Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

04/04/20

Lût (aleyhisselâm) peygamber olarak vazifelendirildiği zaman, kendine inanan Fevât isminde bir hanımı var idi. Bu hanımı, peygamberliğinden yirmi sene geçtikten sonra vefât etmişti. Onun vefâtından sonra Sedûm ahâlisinden Vâhile isminde bir hanım ile evlendi. Vâhile, münâfık bir kadındı. O da kavminin îmânsızlıklarına ve ahlâksızlıklarına karşı sessiz kalıyor, hattâ Lût aleyhisselâma karşı kavmini destekliyordu. Evlerine; akşam vakti, kavmini helâk etmekle vazifeli melekler, güzel yüzlü gençler sûretinde gelince, hemen kavmine gidip; onları haber vermek sûretiyle, Lût aleyhisselâma hıyânet etmiş ve o da kavmi gibi helâk olmuştu.
Lût aleyhisselâmın; büyüğü Rîsa ve küçüğü Zurta isimli iki kızı var idi. İkisi de Lût aleyhisselâma inanmışlardı. Lût kavminin helâk edilmesi esnâsında, babalarıyla birlikte Sedûm şehrinden çıkıp, azâbdan kurtulmuşlardı. Babalarıyla birlikte, İbrâhim aleyhisselâmın yanına gitmişlerdi. İbrâhim aleyhisselâm onları, kavminden kendine inanan kimselerle evlendirdi.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Lût aleyhisselâma inanan kimseler çok az idi. Bâzı kaynaklarda ona inananların oniki kişi ile birlikte iki kızı olduğu, veya iki kızıyla birlikte on kişinin azaptan kurtuldukları belirtilmektedir. Zâriyât sûresi 35 ve 36. âyetlerinde meâlen; “Orada (Lût'un memleketinde bulunan) mü’minlerden kim varsa çıkardık, (ki kalan kâfirleri helâk edelim). Orada müslümanlardan bir hâne (Lût aleyhisselâm ile iki kızından) başkasını da bulmadık” buyrulmasından, bâzı âlimler; inananların sâdece Lût aleyhisselâmın âile fertleri olduğunun haber verildiğini anlamışlardır. Müfessirlerin ekserisi, inananların sâdece Lût aleyhisselâmın (hanımı hariç) hâne halkı olduğunu bildirmişlerdir. Hâne halkından murâdın ise, iki kızı veya onüç kişi olduğu rivâyet edilir.

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


“Mir’ât-ı Kâinat” kitabında, Lût aleyhisselâmın hilyesi şu şekilde yazılıdır: Orta boylu, siyah gözlü, iri yapılı, uzun bacaklı ve uzun kollu idi.
Lût aleyhisselâmAllahü teâlânın, zamanındaki insanlar arasından seçerek gönderdiği peygamber olduğu için, bütün güzel huylarla huylanmıştı. Güçlük ve sıkıntılara karşı sabırlı ve cömert idi. Çiftçilik ve zirâatla uğraşırdı. Herkese iyilik yapmayı sever, insanları Hakk'a ve doğru yola çağırırdı. Amcası İbrâhim aleyhisselâmın getirdiği dînin emir ve yasaklarını insanlara anlatmakla meşgûl olur, onların kurtuluşa ermeleri için çırpınır ve duâ ederdi.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Peygamberler; insanlığın helâki ve felâketi için değil, onların dünyâ ve âhıret saâdetlerine kavuşması için, Allahü teâlâ tarafından yol gösterici olarak vazifelendirilmiş, üstün yaratılışlı kimselerdir. Onlar, kavimlerinden gelen sıkıntılara katlanırlardı. Allahü teâlânın emirlerini bildirirken; câhillerin, soysuzların hücûmlarına uğrar, çok sıkıntı çekerlerdi. Nitekim, o büyüklerin en üstünü, seçilmişi, Allahü teâlânın sevgilisi olan Muhammed aleyhisselâm“Benim çektiğim eziyet gibi hiçbir peygamber eziyet görmedi.” buyurdu.
Bu derece sıkıntı çekmelerine rağmen, kavimlerine kötü duâ etmemişler, devamlı olarak onların hidâyeti ve kurtuluşu için çalışmışlar ve duâ etmişlerdir.
Lût aleyhisselâm kavminin dünyâ ve âhırette huzûra kavuşması için, onlara nasîhat etti. Allahü teâlânın geleceğini vâd buyurduğu azâbla korkuttu. Fakat kavmi onun sözlerini kabûl etmeyip, karşı çıkarak yalanladılar. Onunla alay edip; “Bizim işlediklerimiz, herkesin yaptığı ve atalarımızdan kalma âdetlerdir” diyerek hakîkate kulaklarını kapattılar.
Bütün nasîhatlerine ve korkutmalarına rağmen yola gelmeyen kavmi hakkında, Lût aleyhisselâm; “Rabbim! Bozgunculara karşı bana yardım et. Rabbim! Beni ve âilemi bunların elinden kurtar” diye duâ etti. Lût aleyhisselâmın bu duâsı peygamberlik vazifesinin son noktasıydı.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


İbrâhim aleyhisselâmın, Nemrûd'un ateşinden kurtulmasından sonra, onunla beraber Şam'a gelen Lût aleyhisselâm; o zamana kadar hiç bir kavmin yapmadığı çirkin fiilleri, şeytanın vesvesesiyle işleyen azgın ve sapıtmış olan Sedûm bölgesi ahâlisine, peygamber olarak gönderildi. Kırk sene kadar süren peygamberliği müddetince, kavmine nasîhat edip bir olan Allahü teâlâya inanmalarını ve O'na ibâdet etmelerini, sapıklıklarından ve kötü işlerinden vazgeçmelerini istedi. Nâsîhat ile yola gelmeyen kavmini, Allahü teâlânın azâbıyla da korkuttu. Onlara, hidâyete ererler ve kurtulurlar ümidiyle mûcizeler de gösterdi. Bu mûcizelerin bâzıları şunlardır:
1- Bulutsuz havada yağmur yağdırması: Lût aleyhisselâm kavmini hak yola ve Allahü teâlâya îmân ve ibâdete dâvet etmek ve kötülüklerden sakındırmak için köylere giderdi. Bir bölgede ondan mûcize istediler ve; “Hakikaten peygamber isen bulutsuz havada yağmur yağdır” dediler. Bunun üzerine Lût aleyhisselâm duâ edip, Allahü teâlâdan bulutsuz havada yağmur yağdırmasını istedi. Allahü teâlâ, duâsının kabûl olduğunu ve eliyle havaya işâret etmesini vahy etti. Lût aleyhisselâm, aldığı emir üzerine eliyle semâya işâret eder etmez, yağmur yağmaya başladı. Fakat Hazret-i Lût'un peygamberliğine yine inanmadılar. Bulutsuz havada yağmur yağması mûcizesi, başta sevgili Peygamberimiz olmak üzere başka peygamberlerde de görülmüştür.
Aslında bulutlar insanlar için bir perdedir. Bulutları yaratan Allahü teâlâ, bulutsuz yağmur yağdırmaya da kâdirdir. Ancak, bulutları bir sebep olarak yaratmıştır. Hiç bir şeyi sebepsiz olarak yaratmamaktadır. Fakat, peygamberlerin, peygamberliklerini ispatlamaları için ve velî kulları için bâzı şeyleri sebepsiz olarak yaratmaktadır.
2- Ot bitmeyen dağda ot bitirmesi: Hazret-i Lût kavmini yaptıkları kötü işten (livâtadan) sakındırıyordu. Kavmi, onun bu sakındırmasına engel olmak, ondan intikâm almak istiyordu. Bunun için de, Lût aleyhisselâmın koyunlarının otlu yerde yayılmasına engel oluyorlardı. Beldelerinde otsuz bir dağ vardı. Hazret-i Lût'un koyunlarını o dağa sürmüşler, oradan çıkmamaları için gözcü koymuşlardı.
Lût aleyhisselâm, otsuz dağda ot bitirmesi için, cenâb-ı Hakk'a duâ etti. Allahü teâlâ peygamberinin duâsını kabûl buyurup, o zamana kadar hiç ot bitmeyen dağda yeşil otlar bitirdi. Lût aleyhisselâm yaşadığı müddetçe, o dağdan otlar eksik olmadı. Başka ilgi çekici bir taraf ise; Lût aleyhisselâmın koyunları, o otlardan yediği hâlde bir şey olmuyor, sapık ve azgın kavminin koyunları yediği zaman, ölüyordu.
3- Atılan taşların dokunmaması: Lût aleyhisselâmın kavmi onun dâvetini kabûl etmediği gibi, ona taş atarlardı. Bu taşların hiç birisi, Allahü teâlânın korumasıyla Hazret-i Lût'a değmezdi.
4- Taşların yumuşaması: Lût aleyhisselâm bir taş üzerinde yatsa, sünger gibi yumuşak olurdu.
Lût aleyhisselâmın kavmi, bir gün onu öldürmeye karar vermişti. Bu husûsu Allahü teâlâ ona vahy ile bildirip, bir dağa gitmesini emir buyurdu. Emr-i ilâhîye uyarak bir dağa gitti. Yolda çok yorulduğundan, bir yere yatıp uyumuştu. Kavminden yedi kişilik bir grup onun izini tâkip ederek buldular. Bir taş üzerinde uyuduğunu, üzerinde yatmış olduğu taşın sünger gibi yumuşak olduğunu, yattığı yerin çukurlaşmış olduğunu gördüler ve insâfa gelip îmân ettiler.
5- Uzak yerlerdeki işleri görüp haber vermesi: Uzak yerlerde olan hâdiseleri görüp haber vermek de, Lût aleyhisselâmın mûcizelerinden idi.
Bir gün Hazret-i Lût'a, kavminden olup, inanmayanlardan birisi geldi ve şöyle dedi: “Oğlum kayboldu, onun ayrılığına dayanamıyorum. Nerede olduğunu da bilmiyorum. Hakikaten peygamber isen, onun nerede olduğunu ve ne yaptığını bana haber ver.”
Bunun üzerine Hazret-i Lût, Allahü teâlâya duâ edip, o kimsenin istediği haberin bildirilmesini diledi. Allahü teâlâ Hazret-i Lût'un duâsını kabûl buyurdu. Lût aleyhisselâm ile o çocuk arasındaki çok uzak mesâfeyi açtı. Hazret-i Lût, o çocuğun nerede bulunduğunu, ne yaptığını ve çocuğun şeklini haber verdi. Hazret-i Lût'dan bu haberi alan kimse îmân etti.
6- Kumların ve çakıl taşlarının konuşması: Lût aleyhisselâm kavmini îmâna, ibâdete, dünyâ ve âhıret saâdetine dâvet ediyordu. Fakat kavmi onunla eğlenmekten ve alay etmekten hiç geri durmuyorlardı. Sonunda ufacık taşlar ve kumlar dile gelip, Lût aleyhisselâma şöyle dediler: “Kavminin îmân etmeyeceği sana göre kesin ise, Rabbine duâ et, onları yakmak için bizi ateş etsin, onları yakalım” dediler.
Lût aleyhisselâm da bu şekilde duâ edip, îmân etmeyenlerin hepsi ateşte pişirilmiş taşlarla helâk edildiler. Bu husûs Kur’an-ı kerîmde zikredilmektedir. Bu, Lût'un (aleyhisselâm) mûcizesidir.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


1- Putlara tapmak: Sedûm ahâlisi, kendilerini ve bütün kâinatı yaratan, zâtında ve sıfatlarında eşsiz ve benzersiz olan, Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeyi düşünmeyip, insanlara faydası olmayan taş parçalarına, putlara taparlar, onlara ibâdet ederlerdi. Hattâ, Sedûm bin Hârik adındaki kralları, putları için büyük ve süslü bir puthâne ile, putların üzerlerine konulabileceği yaldızlı kürsîler yaptırmıştı. Lût aleyhisselâmın, bir olan Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeye dâvet edip, Cehennem azâbı ile korkutmasına aldırış etmediler. Aksine ona karşı çıktılar, hattâ onu Sedûm'dan çıkarmaya kalkıştılar.
2- Livâta (erkeğin erkeğe yaklaşması): Lût kavminden önce hiç bir kavmin işlemediği bu çirkin ve iğrenç fiil hakkında, Kur’an-ı kerîmin Enbiyâ 74. âyetinde; “Habis iştir” buyuruldu.
Livâta, büyük günahların en büyüklerindendir. Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerîmin A’râf sûresi 80. âyetinde meâlen; “Sizden önce âlemlerden hiç birinin yapmadığı hayâsızlığı (livata) mı yapıyorsunuz” buyurarak çirkin bir fiil olduğunu bildirdi.
Helâk oluşlarının sebebi de, Ankebût sûresi 34. âyetinde meâlen; “Biz bu belde ahâlisi üzerine, fıskları sebebiyle gökten taş yağdıracağız.” şeklinde haber verildi.
Hûd sûresi 82 ve 83. âyet-i kerîmelerinde meâlen; “Onlara azâb emrimiz gelince, o memleketin üstünü altına getirdik ve üzerlerine arka arkaya ateşte pişirilmiş çamurdan taşlar yağdırdık. Ki onlar, Rabbinin katında damgalanmışlardı. Bu taşlar, senin ümmetinin zâlimlerinden de uzak değildir.” buyruldu. O taşlar birbirini tâkip eden yağmur taneleri gibi olup, Cehennem’den çıkarılmış idi. Ayrıca, her taşın üstünde kimin üzerine, düşeceği yazılı idi.
Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn-i Mâce ve Beyhekî'nin, İbn-i Abbâs'dan (radıyallahü anh) rivâyet ettikleri hadîs-i şerîfte; “Lût kavminin yaptığı çirkin işi yapanı görürseniz, fâili (yapanı) de mefûlü (yapılan) de öldürünüz” buyuruldu.
Ahmed bin Hanbel'in, İbn-i Abbâs'dan rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) üç kere şöyle buyurdu: “Lût kavmi'nin işini (livâta) yapan, mel’ûndur.”
“Gurer-ül Ahbâr” kitabında, İmâm-ı Ahmed, Tirmizî, İbn-i Mâce ve Hâkim'in, Câbir bin Abdullah'tan (radıyallahü anh) bildirdikleri hadîs-i şerîfte de; “Benden sonra ümmetim hakkında en korktuğum şey, Lût kavminin yaptığını yapmalarıdır” buyruldu.
Ebû Dâvûd, Tayâlisî, Taberânî ve Beyhekî'nin, Ebû Mûsâ el-Eş'ârî'den rivâyet ettikleri hadis-i şerîfte; “Livâta yapan ile yapılanın ikisi de zinâ yapmış olur.” buyruldu.
Hâtib'in, Enes bin Mâlik'ten (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte ise; “Ümmetimden Lût kavminin amelini (livata) yaptığı hâlde ölen kimseyi, Allahü teâlâ onlarla (Lût kavmiyle birlikte) haşreder” buyruldu.
İbn-i Ömer'in (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte; “Lûtî olanlar (livata yapanlar), kıyâmet gününde, maymun ve domuz sûretinde haşr olunacaklardır” buyuruldu.
“Hüsn-üt-tenebbüh”de bildirilen İbn-i Ömer'in (radıyallahü anh) rivâyet ettiği, hadîs-i şerîfte; “Erkek, erkek ile livâta yaparken arş titrer, sallanır. Melekler de bu iğrenç işe muttalî olup, yâ Rabbî emretsen de, yeryüzü o ikisini ta’zir etse, gökyüzü onların üzerine taş yağdırsa derler. Allahü teâlâ; Ben hâlimim, acele etmem. Benden bir şey kaçmaz buyurur” buyruldu.
Arşın titremesi iki mânâda açıklanabilir. Birinci mânâ; bu iğrenç işler, Allahü teâlânın gadabına sebep olan işlerdir. Allahü teâlânın gadablanmasından dolayı, melekler yerlerinde duramaz olurlar. Meleklerin bu hareketleri sebebiyle arş sallanır. İkinci mânâ; Allahü teâlâ arşda bu çirkin işlerden rahatsız olacak şekilde idrâk yaratır. O da bu çirkin işlerden rahatsız olup titrer.
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîflerinde; “Receb'in ilk Cumâ gecesini ihyâ edene, Allahü teâlâ kabir azâbı yapmaz. Duâlarını kabûl eder. Yalnız yedi kimseyi affetmez ve duâlarını kabûl etmez. Fâiz alan veya veren, müslümanları aşağı gören, anasına-babasına eziyet eden, karşı gelen evlâd, müslüman olan ve İslâmiyetin emirlerine uyan kocasını dinlemeyen kadın, şarkı ve çalgıcılığı san’at edinenler, livâta ve zinâ edenler, beş vakit namazı kılmayanlar” buyurdu.
Ebû Tâlib-i Mekkî “Kût'ul-kulûb” adlı eserinde şöyle nakleder: “Üç şeyden dolayı, Allahü teâlâ gadaba gelip arş titrer. Haksız yere adam öldürmek, erkeğin erkeğe ve kadının kadına gidip livâta yapmasıdır.”
Mücâhid (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Lûtî olan (livata yapan) kimse, tevbe edip bu pis fiilden vazgeçmedikçe, gökte ve yerde olan bütün sularla yıkansa, yine temizliği noksan olur.”
“Cevhere” kitabında diyor ki: “Gerek hayz (âdet) hâlinde, gerekse temiz iken, erkeğin, kadınına dübüründen yaklaşması haramdır. Büyük günahtır. Zevcesine böyle yapan mel’ûndur. Cinsi sapıklık denilen oğlan kirletmek (homoseksüellik) daha büyük günahtır. Buna livâta denir.”
Mâlik bin Dinâr buyuruyor ki: “Geçmiş ümmetlerden hiç birinde erkeğin erkeğe yaklaştığı işitilmedi. Ancak bu çirkin fiil, Lût kavmi arasında zuhûr etti. Onlara şeytan gelip bu fiili öğretti. İnsan tabîatına aykırı olan bu çirkin fiili yaptıkları için Allahü teâlânın gadabına uğradılar. Bu husûsta Allahü teâlâ, Şuarâ sûresi 165 ve 166. âyetinde meâlen; “Siz kadınlarınızı bırakıp da şehvetle erkeklere mi gidiyorsunuz? Muhakkak ki siz helâlden harama tecâvüz eden azgın bir kavimsiniz.” buyurdu.
Halbuki insan neslinin çoğalması için, erkeklere değil kadınlara yaklaşmak gerekir. Nikâhla olan bu evlilikten nesebi sahih kız ve oğullar meydana gelir. Allahü teâlâ insana şehveti bunun için vermiştir. Onun veriliş gâyesinden ve hikmetinden gâfil olarak hareket etmek, insanın cehâletinden ve azgınlığındandır.
Her dinde haram ve büyük günah olduğu bildirilen livâta, bugün sür’atle yayılan korkunç aids hastalığına sebep olmaktadır. Livâta eden insanda it uru ve aids hastalığı ortaya çıkmaktadır. 1985 yılında virüsü teşhis edilebilen bu hastalığın, domuz eti yiyenlerde görüldüğü de tespit edilmiştir. Hâlâ hastalığın tedâvisi yapılamadığı gibi belli bir ilacı da yoktur. Hastalık bilhassa livâta ve fuhşun yaygın olduğu cemiyetleri tehdit etmekte, Amerika ve Avrupa'da korkunç şekilde yayılmaktadır. Ayrıca insanlar arasında mânevî bir şâibe de bırakmaktadır.
3- Livâta ile öldürmek: Bu en çirkin fiil de, Lût kavminin helâk olmasına sebep olan fiillerdendir. Çok kötü bir iş ve en azgın bir zulümdür. Lût kavmi bir kimseyi öldürmek istedikleri zaman, ona livâta yapılmasını emrederler. Bu şekilde eziyet ettikten sonra öldürürlerdi.
4- Meclislerde açıktan livata yapmak veya şehvet verici fuhuş sözler söylemek: Lût kavmi yaptıkları çirkin fiilleri gizlemez ve alenî olarak yaparlardı. “Kitab-ül Arais”de; “Lût kavminin erkekleri, yollarda birbirleriyle livata yaparlardı” diye bildirilmektedir.
Ebû Nu'aym; İmâm-ı Ahmed'den, Meymûn bin Mihrân tarîki ile şöyle nakletti: “Bir kavim helâk olacağı zaman, onların meclislerinde münker, kötü ve mâsiyet işler yapılır.”
5- Kötü işler ve livâta yapmayanları ayıplamak: Lût kavmi, kötülüklerden ve fuhuş sözlerden sakınmadıkları gibi, bu işlerden sakınanları ayıplarlardı. Lût aleyhisselâm onları Hakk'a dâvet edip çirkin işlerden sakındırdığı zaman, kendi aralarında konuşup kararlaştırdılar ve Şuarâ sûresi 167. âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi Lût'a (aleyhisselâm) gelerek; “Ey Lût! Bu sözlerden (bu dâvâdan) vaz geçmezsen, mutlakâ (memleketimizden) koğulacaksın” dediler.
6- Lût kavminin kötü ve çirkin işlerinden biri de, kadınlara arkalarından yaklaşmak idi. Beyhekî, İbn-i Ebî Şeybe, İbn-i Münzir ve İbn-i Ebî Hâtem şöyle naklettiler: “Ali (radıyallahü anh) minberde bulunduğu sırada; “Bana; bilmediklerinizi sorunuz” buyurdu. Orada bulunanlardan birisi; “Kadınlara arkalarından yaklaşılır mı?” diye sordu. Hazret-i Ali; “Sizden önce âlemlerden hiçbirinin yapmadığı çirkin işi mi (livata) yapıyorsunuz” (A’râf sûresi: 80) meâlindeki âyeti duymadınız mı?” buyurdu. Allahü teâlâ bu âyet-i kerîmede, kadınlara da arkalarından yaklaşmanın kötü bir iş olduğunu ve Lût kavminin bu işi yaptığını beyân buyurdu. Arkadan yaklaşmanın, erkeğin nikâhlı hanımına bile olsa, çirkin ve haram olduğunu bildirdi.
7- Yol kesmek: Lût kavmi yol kesici idiler. Zulüm yaparlardı. Kendi memleketlerine dışarıdan gelen yabancı kimselerin mallarını zorla alırlardı. Onları fuhuş yapmaya (livâtaya) zorlarlardı. Allahü teâlâ bu husûsu Ankebût sûresi 29. âyetinde haber verdi.
Kâdı Beydâvî hazretleri: “Yol kesiyorsunuz” meâlindeki âyet-i kerîmeyi, yoldan geçenlere saldırarak, onların mallarını almak ve kadınlara yüz çevirip erkeklere gitmekten dolayı, neslin yolunu kesmek mânâlarında tefsîr etmiştir.
8- Çakıl taşlarını yoldan geçenlere veya mecliste bulunanlara atmak: Lût kavminin kötü işlerinden birisi de çamurdan yapılmış ufak taşları, mecliste bulunanlara veya yoldan geçenlere atmalarıdır. Onlar yol üstünde otururlar, yanlarında çakıl taşı dolu bir çanak bulundururlar, yabancı birisi geçince ona taş atarlardı. Kimin taşı isâbet ederse, onunla livâta yapmaya o kimsenin daha lâyık olduğunu kabûl ederlerdi.
9- Koğuculuk (söz taşımak): Lût kavminin helâk olmasına sebep olan kötü işlerden birisi de söz taşımaktır. Nitekim Lût aleyhisselâmın karısı Vâhile, evlerine gelen misâfirleri kavmine haber verdiği için helâk olmuştur.
Beyhekî, İbn-i Asâkir, Ebü'l-Kâsım İsfehânî; Dehhâk'dan (rahmetullahi aleyh) şöyle rivâyet ettiler: “Tahrim sûresinin; “O iki kadın, kullarımızdan birer sâlih kulun (Nûh ile Lût peygamberin) nikâhları altında idiler. Böyle iken kocalarına hâinlik ettiler” meâlindeki 10. âyeti hakkında Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem“Onların hıyânetleri nemîme, koğuculuk idi” buyurdu.
10- Cimrilik: Lût kavmi vâcib olan hakları yerine getirmekte cimri idiler. Yolculara haklarını vermezlerdi. Sadakayı terk etmişlerdi.
