Suffe Medresesi’nin ilim ve hadis rivayeti sahasında yetişmiş mümtaz talebesi Enes bin Mâlik’in (r.a.) kardeşi olan Berâ bin Mâlik (r.a.), Resûlullah’ın (a.s.m.) himaye ve tedrisi altında ilmî hizmetlerde olduğu kadar, kendisine mümtazlık vasfı kazandıran maddi ve manevi fetihlerde de bulunmuş bir sahabidir. Her iki kardeş de, nübüvvet nurunun zengin parıltılarına mazhar olarak, hayatları boyunca İslam hizmetinde bulunmuşlardır.
Berâ bin Mâlik, harp meydanlarında düşman saldırılarını püskürten bir İslam kahramanıdır. Onun şecaat ve cesaret istidadını gören Resûlullah Efendimiz, o sahada daha fazla gelişmesini temin etmiştir. Onun mümtaz hayatını tedkik ettiğimizde, hemen bütün savaşlara, Resûlullah ile beraber katılmış olduğunu görürüz. Berâ, Resûlullah’ın vefatından sonra da kahramanlığını büyüterek sürdürür. Resûlullah’a bir an önce kavuşmak emeliyle gözünü kırpmadan ölüme koşar.
Hz. Ömer (r.a.) onun cesaret ve gözüpekliğini bildiği hâlde, ordu kumandanlığına getirilmemesini tembih etmiştir.[1]Çünkü heyecanı yüzünden gözünü kırpmadan düşman çemberine atılıp Müslümanları zor durumda bırakabileceğinden endişe duymuştur.
Gerçekten Berâ, savaşların çoğunda böyle yapmıştır. “Yalancı peygamber” hadiseleri yüzünden çıkan savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermiştir. Bilhassa Yemâme’de Müseylime’yle çarpışırken, onun ordusunu çok sıkıştırır. Müseylime ve askeri, bir kaleye sığınır. Berâ bin Mâlik, tek başına kalenin duvarlarından atlayarak içeri girer. Müseylime’nin askerleriyle kahramanca çarpışır ve kale kapısını içerden açmayı başarır. Açılan kapıdan içeri giren İslam ordusu, Müseylime’yi mağlup ederek öldürür.[2]Bu savaşta Berâ bin Mâlik’in gösterdiği kahramanlığın hangi duygudan kaynaklandığını, Medine ahalisine hitaben söylediklerinden çıkarabiliriz:
“Ey Medine ahalisi! Bugün artık Medine’nizi yok farz edin. Malınızı mülkünüzü yok farz edin. Bugün, sizin için sadece ve sadece Allah rızası vardır, cennet vardır.”
Bu coşkun iman duygusundan aldığı hız ve ilhamla, cesaret ve şecaatle savaşa katılan Berâ bin Mâlik’in bu harpte 80 küsûr yara aldığı rivayet edilmektedir. Yaralarının tedavisiyle bir ay müddetle, bizzat Hâlid bin Velid ilgilenmiştir.
Hz. Berâ, sürekli Allah’a yalvarır, dua ederdi:
“Yâ Rabbi, ölüm beni yatağımda yakalamasın. Allah’tan ümit ederim ki, beni yatağımda ölüme teslim etmesin.”
Sesi çok güzel olduğu ve zaman zaman şiirler söylediği için kardeşi Enes’in, “Ne zamana kadar böyle devam edeceksin?” deyişine çok kızar, “Sen benim yatakta öleceğimi mi sanıyorsun?!” diye çıkışırdı. Şehadetin derin ve coşkun manası ruhuna öyle karışmıştır ki, yatakta ölmeyi kendisi için büyük bir musibet saymaktadır.
Berâ’nın ruhu, kahramanlığının kuvvetli sevkiyle şehadet arayıp rahat ölümü kabul etmediği için, Allah ona o yüce mertebeyi nasip etti. Tuster’in fethine katıldı. Tuster Harbi’nde üstün kahramanlıklar gösterdi. Savaş başlangıçta Müslümanların mağlubiyetiyle sonuçlanacak gibiydi. Mücahitler zor durumdaydılar. Sahabiler birbirleriyle istişare ediyor, zafer için yeni savaş stratejileri bulmaya çalışıyorlardı. Bu arada gizliden gizliye gözler Berâ’ya yöneliyordu. Bakışlar, kahramanlığını çok güzel anlatan gözlerine kayıyordu. Zaferi getirecek, fethi yaklaştıracak, sanki onun cesaret işaretiydi. O, Resûlullah’ın senasına mazhardı. Suffe Medresesi’nin kahraman bir talebesiydi.
“Birçok dağınık ve tozlu saçlı kimseler vardır ki, Allah adına yemin ettiği zaman Allah onu yalancı çıkarmaz. İşte, Berâ bin Mâlik de bu kimselerdendir”[3]buyuran Resûl-i Ekrem, Berâ’nın yüksek faziletini beyan etmişlerdi. Bunu iyi bilen sahabiler, Peygamber iltifatına mazhariyetin ispatını istiyor gibiydiler.
Bu sırada Hz. Berâ bin Mâlik, yüce şehitlik makamının sessiz işaretlerini görüyor gibiydi. Ve Berâ, sahabilerle birlikte hücuma geçti. İran ordusu için bozgun görünmüştü. Düşman kumandanı öldürüldü, Tuster’in fethi göründü.
Resûlullah’a kavuşma aşkıyla yaşayan Hz. Berâ bin Mâlik, 100 kişiyi öldürdükten sonra “Hürmüzan” isimli bir İranlının kılıcıyla şehadet şerbetini içti, gerçek dost ve sevdiklerinin yanlarına kanatlandı.
Suffe Medresesi’nin yetiştirdiği bu kahramanlık timsali mücahit, son nefesine kadar varlığını, İslam’ın yayılması için sarf etmişti. Cenâb-ı Hak, şehitlik mertebesiyle onu şereflendirmiş, mükâfatını vermişti.
____________________________________________
[1]Tabakât, 7: 16.
[2]Üsdü’l-Gàbe, 1: 172.
[3]Tirmizî, Menâkıb: 54.
[2]Üsdü’l-Gàbe, 1: 172.
[3]Tirmizî, Menâkıb: 54.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.