Kahramanlığı ve eşsiz faziletleriyle Allah ve Resûl’ünün sayısız iltifatlarına mazhar olan, bilhassa Uhud Savaşı’ndaki kahramanlığıyla asırlar boyu hayranlıkla yâd edilen Hz. Talha bin Ubeydullah, Resûlullah’ın en yakın Ashâbından, Dört Halife devrinin önde gelen şahsiyetlerinden, bu devir şûra meclislerinin mümtaz ve değişmeyen âzalarından biridir. Bütün hayatını Allah ve Resûl’ü uğrunda vakfeden mümtaz bir sahabidir. Peygamberimiz (a.s.m.) onu bu fâni âlemde ebedî saadetle müjdelemiş, böylece “Aşere-i Mübeşşere” olarak bilinen bahtiyarların arasına katılmıştır.
Hz. Talha’nın Müslüman oluşu bir seyahat sonrasına rastlar. Ticaret için gittiği Basra’da bir rahipten “Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberlik ilan ettiği” haberini aldı. Mekke’ye döner dönmez de bu haberi araştırdı. İlk Müslüman Hz. Ebû Bekir’le görüştü. Onun vasıtasıyla Resûlullah’ın huzuruna çıktı. Ve ilk görüşmede hidayet nuru kalbine doluverdi. Müslümanların safına katıldı.[1]
Bu andan itibaren müşriklerin eza ve baskıları başladı. Hattâ müşrik kardeşi, ona baskı yapanların başında geliyordu. Günlerce aç ve susuz bırakıldı. Elleri boynuna bağlı olarak dolaştırıldı. Çeşitli hakaretlere maruz kaldı… Fakat imanından aldığı güçle bütün bu sıkıntıları sabırla göğüsledi, inancından taviz vermedi.
Hz. Talha (r.a.), Medine’ye hicret ettikten sonra Peygamberimiz onunla Ubey bin Kâb (r.a.) arasında kardeşlik tesis etti.
Hz. Talha, Bedir Savaşı’na katılmadı. Sebebi de Peygamberimizin Sâid bin Zeyd (r.a.) ile onu, Ebû Süfyân kumandasındaki müşrik kervanı hakkında bilgi toplamak üzere gönderilmiş olmasıydı. Vazifesi sebebiyle bu harbe katılamamakla beraber, Peygamberimiz (a.s.m.), Bedir ganimetinden ona da hisse verdi.
Hz. Talha’nın Uhud Savaşı’ndaki kahramanlığı dillere destandı. Müşriklerin Allah Resûlü’nü öldürmek için bütün kuvvetleriyle hücuma geçtikleri bir sırada, Peygamberimizin etrafında etten ve kemikten bir set meydana getirerek, insanüstü gayret gösterenlerin birisi de oydu. Ölmek, fakat Resûlullah’ın yanından ayrılmamak üzere biat etmişti. Bir ara müşrikler iyice yüklenmişlerdi. Resûlullah (a.s.m.):
“Bunlara kim karşı koyar?” buyurdu. Hz. Talha:
“Ben!” dedi.
Fakat Peygamberimiz ona müsaade etmedi. Ensar’dan biri çıktı, çarpışa çarpışa şehit oldu. Bir grup daha çıktı. Resûlullah aynı soruyu yine sordu. Hz. Talha:
“Ben, yâ Resûlallah!” dedi.
Peygamberimiz yine müsaade etmedi. Ensar’dan biri daha çıktı ve çarpışa çarpışa o da şehit oldu. Üçüncüsünde Peygamberimiz, kendisine müsaade etti. Hz. Talha kahramanca çarpıştı ve müşrik güruhunu dağıttı.
Harbin en dehşetli ânında Peygamberimiz, Hz. Talha’ya:
“Bana kendini feda eder, vücudunu siper yapar mısın?” buyurdu. Hz. Talha:
“Yâ Resûlallah, vücudum yolunuza feda olsun!” cevabını verdi ve bu sözünde sadakatle durdu.
Keskin nişancı Mâlik bin Züheyr’in attığı bir okun Peygamberimize isabet edeceğini anlayınca hiç tereddüt etmeden hemen elini karşı koydu. Ok parmağını delip geçti. Ama vücudunu Resûlullah’a feda eden bir kahraman için bunun ne ehemmiyeti vardı?!
Hz. Talha birçok yerinden yaralandığı hâlde bir an olsun Resûlullah’ı yalnız bırakmadı. Fakat aşırı kan kaybından bir ara bayılmıştı. Peygamberimiz, Hz. Ebû Bekir’e, onunla ilgilenmesini söyledi. Hz. Ebû Bekir yüzüne su serpince ayıldı. Peygamber âşığının ilk sorusu:
“Resûlullah ne yapıyor?” oldu. Hz. Ebû Bekir;
“Allah’a bin şükür, çok iyidir. Beni sana o gönderdi.” deyince, Ebû Talha (r.a.) büyük bir teslimiyet içerisinde:
“Allah’a şükürler olsun. Peygamber’im sağ olduktan sonra, bütün musibetler hafif gelir bana!” dedi. Sonra Resûlullah’ın yanına geldi. Peygamberimiz:
“Allah’ım, ona şifa ve kuvvet ver!” diye dua etti. Hz. Talha bu duanın bereketiyle hiçbir şey olmamış gibi çarpışmaya devam etti. Hz. Talha, daha sonra, Peygamberimizi omuzuna alarak yüksekçe bir yere çıkardı.
Talha (r.a.), Uhud’da 75 yerinden yaralanmıştı. Onun gösterdiği fedakârlık ve kahramanlık sebebiyle Peygamberimiz ona, “Talhatü’l-Hayr [Hayırlı Talha]” lakabını taktı. Ayrıca, “Cennet, Talha’ya vacip oldu. Talha, cennete girecek bir iş yaptı.” buyurdu.[2]
Hz. Talha, kendisini son derece mutlu eden bir hadiseyi şöyle anlatır:
“Sahabilerden bir zat, bir gün Resûlullah’a ‘Müminler içerisinde öyleleri vardır ki, Allah’a vermiş oldukları ahde sadakat gösterirler. Onlardan kimi canlarını feda etti, kimi de bu şerefi beklemekteler.’ âyet-i kerimesindeki ‘şehit olmayı bekleyenler’in kimler olduğunu sorar.
“Fakat Peygamberimiz cevap vermez. Sahabi sualini üç defa tekrarlar, fakat yine cevap vermez. O sırada ben, üzerimde yeşil bir elbise olduğu hâlde mescide girdim. Resûlullah beni görünce, ‘Sual soran nerede?’ diye buyurdu. Sahabi, ‘Buradayım, yâ Resûlallah!’ deyince, beni göstererek, ‘İşte bu, şehit olmayı bekleyenlerdendir.’ buyurdu.”[3]
Ebû Talha (r.a.), Hendek Savaşı’na, Mekke’nin Fethi’ne, Huneyn ve Tebük Savaşlarına ve Peygamberimizin katıldığı bütün seferlere katıldı.
Hz. Talha varlıklı bir insandı. Ticaretle meşgul olurdu, ama Hicret’ten sonra ziraatle de uğraştı. Bununla beraber yiyip içmesi, giyinip kuşanması son derece sade ve mütevaziydi. Kılıcıyla olduğu kadar, malıyla da cihat ederdi. Tebük Seferi öncesinde, hazırlanan orduyu teçhiz kampanyasına diğer müminler gibi, büyük bir şevkle sarıldı. Servetinin büyük bir kısmını, cihat ordusuna sarf etmesi için Resûlullah’a getirdi ve:
“Bunlar size Talha’nın küçük bir hediyesidir.” dedi.
Peygamberimiz onun bu cömertliği karşısında çok sevindi:
“Ey Talha, sen çok feyizli ve cömertsin.” diyerek ona iltifat etti.
Bir defasında da Hz. Talha, cihada çıkan müminlerin susuz kalmamaları için bir kuyuyu satın alarak onlara vakfetti. Huneyn Savaşı’nda gösterdiği kahramanlık ve cömertlik sebebiyle Resûlullah (a.s.m.) “Talhatü’l-Cûd [Cömert Talha]” lakabını verdi.
Hz. Talha misafirper bir insandı. Bir gün yeni Müslüman olmuş iki kişi, misafiri oldu. İçlerinden birisi diğerine nispeten daha gayretliydi. Bu zat bir müddet sonra bir savaşta şehit oldu. Diğeri ise bir yıl sonra vefat etti. Bir müddet sonra Hz. Talha bu zatları rüyasında gördü. İkisi de cennete girmek için kapıda izin bekliyorlardı. Öncelik, sonra vefat edene verildi.
Sabah olunca Hz. Talha geldi, rüyasını Peygamberimize anlattı. Mecliste hazır olan sahabiler hayret ettiler. Resûl-i Ekrem’den bu işin hikmetini sordular. Peygamberimiz, onların sorusuna bir soruyla cevap vererek sözlerine başladı:
“Sonradan vefat eden, öncekinden bir sene daha fazla yaşamadı mı?” Sahabiler:
“Evet, yâ Resûlallah.” dediler.
Sohbet daha sonra şöyle cereyan etti:
“Bu zat, Ramazan ayını idrak ederek orucunu tutmadı mı?”
“Evet.”
“Bu adam, bir sene daha fazla ibadet etmedi mi?”
“Evet.”
Peygamberimiz, diğer amellerini de sorup sahabilerden “evet” cevabını alınca şöyle buyurdu:
“O hâlde ikisinin arasındaki fark, yerle gök arasındaki mesafe gibidir.” buyurdu.[4]
Hz. Talha güler yüzlü bir insandı. Güleryüzlülüğünü evinde daha da hissettirirdi. Kendisinden bir şey isteyeni boş çevirmez, istenileni imkânı nispetinde verirdi. En küçük bir iyiliği dahi küçük görmez, her seferinde teşekkür ederdi.
Veda Haccı’na da katılan Hz. Talha, Peygamberimizin irtihâline çok üzüldü. O kadar üzülmüştü ki, diğer sahabiler Resûlullah’tan sonra halifenin kim olacağını müzakere ederken o bir köşeye çekilmiş, hazin hazin ağlıyordu...
Hz. Ebû Bekir’e biat ederek halifeliğini kabul eden Hz. Talha, onun vefatına kadar müşavere heyetinde vazife yaptı. Müslümanlar birçok meselede kendisine müracaat ediyordu.
Aradan iki sene geçmişti. Hz. Ebû Bekir hastalandı, “kendisinden sonra yerine halife olarak kimin geçeceği” hususunda sahabilerin ileri gelenlerinin fikrini almaya başladı. Meseleyi Hz. Talha’ya açınca, Hz. Talha, halifeliğe Hz. Ömer’i layık gördüğünü söyleyerek fikrini şöyle açıkladı:
“Bu makama asıl layık olan, Ömer’dir. Cenâb-ı Hak sana Müslümanların işini kime emanet ettiğini sorduğu zaman vicdan rahatlığı içinde ‘Hz. Ömer’e bıraktım.’ diyebilirsin.”
Hz. Ömer’in hilafeti zamanında da şûra heyetindeki vazifesine devam etti. Meşverete getirilen meseleler hakkında isabetli fikirler serdederek görüş beyan etti.
Mesela fethedilen arazinin mücahitler arasında taksimi meselesi görüşüldüğü zaman, Hz. Ömer taksime muhalefet etti. Çünkü arazi yalnız onu fetheden mücahitlere ait değildi, gelecek nesillerin de mülküydü. Hz. Talha bu meselede Hz. Ömer’in fikrini destekledi ve heyette bu fikir kabul edildi.
Hz. Ömer’in, vefatından önce gösterdiği halife adayları arasında Hz. Talha da vardı. Ama o, adaylıktan feragat ederek Hz. Osman’a rey verdi. Münafıkların yürüttüğü ifsat faaliyetleri karşısında hep Hz. Osman’a destek oldu. Ama hadiseler öyle gelişiyordu ki, artık gelişmelere engel olacak bir imkân kalmamıştı. Nitekim kaderin sırlarıyla iç içe cereyan eden hadiseler, Hz. Talha’nın hayatının son devrelerini bütünüyle doldurdu. Vefatı da münafıkların eliyle oldu. Hicret’in 34. senesinde şehadet mertebesine erip Rabb’ine kavuştuğu sırada, 64 yıllık şeref ve haysiyet dolu bir ömrün sahibi idi.
Hz. Ali bu bahtiyar sahabinin öldürülmesine çok üzüldü. Naaşının yanına geldi ve şöyle konuştu:
“Ey Talha! Yıldız dolu bu semanın altında seni toprağa serili görmek bana çok ağır geldi. Keşke ben 20 yıl evvel ölseydim de bu günü görmeseydim!” dedi.
Allah onlardan razı olsun!
___________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 3: 59.
[2]Tabakât, 3: 217-220; Müstedrek, 3: 374; Tirmizî, Menâkıb: 22.
[3]Hilye, 1: 87; İbni Ebî Şeybe, Musannaf, 12: 90.
[4]Müsned, 1: 163.
[2]Tabakât, 3: 217-220; Müstedrek, 3: 374; Tirmizî, Menâkıb: 22.
[3]Hilye, 1: 87; İbni Ebî Şeybe, Musannaf, 12: 90.
[4]Müsned, 1: 163.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.