Yüzü beyaz, yanakları kırmızı olan Sâlih'in (aleyhisselâm) çok güzel bir sûreti vardı. Tatlı sözlü olup, çok fasîh (düzgün) konuşurdu. Büyüdükçe kavminin sevgisini kazandı. Herkesle iyi geçinmesi, güler yüzlülüğü, fakir ve düşkünlere yardımı, zayıfları koruması, hastaları ziyâreti ve başka olgun hâlleri ile bütün insanlar tarafından sevildi ve takdir gördü. Semûdlular; “Bunda büyük bir kâbiliyet var, ileride çok istifâde ederiz” dediler. Bu yüzden putlara tapmayışına ses çıkarmadılar.
Sâlih (aleyhisselâm) yedi yaşında iken kavmi arasında dolaşır onlara; “Ey Semûdlular! Benim haseb (şeref) ve nesebimi (soyumu) inkâr eder misiniz? Ben Ubeyd'in oğluyum. Annem de falancadır” derdi. Onlar da; “Biz senin soy ve şerefini biliriz” derlerdi. Her geçen sene olgunluğu artıyor, kavmindeki insanlardan ayrılığı apaçık ortaya çıkıyordu. Yirmi yaşına bastığında yüzündeki nûr ve güzellik çok fazlalaştı. Kimse yüzüne bakmaya tâkât getiremezdi. Semûdlular onun için Âdem'in (aleyhisselâm) oğlu Şîs'e (Şît) (aleyhisselâm) benziyor derlerdi. Otuz yaşına geldiğinde, ilim, hikmet, vakâr, sekine ve bir çok fazîletler (üstünlükler) ihsân edildi. Sâlih'in (aleyhisselâm) elbisesi yünden olup nalın giyerdi. Huy ve yaratılış bakımından zamanındaki insanların en üstünü olup; en tatlı ve en fasîh (açık) konuşanı idi. Ticâretle meşgûl olur, çantacılık yapar ve elinin emeği ile kazandığını yerdi.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.