Türkçe’mizde farklı bir manaya bürünen “ayyaş” kelimesi, Peygamberimizin yakın sahabilerinden birisinin ismidir. “Güzel bir hâle sahip, dirlikli, müreffeh yaşayan” manalarına gelen bu kelime, “zahireci ve ekmekçi” manasında da kullanılmaktadır.
Hz. Ayyaş, İslam davetine ilk uyan bahtiyarlardandır. Peygamberimizin, İlahî dini ilan ettiği ilk günlerde nurlu kervana katılanlar arasında o da vardı. Müşriklerin işkencelerinden dolayı Habeşistan’a hicret eden ikinci kafilede hanımı Esmâ ile beraber o da bulunuyordu. Tekrar Habeşistan’dan döndüklerinde, ikinci bir hicret başladı: Medine’ye yolculuk…[1]
Peygamberimiz henüz Mekke’de bulunuyordu. Müminlere Medine’ye hicret etmeleri için izin vermişti. Mekke’den ilk ayrılanlardan Hz. Ömer, müşriklerin şaşkın bakışları önünde Kâbe’de iki rekât namaz kıldıktan sonra, “Anasını ağlatmak, hanımını dul bırakmak ve çocuklarını yetim koymak isteyen varsa, şu vadinin arkasına gelsin, bana kavuşsun!” diye meydan okuyarak yola çıktı. Hz. Ayyaş bin Ebî Râbiâ ve Hz. Hişam bin Âs ona arkadaşlık ediyordu. Daha sonra kendilerine katılanlarla birlikte 20 kişilik bir kafile Medine yolunu tuttu.
İmansız güruhun reisi Ebû Cehil, üvey dayısı Hz. Ayyaş’ın Mekke’den ayrıldığını duyunca kardeşi Hâris’i yanına alarak peşlerine düştü ve Medine’de yetişti. Kurduğu sinsi planla Hz. Ayyaş’ı kandıracak, tekrar getirecek ve işkenceye tabi tutacaktı.
Ebû Cehil, hicret eden Müslümanların yanına gelerek Hz. Ayyaş’ı buldu. Onun merhamet hissini tahrik etti: “Annen yemin etti. Sen dönmedikçe ne başına tarak vuracak, ne de güneşin altından gölgeye çekilecek. Git, onu kurtar.”
Hz. Ayyaş’ın yumuşadığını hisseden Hz. Ömer müdahale etti. Onu uyarmak istedi, “Ayyaş, yemin ederim ki, bunlar seni kandırmaya çalışıyor! Seni Mekke’ye götürüp dininden döndürmek isteyecekler. Onlara inanma!” dedi.
Hz. Ayyaş, annesini çok seviyordu. Ayrıca Hz. Ömer’in yardımıyla geçindiğini de belirterek şöyle konuştu:
“Annem yemin etmiş. Onu yalancı çıkaramam ve ben senin malından geçinen bir dostunum.” diyerek gitmek istedi. Hâlbuki Allah’ın ve Resûlünün emrine uyarak hicret etmişti. Ortada açık olarak görünen Allah rızası vardı. Ana baba hakkı daha sonra gelirdi. Hz. Ömer tekrar ikaz etti: “Ben kavmimin zenginlerindenim, servetimin yarısı senin olsun. Tek, sen onlarla gitmekten vazgeç.” Fakat Hz. Ayyaş gitmekte kararlıydı. Israr edince, Hz. Ömer ona devesini verdi, “Bunlardan şüphelenirsen deveye bin, kaç ve kurtul!” dedi.
Orada mevcut bulunan Müslümanlar da gitmesini istemiyorlardı. Hz. Ayyaş, yapılan istişareye uymamanın sıkıntısını çekecekti. Ebû Cehil ve kardeşi ile yola çıktı. Mekke’ye yaklaştıkları sırada müşrik desisesi işlemeye başladı. Arkalarından gelen Hz. Ayyaş’ın öne sürmesini istediler. Öne geçer geçmez üzerine atıldılar, sımsıkı bağlayarak Mekke’ye götürdüler. Ebû Cehil, işkenceye başladı. İlk başta 100 sopa vurdu. Daha sonra da susuz ve ekmeksiz hapsetti. Bununla, hicret etme niyetinde olan diğer sahabilerin gözünü korkutmak istiyordu.
Hz. Ayyaş bir hata yapmıştı. Diğer Müslümanlar ona iyi nazarla bakmıyorlardı. Onun dininden döneceğinden endişe ediyorlardı. Fakat sonradan vahyedilen bir âyet-i kerimede, kendi nefislerine zulmedenlerin affolunacağı bildirildi.[2]
Peygamberimiz, hicret ettikten sonra Mekke’den çıkamayan ve müşrikler elinde eziyet çeken Müslümanların kurtulmaları için, her sabah namazından sonra dua ediyordu: “Allah’ım, Seleme bin Hişam’ı, Ayyaş bin Ebî Râbiâ’yı ve işkence çeken diğer zayıf Müslümanları Sen kurtar.”[3]
Bir taraftan da Peygamberimiz, onları kurtarmak için çare arıyordu. Bir gün sahabilere, “İşkence altında olan Müslümanları kim kurtarır?” diye sorunca, Mekke’den yeni dönen Hz. Velid bin Velid (r.a.) ileri atıldı, “Ben kurtarır, sana getiririm.” diye yola çıktı. Mekke’ye varınca, bir kadından, bulundukları yeri öğrendi. Gece yanlarına vardı. Bağlandıkları ipi kesti, onları kurtardı. Yaya olarak aralıksız yol aldılar. Medine’ye geldiler. Yürümekten Hz. Velid’in parmakları parçalanmıştı. Fakat kardeşlerini kurtarmanın sevinci her türlü sıkıntıyı unutturmuştu.[4]
İslam Devleti artık Medine’de kurulmuştu. Peygamberimiz, ilk İslam Devleti’nin reisi vazifesindeydi. Sıra diğer devletlerle münasebete geldi. Devlet başkanlarını ve kabile reislerini hak dine davet etmek için her birine ayrı mektup yazarak birer elçiyle gönderdi. Hz. Ayyaş’ı da bugünkü Güney Yemen’de yaşayan Himyer kabilesi reislerinden Mesruh ve Nuaym bin Abdi’l-Külâl’e gönderdi.
Peygamberimiz, devlet ve kabile reislerine gönderdiği kimseleri sahabilerin içinden, haricî münasebetleri kuvvetli, bilgili ve dirayetli olanlardan seçerdi. Onlara neler yapacaklarını, nasıl davranacaklarını, hattâ neler giyeceklerini en ince teferruatına kadar anlatır, izah ederdi.
Peygamberimiz, Hz. Ayyaş’a Himyerlileri İslam’a davet eden mektubu verdikten sonra şu tavsiyede bulundu:
“Onların yurduna vardıktan sonra geceleyin girme. Sabaha kadar bekledikten sonra güzelce bir abdest al. İki rekât namaz kıl. Allah’tan kurtuluş ve kabul dile. Allah’a sığın. Mektubumu sağ eline al, onlara sağ elinle, sağ taraflarından ver. Seni kabul ettikleri zaman onlara Beyyine Sûresi’ni oku. Onlar sana hiçbir delil getirmezler ki, boşa gitmesin! Hiçbir yaldızlı kitap vermezler ki, nuru sönmüş olmasın. Onlar sana kendi dilleriyle bir şey okudukları zaman, ‘Tercüme ediniz.’ de. ‘Allah bana yeter.’ dedikten sonra şu âyeti oku: ‘İşte onun için sen [tevhide] davet et. Ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların kötü arzularına uyma ve de ki: Ben Allah’ın kitaptan indirdiğine inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabb’imiz, sizin de Rabb’inizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışmayı gerektiren bir durum yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O’nadır.’”[5]
Peygamberimiz bu sözleriyle, tebliğin ilk şartı olan “hakkı anlatma”yı tavsiye ediyordu. Onların Müslüman olduklarında nasıl davranması gerektiğini de Hz. Ayyaş’a şöyle anlatıyordu:
“Müslüman oldukları zaman, toplanıp önünde yere kapandıkları üç değneği iste. [Onların hangi ağaçtan yapıldıklarını da söyler.] Onları çıkarttır. Çarşılarının ortasında ateşe ver, yak!”
Bu ifadelerle de, onların eski dinlerine ait olan bağlılıklarını bütün bütün kesmelerini istiyordu. Hak gelince, batıla ait olan her şeyin imha edilmesinin gerektiğini belirtiyordu.
Hz. Ayyaş, Himyer yurduna gitti. Peygamberimizin talimatına göre hareket etti. Oradan ayrıldıktan sonra, Himyerlilerin reisleri bir elçiyle mektup göndererek Müslüman olduklarını bildirdiler.
Hz. Ebû Bekir devrinde Suriye’nin fethine katılan ve üstün kahramanlıklar gösteren Hz. Ayyaş, Şam’dan döndükten sonra Mekke’de vefat etti.
Allah ondan razı olsun!
[1]Üsdü’l-Gàbe, 4: 161.
[2]Zümer Sûresi, 53, 55.
[3]Tabakât, 4: 130.
[4]Tabakât, 133.
[5]Şûra Sûresi, 15.
[2]Zümer Sûresi, 53, 55.
[3]Tabakât, 4: 130.
[4]Tabakât, 133.
[5]Şûra Sûresi, 15.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.