Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Oruca Başlarken Ve Bitirirken Hilâle Göre Hareket Edilmesi

Oruca Başlarken Ve Bitirirken Hilâle Göre Hareket Edilmesi || ORUÇ KİTABI || el-MUVATTA’ || HADİS KÜTÜPHANESİ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

 1. Oruca Başlarken Ve Bitirirken Hilâle Göre Hareket Edilmesi

[1]Ramazan ve bayramların belirlenmesi konusunda İslam ülkelerinin birlikteliğini sağlamak üzere Diyanet İşleri Başkanlığının öncülüğünde 1978 Rü'yet-i Hilâl Konferansı düzenlenmiş ve şu bildiri yayımlanmıştır:

Konferansımızın asıl konusu olan «RÜ'YETİ HİLAL» meselesindeki ayrılıklarla ilgili olarak İslâm Dünyasının birliğini sağlayacak kesin sonuçlara ulaşmak en büyük arzumuzdur.

Bugün burada, üzerinde duracağımız «RÜ'YETİ HÎLAL» konusudur. Ramazan'a girerken, bütün İslâm Dünyası'nda bu konu tartışılır, müslümanlar, kendi ülkelerinden ayrı hareket eden diğer ülkelerin tutumu karşısında şüpheye düşerler, huzursuz olurlar.

784. Abdullah b. Ömer'den: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), sözü Ramazana getirerek: «Hilâli görmeden oruca başlamayın, yine hilâli görmeden bayram yapmayın. Şayet hava bulutlu olursa ayı otuz güne tamamlayın.» buyurdu. Buhârî, Savm, 30/11; Müslim, Sıyâm, 13/3. Ayrıca bkz. Şeybanî, 346,

785. Abdullah b. Ömer'den: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: «Ay yirmi dokuz çekebilir, hilâli görmeden oruca başlamayın, hilâli görmeden bayram da yapmayın. Şayet Ramazanın son günü hava bulutlu olursa ayı otuz güne tamamlayın.» Buhârî, Savm, 30/11; Müslim, Siyam, 13/9.

Gerçi, «İHTİLAF-I METALİ»a itibar eden, fıkhı görüş açısından konuya bakıldığı zaman, bu konudaki ayrılığı tabiî karşılamak mümkündür. Ancak, hemen ifade etmeliyiz ki, bugün bu konuda görülen ayrılık, «İHTİLAF-I METALİ»a itibar etmekten meydana gelmemektedir. Hilâlin tesbitinde uygulanan farklı metotların meydana getirdiği bir ayrılıktır. Ancak, kabule mecburuz ki, «İHTİLAF-I METALİ»a itibardan dolayı meydana gelmiş de olsa, günümüz müslumanlarının ayrılığa tahammülü yoktur. Çünkü, biraz önce de belirttiğimiz gibi, dünyamız küçülmüş, mesafeler kısalmıştır. Çok seri haberleşme ve ulaşım imkânları sayesinde, dünyanın herhangi bir noktasında meydana gelen bir olay, bu noktaya en uzak köşesinde bile, anında duyulabilmektedir. Bir İslâm Ülkesinde bayram yapılırken, bir başka İslâm Ülkesinde oruca devam edilmesi, «İHTİLAF-I METALİ»a itibar eden fikhî görüşe dayanılmış da olsa, müslüman toplumları izahı mümkün olmayan bir sonuçla karşı karşıya getirmektedir. Aslında, çok iyi bildiğimiz gibi; Hanefî, Maliki ve Hanbelî Mezheplerinin cumhur-ı fukahası «İHTİLAF-I METALλa itibar edilmemesi, hilâlin bir yerde sübutu halinde bütün İslâm Dünyasının bu sübuta göre amel etmesi görüşündedir. Şafiî mezhebinde de aynı görüşü benimseyen fakihler vardır. O halde, bu ayrılığı ortadan kaldırmak hepimiz için önemli bir görev olmaktadır.

Bu konuda özellikle Avrupa ülkelerinde çalışan ve değişik İslâm Ülkelerine mensup bulunan müslümanlar, daha güç durumdadır. Bunların bir kısmı, kendi ülkelerine uymakta, diğer bir kısmı, başka ülkelerin ilânına itibar etmekte, böylece aynı şehirde yaşayan, aynı dine, hatta aynı millete mensup olan müslümanlar, ayrı günlerde oruca başlamakta ve bayram yapmaktadır. Bunlar içinde kırıcı ithamlarda bulunanlar ve farkında olmadan fitneye yol açanlar da pek çoktur. Bu halin onları, gayr-ı müslimler karşısında güç bir duruma sokmuş olması da ayrı bir gerçek ve ayrı bir acıdır.

Yabancı ülkelerde çalışan müslüman işçisi, kendisine müslüman olmayanlar tarafından sorulan «Siz hepiniz aynı dinin mensupları değil misiniz? Niçin aynı günde bayram yapmıyorsunuz?» sorusuyla karşı karşıya gelmekten kurtarılmalıdır. Bu konuda en yakın geçmişteki, Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilâllerinin tesbitini örnek olarak ele almak istiyorum.

Yüksek malûmları olduğu üzere, 1398 H. -1978 M. yılı Ramazan orucuna bazı İslâm Ülkelerinde (Meselâ: Türkiye, Afganistan, Fas ve Nijerya'da) 6 Ağustos 1978 Pazar günü başlanmışken, diğer bazıları (meselâ: Mısır, Suudî Arabistan, Lübnan, Suriye gibi ülkelerde) oruca 5 Ağustos Cumartesi günü girilmiştir. İslâm Ülkelerinin büyük çoğunluğu 5 veya 6 Ağustos günlerinde bölünerek oruca başlarken, 4 ve 7 Ağustos günleri Ramazan'a giren ülkeler de vardır. Büyükelçiliklerden aldığımız bilgiler bizi yanıltıcı nitelikte değilse, Irak ve Kuveyt'deki müslümalar, 4 Ağustosta oruca niyyet etmişler, Pakistan'daki müslüman kardeşlerimiz ise, oruç tutmağa 7 Ağustos günü başlamışlardır. «İHTİLAF-I METALλa itibar eden fıkhî görüş savunulsa bile, bu tablo karşısında İslâm Dünyasının hazin durumunu görmemek mümkün değildir. 1398 H. /1978 M. yılı Şevval hilâline gelince:

Aynı hazin sonuç, bu hilâlin ilanı konusunda da ortaya çıkmıştır. Şöyle ki: Bazı ülkelerde 2 Eylül akşamı Şevval hilâli görülmüş gibi, 3 Eylülde bayram yapılmış, diğer bazı ülkelerde ise, aynı gün oruca devam edilerek, bayrama bir gün sonra (4 Eylülde) girilmiştir. Kesin tesbitlerimiz olmamakla beraber, Ramazan'a girişlerine bakarak, bazı ülkelerde de 2 ve 5 Eylül günlerinde bayram yapıldığım söylemek mümkündür. Yine bu yıl, Zilhicce hilalinin tesbitinde ve kurban bayramının ilânında karşılaşılan sonuç, Ramazan ve Şevval hilâllerinin durumundan farklı olmamıştır. Bazı İslâm ülkelerinde 31 Ekim akşamı Zilhicce hilâli görülmüş gibi 1 Kasım tarihi 1 Zilhicce olarak ilân edilirken, diğer bazılarında 2 Kasım günü 1 Zilhicce olarak kabul ve ilân edilmiştir.

Kesim kanaatimiz olur ki, bu ayrılık, «İHTİLAF-I METALİ»'dan doğan bir ayrılık değildir. Bu ülkelerde hilâl gözlenmesi ve tesbitinin yol açtığı bir ayrılık da değildir. Şu veya bu ülkelerin hilâli bizzat gözleyerek ve sadece bu gözlem olarak ilân ettiklerini, diğerlerinin ise, bunu yapmadıkları için yanlış yolda olduklarını iddia etmek de imkânsızdır. İhtilâfın temelinde, İslâm ülkelerinde uygulanan farklı metotlar yatmaktadır.

1398 H./1978 M. yılı Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilâlleri ile ilgili olarak yaptığımız araştırma ve incelemeler göstermiştir ki, ülkemiz de dahil olmak üzere ve özellikle Ortadoğu İslâm Ülkelerinin çoğunda hesapla amel edilmiştir. Ancak, hesapta uygulanan ayrı metotlar yüzünden, sonuçlar değişik olmuştur. Şöyle ki: Bazı İslâm ülkeleri, hesaplarını yaparken Batıhlarca hazırlanmış olan «Almanak» larda gösterilen Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarına ait «İÇTİMA ANI»nı esas almışlar, bu «İÇTİMA ANI»nı takibeden günleri, hilâl henüz görülmemiş olduğu halde, mezkûr ayların birinci günü olarak ilân etmişlerdir. Diğer bazı ülkeler ise, bu ayların içtima zamanlarına değil, bu aylara ait hilâllerin yeryüzünden görülebileceği zamanlara (hilâlin sübutuna) itibar etmişler ve bu subutu takibeden günleri mezkûr ayların birinci günleri olarak tesbit ve ilân etmişlerdir.

Bu konu ile ilgili görüşlerimizi ve tesbitlerimizi biraz daha açıklamak isterim:

a) 1398 H./1978 M. Yılı Ramazan hilâlinin tesbiti ile ilgili çalışmalarımız: Batılılarca hazırlanan Almanaklar incelendiğinde görüleceği üzere, Ramazan hilâlinin İÇTİMA ANI, 4 Ağustos Cuma günü Greenwich saati ile 01.01'dir. Ancak bu tarihte, hesaba göre en batıda bulunan Fas dahil, islâm Dünyasının hiç bir yerinde hilâl görülmemiştir. Bu tarihte Ay, meselâ: Fas'ta Güneşten 11 dakika, Mekke'de 12 dakika, Ankara'da 1 dakika sonra batmıştır. Halbuki, hilâl, Güneşin gurubundan sonra, batıda ufukta ve meselâ: Ekvator hattı üzerindeki bölgelerde en az 25 dakika, ekvatordan uzaklaştıkça ise daha fazla süre kalmadıkça, yani Güneşten en az bu kadar süre sonra batmadıkça, yer yüzünden görülmesi imkânsızdır. Zira bu süre içinde Ay, henüz güneş ışınlarının etkisi altında bulunmakta ve yer yüzünden görülebilmesi söz konusu olan bölümü de görülemeyecek kadar ince bir hilâl durumunda olmaktadır. Görülebilecek duruma gelmesi için Ay'ın içtima noktasından ayrılarak, Güneşle Dünyanın merkezini birleştiren doğruya 7 dereceden büyük bir açı meydana getirmesi şarttır.

Astronomik hesaplara göre, Zilhicce'nin «İÇTİMA ANI», 31 Ekim günü Greenwich saati ile 20.06 (Mekke saati ile 23.06) dır. Ve 31 Ekim akşamı dünyanın hiç bir yerinde hilâl görülmemiştir. Bu tarihte Ay, meselâ Mekke'de Güneşten 3 dakika, Fas'ta, 1 dakika önce batmış, şüphesiz görülmesi mümkün olmamıştır. Hilâl ilk defa 1 Kasım günü Greemvich saati ile 07.39 da (Mekke saati ile 10.39 da) Japon adalariyle Yeni Gine adalarını birleştiren hattın üzerinde olan deniz bölgesinde, aynı günün akşamı ise, bütün İslâm Ülkelerinde görülebilecek duruma gelmiştir.

Bu astronomik hesaplardan ve gözlemlerden çıkarılacak sonuç şudur ki, hilâlin görülmesi ölçüsünün benimsenmesi halinde, Kurban Bayramı, 11 Kasım 1978 Cumartesi günüdür. RU'YET şartı aranmıyor ve hilâlin «İÇTİMA ANI»nın girmiş olması ile yetiniliyorsa, bu takdirde 10 Kasım 1978 Cuma günü, Kurban Bayramı günü olarak kabul edilebilecektir.

Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, Ramazan ve bayram günlerinin ilânında İslâm Dünyasında görülen ayrılığın asıl sebebi, bu ülkelerin bazılarında hesapla amel edilmesi, diğer bazılarında ise, hilâlin bizzat gözle görülmesi suretiyle hareket edilmesi değildir. Aslında, bu ülkelerin çoğunda, uygulanan yol, hesap yoludur. Aynı yol uygulandığı halde, ayrı metotların kullanılmış olması sebebiyle ayrı sonuçlara ulaşıldığı sanılmaktadır.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan sonra ortaya şu sorular çıkmaktadır:

1— Ramazan ve Bayramların ilânında, dinî ölçülere uygun olarak, önceden yapılmış astronomik hesaplara dayanılmak suretiyle hareket edilebilecek midir? Yoksa bu hesaplar yapılmış olsa bile, hilâlin gözetlenmesi ve buna göre hareket edilmesi zarureti üzerinde durulacak mıdır?

Bu sorunun cevabı üzerinde ikinci hicrî asırdan bu yana âlimler arasında tartışmaların süregeldiği malumlarıdır. Bu tartışmaların ışığında, yüksek heyetiniz de bu konuda kesin tercih ve tavrını ortaya koymak durumundadır.

2— Hesaba itibar edilecekse, Ay, «İÇTİMA ANI»ndan sonra, 7 dereceden daha büyük bir açı yaparak Güneşten uzaklaşmadığı ve bu yüzden de yeryüzünden görülmediği halde «ASTRONOMİK GİRİŞ» yani «İÇTİMA ANI» ile sabit olmuştur diye, bazı kardeş ülkelerde yapıldığı gibi, Ramazan ve Bayram ilân edilebilecek midir?

3— İkinci soruya, «EVET», diyebileceksek, mesele yoktur. «HAYIR» diyeceksek, hilâlin dünyanın herhangi bir yerinde görülmesi halinde, İslâm ülkelerinden herhangi birinde görülmüş olması şartı aranmaksızın Ramazan ve Bayram ilânı yoluna gidilebilecek midir?

4— Üçüncü soruya «HAYIR» diyeceksek, hilâlin İslâm Ülkelerinin herhangi birinde görülmesi şartı üzerinde mi durulacaktır?

Yüksek malumları olduğu üzere, İslâmî hükümlere göre namaz vakitlerinin belirlenmesinde Güneşin hareketlerinin (daha doğrusu, Dünyanın kendi ekseni etrafındaki günlük hareketi ile Güneş etrafındaki yıllık hareketinin), oruç, hac, zekât, fıtır sadakası, kurban, bayram gibi ibadetlerin zamanlarının tesbitinde ise Ay'ın aylık ve yıllık hareketlerinin esas alınması gerekmektedir. Söz konusu ibadetlerin zamanlarının isabetle tayin edilebilmesi ise kamerî aybaşlarının, özellikle Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarının ilk günlerinin doğru olarak tesbitine bağlıdır. Fıkhı eserlerin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, İslâm müctehit ve fakihlerinin büyük çoğunluğu, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin, değişik: lâfızlarla -hemen hemen- belli başlı bütün hadis kitaplarında Rivâyet edilmiş olan «Ramazan hilâlini görünce, oruca başlayın Şevval hilâlini görünce bayram yapın. Hava kapalı olur da, hilâl görülemezse (Şaban ve Ramazan aylarını) 30 güne tamamlayın» Ramazan ve bayramların belirlenmesi konusunda İslam ülkelerinin birlikteliğini sağlamak üzere Diyanet İşleri Başkanlığının öncülüğünde 1978 Rü'yet-i Hilâl Konferansı düzenlenmiş ve şu bildiri yayımlanmıştır:

Konferansımızın asıl konusu olan «RÜ'YETİ HİLAL» meselesindeki ayrılıklarla ilgili olarak İslâm Dünyasının birliğini sağlayacak kesin sonuçlara ulaşmak en büyük arzumuzdur.

Bugün burada, üzerinde duracağımız «RÜ'YETİ HÎLAL» konusudur. Ramazan'a girerken, bütün İslâm Dünyası'nda bu konu tartışılır, müslümanlar, kendi ülkelerinden ayrı hareket eden diğer ülkelerin tutumu karşısında şüpheye düşerler, huzursuz olurlar. hadis-i şerifi ile istidlal etmişler, kamerî aybaşlarının tesbitinin, bu aylara ait ilk hilâllerin görülmesi, bu mümkün olmadığı takdirde, ayın 30 güne tamamlanması ile olacağını, bu konuda hesapla ve müneccimlerin sözleriyle amel etmenin dinen caiz olmayacağını savunmuşlardır.

Buna karşılık, sayıca az olmakla birlikte kamerî aybaşlarının (Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilâllerinin) hesapla da tayininin mümkün, caiz ve hatta zarurî olduğunu ifade eden muhakkak fakihler de her asırda bulunmuştur.

Kameri aybaşlarının tayininde, mutlaka RÜ'YETin esas olduğunu, hesapla amel etmenin caiz olmadığını savunan fakihlerih belli başlı delilleri şunlardır.

1- Hadis-i şerifte: «Hilâli görmedikçe oruca başlamayın. Hilâli görmeden orucu bırakıp bayram yapmayın. Hava kapalı olur da, hilâli göremezseniz, ayı 30 gün takdir edin.» buyurulmuştur.

Diğer bir Rivâyette ise: «Hilali görünce oruca başlayın. Hilâli görünce orucu bırakıp bayram yapın. Hava bulutlu olur da hilâli göremezseniz, takdir edin, yani adedi 30 güne tamamlayın» buyurulmuş, hesaptan ve müneccimlerin verecekleri bilgiden söz edilmemiştir. Aksine hilâlin görülmesi, görülemediği takdirde ayın 30 güne tamamlanması emredilmiştir. Hesapla amel edilmesi caiz olsaydı, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) 30'a tamamlamayı emretmez «Hesap bilenlere başvurunuz» buyururdu.

2- Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) müneccimlere inanmayı ve ilm-i nücum ile meşguliyeti yasaklamış, «kim bir kahine veya müneccime gider de (ondan gaibe ait haber sorarsa) Muhammed'e indirileni inkâr etmiş olur.»  İbn Abidin, Mecmuatu'r-resail, I, 245. istanbul, 1325. buyurmuştur.

3- İlm-i nücum, hayal ve tahminden ibarettir. Ne kesin bilgi, ne de galib zan ifade eder. Bu sebepledir ki, kameri aybaşlarının tayininde bu ilme itimat edilemez.

