bablar içindedir. Bu özelliğiyle sünen kitapları cami türü kitaplardan ayrılırlar. Ayrıca sünenlerde en fazla ahkam hadisleri olduğundan şer'î bir hükme esas olmayan hadislere genelde rastlanmaz. Sünen kitapları ikinci hicri asrın ilk yarısından itibaren yazılmaya başlanmıştır. Hadisin altın çağı kabul edilen üçüncü hicri asra gelinceye kadar geçen zaman içinde pek çok sünen kitabı tertip edilmiştir. Sünen kitabı tertip eden muhaddislerden birkaçı şu isimlerdir: Mekhûl eş-Şâmî, İbn Cureyc, Sa'id b. Ebî Arûbe, İbn Ebî Zi'b, İbrahim b. Tahmân, Hammâd b. Seleme, Abdullah İbnu'l-Mubârek, el-Velîd b. Müslim, Sa'id b. Mansûr, ed-Dârimî, Ebu Davud, İbn Mâce, en-Nese'î, Tirmizî... Bu muhaddislerin eserleri arasında Ebu Davud, Tirmizî, Nese'i ve İbn Mâce”nin sünenleri diğerlerine nazaran daha meşhur olmuştur. Bunlara Sünen-i Erba'a denilmiştir. Bu kitaplar hakkında başlıkları altında kısa bilgiler verilmiştir. İsimleri anılan dört muhaddise ashâb-ı sünen diyenler vardır.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget