Lût (aleyhisselâm) kendisine peygamberliği bildirilmeden önce, amcası İbrâhim'le (aleyhisselâm) birlikte Şam bölgesinde bir müddet kaldı. Allahü teâlâ, İbrâhim'e (aleyhisselâm) vahyedip; Lût'u (aleyhisselâm), Sedûm ahâlisine peygamber olarak göndermeyi dilediğini bildirdi. İbrâhim (aleyhisselâm), Allahü teâlânın emrini, yeğeni Lût'a (aleyhisselâm) tebliğ edip; “Sedûm şehrine git! O bölge halkını bir olan Allahü teâlâya ibâdet etmeye dâvet et. Allahü teâlânın emirlerini bildir, yasaklarından sakındır” dedi.
Lût'un (aleyhisselâm) peygamber olarak gönderildiği Sedûm ahâlisi (Lût kavmi), Kur’an-ı kerîmde; El-mü'tefikât (Alt-üst edilen yer) olarak bildirilen bölgede yaşarlardı. Bu bölge, bu günkü İsrâil ile Ürdün devletleri arasında bulunan Lût gölü civarındaydı. Bu bölgede başta en büyükleri Sedûm olmak üzere; Sûd, Saîd, Dumâ ve Âmura adında beş şehir vardı. Bu şehirlerden Sedûm'un etrâfı taş ve kurşundan surlarla çevrilmişti. Her bir şehirde sayısız insan yaşıyordu. Bu bölgede yaşayan insanlar; putlara tapıyorlar, yol kesip soygunculuk yapıyorlar ve o zamana kadar hiçbir kavim ve millet tarafından işlenmemiş, bugün en tehlikeli hastalıklardan aids'in baş sebeplerinden olduğu tespit ve ispat edilmiş olan livata (erkeğin erkeğe yaklaşması) çirkin ve iğrenç fiilini açıkta, herkesin içinde işliyorlardı. Adaletsizlik ve zulüm kol geziyor, zayıf insanlar eziliyor, fuhuş ve ahlâksızlık olan söz ve fiiller, herkesin içinde alenî olarak yapılıyordu.
Edeb ve hayâ tamâmen yok olmuştu. Ayıp ve günah bilinen her şey topluluk içinde yapıldığı gibi, yapanlar daha çok îtibâr görüyorlardı. En kötüsü; bu yapılan çirkin ve iğrenç hareketlerden kimse kimseyi sakındırmıyor, bu hareketleri yapmayanlar ise, toplumun dışına itilip ayıplanıyordu.
İşte böylesine azgın bir kavim üzerine peygamber olarak gönderilen Lût aleyhisselâm, yürüyerek Sedûm diyârına gitti. Sedûm şehri, Nemrûd'un yakınlarından Sedûm bin Hârik isimli bir kral tarafından idâre ediliyordu. Lût aleyhisselâm, Sedûm şehrine varınca, çarşının ortasında durdu. Onları bir olan Allahü teâlâya îmâna ve O'na ibâdet etmeye dâvet etti. Yapmış oldukları sapıklıklardan ve kötü işlerden vazgeçtikleri takdirde, dünyâda ve âhırette mes’ûd ve huzûrlu olacaklarını; kötülüklerine devamda ısrâr ettikleri takdirde, dünyâda ve âhırette şiddetli şekilde azâb göreceklerini bildirdi. “Ey insanlar! Allahü teâlâdan korkunuz ve O'na itâat ediniz. Putlara ibâdet etmekten vaz geçiniz. Sizden önce hiç bir milletin yapmadığı kötü çirkin işleri bırakınız. Ben, Allahü teâlânın size göndermiş olduğu peygamberiyim” dedi. Allahü teâlâ bu husûsu, Kur’an-ı kerîmde meâlen şöyle bildiriyor: “Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş emîn ve güvenilir bir peygamberim. Artık Allah'tan korkun ve bana itâat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, âlemlerin Rabbine aittir. Siz, Rabbinizin sizin için yarattığı zevcelerinizi bırakıp da, insanların içinden erkeklere mi gidiyorsunuz? Hayır siz helâlden harama tecâvüz eden bir kavimsiniz dedi.” (Şuarâ sûresi: 161-166)
Sedûm şehri halkı bu dâvete uymadı. Lût aleyhisselâmı yalanladılar. Onu dinlemediler. Nitekim Kur’an-ı kerîmde meâlen; “Lût kavmi, resûllerini yalanladılar” buyruldu. (Şuarâ sûresi: 160) Lût'un (aleyhisselâm) hiç kimseden çekinmeden insanları doğru yola dâveti kendisine ulaştığı zaman, kral; “Onu bana getirin” dedi. Lût aleyhisselâm, amcası hazret-i İbrâhim'i ateşe atan Nemrûd'un yakınlarından olan kralın yanına varınca, kral ona; “Sen kimsin? Seni kim gönderdi ve niçin geldin?” dedi. Kralın yanında bulunanlar; “Onun ismi Lût’dur. Kavmini kötülüklerden sakındırmak, Allah'a ibâdet etmelerini bildirmek üzere peygamber olarak gönderilmiş” dediler. Kral bu husûsları Lût'dan da (aleyhisselâm) işitince, kalbine şüphe ve korku düştü. Lût aleyhisselâma; “Ben kavmimin içinden bir kişiyim. Rabbinin emir ve yasaklarını onlara anlat, eğer kabûl ederlerse ben de onlarla beraberim” dedi.
Lût (aleyhisselâm), kralın yanından ayrıldıktan sonra, tekrar kavmini bir olan Allahü teâlâya ibâdet etmeye, isyân ve kötülüklerden sakındırmaya, Allahü teâlânın azâbıyla korkutmaya başladı. Doğru yoldan tamâmen ayrılmış olan insanlara yaptıkları işlerin fenâlığını ve çirkinliğini anlatıp, kötülüklerini yüzlerine vurdu. Lût’un (aleyhisselâm) kavmine söyledikleri, Kur’an-ı kerîmde meâlen şöyle bildirilmektedir: “Lût, kavmine, bu âlemde sizden önce hiç kimsenin yapmadığı hayâsızlığı mı yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere varıyorsunuz. Doğrusu çok aşırı giden azgın bir kavimsiniz.” (A’râf sûresi: 80, 81)
“Siz, çirkin olduğunu bile bile o kötülüğü yapacak mısınız? Siz kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere mi yanaşacaksınız? Gerçekten siz, cehâletle yaptığınız işin kötü âkıbetini düşünmezsiniz.” (Neml sûresi: 54, 55)
“Rabbinizin sizin için yarattığı zevcelerinizi terk edip, erkeklere meyletmekle, muhakkak siz azmış bir milletsiniz” (Şuarâ sûresi: 165-166)
Lût'un (aleyhisselâm) bütün bu sözlerine, onlara doğru yolu göstermek için gayretlerine, kavminin cevâbı; onu ve inananlarını şehirlerinden kovmaya kalkışmak oldu. Onların kendi aralarında yaptıkları bu husûstaki konuşmaları, âyet-i kerîmede meâlen şöyle haber verildi:
“Kavminin cevâbı; “Çıkarın onları memleketinizden. Çünkü onlar, fazla temizlik yapan insanlardır demelerinden başka (bir şey) olmadı.” (A’râf sûresi: 82)
Aralarında konuşup karar aldılar. Lût'u (aleyhisselâm) ve ona tâbi olanları Sedûm şehrinden çıkararak, kötülüklerine tam bir serbestiyet içerisinde devam etmeye karar verdiler. Lût'a (aleyhisselâm) varıp onu yurtlarından çıkarmakla tehdit ettiler. Bu husus, âyet-i kerîmede meâlen şöyle beyân buyuruldu: “Onlar, yâ Lût! Eğer sen bizi bu amelimizden nehyetmekten vaz geçmezsen, elbette bizim diyârımızdan çıkarılırsın, dediler.” (Şuarâ sûresi: 167)
Onların bu hareketlerine ve sözlerine karşı Lût aleyhisselâm; “Ben sizin bu amelinize şiddetli buğz edenlerdenim” (Şuarâ sûresi: 168) diye cevap verdi. Onları, Allahü teâlânın azâbı ile korkuttu. Onlar yine aldırış etmediler. Hattâ alay edip; “Eğer doğru sözlü isen, Allahü teâlâdan bizim için vâd olunan azâbı getir dediler.” (Ankebût sûresi: 29) Yıllarca (bir rivâyette 40 yıl) bıkıp, usanmadan kavmini ıslâha çalışan Lût (aleyhisselâm), onların ıslâh olacaklarından ümîd kesip, şerlerinden Allahü teâlâya sığındı. Âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi; “Yâ Rabbî! Bana ve ehlime, onların uğursuzluk ve azâbından kurtuluş ver.” (Şuarâ sûresi: 169) “Yâ Rabbî! Bozguncular kavmi üzerine azâb indirerek bana nusret ver” dedi.
Lût kavmi her geçen gün işi iyice azıttılar. Kötülüklerine kötülük eklediler. Lût'un (aleyhisselâm) misâfir kabûl etmesini dışardan gelen gariplere sâhip çıkmasını bile yasakladılar. Sedûm kavminin bu isyân ve azgınlıklarından dolayı, yeryüzü bile dayanamayıp, Allahü teâlâya ilticâ ederek üzüntüsünü arz etti. Allahü teâlâ yeryüzüne; “Ben hâlimim, bana isyân edenlere cezâsını vermekte acele etmem. Takdir edilen zaman gelince de bir saat ileri ve geri bırakmam” buyurdu. Allahü teâlâ; inanmayıp, isyân edenlere, gereken cezâyı vermek ve mü’minleri kurtarmak üzere üç melek vazifelendirdi. Bu melekler; Cebrâil, İsrâfil ve Azrâil (aleyhimüsselâm) idi. Bir rivâyete göre de Cebrâil'in (aleyhisselâm) beraberinde oniki melek vardı. Hepsi birlikte İbrâhim'e (aleyhisselâm) vardılar. Kendi yaşı yüzonu, hanımının yaşı doksanı geçmiş olan hazret-i İbrâhim'e, Allahü teâlânın emriyle İshak'ı (aleyhisselâm) müjdelediler. Meleklerle İbrâhim (aleyhisselâm) arasındaki konuşmaların bundan sonrası, âyet-i kerîmede meâlen şöyle anlatılmaktadır: “İbrâhim (aleyhisselâm), meleklere; Ey Allah'ın elçileri! Sizin buraya teşrîfinizden maksadınız nedir? Niçin geldiniz? dedi. Melekler; Biz günahkâr bir kavmin (Lût kavminin) helâk edilmesi için gönderildik. Onların üzerine ateşte pişirilmiş çamurdan taşlar atacağız. Rabbin indinde o haddi aşan mücrimler için her bir taşta, helâki takdir edilmiş olan şahsın ismi nakşolunmuştur dediler.” (Zâriyât sûresi: 31-34)
“Bu karye (Sedûm) ahâlisini helâk edeceğiz. Onlar, çeşitli kötülüklerle küfür ve zulüm edicilerden oldular. İbrâhim (aleyhisselâm), meleklere; “Orada Lût vardır. O, zâlimlerden değildir.” dedi. Melekler; Biz oradaki mü’min ve kâfirleri biliriz. Biz Lût'a ve ehline kurtuluş veririz. Ancak zevcesi, azâba dâhil olanlardandır dediler.” (Ankebût sûresi; 31-32)
“İbrâhim'den (aleyhisselâm) korku gidip müjde gelince, Lût kavmi hakkında bizim elçilerimizle mücâdeleye (konuşmaya) başladı. Muhakkak İbrâhim'in (aleyhisselâm) hilmi, kalbinin yumuşaklığı ve intikâmda teennîsi onu mücâdeleye sevketti. Zirâ insanlar için ah ve teessüfle, merhamet ederek hazret-i Gaffâr'a münâcaat ediciydi. Melekler; Ey İbrâhim! Bu mücâdeleden vaz geç. Muhakkak bunların azâbı, Rabbinin hükmüyle gelmiştir ve elbette gelip olacaktır. O azâb, mücâdele ve duâ ile geri çevrilmez" dediler.” (Hûd sûresi: 74-76)
Melekler, İbrâhim aleyhisselâmın yanından ayrılıp, Sedûm şehrine doğru yola çıktılar. Sedûm şehrine öğle vakti parlak, güzel yüzlü delikanlılar şeklinde gelip, hazret-i Lût'u tarlada çalışırken buldular. Bir rivâyette de akşam vakti geldiler. Şehrin dışında, Lût aleyhisselâmın kızlarına rastladılar. Büyük kızı su dolduruyordu. Gelen topluluğu görünce; “Bu günahkâr ve azgın kavmin arasına ne diye geldiniz? Bu şehirde sizi bir kişiden başka kimse misâfir etmez. O da bu kavmin azgınlıklarına üzülüyor” dedi. Kızları, misâfirleri olduğunu haber verince, Lût aleyhisselâm onların yanına gitti.
Lût aleyhisselâm bu güzel yüzlü gençleri görünce; “Siz benim bilmediğim kimselersiniz. Buraya niçin geldiniz?” diye sordu. Onlar da kendisinde misâfir kalmak için geldiklerini söylediler. Hazret-i Lût onları reddetmedi. Ancak azgın ve sapıtmış olan kavminden, genç ve güzel yüzlü olan bu misâfirlere bir zarar geleceği endişesiyle içi sıkıldı. Sonra onlara; “Nerden geldiniz?” diye sorunca, melekler; “Uzak yoldan geldik” dediler. Allahü teâlâ meleklere; Lût kavminin kötülükleriyle ilgili, Lût aleyhisselâmın dört defâ şâhidlik etmesini beklemelerini emretmişti. Lût (aleyhisselâm); “Bu kavmin azgınlık ve sapıklıklarını biliyor musunuz?” dedi. Bu söz üzerine Cebrâil aleyhisselâm diğer meleklere dönerek; “Bu birinci şahadetidir” dedi. Melekler, Lût aleyhisselâma yönelip; “Yâ Lût! Biz senin misâfiriniz. Kavminin azgınlıkları nedir, anlat!” dediler. Hazret-i Lût; “Yeryüzünde bu belde ahâlisinden daha azgın ve şerli bir kavim yoktur. Onlar livâta ederler, Allah onlara lânet etsin” deyince, Cebrâil (aleyhisselâm) diğer meleklere dönerek; “Bu ikinci şahâdetidir” dedi.
Lût aleyhisselâm onlara; “Şurada karanlık bastırıncaya kadar oturunuz. Sonra şehre girersiniz ve sizin geldiğinizi kimse hissetmez. Çünkü, bu kavim çok azgındır. Allah'ın lâneti onların üzerine olsun” dedi. Cebrâil (aleyhisselâm) tekrar diğer meleklere yönelip; “Bu üçüncü şahadetidir” dedi. Bir müddet sonra Lût (aleyhisselâm) önde, onlar arkada yürüyerek, Hazret-i Lût'un evine geldiler. Hazret-i Lût onları içeri alıp kapısını kilitledi. Daha sonra hanımını çağırıp, ona; “Bunlar benim misâfirlerimdir. Onlar sebebiyle kalbime korku düştü. Bu husûsu gizli tut, kimseye söyleme” diyerek tenbih etti. Karısı, bu husûsu gizleyeceğine ve kimseye söylemeyeceğine söz vermesine rağmen, hıyânet ederek evlerinde misâfir olduğunu kavmine haber verdi ve; “Ey kavmim! Lût, sizin yasaklamanıza rağmen evine erkek misâfirler getirdi. Bizim evimizde şimdiye kadar hiç görmediğim güzel yüzlü genç kimseler vardır” dedi. Böylece Hazret-i Lût'un evine misâfir geldiğini öğrenen zâlimler, bu haberi bir anda her tarafa yaydılar. Süratle toplanıp Hazret-i Lût'un evine geldiler. Evin etrâfını çevirdiler. Hazret-i Lût'u dışarıya çağırıp, misâfirlerini kendilerine teslim etmesini istediler. Misâfirlere de kötü fiillerini yapmak istediklerini açıkça söylediler. Kavminin bu isteği karşısında, Lût aleyhisselâmın içi sıkıldı, çok sıkıntıya düştü. Onlara nasîhat etmeye çalıştı. Bu nasîhatleri Kur’an-ı kerîmde meâlen şöyle bildirilmektedir:
“Ey kavmim! Bunlar benim misâfirlerimdir. Onlara karşı beni mahcub etmeyin. Allah'tan korkun. Beni rezil etmeyin dedi.” (Hicr sûresi: 68-69) Kavminden insâf bekliyordu. Fakat ümîdleri boşa çıktı. “Kavmine dedi ki: İçinizde aklı başında kimse yok mudur?” (Hûd sûresi: 78) Bunun üzerine inâdçı ve sapık kavmi ona; “Biz seni âlemin işine karışmaktan (bizim bu gibi işlerimize müdâhale etmekten) men etmemiş miydik? dediler.” (Hicr sûresi: 70) Hazret-i Lût, misâfirlerini korumak ve insanları bu çirkin kötülükten vazgeçirmek için; “Ey kavmim! İşte kızlarım, sizin için onlar daha temizdir, (imana gelip onları) nikâhla alın dedi.” (Hûd sûresi: 78, Hicr sûresi: 71) Ama Sedûm ahâlisi iyice kudurmuştu. Hazret-i Lût'a, meâlen; “Senin kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun. Doğrusu bizim ne istediğimizi sen bilirsin dediler.” (Hûd sûresi: 79)
Lût aleyhisselâm bu azgın ve ahlâksız insanlara her türlü nasîhati yaptı. Fakat kapıda toplanan halk bir türlü dağılmıyordu. Hazret-i Lût içi daralmış, çâresiz kalmıştı. Meâlen; “Keşke size yetecek bir kuvvetim olsa, veya sağlam bir kaleye sığınabilseydim” (Hûd sûresi: 80) dedi ve ellerini semâya kaldırıp, onların şerrinden Allahü teâlâya sığındı. Bu esnâda Cebrâil (aleyhisselâm) diğer meleklere dönüp; “Bu dördüncü şahâdetidir” dedi.
Hazret-i Lût'un bu kadar sıkılıp daraldığını gören melekler, ona mes’eleyi açtılar. Melek olduklarını bildirip, vazifelerini açıkladılar. Allahü teâlâ bu husûsta Kur’an-ı kerîmde meâlen şöyle buyurdu: “Ey Lût! Emîn ol, biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kat’îyen dokunamazlar.” (Hûd sûresi: 79) “Biz sana sâdece şüphe edip durdukları azâbı getirdik. Sana Hakk'ın emri ile geldik. Biz şüphesiz doğru söyleyenleriz.” (Hicr sûresi: 63) “Korkma, üzülme! Doğrusu biz seni ve hanımın dışında kalan âileni kurtaracağız. Ancak hanımın azâba uğrayan ve helâk olanlardandır. Bu belde halkının üzerine, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle gökten elbette bir azâb indireceğiz.” (Ankebût sûresi: 33-34) Melekler; “Ey Lût! Kapıyı aç ve geriye çekil! Korkma ve çekinme, gelsinler” dediler. Lût aleyhisselâm öyle yaptı. Kapıyı açtı, geriye çekildi. Azgınlar içeriye girdiler. Misâfir olan melekleri elde etmeğe çalıştılar. Cebrâil aleyhisselâm onlara kanadıyla vurunca, yüzleri siyahlaştı ve gözleri görmez oldu. Şaşkın şaşkın geriye kaçıştılar. Bu durum, Kur’an-ı kerîmin Kamer sûresi 37. âyetinde meâlen şöyle haber verildi: “Lût'dan, kavmi, misâfir melekleri istediler. Anadan doğma gibi kör oldular. İşte azâbımı ve tehditlerimin âkıbetini tadın dedik.”
Kalb gözleri mühürlenmiş azgın ve sapık insanlar bu azâbdan da nasiplerini alamayıp, Lût aleyhisselâma; “Yâ Lût! Yarın sana yapacaklarımıza hazır ol!” diye tehdit ederek, neye uğradıklarını şaşırmış bir hâlde evlerine döndüler. Bütün bunlara rağmen; “Lût, evine sihirbaz ve büyücüler getirmiş” diyerek, îmânsızlıklarından vazgeçmediler. Bundan sonra Lût'un (aleyhisselâm) nasıl hareket ettiği, Kur’an-ı kerîmde meâlen şöyle bildirildi:
“Melekler, Lût'a; “Gecenin bir kısmında (sonunda) âileni (bu şehirden) yürüt. Sen de arkalarından git. Sizden hiçbir kimse arkasına bakmasın...” (Hicr sûresi: 65) “Yalnız hanımın müstesna. Çünkü onlara (kavmine) isâbet edecek azâb, hiç şüphesiz ona da gelecektir. Onlara vâd olunan helâk zamanı sabah vaktidir. Sabah vakti de yakın değil mi?” dediler.” (Hûd sûresi: 81)
Lût aleyhisselâm, Allahü teâlânın emrine uyarak kızlarını alıp, inananlarla birlikte şehirden çıktı. Lût aleyhisselâmın hanımı Vâhile, Sedûm ahâlisinden idi. Lût aleyhisselâm, birinci hanımının vefâtından sonra onunla evlenmişti. Lût aleyhisselâma dıştan inanıyor görünüp, kalbden teslim olmamıştı. Ayrıca misâfirler (melekler) eve gelince de kavmine gidip; meleklerin Lût aleyhisselâmın misâfiri olduğunu haber vermiş ve hıyânet etmişti. Lût aleyhisselâm, kendine tâbi olanlarla ve kızlarıyla birlikte yola çıkacakları sırada, karısı da onları görüp; “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. Lût aleyhisselâm da olacakları haber verip; “Bunlar Rabbimin melekleridir. Bu kavmi ve bu şehirleri helâk etmek üzere geldiler” dedi. Hanımı bir rivâyete göre yola çıkmadan önce, bir rivâyete göre de Lût aleyhisselâmla birlikte yola çıktıktan sonra, başına çamurdan pişirilmiş taş düşüp helâk oldu. Bâzı rivâyetlerde ise hiç yola çıkmayıp azgın ve sapık olan Sedûm ahâlisiyle helâk oldu denilmektedir.
Rivayet edildiğine göre, azâb için bildirilen saat gelince, Cebrâil aleyhisselâm bu şehirlerin altına kanadını yaydı. İsrâfil aleyhisselâm şehirlerin etrâfını topladı. Azrâil aleyhisselâm da rûhlarını almak için hazırlandı. Nihâyet sabah vakti olunca, Cebrâil aleyhisselâm; “Kâfirlerin sabah vakti ne kötüdür”, İsrâfil aleyhisselâm; “Mücrimlerin sabahı ne kötüdür”, Azrâil aleyhisselâm da; “Gâfillerin sabahı ne kötüdür” diye nidâ ettiler. Cebrâil aleyhisselâm, şehirlerin altını üstüne getirdi. O derece yükseldi ki, gök ehli olan melekler dediler ki: “Bu gazâba, uğrayanlar kimlerdir?” O meleklere; “Bunlar Lût'un (aleyhisselâm) kavmidir” denildi. Nihâyet Cebrâil aleyhisselâm, altını üstüne getirdiği şehirleri Allahü teâlânın emriyle yere bıraktı. O şehirlerin ahâlisi üzerine, kime isâbet edeceği belli olan, ateşte pişmiş taşlar yağdırıldı. O şehirler olduğu gibi yere batırıldı. O şehir ahâlisinden olup, azâbın geldiği sırada orada bulunmayanları, diğer memleketlere gidenleri de kendileri için işâretlenmiş taşlar, gidip buldu. Onları helâk etti. Hattâ o sırada Mekke'de Harem-i şerîfte bulunan bir kimsenin taşı, kırk gün başının üzerinde bekleyip, o mübârek yerden çıkınca helâk ettiği de rivâyet edilmiştir. Allahü teâlâ Kur’an-ı kerîmde onların şehirlerini “Mü'tefikât” olarak bildirdi. O bölge harâb olup, cenâb-ı Hakk'ın gadabının nişânesi olarak pis kokulu ve siyah bir su çıkıp göl oldu. O şehirler işlek yollar üzerinde hâlâ durmaktadır. Bunda insanlar için ibret vardır. Allahü teâlâ Zâriyât sûresi 37. âyetinde meâlen; “Can yakıcı azâbdan korkanlar için o beldede bir işâret bıraktık” buyurarak, bu durumu haber verdi.
Bugün Sedûm bölgesinin yerindeki göl, Lût gölü adıyla anılmaktadır. Bu, Filistin'in doğusunda, Şeria nehrinin döküldüğü göldür. Ölü Deniz de denir. Kudüs'ün 24 km. doğusundaki Ürdün vâdisinde bulunan gölün kuzeyden güneye uzunluğu 74 km. ve en fazla genişliği 16 km. dir. Deniz seviyesinden 369 m. daha aşağıda olan gölün, suyu kokuludur. Alan 930 km. olup, ortalama derinliği 300 metredir. En derin yeri ise 401 metredir. Bu durumu ile dünyâda, sathı deniz seviyesinden en düşük su topluluğu husûsiyetine sâhiptir. Başlıca su kaynağı, Ürdün (Şeria) nehridir. Lût gölü dünyânın en tuzlu göllerindendir. Suyunda balık cinsi canlılar mevcût değildir. Çevresindeki taşlar üst üste olup, dibinde ve yüzünde toplanan zift sebebiyle suyu siyahtır. Allahü teâlânın kudretinin, büyüklüğünün ve düşmanlarından intikâm almasının işâreti olarak, her devirde yaşayan insanlara büyük bir ibrettir. Allahü teâlânın, peygamberlerine inanmayan ve yalanlayanlardan, azgınlık yapıp şehvetlerine uyanlardan ve kendisine isyân edenlerden intikâm almasının bir delilidir. Târihte ismi en çok zikredilen bu göle, her millet değişik isim vermiştir. Bunlardan en meşhûr olan el-Bahr-ül-meyyit (ölü deniz) ismidir.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.