4- Dinî vazifelerin vakitlerini hesapla tayin etmek, hesap bilenlerin azlığı sebebiyle, dinî hükümlerin ifasını zorlaştırır. Din kolaylıktır. Bu sebeple ibadet zamanlarının tayini, âlimin de cahilin de kolaylıkla tatbik edilebileceği basit esaslara bağlanmıştır.

5- Hesaba göre kamerî ay, ne 29 ne de 30 olmayıp 29,5 gündür, yani kesirlidir. Halbuki oruç tamgün ölçüsüne bağlıdır.

6- Hesapla aybaşlarını (hilâli) tayin, şuhudî ilim değil, istidlali ilimdir. İstidlâli ilim, ehl-i fen ve havassa aittir. Hesapla hilâlin belirlenmesi, halkı körü körüne taklide mecbur kılmak, şuhudî ilim zevkinden mahrum bırakmak demektir.

el-Buhari, el-Camiu's-Sahih, II, 229, İstanbul, 1315; Müslim, el-Camiu's-Sahih, II, 579 (Tahkik: M. Fuat Abdülbaki), Kahire, 1375/1955; Ebû Davud, es-Sünen, I, 543, Mısır, 1371/1952; el-Tirmizi, el-Camiu's-Sahih, III, 72 (Tahkik: M. Fuad Abdülbaki), Mısır, 1953; İbn Mace, es-Sünen, I, 259 (Tahkik: M. Fuad Abdülbaki), Mısır, ed-Darimi, es-Sünen, II, 3, Dâru ihyai's-sünneti'n-nebeviyye, ta. en-Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, VIII, 188 -189; Beyrut, 1392/1972..

7- Kur'an-ı Kerim'de, Bakara sûresinin 185. ayetinde: «Sizden her kim Ramazan ayma şahit olursa oruç tutsun» buyurulmaktadir.

«Şuhûd» kelimesi «huzur» yani «ikamet» anlamına geldiği gibi her şeyi kesinlikle bilmek ve görmek anlamlarında da kullanılır. Bu duruma göre müfessirler ayet-i celileyi:

a) Her kim Ramazan ayında misafir olmayıp mukim olursa,

b) Her kim Ramazan ayının başladığını yakînen bilirse,

c) Her kim Ramazan hilâlini görürse... şeklinde açıklamışlardır.

Ayete verilen ikinci manadaki yakinen bilme yolu mutlak değil, «hilâli görünce oruca başlayınız...» hadis-i şerifi ile tefsir ve takyit edilmiştir. Bu sarahat karşısında, bir başka bilgi yolu olarak hesap yoluna meyletmeye sebağ yoktur.

Kamerî aybaşlarının özellikle Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilâllerinin RÜ'YET'ten başka astronomik hesaplarla da tayin edilebileceği görüşünü benimseyen âlimler, hesabı kabul etmeyenlerin ileri sürdükleri itirazlara şöyle cevap veriyorlar:

1- «Ramazan hilâlini görünce oruca başlayın. Şevval hilâlini görünce orucu bırakın, Hava kapalı olursa, ayı 30 güne tamamlayın.» anlamındaki hadis-i şerifler, kamerî aylara ait ilk hilâllerin hesapla tayin edilmesini yasaklamamakta; müslümanların oruç, hac, kurban, fıtır sadakası, bayram gibi ibadetlerini ifa için, kamerin hareketlerine ait ince hesaplan öğrenmekle mükellef kılınmadıklarını, bu iş için avamın da havassın da bilip tatbik edebileceği RÜ'YET yolunun kullanılabileceğini göstermektedir.

2- Hadis-i şerifle yasaklanan ilm-i nücum, günümüzün müsbet ve modern astronomi ilmi değildir. Bugünün müsbet ilmi olan astronomiyi, İslâm'ın yasaklanmış olması muhaldir. Burada işaret edilen ve yasaklanan şey yıldızların hareketlerinden geleceğe ait haber ve hükümler çıkarmağa ve bir takım hurâfi bilgiler elde etmeğe çalışmasıdır. Nitekim âlimler bu ve benzeri hadis-i şeriflerde geçen «MÜNECCİM» terimini, «yıldızların doğup batmasından geleceğe ait haber veren kimse,» «KAHÎN» terimini ise «bir şeyi vukuundan önce haber veren veya gayb hakkında hüküm veren kimse» diye tarif etmişedir. a.g.c, 245.

Aslında bu hadis-i şeriflerde zemmedilen kişiler, bütün kudret ve tasarrufun gök cisimlerine ait olduğunu ileri süren müşrik arap kâhinleri ve bakıcılarıdır. Gerçekten de bunlara inanan ve bunların ardından gidenlerin küfründe şüphe yoktur. Hesabın ve yıldızların bazı bilgileri elde etmede bir takım işaretler ve vasıtalar olduğuna inanan ve elde ettiği bilgilerle amel eden kişilere küfr isnat etmekten, herkesin Allah'a sığınması gerekir.  bkz., a.g.e.,1, 246.

3- Mütekaddim fakihlerin hads ve tahminden ibaret sayarak galip zan bile fade etmeyeceğini söyledikleri hesap ve ilm-i nücüm, günümüzün hesabı ve astronomisi değil, belki bu ilme ait ilk ve çok sınırlı bilgilerdi. Günümüzde astonomi ilminin elde ettiği sonuçlar ve hesaplar kesindir.

4- Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarına ait hilâllerin hesapla tayin ve tesbiti için bütün müslümanların astronomi ve ince hesaplan öğrenmeleri gerekmez. Nitekim herkes, hilâl aramakla da sorumlu tutulmamış, toplum içinden birkaç kişinin hatta bır-iki kişinin hilâli arayıp görmesi ile diğerlerinden sorumluluk kalkmıştır. Özellikle günümüzde hesap, artık rü'yetten daha kolay, toplumlar için çok daha pratik hale gelmiştir. Bu itibarla, hesapla hilâlin tayini, müslümanlar üzerine külfet ve meşakkat değil, bilakis kolaylıktır.

5- Kamerî ayların hesaba göre kesirli olması, bazı ayların 29 gün, bazılarının da 30 gün itibar edilmesi anlayışına aykırılık ifade etmez. Rü'yet ölçüsüne göre yapılan hesap sonucunda da, kamerî aylar pek âlâ bazan, 29, bazan da 30 gün olmaktadır.

6- Müslümanların tamamının hilâli görerek şuhudî ilim zevkine ermeleri aklen mümkün ise de, tatbikatta hiç vaki olmamıştır. Göreni taklit ile, hesap ile haber vereni taklit arasında sonuç bakımından hiç bir fark yoktur.

7- «Hilâli gördüğünüzde oruca başlayınız...» mealindeki hadis-i şerifi, «sizden kim Ramazanın başladığını kesinlikle bilirse, oruç tutsun.» anlamındaki ayet-i kerimede geçen «BÎLGλyi rü'yetle sınıflayıcı olarak görmek doğru değildir. Önemli olan, bu bilgiye ermektir. Bu da rü'yetle olabileceği gibi, hesapla da mümkündür. Hadis-i şerifteki emir, vücub için değil, irşat içindir. Ramazana başlamayı ve bayram yapmayı sağlayacak sınırı göstermektedir. Bu sınırın tesbiti, hilâli gözleyerek, rü'yetin sübutu ile olabileceği gibi, hesaba başvurarak da mümkündür. Şari'in gayesi, hilâli göstermek değil, hilâlin sübutunu tayin yolu ile oruca başlatmak veya iftar ettirmektir. Bu itibarla, mezkûr hadis-i şerifi, bu ayet-i kerimede işaret edilen bilgi yolunu rüyetle sınırlayıcı olarak görmek, isabetli olmasa gerektir.

Bilindiği üzere Cenab-ı Hak bütün kâinatı belli bir düzen içinde yaratmıştır. Kâinatta mevcut, değişmeyen bu nizam ve düzene Kur'an-ı Kerim diliyle «SÜNNETULLAH» Fatır süresi, 35. denilmektedir. Güneş, ay ve yıldızlar da bu değişmeyen nizam içinde Allah'ın emrine ram olmuşlardır. el-Araf sûresi, 54, İnsan oğluna düşen, gerekli es lışma ve araştırmayı yapıp kâinattaki değişmeyen düzenin sırrını kavramaktır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:

«Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için aya konak yerleri düzenleyen O'dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır... Bilen millete ayetleri uzun uzadıya açıklıyor. Gece ile gündüzün birbiri ardına gelmesinde, Allah'ın göklerde ve yerde yarattıklarında O'na karşı gelmekten sakınan kimseler için ayetler vardır.»  Yunus sûrsi, 6-6 buyurulmaktadır.

Bir başka ayet-i celilede ise: «Güneş ve ay belli ve sabit bir hesaba göre hareket ederler.» er-Rahman süresi, 5 buyurulmuştur.

Görüldüğü üzere, bu ayetlerin ilkinde, insanların ay ve yıllan hesaplayabilmeleri için kamere menzileler tayin edildiği açıklanmaktadır. Ayrıca ilahî kudret ve azametin anlaşılabilmesi için Güneş ve Ay'ın hareketlerinin öğrenilmesi, gök bilime önem verilmesi teşvik edilmiştir.

İkinci ayet-i celilede ise, Güneş ve Ay'ın gelişi güzel değil, sabit bir düzen ve hesap uyarınca hareket etmekte oldukları beyan buyurulmuştur.

Ayet-i kerimelerdeki bu açıklık karşısında, güneşin ve ayın hareketlerini sâlisesine kadar tesbit edebilen günümüz astronomisine karşı menfi tavır almak, istiğna göstermek ve dini günlerin tayininde bu unsurdan yararlanmayarak, yalnız RÜ'YET üzerinde ısrar etmek, kanaatimizce Kur'an'ın ve sünnetin ruhuna aykırı davranmaktır.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: «Biz ümmî bir milletiz. Ne yazı biliriz, ne de hesap yapmayı. Bize gerekli olan, ayın bazan 29, bazan da 30 gün olduğunu bilmekten ibarettir.» buyurulmustur. el-Buharî, age., II, 229; Müslim, age., II, 579; Miras Kâmil, Tecriıl-i Sarih tercemesi, VI, 308 (Hadis no: 908) istanbul, 1945

Bu hadis-î şerifle yukarıda geçen «Ramazan hilâlini görünce oruca başlayın. Şevval hilâlini görünce iftar edin. Hava ve atmosfer şartlan dolayısiyle hilâl görülemediğinde ayı 30 güne tamamlayın.» anlamındaki hadis-i şerif birlikte incelenecek olursa, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kamerî ayların başlangıçlarını tayinde RÜ'YET'i esas almasındaki sebebin, o günkü toplumda yazının ve ayın hareketleri ile ilgili hesapların bilinmemesi olduğu görülür.

O günkü toplumun içinde bulunduğu şartlara ve imkânlara uygun olarak gösterilen bilgi yolu üzerinde bugün de ısrar göstermek ve îslâmın her vesile ile teşvik ettiği müsbet bilimin sonuçları karşısında müstağni davranmak, doğru olmasa gerektir. Bu hadis-i şerif açıkça göstermektedir ki, kamerî aybaşlarının tayininde hilâl gözleme yolunun gösterilmesi, o günkü şartların ortaya koyduğu bir zarurettir. Görüldüğü üzere hadis-i şerif bir illete bağlıdır. Yani hilâlin görülmesi kaidesini bir sebebe bağlı olarak vazetmiştir. Çünkü; Şari'in gayesi oruçtur, iftardır ve bunların vaktinde yapılmasıdır. Hilâlin görülmesi ile vaktin tayini, O'nun gayesi değildir. Dinî hükümler Mekâsıd ve «Vesâil» olmak üzere iki kısımdır. Ramazan ayında oruç tutmak, Şevvalin ilk günü Arafatta vakfe yapmak gibi hükümler mekâsıd; bu ibadetlerin ifa edileceği günlerin ve vakitlerin tesbiti için uygulanacak metodlar ise, vesâildir. Dinin vesâil kısmına giren hükümleri zaman, mekân ve şartların değişmesi ile değişebilir. Çünkü bunlar maksat değil, maksada götüren vasıtalardır. Fukaha beyan etmiştir ki, «Şer'i hükümler, illet ve sebeplere bağlıdır. İllet sabit olduğu zaman, hüküm de sabit olur. İllet ortadan kalkınca, bu illete bağlı olan hüküm de ortadan kalkar.»  Bkz. Mustafa Ahmet Ez-Zerka, el-Fıkhü’l-îslâmi ff sevbihil-Cedid, İT, 905, Dimask, 1395/1965

Bunun îslâm hukukunda pek çok örnekleri vardır. Bir kaçma değinmeyi uygun buluyorum.

a) Zeyd b. Halid el Cühenî'in Rivâyet ettiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) den bir kimse lükata'nın (yani yitiğin) hükmünü sormuş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de yanında bir yıl muhafaza ederek ilan etmesini, bir yıl içinde sahibi çıkmazsa bu yitiğin, bulana ait olacağım beyan etmiştir. Aynı kişi, yitik koyunun hükmünü sormuş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) aynı mealde cevapta bulunmuştur. Daha sonra yitik deveyi de sorunca: «Ondan sana ne... O hayvanın su tulumu ve gezecek tabanı beraberindedir. Sahibi buluncaya kadar kendi kendine barınabilir.» el-Buhari, age., III, 93; Müslim, age:, III, 1346; Malik, el-Muvatta, II, 759, Kahire, 1370/1951. buyurulmuştur.

Bu hadis-i şerife göre, bulan tarafından alınıp muhafaza edilmediği takdirde yok olacak lukataların, bulunduğu yerden alınarak muhafaza ve ilân edilmesi, deve gibi kendini yırtıcılara karşı koruyabilecek ve sahibi tarafından bulununcaya kadar yaşayışını sürdürebilecek hayvanların ise kendi hallerine terkedilmeleri gerekmektedir.

Bu uygulamaya, Hazret-i Osman'ın hilafetine kadar devam edilmiştir. Hazret-i Osman, yitik develerin de bulan tarafından muhafaza edilmesini, gerekirse satılmasını, sahibi ortaya çıktığında satış bedelinin ödenmesini emretmiştir. Bkz. Malik, age, II, 759

Çünkü Hazret-i Osman, halkın ve cemiyetin ahlâkında bozulma başladığını görmüş, böyle bir tedbirle yitik develerin hırsız bir kimsenin eline geçmesini önlemek istemiştir.

Bu tedbir, zahiren Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin yukarıdaki emrine aykırı görünüyorsa da, gerçekte Şari'in gaye ve maksadına uygundur. Çünkü bunda asi olan, mal sahibinin malını yok olmaktan kurtarmak ve onun eline geçmesini sağlamaktır.

b) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetin ve kendi sözlerinin Kur'an-ı Kerim'le karıştırılması endişesiyle «Benden, Kur'an-ı Kerim'den başka hiç bir şey yazmayınız. Kim böyle bir şey yapmışsa, onu imha etsin.» Müslim, age., IV, 2298; ed-Darimî, age., 1,119 buyurmuştur.

Bu yasak gereğince, ashap ve tabîûn devirlerinde hadis-i şerifler yazı ile zapt olunmamış, şifahen nakl ve hıfz edilegelmiştir.

Kur'an-ı Kerim nüshaları her tarafa yayıldıktan ve hafızalara yerleştikten sonradır ki, sünnet ve hadisin yazılmasını gerektiren sebepler ortadan kalkmış, halife Ömer b. Abdülaziz, sünnetin yazı ile tesbitini emretmiş, İslâm âlimlerince de sünnetin yazı ile tesbiti vacib hükmünde görülmüştür. Çünkü onu zayi olmaktan kurtarmak, ancak yazmakla mümkündür.

c) Tevbe suresinin 60'ıncı ayetinde «masârıf-ı zekât» arasında zikredilen müellefe-i kulûba zekât verilmesi şeklindeki uygulama, Hazret-i Ömer'in içtihadı ile durdurulmuş, Hazret-i Ömer'in bu içtihadı ashaptan hiç kimse tarafından red ve inkâr edilmemiş, müellefe-i kulûba zekât verilmemesi hususunda icma vaki olmuştur.  el-Mergînanî, el-Hidayc maa Fethü'l-kadir, II, 14, Mısır (Bulak) 1315.

Riba ile ilgili hadis-i şeriflerde, altın ile gümüşün cinsleri ele mübadelelerinin tartı ile, buğday, arpa, hurma ve tuzun ise ölçek ile yapılması emredilmiştir.  Konu ile ilgili hadisleri topluca görmek için bkz., Ebû Cafer'it-Tahavi, Şerhu Meânil-âsar, IV, 4 ve IV, 65-68; eş-Şevkanî, Neylü'l-evtar, V. 202-208, Mısır, 138ÖA961.

Bu sebeple, başta Ebû Hanife, Ebû Yusuf ve İmam Muhammed olmak üzere Hanefî müctehitleri, «halk bu konudaki uygulamasını değiştirmiş de olsalar, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın -riba ve fazlalığı önlemek için- ölçek ile mübadelelerini tayin etmiş olduğu buğday, arpa, hurma ve tuzun ebediyyen ölçek ile mübadele edilebileceği, altın ve gümüşün de ebediyen tartı ile mübadele edilmesi gerektiği, hadis-i şerifte tasrih edilmeyen diğer eşyaların ise halkın örf ve âdetine göre ölçü, tartı ve sayı ile mübadelelerinin caiz olduğu» içtihadında bulunmuşlardır.

Ancak Ebû Yusuf, Harun Reşit devrinin başkadısı olduktan sonra, müslümanların yaşadıkları çeşitli bölgelerde birbirinden farklı örf ve âdetlerin bulunduğunu görerek, söz konusu hadis-i şerifleri «bazı şeylerin ölçek, bazı şeylerin de tartı ile mübadelesini tayin etmek için değil, Asr-ı Saadette halkın cari olan örf ve âdeti üzere varit olduğu görüşüne varmıştır. Bu konudaki naslan da örf ile talil ederek, ilk içtihadından rücu etmiştir. Onun ikinci içtihadına göre hadis-i şeriflerde zikredilmeyen diğer eşyada olduğu gibi eşyay-ı sittenin de (6 çeşit eşya) halkın örf ve âdetine göre ölçek, tartı veya sayı ile mübadeleleri caizdir. Başta Kemal b. Hümam olmak üzere, Ebû Yusuf’un bu ikinci içtihadını muhakkik fakihlerden bir çoğu halkın maslahatına daha uygun bularak Ebû Hanife ve İmam Muhammed'in içtihadına tercih etmişlerdir. Bkz. Kemâl b. Hümam, Fethu’l-Kadîr, V. 283; M. Ahmet ez-Zerka, age., II, 889-894.

Görüldüğü üzere, özel bir durum veya sebebe bağlı olan hükümler, bu özel durum ve sebeplerin zail olması ile ortadan kalkmakta, her hüküm kendi sebep ve illeti ile devam etmektedir. Sebep ve illet zail olunca, buna bağlı hüküm de son bulmaktadır.

Kamerî aybaşlarının tesbıtinde, fakihlerin «Hilâli gördüğünüzde oruca başlayın...» ve benzeri hadis-i şeriflere istinaden rü'yet'i esas almaları o devirlerde yapılabilen astronomik hesapların aybaşîarını tesbitte yeterli olmadığındandır. Bu illet Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in -daha önce zikrettiğimiz- «Biz ümmî bir milletiz. Ne yazı biliriz ne de hesap yapmayı...» mealindeki hadis-i şerifinde açıkça görülmektedir. Aybaşlarının tayininde hilâl gözleme yolunun seçilmiş olması, hesapla bunu yapmanın -o gün için- mümkün olmadığındandır, özellikle günümüzde ise, artık Ayın bütün hareketleri, en ince teferruatına kadar hesaplanabilmekte, gerek kavuşum (içtima), gerekse yeryüzünden hilâl halinde ilk defa görülebileceği yer ve zaman kesinlikle bilinebilmektedir.

Mutlaka rü'yete bağlı kalmayı ve hesabı reddetmeyi gerektiren sebep ve illet ortadan kalktığına göre, astronomik hesapların sağladığı imkân ve kolaylıklardan yararlanmamak için herhangi bir sebep mevcut değildir.

Esasen -daha önce de işaret edildiği üzere- Tabiî ve müsbet ilimlerin îslâm dünyasında gelişmeğe başladığı Tabiûn devrinden itibaren her asırda -sayıca az da olsalar- bir kısım muhakkik fakihler Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilâllerinin tesbitlerinde hesapla amelin caiz olduğu içtihadında bulunmuşlardır. Nitekim Aynî'nin  el-Aynî, umdetü’l-Kari, X, 271, Mısır, ta naklettiğine göre tabiûn'un büyüklerinden bazı kimseler, hesap yolu ile kamerin menzillerinin tesbitine itibar edilebileceğini kabul etmişlerdir. İbn Süreyc'in Rivâyetine göre, Mutarrif b. Abdillah b. Şıhhir ile İbn Kuteybe bunlardandır. el-Kurtubî, el-Cami li ahkâmil-Kur'an, II, 293, Kahire, 1354/1935. Bu zatlar, yukarıda çeşitli vesilelerle zikredilen hadis-i şerifteki «hava kapalı olursa, takdir yoluna başvurun» cümlesini, cumhurun anladığı «sayıyı 30 güne tamamlayarak takdir edin.» şeklinde değil, «ayın menzillerini hesapla tayin ve takdir edin» diye tefsir ve izah etmişlerdir.

Ahmet b. Hambel ise, bu sözü «hava kapalı olduğu zaman, hilâli bulutların altında varmış gibi kabul edin» şeklinde anlamıştır; Onun içtihadına göre, Şaban’ın 29'uncu günü havanın kapalılığı sebebiyle hilâl görülemezse, ertesi günü Ramazan’ın 1. günü itibar edilerek oruca başlanması gerekir. Abdullah b.

Ömer'in görüşü de budur,

Hadis-i şerifteki «onu takdir ediniz» tabirinin, «hesapla tayin ve takdir ediniz» şeklinde anlaşılması, özellikle yılın çoğu günlerinde havanın kapalı olduğu, güneşin bile ayda ancak birkaç gün görülebildiği coğrafi bölgeler için de, uygulamada kolaylık sağlayıcı niteliktedir. Aksi halde, bu bölgelerde Ramazan hilâlini görmek çoğu zaman mümkün olmadığı gibi, Şaban hilâli için de aynı durum söz konusu olduğundan önceki ayı 30 güne tamamlamak da genellikle mümkün olmayacaktır.

İbn Süreyc'in nakline göre, İmam Şafii de ayın hilâl durumunun astronomik hesaplarla tayin edilebileceği kanaatini benimseyen kimselerin, hesapla amel etmelerinin caiz olduğunu söylemiştir.  Muhammed b. Abdi'l Vehhab el-Endülûsî, el-azbü'z-Zülâl, I, 244, Katar, 1973; (el-Hidaye Dergisi, 1398/1978, Sayı: 6, Sayfa: 82, Tunus)

Yedinci Hicri asrın içtihat derecesine ulaşılmış fakihlerinden Takıyyûddin b. Dakıki’l-îd ise şu görüşleri ileri sürmüştür:

«Ayın kavuşum zamanının hesapla tesbitine göre Ramazan orucuna başlanamaz. Çünkü, ayın hilâl halinde yeryüzünden görülebilmesi kavuşum zamanından 1-2 gün daha sonra vaki olur. Şeriat, Ayın kavuşum (içtima) anını değil, hilâl halini aybaşına esas almıştır. Fakat, bulut, toz, sis vs. gibi görüşe mani bir sebeple görülemeyen hilâlin ufuktaki varlığı hesapla tayin edilebilirse, şer'î sebep meydana geldiği için, yeni ayın başlaması gerçekleşmiş olur. Çünkü yeni ayın başlamasında şart olan, hilâlin bizzat görülmesi değil, Ayın hilâl halinde ufukta mevcut olmasıdır. Görülmüş olsa da, olmasa da, İlk hilâl hali ile, dinen yeni ay başlamıştır, Bu durum, kesinlikle bilindiğinde, bu bilgi ile amel vacip olur.»  el-Azbü'z-Züiâl, I, 249-250, Katar, 1973.

Şeyh Bahît ise İbn Dakik'in yukardaki sözlerini teyit ederek: «Ben de hesap ile amel edilmesi görüşünde olanlara katılıyorum. Çünkü, hangi bir meselede o konudaki bilgi ve tecrübesi olan kimselere baş vururlar. Meselâ: Kur'an-ı Kerîm ve hadisi şeriflerin lâfızları, dilcilerin sözlerine göre açıklanmış; mütehassıs bir doktorun tavsiyesi halinde Ramazanda oruç tutmamak veya tutulan orucu bozmak caiz görülmüştür. O halde, Ramazan, Şevval ve diğer ayların hilâllerinin tayinlerinde bu konuda yetkili astronomi uzmanlarının bilgi, tecrübe ve hesaplarından yararlanmaktan bizi alakoyan sebep ne olabilir? Kaldı ki, «Güneş ve Ay, sabit, değişmeyen bir hesapla seyrederler.»  Er-Rahman sûresi, 5. «Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan, yılların sayısını ve hesabı bilmemiz İçin Aya konak yerleri düzenleyen O'dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır. Bilen millete ayetleri uzun uzadıya açıklıyor. Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, Allah'ın göklerde ve yerde yarattıklarında, Ona karşı gelmekten sakınan kimseler için ayetler vardır.»  Yunus Sûresi, 5-6. mealindeki ayet-i kerimeler, Güneş ve Ayın değişmeyen sabit bir düzen için hesapla seyrettiğini beyan etmektedir. Astronomların verdikleri bilgilerin kesinliği ise, ay ve güneş tutulmaları konusunda önceden verdikleri bilgilerin aynen gerçekleşmesi ile sabittir.

Rüyete engel çeşitli sebepler yüzünden hilâl görülememiş de olsa, astronomların, rüyete mani sebepler olmasaydı ayın ilk hilâl halinde görülebilecek durumda olduğunu ittifakla haber vermeleri, hilâlin ufukta mevcudiyeti konusunda kesin ilim ifade eder.

Ramazan orucuna başlama konusunda Bakara sûresinde «sizden kim Ramazan ayına şahit olursa, oruç tutsun.» buyurulmuştur. «Ramazana şahit olmak» demek, ya «O ayda seferde olmayıp mukim olmak» veya «Ramazan ayında bulunduğu ve bu ayın başladığını kesin şekilde bilmek» demektir. Ayetten zahir olan, ikinci manadır. Çünkü «Şuhût», «ilim» anlamındadır. İşte bu ilim, yani Ramazan ayının başladığım (bu aya ait hilâlin ufukta görülebilecek hale geldiğini) kesinlikle bilmek, oruç tutmanın vacip oluşunun sebebidir. Bu açıklamaya göre, söz konusu ayet-i celilenin ifade ettiği mana, «içinizden kim, Ramazan aymın başladığını kesinlikle bilirse, bu ayda oruç tutmakla yükümlü olur» demektir.

Hesapla aybaşlarının tayini prensibi kabul edildikten sonra, akla gelen ilk mesele bu ayların başlangıç sınırı ne olacaktır? sorusudur. Başka bir deyimle, ayın başı için sınır, içtima (kavuşum) anı mı, yoksa ayın hilâl halinde yeryüzünde ilk defa görülebilecek bir durumda olması hali mi olacaktır?

Konuşmamızın ilk bölümünde de zikredildiği üzere, Bakara sûresinin 185. ayetinde «sizden kim, Ramazanın başladığını kesinlikle bilirse, oruç tutsun» buyurulmuştur.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de hadis-i şeriflerinde: «Ramazan hilâlini görünce oruca başlayın. Şevval hilâlini görünce orucu bırakıp bayram edin...» buyurmuştur.

Ayet-i celileden, Ramazan ayının girmesi ile oruca başlamanın farz olduğunu, hadis-i şeriften ise, aybaşının hilâlin görülmesi ile sabit olduğunu anlamaktayız. Hadis-i şerife göre, eski ayın çıkıp yeni ayın girmesi, Ayın hilâl halinde yeryüzünde görülebilir durumda ufukta mevcut olmasına bağlanmıştır.

Kur'an-ı Kerim'de: «Ey Muhammed, sana hilâl halindeki aylan sorarlar. Söyle onlara: Onlar, insanların ve hac vakitlerinin ölçüsüdür..» buyurulmuştur.  el-Bakara Sûresi, 189

Bilindiği üzere hilâl, Ayın ilk ve son günlerinde, yeryüzünden ince bir kavs halindeki görüntüsüne denir. Kavuşum (içtima) zamanında Ay, dünyanın hiç bir yerinden görülemediğinden kavuşum durumundaki Aya hilâl denilemeyecektir. Gerek Ayet-i Celilede, gerekse hadis-i şerifte ayın başlangıcını tayin için hilâlden ve rü'yetten söz edildiğine göre, ayın kavuşum (içtima) halinin, aybaşlarına mebde' olarak alınması söz konusu olamayacaktır. Ayın kavuşum halinin, aybaşlarına mebde' kabul edilmesi, kanaatimizce ayet-i celile ve hadis-i şeriflerin sarahatine aykırı düşmektedir.

Nasların zahirinden uzaklaşıp rü'yet ölçüsünü (hilâlin yeryüzünden görülebilme ölçüsünü) terkederek kavuşum kaidesine yönelmek için ortada hiç bir dini maslahat da bulunmamaktadır. Hesap görüşü prensip olarak kabul edildikten sonra, verilecek talimata göre astronomi uzmanlarının bu iki ölçünün ikisine göre de aybaşlarını tesbiti mümkündür.

Kameri aybaşlarının hesapla tesbitinde, hilâlin yeryüzünden görülme ölçüsüne uyulması halinde, gözlem yaparak hilâl arayanların elde edecekleri sonuçlarla, hesabın ortaya koyduğu sonuçlar arasında tam bir uygunluk ta meydana gelecektir. Böylece, "hesabı kabul etmeyenlerle, hesap taraftarları arasındaki ayrılık ta, uygulama açısından son bulmuş olacaktır.

Hesapların kavuşum anı ölçüsüne dayandırılması halinde ise, dinî günlerin tayin ve ilânı genellikle bir gün önce olacak, rü'yet üzerinde ısrar edenlerin «hilâl görülmeden oruca başlandı veya iftar edildi» şeklindeki iddiaları, toplumları huzursuz etmeğe devam edecektir. O halde şer'an ayın başlaması, Kamerin hilâl halinde yeryüzünden görülebilecek duruma gelmesi ile sabit olacaktır. Ancak, bazı kardeş İslâm ülkelerinde, Ayın kavuşun anı esas alınarak, Ramazan ve Bayram ilânları yapıldığı da bir gerçektir. Nitekim, 1398 H./1978 M. Yılının Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarının ilânında durum böyle olmuştur. 3 Eylülü Ramazan Bayramı, 10 Kasım ise Kurban Bayramı ilân eden ülkeler, hilâlin yeryüzünden görülebilmesi ölçüsüne değil, ayın içtima haline itibar etmişlerdir.

Kameri aybaşlarının mebdei için, ayın yeryüzünden hilâl halinde ilk defa görülebileceği zamanın esas alınması gerektiğinin prensip olarak kabul edilmesi konusundaki görüşümüzü de kısaca arzetmiş bulunuyoruz.

Kanaatimizce üzerinde durulacak bir başka konu da, hilâlin görülmesinde, yeryüzünün hangi bölgesinin esas alınması gerektiği hususudur. Başka deyişle, hilâlin görülebileceği noktanın mutlaka İslâm ülkeleri sınırları içinde bulunması zorunlu mudur, yoksa bu nokta, yer yüzünün herhangi bir yeri de olabilecek midir? Bu sorunun vuzuha kavuşturulması da zorunludur.

Görüşümüz odur ki, bu noktanın mutlaka İslâm ülkeleri sınırları içinde bulunmasını gerekli kılacak şer'î bir sebep mevcut değildir. Gerçi, «Hilâli gördüğünüzde oruca başlayın...» ve benzeri hadis-i şeriflerdeki rüyet emrinin muhatapları müslümanlardır. Bu itibarla, hilâlin tayininde hesabın yeterli olmadığı ilk devirler için , bu noktanın İslâm ülkeleri sınırları içinde bulunması zarureti söz konusu olabilir. Fakat, rüyet anının hesapla kesin şekilde tayin edilebildiği günümüzde ise, böyle bir zaruret yoktur. Üstelik, bugün hemen dünyanın her bölgesinde az veya çok müslüman vardır. Yakın bir gelecekte bunların sayılarının artması da muhtemeldir.

Söz konusu noktanın, mutlaka İslâm ülkeleri sınırları içinde bulunması gerektiği prensip olarak kabul edildiği takdirde, İslâm ülkeleri dışındaki bir bölgeden hilâli daha önce görecek olan bir müslüman, «Hilâli gördüğünüzde oruca başlayın...» enirine uyarak, İslâm ülkelerinden önce oruca başlayacak veya daha önce bayram yapmak durumunda kalacaktır. Böylece, müslümanlar arasında arzu edilen ibadet birliği de tam olarak sağlanmış olmayacaktır.

Arzedilen sebepler dolayısiyle, kamerî aybaşlarının tayini için, bu aylara ait ilk hilâllerin görülebilecekleri bölgelerin, İslâm ülkeleri sınırları içinde bulunması şartı aranmaksızın, yeryüzünün herhangi bir yerinden görülmesi veya hesap sonucu görülebilecek durumda olduğunun tesbiti ile yetinilerek, kamerî aybaşları ilân edilmelidir.

Burada dikkate alınması gereken husus, dünyanın herhangi bir bölgesinde ayın ilk hilâli görüldüğünde, yeryüzünün bütün bölgelerinde vakit ve saatin aynı olmadığıdır. Söz gelimi, 1398 H. /1978 M. yılı Şevval hilâli ilk defa 3 Eylül günü (Pazan-Pazartesiye bağlayan gece) Avustralya'nın güneydoğu deniz bölgesinde, Greemvich saati ile 7.17 de görülmüştür. Bu anda, söz konusu bölgede Güneş batmış durumda iken, meselâ daha batıda bulunan Mekke'de gündüz mahalli saat henüz 10.17'yi göstermektedir. Bu duruma göre, 3 Eylül Pazar günü hilâlin görüldüğü bölgenin gecesine iştirak eden yerlerde bayram ilân edilmesi mümkün iken, böyle olmayan yer ve ülkelerde (meselâ Türkiye, Suudi Arabistan, Suriye, Mısır, Cezayir, Tunus, Fas gibi hemen bütün İslâm ülkelerinde) bayram ilâm mümkün değildir. O halde meselenin çözümünde uygulanacak hal tarzı kanaatimizce şöyle olacaktır; Kavuşum anını takibeden guruptan sonra, hilâlin görüldüğü ülkenin gecesine iştirak eden, (yani hilâl sabit olduğunda henüz imsak vakti girmemiş olan) diğer bütün ülkelerdeki müslimanlar bu sübuta uyacak, o geceyi takibeden günü, yeni ayın ilk günü olarak kabul ve ilân edeceklerdir.

Buraya kadar açıklamağa çalıştığımız düşünce ve görüşlerimizi şöylece özetlemek istiyorum:

1- Çeşitli asırlar içinde yaşamış İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu, kamerî aybaşlarının tesbitinde rüyetin esas alınması, hesaba (astronomiye) itibar edilmemesi görüşünü savunmuşlardır. Buna karşılık, her asırda, rüyetten başka, dini ölçülere uygun olarak hesapla da aybaşlarının tayininin mümkün olduğu, yapılan hesaplara göre Ramazan ve bayram ilânlarının caiz bulunduğu görüşünü benimseyen ve savunan muhakkik âlimler de bulunmuştur. Aslında, rüyet üzerinde ısrar eden âlimlerin büyük çoğunluğu da, hesabın değerini inkâr ettikleri için değil, kendi devirlerinde astronomi ilminin pek çok konularda yetersiz olması, hesap bilenlerin azlığı, bu yolun benimsenmesi halinde müslümanların sıkıntıya düşecekleri gibi... düşünce ve endişelerle hesap metodunu benimsememişlerdir. Daha sonraki asırlarda yetişen ve aynı yolu benimseyen âlimler de -genellikle öncekilerin rüyet üzerinde ısrar göstermelerindeki gerçek sebebi araştırmadan- onların savundukları yola bağlı kalmışlardır.

Günümüzde artık Ayın bütün hareket ve menzilleri en ince teferruatına kadar bilinip kolaylıkla hesap edilebildiği ve dini ölçülere uygun olarak, hilâlin ilk görüleceği yer ve zamanın kesinlikle bilinebildiği cihetle, kamerî aybaşlarının tesbit ve ilânında astronomiye itibar edilmelidir. Ancak dinî bir geleneğin yaşatılması düşüncesinden hareketle de ayrıca yetkili ve sorumlu merciler tarafından, hilâlin usulüne göre gözlenmesi de mümkündür. Hesaplar, hilâlin yeryüzünden görülebilme ölçüsüne dayandırıldığı takdirde, -ihtilâf-ı metalı-'ya itibar etmemek şartı ile- hesap ile bu gözlem arasında bir mübayenet de olmayacaktır.

2- Kamerî ayların başlamasına esas alınacak sınır, kavuşum (içtima) zamanı değil, Ayın hilâl halinde, yeryüzünden ilk defa görülebileceği zaman olmalıdır. Çünkü, bu konudaki ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde «RÜYET» ve «HİLAL» lafızları kullanılmıştır. Bilindiği üzere içtima halinde, Ayın yeryüzünün hiçbir yerinden rü'yeti mümkün değildir. Hilâl ise, Ayın yeryüzünden ince bir kavs halindeki görüntüsü demektir.

3- Kamerî ay başlarının tesbiti için, hilâlin yeryüzünün herhangi bir bölgesinden görülmesi (veya bu durumun hesapla bilinmesi) yeterli görülmeli, bu bölgenin İslâm ülkeleri sınırları içinde bulunması şartı aranmamalıdır. Çünkü artık asrımızda dünyanın her noktasında çok sayıda müslümanlar vardır. İslâm ülkeleri sınırları dışındaki rü'yete itibar edilmediği takdirde, bu bölgelerde yaşayan müslümanlarla İslâm ülkeleri arasında Ramazan ve bayram birliği sağlanamayacaktır.

4- İçtima anını takibeden guruptan sonra hilâlin ilk defa görüldüğü ülkelerin gecesine iştirak eden diğer bütün ülkelerde bu rü'yete uyularak, o geceyi takibeden gün, yeni kamerî ayın ilk günü sayılmalıdır. Birliğin temini için ihtilaf-ı metali'a itibar edilmemelidir. Esasen, şafîi mezhebi istisna edilecek olursa, diğer üç mezhepte cumhurun görüşü, ihtilaf-ı metali'a itibar edilmemesi yolundadır.

Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığının ve Başkanının Konu ile ilgili Teklif ve Düşünceleridir.

Ramazan Ve Bayramların Tesbitinde Benimsenen Müşterek Konferans Kararları

Konferansa katılan ilim adamları arasından «Din Komisyonu» ve «Astronomi Komisyonu» olmak üzere iki ayrı komisyon teşkil edilmiştir. Bunlardan her biri kendi ihtisası dahilindeki konularda sunulmuş tebliğleri etüt etmiştir. Detaylara inilerek enine-boyuna yapılan tartışmalardan sonra konferans, son oturumunda oy birliği ile aşağıdaki kararları almıştır.

1- İster çıplak gözle, isterse modern ilmin rasat metodlarıyla olsun, aslolan Hilâlin Rü'yetidir.

2- Astronomların hesapla tesbit ettikleri Kameri Aybaşlarına dinen itibar edilebilmesi için, onların bu tesbitlerini Hilâlin güneş battıktan sonra ve görüşe mani engellerin bulunmaması halinde gözle görülebilecek şekilde, ufukta fiilen mevcut olması esasına dayandırmaları gerekir ki, bu Rü'yete «Hükmî Rü'yet» denir.

3- Hilâlin görülebilmesi için iki temel şartın gerçekleşmesi zorunludur.

a) İçtimadan (kavuşum) sonra Ay ile Güneşin açısal uzaklığı 8 dereceden az olmamalıdır. Bilindiği üzere Rü'yet 7 ile 8 dereceler arasında başlamaktadır. 8 derecenin esas alınmasında, ihtiyat bakımından görüş birliğine varılmıştır.

b) Güneşin batışı anında Ayın ufuktan yüksekliğinin açısal değeri, 5 dereceden az olmamalıdır.

Sadece bu esasa göre normal durumlarda Hilâlin çıplak gözle görülebilmesi mümkündür.

4- Hilâlin Rü'yet edilebilmesi için belli bir yer şart değildir. Yeryüzünün herhangi bir bölgesinde Hilâlin Rü'yeti mümkün olursa, buna istinaden Ayın başladığına hükmetmek doğru olur. İslâm dünyasının birlik ve beraberliğini sağlamak için Rü'yetin ilanı müteakip maddede işaret edilen Müşterek Hicri Takvimin tesbitleri uyarınca Mekke-i Mükerremede tesis edilecek olan rasathane tarafından yapılmalıdır.

5- Din ve Astronomi bilgini eriyle rasathane yetkililerince her kameri yıl için 2. 3. ve 4. maddelerde zikredilen kriterlere dayalı bir takvim hazırlanmalıdır. Takvim komisyonu, «Müşterek Takvim Taslağı»nı kabul etmek üzere periyodik olarak her yıl toplanacaktır, ilk toplantı Rebiul'ahir 1399, Mart 1979 ayında istanbul'da yapılacaktır.

6- Yukarıda işaret edilen Takvim komisyonu şu ülkelerin temsilcilerinden oluşacaktır.

Bangaldeş, Cezayir, Endonezya, Irak, Katar, Kuveyt, Mısır, Suudi Arabistan, Tunus, Türkiye, Komisyonunun toplanması için bütün üyelerin hazır bulunmaları gerekli değildir.

7- Anılan komisyon, yukarıda açıklanan kriterlere göre Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylan için hilâlin görülebileceği bölgeleri gösteren haritalar hazırlayacaktır. Böylece durum müsaitse, bizzat hilâli gözleyerek Rü'yeti gerçekleştirmek ve hesabın doğruluğu konusunda ikna olmak isteyen herkese kolaylık sağlayacaktır. Ayrıca bu haritalar, isteyen her devletin yetkili kılacağı uzman ve güvenilir bir heyete rasat yaptırmasına yardımcı olacaktır.

8- Bu karar ve tavsiyeler, İslâm ülkeleri Dışişleri Bakanları Konferansı genel sekreterliğine sunularak Dışişleri Bakanlarının Rabat'ta yapılacak olan ilk toplantısında kabulü ve uygulamaya konulması istenecektir.

Ülke

DELEGELER

Görevi

1. Afganistan

1. Cevher es-Sıddıkî

Kabil Yüksek Mahkemesi Reisi ve Baş Hakim

2. Abdülkadir Sönmez

Ankara İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

2. Bahreyn

1. Yusuf Ahmed es-Sıddıkî

Şer'i Yüksek Temyiz Mahkemesi Bşk. Yd.

2. Dr. Ali Eba Hüseyîn

Tarihî Vesikalar Arşivi Uzmanı

3. Belçika

1. Muhammed el-Alvinî

Brüksel İslâm Kültür Merkezi Müdür ve İmamı

4. Bangladeş

1. Dr. Muhammed Ishak

Dakka Üniversitesi Arap Dili ve İslâm

Araştırmaları Kürsüsü Profesörü

2. Dr. Muhammed Abdülcebbar

Dakka Üniversitesi Matematik Profesörü

5. Türkiye

1. Tayyar Altıkulaç

Diyanet İşleri Başkanı

2. A. Hamdi Kasaboğlu

Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı

3. Dr. Muammer Dizer

Kandilli Rasathanesi Müdürü

6. Cezayir

1. Ahmed Hammânî

Yüksek Din Kurulu Başkanı

2. Abdülkerim Azlun

Astronom

7. Endonezya

1. Dr. Kafravî

Diyanet İşleri Genel Başkanı

2. Abdurrahim

Devlet İslâm Üniversitesi Şeriat Fakültesi Doçenti

8. Ebu Dabî

1. A. Muhammed Ali el-Kasimî

Adalet ve Din İşleri Başkanlığı Müsteşarı

2. Seyyid Ali Seyyid el-Haşimî

I. Şer'î Kadı

9. Fas

1. Abdülaziz b. Abdullah

Arapça Telif ve Tercüme Enstitüsü Genel Müdürü ve Karaviyyin Üniversitesi Profesörü

2. İbn Abdurrazık

Fas Krallığı Muvakkıtı

10. Fransa

1. Prof. M. Hamidullah

Sorbon Üniversitesi Şarkiyat Profesörü

11. Irak

1. Feyyaz Abdüllatif en-Necm

Bağdat Fen Fakültesi Doçenti

2. Ömer Beşir M. en-Na'me

İslâmî Uyanış Camii İmam-ı Hatibi

12. Kıbrıs

1. Rifat Mustafa

Kıbrıs Müftisi

13. Kuveyt

1. Muhammed Ali el-İsa

Yüksek Temyiz Mahkemesi Müsteşarı ve

Şer'î ru'yet Heyeti Başkanı

2. Abdurrahman Abdülvehhab el-Faris

Evkaf Bakanlığı İslâmî İşler Müsteşarı

3. Salih Muhammed el-Uceyrî

Astronom

14. Lübnan

1. Dr. Suphi Salih

Lübnan Üniversitesi Edebiyat ve İslâmî İlimler Fakültesi Dekanı ve Din İşleri Yüksek Meclisi Başkan Vekili

15. Malezya

1. Dato Şeyh Abdülmuhsin

Devlet Müftisi

2. Prof. Abdülhamid Tahir

Teknik Üniversite Rektörü

3. Muhammed Hayr b. Hac Tabib

Kualalumpur İslâm Komisyonu Astronomi Müsteşarı

16. Sovyetler Birliği

1. Ziyaeddin Babahan

Orta Asya ve Kazakistan Müslümanları Reisi

2. Azzam Ali Ekber

Sovyet Müslümanları Dış İlişkiler Dairesi Başkanı

17. Sudan

1. Dr. Yusuf el-Halife Ebu Bekir

Din İşleri ve Evkaf Bakanlığı Müsteşarı

2. el-Emin Muhammed Ahmed Kaura

Umdurman İslâm Üniversitesi Genel Sekreteri

18. Suudi Arabistan

 1. Dr. Abdüs-Samet el-Kadhî

Riyad Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanı

19. Ürdün

1. Şeyh İbrahim el-Habib

Ürdün Kadı'l-kudatı

20. Tunus

1. M. el-Habîb el-Hoce

Tunus Müfitisi ve Zeytuniyye Şeriat Fakültesi Profesörü

2. Mustafa Kemal et-Terzi b. el-Hoce

Diyanet İşleri Başkanı ve Eğitim Bakanlığı Din Eğitimi Genel Müfettişi

3. Muhammed Alluş

Meteoroloji Enstitüsü Jeofizik Bölümü Başkanı

21. Pakistan

1. Dr. Eminullah Vezîrî

Diyanet İşleri Genel Müdürü

2. Dr. Muhammed Enver Betti

Lahor-Pencap Üniversitesi Astronomi Bölümü Başkanı

22. Rabıtatu'l- âlemi'l-İslâmî

1. Salih Özcan

Nâşir

 

786. Abdullah b. Abbas'tan: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sözü Ramazana getirerek şöyle buyurdu: « Hilali görmedikçe oruca başlamayın, yine hilâli görmedikçe orucu bırakmayın. Şayet son günü hava bulutlu olursa ayı otuz güne tamamlayın.» Bu hadis, Munkatı'dır, Ebu Davud (Savm, 14/7) mevsûl olarak Rivâyet eder. Ayrıca bkz. Tirmizî, Savm, 6/5;Nesaî, Siyam, 22/13.

Söz konusu bu bildiride yer alan bazı kararlar uygulanmış ve olumlu sonuçlar alınmışsa da, özellikle Ramazan’ın başlangıcıyla ilgili noktada, halâ bazı farklı uygulamalar ortaya çıkmakladır. Bu farklı uygulamaların en önemli sebebi, ilmî olmaktan çok siyasîdir.

787. İmâm-ı Mâlik'den: Duyduğuma göre Osman b. Affan zamanında sabahtan hilâl görünmüş, fakat Hazret-i Osman orucunu bozmayarak akşama, güneş batıncaya kadar oruca devam etmiştir.

788. Yahya'nın belirttiğine göre İmâm-ı Mâlik, Ramazan hilâlini gören kişi hakkında şöyle demiştir:

Ramazan hilalini sadece kendisi gören kimse oruca başlar. Onun, o günün Ramazan ayına ait bir gün olduğunu bile bile oruç tutmaması uygun olmaz.

789. Şevval hilalini sadece kendisi gören kimse orucunu bozmasın. Çünkü ona inanmayanlar onu itham ederler. Kendileri hilâli gördüklerinde «biz hilâli gördük!» derler. Kim gündüzden Şevval hilâlini görürse orucunu bozmasın. O gün akşama kadar oruca devam etsin. Çünkü gördüğü hilâl ertesi günün hilâlidir.

790. Yahya'dan, İmâm-ı Mâlik şöyle demiştir:

Halk bayram günü Ramazan sanarak oruç tutsa, kendilerine güvenilir biri de gelse bir gün önce hilâlin göründüğünü söylese, o gün de orucun otuz biri tamamlanacak olsa, o gün hemen hangi saatte olursa olsun oruçlarını bozarlar. Gelen adam zevalden sonra gelmişse bayram namazını da kılmazlar.

١ - باب مَا جَاءَ فِي رُؤْيَةِ الْهِلاَلِ لِلصَّوْمِ وَالْفِطْرِ فِي رَمَضَانَ

٧٨٤ - حَدَّثَنِي يَحْيَى، عَنْ مَالِكٍ، عَنْ نَافِعٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَم ذَكَرَ رَمَضَانَ فَقَالَ، ( لاَ تَصُومُوا حَتَّى تَرَوُا الْهِلاَلَ، وَلاَ تُفْطِرُوا حَتَّى تَرَوْهُ، فَإِنْ غُمَّ عَلَيْكُمْ فَاقْدُرُوا لَهُ )(٥٠٣).

٧٨٥ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ دِينَارٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ,  أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَم قَالَ : ( الشَّهْرُ تِسْعٌ وَعِشْرُونَ، فَلاَ تَصُومُوا حَتَّى تَرَوُا الْهِلاَلَ، وَلاَ تُفْطِرُوا حَتَّى تَرَوْهُ، فَإِنْ غُمَّ عَلَيْكُمْ فَاقْدُرُوا لَهُ )(٥٠٤).

٧٨٦ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، عَنْ ثَوْرِ بْنِ زَيْدٍ الدِّيلِيِّ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبَّاسٍ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَم ذَكَرَ رَمَضَانَ فَقَالَ : ( لاَ تَصُومُوا حَتَّى تَرَوُا الْهِلاَلَ، وَلاَ تُفْطِرُوا حَتَّى تَرَوْهُ، فَإِنْ غُمَّ عَلَيْكُمْ فَأَكْمِلُوا الْعِدَّةَ ثَلاَثِينَ )(٥٠٥).

٧٨٧ - وَحَدَّثَنِي عَنْ مَالِكٍ، أَنَّهُ بَلَغَهُ : أَنَّ الْهِلاَلَ رُئِيَ فِي زَمَانِ عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ بِعَشِيٍّ، فَلَمْ يُفْطِرْ عُثْمَانُ حَتَّى أَمْسَى وَغَابَتِ الشَّمْسُ(٥٠٦).

٧٨٨ - قَالَ يَحْيَى : سَمِعْتُ مَالِكاً يَقُولُ فِي الَّذِي يَرَى هِلاَلَ رَمَضَانَ وَحْدَه : أَنَّهُ يَصُومُ لاَ يَنْبَغِي لَهُ أَنْ يُفْطِرَ، وَهُوَ يَعْلَمُ أَنَّ ذَلِكَ الْيَوْمَ مِنْ رَمَضَانَ.

٧٨٩ – قَالَ : وَمَنْ رَأَى هِلاَلَ شَوَّالٍ وَحْدَهُ، فَإِنَّهُ لاَ يُفْطِرُ، لأَنَّ النَّاسَ يَتَّهِمُونَ عَلَى أَنْ يُفْطِرَ مِنْهُمْ مَنْ لَيْسَ مَأْمُوناً، وَيَقُولُ أُولَئِكَ إِذَا ظَهَرَ عَلَيْهِمْ قَدْ رَأَيْنَا الْهِلاَلَ، وَمَنْ رَأَى هِلاَلَ شَوَّالٍ نَهَاراً فَلاَ يُفْطِرْ وَيُتِمُّ صِيَامَ يَوْمِهِ ذَلِكَ، فَإِنَّمَا هُوَ هِلاَلُ اللَّيْلَةِ الَّتِي تَأْتِي.

٧٩٠ - قَالَ يَحْيَى : وَسَمِعْتُ مَالِكاً يَقُولُ : إِذَا صَامَ النَّاسُ يَوْمَ الْفِطْرِ، وَهُمْ يَظُنُّونَ أَنَّهُ مِنْ رَمَضَانَ، فَجَاءَهُمْ ثَبَتٌ أَنَّ هِلاَلَ رَمَضَانَ قَدْ رُئِيَ قَبْلَ أَنْ يَصُومُوا بِيَوْمٍ، وَأَنَّ يَوْمَهُمْ ذَلِكَ أَحَدٌ وَثَلاَثُونَ، فَإِنَّهُمْ يُفْطِرُونَ فِي ذَلِكَ الْيَوْمِ أَيَّةَ سَاعَةٍ جَاءَهُمُ الْخَبَرُ، غَيْرَ أَنَّهُمْ لاَ يُصَلُّونَ صَلاَةَ الْعِيدِ، إِنْ كَانَ ذَلِكَ جَاءَهُمْ بَعْدَ زَوَالِ الشَّمْسِ.


Etiketler:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

[blogger]

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget