Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

ESMA-İ HÜSNA
Ayet ve hadislerde Allah’ın isimleri “En güzel isimler”
1. Ayetlerde Geçen Allah’ın İsimleri
Kur’ân ayetlerinde Yüce Allah’ın isimleri isim veya
isim tamlamaları şeklinde geçmektedir.
el-A’lâ (en yüce, en şerefli),
el-A’lem (her şeyi en iyi bilen),
el-Alî (şanı, şerefi, izzeti ve kudreti yüce olan),
el-Âlim (bilen, anlayan, tanıyan),
el-Alîm (her şeyi çok iyi bilen),
el-Âhir (varlığının sonu olmayan, ölümsüz, ebedî ve bâkî),
el-Akrab (bilmesi, görmesi, duyması, haberdâr olması ve
yardım etmesi açısından insanlara en yakın olan),
el-Azîm (zatı, isim, sıfat ve fiilleri itibariyle pek ulu, bü-
yük, yüce),
el-Azîz (üstün, güçlü, kuvvetli, galip, şerefli, değerli, melik),
el-Bâri’ (yaratan, örneği olmadan varlıkları îcat eden),
el-Basîr (aydınlık ve karanlıkta küçük ve büyük her şeyi
gören),
el-Bâtın (mâhiyeti  akıl  ile  idrâk  olunamayan,  hayal  ile
tahayyül edilemeyen, her şeyin iç yüzünü, sırlarını bilen),
el-Berr (iyilik eden, çok lütufkâr, çok merhametli, çok şef-
katli),
Câ’ılûn (yaratan, vâr eden, bir varlıktan başka bir varlık
yapan),
  el-Cebbâr (emir  ve  yasaklarını,  hüküm  ve  kararlarını kullarına yaptırmaya gücü yeten, azgın ve zalimleri kahredi- ci, dertlere derman olan, yaraları sarıp onaran, yaratıklarının hâllerini düzelten),
el-Ebkâ (verdiği nimetler sürekli ve hep kalıcı olan),
el-Ehad (eşi,  benzeri  ve  ikincisi  bulunmayan  bir  tek,
yegâne),
el-Ekrem (en çok ikram eden),
el-Evvel (öncesi  olmayan,  yaratılmamış,  ezelî  ve  kadîm
tek varlık),
Fâil(ûn) (yapan, yaratan, vâr eden),
el-Fettâh (iyilik kapılarını açan, en âdil hüküm veren)
el-Ğaffâr (çok  affeden,  çok  bağışlayan,  günah  ne  kadar
çok olursa olsun yine bağışlayan),
el-Ğafûr (çok affeden, çok bağışlayan),
el-Ğanî (zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayan),
el-Habîr (her şeyden haberdar olan, gizli aşikâr her şeyi
bilen, haber veren),
el-Hâdi’ (hile yapanları cezalandıran)
el-Hâdî (hidayet eden, doğru yolu gösteren),
el-Hafî (çok ikram eden, son derece iyilik ve lütuf sahibi,
her şeyi bilen, duaları kabul eden)
Hâfiz(ûn) (koruyup gözeten),
el-Hafîz (varlıkları yok olmaktan koruyan),
el-Hakîm (hikmet sahibi, her işi, emri ve yasağı yerli ye-
rinde olan),
el-Hâkim (hükmeden, karar veren, haklıyı haksızı ayıran),
el-Hakem (hüküm veren, son kararı veren),
  el-Hakk (varlığı, ilâh ve rab oluşu hak olan, eşyayı var eden, hakkı ızhar eden, mülk sahibi, yok olmayan, varlığında şüphe bulunmayan, âdil),
el-Halîm (çok  sakin,  hemen  öfkelenmeyen,    acele  etme-
yen, teenni ile hareket eden),
el-Hallâk (mükemmel yaratan, devamlı yaratan),
el-Hasîb (insanlara yeten, insanların yaptıklarını koru-
yup hesaba çeken),
Hâsib(în) (insanları sorgulayan, hesaba çeken),
el-Hayr (hayırlı olan, faydalı olan, iyilik eden),
el-İlâh (ma’bûd, Tanrı),
el-Kadîr (çok güçlü, çok kuvvetli, istediğini istediği gibi eksiksiz, kusursuz ve tam yapabilen),
el-Kâdir (güçlü, kuvvetli, her şeye gücü yeten),
el-Kâfî (kullarına yardım eden, vekil olan, yol gösteren,
yaptıklarını bilen, gören, haberdar olan ve hesaba çeken),
el-Kahhâr (yenilmeyen, daima galip gelen),
el-Kâhir (galip gelen, zelil eden, güçlü, her şeyi kuşatan,
yaratıklarını dilediği gibi yöneten),
el-Kâim (varlıkları görüp gözeten,  koruyan, yöneten),
el-Karîb (af, mağfireti, rahmeti, bilmesi, görmesi ve duy-
ması itibariyle kullarına yakın olan),
el-Kâşif (azap, sıkıntı, bela ve dertleri gideren),
Kâtib(ûn) (insanların yaptıklarını yazan),
el-Kavî (kuvvetli, kudretli, her şeye gücü yeten),
el-Kayyûm (zatı ile kaim olana, ezelî ve ebedî, her şeyin
varlığı kendisine bağlı, uykusu ve uyuklaması olmayan, var- lıkları yöneten, koruyan, ihtiyaçlarını üstlenen),
el-Kebîr (zatı, isim ve sıfatları, şanı ve şerefi,  kadri ve
kıymeti, değer ve izzeti pek yüce, ulu ve büyük),
el-Kerîm (değerli, şerefli, çok nimet veren, nimet ve ih-
sanı bol olan ),
  el-Kuddûs (her türlü çirkinlik, noksanlık ve ayıplardan uzak,  tertemiz,  bütün  kemal  sıfatları  kendisinde  toplayan, güzellik, iyilik ve ihsanlarıyla övülen),
  el-Latîf (yaratıklara karşı yumuşak, çok merhametli, çok lütufkâr,  ihsan  sahibi,  insanlara  hak  ettiklerinden  fazlasını veren her şeyin detayını, sırlarını en iyi bilen, işleri çok hassas düzenleyen, gözle görülmeyen),
  Mâhid(ûn) (yeryüzünü yaratıkları için elverişli, yarayış- lı ve faydalı olarak yaratan),
el-Mâlik (bütün varlıkların sahibi),
el-Mecîd (çok şerefli, çok itibarlı),
el-Melik (bütün varlıkları yöneten, dilediğini yapan, di-
lediği gibi hükmeden),
el-Melîk (çok mülkü olan, her şeyin sahibi ve maliki, on-
ları terbiye edip yetiştiren, mülk ve güç veren),
el-Metîn (çok  kuvvetli,  çok  dayanıklı,  acizliği,  za’fiyeti
ve gevşekliği olmayan),
el-Mevlâ (dost, yardımcı, görüp gözeten),
Mu’azzib(în) (suç işleyenleri, zalimleri, günahkârları ce-
zalandıran),
el-Mu’ızz (izzet ve şeref, güç ve kuvvet, itibar ve şerefli
kılan, aziz yapan),
el-Muhric (bir şeyi açığa çıkaran, bir varlıktan başka bir
varlık var eden, gizli şeyleri ortaya çıkaran),
el-Muhît (ilim ve  kudretiyle  her  şeyi  kuşatan,  her  şeye
muttali olan),
el-Mukît (her  şeye  gücü  yeten,  rızık  veren,  yapılanları
bilen,  koruyan, mükâfat veren),
el-Muktedir (güçlü, kuvvetli, istediğini istediği gibi yapan),
el-Musavvir (yaratıklara şekil ve özellik veren),
Mûsi(’ûn) (gökleri genişleten),
el-Mübîn (varlığı aşikâr olan, hakkı ızhar eden, gerçeği
beyan eden),
  Mübrim(ûn) (hile  ile  kötülük  yapmaya  karar  verenleri bilen, onların bu kötülüklerini boşa çıkran, onları kesin olarak cezalandıran),
Mübtelî(n) (deneyen, imtihan eden, gizli olanları açığa
çıkaran),
el-Mücîb (duaları, istekleri, dilekleri kabul eden, ihtiyaç-
ları karşılayan, sıkıntıları gideren),
el-Müheymin (insanların bütün yaptıklarını bilen, ko-
ruyan, görüp gözeten),
el-Mühlik (isyan eden, azan, günaha dalan ve zulmeden
fert ve toplumları helâk eden),
el-Mü’min (yaratıklarına güven veren),
el-Müneccî (sıkıntı, bela ve azaptan kurtaran),
el-Münezzil (nimet  veren,  su,  sekînet,  melek,  kitap  ve
peygamber indiren),
el-Münîr (ışık veren, aydınlatan),
Münşi’(ûn) (îcat eden, inşa eden, yapan, örneksiz olarak
yaratan),
Müntekım(ûn) (suçluları cezalandıran),
Münzil(în) (melek, kitap, su ve sekînet indiren, nimet veren),
  Münzir(în) (kullarına fayda ve zarar veren şeyleri bil- diren; inkâr ve isyan edenlerin âkibetinin kötü olduğunu ha- ber vererek onları bu davranışlardan sakındıran ve azabı ile korkutan),
  Mürsil(în) (vahiy,  peygamber,  bol  yağmur,  aşılayıcı  rüzgâr, koruyucu melek, âsiler için yıldırımlar ve âfetler gönderen),
el-Müste’ân (kendisinden yardım istenen, kendisine sı-
ğınılan),
Müstemi(ûn) (sesleri işiten, duyan),
el-Müte’âl (aşkın, pek yüce, ulu,  eksik ve noksanlıklar-
dan berî olan),
el-Mütekebbir (ihtiyaç ve noksanlığı gerektiren her şey-
den münezzeh, pek yüce ve ulu),
el-Müteveffî (yaratıkların canlarını alan),
en-Nâsır (yardım eden),
en-Nesîr (çok yardım eden, sürekli yardım eden),
er-Râfi’ (peygamber ve mü’minlerin itibar, şan ve şerefle-
rini artıran, göğü yükselten),
er-Rahîm (çok merhametli),
er-Rahmân (çok merhametli),
er-Rakîb (insanların  hâllerini,  sözlerini,  yaptıklarını
ve davranışlarını bilen, haberdar olan, murakabe edip koru- yan),
er-Raûf (çok merhametli, çok şefkatli, çok acıyan),
er-Rezzâk (bol nimet, maddî ve manevî rızık veren),
Sâdık(ûn) (söz, iş, va’d ve va’îdinde doğru olan, her sözü-
nü ve va’dini yerine getiren),
  es-Samed (her şeyin kendisine muhtaç olduğu, yöneldiği, her dilek ve isteğin mercii; hiç eksiği, kusuru ve ihtiyacı olma- yan ulu, şanlı, dosdoğru, âdil ve güvenilir olan),
es-Selâm (eksiklik, acizlik, hastalık, ölüm ve benzeri şey-
lerden salim olan kullarına güven ve selamet veren),
es-Semî’ (her sözü, bütün konuşulanları en iyi işiten, duyan)
Şâhid(în) (bilen, muttali olan, her şeye tanık olan),
eş-Şâkir (verdiği  nimetlere  şükreden  ve  çalışan  kimseyi
ödüllendiren),
eş-Şefî’ (mü’minlerin yâr ve yardımcısı,  azap ve sıkıntı-
lardan koruyucusu olan),
  eş-Şehîd (her  şeye  muttali  olan,  gören,  bilen,  haberdâr olan, her yerde hazır nazır olan, hiçbir şey kendisinden gizle- nemeyen, bütün sırlara vakıf olan, her şeyi murakabe eden),
eş-Şekûr (ibadet eden kullarının mükâfatlarını bolca ve-
ren, az çok her itaati ödüllendiren),
eş-Şey (var olan, mevcut),
et-Tevvâb (sürekli tövbeleri kabul eden),
el-Vâhid (zatında, isim ve sıfatlarında eşi ve benzeri bu-
lunmayan, tek olan),
el-Vâlî (koruyup gözeten, yardım eden, işleri deruhte eden),
el-Vâris (bütün varlıkların sahibi, bâkî ve ebedî olan, her
şey kendisine dönen),
el-Vâsi’ (güçlü, kuvvetli, ilim ve merhameti her şeyi kuşa-
tan, bütün yaratıklara rızık veren, nimet ve ihsanı bol olan),
el-Vedûd (mü’minleri çok seven,  kulları tarafından çok
sevilen),
el-Vehhâb (karşılıksız çok nimet veren,  ikram ve ihsan-
da devamlı olan, lütfu, ihsanı ve rahmeti bütün kulları kuşatan),
el-Vekîl (güvenilen,  koruyan,  yardım  eden,  görüp  göze-
ten,  her şeyin maliki ve yöneticisi olan),
el-Velî (dost, seven, görüp gözeten, yardım eden),
ez-Zâhir (varlığı her şeyden aşikâr olan,  her şeye galip
gelen, her şeyden yüce olan),
Zâri’(ûn) (ekinleri, bitkileri yetiştiren, büyüten),
Hüvallâhüllezî lâ ilâhe illâ hû (Kendisinden başka hiç-
bir ilâh bulunmayan Allah) (Toplam: 119)
İSİM TAMLAMALARI
Adüvvün li’l-kâfirîn (kâfirlerin düşmanı)
Âhizün bi nâsiyetihi (suçluları cezalandıran)
Ahkemü’l-hâkimîn (hüküm verenlerin  en adili)
Ahsenü’l-hâlikîn (yaratanların, takdir ve tasvir eden-
lerin en iyisi)
Âlimü’l-ğaybi (gaybı bilen)
Allâmü’l-ğuyûb (görünmeyenleri çok iyi bilen)
Bâliğu  emrihi  (emri,  hükmü  hedefine  ulaşan,  kararını
infaz eden)
Bedî’u’s-semâvâti ve’l-ard (gökleri ve yeri örneği olma-
dan yaratan)
Berîü’n  mine’l-müşrikîn (müşriklerden  berî,  uzak
olan)
Câmi’u’n-nâs (kıyamette  insanları  bir  araya  toplayan,
cem eden)
Ehlü’l-mağfire (mağfiret ehli, affedici )
Ehlü’t-takvâ (azabından korkup sakınmaya, korunmaya
lâyık olan)
Erhamü’r-râhımîn (merhamet edenlerin en merhametlisi )
Esdaku hadîsen (en doğru sözlü)
Esdeku kîlen (en doğru sözlü)
Esra’u ferahan (kullarının tövbesine çok sevinen)
Esra’u mekren (hile ve tuzak kuranları en süratli bir şe-
kilde cezalandıran)
Esra’u’l-hâsibîn (hesap  soranların,  hesap  görenlerin  en
süratlisi)
Eşeddü be’sen (çok şiddetli cezalandıran)
Eşeddü ferahan (kulunun tövbesine çok sevinen)
Eşeddü kuvveten (çok kuvvetli, çok güçlü)
Eşeddü tenkîlen (çok şiddetli cezalandıran)
Fa’âlü’n-limâ yürîd (dilediğini yapan)
Fâliku’l-abbi  ve’n-nevâ (çekirdek  ve  taneleri  çatlatan,
yarıp açan )
Fâliku’l-ısbâh (karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran)
Fâtıru’s-semâvâti ve’l-ard (yeri ve gökleri yaratan)
Gâlib’ün ‘alâ emrihî, (emirinde işinde ve hükmünde ga-
lip olan)
Ğâfirü’z-zenbi (günahları bağışlayan)
Hâliku külli şey’in (her şeyin yaratıcısı)
Hayru’l-fâsılîn (hükmedenlerin,  haklı  ile  haksızı  ayırt
edenlerin en hayırlısı)
Hayru’l-fâtihîn (hükmedenlerin,  nimet  verenlerin,  ha-
yır kapılarını açanların en hayırlısı)
Hayru’l-ğâfirîn (bağışlayanların en hayırlısı)
Hayru’l-hâkimîn (hüküm ve karar verenlerin en hayırlısı )
Hayru’l-mâkirîn (hile ile kötülük yapanları bilemeyecekle-
ri, anlayamayacakları cihetlerden daha şiddetli cezalandıran)
Hayru’l-münzilîn (nimet  verenlerin,  ikram  edenlerin
en hayırlısı)
Hayru’l-vârisîn (varislerin en hayırlısı)
Hayru’n-nâsırîn (yardım edenlerin en hayırlısı)
Hayru’r-râhımîn (merhamet edenlerin en hayırlısı)
Hayru’r-râzkîn (rızık, nimet verenlerin en hayırlısı)
Hayrun hâfizan (en iyi koruyup gözeten)
İlâhü’n-nâs (insanların ilâhı)
Kâbilü’t-tevb (tövbeleri kabul eden)
Kâşifü’l-azâb (azabı, sıkıntıyı, derdi kaldıran)
Mâlikü yevmiddîn (hesap gününün maliki, sahibi)
Mâlikü’l-mülk (bütün mülkün sahibi)
Meliki’n-nâs (insanların meliki)
Mûhinü keydi’l-kâfirîn (kâfirlerin tuzağını zayıflatan,
boşa çıkaran)
Muhîtü’n bi’l-kâfirîn (kâfirleri kuşatan)
Muhyî’l-mevtâ (ölüleri dirilten)
Muhzî’l-kâfirîn (kâfirleri rezil rüsvay eden)
Mütimmü nûrihi (nurunu, dînini tamamlayan)
Nûru’s-semâvâti ve’l-ard (gökleri ve yeri aydınlatan)
Rabbü külli şey’in (her şeyin rabbi)
Rabbü’l-âlemîn (âlemlerin rabbi)
Rabbü’l-ard (yeryüzünün rabbi)
Rabbü’l-arş (arşın rabbi)
Rabbü’l-felak (sabahın rabbi)
Rabbü’l-ızzeti (kudret ve şeref sahibi)
Rabbü’n-nâs (insanların rabbi),
Rabbü’s-semâvâti (göklerin rabbi)
Rabbü’ş-şi’râ (Şi’ra yıldızının sahibi)
Refî’u’d-derecât (manevî  dereceleri   ve  gökleri  tabaka
tabaka yükselten)
Semî’u’d-du’â (tövbeleri ve duaları duyan ve kabul eden)
Serîu’l-hısâb (hesabı, sorgulaması çok süratli olan)
Şedîdü’l-‘azâb (azabı, cezalandırması çok şiddetli olan)
Şedîdü’l-‘ıkâb (çok hızlı cezalandıran)
Şedîdü’l-mihâl (cezası, azabı, kuvveti çok şiddetli olan)
Vâsi’u’l-mağfire (bağışlaması, mağfireti bol olan)
Zü’l-fadli’l-azîm (çok ikram sahibi)
Zî’t-tavl (lütuf, bağış, ikram, ihsan, af ve bağış sahibi)
Zü’l-ikrâm (ikram sahibi)
Zû fadlin ale’l-âlemîn (âlemlere nimet veren)
Zû fadlin ale’n-nâs (insanlara ikram eden),
  Zû-intikam (intikam  sahibi,  âsileri,  zalimleri  cezalandı- ran)
Zü’l-‘ıkâb (suçluları, günahkârları, zalimleri cezalandıran)
Zü’l-Arş (Arş’ın sahibi)
Zü’l-celâl ve’l-ikrâm (azamet ve kibriya, ikram ve ih-
san sahibi)
Zü’l-kuvveti (güç ve kuvvet sahibi)
Zü’l-mağfire (af ve bağış sahibi)
Zü’l-me’âric (bütün derecelerin sahibi)
Zü’r-rahmeti (merhamet sahibi) (Toplam: 81)
  Kur’ân’da Allah’ın güzel isim ve sıfatları bildirildiği gibi hadislerde  de  bildirilmektedir.  Bazı  hadislerde  Allah’ın güzel isimlerinin sayısı 99 olarak geçmekte, hadislerin bir kısmında bu isimler zikredilmekte, bir kısmında ise zikre- dilmemektedir.

Allah Teâlâ’ya iman etmek demek, O’nun yüce varlığı hakkında vacip ve zorunlu olan, kemal ve mükemmellik sıfatlarıyla birlikte caiz sıfatları da bilip, öylece inanmak ve Allah’ın zâtını noksan sıfatlardan uzak tutmaktır. Zira Allah, şanına layık olan bütün kemal sıfatları zâtında toplamış olup noksan sıfatlardan da münezzehtir.
Allah Teâlâ’nın sıfatlarının hepsi ezeli ve ebedi sıfatlardır. O’nun sıfatlarının başlangıcı da sonu da yoktur. Allah’ın sıfatları yarattıklarının sıfatlarına benzemez. Her ne kadar isimlendirmede bir benzerlik varsa da, Allah’ın ilmi bizim ilmimize; iradesi bizim irademize; kelâmı da, bizim sözümüze benzemez. Allah’ın zatının ve sıfatlarının mahiyeti idrakimizi aştığından dolayı onları tam anlamıyla kavrayamayız. O kendisini hangi  isim ve sıfatlarla tanıtmışsa Allah’ı öylece tanırız. Kur’an-ı Kerim:
“O’nu gözler idrak edemez. Fakat O, gözleri idrak eder . O, eşyayı pek iyi bilen her şeyden haberdar olandır.”[En’âm sûresi, 103. ayet] buyurarak, Allah’ın zatını idrak etmenin, mahiyetini bilmenin imkansız olduğunu açıklamıştır. Peygamberimiz de bu konuda “Allah’ın yaratıkları hakkında düşününüz. Fakat Allah’ın zatı hakkında düşünmeyiniz. Gerçekten siz buna güç yetiremezsiniz.”[Suyûtî, el- Câmiu’s – sağîr, Aclûnî, Keşfu’l- hafâ, 1, 311.]  buyurmuşlardır.
Yüce Allah’ın varlığı zorunlu olan sıfatları çeşitli şekillerde sınıflandırılmıştır. Bunlar içinde en meşhuru ilahi sıfatları, zati sıfatlar ve subuti sıfatlar olarak ikiye ayıran sınıflandırmadır. Şimdi bu sıfatları inceleyelim.
1- Allah’ın Zati Sıfatları
Sadece Allah Teâlâ’nın zatına mahsus olan, yaratıklardan herhangi birine verilmesi caiz ve mümkün olmayan sıfatlardır. Zati sıfatların zıtları, Allah hakkında düşünülemediği, bu sebeple sonluluk ve eksiklik ifade eden bu özelliklerden O’nun tenzih edilmesi gerektiğinden bu sıfatlara tenzihi ve selbi sıfatlar da denilmiştir. Zati sıfatlar şunlardır:
a- Vücud: Var olmak demektir. Allah vardır. Varlığı başkasından değil, zatının gereğidir, varlığı zorunludur (vâcibül vücud). Vücud’un zıttı olan yokluk (adem), Allah Teâlâ hakkında düşünülemez. Vücud sıfatına “sıfat-ı nefsiyye” de denilmiştir.
b- Kıdem: Ezeli olmak, başlangıcı olmamak demektir. Hiçbir zaman dilimi düşünülemez ki o zamanda Allah henüz var olmamış olsun. Ne kadar geriye gidersek gidelim, O’nun var olmadığı bir zaman yoktur, olmamıştır. Çünkü Allah sonradan meydana gelmiş bir varlık değildir. Ezeli (kadim) bir varlıktır. Allah’ın varlığı zorunlu (vacibu’l-vücud) olduğu için ezeli olması da zorunludur.
c- Beka: Varlığının sonu olmamak, ebedi olmak demektir. Allah’ın sonu yoktur. Zaten başlangıcı olmayan bir varlığın sonunun olması düşünülemez. Bekanın zıddı olan fena yani sonlu olmak Allah hakkında düşünülemez. Ne kadar ileriye gidilirse gidilsin, Allah’ın olmayacağı bir an yoktur, olmayacaktır. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın ezeli ve ebedi oluşu şöyle anlatılır:
“O, ilktir, sondur...”[Hadîd sûresi, 3. ayet]
“...Allah’ın zatından başka her şey yok olucudur. ...”[Kasas sûresi, 88. ayet]
d- Muhalefetün li’l – havadis: Sonradan olan şeylere benzememek demektir. Allah’tan başka her varlık sonradan olmuştur. Allah, sonradan olan şeylerin hiçbirisine hiçbir yönden benzemez. Allah, kendisi hakkında bizim hatırımıza gelenlerin daima ötesinde bir varlıktır. Bu sıfatın zıddı olan sonradan olana benzemek ve denklik, Allah hakkında düşünülmesi imkansız olan bir özelliktir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
 “...O’nun (benzeri olmak şöyle dursun), benzeri (nin misli dahi) yoktur. O işitendir, görendir.”[Şûrâ sûresi, 11. ayet]
Bu ayet Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederken, kemal sıfatlarıyla da nitelemektedir.
e- Kıyam binefsihi: Varlığı kendiliğinden olmak, var olmak için bir başka varlığa ihtiyaç duymamak demektir. Allah kendiliğinden vardır. Var olmak için bir yaratıcıya, bir yere, bir zamana, bir sebebe muhtaç değildir. Başkasına muhtaç olmak (Kıyam biğayrihi), Allah hakkında düşünülemez. Kur’an-ı Kerim’de bu sıfat ile ilgili olarak şöyle buyrulur:
De ki: “O, Allah’tır, bir tektir. Allah Samed’dir. (Her şey O’na muhtaçtır; O, hiçbir şeye muhtaç değildir.)” [İhlas sûresi, 1-2. ayetler]
“ Ey insanlar ! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak O’ dur.”[Fâtır sûresi, 15. ayet]
f- Vahdaniyet: Allah Teâlâ’nın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olması, eşi, benzeri ve ortağının bulunmaması demektir. Vahdaniyetin zıddı olan ‘birden fazla olmak’, ‘eşi ve ortağı bulunmak’, Allah hakkında düşünülmesi imkansız olan sıfatlardandır.
Kur’an’da İhlas suresi aynı zamanda Allah’ın bu sıfatını da anlatır:
‘… O’ndan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir). Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.”[İhlas sûresi, 3-4. ayetler]
2- Subûti Sıfatlar
Varlığı zorunlu olan ve kemal ifade eden sıfatlardır. Bu sıfatlar Allah diridir, irade edendir, güç yetirendir anlamında Allah’ın hayat, irade ve kudret sıfatları gibi müsbet (olumlu) ifadelerle Allah’ı tanıttığı için, subuti sıfatlar adını almışlardır. Subuti sıfatların zıtları olan özellikler, Allah hakkında düşünülemez. Bu sıfatlar ezeli ve ebedi olup, yaratılanların sıfatları gibi sonradan meydana gelmiş değildir. Ehl-i Sünnet alimlerine göre ister hayy (diri), alîm (bilen), kadîr (güç sahibi) gibi gramer olarak sıfat kelimeler olsun, ister hayat, ilim, kudret gibi mastar kalıbındaki kelimeler olsun, bütün subûti sıfatlar Allah’a verilebilir. Bu sıfatlar kainatla ilgili sıfatlardır. Zati sıfatlar sadece Allah’ın zatına verilip, yaratıklardan herhangi birine hiçbir şekilde verilemezken, subuti sıfatlar yaratıklar hakkında da kullanılabilir. Ancak ne var ki Allah’ın ilmi, kudreti, iradesi, sonsuz, mutlak, ezeli ve ebedidir, kemal ve mükemmellik ifade eder. Kulların ki ise sonlu, sınırlı, sonradan yaratılmış, eksik ve yetersiz sıfatlardır. İsimlendirmede bir benzerlik olsa bile, Allah’ın sıfatları hiçbir şekilde yaratıkların sıfatlarına benzemez. Subûti sıfatlar sekiz tanedir:
a- Hayat: Diri ve canlı olmak demektir. Yüce Allah diridir ve hayat sahibidir. Her şeye mesela kuru ve ölü toprağa can veren O’dur. O, Ezeli ve ebedi bir hayata sahiptir. Hayat sıfatı, Allah’ın varlığının kemali için zorunlu olduğu gibi ilim, irade, kudret gibi sıfatlara sahip olmak için de zorunludur. Hayat sıfatının zıddı olan ölü olmak, Allah hakkında düşünülemez. Kur’an’da bu sıfatla ilgili olarak şöyle buyrulur:
“Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip dayan...”[Furkân sûresi, 58. ayet]
(Artık bütün ) yüzler, diri ve her şeye hakim olan Allah için eğilip boyun bükmüştür...”[Tâhâ sûresi, 111. ayet]
b- İlim: Bilmek demektir. Allah her şeyi bilendir. Olmuşu, olanı, olacağı, gelmişi, geçmişi, gizliyi, açığı bilir. Allah’ın bilgisi yaratılanların bilgisine benzemez; artmaz, eksilmez. O sonsuz ilmiyle her şeyi bilir. Alemde görülen bu düzen, tertip ve şaşmaz ahenk, Allah’ın sonsuz ilminin en büyük göstergesidir. İlim sıfatının zıddı olan cehl (bilgisizlik), Allah hakkında düşünülmesi imkansız olan sıfatlardandır. Kura’n-ı Kerim’de ilim sıfatı ile ilgili şöyle buyrulur:
“...O karada ve denizde ne varsa bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez...” [En’âm sûresi, 59. ayet]
c- Semi‘: İşitmek demektir. Allah işitir. İster gizli ister açık söylensin Allah işitir, duyar. Bir şeyi duyması, o arada ikinci bir şeyi işitmesine engel değildir. Allah işitmek için her hengi bir organa ve alete muhtaç değildir. İşitmemek ve sağırlık Allah hakkında düşünülmesi mümkün olmayan bir sıfattır.
Kur’an’da şöyle buyrulur:
اِنَّ اللّٰهَ سَميعٌ بَصيرٌ  “Şüphesiz ki Allah (her şeyi) işitendir, (her şeyi) görendir.”[Hacc suresi, 75. ayet]
d- Basar: Görmek demektir. Yüce Allah her şeyi görür. Hiçbir şey Allah’ın görmesinden uzak kalmaz. Aydınlıkta ve karanlıkta saklı ve açık ne varsa Allah hepsini görür. Görmemek (âmâlık) Allah hakkında düşünülmesi imkansız bir sıfattır. Allah’ın işitme ve görme sıfatlarının mükemmel olduğunu bildiren ayetlerin birinde şöyle buyrulur:
“(Allah), gözlerin hain bakışını, kalplerin gizlediğini bilir. Allah adaletle hükmeder. O’nu bırakıp taptıkları ise hiçbir şeye hükmetmezler. Şüphesiz ki Allah hakkıyla işiten ve görendir. ”[Mü’min sûresi, 19- 20. ayet]
e- İrade: Dilemek, istemek demektir. Allah dilediğini isteyendir. Varlıkların durumlarını ve özelliklerini belirleyen onların hepsini yaratan Allah’tır. Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz. İrade sıfatının zıddı olan, iradesizlik ve mecburiyet, Allah hakkında düşünülemez. Kur’an’da buyrulur:
“De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım. Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de mülkü alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın...”[ Ali İmrân sûresi, 26. ayet]
“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O dilediğini yaratır. ...”[Şûrâ sûresi, 49. ayet] ayetleri irade sıfatının nakli delillerindendir.
Bu sebeple bür Müslüman yapacağı işle alakalı mutlaka “İnşallah!” (Allah dilerse olur) demeyi unutmamalı, bunu bir prensip haline getirmelidir. Kur’an’da buyrulur:
“Hiçbir şey hakkında sakın ‘yarın şunu yapacağım’ deme! Ancak, ‘İnşallah/Allah dilerse yapacağım’ de.”[Kehf suresi, 23. ve 24. ayetler]
Allah Teâlâ’nın iki türlü iradesi vardır:
Tekvinî irade: Bütün yaratılmışları içine alan iradedir. Tekvini iradenin tecelli etmesiyle varlıklar meydana gelir.
“Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona sözümüz sadece “ol” dememizdir. Hemen oluverir.”[Nahl sûresi, 40. ayet] ayetinde bildirilen tekvinî bir iradedir.
Teşriî irade: Yüce Allah’ın bir şeyi sevmesi ve istemesi sebebiyle o işin yapılmasını emretmesi demektir. Allah’ın teşriî irade olarak bir şeyi dilemiş olması, o işin her kul üzerinde meydana gelmesini gerekli kılmaz.
Mesela, “ Muhakkakki Allah adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emrediyor (irade ediyor)...”[Nahl sûresi, 90. ayet] mealindeki ayet bu kabildendir.
f- Kudret: Gücü yetmek demektir. Allah sonsuz bir güç ve kudret sahibidir. Kudret sıfatının zıddı olan acizlik ve güç yetirememek, Allah hakkında düşünülemez. O’nun kudretinin yetmeyeceği hiçbir iş yoktur. Kainatta her şey Allah’ın güç ve kudretiyle olmaktadır. Güneş sisteminden galaksilere kadar bütün kainattaki bütün varlıkların hayat düzeni Allah’ın kudretinin açık delilidir. Kur’an’da buyrulur:
“Allah gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Şüphesiz bunda basiret sahipleri için mutlak bir ibret vardır. Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür. Allah dilediğini yaratır. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.”[Nûr sûresi, 44- 45. ayetler]
g- Kelâm: Söz, konuşma demektir. Allah hiç bir mahlukata benzemeyen bir kelam sıfatına sahiptir. Allah bu sıfatının tecellisiyle peygamberlerine kitaplar indirmiş, bazı peygamberler ile de vahy yoluyla konuşmuştur. Kur’an’a bu manada “Kelamullah/Allah’ın kelamı” denilir. Ezeli olan kelam sıfatının mahiyetini anlamaya insanın idraki yetmez. Zira Allah’ın konuşması insanda olduğu gibi hava titresimlerinin algılanması ve bu titreşimlerin zihin tarafından anlamlandırılması şeklinde değildir. Yani ses ve harflerden meydana gelmiş değildir. Zaten kelamın zıddı olan konuşamamak ve dilsizlik Allah hakkında düşünülmesi imkansız sıfatlardır. Allah Teâlâ kendi zatına mahsus kelam sıfatıyla peygamberlerine vahyederek emreder, yasaklar ve haberler verir. Kur’an’da buyrulur:
“Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tur’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca ‘Rabbim! Bana (kendini) göster, seni göreyim’ dedi...”[Âraf sûresi, 143. ayet]
 “De ki: Rabbimin sözlerini (yazmak) için bütün denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir.” [Kehf sûresi, 109. ayet]
h- Tekvin: Yaratmak, yok olanı yokluktan varlığa çıkarmak demektir. Yüce Allah yegane yaratıcıdır. O, ezeli ilmiyle bilip dilediği her şeyi sonsuz güç ve kudretiyle yaratmıştır. Kainatta Allah’ın yaratmadığı hiçbir şey yoktur. Zerreden kürreye kadar herşey O’nun yararttığıdır. Âyette:
“Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir.”[Zümer sûresi, 62. ayet] buyrulmuştur.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget