Mürsel-i Zahir |
---|
Bk. Mürsel.
“Ersele” fiilinden alınma ism-i mef’ul olan mürsel sözlük manası itibariyle ulaştırılmış, gönderilmiş, irsal edilmiş demektir. Hadis terimi olarak, sahabîden hadîs rivayet etmiş bulunan tabiînin isnadında sahabîyi atlayıp doğrudan doğruya Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayet ettiği hadîslere denir. Sahabe ile görüşüp onlardan ilim öğrenen tabiîler hadîs rivayet eden ikinci nesildir. Bazı tabiîler aslında hadîsi almış oldukları sahâbinin ismini isnadlarında atlar ve sanki kendileri bizzat Hz. Peygamber (s.a.s)'den işitmiş ya da görmüşeesine “Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu, şunu yaptı” gibi ifadelerle hadîs rivayet ederler. Böyle rivayete irsal, tabiînin irsal yaparak rivayet ettiği hadîse mürsel adı verilmiştir. Bu manada mürsele mürsel-i zahir denildiği de olur. İsnadında irsal yapan tabiîye ise mursil tabir edilir. Mürselin çoğulu, merâsil gelir. Yukarıdaki tarif hadîs alimlerinin üzerinde birleştiği tariftir. Nitekim el-Hakimu'n-Nisâbûri “mürsel hadîs tabiîye kadar muttasıl isnadla gelen, tabiînin Kale Resulullah (s.a.s) diyerek rivayet ettiği hadîsdir” demiştir938. Bununla birlikte bazı hadîseilerle usul ve fıkıh alimleri mürsel hadîsle munkatı ve mu'dal arasında fark olmadığına kail olmuşlardır. el-Hatibu'1-Bağdâdî bunlardandır. O mürselin manasına ayırdığı bölümde şunları söylemiştir: “Müdelles olmayan hadîsin irsali, Said İbnu'l-Müseyyeb, Ebu Seleme b. Abdirrahmân, Urvetubnu'z-Zubeyr, Muhammed İbnu'l-Munkedir, el-Hasenu'1-Basrî, Muhammed b. Şîrîn, Katâde ve diğer tabiîlerin Hz. Peygamber (s.a.v.)'den rivayetleri gibi, ravinin muasır olmadığı veya aralarında mülkât olmayan kimseden rivayetleridir. Tâbi'înden olmayan İbn Cureyc'in Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe’den; Mâlik b. Enes'in el-Kasım b. Abdillah b. Ebî Bekr'den; Hammâd b. Süleyman'ın Alkame'den rivayetleri de ravinin muasır olmadığı kimseden rivayeti kabilindendir. Ravinin muasır olduğu halde mülâki olmadığı şeyhten rivayetine gelince bunun misalini de el-Haccâc İbnu'l-Ertât’ın, Sufyânu's-Sevrî'nin ve Şu'benin ez-Zuhri'den rivayetleri teşkil eder. Bize göre bunların hepsi hakkındaki hüküm birdir. Mülaki olduğu şeyhten hadîs aldığı halde işitmediği hadîsi irsal edenin hükmü de aynıdır.” 939 el-Hatîbul-Bağdâdî'nin bu ifadelerinden anlaşılıyor ki mürsel, daha umumidir ve tabiînin Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayetine denildiği gibi daha sonraki nesillerden bir ravinin muasırı olmadığı veya muasırı olduğu halde görüşmediği şeyhten rivayet ettiği hadîse de denilmektedir. Haliyle bu tarifin şümulüne mürsel yanında munkatı ve mu'dal de dahildir. Bazı alimler mürseli, tabiînin Hz. peygamber (s.a.s)'den rivayeti olarak tarif etmekle birlikte tabiîlerin Kay s b. Ebi Hâzim, Ebu Osman en-Nehdi, Said İbnu'l-Museyyeb gibi yaşça büyük olanlarının rivayeti olarak alırlar. Buna göre İbn Şihâb ez-Zuhrî, Ebu Hâzim Seleme b. Dinar, Yahya b. Said el-Ensârî gibi yaşça küçük olanların Hz. Peygamberden rivayetlerini mürsel değil, munkatı' sayarlar; zira onlar, ancak birkaç sahabîye mülâki olabilmişlerdir. Rivayetlerinin çoğu tâbi'îndendir. 940 İbnu's-Salâh da mürseli sadece tabiînin rivayeti olarak görür. Ona göre bir tabiinin - ister yaşça büyük olsun isterse küçük - Hz. Peygamber (s.a.v.)'den rivayeti mürseldir. Eğer tabiîye varmadan isnaddan bir ravi düşerse böyle rivayet edilen hadîs munkatı, tabiîden önceki mavilerde birden fazla düşme olrusa buna da mu'dal denir.941 İbn Haceri'l-Askalânî'ye gelince o da mürseli senedin sonunda tabiînden sonraki ravisi düşmüş olan haber olrak tarif eder. Ona göre ister büyüklerinden olsun isterse küçüklerinden, bir tabiînin Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle dedi, şöyle yaptı veya “huzurunda şöyle yapıldı” diyerek naklettiği hadîs mürsel'dir. 942 Görülüyor ki hadîs alimleri mürsel hadîsi sadece tabiîlerin Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayeti olarak kabul etmişlerdir. Aralarında usul ve Fıkıh âlimlerinin çoğunlukta olduğu kimi âlimler ise mürseli munkatı hadîsleri de dahil ederek daha umumî manada almışlardır. Mürsele misâl olarak şu hadîsler verilebilir: “Ata b. Yesâr'dan rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber buyurmuştur ki, “Bir kul hastalandığında Allah ona iki melek gönderir. “Bakın ziyaretçilerine ne diyor” buyurur. (Onlar bakarlar) ziyaretçileri geldiğinde Allah'a hamd ve sena ediyor. Allah en iyi bilen olduğu halde hemen O'na ulaştırırlar. O zaman Allah “Kulumun ölmesini takdir etmişsem Cennete koymam onun üzerimdeki hakkıdır. Eğer sağlığına yeniden kavuşturursam beden ve kanını daha hayırlı beden ve kanla değiştirir ve günahlarını bağışlamam o kulumun üzerimdeki hakkıdır” buyurur.”943 “...Said İbnu'l-Museyyeb'den rivayet olduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.s) canlı hayvan karşılığı et satışını yasakladı.” 944 “Mekhûl'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Hz. Peygamebr (s.a.s) “Hac farizasını yerine getiren bir kimsenin (Allah yolunda) savaşa girmesi kırk (kere nafile) haccetmesinden daha efdaldir” buyurdu.”945 Mürsel hadîsin sıhhati ve dinî meselelerde delil olup olmıyacağı konusunda alimler arasında ihtilaf vardır. Bu konudaki görüşleri üç grupta toplamak mümkündür: 1. Hadis alimlerinin hepsine, fıkıh ve fıkıh usulü alimlerinin bir kısmına göre mürsel hadîs hükmen zayıftır. Bunun için dinî meselelerde hüccet sayılamazlar. Tanınmış hadîs alimi İmam Müslim “Bizim görüşümüzün aslına ve haberler ilmi ustalarının görüşüne göre mürsel rivayetler hüccet değildirler” derken 946bu görüşü dile getirmiştir. Mürsel hadîslerin dinde hüccet olamayacağı görüşünde olanlar, mürsel ravilerinden adalet ve zabt durumu bilinmeyen bir ravinin düşmesini delil olarak ileri sürmüşlerdir. Onlara göre isnaddan düşen ravi sahâbi olabileceği gibi tabiî de olabilir. Tabiî olduğu takdirde zayıf bir ravi olması ihtimali ortaya çıkar. Bir de isnaddan düşen ravinin adalet yahut zabt durumunu bilmemek gibi bir hale karşılaşırız. Bu ise doğru değildir. Buna karşı eğer mürsel hadîsler sadece sika ravilerden rivayet edilen hadîslerdir denilirse o takdirde denir ki mübhem bırakılan ravinin sika olduğuna hükmetmek, hadîsinin dinî konularda delil olabilmesi için yeterli görülmez. Bu mürsel hadîslerin genelde dînî meselelerde delil olamıyacaklannı ileri sürerken şunları söylemiştir: “İsnadda ismi anılan ancak adalet ve zabt bakımından hali bilinmeyen bir ravinin rivayeti adalet ve zabt durumunun bilinmeyişi yüzünden kabul edilmeyince mürsel öncelikle kabul edilemez; zira isnadda ismi anılmayan ravinin kendisi belli olmadığı gibi adalet ve zabt vasıflarını taşıyıp taşımadığı da belli değildir.” 947 2. İmam Azam Ebu Hanîfe, meşhur bir kavle göre İmam Mâlik, Ahmed b. Hanbel ve bunlara tabi hadîs, fıkıh usul alimleri ile Mu'tezileye göre mürsel hadîsler sahihdirler, dolayısıyle dinî konularda delil olabilirler. Bu görüşte olanlar görüşlerine şunları delil getirirler: Hadisi mürsel olarak rivayet eden tabiî, isnadında ismini söylemediği raviyi adaletine kanaat getirdiği için anmamıştır. Bu aynı zamanda tabiînin makbul sayılan tezkiyesi demektir. Ayrıca özellikle tabiîlerin rivayetlerinin çoğu sahabedendir. Böyle olunca mürsel hadîsler dinî konularda delil sayılmak icabeder. Bununla birlikte Hz. Peygamber bir hadîsinde tabiîleri öğmüş ve: “İnsanların en hayırlıları benim yaşadığım devirde yaşayanlardır. Sonra onları takip eden (tabiî)ler, sonra da onları takip eden (tebe'ut-tabim)ler gelir,” buyurmuştur. 948Hz. Peygamber'in bu sözünde tabiîlerin iyiliklerine şehadet vardır. Öyle olunca onlar hadîslerinde sahabî ismini atlamak suretiyle irsal yapmakla kötü bir iş yapmış sayılamazlar. Aslında onlardan fena işler beklenemez. Şu da var ki isnadında sahabînin ismini anmayan tabiî ya adaletli olur, ya olmaz. Eğer adaletli değilse rivayet ettiği mürsel hadîsle sırf irsal yaptığı için değil, adaletli olmadığı için amel edilemez. Yok, eğer adaleti tam ise kendisiyle Hz. Peygamber arasındaki rivayet vasıtası olan sahâbîyi adaletinde en ufak bir tereddüdü olmadığı için atlamıştır. Şu halde mürsel hadîsler öteki zayıf hadîslerden farklıdırlar. Ayrıca işaret etmek gerekir ki, mürsel hadîsler aslında sika ravilerin sika ravilerden rivayetleridir. O halde dinî konularda delil olmaları gerekir. Sika olan tabiînin aynı şekilde sika olan sahâbîden rivayette bulunurken isnadında onun ismini anmaması başlıca üç sebepten ileri gelebilir: a) Tabiî hadîsi, hepsi de sika olan çok sayıda kimseden rivayet etmiştir. Hadis kendisine göre sahihtir. Sihhatine güvendiği için isnadında sahâbîyi atlamış, hadîsi irsal yaparak rivayet ermiştir. b) Hadisi kendisine kimin rivayet ettiğini unutmuştur; yalnızca metni bilmektedir. Esas itibariyle yalnızca sika ravilerden rivayette bulunmak adeti olduğundan hadîsi mürsel olarak rivayet etmekte bir mahzur görmemiştir. c) Hadisi rivayet maksadıyla değil, müzakere etmek veya fetva vermek için söylemiştir. Böyle durumlarda senedden çok metin önemlidir. Onun için hadîsini, isnadında sahâbîyi atlamak suretiyle rivayet etmiştir. Bütün bunlar göz Önünde tutulduğunda mürsel hadîslerle amel edilebilceği. Onların dinî konularda delil olacağı sonucuna varılır. 3. İmam Şafiî mürsel hadîslerle ancak bazı şartlar altında amel edilebileceği, bir başka deyişle onların dinî konularda delil olabilmeleri için bazı şartların olması gerektiğini görüşündedir. Bu şartların önemlileri şunlardır: a) Dînî bir konuda hüccet olacak hadîs-başka ravilerin yine mürsel olarak rivayet ettikelri hadîs bile olsa-ayrı vecihlerden irvayet edilmiş olmalıdır; b) İsnadında hadîsi aslında almış olduğu sahabînin ismini söylemeyen tabiî ravi, güvenilir ravilerin muhalefet etmedikleri bir mertebede bulunmalıdır; c) İsnadındaki sahâbîyi anmamak suretiyle irsal yapan ravi, hadîs işitmiş olduğu kimselerin isimlerini söylediğinde bu kimseler meçhul veya rivayetleri makbul olmayan raviler değil, sika raviler olmalıdır. İslâmı ilimler içinde bir hayli tartışmalara sebep olmuş mürsel hadîse dair müstakil kitaplar tasnif edilmiştir. En önemli bir kaç tanesine burada işaret etmekle fayda vardır: 1. Kitâbu'l-Merâsîl: İbn Ebî Hatim er-Râzî. 2. Kitâbu'l-Merâsîl: Sünen Ebî Dâvud Sahibi Ebu Davud, Süleyman İbni'l-Eş'asi's-Sicistânî. 3. Câmi'u't-Tahsîl fi Ahkâmi'l-Merâsîl: Halil b. Keykeldi'l-Alâ'i. |
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.