Kâbe-i muazzamanın, yeryüzünde yapılan ilk binâ ve ilk mâbet olduğu Kur’an-ı kerîmde bildirilmiştir. İlk defâ kimin tarafından yapıldığı husûsunda ise çeşitli rivâyetler vardır. Bir rivâyete göre; Allahü teâlâ, yeryüzünde bir beyt (Kâbe) yapılmasını isteyince meleklerden bir kısmını yeryüzüne gönderip; “Yeryüzünde benim için bir beyt binâ ediniz. Semâda Beyt-i ma’mûr tavâf olundukça, yapacağınız bu beyt de yeryüzünde bulunanlar tarafından ziyâret ve tavâf edilsin” buyurdu.
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâma da; “Ey Âdem! Sen sağ oldukça Beytullah'ı tâmir et. Senden sonra gelecek peygamberler ve ümmetler de zaman zaman onu tâmir edecekler. En son Peygambere kadar bu böyle devam edecektir. Son Peygamberden önce Beytullah'ın şerefini, ismini, zikrini, medh-ü senâsını lâyıkıyla yapacak olan bir peygamber göndereceğim. Bu, O'nun dedelerinden İbrâhim'dir. Kâbe'nin temellerini o yükseltecek, inşâ ve tâmirini onun elinde tamamlayacağım. Ona, Harem'i ve Hil'i (Harem'in dışında kalan yerler) göstereceğim. Onu kendime itâatli, emirlerimi tutan ve benim yoluma dâvet eden bir peygamber yapacağım. İnsanlar arasından seçip, ona doğru yolu göstereceğim. İmtihâna çekeceğim, sabredecek. Afiyet vereceğim, şükredecek. Çocukları ve kendinden sonra gelecek olan nesli için duâ edecek. Ben de kabûl edeceğim. Onu, onlar hakkında şefâatçi yapacağım. Benim için adayacak. Benim için vâd edecek ve vâdini yerine getirecek. Neslini Beyt'imin halkı yapmak sûretiyle, bozulup bid’atlere sapmalarına kadar Kâbe'nin hizmetçileri, mütevellîleri, perdedârları ve bekçileri yapacağım. Onlar saptıkları zaman dilediğimi, istediğim şekle çevirmeye gücüm yeter. İbrâhim'i, bu Beyt halkının ve bu din ehlinin rehberi yapacağım. Buralarda bulunan insanlar ve cinlerin hepsi onun yolunda gidecekler. Onun yoluna uyup, orada, onun gibi kurban kesecekler. Onlardan kim bunu yaparsa adağını îfâ etmiş, hac ibâdetini yerine getirmiş olur. Yapmayanlar da haclarını zâyi etmiş, nasiplerini kaybetmişlerdir...” buyurdu.
Âdem aleyhisselâm, meleklerin yol göstermesiyle bugünkü Kâbe'nin olduğu yere geldi. Burada melekler yedi kat yere kadar varan bir temel kazdılar. Otuz kişinin kaldırabileceği kayaları temele koydular. Sonra Allahü teâlâ melekler vâsıtasıyla bu temelin üzerine, Cennet’ten bir beyt indirdi.
Bâzı rivâyetlere göre; Cennet’ten gelen Beytullah (Kâbe-i muazzama), Âdem aleyhisselâmın vefâtından sonra tekrar göklere kaldırıldı. Âdem aleyhisselâmın evlâtları, önceki temellerin üzerine taştan ve çamurdan bir binâ yaptılar. Bu binâ, Nûh aleyhisselâm zamanındaki tûfana kadar zaman zaman tâmir edildi ise de tûfanda yıkıldı. Allahü teâlâ, tûfandan önce, Hacer-ül-esved’i Ebû Kubeys Dağı’na konmasını emretti. Böylece Kâbe'nin yeri kesin olarak bilinmez hâle geldi. Sâdece, hangi bölgede olduğu biliniyordu.
Burası kırmızı topraklı ve hafif tümsek bir tepe durumunda idi. Bu yerde yapılan duâlar kabûl olup duâ eden herkes murâdına kavuşurdu. Her millet buraya saygı gösterirdi. Bu belirsiz hâl, Nûh aleyhisselâmdan İbrâhim aleyhisselâm zamanına kadar devam etti.
İbrâhim aleyhisselâm, Allahü teâlânın emri ile Kâbe-i muazzamayı yapmak için, Mekke'ye gitti. Oğlu İsmâil aleyhisselâm ile Zemzem kuyusunun başında karşılaştılar. Senelerdir hiç görüşemeyen baba-oğul, sevinçle birbirlerine sarılıp hasretlerini giderdiler. Zemzem kuyusunun başında oturdukları zaman İbrâhim aleyhisselâm; “Ey İsmâil! Allahü teâlâ, bana kendi zâtı için bir beyt yapmamı emrediyor. Sen de yardım eder misin?” buyurdu, İsmâil aleyhisselâm da; “Elbette yardım ederim” diye cevap verdi. İbrâhim aleyhisselâm; “Yâ Rabbî! Kâbe'yi nerede yapayım?” diye suâl etti. Cenâb-ı Hak; “Biz sana onun yerini göstereceğiz” buyurdu. Bir rivâyete göre Kâbe'nin yerini Cebrâil aleyhisselâm gösterdi. Böylece İbrâhim aleyhisselâm oğlu İsmâil aleyhisselâm ile birlikte temel kazmaya başladı. Âdem aleyhisselâm zamanında kazılan temeli buldular. Aynı temel üzerine, Kâbe'yi inşâ etmeye başladılar. Cebrâil aleyhisselâmın târifine göre İbrâhim aleyhisselâm, İsmâil aleyhisselâmın getirdiği taşlarla, binâyı yapıyordu. Nihâyet Kâbe'nin duvarları yükseldi ve yukarıya taş yetişemez oldu. Bunun üzerine büyükçe bir taş getirdiler. İbrâhim aleyhisselâm bu taşa basarak duvarı örmeye devam etti. Mübârek ayağının izi çıkan bu taşa da Makâm-ı İbrâhim dendi. Kâbe'de tavâf namazı bu taşın bulunduğu yer olan Makâm-ı İbrâhim'de kılınır. Binanın yapımında, melekler, taş getirmede İsmâil aleyhisselâma yardım ettiler. Sıra Hacer-ül-esved'e gelince İbrâhim aleyhisselâm; “Ey İsmâil! İyi bir taş getir ki, hacılara işâret olsun!” buyurdu. İsmâil aleyhisselâm bir taş getirdi. İbrâhim aleyhisselâm; “Bundan daha iyi bir taş getir” deyince, Ebû Kubeys Dağı’ndan; “Cebrâil aleyhisselâm tûfanda bana bir taş emânet etti. Gel onu al!” diye bir ses işitti. Bunun üzerine Hacer-ül-esved taşı, Ebû Kubeys dağından alınıp, Kâbe'deki yerine konuldu.
Baba-oğul, Kâbe'yi yapıp bitirince, Bakara sûresi 127. âyet-i kerîmesinde meâlen bildirildiği gibi; “Yâ Rabbî! Bizden bu hayırlı işi kabûl et! Muhakkak ki sen, duâmızı işitici, niyetimizi bilicisin.” diye duâ ettiler.
İbrâhim aleyhisselâm, Kâbe-i muazzamayı yapınca Cebrâil aleyhisselâm; “Ey İbrâhim! Beytullah'ı yedi defâ tavâf et” dedi. İbrâhim aleyhisselâm, oğlu İsmâil aleyhisselâm ile birlikte, Kâbe'yi tavâf etmeye başladı. Her tavâfta rükünlerin hepsinde istilâm yaptılar. Yedi tavâfı bitirdikten sonra Makâm-ı İbrâhim'in arkasında ikişer rekat namaz kıldılar. Bundan sonra Cebrâil aleyhisselâm, İbrâhim aleyhisselâma hac ile ilgili bütün ibâdet yerlerini; Safâ, Merve, Minâ, Müzdelife ve Arafat'ı gösterdi. Cebrâil aleyhisselâm Arafat'a kadar olan her yerde yapılacak ibâdetleri yaptırdı ve tek tek öğretti. Arafat meydanına geldikleri zaman; “Ey İbrâhim! Hac vazifesini yapacağın yerleri öğrendin mi?” diye sordu. İbrâhim aleyhisselâm da; “Evet, öğrendim” diye cevap verdi.
İbrâhim aleyhisselâm, İsmâil aleyhisselâmla haccın erkânını yerine getirdikten sonra, oğluna Kâbe'ye bakması ve onu koruması için tenbihatta bulundu ve Şam'a gitmek istedi. Gitmeden önce bir gün Arafat'a çıkmıştı. Mekke-i mükerremeye baktı. Burası bir vadi içinde olup, taşlı ve kumlu idi. Oğlu İsmâil aleyhisselâmın evlâdını düşünerek, şefkât edip mübârek ellerini kaldırdı ve; “Yâ Rabbî! İsmâil'in evlâdına rahmet eyle” diye duâ buyurdu. Gideceği sırada kendisine vahy gelerek, Hac sûresinin 27. âyet-i kerîmesinde bildirildiği gibi meâlen; “Bütün insanlara haccı îlân et. Gerek yaya olarak, gerek her uzak yoldan zayıf develer (binekler) üzerinde tavâf için Kâbe'ye gelsinler” buyruldu. Bunun üzerine İbrâhim aleyhisselâm; “Yâ Rabbî! Benim sesim nereye kadar ulaşır ki?” dedi. Cenâb-ı Hak'dan; “Seslenmek senden, seni insanlara duyurmak benden. Tâ ki, insanlar gelip bu evi ziyâretle şereflensinler” emr-i ilâhîsi geldi. İbrâhim aleyhisselâm mübârek yüzünü Yemen tarafına çevirip; “Ey insanlar! Allahü teâlâ, bir ev binâ ettirdi ve bu evi ziyâret etmenizi emreyledi. Geliniz, Kâbe'yi ziyâret ediniz” diye seslendi. Her yöne doğru dönerek birer defâ bağırdı. Hak teâlâ İbrâhim aleyhisselâmın sesini bütün dünyâya duyurdu. İnsanlar bu sesi duyunca; “Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk (emrine âmâdeyim Allah'ım!)” diye cevap verdiler. O zaman, ana rahminde ve baba sulbünde ne kadar hacca gidecek kimse varsa, hepsi “Lebbeyk” dediler. Bir defâ hac yapacak olanlar bir defâ, iki defâ hacca gidecekler iki defâ, daha fazla yapacaklar da ziyâdesiyle cevap verdiler. Sonra İbrâhim aleyhisselâm, oğlu İsmâil aleyhisselâm ve Cürhümîlerle beraber hac yaptı ve Şam'a döndü. Ertesi sene hac mevsiminde refîkası Sâre vâlidemizi ve oğlu İshak aleyhisselâmı da alarak Mekke'ye geldi. Haccı edâ ettikten sonra, tekrar Şam'a döndüler.
Kâbe-i muazzama, Mescid-i Haram'ın ortasında, dört köşe taştan bir oda olup, 17 m. yüksekliktedir. Kuzey duvarı 8,8 m. güney duvarı 7 m. doğu duvarı 11,9 m. batı duvarı 12,8 m. uzunluğundadır. Doğu ve güney duvarları arasındaki köşede Hacer-ül-esved taşı vardır. Hacer-ül-esved’in yüksekliği, yere nazaran bir metreden fazladır. Hacıların ellerini, yüzlerini sürmeleri ve öpmeleri sebebiyle çukurlaşmıştır. Kâbe'nin doğu duvarında bir kapı vardır. Kapı yerden 1,7 m. yükseklikte olup, eni 1,7 m. boyu 2,7 m.dir. Duvarlarının iç yüzü ve zemini renkli mermerlerle kaplıdır.
Kâbe'nin dört köşesine Rükn denir. Şam'a karşı olan köşeye Rükn-i Şâmî, Bağdat'a karşı olana Rükn-i Irâkî, Yemen tarafında olana Rükn-i Yemânî, dördüncü köşeye de Rükn-i Hacer-ül-esved denir. Rükn-i Irakî hizasında; yedisi mermer, diğer basamakları ağaçtan 27 basamaklı, minâre merdiveni gibi yuvarlak olan merdiveni, Osmanlı sultânlarından ikinci Mustafa Han yenilemiştir. Kapının sağ tarafında çukur ve tavana kadar yükselen üç direk bulunmaktadır. Kâbe'nin dış yüzü ipekten yapılmış siyah bir perde ile örtülüdür. Kapının perdesi yeşil atlastır.
Zemzem kuyusu, Mescid-i Haram içinde, Hacer-ül-esved köşesi karşısında ve köşeden 8 m. uzakta bir odada olup, 1,8 m. yüksekliğinde taştan yapılmış bir bileziği vardır. Birinci Sultân Abdülhamid Han'ın yaptırdığı bu odanın zemini mermer döşeli ve duvarlara doğru meyillidir.
Kâbe'nin kuzey duvarı üzerinde altın oluk vardır. Yerde bu oluk hizasında, kavis şeklinde duvarcık ile Kâbe-i muazzama arasında kalan yere Hatim denir. Dünyâda Mekke-i mükerremede bulunan Kâbe'den başka ikinci bir Kâbe yoktur ve burası yeryüzünün en kıymetli yeridir.
Kâbe-i muazzamaya bakmak sevâbdır. Beytullah ilk görüldüğünde yapılan duâlar kabûl olunur. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Kâbe'yi gördüğü zaman mübârek ellerini kaldırıp; “Ey Allah'ım! Bu beytin şerefini, saygısını, heybetini, kerâmetini arttır. Hac ve Umre yapanların da şerefini, din gayretini, âzametini ve keremini ziyâde et” diye duâ ederdi. Ayrıca Kâbe'yi tavâf ederlerken Hacer-ül-esved rüknünde hazret-i Âişe vâlidemize buyurdular ki: “Ey Âişe! Bu taş, eğer câhiliyet devrinin pislikleri ve kirleri ile kirletilmiş olmasaydı, onunla her türlü hastalık, veba ve musîbetten kurtulmak için Allahü teâlâdan şifâ istenir ve hâlen de cenâb-ı Hakk'ın ilk indirdiği şekilde bulunurdu, Hak teâlâ elbette bir gün onu ilk yarattığı şekle döndürecektir. O, Cennet yâkutlarından beyaz bir yâkut idi. Fakat Allahü teâlâ, onu, kötülerin günahı sebebiyle değiştirip; zînetini, zâlim ve günahkârlardan gizledi. Zirâ onlar, Cennet’ten çıkma bir şeye bakmaya lâyık değillerdir.” Bir hadîs-i şerîflerinde de; “Allahü teâlâ Hacer-ül-esved’i kıyâmette mahşer meydanına getirecek, onun, göreceği iki gözü, konuşacağı bir dili olacak ve kendisine istilâm yapanlara (el sürüp, öpenlere) hakkıyla şâhidlik yapacaktır” buyurdu.
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Hacer-ül-esved rüknü ile Rükn-i Yemânî arasında şu duâyı okurlardı: “Ey Allah'ım! Sen Allahü teâlâsın. Sen Rahmânsın. Senden başka ilâh yoktur. Sen varsın, senden başka Rab yoktur. Sen, gâfil olmayan, devamlı var olansın. Sen, görüneni de görünmeyeni de yaratansın. Ey Allah'ım! Beni ihsân ettiğin rızka kanaat ettir. O rızka, benim için bereket ver ve beni, bana malûm olmayan her şeyde hayırla muhâfaza et. Şüphesiz sen, her şeye kâdirsin.” Rükn-i Yemânî’ye gelince de; “Ey Allah'ım! Küfürden, zilletten, fakirlikten dünyâ ve âhırette îtibâr kaybettirecek yerlerde durmaktan sana sığınırım. Ey bizim Rabbimiz! Sen bize dünyâda da, âhırette de nîmet ver ve bizi Cehennem azâbından koru” diye duâ buyururlardı.
Kâbe'yi tavâf etmenin fazîleti hakkında sevgili Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) pek çok hadîs-i şerîfleri vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir: “Kim Beytullah'ı tavâf ederse, Allahü teâlâ, onun her adımına bir sevâb yazıp, bir günahını siler.”, “Bu beyt, İslâmın direğidir. Kim bu beyti ziyâret etmek maksadıyla hac veya umre yapmaya çıkarsa (bu yolda) öldüğü takdirde, Allahü teâlâ, onu Cennet’ine koymayı, sağ kaldığı takdirde, ganîmet ve mükâfâtla memleketine döndürmeyi taahhüt eder.”
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün eshâbından birine Kâbe-i muazzamayı ziyâret ile ilgili buyurdular ki: “Şüphesiz sen, Beytullah'ı ziyâret kastıyla evinden çıktığın zaman, bindiğin deve, ayağını her kaldırıp indirdikçe, Allahü teâlâ sana bir sevâb yazıp bir günahını da siler. Cenâb-ı Hak katındaki mevkîin dahî bir derece yükselir. Kâbe-i muazzamayı tavâf esnâsında, ayağını her kaldırıp indirdikçe, Hak teâlâ, sana bir sevâb verir, bir hatânı yok eder. Allahü teâlâ katındaki mevkîin de bir derece yükselir. Tavâftan sonra kılacağın iki rekat namazın sevâbı ise, İsmâil aleyhisselâm neslinden yetmiş köle âzâd etmekle birdir. Safâ ile Merve arasında dolaşman, bir köle âzâd etmek kadar sevâbdır. Allahü teâlâ, Arafat'ta meleklerine karşı sizinle öğünerek buyurur ki: “Bu benim kullarım, engin vâdileri aşarak, toz toprak içinde benim emrimi yerine getirmeye geldiler. Benim rahmetimi istiyorlar. Onların günahları; denizdeki kumlar, yağmurlardaki damlalar, yâhut denizdeki dalgaların köpükleri kadar çok olsa da, günahlarını mağfiret edeceğim. Hem sizleri hem de şefâatçi olduğunuz kimseleri affediyorum.” Cemreleri taşlarken attığınız bir taş, günahınızı yok eder. Kestiğin kurban da Allahü teâlâ katında senin için saklanacaktır. Başından tıraş ettiğin veya kısalttığın saç kıllarının her biri senin için bir sevâbdır. Her kıla karşılık olarak da Allahü teâlâ senden bir hatâyı siler.”
Bu müjdeyi alan o kimse; “Yâ Resûlallah! Eğer günahlar daha az ise ne olacaktır?” diye suâl edince de buyurdular ki: “Kıyâmete kadar hasenâtın senin için saklanır. Bu işlerden sonra Beytullah'ı tekrar tavâf ederken, tamâmen günahsız olarak tavâf edersin. Sonra bir melek gelip; Geçmiş bütün günahların affedilmiştir. Artık istikbâlin için amel et der.”
Sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Kâbe'ye bakmanın fazîletiyle ilgili olarak da; “Her gün ve her gece Allahü teâlâ Beytullah'ın üzerine yüzyirmi rahmet indirir. Bunların altmışı tavâf edenler, kırkı namaz kılanlar, yirmisi de Kâbe'ye bakanlar içindir” buyurdu. Sa’îd bin Müseyyib hazretleri buyurdu ki: “Kim Allahü teâlâya inandığı ve sırf O'nu tasdik ettiği için Kâbe-i muazzamaya bakarsa, anasından doğduğu gibi günahlarından, sıyrılır.” Ebû Saib (radıyallahü anh) da buyurdu ki: “Kim Allahü teâlâya inandığı ve tasdik ettiği için Kâbe'ye bakarsa, ağacın yaprakları döküldüğü gibi, günahları da ondan dökülür. Mescid-i Haram'da oturup tavâf etmese ve namaz kılmasa, sâdece Beytullah’a baksa; ona bakmayıp evinde nâfile ibâdet ve namaz kılmakla meşgûl olan kimseden daha çok sevâb kazanır.”
Makâm-ı İbrâhim'in fazîleti hakkında Abdullah bin Amr hazretleri buyurdu ki: “Şüphesiz Hacer-ül-esved ile Makâm-ı İbrâhim, Cennet’ten çıkmadırlar” İbn-i Abbâs'dan rivâyet edildiğine göre; “Dünyâda Hacer-ül-esved ile Makâm-ı İbrâhim'den başka Cennet varlığı yoktur. Zirâ onlar Cennet cevherlerindendir. Eğer onlara müşrikler ellerini dokundurmasalardı, onlara dokunan dert sâhiplerine Allahü teâlâ mutlakâ şifâ verirdi.”
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Eshâbına (radıyallahü anhüm) Medîne-i münevverede bulunan Mescid-i Nebî için buyurdu ki: “Allahü teâlâya yemîn ederim ki, burada namaz kılmak, diğer memleketlerde namaz kılmaktan bin derece daha fazîletlidir.” Başka bir hadîs-i şerîfinde de; “Mescid-i Haram'da namaz kılmanın fazîleti, benim bu mescidimde yüz namaz kılmaktan daha fazîletlidir.” buyurdu.
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'nin fethinde, Mekke'nin fazîletini bildiren bir hadîs-i şerîfinde; “Ey insanlar! Şüphesiz Allahü teâlâ, gökleri ve yeryüzünü, güneş ile ayı yarattığı zaman Mekke'yi yasak bölge (harem) yapmıştır. Şu iki dağı da buraya koymuştur. Mekke, kıyâmete kadar haremdir. Allahü teâlâya ve âhıret gününe inanan kimseler için; burada, kan akıtmak, ağaç kesmek, helâl olmaz. Eğer; “Resûlullah Harem'de harp etmiştir…” denilecek olursa; “Allahü teâlâ bunu Resûlüne helâl kılmıştır, size mubâh etmemiştir” deyiniz” buyurdular.
Kâbe'nin çeşitli zamanlarda yapılan tâmir ve inşâsı sırası ile şöyledir: 1- Meleklerin ve Âdem aleyhisselâmın inşâsı, 2- Şît aleyhisselâmın inşâsı, 3- İbrâhim aleyhisselâmın inşâsı, 4- Amalikalıların inşâsı, 5- Cürhüm kabîlesinin inşâsı, 6- Kusayy'ın inşâsı, 7- Kureyş'in inşâsı, 8- Abdullah bin Zübeyr'in inşâsı, 9- Haccac'ın inşâsı, 10- Sultân Dördüncü Murad Han'ın inşâsı.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.