Cinler, insanlardan birçok kimselerle değişik sûretlerde karşılaşıp konuşmuşlar; va'z, nasîhat ve tavsiyelerde bulundukları gibi onlardan fetvâ ve nasîhat dinlemişlerdir.
İbn-i Ebî'd-Dünyâ naklediyor: Hadîs âlimlerinden bâzıları Sevde bin el-Esved'den, o da Ebû Halîfe el-Abdi'den nakletti: Ebû Halîfe dedi ki: "Küçük bir oğlum vardı. O vefât edince çok üzüldüm. Üzüntü ve kederimden gözüme uyku girmez olmuştu. Bir defâsında yatağıma uzanmış oğlumu düşünüyordum. Evin bir köşesinden; "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah ey Ebû Halîfe!" diye bir ses işittim. Çok korktum. "Ve aleyküm selâm" diye cevap verdim. Sonra Âl-i İmrân sûresinin son kısmını okumağa başladı. "Allah katındaki nîmetler ise iyi kimseler için daha hayırlıdır." meâlindeki 198. âyet-i kerîmeyi sonuna kadar okuyup bitirdi.
Ey Ebû Halîfe! diye seslendi. "Buyur" dedim. "Ne istiyorsun, herkes ölecek de, senin oğlun mu yaşayacak? Allahü teâlânın indinde sen Muhammed aleyhisselâmdan daha mı üstünsün? O, oğlu İbrâhim öldüğü zaman sâdece "Kalb mahzûn olur, göz yaşarır" buyurmuş ve şikâyette bulunmamıştır. Herkes ölürken senin oğlun mu yaşayacak? Allahü teâlânın işine ne karışıyorsun? Eğer ölüm olmasaydı insanları yeryüzü almazdı. Cefâ olmasaydı sefânın kıymetini kim bilecekti" dedi. Bunun üzerine "Kimsin sen?" dedim. "Senin cin komşularından biriyim" diye cevap verdi.
Ebû Bekr el-Kureşî der ki: Bâzı hadîs âlimleri Vehb bin Münebbih'den şöyle naklettiler: "Hasen el-Basrî ile birlikte her yıl Hayf Mescidi’nde, geceleyin herkes uyuduğunda, buluşurduk. Bizimle bâzı kimseler de bulunurdu. Bir gece oturup konuşurken bir kuş yanıma gelip oturdu. Selâm verdi. Selâmını aldım. Kendisine kim olduğunu sorunca; "Müslüman cinlerdenim" dedi. "Buraya niçin geldin?" dedim. Bunun üzerine; "Sizin yanınızda oturup sizden ilim tahsîl etmek kötü bir şey midir? Birçok işlerde biz sizinle oluruz. Meselâ namazda, cihâdda, hasta ziyâretlerinde, cenâze merâsimlerinde, hac ve umrede sizden ilim alırız ve Kur'ân-ı kerîm dinleriz" dedi. "Peki sizce en makbûl cinler hangileridir?" dedim. Hasen el-Basrî'yi işâret ederek; "Şu Şeyh'den ilim öğrenenlerdir" dedi. Benim bu konuşmamı Hasen el-Basrî (radıyallahü anh) görünce dayanamadı ve; "Kiminle konuşuyorsun?" diye sordu. "Bâzı arkadaşlarla konuşuyorum" diye cevap verdim.
Ders bitip ilim meclisi dağılınca, Hasen el-Basrî hazretleri bana işin içyüzünü sordu. Ben de olup bitenleri anlatınca, bana; "Ne olur bunu insanlardan hiç kimseye anlatma. Çünkü, yanlış tefsîr ederler de işi büsbütün çıkmaza sokarlar. O cinle her sene buluşuyorduk. Bana suâl soruyor ben de bildiklerimi ona haber veriyordum." dedi.
İbn-i Sîrîn'in yanına gelen biri; "Size bir şey sormaya geldim" dedi. İbn-i Sîrîn; "Buyur sor" dedi. O zât; "Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) bîat eden cinnîlerden acaba bugün sağ kalan var mıdır?" dedi. İbn-i Sîrîn; "Doğrusu bana böyle bir şeyden suâl edileceğini zannetmiyordum. Bu husûsda Ebû Recâ' el-Utâridî'nin malûmatı vardır" dedi. Kesir bin Abdurrahmân anlatır: Biz Ebû Recâ' el-Utâridî'ye geldik ve Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) bîat eden cinlerden hiç kalan var mı, biliyor musun?" diye sorduk. Buyurdu ki: "Bu husûsla ilgili size şu bilgiyi vereyim. Gittiğim bir köşkün kapısını hafifçe çaldım. Kapı açıldığı zaman, birden bir yılanın debelenip, kıvrılarak öldüğünü gördüm. Sonra onu bir yere gömdüm. O zaman, görmediğim pekçok kişinin "Esselâmü aleyküm" diye oraya gelip, selâm verdiğini işittim. Onlara kimsiniz diye sordum. "Bizler cinleriz. Allah sana iyilikler versin. Senin bizim yanımızda büyük yerin, mevkîin var" dediler. "Bu ne sebeptendir?" diye sordum. "Senin defnettiğin yılan, Pegamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) bîat eden cinlerin sonuncusu idi" dediler. Ben o zaman yüzotuzbeş yaşındaydım."
Habîb'den (radıyallahü anh) gelen rivâyete göre Sahîh-i Müslim'de şöyle bildirildi. Âişe (radıyallahü anhâ) evinde bir yılan gördü ve öldürülmesini emredince öldürdüler. Aynı gece onun Peygamber efendimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur"ân-ı kerîm dinlemeye gelen cin heyetinden olduğu söylenince, Hazret-i Âişe; Yemen'e adam gönderip kırk köle aldırarak azâd eyledi.
Sahîh-i Müslim'de rivâyet edildi. Bu rivâyette Ebü's-Sâib, Ebû Sa’îd-il-Hudrî'nin evine gittiğini haber verdi. Dedi ki; "Ebû Sa'îd-il-Hudrî'yi namaz kılarken gördüm. Oturarak namazını kılıncaya kadar onu bekledim. Derken evin bir tarafında çatıdaki çubuklar arasında bir kıpırtı işittim. Baktım ve bir yılan olduğunu gördüm. Hemen öldürmek için üzerine sıçradım. Fakat Ebû Sa'îd bana otur diyerek işâret edince oturdum. Namazı bitirdikten sonra bir evi işâret ederek; "Şu evi görüyor musun?" dedi. "Evet" cevâbını verdim. Bu evde bizden yeni evlenmiş bir genç vardı. Resûlullah'la (sallallahü aleyhi ve sellem) birlikte Hendek gazâsına çıktık. Bu genç günün ortasında Resûlullah’dan (sallallahü aleyhi ve sellem) izin alarak evine dönüyordu. Bir gün yine ondan izin aldı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona; "Üzerine silâhını al, çünkü, Kureyzâ yahudilerinin sana düşmanlık edeceğinden korkarım." buyurdu. Genç de silâhını aldı ve evine dönünce, hanımının iki kapı arasında ayakta durduğunu gördü. Kıskançlık gayreti kabaran genç hemen süngüsüyle onun üzerine yürüdü. Hanımı ona; "Yapma! Süngünü çek, eve gir de beni dışarıya çıkaran nedir? gör" dedi. O da içeri girince döşeğin üzerine kıvrılmış yatan büyük bir yılan gördü. Hemen süngü ile yılana vurarak onu yere serdi ve dışarı çıkarak süngüyü avluya dikti. Bu sırada yılan, gencin üzerine atıldı. Yılanın mı yoksa gencin mi önce öldüğü bilinemedi. Biz hemen Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek durumu anlattık ve; "Allah'a duâ et. Onu bizim için diriltsin!" dedik. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Arkadaşınız için istiğfâr edin" buyurarak şunları ilâve etti: "O Medîne'deki müslüman olan cinlerdendir. Onlardan birini görürseniz, kendisine üç defâ ihtarda bulunun. Bundan sonra size tekrar görünecek olursa onu öldürün. Çünkü o bir şeytandır." (Müslim. Kitâb-üs-Selâm-139)
Ebü'l-Kâsım el-Kasrî şöyle anlattı: "İlk zamanlarda açlığa sabrederdim ve haftada bir defâ yemek yerdim. Birgün cinlerden birisi gelip, bana selâm verdi. Selâmını aldım, ama kendisini göremedim. Her gün gelip bana selâm verirdi. Birgün kendisine; "Seni görmeyi istiyorum. Bana görünsen ne olur?" dedim. Çok güzel yüzlü bir kimse olarak bana göründü. Kim olduğunu sordum. "Müslüman olan cinnîlerdenim. Senin gibi, nefsinin arzularına muhâlefet eden, açlığa sabreden, dînin emirlerine uymakta ve yasaklarından sakınmakta gayretli olan birini gördüğümüz zaman kendisine muhabbet eder, selâm veririz" dedi. Kendisiyle aramızda tam bir muhabbet ve dostluk hâsıl oldu. Bana bâzı şeyler de öğretti. Birgün kendisine; "Gel! Mescide beraber gidelim" dedim. "İnsanların bulundukları yerde seninle beraber bulunmamız münâsib değildir. Çünkü, seninle aramızda bâzı konuşmalar olur. İnsanlar, senin birisiyle konuştuğunu anlarlar. Fakat beni göremedikleri için senin hakkında uygun olmayan şeyler söylerler. Senin için fitne olur" dedi. Ben de; "En geri safta otururuz. Hiç kimse farketmez" dedim. Mescide girip oturduk. Cin, "Bu insanları nasıl görüyorsun?" diye sordu. "Bâzılarını uykuda, bâzılarını yarı uyanık ve bâzılarını da tam uyanık görüyorum" dedim. "İnsanların herbirinin başları üzerinde duranları görüyor musun?" dedi. "Hayır" dedim. Gözlerimi sığadı. Her insanın başı üzerinde bir karga bulunduğunu gördüm. Kargalardan bâzıları, üzerinde bulunduğu kimsenin gözlerini kanatları ile kapatmış idi. Bâzıları sâdece duruyor ve bâzıları da üzerinde bulunduğu kimsenin gözünü, bâzan kapatıyor, bâzan açıyordu. "Bu ne hâldir?" diye sordum. "Sen Kur'ân-ı kerîmde okumadın mı? Allahü teâlâ Zuhruf sûresi 36. âyet-i kerîmesinde; "Her kim, Rahmân'ın zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık bu, ona arkadaştır." buyuruyor. İşte insanların başlarında gördüğün şeyler, karga şeklinde şeytanlardır. İnsanların herbirini gafletleri miktarınca istilâ etmiş, kaplamışlardır" dedi. O cin, bu şekilde bana gelir giderdi. Birgün açlığım tahammül edilemez hâle geldi. Normal âdetime göre, yemek yememe daha dört gün vardı. Yanımda bulunan ekmek kırıntılarından bir parça yeyince açlığım yatıştı. Dostum olan o cin gelerek selâm verdi. Fakat bu sefer görünmedi ve; "Biz, açlığa ve dînin emir ve yasaklarına uymaya devam etmekteki sabrından dolayı sana dost olmuş idik. Fakat sen, o ekmek parçasını yemekle sabrı terketmiş oldun" dedi. Ondan sonra da bir daha yanıma gelmedi. Bilindiği gibi cinler çeşitli kılığa girerler. Ev yılanlarının cin olma ihtimâli olduğu için, onlara üç defâ "İrci’ bi-iznillah" diyerek ihtar etmeli. Gitmezse öldürmelidir. Yılan şeklindeki cinni hemen öldürmemek, onlara saygı göstermek için değil, zararlarına sebep olmamak içindir.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.