Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

CEHENNEM

CEHENNEM || Peygamberler Ansiklopedisi || Hadis Kütüphanesi

Allahü teâlâya isyân etme ve karşı gelme cezâsının çekileceği yer. Oraya kâfir ve münâfık olarak ölenle, günahı sevâbından çok olup, şefâate lâyık görülmeyen mü'minler girecektir. Cehennem’in azâbı ebedîdir, sonsuzdur. Bu, îmânsızlar yâni kâfir ve münâfıklar için böyledir. Mü'minler, îmânları olduğu için belirli bir zaman cezâlarını çektikten sonra çıkacaklar ve Cennet’e gideceklerdir.
Cehennem’deki azâb, bizim dünyâda bildiğimiz gibi değildir. Eksilmez, son derece acı verici olduğu gibi gittikçe artar. Ayrıca orada yananların derileri, yanmanın acısını duyabilmeleri için yandıkça değiştirilecektir.
Mü'minlere mükâfat ve nîmet için hazırlanmış Cennet ve kâfirlere azâb için hazırlanmış olan Cehennem (şimdi) vardır. Her ikisini de Allahü teâlâ yoktan var etmiştir. Kıyâmette her şey yok edilip, tekrar yaratıldıktan sonra, ebedî olarak varlıkta kalacaklar, hiç yok olmayacaklardır. Kâfirler Cehennem’e girince Cehennem’de ebedî olarak azâb çekeceklerdir. Allahü teâlâ buyuruyor ki: "Onların azâbları hafifletilmeyecek, onlara hiç yardım olunmayacaktır." (Bakara sûresi: 86)
Cehennem ehline çok şiddetli azâb vardır. Cehennem’dekiler, Cennet nîmetlerini ve Allahü teâlânın hüsn-i cemâlini göremedikleri, buna da kendileri sebep oldukları için büyük bir hasret ve nedâmet duyarlar. Bir yandan Cehennem ateşi vücûdlarını yakarken, bu hasret ve nedâmet de içlerini kasıp kavurur.
Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâmı, Cehennem meleklerinin (zebânîlerin) başı Hazret-i Mâlik'e göndererek, bir mikdar ateş alıp yemeğini pişirmesi için Âdem aleyhisselâma vermesini emretti. Cebrâil (aleyhisselâmAllahü teâlânın emrini yerine getirmek için Hazret-i Mâlik'e gitti. Aralarında şöyle bir konuşma geçti: Mâlik; "Ey Cebrâil! Ne kadar ateş istiyorsun?" dedi. Cebrâil (aleyhisselâm); "Bir hurma tanesi kadar" dedi. Mâlik; "Sana istediğin bu mikdarı versem şüphesiz ki, o ateş gökte ve yerde neye dokunursa derhal eritir" dedi. Cebrâil (aleyhisselâm); "Öyleyse yarısını ver" deyince, Mâlik; "Ey Cebrâil! Sana bu kadarını versem, yeryüzündeki bitkilere dokunduğunda, hemen yakıp kavurur" dedi. Bu karşılıklı konuşmadan sonra Cebrâil (aleyhisselâm), Allahü teâlâya; "Allah’ım ne kadar ateş alayım?" diye sordu. Allahü teâlâ; "Bir zerre kadar al" buyurdu. Bunun üzerine Cebrâil (aleyhisselâm) Cehennem ateşinden bir zerrecik aldı. Cennet ırmaklarından yetmiş tanesinde ayrı ayrı batırarak onun harâretini hafifletti ve Âdem aleyhisselâma getirdi. Bu ateşi dağlardan birinin üzerine koyan Âdem aleyhisselâm, bakınca dağın birden bire eridiğini gördü.
Yezîd Rakkâşî, Enes ibni Mâlik'ten (radıyallahü anh) nakleder: Bir defâsında Cebrâil aleyhisselâm mûtâd (alışılmış, her vakitki) geliş zamanlarının birinde, rengi değişmiş olarak yine Resûl aleyhisselâma geldi. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ey Cebrâil! Rengini değişmiş olarak görüyorum. Bunun sebebi nedir?" diye sordu. Cebrâil aleyhisselâm"Yâ Resûlallah! Sana, Allahü teâlânın Cehennem körüklerine üfürülmesini emrettiği bir zamanda geldim. Cehennem’in, Cehennem ve kabir azablarının hak olduğunu ve Allahü teâlânın azâbının her şeyden üstünlüğünü kabûl eden kişinin, ondan emîn olmadıkça sükûna kavuşması yaraşmaz" dedi. Bunun üzerine, Resûlullah efendimiz de (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Ey Cebrâil! Bize Cehennem’i anlat." Cebrâil aleyhisselâm"Yâ Resûlallah (sallallahü aleyhi ve sellem)! Şânı yüce olan Allahü teâlâ Cehennem’i yarattığı zaman onun üzerinde bin sene ateş yakıldı, kıpkırmızı oldu. Sonra bin sene daha yakıldı, bembeyaz olup ak kor hâline geldi. Sonra, bir bin sene daha yakıldı, simsiyah oldu. Artık o kapkaradır. Alevleri ile közleri hiç sönmez. Seni hak olarak gönderen Allahü teâlâya yeminle söylerim ki, eğer Cehennem ehlinin elbiselerinden biri, yer ile gök arasına asılsa onun kokusundan ve harâretinden dünyâdaki canlıların hepsi ölür. Ve tekrar Allahü teâlâya yeminle söylerim ki, eğer şânı yüce olan Allah'ın, kitabı Kur'ân-ı kerîmde zikrettiği zincirlerden birinin bir arşını bir dağ üzerine konsa, bu dağ mutlaka erir ve bu erime, yerin yedi kat dibine ulaşır. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yeminle söylerim ki, eğer bir kişi magripte (batıda) azâbda olsa, onun gördüğü bu azâbın şiddetinden meşrıktaki (doğudaki) kişi de yanar. Cehennem’in harâreti gâyet şiddetli, dibi çok derin, zîneti demir; orada bulunanların içecekleri sıcak su ile irin, giyecekleri ateş parçalarıdır. Onun yedi kapısı ve bu kapılardan her birinin, kadınlardan ve erkeklerden birer nasîbi vardır" dedi. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) sordular "Cehennem, bizim bu evlerimiz gibi midir?" Cebrâil aleyhisselâm dedi ki: "Hayır. Fakat o, açıktır. Biri diğerinden daha aşağıdadır. Bir kapıdan diğer kapıya yetmiş senelik bir mesâfe vardır. Bu katlardan her biri, kendisinin önceki kattan yetmiş misli daha sıcaktır. Allahü teâlânın düşmanları oraya sevkedilir. Cehennem’in kapısına vardıklarında orada onları bukağılar ve zincirlerle Cehennem zebânîleri karşılar. Zinciri ağızlarından sokup gerilerinden çıkarırlar. Sol ellerini boyunlarına bağlarlar. Sağ ellerini yüreklerine sokarlar. İki omuzları arasını sökerler. Zincirlerle sıkıca bağlarlar. Her bir insan, bir şeytanla birlikte aynı bir zincire bağlanarak yüz üstü sürüklenir. Bir taraftan da zebânîler (Cehennem melekleri) topuzlarla vururlar. Sıkıntı sebebiyle çıkıp kaçmak isterlerse tekrar oraya iâde edilirler."
Bu dünyâda, gönderilen peygamberlere inanmayanlara, emredilenleri yapmayanlara cezâ olarak, Allahü teâlâ Cehennem’i hazırladı. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde İsrâ sûresinin 18. âyet-i kerîmesinde meâlen; "Görüşleri ve akılları, bu dünyâ çerçevesine sıkışmış olanlar, âhıreti bırakarak dünyânın çabuk geçici zevklerinin arkasında koşuyor. Gece gündüz düşündükleri ve sıkıntılara katlanarak özledikleri bu nîmetlerden dilediğimizi istediğimize kolaylıkla ve bol bol veririz. Fakat bunlara böylece iyilik etmiyoruz. Cehennem azâbını hazırlıyoruz. Bunlar âhırette rahmetten uzaklaştırılıp, kötü bir hâlde, Cehennem’e sürükleneceklerdir. Her biri çabuk biten ve arkasından sıkıntılar ve felâketler bırakan bu dünyâdaki haramların lezzetlerine bağlanmayıp da vâd ettiğim sonsuz ve hakîkî ve hiç değişmeyen âhıret nîmetlerini isteyerek, gösterdiğim ve beğendiğim iyilikleri yapanlara gelince, bunlar Kur'ân-ı kerîmde bildirdiğim yolda yürüdükleri için, bütün iyiliklerini beğeniriz, kimseyi umduğundan mahrûm bırakmayız. Nimetlerimizi hepsine serperiz. Senin Rabbinin nîmetlerinin yetişmediği kimse yoktur", Al-i İmrân sûresinin 85. âyetinde meâlen; "Muhammed aleyhisaelâmın getirdiği İslâm dîninden başka din istiyenlerin, dinlerini Allahü teâlâ sevmez ve kabûl etmez. İslâm dînine arka çeviren; âhırette ziyân edecek, Cehennem’e gidecektir", ayrıca Nisâ sûresinin 13. âyetinde meâlen; "Allahü teâlânın ve peygamberi Muhammed aleyhisselâmın emirlerine aldırış etmeyenler, beğenmeyenler, asra, fenne uygun değildir, modern ihtiyaçlara kâfi değildir diyenler, kıyâmette Cehennem ateşinden kurtulamıyacaklardır. Cehennem’de çok acı azâb vardır" buyurdu.
Allahü teâlâ, Sebe' sûresi 52. âyet-i kerîmesinde meâlen; "(Ve azâbı gördükleri zaman); "Biz O'na (Hazret-i Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve sellem)) îmân ettik" demektedirler. Kendilerinden çok uzakta bulunana (tevbe ve îmâna) kavuşmaları ne mümkün! (Halbuki onlar, dünyâda iken tevbeye ve îmâna yakındılar. Fırsatları vardı, fakat zayi ettiler.)"
Kâfirler âhırette Cehennem azâbını görünce; "Biz âhır zaman Nebîsine ve getirdiği dîne îmân ettik" derler ve lâkin bu sözlerin onlara faydası olmaz. Zîrâ îmân etme yeri, teklif mahalli dünyâ'dır. Dünyâ ise bunlara gâyet uzak kaldı. Bunların dünyâya dönmeleri mümkün değil ki îmâna kavuşsunlar. Hâlbuki onlar bundan evvel dünyâda Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) küfretmişlerdi. Îmân etme mahalli (yeri) olan dünyâda küfredince, âhırette îmân mümkün olmaz. Yâni âhırette îmânları kabûl olunmaz. Çünkü burada teklif yoktur ve teklif mahalli olan dünyâ da yok olmuştur. Kâfirlerin dünyâya dönmeleri mümkün değil ki, îmânları mümkün olsun.
Âhırette feryâd ederek îmân etmek isteyen kâfirler, dünyâda zan ve tahminleri üzerine Resûlullah'a; şâirdir, kâhindir gibi bir takım hezeyanda bulunurlar ve gayba taş atar gibi ağızlarına gelen sözü söylerler. Resûlullah'la bu sözlerin arasında hiç bir münâsebet yoktur. Elbette bu sözler, Resûlullah'dan (sallallahü aleyhi ve sellem) çok uzaktır. Kur'ân-ı kerîm hakkında dahi, "Evvel geçenlerin yalanları" diyerek yaptıkları iftirâlar, Kur’ân-ı kerîmin yüce şânından gâyet uzak olarak söyledikleri sözlerdir. Açık bir hakîkate karşı zan üzere delilsiz söylenen sözün hiç kıymeti yoktur. "Kıyâmet, hesap, Cennet ve Cehennem yok, hepsi yalandır" demekle, âhıreti tamâmen inkâr ederlerdi. Âhıret ise gaybdır, göz görür bir şey değildir derlerdi. Bu gibi sözler her zaman nefsine uymuş, şeytanın aldatmasına kapılmış, İslâmiyetin neden ibâret olduğunu bilmeyen câhillerden sâdır olmuş ve olmaktadır. Îmân etmeyenler ebedî hüsrânda kalmışlardır.
Fâtır sûresinin 36 ve 37. âyet-i kerîmelerinde meâlen; "Kâfir olanlara gelince, onlara Cehennem ateşi var. (İkinci defâ haklarında hüküm verilip) öldürülmezler ki, ölsünler (de rahata kavuşsunlar). Üzerlerinden Cehennem’in azâbı da hafifletilmez. İşte (Allah'ı ve nîmetlerini inkâr eden) her nankörü böyle cezâlandırırız. "O kâfirler Cehennem’de şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bizleri çıkar, (dünyâda şirk gibi) yapageldiklerimizden başka sâlih bir amel yapalım." (Allah onlara şöyle buyurur:) "Size düşünecek kimsenin düşüneceği kadar ömür vermedik mi? Hem size peygamber de geldi. O hâlde tadın (ateşin azâbını). Çünkü zâlimleri (Allah'ın azâbından) kurtaracak yoktur." buyuruldu.
Yâsîn sûresinin 59-64. âyet-i kerîmelerinde meâlen; "(Mü'minler bir araya toplanıp Cennet’e götürülürken, Allahü teâlâ mücrimlere); "Ey günahkârlar! Bugün mü'minlerden ayrılın; şeytana itâat etmeyin, o size açık bir düşmandır diye öğüt vermedim mi? Ey Âdemoğulları! Bir de bana ibâdet edin, doğru yol budur (diye emretmedim mi?) Böyle iken içinizden birçok kimseyi şeytan yoldan çıkardı. O vakit neye düşünür, akıl eder olmadınız? İşte bu, (dünyâda) korkutula geldiğiniz Cehennem’dir. Onu inkâr ettiğiniz için, bugün girin oraya." buyuruldu.
Sâffât sûresi 62-68. âyetlerinde meâlen; "Bu (Cennet nîmetlerine) konmak mı hayırlı, yoksa (kokusu kötü ve tadı acı olan Cehennem’deki) zakkum ağacı mı?" "Gerçekten biz zakkum ağacını kâfirler için (âhırette) bir azâb yaptık. O bir ağaçtır ki, Cehennem’in dibinden çıkar. Meyvaları, (çirkin) şeytanların başları gibidir. Muhakkak o kâfirler bundan yiyecekler de karınlarını bundan dolduracaklar. Ondan doyduktan sonra, onlar için kaynar bir içki var. Sonra da dönecekleri yer şüphesiz ki yine Cehennem’dir" buyurulmaktadır.
Zümer sûresi 71 ve 72. âyet-i kerîmelerinde meâlen; "Kâfir olanlar bölük bölük Cehennem’e sürülür. Nihâyet oraya vardıklarında kapıları açılır ve bekçileri onlara şöyle der: "Size içinizden peygamberler gelip de Rabbinizin âyetlerini okumadı mı? Sizi bu gününüze kavuşmakla korkutmadı mı?" Onlar; "Evet, geldi. Fakat (Allah'ın kâfirlere olan azâb vâdi), azâb sözü kâfirler üzerine gerçekleşti" derler. (Onlara melekler tarafından şöyle) denilir: "Girin Cehennem’in kapılarından, ebediyyen içinde kalmak üzere." İşte bak büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!.." buyuruldu.
Duhâ sûresi 43-50. âyetlerinde meâlen; "Gerçekten (Cehennem’deki) o zakkum ağacı, kâfir olanın yemeğidir. Maden tortusu gibi karınlarında kaynar. Kaynar suyun kaynaması gibi. (Allah, Cehennem’deki vazifeli meleklere o kâfir için şöyle buyurur): "Onu yakalayın da sürükleyip Cehennem’in ortasına atın. Sonra da başının üstüne o kaynar su azâbından dökün. (Sonra ona şöyle deyin): Tad bakalım, çünkü sen, (zannınca kavminin arasında) çok şerefli ve çok iyi bir kimse idin. İşte bu azâb, sizin (dünyâda) şüphe edip durduğunuz şeydir." buyuruldu.
Nebe' sûresi 21-30. âyet-i kerîmelerinde; "Muhakkak ki, Cehennem (melekler tarafından kâfirleri) bir gözetleme yeridir. Kâfirler için bir dönüş yeridir. Nice devirler boyunca içinde kalacaklar. Orada ne bir serinlik tadacaklar ne de içilecek bir şey! Bir kaynar su ve irin içecekler. Bir azâb ki, (işledikleri amellere) uygun. Çünkü onlar, hesâba çekileceklerini hiç ummuyorlardı. Ayetlerimizi de alabildiklerine yalanlamışlardı. Biz ise her şeyi (Levh-i mahfûz'da) yazıp tesbit ettik. (O kâfirlere şöyle denilir): "Şimdi tadın artık! Size azâb artırmaktan başka bir şey yapacak değiliz." buyuruldu.
Beyyine sûresi 6. âyetinde meâlen; "Muhakkak ki, ehl-i kitaptan ve müşriklerden (ibâret) o kâfirler Cehennem ateşindedirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte bu kimseler, yaratıkların en kötüsü olanlardır." buyurulmaktadır.

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

[blogger]

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget