Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Resûl-i Ekrem Efendimiz, henüz açıktan halka peygamberliğini ilan etme­mişti.
Bu devrede de, Hz. Bekir, son derece büyük bir cehd ve gayretle samimi dostlarına İslamiyeti anlatıyordu.
Bir gün, Hz. Osman’a da Müslümanlıktan bahis açtı ve onu alarak Resûl-i Ek­rem Efendimizin huzuruna getirdi.
Hz. Re­sû­lul­lah, daima tebessüm eden parlak bir simaya sahip Hz. Osman’a, “Allah’ın ihsanı olan cennete rağbet et. Ben, sana ve bütün insanlara hidayet rehberi olarak gönderildim!” dedi.
Re­sû­lul­lah’ın bu sâde, bu samimi ve bu i’câzkâr sözleri karşısında Hz. Os­man, adeta kendinden geçer gibi oldu ve şehâdet kelimesi kendi kendine mü­ba­rek dudaklarından döküldü: “Eşhedü en lâ İlâhe illallah ve eşhedü enne Mu­ham­meden Re­sû­lul­lah!”[1]Sonra da, daha önce Şam’dan dönerken gördüğü bir rüyasını Kâinatın Efendisine anlattı. “Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Biz Muan ile Zerka arasında bulunduğumuz ve uyuduğumuz sırada bir münâdî, ‘Ey uyu­yanlar, uyanın! Ahmed, Mekke’de zuhur etti!’ diye seslenmişti. Mekke’ye ge­lince sizi işittik!”[2]

İşkence

Yumuşak huylu, edep ve hayâ sahibi ve cömert bir zât olan Hz. Osman ‘ın da Müslümanlar safına katılması, müşrikleri fazlasıyla tedirgin etti. Kabilesi fertleri ona eza ve cefaya yeltendiler. Fakat o, her türlü eza ve cefaya göğüs gerdi ve hak bildiği yoldan zerre kadar inhiraf göstermedi.
Amcası Hakem b. Ebi’l-Âs, kendisini bir urganla bir direğe bağlar ve döve­rek şöyle derdi:
“Sen, atalarının dinini bırakır da sonradan çıkma bir dine öze­nirsin, öyle mi? Andolsun ki tuttuğun bu dini bırakıp tekrar atalarının dinine dönmedikçe seni salıvermeyeceğim!”
Metanet âbidesi Hz. Osman ‘ın cevabı şu olurdu:
“Vallahi, ben hak ve hakikat dinini asla bırakmam!”
O, günlerce bu cefa ve eziyetle karşı karşıya bırakıldı. Fakat zerre kadar imanından tâviz vermedi. Onun bu metaneti ve büyüklüğü karşısında so­nunda amcası küçüldü ve onu salıvermekten başka çare bulamadı.[3]
Orta boylu, esmer tenli, güzel yüzlü, sık sakallı, gür saçlı ve iri yapılı olan Hz. Osman, fıtraten temiz ve nezih bir insandı. İçki içmeyi Câhiliyye devrinde bile kendisine haram kılmıştı. Servetini Allah yolunda ve din uğrunda sarfet­mekten zevk alan bahtiyarlardandı. Hâfız-ı Kur’an’­dı. Geceleri, namazında bütün Kur’an­’ı hatmederdi.
Cennetle müjdelenen on sahabeden biri olan Hz. Osman, aynı zamanda Re­sûl-i Ekrem Efendimizin damadıdır. Önce Pey­gam­be­ri­mizin kerimesi Ru­kiy­ye’yi aldı. O vefat edince, Re­sû­lul­lah, onu bu sefer kızı Ümmü Gülsüm’le ev­lendirdi. Bu sebeple de “Zinnureyn” lakabını aldı.

_______________________________
[1] İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 55.
[2] İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 55.
[3] İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 55.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Gizli davet devresinde İslam’la şereflenen ve bundan dolayı müşriklerin şiddetli işkencelerine maruz kalan ilklerden biri de, “Bilâl-i Habeşî” diye bili­nen, Bilâl b. Rebah Hazretleridir.
Hz. Bilâl, Müslümanların amansız düşmanı Ümeyye b. Halef’in kölesi iken, Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla İslam’la şereflenmiş­tir.[1]
Bir anda gönlünü çepeçevre saran iman nuru, Hz. Bilâl için hadsiz bir cesa­ret kaynağı oluvermişti. Öyle ki bir köle iken, efendisini ve müşriklerin her tür­lü baskı, işkence ve eziyetlerini hiçe sayarak Müslümanlığını açıkça ilan et­mekten çekinmedi.
İmanın girmediği kalp taştan daha katı, Allah korkusunun bulunmadığı vicdan kayalardan daha hissizdir. Böyle bir kalbe ve vicdana sahip bir insanda acıma, şefkat ve merhamet aramak abestir. O insan, artık bu haliyle mânen ca­navarlaşmıştır; hatta tahribatı cihetiyle canavarları bile geride bırakmıştır.
İşte, İslam’ın diğer bütün amansız düşmanları gibi Ümey­ye b. Halef de böy­le bir kalbin ve vicdanın sahibiydi. Ve Hz. Bilâl, merhamet ve şefkat yok­sunu bu kalp sahibinin kölesi idi.
Bu merhamet yoksunu adamın nazarında Hz. Bilâl’in, kendisini yaratan tek Allah’a iman etmesi ve O’nun Peygamberi Hz. Muhammed’e sadâkat elini uzatması büyük suçtu!

İşkence

Bunun için de o, en amansız işkencelere tâbi tutuluyordu. Bazen yirmi dört saat aç susuz bırakılıyor, Bazen boynuna ip takılarak Mekke’nin ücretle tutulan çocukları tarafından sokak sokak dolaştırılıyordu.
Ümeyye b. Halef’in bütün bu gayretleri boşunaydı. Hz. Bilâl bir kere iman et­mişti ve Allah’a teslim olmuştu. Gönlü Re­sû­lul­lah’ın muhabbetiyle gülşen olmuştu. Onun için, bu eziyet ve işkenceler altında inim inim inlerken bile da­vasını müşriklerin yüzlerine yüzlerine haykırmaktan geri durmuyordu: “Ehad! Ehad! [Allah birdir! Allah birdir!]”
İnandığı İslam davasından her türlü eziyete rağmen zerre kadar tâviz ver­meyen Hz. Bilâl’i, bu sefer efendisi Ümeyye b. Halef, kavurucu sıcaklar al­tın­da, sırtını güneşin sıcaklığından ateş parçası haline gelmiş kızgın taş ve kumla­ra sürttürüp yaktırır, ağzına güneşte kurumuş bir lokma et verdikten sonra, göğsüne kocaman bir kaya parçası koydurur ve şöyle derdi:
“Andolsun ki sen ölmedikçe yahut Muhammed’i ve onun dinini inkâr ve reddederek Lât’a, Uzzâ’ya tapmadıkça, bu azabı üzerinden eksik etmeyece­ğim!”
Fakat vücudunun bütün zerreleriyle adeta bir iman âbidesi kesilmiş olan Hz. Bilâl, ölümü göze alarak şöyle haykırırdı:
“Ben, Lât ve Uzzâ’yı kabul etmem. Allah birdir! Allah birdir.”[2]
Bu sözleri duyan Ümeyye b. Halef, bütün bütün çileden çıkar, Hz. Bilâl’in işkencesini, bayılıp kendinden geçinceye kadar artırırdı; sonra da çekip gi­derdi. Hz. Bilâl, nice zaman sonra kendine gelirdi.
Hz. Bilâl’in bütün bu dayanılmaz eziyetlere, bu çekilmez işkenceye karşı tek dayanak noktası, o haşmetli ve azametli imanıydı. İman, evet, kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan Cenab-ı Hakk’a iman, O’nun sonsuz kudretine itimat, insan için sar­sılmaz, yıkılmaz bir istinad noktasıdır. O, bu kahramanca tavrıyla ade­ta, “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakikî imanı elde eden adam, kâi­nata meydan okuyabilir” hakikatini bütün dünyaya ilan ediyordu.
Yine bir gün, Ümeyye b. Halef’in onu işkenceden işkenceye uğrattığı bir sı­rada, oradan geçen Hz. Ebû Bekir, bu durumu gördü. Ümeyye’ye, “Sen hiç Al­lah’tan korkmaz mısın? Bu zavallıya daha ne zamana kadar işkence edecek­sin?” dedi.
“Onun itikadını sen bozdun!” diye cevap verdi Ümeyye, “Kurtulmasını is­tiyorsan, onu satın al da kurtar!”
Hz. Ebû Bekir, “Ey Ümeyye!” dedi. “Benim, senin dininden siyah bir kölem var. Bundan daha güçlü, daha kuvvetlidir. Onu Bilâl’e karşılık sana vereyim, kabul eder misin?” dedi.
Ümeyye, “Kabul ettim!” dedi; sonra da gülerek, “Vallahi, kölenin karısını da vermedikçe olmaz!” diye konuştu.
Hz. Ebû Bekir, “Olur” dedi.
Ümeyye yine sinsi sinsi güldü ve “Vallahi, bana kölenin karısıyla birlikte kızını da vermedikçe olmaz!” dedi.
Hz. Ebû Bekir, bu teklife de, “Olur” diye cevap verdi.
Fakat azılı müşrik Ümeyye, adeta işi yokuşa sürmek istiyor­muş­çasına dav­ranıyordu. Bu sefer haince gülüşler arasında şu istekte bulundu:
“Vallahi, bana onlarla birlikte iki yüz dinar da üste vermedikçe olmaz!”
Onun bu durumuna sinirlenen Hz. Ebû Bekir, hiddetle, “Sen” dedi. “Ne utanmaz adamsın! Boyuna yalan söyleyip du­ru­yorsun!”
Ümeyye bu sefer, “Hayır!” dedi. “Lât’a, Uzzâ’ya andol­sun ki artık bunları bana verirsen, dediğimi yapacağım!”
Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, “Onların hepsi senin olsun!” dedi ve Hz. Bi­lâl’i bu zâlim adamın elinden kurtardı.
Hz. Bilâl’i alan Ebû Bekir’e (r.a.), Peygamber Efendimiz, “Yâ Ebâ Bekir!” dedi. “Onun üzerinde bir hakkın olacak mı?”
Hz. Ebû Bekir, “Hayır, yâ Resûlallâh!” dedi. “Onu azat ettim!”[3]
Hz. Bilâl’i, Ümeyye b. Halef gibi azılı bir müşriğin elinden kurtarıp hürriye­tine kavuşturan Hz. Ebû Bekir, bir müddet sonra onun gibi köle olan annesi Hamâme’yi de satın alıp azat etti.[4]
Hz. Bilâl-i Habeşî, Re­sû­lul­lah Efendimizin has müezzini idi. Bir an olsun onun yanından ayrılmak istemezdi. Fahr-i Kâinat’ın dâr-ı bekâya irtihalleri üzerine, zâtına ve yüksek ahlâkına olan muhabbetinden dolayı Medine-i Mü­nevvere’de kalmaya tahammül edemedi ve oradan ayrılmaya mecbur kaldı. Bu esnada halife olan Hz. Ebû Bekir, yanında kalması için ısrar edince, “Yâ Ebâ Be­kir!” dedi. “Beni, kendin için satın aldınsa yanında tut; yok eğer Allah rızası için satın aldınsa, serbest bırak da Allah yolunda cihada katılayım!”
Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, kendisine müsaade etti. O da Şam’a gitti. Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti sırasında orada vuku bulan ga­zâlara iştirak etti.[5]

___________________________________________________________________________
[1] İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 232.
[2] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 340; İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 232.
[3] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 340; İbn Sa’d, Tabakat, c. 3. s. 238; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 1, s. 299.
[4] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 340; İbn Sa’d, Tabakat, c. 3. s. 238; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 1, s. 299.
[5] İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 238; İbn Hacer, el-İsabe, c. 1, s. 169.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Hz. Ebû Bekir’in de Müslüman olmasıyla iman ve İslam’a gizli davet daha da hız kazandı. İslam’a girme bahtiyarlığına erenler, ya­kınları ve akrabalarıyla da bu bahtiyarlığı paylaşmak istiyorlardı. Onları şirkin ızdırabından, Câhiliy­yetin çirkin ah­lâkından kurtarmak için çırpınıyorlardı.
Bu konuda da Hz. Ebû Bekir’in önde olduğunu görüyoruz. Onun vasıta­sıyla gizli davet devresinde İslam’la şereflenenlerden birkaçı şunlardır:
Osman b. Affan,
Zübeyr b. Avvam,
Abdurrahman b. Avf,
Sa’d b. Ebî Vakkas,
Talha b. Ubeydullah (R. Anhüm)[1]
Bu beş sahabe de, sonraları cennetle müjdelenen on sahabe arasında yer ala­caklardır.
Müslüman erkekler listesine yeni yeni isimler eklenirken, kadınlar arasında da İslam’ın nuru günden güne yayılıyordu. İlk Müslüman kadın Hz. Ha­ti­ce’den sonra, henüz o sırada İslam dairesine girmemiş bulunan Re­sû­lul­lah’ın am­cası Hz. Abbas’ın hanımı Üm­mü Fadl’ın, Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ’nın ve yi­ne o sırada hidayete kavuşma­mış bulunan Hz. Ömer’in kız kardeşi Fâtı­ma’nın, ilk Müs­lüman kadınlar arasında yer aldıklarını görüyoruz.
Artık İslam’a davet, iki kanaldan yürütülmektedir. Erkekler erkekler ara­sında, kadınlar ise hemcinsleri içinde iman ve İslam nurunu yaymaya aşk ve şevk içinde devam etmektedirler. Ancak şunu da belirtelim ki kadınların iman câzibesine kendilerini daha çabuk kaptırdıkları, dikkatleri çekiyordu. Bunu, onların çabuk duygulanan ve derhal tesir altında kalan yaratılışları icabı say­mak mümkündür!
Bu arada müşrikler de boş durmuyorlardı. Hidayet güneşiyle gönüllerini ay­dınlatanlara hor bakmaya, onlara iftira ve sözlü hakaretlerde bulunmaya baş­lamışlardı. Ama bunların hiçbiri, kâinatta en büyük kuvvet olan Allah’a iman hakikatini kalplerine nakşetmiş bulunan bu saadet asrının mesut insanla­rı­nı korkutamıyor, davasından geri çeviremiyor, hatta en ufak bir tereddüde dü­şüremiyordu. İnsanların tehdit ve korkutmaları, Allah’a olan iman ve O’ndan korkmanın yanında, rüzgârın önünde bir toz, sel önünde bir çöp gibi zayıf ve dayanıksız kalıyordu!

__________________________________

[1] İbn Hişaam, Sîre, c. 1, s. 268-269.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget