Rivâyet edildiğine göre İsrâiloğullarından Âmil İsminde çok zengin birisi, bir zaman öldürülmüş olarak bulundu. Öldürenin kim olduğu bilinmiyordu. Âlimler, öldürenin kim olduğunda ve ne için öldürdüğünde ihtilâf ettiler. Bâzıları dediler ki: İsrâiloğulları içinde zengin bir adam vardı. Bunun fakir bir amca oğlu vardı ve bundan başka da vârisi yoktu. Zengin çok yaşayınca, amca oğlu, malına konmak için onu öldürdü. Bâzıları da dediler ki: Âmil, amcasının kızı ile evli idi. İsrâiloğulları içinde bu kadın gibi hüsnü cemâl sâhibi, yâni güzel bir kadın yok idi. Bu kadınla evlenmek için, kadının bir diğer amcazâdesi, Âmil'i öldürdü. Bulunduğu köyden bir başka köye taşıyıp, orada bıraktı.
Hazret-i İkrime dedi ki: “İsrâiloğullarının bir mescidi vardı. Oniki sıbt (kol) için mescidin oniki kapısı vardı. Öldürülen şahsın cesedi bir kapıda bulundu ve bir başka kapıya sürüklenip çekildi. Bu yüzden şeytan aralarına husûmet (düşmanlık) soktu.” İbn-i Sîrîn dedi ki: “Kâtil onu öldürdü. Sonra taşıyıp, yine kendilerinden birinin kapısına bıraktı. Sabah olunca da, intikâmının ve kanının alınması için dâvâda bulundu.”
Başka bir rivâyette kâtil, onun ölüsünü iki köy arasına bıraktı ve bu iki köy halkı birbirlerine düşman oldular. Ölünün yakın akrabâları, Mûsâ aleyhisselâma gelip, bir takım kimseler getirerek bunlardan dâvâcı oldular ve kısas yâni ölenin yerine bunların öldürülmelerini istediler. Mûsâ aleyhisselâm onları muhâkeme etti. Fakat dâvâ edenler delil ve şâhid getiremediler. Mûsâ aleyhisselâm tereddütte kaldı.
Öldürülen ile kâtil zanlılarının taraflarının arasında, çatışma ve kavga baş gösterdi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmdan, bu öldürülme işini açıklığa kavuşturması için, Allahü teâlâya duâ etmesini istediler. Mûsâ aleyhisselâm da Allahü teâlâdan bunu istedi.
Başka bir rivâyette de şöyle bildirilmiştir: Öldürülen kimse malı çok, cimriliği ise daha çok olan biri idi. Oğlu ve kızı yoktu. Sâdece, kardeşinin iki oğlu yâni iki yeğeni vardı. Bu iki yeğen, pek garib ve muhtâç oldukları hâlde amcaları bunlara hiç bakmazdı. Bu iki genç, amcalarının malına, mîrasına kavuşmak için aralarında anlaşarak, bir gece evine vardılar. Bir bahane ile onu dışarı çıkarıp öldürdüler ve iki köy arasına bir yere bıraktılar.
Sabah olunca, amcalarının en yakınları olarak, görünüşte amcalarını müdâfâa etmeye, ağlayıp sızlamaya başladılar. Böyle bir davranışta bulunmaları, onlardan şüphelenilmesine de mâni oluyordu.
Cesedin bulunduğu yerdeki iki köyün ahâlisi birbirine girdi. Her iki taraf birbirine; kâtilin kendilerinden olmadığını, başka taraftan olduğunu iddiâ ediyorlardı.
Diğer taraftan ölen kimsenin yeğenleri de; “Kâtil bulunup amcamıza kısas olarak onun da öldürülmesine kadar, amcamızın cenâzesini defnetmeyiz...” diye tutturmuşlardı.
İsrâiloğulları, kâtilin bulunması husûsunda Hazret-i Mûsâ'ya mürâcat ettiler. O da Hak teâlâya yalvarıp bunun için duâ etti.
Allahü teâlâ da onlara bir inek kesmelerini emretti. Hazret-i Mûsâ kavmine bunu bildirip; “Allahü teâlâ bir inek kesmenizi emrediyor...” buyurdu. Onlar, kâtilin bulunmasıyla inek kesilmesi arasındaki münâsebeti ve bununla emrolunmalarındaki hikmeti anlayamadıkları için; “Bizimle alay mı ediyorsun? Biz başka şey sorduk. Sen ise bize inek kesmemizi söylüyorsun” dediler. Hazret-i Mûsâ, bunun, Allahü teâlânın emri olduğunu bildirdi ve; “Ben mü’minlerle alay edici birisi olmaktan, Hak teâlâya sığınırım” buyurdu.
İsrâiloğulları, işin mâhiyetini kavrayıp, bu emrin Hak teâlâdan geldiğini iyice anladıklarında, emri yerine getirmek istediklerini bildirdiler.
İsrâiloğullarının gariplikleri, tuhaflıkları burada yine kendini gösteriyordu. Îtirâzvari sözlerine burada da devam ettiler. Hazret-i Mûsâ'ya; “Rabbimizin kesmemizi emrettiği sığır, hangi sığırdır? Ne sûrettedir? Duâ et de bunu da bize bildirsin” dediler.
Allahü teâlâdan vahiy gelerek, o sığırın, ne çok genç ne de çok yaşlı olacağı, orta yaşlı olduğu bildirildi. Bu sefer; “Rabbine duâ et de, kesmemizi emrettiği orta yaşlı sığırın rengini bildirsin” dediler. Allahü teâlâ, o sığırın, bakanların gönlünü çekecek renkte, sarı bir sığır olduğunu bildirdi.
Hikmet ehli zâtlar demişlerdir ki, renkler içinde üç tanesi gönlü çeker. Bu renkler sarı, al ve yeşildir. Yeşil rengi, yerde olursa; al, giyecekte olursa ve sarı, dört ayaklılarda olursa daha güzel görünür.
İsrâiloğulları, böyle bir sığırı aramaya koyuldular. Nihâyet bir yerde, ihtiyâr bir kadının bu târiflere tam uyan bir sığırı olduğunu öğrendiler. Bu kadının, yetim bir oğlu vardı ve başka kimsesi yoktu. Bunların tek geçim kaynağı o ineğin, sütü ve yoğurdu idi.
Kadından bu ineği satın almak istediler. Kadın, başka şeyleri olmadığı için vermek istemiyordu. Almaktan vazgeçmeleri için; “Bu ineği bin akçeye ancak veririm” dedi. Durumu Mûsâ aleyhisselâma haber verdiler. “Ne ücret isterse ödeyip sığırı alın, sâhibini kat’îyyen incitmeyin” buyurdu. Tekrar kadına gelip almak istediklerini nâzikçe söyleyince, kadın bu sefer; “İkibin akçeye veririm” dedi. İsrâiloğulları tekrar Hazret-i Mûsâ'nın yanına gelerek, ücretin çok fazla olduğundan ve kadına da bir şey diyemediklerinden şikayet ettiler. “Yâ Mûsâ! Hak teâlâdan dile ki, biz bu sığırı almayalım. Başka bir sığır bulalım. Zirâ bu sığırı almamız bize çok müşkül oldu. Hak teâlâ keseceğimiz sığırı bize tekrar beyân etsin. Eğer o dilerse biz müşkülâttan kurtuluruz...” dediler.
Mûsâ aleyhisselâm duâ edince, Allahü teâlâ bildirdi ki, o sığır öyle bir sığırdır ki, kendisiyle çift sürülmemiş ve ekin sulamak için koşulmamış olsun. Her maraz ve illetten de uzak olsun. Onlar, bunu haber alınca, bu sıfatların hepsi, ancak bulduğumuz sığırda mevcûttur. Târif edilen sığır ondan başkası değildir dediler ve hemen ihtiyâr kadının yanına gelerek sığırı almak istediklerini bildirdiler. Kadın; “Onbin akçeden aşağıya kat’îyen vermem” dedi. Onlar bu işten iyice darlandılar. Kadına hiç bir şey diyemiyorlardı. İtirâzlarının sonucu böyle sıkıntı olmuştu. Halbuki, emir ilk geldiğinde herhangi bir sığırı boğazlasalardı, emir îfâ edilmiş olacaktı. Fakat üst üste sorularla, sanki bunu istemiyormuş gibi davranınca, mes’ele kendilerine ağırlaştırıldı.
Nihâyet kadın, şöyle bir teklifte bulundu: “Bu sığırı boğazlarsınız. Derisini tulum yapıp çıkarırsınız. Sonra o tulumun dolusu kadar altın vermeyi kabûl ederseniz, ben de sığırı size satmayı kabûl ederim.” İsrâiloğulları yine Hazret-i Mûsâ'ya mürâcaat ettiler. O da; “Her ne pahasına olursa olsun almak gerek” buyurdu.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.