Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde Tahrîm sûresi 6. âyetinde meâlen; "Ey îmân edenler! Nefslerinizi ve âilenizi; yakacağı, insanlarla taşlar olan ateşten koruyunuz" buyurdu.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ey Rabbimiz! Dünyâ ve âhırette bizlere güzellikler ve iyilikler ihsân et. Ateş azâbından bizleri koru" diye duâ buyurdu. Şeyhayn hazretleri (Hazret-i Ebû Bekr ve Hazret-i Ömer (radıyallahü anhümâ)) buyurdular ki: "Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) insanları ateş azâbından uyaracağı vakit, öyle bir şekil ve ifâde ile bu mevzûyu anlatırlardı ki, dinleyenler efendimizin o ateşi görüyor olduğunu zannederlerdi."
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Bir hurma dânesi ile de olsa, kendinizi ateşten koruyun. Bunu bulamayanlar, güzel sözle korusunlar." buyururlardı. Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet edilen hadîs-i şerîfde, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem); "Sen (ilkin) en yakın hısımlarını korkut, uyar" âyet-i kerîmesi indiği vakit, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün Kureyş halkını dâvet etti. Bâzan orada bulunanların hepsine bâzan da husûsî olarak (boy adları vererek) "Ey Lüheyoğlu Ka'b oğulları, nefslerinizi ateşten kurtarınız. Ey Ka'b oğullarının Mürre kolu, nefslerinizi ateşten koruyunuz. Ey Hâşim oğulları nefslerinizi ateşten koruyunuz. Ey kızım Fâtıma nefsini ateşten kurtar. Çünkü sizleri kurtarmak için Allah'tan sizler için hiç bir şeye mâlik değilim." buyururdu.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbesinde; "Sizleri ateşle korkuttum" diye öyle yüksek bir sesle seslenmişti ki, uzakta bulunanlar dahî bu sesi duymuşlardı, hattâ mübârek omuzlarındaki örtü, iki ayaklarının arasına düşmüştü.
Resûlullah buyurdu ki; "Benimle ümmetimin durumu şu misâle benzer: Adamın biri, bir ateş yakar, çevresi aydınlanınca, pervâneler ve benzer hayvanlar kendilerini bu ateşe atmaya başlarlar. Ben sizleri ateşten korumaya çalışıyorum, sizler ise ona pervâneler gibi koşmaktasınız."
"Bütün gücünüzle ateşten kaçınız, Cennet’e yöneliniz, Cennet’i isteyenleri uyku tutmaz, ateşten kaçanı da uyku tutmaz."
"Ey müslümanlar topluluğu! Allahü teâlânın sizi teşvik ettiği şeye rağbet ediniz ve O'nun yasak ettiklerinden kaçınınız. Allahü teâlânın korkuttuğu şeylerden korkunuz. O'nun cezâsından, azâbından, Cehennem’inden korkunuz. Şu bulunduğunuz dünyâda O'nun ateşinden bir damla kıvılcım bulunmuş olsa, bu dünyâyı sizler için yaşanmaz hâle getirir."
"Cebrâil ile birlikte göklere yükseldiğimiz vakit, başları kayalara vurularak ezilen bir toplumla karşılaştık. Her ezilişten sonra, başları eski hâline dönüyordu. Kardeşim Cebrâil'e dönerek; "Bunlar kimlerdir?" diye sordum, Cebrâil; "Bunlar namaza karşı ağır davranan kimselerdir" dedi. Sonra diğer bir topluluğa uğradık. Bunların önleri ve arkaları yamalı idi. Koyunların ve develerin otladığı gibi dikenin kurusunu, zakkum ağaçlarını yer gibi ortalığa dağılmışlardı. Cebrâil'e bunların kim olduklarını sordum; "Bunlar mallarının zekâtlarını vermeyen kimselerdir. Allahü teâlâ onlara zulümde bulunmuyor. Allahü teâlâ zâlim değildir" dedi. Sonra bir adama rastladık, öyle büyük bir odun ve çalı demeti hazırlamıştı ki bir türlü taşıyamıyordu, üstelik demeti çoğaltmaya ve büyütmeye uğraşıyordu. Cebrâil'e bunun kim olduğunu sordum; "Bu, ümmetinden biridir. Kendisine bir emânet verilmiş, o emânete hıyânet ettiği hâlde yine de emânet almaya devam etmiştir" dedi ve yine göklere yükselirken, dudak ve dilleri demirden makaslarla kesilen ve kesildikten sonra, tekrar eski hâline dönen bir topluluğa uğradık. Cebrâil; "Bunlar, fitne ve fesad yayan hatiplerdir. Bunlar söyleyen, fakat söyledikleriyle amel etmeyen kimselerdir. İnsanlara nasîhatte bulunurlar, fakat kendileri nasîhat dinlemezler" dedi. Sonra kardeşim Cebrâil ile bir vadiden geçtik. Oradan gelen çok çirkin bir ses duydum. "Bu ses de nedir?" diye sordum: "Bu, Cehennem’in sesidir" dedi ve şöyle devam etti: "Cehennem; "Ey Allah’ım! Bana söz ve vâdde bulunduğun ateş ehlini yâni insanları getir, bana ver. Çünkü zincirlerim, kilit ve kelepçelerim, şiddetli ateş ve sıcaklarım ve diğer şeylerim, gittikçe kızmakta, harâretim gittikçe artmakta, gittikçe derinleşmekteyim, durmadan yanan ateşim fazlaca arttı. Söz verdiğin kimseleri bana ver" demektedir. Hak teâlâ Cehennem’e; "İşte, her müşrik kimse, kadın olsun, erkek olsun senindir. Hesap gününe inanmayan azgın ve zâlim kişiler senindir" buyurunca, Cehennem, Rabbine; "Ey Rabbim! Razı oldum, bunları isterim" diye cevap verir."
"Müslim"deki hadîs-i şerîfde Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allahü teâlâya yemîn ederim ki, sizler benim gördüğümü görmüş olsaydınız, az güler, çok ağlardınız." Bunu dinleyenler, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ey Allah'ın Resûlü neler gördünüz?" diye sordular. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) "Cennet ve Cehennem’i gördüm" buyurdu.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gülen ve eğlenen bir grubun yanına uğradı ve; "Cennet ve Cehennem’i aranızda hatırlamanız gerekirken bakıyorum sizler gülmektesiniz." buyurdular. Zübeyr’in oğlu dedi ki: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) söyledikleri bu sözlerden sonra, bu gruptan hiçbirinin vefât ettiği güne kadar güldüğü görülmemiştir."
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbesinde; "Cennet ve Cehennem gibi iki âzametli şeyi unutmayınız." buyurduktan sonra ağlamaya başladı. Mübârek gözlerinden akan yaşlar mübârek sakal-ı şerîfini ıslattı. Sonra da; "Allahü teâlâya yemîn ederim ki, âhıret hakkında benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız, yükseklere çıkar, başlarınıza toprak saçardınız." buyurdu.
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrâil'e aleyhisselâm; "Ey Cebrâil! Mikâil'in güldüğünü hiç görmedim, bunun sebebi nedir?" diye sorduğunda, Cebrâil de (aleyhisselâm); "Cehennem ateşinin tutuşturulduğu günden bu güne dek, Mikâil (aleyhisselâm) gülmemiştir." diye cevap verdi.
Hadîs-i şerîfde; "Allahü teâlâ Cehennem’i yarattığı zaman, korkularından meleklerin kalpleri uçup gitti. Sonra Âdem aleyhisselâm yaratılınca meleklerin hissettiği korku kendilerinden giderek sükûnet buldular." buyuruldu. Meymûn bin Mihrân (radıyallahü anh) dedi ki: "Hak teâlâ Cehennem’i yarattığı zaman, ona homurdanıp kükremesini emretti. Bunun üzerine Cehennem bir kükreyip gürleyince, yedi kat gökyüzündeki meleklerden, yüzü üzerine secdeye kapanmadık hiçbiri kalmadı. Bunun üzerine yüce, münezzeh ve cebbâr olan Allahü teâlâ, meleklere; "Başınızı secdeden kaldırınız. Sizler bilmediniz mi ki muhakkak ben sizleri sırf bana ibâdet ve itâat etmeniz için yarattım. Cehennem’i de kullarımdan âsî, günahkârlar için yarattım" buyurdu. Bunun üzerine melekler; "Ey Rabbimiz! Sen bize Cehennemlikleri gösterinceye kadar bizler Cehennem’den emîn olamayız" dediler. Bu husûs Kur'ân-ı kerîmde Enbiyâ sûresi 28. âyet-i kerîmesinde buyurulan; "Melekler, Allah'ın korkusundan titrerler." kelâmının mânâsıdır.
Ensârdan (Medîneli ilk müslümanlar) bir delikanlıya Cehennem korkusu ağır gelerek, bu korku onu evinden dışarı çıkmakdan alıkoymuştu. Bu husûsu Resûl-i ekreme (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattılar da, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) (ziyâret için) yanına girince, delikanlı Resûl-i ekremin boynuna sarıldı ve ölü olarak yere düştü. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Arkadaşınızın teçhiz ve tekfinini hazırlayınız. Çünkü Cehennem korkusu onun ciğerini parçalamıştır" buyurdu.
Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anh), Allahü teâlânın Hicr sûresi 43. âyet-i kerîmesinde buyurulan; "Hiç şüphe yok ki onların hepsine vâd olunan yer Cehennem’dir" kelâmını işittiği zaman, Cehennem korkusunun şiddetinden şaşkın bir hâlde dışarı çıktı ve hiç bir şeyi düşünüp akıl edemiyecek vaziyette koşmaya başladı. Sonra Resûl-i ekremin (sallallahü aleyhi ve sellem) huzûruna getirilerek kendisine bu hâlinin sebebi sorulunca, Selmân (radıyallahü anh); "Yâ Resûlallah (sallallahü aleyhi ve sellem)! Muhakkak ki bu âyet-i kerîme kalbimi parçaladı, kopardı" dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ Hicr sûresinin; "Takvâ sâhipleri muhakkak Cennetlerde ve pınar başlarındadır." meâlindeki 45. âyet-i kerîmesini inzâl buyurdu.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Her kim Allah'tan üç defâ Cennet isterse, Cennet; "Allah’ım o zâtı Cennet’e koy" diye duâ eder. Her kim de Cehennem’den kurtarmasını (Allahü teâlâdan) isterse, Cehennem de; "Ey Allah’ım! Onu ateşten kurtar" diye niyâz eder. "Sıcak bir gün olunca, Allahü teâlâ gök ile yeryüzü ahâlisine nazar eder. Kul; "Lâ ilâhe illallah" Kelime-i tevhidini okuyarak; "Bu günün sıcağı ne kadar şiddetlidir. Allah'ım, beni Cehennem ateşinin harâretinden kurtar, muhâfaza eyle!" diye duâ ettiği zaman, Azîz ve Celîl olan Allah, Cehennem’e hitâb ederek; "Kullarımdan bir kul benden kendisini, senden kurtarmamı istedi. Muhakkak ki ben onu kurtarmış olmama seni kat’îyetle şâhid tutuyorum" buyurur."
"Çok şiddetli soğuk bir gün olunca da, yine Allahü teâlâ gökyüzü ile yeryüzü halkına nazar eder. Kul; "Lâ ilâhe illallah!" Bugünün soğuğu ne kadar şiddetli, Allah'ım! Cehennem’in çok çetin soğuğundan beni halâs eyle (kurtar)" diye duâ ettiği zaman, Allahü teâlâ da Cehennem’e hitâben; "Kullarımdan bir kul benden kendisini, senin şiddetli soğuğundan muhâfaza etmemi istedi. Şüphesiz ki kulumu kurtarmış, halâs etmiş olduğuma seni şâhid tutuyorum" buyurur". Eshâb-ı kirâm; "Yâ Resûlallah! Cehennem’in zemherîri nedir?" diye sordular. Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem); "İçerisine kâfirlerin atıldığı bir kuyudur ki onun soğuğunun şiddetinden (vücûdunun) bâzı kısımları diğer kısımlarından ayrılıp dağılır." buyurdu. Cehennem’deki azâblar çeşit çeşittir. Ateş ile olduğu gibi zemherîr denilen yerlerinde de şiddetli soğuklarla olacaktır. Bâzı kimselere, bir ateşe bir soğuğa daldırılarak azâb yapılacaktır.
Bâzıları İslâmiyete, yalan ve iftirâ ile saldırırken; "Peygamberler, hep sıcak memleketlerde geldiği için, Cehennem azâbının ateş olduğunu söylemişler, hep ateşle korkutmuşlar. Kutblarda, şimal, soğuk memleketlerde gelselerdi, buz ile azâb yapılacağını söylerlerdi" diyor. Bunlar ilmi olmıyan inançsız insanlardır. Zâten Kur'ân-ı kerîmden haberleri olsaydı ve İslâm büyüklerinin sözlerini duysalardı ve biraz akılları olsaydı, hemen müslüman olurlardı. Hiç olmazsa, böyle ulu orta, yalanları yazmaktan, belki sıkılırlardı. Dînimiz, hem Cehennem’de, soğuk azâblar olduğunu bildiriyor. Hem de peygamberlerin (aleyhimüsselâm) yalnız sıcak memleketlere değil, yeryüzünde, sıcak ve soğuk, her memlekete gönderildiğini haber veriyor. Kur'ân-ı kerîm, Peygamberimize sorulan suâllere, soranların bilgilerine ve anlayışlarına göre cevap vermektedir. Âhıretteki bilinmeyen varlıkları da, dünyâda gördüklerine, bildiklerine benzeterek anlatmaktadır. Peygamber efendimizin, kutupları, buz memleketlerini Cehennem’in soğuk azâblarını duymayan Mekkelilere, bildirmesi fâidesiz olurdu. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde bu inceliğe uygun haberlerin bulunması; inanmıyanların daha çok sapıtmasına sebep olmaktadır.
Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Her kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa Allahü teâlâ onun yüzünü Cehennem’den yetmiş senelik mesâfeye uzaklaştırır."
"Sizlerden her kim, bir hurmanın yarısıyla da olsa kendisini ateşten perdelemeye gücü yeterse bunu yapsın."
"Her kim abdest uzuvlarını güzel yıkayarak abdest alır ve müslüman kardeşini ziyâret ederse, Cehennem’den yetmiş senelik mesâfeye uzaklaştırılır."
"Her kim (müslüman) kardeşine, onu doyuruncaya kadar yemek yedirir, onu kandırıncaya kadar da su içirirse, Allahü teâlâ bu cömert zâtı Cehennem’den yedi hendek uzaklaştırır ki her hendek arası yüz senelik mesâfedir."
Abdülazîz bin Ebû Revvâd anlatıyor: "Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, meâlen; "Ey îmân edenler! Yakıtı, insanlarla taşlar olan Cehennem’den, kendinizi ve âilenizi koruyun." buyurulan Tahrîm sûresinin 6. âyet-i kerîmesini okuyunca; orada bulunan bir ihtiyâr; "Ey Allah'ın Resûlü! Cehennem’deki taşlar, dünyâdaki taşlar gibi midir?" diye sordu. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah'a yemîn ederim ki, Cehennem’in bir taşı, dünyâdaki bütün dağlardan daha büyüktür." buyurması üzerine, ihtiyâr bayılarak yere düştü. Resûlullah efendimiz elini, onun kalbi üzerine koydu. Sağ olduğunu görünce; "Lâ ilâhe illallah" söyle" buyurdu. İhtiyâr da; "Lâ ilâhe illallah" dedi. Resûlullah onu Cennetle müjdeledi. Bunun üzerine Eshâb-ı kirâmdan birisi; "Ey Allah'ın Resûlü! Bizim aramızda da Cennetlik var mı?" diye sorunca, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Evet" buyurarak meâlen; "Cennet, âzametimden ve azâbımdan korkanlar içindir" buyurulan İbrâhim sûresinin 14. âyet-i kerîmesini okudu.
Şeddâd bin Evs, gece yatağında bir o yana bir bu yana döner ve; "Allah’ım; Cehennem korkusu uykumu kaçırdı" diyerek kalkıp sabaha kadar namaz kılardı.
Abdullah bin Revâha (radıyallahü anh), Mûte savaşı sırasında ağladı ve şöyle dedi; "Vallahi ne dünyâ sevgisi ne de sizin dostluğunuz beni ilgilendirir. Ben, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem); "Sizden Cehennem’e uğramayacak yoktur. Bu, Rabbimin yapacağını vâdettiği kesin bir hükmüdür." meâlindeki Meryem sûresinin 71. âyetini okuduğunu işitmiştim. Cehennem’e vardıktan sonra, oradan çıkıp çıkmayacağımı bilmiyorum."
Yezîd oğlu Mürsid'in göz yaşları dinmeyip, hep ağlardı. Kendisine sebebi sorulunca; "Eğer şânı yüce olan Allah, beni, günah işlediğim takdirde ebediyyen bir hamama hapsetmekle tehdid etseydi, gözyaşlarımın dinmemesi bana vâcib olurdu. Şimdi nasıl dinsin ki, o, beni üçbin sene kızdırılmış bir Cehennem’e koymakla korkutmaktadır" diye cevap verdi.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.