Ramazan Orucunun Farz Kılınması
Ramazan orucu, kıblenin Kâbe tarafına çevrilişinden bir ay sonra, Peygamberimizin Medine’ye hicretinin 18. ayının başlarında, Şâban ayında farz kılındı. Bu hususta indirilen ayetlerde meâlen şöyle buyruldu:
“Ey iman edenler! Sizden önceki(ümmet)lere farz kılındığı gibi, size de —takvaya eresiniz, nefsinize hâkim olasınız diye— oruç, farz kılındı.
...
“Ramazan ayı öyle bir aydır ki insanlara doğru yolu gösteren, açık ayetleri kendisinde toplayan, hak ile bâtılı ayırt eden Kur’an, onda indirildi.
“O halde, sizden her kim o aya erişirse, onu oruçlu geçirsin. Kim de hasta olur yahut seferde bulunursa, tutmadığı günler sayısınca başka günlerde kaza etsin.
“Allah, size kolaylık diler, güçlük dilemez. Bu da, o sayıyı ikmâl ve size olan hidayetine karşı Allah’ı tekbir etmeniz içindir. Gerek ki şükredersiniz!”[1]
Ramazan orucu, İslam dininin beş şartından birisidir.
İbni Ömer (r.a.), Resûlullah Efendimizin bu hususta şöyle buyurduğunu bildirir:
“İslam beş şey üzerine kuruldu: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun Resûlü olduğuna şehâdet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek, Ramazan orucunu tutmak.”[2]
Sadaka-i Fıtr’ın Vacip Kılınması
Bu senenin Ramazan ayının sonlarına doğru sadaka-ı fıtr vermek vacip oldu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, küçük büyük, hür köle, erkek kadın her zengin Müslüman için kuru hurmadan bir sa’ (1040 dirhem)[3]veya arpadan bir sa’ veya kuru üzümden bir sa’ veya buğdaydan bir müd (yarım sa’) fıtır sadakası ayrılıp, bunun bayram namazından önce yoksullara verilmesini emretti.
İlk Bayram Namazının Kılınması
Şevvâl hilâli görülüp, sabahleyin güneş yükselince, Resûl-i Ekrem Efendimiz, oruçlarını açmalarını ve bayram namazına çıkmalarını Müslümanlara emretti. Sonra da onlarla birlikte bayram namazı kılmak üzere musallaya [namazgâha] çıktı. Hutbeden önce, ezansız ve kametsiz olarak cemaatle bayram namazı kılındı.
Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, Medine’ye teşrif buyurdukları zaman, Medinelilerin iki mahallî bayramı vardı. Peygamber Efendimiz onlara, “Allah Teâlâ, size onlardan daha hayırlı olmak üzere Fıtır (Ramazan) ve Kurban Bayramı günlerini verdi” buyurdu.[4]
Resûl-i Kibriya Efendimiz, bayram namazlarını namazgâhta kılardı. Medine’nin namazgâhı, şehrin şark kapısı üzerindeydi.
Peygamber Efendimiz, bayram namazı kılmak üzere namazgâha yürüyerek giderdi. Bayram namazına bir yoldan gider, başka bir yoldan dönerdi. Ramazan Bayramı namazına çıkmadan önce bir şeyler yerlerdi. Ekseriya bunlar birkaç hurma olurdu.
Zekâtın Farz Kılınması
Zekât, Hicret’in 2. yılında Ramazan orucunun farz kılınmasından ve fıtır sadakasının vacip kılınışından sonra farz kılındı.
Zekât, zengin Müslümanların yıldan yıla belli ölçüsüne göre mallarının bir kısmını zekât niyetiyle ayırıp lâyık olanlara vermelerinden ibaret mâlî bir ibadettir.
Zekât, İslam dininin beş temel esasından biridir. Kur’an-ı Kerim’le (Nur, 56; Müzzemmil, 20; Hac, 78; Bakara, 110) emredilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de 32 yerde namazla birlikte zikredilmiştir.
Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Her gün, her sabah, iki melek inip birisi, ‘Yâ Rab! Zekât ve sadakasını vererek, malını (Allah rızası için) harcayana, harcadığının yerine yenisini ver’ der. Diğeri de, ‘Yâ Rab! Zekât ve sadaka hakkını ödemeyerek malını sıkanın da malını telef et’ der!”[5]
Hz. Rukiyye’nin Vefatı
Peygamber Efendimizin Hz. Osman’la evli kerimeleri Hz. Rukiyye, Bedir Seferi sırasında hastalanmıştı. Hz. Osman, Peygamber Efendimizin emriyle ona bakmak üzere Medine’de kalmış, Bedir’e gidememişti. Zeyd b. Hârise Hazretleri, Bedir Zaferi’nin haberini Medine’ye getirdiği sırada Hz. Rukiyye vefat etmişti.
Onu Ümmü Eymen yıkadı. Hz. Osman cenaze namazını kıldırdı ve Bâkî Kabristanı’na defnetti.
Hz. Rukiyye, Resûl-i Ekrem Efendimiz 33 yaşlarında bulundukları sırada, Hz. Zeyneb’ten sonra doğan kerimeleridir. Annesi Hz. Hatice’yle birlikte Müslüman olmuştu. Daha sonra Hz. Osman’la evlenmişti. Hz. Osman, onunla birlikte Habeşistan’a hicret etmişti. Resûl-i Ekrem Efendimiz, onların beraber hicret ettiklerini görünce, “Osman, Lût’tan (a.s.) sonra, Allah yolunda, ailesiyle birlikte hicret edenlerin ilkidir” buyurmuştu.[6]
Ebu’d-Derdâ’nın Müslüman Olması
Ebu’d-Derdâ Uveymir b. Sa’lebe, Bedir Seferi sırasında Müslüman oldu. Şöyle ki:
Abdullah b. Ravaha (r.a.), öteden beri Ebu’d-Derdâ’nın kardeşliği idi. Bir gün, eline keseri alıp Ebu’d-Derdâ’nın evindeki putunu kırdı. Ebu’d-Derdâ evine döndüğü zaman, hanımı durumu ona haber verdi. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ düşünmeye başladı ve kendi kendine, “Eğer, bu putta bir hayır olsaydı, kendisini korurdu!” diye konuştu. Sonra da Müslüman olmak için Peygamberimizin yanına gitti.
Abdullah b. Ravaha, uzaktan geldiğini görünce, “Yâ Resûlallah! Gelen, Ebu’d-Derdâ’dır. Herhalde bizi görmeye geliyor!” dedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, “O, Müslüman olmak için geliyor. Çünkü Rabbim, Ebu’d-Derdâ’nın Müslüman olacağını bana bildirmişti!” buyurdu.
Huzura varan Ebu’d-Derdâ, orada Müslüman oldu. Ev halkı, kendisinden önce Müslüman olmuşlardı.[7]
Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin Evlenmesi
Hz. Fâtıma, Resûl-i Ekrem Efendimizin Medine’ye teşriflerinden beş ay sonra Receb ayında Hz. Ali’yle nikâhlandı. Hicret’in 2. yılında Bedir Gazâsı’ndan sonra Zilhicce ayında evlendiler.
Hz. Fâtıma, Resûl-i Kibriya Efendimizin en küçük kızı ve kızlarının en sevgilisi idi. Peygamber Efendimiz, bir gazâdan veya bir seferden geldiği zaman ilk önce mescide gidip iki rekât namaz kılar, sonra Hz. Fâtıma’ya uğrar, daha sonra da Ezvac-ı Tâhirat’ın yanına giderdi.[8]
Hz. Âişe (r.a.) der ki:
“Ben, Fâtıma kadar, sözü ve konuşması Resûlullah’a benzeyen bir kimse görmedim. Fâtıma girdiği zaman, Resûlullah onu şefkatle karşılar, ‘Hoş geldin’ diyerek selamlardı. Ben, Fâtıma’dan daha doğru sözlü bir kimse de görmedim.”[9]
Hz. Fâtıma’nın (r.a.) yürüyüşü de Nebiyy-i Muhterem Efendimizin yürüyüşüne pek benzerdi.
Bir gün, Hz. Âişe’ye, “İnsanların, Resûlullah’a en sevgili olanı kimdi?” diye soruldu.
Hz. Âişe, “Fâtıma idi” dedi.
“Erkeklerden kimdi?” diye sorulunca da, “Fâtıma’nın kocası” cevabını verdi.[10]
Peygamberimizin, Kızı Hz. Zeyneb’i Mekke’den Getirtmesi
Bedir esirleri arasında Peygamberimizin damadı ve Hz. Zeyneb’in kocası Ebû Âs b. Rebî’de bulunuyordu. Bedir Harbi esirleri konusunda bahsettiğimiz gibi, Ebû Âs serbest bırakılınca Mekke’ye gitti. Daha önce Hz. Zeyneb’in hicret etmesine mani olan Ebû Âs, bu sefer kendisini serbest bıraktı.
Resûl-i Kibriya Efendimiz de, Bedir Harbi’nden bir ay veya bir aya yakın bir zaman sonra Zeyd b. Hârise ile ensardan bir zâtı göndererek Hz. Zeyneb’i Mekke’den getirtti.[11]
Muhacir Müslümanlardan Osman b. Maz’un’un Vefatı
Bâkî Kabristanı’na, muhacir Müslümanlardan ilk defnedilen bir zâttır.
İlk Kurban Bayramı Namazının Kılınması
Resûl-i Kibriya Efendimiz, Zilhicce’nin dokuzunda Sevik Gazâsı’ndan dönerek Medine’ye kavuşmuştu. Ertesi günü, yani Zilhicce’nin onuncu günü Müslümanlarla birlikte namazgâha çıktı. Ezansız ve kametsiz olarak iki rekât Kurban Bayramı namazı kıldırdı. Namazdan sonra bir hutbe irad etti. Bu hutbelerinde, kurban kesmelerini Müslümanlara emretti. Kendileri de iki kurban kesti. Satın aldığı semiz, boynuzlu beyaz koçtan birini keserken, “Allahım! Bu, senin birliğine ve senden bana gelenlere şehâdet eden bütün ümmetim nâmınadır” dedi. İkincisini keserken ise, “Allahım! Bu da, Muhammed ve Muhammed’in ev halkı içindir” buyurdu. Bundan, kendileri, ev halkı ve yoksullar yediler.[12]
İslam’da ilk Kurban Bayramı budur!
______________________________________
[1]Bakara, 183-185.
[2]Buharî, Sahih, c. 1, s. 11.
[3]Bir dirhem, üç gramdır.
[4]Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 3, s. 103.
[5]Buharî, Sahih, c. 2, s. 120.
[6]İbn Sa’d, Tabakat, c. 8, s. 36-37.
[7]İbn Sa’d, a.g.e., c. 7, s. 391.
[8]İbn Abdi’l-Berr, el-İstiab, c. 4, s. 1895.
[9]Taberî, Tarih, c. 2, s. 290-292.
[10]İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 248-249.
[11]Taberî, Tarih, c. 2, s. 290-292.
[12]İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 248-249.
[2]Buharî, Sahih, c. 1, s. 11.
[3]Bir dirhem, üç gramdır.
[4]Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 3, s. 103.
[5]Buharî, Sahih, c. 2, s. 120.
[6]İbn Sa’d, Tabakat, c. 8, s. 36-37.
[7]İbn Sa’d, a.g.e., c. 7, s. 391.
[8]İbn Abdi’l-Berr, el-İstiab, c. 4, s. 1895.
[9]Taberî, Tarih, c. 2, s. 290-292.
[10]İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 248-249.
[11]Taberî, Tarih, c. 2, s. 290-292.
[12]İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 248-249.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.