Dünyada iken cennetle müjdelenen 10 bahtiyardan birisi olan Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.), İslam’a ilk gönül verenlerdendi. Asıl ismi “Âmir,” künyesi “Ebû Ubeyde”dir. Dedesine nispetle de “Ebû Ubeyde bin Cerrah” olarak meşhur olmuştur. Sülalesi yedinci karında Resûl-i Ekrem’e (a.s.m.) ulaşmaktadır.
Hz. Peygamber (a.s.m.), “Her ümmetin bir emini vardır. Bu İslam ümmetinin de emini Ebû Ubeyde bin Cerrah’tır”[1]buyurarak onu övmüştü. Hatırlanacağı üzere, Peygamberimize verilen bir lakap da “el-Emîn” idi. Bu hadisiyle Peygamberimiz, kendisine ait bir sıfatı Ebû Ubeyde’ye vermiş oluyordu. Nitekim Ebû Ubeyde’nin Müslümanlar arasında lakabı “Eminü’l-Ümme” idi.
Yemenliler, Peygamberimizden İslamiyet’i ve sünneti öğretecek bir kişiyi istediklerinde Resûlullah, Ebû Ubeyde Hazretleri’ni göndermişti.
Müslüman olduğunda genç yaşta baba ocağından ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Müşrik babası, onu eve koymuyordu. Ailesiyle birlikte çok zor şartlar altında dinini yaşamaya çalıştı. Habeşistan’a hicret yolu açıldığında müşriklerin eza ve cefasından kurtulmak için oraya hicret etti. Daha sonra da Medine’ye hicret ederek Resûl-i Ekrem’e (a.s.m.) kavuştu. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Muhacirlerle Ensar’ı kardeş yaptığında Ebû Ubeyde’nin Medinelilerden kardeşi Sa’d bin Muâz’dı.
Cesur bir sahabi ve kahraman bir mücahit olan Hz. Ebû Ubeyde, bütün savaşlarda Peygamberimizle birlikteydi. “İslam’ın en mühim savaşı” olan Bedir’de üstün gayret sarf etmişti. Kendisi müminlerin safında, babası Abdullah da müşriklerin arasındaydı. Babasıyla karşı karşıya geldi. Babası peşini bırakmıyordu. Öldürmek için fırsat kolluyordu. Ebû Ubeyde ise, müşrik babasının kanını dökmemek için değişik yerlere geçiyordu. Fakat bir türlü elinden kurtulamıyordu. Nihayet babasını dinine feda etti. Bu hadise üzerine, “Allah’a ve ahiret gününe iman edenlerin, babaları veya oğulları veya kardeşleri veya soyu sopu, aşiretleri olsa da yine Allah ve Peygamber’ini düşman tutanlara dostluk ettiğini göremezsin.”[2] âyet-i kerimesi nazil oldu.
Uhud Savaşı’nda müşrikler Resûl-i Ekrem Efendimizin üzerine hücum etmişler, yüzünü yaralamışlar, mübarek dişlerini kırmışlardı. Peygamberimizin miğferinden kopan iki halka yüzlerine batmıştı. Hz. Ebû Ubeyde, Resûlullah’ı bu hâlde görünce dayanamamış, Peygamberimizin yüzüne batan halkaları dişleriyle çekerek çıkarmıştı. Bu yüzden ön dişlerinden ikisi kırılmıştı.[3]
Daha sonra Resûl-i Ekrem’le birlikte bütün gazalara katıldı. Her birinde üstün fedakârlık numuneleri sergiledi.
Ebû Ubeyde temiz kalpli bir insandı. Resûl-i Ekrem’den aldığı bir emre nefsini feda eder derecede feragat gösterirdi. Selâsil Vakası’nda Amr İbn Âs’ın, Ebû Ubeyde’ye yanındakilerle birlikte kendi idaresine girmesi yolunda yaptığı teklife itiraz etmemişti. Ona Resûl-i Ekrem’in “Amr İbn Âs ile ihtilaf çıkarma.” sözünü hatırlatarak, “Sen beni dinlemezsen de, ben seni dinlerim.” demiş, onun emrinde hareket etmişti.
Hz. Peygamber onu Habat Gazvesi’ne memur ettiğinde 300 sahabiyle yola çıktı. Yolda erzak bitince, 200 hurmayla birkaç gün idare ettiler. Bütün yiyecekleri bitip de sahile varmışlardı ki, koca bir balığın kıyıya vurmuş olduğunu gördüler. Ondan günlerce yediler. Daha sonra Ebû Ubeyde Hazretleri, müşriklerin kervanını gözetlemek için emrine verilen birliği, vazifesini bitirdikten sonra sağ salim geri getirdi.
Resûl-i Ekrem’in irtihâlinden sonra hilafet meselesinde müminler halifeliğe Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Ebû Ubeyde’yi layık görüyorlardı. Hz. Peygamber bir hadis-i şeriflerinde Hz. Ebû Bekir ve Ömer’den sonra, Ebû Ubeyde için de, “Ne iyi adamdır…”[4]buyurmuştu. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’le Ebû Ubeyde’yi elleriyle tutarak, müminlerin, ikisinden birisini halife seçmelerini teklif etmişti. Hz. Ebû Bekir’i kendilerine tercih eden bu iki zat, onun seçilmesine karar verdiler.
Hz. Ebû Ubeyde, idaresi, dirayeti, üstün aklı ve zekâsı ile, ümmet arasında temayüz etmişti. Hz. Ömer kendisinden sonra halifeliğe en layık kimse olarak Ebû Ubeyde’yi görüyordu.
Hz. Ebû Bekir’in hilafete geçmesinden sonra Ebû Ubeyde Hazretleri, Şam ve civarının fethi için vazifelendirildi. Başta Humus ve Şam olmak üzere Antakya’ya kadar olan yerleri, Hz. Ebû Ubeyde’nin kumandasındaki İslam mücahitleri fethetti. Daha sonra Kudüs’ü muhasara eden Ebû Ubeyde, Kudüslüleri sulhe razı etti. Fakat Kudüslüler barış akdinin Hz. Ömer’in bulunmasıyla mümkün olacağını söylediler. Medine’ye haber gönderen Ebû Ubeyde, Hz. Ömer’i davet etti. Hz. Ömer de yerine Hz. Ali’yi vekil bırakarak Kudüs’e varmak için yola çıktı. Günler süren meşakkatli yolculuktan sonra Kudüs’e vardı. Kudüs’ün anahtarını teslim aldı.[5]
Hz. Ömer devrinde Müslümanlar arasında kıtlık baş göstermişti. Hz. Ömer, valilerden yardım talep etti. Ona ilk yardım eden, Hz. Ebû Ubeyde oldu. Şam valisi olan Hz. Ebû Ubeyde, 4000 yük zahireyi bizzat Medine’ye kadar götürerek Medine civarındaki Müslümanlara taksim etti.
Hz. Ebû Ubeyde çok sade bir hayat yaşardı. Onun bu husustaki ölçüsü, Peygamberimizin, “Sizden en çok sevdiklerim ve en yakınlarım, bana benden ayrıldıkları hâl üzere ulaşanlardır.” hadisiydi.[6]
Hz. Ömer, halifeliği sırasında Şam ve civarında çıkan veba hastalığını yerinde görüp incelemek üzere Şam’a gitmişti. Etrafına toplanan şehrin ileri gelenlerinden, “Kardeşim Ebû Ubeyde nerede?” diye sorduğunda, “Şimdi gelir.” dediler. Az sonra Ebû Ubeyde bir deve üzerinde geldi.
Hz. Ömer, Ebû Ubeyde Hazretleri’ne, kendisini evine davet etmesini söyledi. Valinin yaşayışını gözleriyle görmek istiyordu. Birlikte eve geldiler. İçeriye giren müminlerin emîri, evin içinde kılıcı, zırhı ve birkaç parça da ev eşyasını gördü. Bunun üzerine Hz. Ömer, “Senin bunlardan başka bir şeyin yok mu?” diye sorunca, “Bunlar benim ihtiyacım için kâfidir.” diye cevap verdi. Gözleri yaşla dolan Hz. Ömer, “Ey Ebû Ubeyde, dünya herkesi değiştirdi, ama seni değiştiremedi.” buyurdu.[7]
Ebû Ubeyde (r.a.) her bakımdan fazilet timsali bir sahabiydi. Allah’tan çok korkar, Resûl’ünün sünneti üzere hareket ederdi. Onun bütün hareketlerinde Allah korkusu hâkimdi. Son derece mütevaziydi. Şam’da vali iken şöyle diyordu:
“Ben Kureyşliyim. Fakat teni kırmızı veya siyah biri yoktur ki, takva itibarıyla benden üstün olsun da, ben ‘Keşke bu adamın bedeni içinde ben olsaydım!’ demeyeyim.”
Hz. Ebû Ubeyde son derece cömertti. Elinde avucunda ne varsa muhtaçlara dağıtırdı. Bir defasında Hz. Ömer kendisine 4000 dirhem göndermişti. Elçiye de, “Dikkat et, bakalım parayı ne yapacak?!” diye tembih etti. Elçi parayı teslim ettiğinde Hz. Ebû Ubeyde bütün parayı muhtaçlara dağıttı.
Vazifesine bütün canıyla bağlı olan ve Resûlullah sevgisiyle coşan Ebû Ubeyde (r.a.), idaresi altındakileri öz evlatları gibi gözetirdi. Onun merhamet ve şefkati sadece Müslümanları değil, idaresi altında bulunan Hıristiyanları dahi içine almıştı. Bu sebeple Hıristiyanlar da ona hizmet ederler, düşman hareketlerini kontrol ederek ona malumat verirlerdi.
Ebû Ubeyde bin Cerrah, Hicret’in 18. yılında 58 yaşındayken taundan vefat etti.
Allah ondan razı olsun!
_______________________________
[1]Tirmizî, Menâkıb: 33.
[2]Mücâdele Sûresi, 22.
[3]Üsdü’l-Gàbe, 3: 85.
[4]Tirmizî, Menâkıb: 33.
[5]Asr-ı Saadet, 2: 66.
[6]Müsned, 1: 196.
[7]İsâbe, 2: 254; Üsdü’l-Gàbe, 3: 85.
[2]Mücâdele Sûresi, 22.
[3]Üsdü’l-Gàbe, 3: 85.
[4]Tirmizî, Menâkıb: 33.
[5]Asr-ı Saadet, 2: 66.
[6]Müsned, 1: 196.
[7]İsâbe, 2: 254; Üsdü’l-Gàbe, 3: 85.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.