11-Lût kavminin azgınlıklarından biri de, kendilerini başkalarından üstün görüp, insanlarla alay etmeleri idi. Hadîs-i kudsîde Allahü teâlâ buyurdu ki: “Kibriya, üstünlük ve âzamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı Cehennem’e atarım, hiç acımam.” Hadîs-i şerîfte; “Kalbinde zerre kadar kibir (küfür) olan Cennet’e girmeyecektir” buyuruldu. Diğer bir hadîs-i şerîfte de; “Kıyâmet günü, dünyâdaki kibir sâhipleri, küçük karınca gibi zelîl ve hakîr olarak kabirden çıkarılacaktır. Karınca gibi, fakat insan şeklinde olacaklardır. Herkes bunları hakîr görecektir. Cehennem’in en derin ve azâbı en şiddetli olan bolis çukuruna sokulacaklardır. Buraya girenler kurtulmaktan me’yûs oldukları için, bolis denilmiştir. Ateş içinde gayb olacaklardır. Su istediklerinde kendilerine Cehennem’dekilerin irinleri verilecektir” buyuruldu.
Bir kimse ile alay etmek, ona gülmek, sözünü ve işlerini gülünç şekilde anlatmak, o kimsenin kırılmasına sebep olursa haramdır. Allahü teâlâ meâlen; “Ey Îmân edenler! Bir kavim, diğer bir kavimle alay etmesin. Olur ki (alay edilenler, Allah indinde) kendilerinden (yani alay edenlerden) daha hayırlıdır” (Hucurât sûresi: 11) buyurdu. Resûlullah efendimiz de (sallallahü aleyhi ve sellem“Bir kimseyi, tevbe etmiş olduğu bir günahtan dolayı gıybet eden kimse, o günaha müptelâ olmayınca ölmez”, bir defâ da; “İnsan benzerini yaptığı işe niçin güler?” buyurdu. Yine buyurdu ki: “Alay edene ve insanlara gülene, kıyâmet günü Cennet’in kapısını açarlar ve ona, gel gir derler. Yaklaşınca kapıyı kapatırlar. Dönünce yine bağırırlar, başka bir kapı açarlar. Sıkıntılı ve üzgün olarak bu kapıya gider, yaklaşınca kapı kapanır. Bu hâl o kadar devam eder ki, artık adama gel diye seslendikleri hâlde gidemez bir hâl alır.”
Alaya alma (istihzânın) haram olan şekli, onu küçümsemek ve ona eziyet vermek sûretiyle yapılandır. Sözüne, acayip hareketlerine, yazısına, işine, kılık ve kıyafetine, kusur ve noksanına gülmek gibi.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Bu kavmin kötülükleri, feci bir şekilde helâk edilmelerinin sebepleri, âyet-i kerîmelerde, hadis-i şeriflerde ve İslâm âlimlerinin kitaplarında beyân edilmiştir. Bu husûsta buyrulanlardan bir kısmı şöyledir.
“Râmuz-ül-Ehâdîs” de Hasen-ül-Basrî'den mürsel olarak rivâyet edilen hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “On şey vardır ki, Lût kavmi onları yapmış ve o yüzden helâk edilmiştir. Ümmetim ise onlara bir de kendisi katar. Bunlar; livâta (erkek erkeğe münâsebet), fındık gibi topaç taşlarını sapanla atmak, güvercinle (kumar) oynamak, def çalmak (kadınlar için düğünlerde rûhsat vardır), içki içmek, (özürsüz) sakal kesmek, (emredilenden fazla) bıyık uzatmak, ıslık çalmak, el çırpmak, ipek gömlek giymek (erkekler için), bir tane de ümmetim ilave eder ki, o da kadın kadına münâsebette bulunmaktır.” Bunlar, Lût'un (aleyhisselâm) dîninde yasak idi.
Tirmizî'nin ve Ahmed bin Hanbel'in (rahmetullahi aleyhim) bildirdikleri hadîs-i şerîfte; Resûlullah efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem), “Hâlâ erkeklere gidecek, yol kesecek (bazı müfessirlere göre; erkeklere giderek neslin yolunu kesecek), toplantı yerlerinizde meşru olmayanı yapıp duracak mısınız?” (Ankebût sûresi: 29) meâlindeki âyet-i kerîmeden sorulunca; “Onlar yoldan geçenlere çelme takıp düşürür ve onlarla alay ederlerdi. İşte yapa gelmekte oldukları fenâ şeyler budur” buyurdu.
Ümm-i Hânî'nin (radıyallahü anhâ) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, aynı âyet-i kerîmenin tefsîriyle ilgili olarak; “Onlar, yollarda oturuyorlar, yoldan geçenlere (çakıl) taşları atıyorlar, onlarla alay ediyorlardı” buyruldu.
İbn-i Mürdeveyh, Câbir bin Abdullah'tan (radıyallahü anhResûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) parmaklarla çakıl taşı atmaktan men ettiği ve bu âyet-i kerîmenin (Ankebût sûresi: 29), bu husûsu bildirdiğini beyân buyurduğunu rivâyet etti.
Bu âyet-i kerîmenin tefsîri, Kâsım bin Muhammed bin Ebî Bekr'e soruldu; “Onlar meclislerinde yelleniyorlardı. Birbirlerinin yanında bu işi yapmaktan utanmıyorlardı” buyurdu.
“Hüsn-üt-tenebbüh” kitabının yazarı Necmeddîn Gazzî (rahmetullahi aleyh), âyet-i kerîmede geçen Münker'le ilgili olarak; “Kadınların meclislerde bulunması, avret yerlerini açmaları, parmaklarını birbirine geçirerek oturmaları, erkeklerin kadınlara, kadınların erkeğe benzemeye çalışması olduğunu” söyledi.
“Sirâc-ül-Mülûk” kitabının yazarı olan Tartûşî, Lût kavminin belli başlı husûsiyetlerini kısaca şöyle bildirdi: “Onlar; puta tapıyorlar, yollara, meyve veren ağaçların altına, akar suların içine veya kenarlarına büyük abdestlerini yapıyorlardı. İnsanlara çakıl taşları atıyorlar, meclislerde oturdukları zaman açıktan sesli olarak yellenmek sûretiyle kötülüğü izhâr ediyorlardı. Mecliste bulunanların boyunlarına tokat atıyorlardı. Büyük abdestlerini yapacakları zaman, kimsenin bulunmadığı bir yer aramaksızın, alenî olarak avret mahallerini açıp gideriyorlardı.”


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Lût (aleyhisselâm) kendisine peygamberliği bildirilmeden önce, amcası İbrâhim'le (aleyhisselâm) birlikte Şam bölgesinde bir müddet kaldı. Allahü teâlâ, İbrâhim'e (aleyhisselâm) vahyedip; Lût'u (aleyhisselâm), Sedûm ahâlisine peygamber olarak göndermeyi dilediğini bildirdi. İbrâhim (aleyhisselâm), Allahü teâlânın emrini, yeğeni Lût'a (aleyhisselâm) tebliğ edip; “Sedûm şehrine git! O bölge halkını bir olan Allahü teâlâya ibâdet etmeye dâvet et. Allahü teâlânın emirlerini bildir, yasaklarından sakındır” dedi.
Lût'un (aleyhisselâm) peygamber olarak gönderildiği Sedûm ahâlisi (Lût kavmi), Kur’an-ı kerîmde; El-mü'tefikât (Alt-üst edilen yer) olarak bildirilen bölgede yaşarlardı. Bu bölge, bu günkü İsrâil ile Ürdün devletleri arasında bulunan Lût gölü civarındaydı. Bu bölgede başta en büyükleri Sedûm olmak üzere; Sûd, Saîd, Dumâ ve Âmura adında beş şehir vardı. Bu şehirlerden Sedûm'un etrâfı taş ve kurşundan surlarla çevrilmişti. Her bir şehirde sayısız insan yaşıyordu. Bu bölgede yaşayan insanlar; putlara tapıyorlar, yol kesip soygunculuk yapıyorlar ve o zamana kadar hiçbir kavim ve millet tarafından işlenmemiş, bugün en tehlikeli hastalıklardan aids'in baş sebeplerinden olduğu tespit ve ispat edilmiş olan livata (erkeğin erkeğe yaklaşması) çirkin ve iğrenç fiilini açıkta, herkesin içinde işliyorlardı. Adaletsizlik ve zulüm kol geziyor, zayıf insanlar eziliyor, fuhuş ve ahlâksızlık olan söz ve fiiller, herkesin içinde alenî olarak yapılıyordu.
Edeb ve hayâ tamâmen yok olmuştu. Ayıp ve günah bilinen her şey topluluk içinde yapıldığı gibi, yapanlar daha çok îtibâr görüyorlardı. En kötüsü; bu yapılan çirkin ve iğrenç hareketlerden kimse kimseyi sakındırmıyor, bu hareketleri yapmayanlar ise, toplumun dışına itilip ayıplanıyordu.
İşte böylesine azgın bir kavim üzerine peygamber olarak gönderilen Lût aleyhisselâm, yürüyerek Sedûm diyârına gitti. Sedûm şehri, Nemrûd'un yakınlarından Sedûm bin Hârik isimli bir kral tarafından idâre ediliyordu. Lût aleyhisselâm, Sedûm şehrine varınca, çarşının ortasında durdu. Onları bir olan Allahü teâlâya îmâna ve O'na ibâdet etmeye dâvet etti. Yapmış oldukları sapıklıklardan ve kötü işlerden vazgeçtikleri takdirde, dünyâda ve âhırette mes’ûd ve huzûrlu olacaklarını; kötülüklerine devamda ısrâr ettikleri takdirde, dünyâda ve âhırette şiddetli şekilde azâb göreceklerini bildirdi. “Ey insanlar! Allahü teâlâdan korkunuz ve O'na itâat ediniz. Putlara ibâdet etmekten vaz geçiniz. Sizden önce hiç bir milletin yapmadığı kötü çirkin işleri bırakınız. Ben, Allahü teâlânın size göndermiş olduğu peygamberiyim” dedi. Allahü teâlâ bu husûsu, Kur’an-ı kerîmde meâlen şöyle bildiriyor: “Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş emîn ve güvenilir bir peygamberim. Artık Allah'tan korkun ve bana itâat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, âlemlerin Rabbine aittir. Siz, Rabbinizin sizin için yarattığı zevcelerinizi bırakıp da, insanların içinden erkeklere mi gidiyorsunuz? Hayır siz helâlden harama tecâvüz eden bir kavimsiniz dedi.” (Şuarâ sûresi: 161-166)
Sedûm şehri halkı bu dâvete uymadı. Lût aleyhisselâmı yalanladılar. Onu dinlemediler. Nitekim Kur’an-ı kerîmde meâlen; “Lût kavmi, resûllerini yalanladılar” buyruldu. (Şuarâ sûresi: 160) Lût'un (aleyhisselâm) hiç kimseden çekinmeden insanları doğru yola dâveti kendisine ulaştığı zaman, kral; “Onu bana getirin” dedi. Lût aleyhisselâm, amcası hazret-i İbrâhim'i ateşe atan Nemrûd'un yakınlarından olan kralın yanına varınca, kral ona; “Sen kimsin? Seni kim gönderdi ve niçin geldin?” dedi. Kralın yanında bulunanlar; “Onun ismi Lût’dur. Kavmini kötülüklerden sakındırmak, Allah'a ibâdet etmelerini bildirmek üzere peygamber olarak gönderilmiş” dediler. Kral bu husûsları Lût'dan da (aleyhisselâm) işitince, kalbine şüphe ve korku düştü. Lût aleyhisselâma; “Ben kavmimin içinden bir kişiyim. Rabbinin emir ve yasaklarını onlara anlat, eğer kabûl ederlerse ben de onlarla beraberim” dedi.
Lût (aleyhisselâm), kralın yanından ayrıldıktan sonra, tekrar kavmini bir olan Allahü teâlâya ibâdet etmeye, isyân ve kötülüklerden sakındırmaya, Allahü teâlânın azâbıyla korkutmaya başladı. Doğru yoldan tamâmen ayrılmış olan insanlara yaptıkları işlerin fenâlığını ve çirkinliğini anlatıp, kötülüklerini yüzlerine vurdu. Lût’un (aleyhisselâm) kavmine söyledikleri, Kur’an-ı kerîmde meâlen şöyle bildirilmektedir: “Lût, kavmine, bu âlemde sizden önce hiç kimsenin yapmadığı hayâsızlığı mı yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere varıyorsunuz. Doğrusu çok aşırı giden azgın bir kavimsiniz.” (A’râf sûresi: 80, 81)
“Siz, çirkin olduğunu bile bile o kötülüğü yapacak mısınız? Siz kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere mi yanaşacaksınız? Gerçekten siz, cehâletle yaptığınız işin kötü âkıbetini düşünmezsiniz.” (Neml sûresi: 54, 55)
“Rabbinizin sizin için yarattığı zevcelerinizi terk edip, erkeklere meyletmekle, muhakkak siz azmış bir milletsiniz” (Şuarâ sûresi: 165-166)
Lût'un (aleyhisselâm) bütün bu sözlerine, onlara doğru yolu göstermek için gayretlerine, kavminin cevâbı; onu ve inananlarını şehirlerinden kovmaya kalkışmak oldu. Onların kendi aralarında yaptıkları bu husûstaki konuşmaları, âyet-i kerîmede meâlen şöyle haber verildi:
“Kavminin cevâbı; “Çıkarın onları memleketinizden. Çünkü onlar, fazla temizlik yapan insanlardır demelerinden başka (bir şey) olmadı.” (A’râf sûresi: 82)
Aralarında konuşup karar aldılar. Lût'u (aleyhisselâm) ve ona tâbi olanları Sedûm şehrinden çıkararak, kötülüklerine tam bir serbestiyet içerisinde devam etmeye karar verdiler. Lût'a (aleyhisselâm) varıp onu yurtlarından çıkarmakla tehdit ettiler. Bu husus, âyet-i kerîmede meâlen şöyle beyân buyuruldu: “Onlar, yâ Lût! Eğer sen bizi bu amelimizden nehyetmekten vaz geçmezsen, elbette bizim diyârımızdan çıkarılırsın, dediler.” (Şuarâ sûresi: 167)
Onların bu hareketlerine ve sözlerine karşı Lût aleyhisselâm“Ben sizin bu amelinize şiddetli buğz edenlerdenim” (Şuarâ sûresi: 168) diye cevap verdi. Onları, Allahü teâlânın azâbı ile korkuttu. Onlar yine aldırış etmediler. Hattâ alay edip; “Eğer doğru sözlü isen, Allahü teâlâdan bizim için vâd olunan azâbı getir dediler.” (Ankebût sûresi: 29) Yıllarca (bir rivâyette 40 yıl) bıkıp, usanmadan kavmini ıslâha çalışan Lût (aleyhisselâm), onların ıslâh olacaklarından ümîd kesip, şerlerinden Allahü teâlâya sığındı. Âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi; “Yâ Rabbî! Bana ve ehlime, onların uğursuzluk ve azâbından kurtuluş ver.” (Şuarâ sûresi: 169) “Yâ Rabbî! Bozguncular kavmi üzerine azâb indirerek bana nusret ver” dedi.
Lût kavmi her geçen gün işi iyice azıttılar. Kötülüklerine kötülük eklediler. Lût'un (aleyhisselâm) misâfir kabûl etmesini dışardan gelen gariplere sâhip çıkmasını bile yasakladılar. Sedûm kavminin bu isyân ve azgınlıklarından dolayı, yeryüzü bile dayanamayıp, Allahü teâlâya ilticâ ederek üzüntüsünü arz etti. Allahü teâlâ yeryüzüne; “Ben hâlimim, bana isyân edenlere cezâsını vermekte acele etmem. Takdir edilen zaman gelince de bir saat ileri ve geri bırakmam” buyurdu. Allahü teâlâ; inanmayıp, isyân edenlere, gereken cezâyı vermek ve mü’minleri kurtarmak üzere üç melek vazifelendirdi. Bu melekler; Cebrâil, İsrâfil ve Azrâil (aleyhimüsselâm) idi. Bir rivâyete göre de Cebrâil'in (aleyhisselâm) beraberinde oniki melek vardı. Hepsi birlikte İbrâhim'e (aleyhisselâm) vardılar. Kendi yaşı yüzonu, hanımının yaşı doksanı geçmiş olan hazret-i İbrâhim'e, Allahü teâlânın emriyle İshak'ı (aleyhisselâm) müjdelediler. Meleklerle İbrâhim (aleyhisselâm) arasındaki konuşmaların bundan sonrası, âyet-i kerîmede meâlen şöyle anlatılmaktadır: “İbrâhim (aleyhisselâm), meleklere; Ey Allah'ın elçileri! Sizin buraya teşrîfinizden maksadınız nedir? Niçin geldiniz? dedi. Melekler; Biz günahkâr bir kavmin (Lût kavminin) helâk edilmesi için gönderildik. Onların üzerine ateşte pişirilmiş çamurdan taşlar atacağız. Rabbin indinde o haddi aşan mücrimler için her bir taşta, helâki takdir edilmiş olan şahsın ismi nakşolunmuştur dediler.” (Zâriyât sûresi: 31-34)
“Bu karye (Sedûm) ahâlisini helâk edeceğiz. Onlar, çeşitli kötülüklerle küfür ve zulüm edicilerden oldular. İbrâhim (aleyhisselâm), meleklere; “Orada Lût vardır. O, zâlimlerden değildir.” dedi. Melekler; Biz oradaki mü’min ve kâfirleri biliriz. Biz Lût'a ve ehline kurtuluş veririz. Ancak zevcesi, azâba dâhil olanlardandır dediler.” (Ankebût sûresi; 31-32)
“İbrâhim'den (aleyhisselâm) korku gidip müjde gelince, Lût kavmi hakkında bizim elçilerimizle mücâdeleye (konuşmaya) başladı. Muhakkak İbrâhim'in (aleyhisselâmhilmi, kalbinin yumuşaklığı ve intikâmda teennîsi onu mücâdeleye sevketti. Zirâ insanlar için ah ve teessüfle, merhamet ederek hazret-i Gaffâr'a münâcaat ediciydi. Melekler; Ey İbrâhim! Bu mücâdeleden vaz geç. Muhakkak bunların azâbı, Rabbinin hükmüyle gelmiştir ve elbette gelip olacaktır. O azâb, mücâdele ve duâ ile geri çevrilmez" dediler.” (Hûd sûresi: 74-76)
Melekler, İbrâhim aleyhisselâmın yanından ayrılıp, Sedûm şehrine doğru yola çıktılar. Sedûm şehrine öğle vakti parlak, güzel yüzlü delikanlılar şeklinde gelip, hazret-i Lût'u tarlada çalışırken buldular. Bir rivâyette de akşam vakti geldiler. Şehrin dışında, Lût aleyhisselâmın kızlarına rastladılar. Büyük kızı su dolduruyordu. Gelen topluluğu görünce; “Bu günahkâr ve azgın kavmin arasına ne diye geldiniz? Bu şehirde sizi bir kişiden başka kimse misâfir etmez. O da bu kavmin azgınlıklarına üzülüyor” dedi. Kızları, misâfirleri olduğunu haber verince, Lût aleyhisselâm onların yanına gitti.
Lût aleyhisselâm bu güzel yüzlü gençleri görünce; “Siz benim bilmediğim kimselersiniz. Buraya niçin geldiniz?” diye sordu. Onlar da kendisinde misâfir kalmak için geldiklerini söylediler. Hazret-i Lût onları reddetmedi. Ancak azgın ve sapıtmış olan kavminden, genç ve güzel yüzlü olan bu misâfirlere bir zarar geleceği endişesiyle içi sıkıldı. Sonra onlara; “Nerden geldiniz?” diye sorunca, melekler; “Uzak yoldan geldik” dediler. Allahü teâlâ meleklere; Lût kavminin kötülükleriyle ilgili, Lût aleyhisselâmın dört defâ şâhidlik etmesini beklemelerini emretmişti. Lût (aleyhisselâm); “Bu kavmin azgınlık ve sapıklıklarını biliyor musunuz?” dedi. Bu söz üzerine Cebrâil aleyhisselâm diğer meleklere dönerek; “Bu birinci şahadetidir” dedi. Melekler, Lût aleyhisselâma yönelip; “Yâ Lût! Biz senin misâfiriniz. Kavminin azgınlıkları nedir, anlat!” dediler. Hazret-i Lût; “Yeryüzünde bu belde ahâlisinden daha azgın ve şerli bir kavim yoktur. Onlar livâta ederler, Allah onlara lânet etsin” deyince, Cebrâil (aleyhisselâm) diğer meleklere dönerek; “Bu ikinci şahâdetidir” dedi.
Lût aleyhisselâm onlara; “Şurada karanlık bastırıncaya kadar oturunuz. Sonra şehre girersiniz ve sizin geldiğinizi kimse hissetmez. Çünkü, bu kavim çok azgındır. Allah'ın lâneti onların üzerine olsun” dedi. Cebrâil (aleyhisselâm) tekrar diğer meleklere yönelip; “Bu üçüncü şahadetidir” dedi. Bir müddet sonra Lût (aleyhisselâm) önde, onlar arkada yürüyerek, Hazret-i Lût'un evine geldiler. Hazret-i Lût onları içeri alıp kapısını kilitledi. Daha sonra hanımını çağırıp, ona; “Bunlar benim misâfirlerimdir. Onlar sebebiyle kalbime korku düştü. Bu husûsu gizli tut, kimseye söyleme” diyerek tenbih etti. Karısı, bu husûsu gizleyeceğine ve kimseye söylemeyeceğine söz vermesine rağmen, hıyânet ederek evlerinde misâfir olduğunu kavmine haber verdi ve; “Ey kavmim! Lût, sizin yasaklamanıza rağmen evine erkek misâfirler getirdi. Bizim evimizde şimdiye kadar hiç görmediğim güzel yüzlü genç kimseler vardır” dedi. Böylece Hazret-i Lût'un evine misâfir geldiğini öğrenen zâlimler, bu haberi bir anda her tarafa yaydılar. Süratle toplanıp Hazret-i Lût'un evine geldiler. Evin etrâfını çevirdiler. Hazret-i Lût'u dışarıya çağırıp, misâfirlerini kendilerine teslim etmesini istediler. Misâfirlere de kötü fiillerini yapmak istediklerini açıkça söylediler. Kavminin bu isteği karşısında, Lût aleyhisselâmın içi sıkıldı, çok sıkıntıya düştü. Onlara nasîhat etmeye çalıştı. Bu nasîhatleri Kur’an-ı kerîmde meâlen şöyle bildirilmektedir:
“Ey kavmim! Bunlar benim misâfirlerimdir. Onlara karşı beni mahcub etmeyin. Allah'tan korkun. Beni rezil etmeyin dedi.” (Hicr sûresi: 68-69) Kavminden insâf bekliyordu. Fakat ümîdleri boşa çıktı. “Kavmine dedi ki: İçinizde aklı başında kimse yok mudur?” (Hûd sûresi: 78) Bunun üzerine inâdçı ve sapık kavmi ona; “Biz seni âlemin işine karışmaktan (bizim bu gibi işlerimize müdâhale etmekten) men etmemiş miydik? dediler.” (Hicr sûresi: 70) Hazret-i Lût, misâfirlerini korumak ve insanları bu çirkin kötülükten vazgeçirmek için; “Ey kavmim! İşte kızlarım, sizin için onlar daha temizdir, (imana gelip onları) nikâhla alın dedi.” (Hûd sûresi: 78, Hicr sûresi: 71) Ama Sedûm ahâlisi iyice kudurmuştu. Hazret-i Lût'a, meâlen; “Senin kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun. Doğrusu bizim ne istediğimizi sen bilirsin dediler.” (Hûd sûresi: 79)
Lût aleyhisselâm bu azgın ve ahlâksız insanlara her türlü nasîhati yaptı. Fakat kapıda toplanan halk bir türlü dağılmıyordu. Hazret-i Lût içi daralmış, çâresiz kalmıştı. Meâlen; “Keşke size yetecek bir kuvvetim olsa, veya sağlam bir kaleye sığınabilseydim” (Hûd sûresi: 80) dedi ve ellerini semâya kaldırıp, onların şerrinden Allahü teâlâya sığındı. Bu esnâda Cebrâil (aleyhisselâm) diğer meleklere dönüp; “Bu dördüncü şahâdetidir” dedi.
Hazret-i Lût'un bu kadar sıkılıp daraldığını gören melekler, ona mes’eleyi açtılar. Melek olduklarını bildirip, vazifelerini açıkladılar. Allahü teâlâ bu husûsta Kur’an-ı kerîmde meâlen şöyle buyurdu: “Ey Lût! Emîn ol, biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kat’îyen dokunamazlar.” (Hûd sûresi: 79) “Biz sana sâdece şüphe edip durdukları azâbı getirdik. Sana Hakk'ın emri ile geldik. Biz şüphesiz doğru söyleyenleriz.” (Hicr sûresi: 63) “Korkma, üzülme! Doğrusu biz seni ve hanımın dışında kalan âileni kurtaracağız. Ancak hanımın azâba uğrayan ve helâk olanlardandır. Bu belde halkının üzerine, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle gökten elbette bir azâb indireceğiz.” (Ankebût sûresi: 33-34) Melekler; “Ey Lût! Kapıyı aç ve geriye çekil! Korkma ve çekinme, gelsinler” dediler. Lût aleyhisselâm öyle yaptı. Kapıyı açtı, geriye çekildi. Azgınlar içeriye girdiler. Misâfir olan melekleri elde etmeğe çalıştılar. Cebrâil aleyhisselâm onlara kanadıyla vurunca, yüzleri siyahlaştı ve gözleri görmez oldu. Şaşkın şaşkın geriye kaçıştılar. Bu durum, Kur’an-ı kerîmin Kamer sûresi 37. âyetinde meâlen şöyle haber verildi: “Lût'dan, kavmi, misâfir melekleri istediler. Anadan doğma gibi kör oldular. İşte azâbımı ve tehditlerimin âkıbetini tadın dedik.”
Kalb gözleri mühürlenmiş azgın ve sapık insanlar bu azâbdan da nasiplerini alamayıp, Lût aleyhisselâma; “Yâ Lût! Yarın sana yapacaklarımıza hazır ol!” diye tehdit ederek, neye uğradıklarını şaşırmış bir hâlde evlerine döndüler. Bütün bunlara rağmen; “Lût, evine sihirbaz ve büyücüler getirmiş” diyerek, îmânsızlıklarından vazgeçmediler. Bundan sonra Lût'un (aleyhisselâm) nasıl hareket ettiği, Kur’an-ı kerîmde meâlen şöyle bildirildi:
 “Melekler, Lût'a; “Gecenin bir kısmında (sonunda) âileni (bu şehirden) yürüt. Sen de arkalarından git. Sizden hiçbir kimse arkasına bakmasın...” (Hicr sûresi: 65) “Yalnız hanımın müstesna. Çünkü onlara (kavmine) isâbet edecek azâb, hiç şüphesiz ona da gelecektir. Onlara vâd olunan helâk zamanı sabah vaktidir. Sabah vakti de yakın değil mi?” dediler.” (Hûd sûresi: 81)
Lût aleyhisselâmAllahü teâlânın emrine uyarak kızlarını alıp, inananlarla birlikte şehirden çıktı. Lût aleyhisselâmın hanımı Vâhile, Sedûm ahâlisinden idi. Lût aleyhisselâm, birinci hanımının vefâtından sonra onunla evlenmişti. Lût aleyhisselâma dıştan inanıyor görünüp, kalbden teslim olmamıştı. Ayrıca misâfirler (melekler) eve gelince de kavmine gidip; meleklerin Lût aleyhisselâmın misâfiri olduğunu haber vermiş ve hıyânet etmişti. Lût aleyhisselâm, kendine tâbi olanlarla ve kızlarıyla birlikte yola çıkacakları sırada, karısı da onları görüp; “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. Lût aleyhisselâm da olacakları haber verip; “Bunlar Rabbimin melekleridir. Bu kavmi ve bu şehirleri helâk etmek üzere geldiler” dedi. Hanımı bir rivâyete göre yola çıkmadan önce, bir rivâyete göre de Lût aleyhisselâmla birlikte yola çıktıktan sonra, başına çamurdan pişirilmiş taş düşüp helâk oldu. Bâzı rivâyetlerde ise hiç yola çıkmayıp azgın ve sapık olan Sedûm ahâlisiyle helâk oldu denilmektedir.
Rivayet edildiğine göre, azâb için bildirilen saat gelince, Cebrâil aleyhisselâm bu şehirlerin altına kanadını yaydı. İsrâfil aleyhisselâm şehirlerin etrâfını topladı. Azrâil aleyhisselâm da rûhlarını almak için hazırlandı. Nihâyet sabah vakti olunca, Cebrâil aleyhisselâm; “Kâfirlerin sabah vakti ne kötüdür”, İsrâfil aleyhisselâm; “Mücrimlerin sabahı ne kötüdür”, Azrâil aleyhisselâm da; “Gâfillerin sabahı ne kötüdür” diye nidâ ettiler. Cebrâil aleyhisselâm, şehirlerin altını üstüne getirdi. O derece yükseldi ki, gök ehli olan melekler dediler ki: “Bu gazâba, uğrayanlar kimlerdir?” O meleklere; “Bunlar Lût'un (aleyhisselâm) kavmidir” denildi. Nihâyet Cebrâil aleyhisselâm, altını üstüne getirdiği şehirleri Allahü teâlânın emriyle yere bıraktı. O şehirlerin ahâlisi üzerine, kime isâbet edeceği belli olan, ateşte pişmiş taşlar yağdırıldı. O şehirler olduğu gibi yere batırıldı. O şehir ahâlisinden olup, azâbın geldiği sırada orada bulunmayanları, diğer memleketlere gidenleri de kendileri için işâretlenmiş taşlar, gidip buldu. Onları helâk etti. Hattâ o sırada Mekke'de Harem-i şerîfte bulunan bir kimsenin taşı, kırk gün başının üzerinde bekleyip, o mübârek yerden çıkınca helâk ettiği de rivâyet edilmiştir. Allahü teâlâ Kur’an-ı kerîmde onların şehirlerini “Mü'tefikât” olarak bildirdi. O bölge harâb olup, cenâb-ı Hakk'ın gadabının nişânesi olarak pis kokulu ve siyah bir su çıkıp göl oldu. O şehirler işlek yollar üzerinde hâlâ durmaktadır. Bunda insanlar için ibret vardır. Allahü teâlâ Zâriyât sûresi 37. âyetinde meâlen; “Can yakıcı azâbdan korkanlar için o beldede bir işâret bıraktık” buyurarak, bu durumu haber verdi.
Bugün Sedûm bölgesinin yerindeki göl, Lût gölü adıyla anılmaktadır. Bu, Filistin'in doğusunda, Şeria nehrinin döküldüğü göldür. Ölü Deniz de denir. Kudüs'ün 24 km. doğusundaki Ürdün vâdisinde bulunan gölün kuzeyden güneye uzunluğu 74 km. ve en fazla genişliği 16 km. dir. Deniz seviyesinden 369 m. daha aşağıda olan gölün, suyu kokuludur. Alan 930 km. olup, ortalama derinliği 300 metredir. En derin yeri ise 401 metredir. Bu durumu ile dünyâda, sathı deniz seviyesinden en düşük su topluluğu husûsiyetine sâhiptir. Başlıca su kaynağı, Ürdün (Şeria) nehridir. Lût gölü dünyânın en tuzlu göllerindendir. Suyunda balık cinsi canlılar mevcût değildir. Çevresindeki taşlar üst üste olup, dibinde ve yüzünde toplanan zift sebebiyle suyu siyahtır. Allahü teâlânın kudretinin, büyüklüğünün ve düşmanlarından intikâm almasının işâreti olarak, her devirde yaşayan insanlara büyük bir ibrettir. Allahü teâlânın, peygamberlerine inanmayan ve yalanlayanlardan, azgınlık yapıp şehvetlerine uyanlardan ve kendisine isyân edenlerden intikâm almasının bir delilidir. Târihte ismi en çok zikredilen bu göle, her millet değişik isim vermiştir. Bunlardan en meşhûr olan el-Bahr-ül-meyyit (ölü deniz) ismidir.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Lût gölü yanında, Sedûm şehri halkına gönderilen peygamber. İbrâhim aleyhisselâmın kardeşi Hârân'ın oğludur. Kur’an-ı kerîmde yirmiyedi defâ zikredilmiştir. İbrâhim'i (aleyhisselâm) ateşe atan Nemrûd'un memleketinden diğer inananlarla birlikte hicret edip, Şam'a geldikten sonra, azgın bir kavim olan Sedûm ahâlisine peygamber olduğu bildirildi. Yıllarca durup dinlenmeden kavmine nasîhat edip, hak yola dâvet etti. Kavmi îmân etme şerefine erişemeyip, azgınlıklarını daha da artırdı. Lût'a (aleyhisselâm) eziyet etmek bedbahtlığına düştüler. Allahü teâlânın azâbına düçâr olup üzerlerine taş yağdırıldıktan sonra şehirleri ile birlikte yerin dibine batırıldılar. Ancak Lût aleyhisselâm ve ona inanan bir hâne halkı kurtuldu. Nifakı sebebiyle îmân etme şerefine erişememiş olan Lût'un (aleyhisselâm) hanımı bile bu azâbdan kurtulamadı. Lût aleyhisselâm, kavminin helâkinden sonra, Şam bölgesine gidip, amcası İbrâhim'in (aleyhisselâm) yanında yedi sene kaldı. Sonra Hicaz'a gidip, seksen yaşında iken orada vefât etti. Kabrinin, İbrâhim'in (aleyhisselâm) kabrinin de bulunduğu Filistin'deki Halîlürrahmân'da veya Mekke-i mükerremede Kâbe yanında Hatim denilen yerde olduğu rivâyet edilir.

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


1- İbrâhim aleyhisselâmın mübârek vücûduna ateş tesir etmedi. Nemrûd onu ateşe attığında Allahü teâlâ“Ey ateş! İbrâhim üzerine serin ve selâmet ol.” buyurunca ateş onu yakmadı.
2- Cansız olan, parça parça edilmiş ve parçaları ayrı ayrı yerlere konmuş olan kuşlar (dört kuş), İbrâhim aleyhisselâmın çağırması üzerine yeniden dirilmişlerdir.
3- İbrâhim aleyhisselâmın mûcizesi ile taşlar kömür gibi yanmıştır. Rivâyete göre İbrâhim (aleyhisselâm) Şam tarafına hicret ettiğinde çayırlık, çimenlik bir yerde konaklamıştı. Orada yakacak hiç bir şey bulamayan, buldukları az bir şeyle ihtiyaçlarını karşılayamayan ahâli, durumlarını İbrâhim aleyhisselâma anlattı. İbrâhim aleyhisselâm taşları toplattı ve kömür gibi yaktı. Bu mûcizeyi gören pek çok kimse îmân etti.
4- Bazen yırtıcı ve yabanî hayvanlar İbrâhim aleyhisselâm ile beraber giderler ve dile gelerek gâyet açık olarak onunla konuşurlardı. Bir defâsında, hanımı hazret-i Hâcer'le ve oğlu hazret-i İsmâil'le görüşmek ve onları ziyâret etmek için Mekke'ye gitmişti. Şam'a geri dönüşünde bir çok yabânî hayvan, İbrâhim aleyhisselâm ile beraber yürüyüp, onunla açıkça konuştular.
5- İbrâhim aleyhisselâm duvarların ve dağların arkasını da görürdü. Bu mûcizesi Mısır'a gittiğinde zevcesi Hazret-i Sâre'ye musallat olmak isteyen zamanın kralı Fir’avn, Hazret-i Sâre'yi sarayına alınca, İbrâhim aleyhisselâm dışardan içeriyi seyretmiştir. Sarayın duvarları ona cam gibi olmuş ve gözünden perde kaldırılmıştır. Böylece Hazret-i Sâre'ye el uzatmaya kalkışan Fir’avn'un ellerinin kuruyup, ayaklarının tutmayarak yere yıkıldığına şâhid olmuştur.
6- İbrâhim aleyhisselâmın bastığı taşın üzerinden ağaç bitip yeşermiştir. Bu istek dîne dâvet ettiği bir beldenin ahâlisinden geldi. Duâsı netîcesinde bu mûcizeyi gösterdi.
7- İbrâhim aleyhisselâmın oturduğu yerden güzel kokular yayılırdı. Ayrılsa bile, senelerce güzel kokusu oradan çıkmazdı. Hazret-i İsmâil de babasının evine gelip gittiğini, onun kokusundan anlamıştı.

İbrâhim aleyhisselâm yüzyetmişbeş yaşında Hazret-i Hâcer ve Hazret-i Sâre'den sonra Kudüs'te vefât etti. Vefât etmeden önce oğlu hazret-i İsmâil'e şu vasiyette bulundu: “Ey oğlum! Alnında parlayan bu nûr, son peygamber Muhammed aleyhisselâmın nûrudur. Bütün baba ve dedelerimizin vasiyeti; bu nûru iyi muhâfaza edip, zâyi etmeyip ehline teslim etmektir. Bu mübârek nûru iyi muhâfaza et, nikâhlı, afif ve temiz kadınlara teslim eyle. Sen evlâdına da böyle vasiyette bulun.” Bu hususta hazret-i İsmâil’den kuvvetli söz alıp vasiyetini tamamladı.
İbrâhim aleyhisselâmın ibâdet ettiği bir evi var idi. Bir gün evden çıkıp kapıyı kilitledi ve bir müddet sonra döndü. Kapıyı açıp girince, içerde birisinin oturduğunu gördü. “Bu eve seni kim koydu?” diye sorunca, o şahıs; “Ev sâhibi koydu” diye cevap verdi. “Ev sâhibi benim. Ben seni içeri koymadım!” deyince de; “Senden ve benden başka bir sâhip vardır. O her şeyin sâhibidir” dedi. Bunun üzerine oturanın melek olduğunu anladı. Kimsin diye sordu ve Melek-ül mevt, yâni ölüm meleği olduğunu öğrendi. Sonra İbrâhim aleyhisselâm; “Mü’minlerin rûhunu nasıl alırsın bana göster” buyurdu. Azrâil aleyhisselâm; “Mübârek yüzünü yan tarafa çevir” dedi. Yüzünü çevirince gâyet güzel bir sûret gördü. Hiç öyle güzel yüz görmemişti. Bunun üzerine; “Ey Melek-ül mevt! Eğer ölen bir kimseye bu sûret gösterilirse ona kâfidir” buyurdu. Bundan sonra “Îmân etmeyenlerin, kâfirlerin rûhunu nasıl alıyorsun onu da göster?” deyince, Azrâil aleyhisselâm; “Tâhâmmül edemezsin” buyurdu. Görmek isteğinde ısrâr edince; “Yüzünü yana çevir” dedi. İbrâhim aleyhisselâm yan tarafa dönüp bakınca, çok korkunç bir sûret gördü. Bu hâli gördü ve kendinden geçti. Kendine gelince de; “Eğer kâfire bundan başka kötü şey göstermeseler bu ona yeter.” buyurdu.
İbrâhim aleyhisselâm bundan sonra da Melek-ül mevt'e yâni Azrâil aleyhisselâma; “Ziyârete mi geldin? Rûhumu almaya mı?” buyurdu. “Eğer izin verirsen rûhunu almaya!” diye cevap verdi. İbrâhim aleyhisselâm; “Dost dostun canını alır mı?” deyince; “Yâ İbrâhim (aleyhisselâm) bu hususu Allahü teâlâya arz edeyim, ne buyurursa sana bildireyim” buyurdu. Azrâil aleyhisselâm gidip hemen geldi. Allahü teâlâ; “Dost dosta kavuşmak istemez mi?” buyurdu dedi. İbrâhim aleyhisselâm bunu işitince; “Çabuk gel kardeşim, hemen canımı cânâna kavuştur, benim için bundan büyük müjde olamaz” buyurdu. Bunun üzerine Azrâil aleyhisselâm mübârek rûhunu kabzetti.
İbrâhim aleyhisselâm Kudüs civârında Habrun kasabasında bir mağaraya defnedilmiştir. Bu kasaba, İbrâhim aleyhisselâmın Halîl (Allahü teâlânın dostu) ismine izâfeten Halîlürrahmân ismiyle meşhûrdur. Bu beldede; hazret-i Lût, hazret-i İshak ve hazret-i Ya’kub'un ve daha pek çok peygamberin kabrinin bulunduğu rivâyet edilmiştir. Müslüman hükümdârlar orada bulunan mescidleri ve türbeleri kendi devirlerinde tâmir ettirmişlerdir. Halîlürrahmân'daki mescid ve türbeleri ise son olarak, Osmanlı Sultânı ikinci Abdülhamid Han tâmir ettirmiştir.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget