Kıyâmetin kopmasına yakın yeryüzüne dağılacak iki kötü millet. Ye’cüc ve Me’cüc denilen bu kimseler, Nûh'un (aleyhisselâm) oğlu Yafes'in soyundandırlar. Yüzleri yassı, gözleri küçük, kulakları çok büyük, boyları kısadır. Her birinin bin çocuğu olur. Sayıları insanların ve cinlerin toplamının onda dokuzu kadardır. Çok eski zamanda bir duvar arkasına bırakıldıkları, kıyâmete yakın yeryüzüne yayılacakları, Kur’an-ı kerîmde haber verilmektedir. Arkeolojik araştırmalar yer altında kalmış şehirleri, dağ tepelerindeki deniz fosillerini bulduğuna göre, o duvarın bugün meydanda bulunması ve bu insanların çok sayıda olmaları lâzım gelmez. Nitekim, bugünkü milyarlarca insan nasıl iki kişiden meydana geldi ise, o iki milletin de, bugün nerede oldukları bilinmeyen bir kaç kişiden üreyerek yeryüzünü kaplayacakları düşünülebilir.
Kur’an-ı kerîmde Zülkarneyn'in (aleyhisselâm) Ye’cüc ve Me’cüc'e karşı seddi binâ ettikten sonra, meâlen; “Zülkarneyn; işte bu sed, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vâdi geldiği vakit (kıyâmet günü yaklaştığı zaman), O (Allahü teâlâ) bunu dümdüz yapar. Rabbimin vâdi bir haktır dedi” buyrulmuştur. (Kehf sûresi: 98)
Yine Enbiyâ sûresinin 96. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Ye’cüc ve Me’cüc'ün seddi açılıp da her tepeden koşmaya başlayacakları (yeryüzüne yayılacakları) zamana kadar (yeryüzündeki insanların ihtilafları devam edip duracaktır)” buyrulmuştur.
Ye’cüc ve Me’cüc'ün diğer faaliyetleri ve helâk olmaları ile ilgili hadîs-i şerîfler de vardır. Bunlardan İbn-i Mâce'nin bildirdiği hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Ye’cüc ve Me’cüc (seddi delmek için) her gün kazarlar. Nihâyet (delik açılarak) güneşin ışığını görmeleri yaklaşınca başlarındaki reisleri; Geri dönün, kalan kısmını yarın kazarsınız diye emir verir. (Kazı yapan amele de işi bırakıp geri döner.) Allahü teâlâ da orasını eski bulunduğu vaziyetten daha sağlam bir hâle çevirir. Nihâyet Ye’cüc ve Me’cüc'ün orada kalma müddetleri sona erip, Allahü teâlânın onları insanların üzerine (bir musîbet olarak) göndermeyi istediği zaman (gelince) tekrar kazı yaparlar. Fakat güneşin ışığını görmelerine (deliğin açılmasına) çok az bir mesâfe kalınca, başlarındaki kimse; Geri dönün! İnşâallah geri kalan kısmı yarın kazarsınız diyerek istisnâ (yani inşallah) kelimesini söyler. Onlar ertesi günü tünelin bulunduğu yere geldiklerinde, orasını bıraktıkları zamanki hâlinde (kapanmamış olarak) bulurlar. Hemen geri kalan kısmı delip çıkarak insanlara saldırırlar ve bütün suları içip kuruturlar. İnsanlar onlardan kurtulmak için kalelerine, barınaklarına kapanırlar…” Müslim'in, “Sahîh"inde bildirdiği hadîs-i şerîfte; “Îsâ, Deccâl'i öldürdükten sonra, Hak teâlâ ona; Ey Îsâ! Ben öyle bir tâife gönderirim ki, bütün dünyâda hiç bir kimse onlarla harp edemez. Kullarımı Tûr'a götürerek koru diye vahyeder” buyruldu.
Ye’cüc ve Me’cüc, Mekke, Medîne, Kudüs ve Tûr dağından başka dünyânın her tarafını dolaşırlar. Buldukları insanları öldürürler. Geçtikleri yerde ne bulurlarsa yeyip bitirir, içip kuruturlar.
İmâm-ı Müslim'in “Sahîh”inde bildirdiği hadîs-i şerîfin devamında buyruldu ki: “Cenâb-ı Hak, Ye’cüc ve Me’cüc'ü gönderir. Bunlar yüksek yerlerden akın edeceklerdir. Bu sûretle öncüleri Taberiye gölüne uğrayacak ve içindeki suyu içecekler. Sonra gelenler de oradan geçecekler ve; “Vaktiyle burada çok su varmış” diyeceklerdir. Nebîyyullah Îsâ ve eshâbı, Tûr dağında mahsur kalacaklar. Öyle ki muhâsaranın şiddetinden bir öküz başı, onlardan her biri için, bu günkü paranızla yüz dinârdan daha makbûl olacak. Bunun üzerine Nebîyyullah Îsâ ve eshâbı, onların belâsından kurtulmak için Allahü teâlâya yalvarırlar. Allahü teâlâ onların duâsını kabûl edip, Ye’cüc ve Me’cüc kabîlesinin enselerine, nugaf denilen küçük kurtçukları musallat eder. Sabahleyin hepsi de Allahü teâlânın kudretiyle tek bir nefes gibi, bir anda helâk olurlar. Sonra Îsâ ve eshâbı Tûr dağından yere inerler. Yeryüzünde onların kokmuş leşlerinin olmadığı bir karış yer bulamazlar.
Îsâ ve eshâbı, yine Allahü teâlâya yalvarırlar; cenâb-ı Hak, Horasan develerinin boyunları gibi kuşlar gönderir. Onlar leşleri alıp Allahü teâlânın istediği yere atarlar. Sonra cenâb-ı Hak, pek çok yağmur indirir ki, hiç bir ev ve çadır, yağmurun inmesine engel olamaz. O yağmur, bütün yeryüzünü tertemiz, yemyeşil bir hâle getirir. Sonra yeryüzüne; “Meyvelerini bitir. Evvelki gibi feyz ve bereket ver” diye emrolunur. İşte o gün bir cemâat, tek nardan yiyip doydukları gibi, onun kabuğu ile de gölgelenirler. Merâya gönderilen deve, sığır, koyun ve keçilerin de sütleri bereketli olur. Öyle ki sağmal devenin sütü, kalabalık bir cemâati, sığırınki bir kabîleyi, koyunun sütü de yakın akrabâdan bir cemâati doyurur. İşte bunlar, böylece bolluk içinde huzûrlu bir hayat geçirirken, Allahü teâlâ hoş bir rüzgâr gönderir. Bu latîf rüzgâr onları koltuklarından tuttuğu hâlde, her mü’min ve müslümanın rûhları kabzolunur. Ortada en şerli insanlar kalır. O zaman da birbirleriyle boğuşurlar. Merkepler gibi halkın huzûrunda alenen zinâ ederler, işte bu fenâ kimseler üzerine de kıyâmet kopar.”
Yine İbn-i Mace'nin (rahmetullahi aleyh) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Ye’cüc ve Me’cüc'ün seddi açılıp, Allahü teâlânın; Her tepeden ve dereden akın ettikleri vakit...” (Enbiyâ sûresi: 96) buyurduğu veçhile çıktıklarında, bütün insanların başına musallat olup yeryüzünü kaplayacaklar. Mü’minler onlardan kaçıp şehirlere ve kalelerine sığınacaklar. Hayvanlarını da yanlarına alacaklar. Ye’cüc ve Me’cüc, yeryüzünün sularını içecekler. O kadar ki, onlardan bir kısmı bir nehre uğrayıp ondaki suyun hepsini içecek ve orayı kupkuru bir hâlde bırakacak. Ondan bir sonraki grup bu nehire uğradığında; “Burada bir keresinde su vardı” diyecek. İnsanlardan bir kalede veya bir şehirde bulunanlar hâricinde hiç kimse kalmayınca, içlerinden birisi; “Bunlar yeryüzü ehlidir. Onların işlerini bitirdik, gök ehli kaldı” diyecek. Sonra onlardan birisi mızrağını sallayıp onu göğe atacak. Mızrak, kendine bir imtihân ve fitne vesîlesi olarak, kana bulanmış olduğu hâlde geri dönecek. Onlar bu hâlde iken, Allahü teâlâ birden onların boyunlarından, çekirgelerin boynunda çıkan nugaf kurtçuğu gibi bir kurtçuk gönderecek. Hiç bir hareket ve ses işitilmeyen ölüler hâline gelecekler. Müslümanlar; “Allah için kendini fedâ edip şu düşmanın ne yaptığına bakacak bir kimse yok mu?” diyecekler. İçlerinden birisi kendini ölmüş sayarak aralarından sıyrılıp çıkacak, onları birbirleri üzerine yığılmış ölüler hâlinde bulup; ”Ey müslümanlar topluğu! Müjdeler olsun. Allahü teâlâ sizin için düşmanınıza kâfi olup, sizin yerinize onların hakkından geldi” diye nidâ edecek, şehirlerden ve kalelerden çıkıp hayvanlarını serbest bırakacaklar. Hayvanların, onların (Ye’cüc ve Me’cüc'ün) etlerinden başka bir otlamaya ihtiyaçları olmayacak, hayvanları daha önce bulup yedikleri hiç bir bitki ile semirmedikleri kadar güzel bir şekilde semizlenecekler.”
Ye’cüc ve Me’cüc ortaya çıktıktan sonra insanların Mekke-i mükerremeye gelip hac ve umre yapacakları da hadîs-i şerîfte bildirildi.
Taberânî’nin, Nevas'dan (radıyallahü anh) rivâyet ettiği bir hadis-i şerîfte; “Müslümanlar; onların silâhlarının kılıflarını, yaylarını, kalkanlarını, oklarını yedi sene yakacaklar” buyruldu.
Ebû Sa’îd-i Hudrî'nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte, kıyâmet günü, Allahü teâlânın Âdem'e (aleyhisselâm) hitâb buyurup; “Yâ Âdem! Evlâdından Cehennem’e lâyık olan gönder!” diyeceği, Âdem de (aleyhisselâm); “Yâ Rabbî! Ne kadar?” diye sorunca; “Her bin kişiden dokuzyüzdoksandokuzu Cehennem’e ve biri Cennet’e” buyrulacağı ve mahşer halkının bu dehşetli hâlin verdiği korkudan şaşkına dönecekleri bildirildi. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), bu hâli haber verince, Eshâb-ı kirâm (radıyallahü anhüm); “Yâ Resûlallah! O (binde) bir hangimiz olabilir?” diye sordular. Resûlullah efendimiz de (sallallahü aleyhi ve sellem) “Size müjdeler olsun. Sizden bir kişiye mukâbil Ye’cüc ve Me’cüc'den bin kişi” (Cehennem’e gönderilecektir) buyurdu. Sonra da; “Hayatım yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn eder ve ümîd ederim ki, siz (Muhammed ümmeti) Cennet ehlinin dörtte birini teşkil edersiniz” diye müjdeleyince, Eshâb-ı kirâm; (Allahü ekber) dediler. Bunun üzerine Resûlullah; “Umarım ki Cennet ehlinin üçte biri olursunuz” buyurdu. Eshâb-ı kirâm yine tekbir getirdiler. Bunun üzerine de; “Umarım ki Cennet ehlinin yarısı olursunuz” buyurdu. Eshâb-ı kirâm da tekbir getirdiler. En son Resûlullah; “Siz, mahşer halkının tamamına kıyas edilince, ancak bir beyaz öküzün derisi üzerindeki siyah bir tüy mesabesindesiniz. Yâhud da, siyah bir öküz derisinde sanki beyaz bir tüy” buyurdu.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.