İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Nesebinin İlyâs bin Yasin bin Ayzar bin Hârûn olduğu rivâyet edilmiş olup, Hârûn aleyhisselâmın neslindendir. Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra, onun dînini devam ettirmek üzere Yûşa’ aleyhisselâm, İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderildi. Yûşa’ aleyhisselâm, Erîha şehrini ve diğer Filistin topraklarını fethedip, buraları İsrâiloğulları kabîleleri arasında paylaştırdı. Bundan sonra, İsrâiloğullarından her kabîle, kendi başına hareket etmeye başladı. Nihâyet Hazkîl aleyhisselâm peygamber olarak gönderildi. Tevrât'ın hükümlerini unutan ve bunlara uymayan İsrâiloğullarını uyarmak ve onları Tevrât'ın hükümlerine tâbi kılmak için tebliğde bulundu. Hazkîl aleyhisselâmdan sonra da, İsrâiloğullarına, İlyâs aleyhisselâm peygamber olarak gönderildi. İsrâiloğulları Filistin topraklarını elde edince, kabîlelerden biri de Ba'lbek'de yerleşti. İlyâs aleyhisselâm Ba'lbek'de yerleşen Benî İsrâil kabîlesine peygamber gönderildi. O zamanda Ba'lbek'de hüküm süren zâlim bir hükümdâr vardı. Ba'l adını verdiği altından bir put yapmıştı. Halkı bu puta tapmaya zorlardı. Rivâyete göre, bulundukları beldenin ismi (Bek) iken bu putun ismi ile birleştirilerek Ba'lbek demişlerdir.
Ba'lbek'de yaşayanlar, altından yaptıkları sekiz-on metre büyüklüğündeki puta tapıyorlardı. İlyâs aleyhisselâm bunlara; “Ba'l putuna tapmaktan vazgeçiniz ve her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlâya îmân ve ibâdet ediniz” diyerek nasîhat etti. Fakat insanlar bu nasîhatlerine uymadılar. Onları Allahü teâlânın azâbı ile korkuttu ise de, dinlemeyip, İlyâs aleyhisselâmı beldelerinden çıkardılar. İsyânları sebebiyle Allahü teâlâ memleketlerinden bereketi kaldırdı. Yağmurlar yağmaz oldu ve kıtlık başladı. Hayvanları susuzluktan kırıldı. Başlarına çeşitli musîbet ve belâlar geldi.
İlyâs aleyhisselâm ise, onlar böyle sıkıntılar içinde iken, gittiği her yerde gizlice îmânı yayıyor, halka anlatıyordu. Bütün evlerde kıtlık varken, îmân edenlerin evlerine İlyâs aleyhisselâmın, mucizesi ile bereket gelmişti. Herkes kokmuş leş yemek mecbûriyetinde kalırken, îmân edenlerin evi yiyecekle dolup taşıyordu. Hükümdârların hazîneleri para ile dolu olmasına rağmen, satın alacak yiyecek bulamıyorlardı. Nihâyet bu belâ ve musîbetlere; İlyâs aleyhisselâmı dinlemedikleri, îmân etmedikleri için düştüklerini anladılar. İlyâs aleyhisselâmı Ba'lbek'den çıkardıklarına pişman oldular. Onu; köylerde, kasabalarda, dağlarda, ovalarda ve her yerde aramaya başladılar. Bulunca af dilediler. Yaptıkları işe pişman olduklarını söyleyip, ısrarla Ba'lbek'e dönmesini istediler. İlyâs aleyhisselâm da Ba'lbek'e döndü. Ba'lbek ahâlisini toplayıp, onlara; “Size yazıklar olsun! İsyânınız sebebiyle kıtlıktan perişân oldunuz. Hayvanlar, ağaçlar ve bitkiler kurudu. Bu yüzden yağmur yağmadı. Bâtıl, boş bir gurur ve kibir içindesiniz. Taptığınız putlar size hiç bir fayda veremez. Haydi putlarınızı çıkarın, size yardımcı olsunlar. Onlar size yardımcı olamaz. Biliniz ki, siz bâtıl bir yoldasınız. Putlara tapmaktan vazgeçip, vakit kaybetmeden derhal îmân ediniz.” dedi.
İsrâiloğulları, putu terketmek husûsunda tereddüt gösteriyordu. Bunun üzerine İlyâs aleyhisselâm; “Söyleyin Ba'l putunuza, size yağmur yağdırsın!” diyerek tereddütlerinin boş ve mânâsız olduğunu bildirdi. İsrâiloğulları, Ba'l putunu kendi elleriyle yapmışlardı. Onun bir iş yapmaya kâdir olmadığını pekala biliyorlardı. İlyâs aleyhisselâmın bu ikazı üzerine, îmân ettiler ve ona tâbi olacaklarına dâir söz verdiler. Bunun üzerine, İlyâs aleyhisselâm duâ etti. Belâ ve musîbetlerin kalkıp, ferahlığın gelmesi için yalvardı. Allahü teâlâ duâsını kabûl buyurup, bolluk ve bereket ihsân eyledi. Bol yağmur yağdı. Her taraf yemyeşil oldu. Ba'lbek halkı, ekip biçmeye başladı ve ferahlığa kavuştu. Her tarafta büyük bir rahatlık ve bolluk görüldü.
İsrâiloğulları, bu hâl üzerine, bir müddet İlyâs aleyhisselâma tâbi oldular. Fakat îmândaki sebâtları fazla sürmedi. Yine isyân ederek, azıp doğru yoldan ayrıldılar ve inkar ettiler, eski sapıklıklarına döndüler.
İlyâs aleyhisselâm, tekrar nasîhat edip ikaz etti ise de dinlemediler. Bundan sonra artık onların dinlerinden döndüklerini ve doğru yola gelmeyeceklerini iyice anlayıp, kanaat getirdi. Bu hâle pek ziyâde üzüldü ve kendisini, bu azgın insanlardan ayırması için, Allahü teâlâya duâ etti. Allahü teâlâ, İlyâs aleyhisselâmın duâsını kabûl buyurup, onların arasından ayrılarak başka bir yere gitmesine müsade etti. Böylece İlyâs aleyhisselâm bulunduğu yeri terketti. İsrâiloğulları, İlyâs aleyhisselâmın gitmesinden sonra, isyânları sebebiyle perişân bir hâle düştüler. Îmân ve itâat etmemenin dünyâdaki cezâsını çektiler.
Abdullah ibni Abbâs (radıyallahü anh) şöyle rivâyet etmiştir: İlyâs aleyhisselâm Ba'lbek'den ayrıldıktan sonra, Allahü teâlânın emirlerini insanlara bildirmek ve îmânı yaymak için dolaşırken, yolu bir köye düşmüştü. Bu köydeki insanlara nasîhatte bulunup, îmân etmeye dâvet etti. Bunun üzerine halk onu sevip köylerinde bir müddet kalmasını istediler. Kabûl etti ve İsrâiloğullarından ihtiyâr bir kadının evine misâfir oldu. Bu kadının hasta bir oğlu vardı. Kadın, oğlunun hastalıktan kurtulması için İlyâs aleyhisselâmdan, Allahü teâlâya duâ etmesini istedi. İlyâs aleyhisselâm abdest aldı ve iki rekat namaz kıldıktan sonra, çocuğun şifâ bulması için duâ etti. Allahü teâlâ duâsını kabûl buyurup, hastaya şifâ ihsân eyledi. Bu çocuğun ismi Elyesa idi. İyileştikten sonra, İlyâs aleyhisselâmın yanından hiç ayrılmadı. Ondan Tevrât'ı öğrendi. Elyesa (aleyhisselâm), İlyâs aleyhisselâmdan sonra İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderildi. (Bkz. Elyesa aleyhisselâm)
İlyâs aleyhisselâmın peygamberliği, Kur'ân-ı kerîmde bildirilmiş olup, bu husûstaki âyet-i kerîmeler meâlen şöyledir: “İlyâs da, şüphe yok ki, gönderilmiş peygamberlerden idi. O vakit kavmine (şöyle) demişti: “Siz, Allahü teâlânın azâbından korkmaz mısınız? O en güzel yaratanı bırakıp da Ba'l'e (Ba'l putuna mı) tapıyorsunuz? Allah sizin de Rabbinizdir, evvelki atalarınızın da Rabbidir.” Fakat onlar, İlyâs'ı aleyhisselâm tekzip ettiler (yalanladılar). Şüphesiz onlar hazırlanıp (Cehennem’e) götürüleceklerdir. Ancak Allah'ın ihlâs sâhibi (mümin) kulları müstesnadır. Biz ona (İlyâs aleyhisselâma) sonra gelen (ümmet) ler içinde güzel bir yâd (güzel bir senâ ve iyilikle anılma) bıraktık. Bizden (saadet ve) selâm olsun İlyâs'ın (aleyhisselâm) üzerine. (Sonra gelen ümmetlerde İlyâs aleyhisselâm üzerine bir hüsn ü senâ bıraktık ki, bu İlyâs aleyhisselâma tâbi olanlar üzerine selâm olsun demeleridir.)
Şüphesiz ki biz iyi amel işleyenleri böyle mükafatlandırırız. Hakikaten o (İlyâs aleyhisselâm) mü’min kullarımızdan idi. (İlyâs aleyhisselâm bizim mü’min olan kullarımızdandır.) (Saffat sûresi: 123-132)
En’âm sûresi 85. âyet-i kerîmesinde de meâlen şöyle buyruldu: “Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ, ve İlyâs'a da (aleyhimüsselâm) hidâyet (peygamberlik) verdik. Onların hepsi sâlihlerden idiler. (Kendilerine verilen vazifeleri hakkıyla îfâ etmeye çalışan, lâyık olmayan şeylerden sakınan, hakîkaten salah-ı hâl ile muttasıf idiler. Bunun içindir ki böyle yüksek ihsânlara mükafatlara nâil olmuşlardır.)”
İslâm âlimlerinin meşhûrlarından ve evliyânın büyüklerinden olan İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i elf-i sânî Ahmed Fârûk-i Serhendî hazretleri Mektûbât'ının birinci cildi 282. mektubunda şöyle buyurdu: “Allahü teâlâya hamd olsun! O'nun seçtiği kullarına selâm olsun! Çok zamandan beri, sevdiklerimiz Hızır “alâ nebiyyina ve aleyhissalâtü vesselâm” için soruyorlar. Onun için bu fakire lâzım olan bilgi verilmediğinden cevap yazmıyordum. Bu gün sabah vakti toplanmıştık. İlyâs aleyhisselâm ile Hızır “alâ nebiyyina ve aleyhimessalevatü vetteslimat” rûhanî şekillerde geldiler. Hızır aleyhisselâm rûhanî olarak dedi ki: “Biz rûhlar âlemindeniz, Allahü teâlâ, bizim rûhlarımıza öyle kuvvet vermiştir ki, insan şeklini alırız. İnsanların yaptığı işleri, bizim rûhlarımız da yapar. İnsanların yaptığı gibi yürürüz, dururuz, ibâdet ederiz.” “Namazları Şafiî mezhebine göre mi kılarsınız?” dedim. “Biz şeriatlere uymakla emir olunmadık. Kutb-i medarın işlerine yardım ederiz. Kutb-i medar, Şafiî mezhebinde olduğu için, biz de onun arkasında Şafiî mezhebine göre kılıyoruz” dedi. Bu sözünden anlaşıldı ki, bunların ibâdetine sevâb yoktur. Yanında bulundukları kimseler gibi ibâdet ederler. İbâdetin yalnız şeklini yaparlar. Bu konuşmadan da anladım ki, vilayetin kemâlâtı Şafiî mezhebine uygundur. Peygamberlik kemâlâtının Hanefî mezhebine bağlılığı vardır. Kıyâmete kadar hiç peygamber gelmeyecektir. Bu ümmete bir peygamber gönderilse idi. Hanefî mezhebine göre ibâdet ederdi. Hace Muhammed Pârisâ (kuddise sirruh) hazretlerinin Füsûl-i sitte kitabındaki; “Hazret-i Îsâ (alâ nebiyyina ve aleyhissalâtü vesselâm) gökten indikten sonra, İmâm-ı âzam Ebû Hanîfe (radıyallahü teâlâ anh) mezhebine göre iş yapar” sözünün ne demek olduğu şimdi anlaşıldı. Bu iki büyükten yardım ve duâ istemeyi düşündüm. “Allahü teâlânın lütfuna, ihsânına, nîmetlerine kavuşan bir kimseye biz ne yapabiliriz?” dedi. Sanki kendilerini aradan çektiler. Hazret-i İlyâs alâ nebiyyina ve aleyhissalâtü vesselâm, bu konuşmaya hiç katılmadı. Bir şey söylemedi. Vesselâm.”
İbn-i Ömer (radıyallahü anh) şöyle rivâyet etmiştir: Resûl-i ekremin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtında Ebû Bekr (radıyallahü anh) eve girip, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) salât ve selâm okuyunca, Ehl-i beytin ağlaması daha da yükseldi. Ağlamalarını mescidde namaz kılan Eshâb da duydu. Ebû Bekr (radıyallahü anh) Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında her söz söyledikde, ağlamaları daha da artıyordu. Tam bu sırada evin kapısına birisi gelerek, yüksek sesle Ehl-i beyte selâm verdikten sonra meâlen; “Her nefs ölümü tadacaktır.” (Ankebût sûresi: 57) buyrulan âyet-i kerîmeyi okudu. Sonra da; “Allahü teâlâ herkesin yerine bir halef ve her rağbet edilene ulaşma imkanı vermiştir. Her sıkıntıdan bir kurtuluş kapısı açmıştır. Allahü teâlâya bağlanın, O'na güvenin. O'ndan ümidinizi kesmeyin” dedi. Ehl-i beyt kapıya gelip bunları söyleyeni dinlediler. Ağlamaları durdu. Kapıdan onlara hitâb eden zâtın da sesi kesildi. Fakat bu zâtın kim olduğunu bilemediler. Araştırdılarsa da kapıda kimseyi bulamadılar. Bu hâdiseden sonra, Ehl-i beytin ağlama sesleri tekrar yükseldi. Bu sefer bilemedikleri, göremedikleri bir başka zât daha onlara hitâb etmeye başladı: “Ey Ehl-i beyt-i nübüvvet! Allahü teâlâyı çok anın ve her hâl ü kârda O'na hamd edin ki, hâlis kullardan olasınız. Her musîbet için bir kurtuluş yolu ve her kıymetli şeye bir bedel vardır. Allahü teâlâya itâat edip, emirlerine uyunuz.” Bunun üzerine Ebû Bekr (radıyallahü anh); “Bunlar (bu sözleri söyleyenler) Resûl-i ekremin (sallallahü aleyhi ve sellem) cenâzesinde hâzır bulunan Hızır ve İlyâs'dır” (aleyhimesselâm) buyurdu.”
Hızır aleyhisselâm ile İlyâs aleyhisselâmın buluştukları rivâyet edilmiştir. Bu sebeple, bilhassa Anadolu'da, halk, Hıdırellez denilen bir günde kırlara çıkarak gezip eğlenmeyi âdet hâline getirmiştir. Bu günün dîni bir hüviyeti ve kutsiyeti yoktur.
Soğuk ve bahar mevsiminde insanların açık havaya ve yeşilliğe çıkma arzuları, Hızır ile İlyâs'a aleyhimesselâm duyulan sevgi ve saygı ile birleştirilerek böyle bir âdet ortaya çıkmıştır. İslâmiyet, Hızır ve İlyâs'ın (aleyhimesselâm) Allahü teâlânın sevdiği kullarından olduğunu haber veriyor. Fakat onlar adına mukaddes bir gün tâyin edildiğini bildirmiyor. Âdet olarak yapılan şeyler dîne ters düşmezse, yâni dînin emirlerinin yapılmasına engel değilse ve dînin yasak ettiği şeylerin yapılmasına sebep olmazsa, bir zararı yoktur. (Bkz. Hızır aleyhisselâm)
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.