Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

İrvi Hazâ Annî
Bk. Munâvele.
Sözlükte bir nesneyi eliyle vermek manasına masdar olan munâvele, hadis rivayet usullerinden biridir ve şeyhin rivayet ettiği hadislerin yazılı olduğu kitabı veya birkaç sahifelik metni talebeye elden vererek irvi hazâ annî (bunu benden rivayet et) gibi bir eda lafzı ile rivayete müsaade ettiğini bildirmesine denir. İlmin her dalında her meseleye Kur'ân-ı Kerim veya sünnetten yahutta İslâm büyüklerinin görüşlerinden delil arayan islâm alimleri, munâvele yoluyla rivayeti Hz. Peygamber (s.a.s)'in bir tatbikatını gösteren bir hadise dayandırmışlardır. Bu hadise göre Hz, Peygamber (s.a.s) bir seriyye kumandanına bir emirname yazmış, ona vererek “falan yere gelmeden bu mektubu okuma” demiştir. Kumandan o yere gelince Resulullahın mektubunu emrindeki askerlere okumuş; Hz. Peygamber (s.a.s)'in emirlerini haber vermiştir.” 835 Bazı âlimlere göre munâvele yoluyla rivayetin dayandığı delil, Hz. Osman'ın nıushaflar yazdırıp İslâm ülkelerine göndermesidir. Bazılarına göre ise Hz. Peygamber (s.a.s)'in Abdullah b. Huzâfe'ye Kisrâ'ya ulaştırılmak üzere bir mektup verip Bahreyn emirine yollamasıdır. 836Anlaşıldığına göre Hz. Peygamberin seriyye kumandanına mektup vermesi bazı İslâm alimlerine göre munâvelenin dayandığı ilk delil olmuştur. Nitekim Buhâri, Hicaz alimlerinin munâvelenin cevazı bahsinde bu rivayeti hüccet aldıklarını söylemiştir. 837es-Suyûtî'ye göre ise munâvele konusunda en sağlam delil, kisraya ulaştırılmak üzere Abdullah b. Huzâfe'ye verilen mektup hadisesidir. 838Bu konuda bir diğer rivayet daha vardır. O rivayete göre tabiilerden Yezîd b. Ebân er-Rakâşî şöyle demiştir. “Enes b. Malik (r.a)'dan çokça hadis sorduğumuz zaman kendisine ait bir mecmua getirip önümüze atar ve “bunlar Hz. Peygamber (s.a.s)'den işitip yazdığım sonra da mukabele ettiği hadislerdir” derdi.”839 İslâm âlimleri -delilleri bunlardan hangisi olursa olsun o kadar önemli değildir,- munâvele ile rivayeti caiz görmüşler ve tatbik etmişlerdir. Yine Buhârinin kaydettiğine göre Abdullah b. Ömer, Yahya b. Said el-Kattân, Mâlik b. Enes munâveleyi caiz görmüşlerdir. 840 Munâvele ya icazetle birlikte ya da ica-zetsiz olur. İcazetle olan munâveleye el-munâveletu'l-makrûne bi'1-icâze, icazetsiz munâveleye ise el-munâveletu'l-mucerrede ani'l- icaze adı verilir. el-Munâveletu'1-makrune bi'1-icâze, şeyhin işittiği hadislerin ya elindeki asıl nüshasını ya da asılla mukabele edilmiş nüshasını talebesinin eline teslim ederek “hazâ semâ'î” (bu benim işittiğim hadislerdir) veya “hazâ rivayeti an fulan f ervihi anni” (Bunlar benim falandan rivayetimdir. Sen onları benden rivayet et) veya benzeri sözlerle munâvele ile birlikte icazet vermesiyle hasıl olur. Şeyhin talebesine kitabı onda kalmak üzere vermesiyle istinsah ve karşılaştırma yaptıktan sonra iade etmek üzere geçici olarak vermesi arasında fark yoktur. Her iki halde de munâvele hasıl olmuş demektir. İcazete makrun munâvele şöyle de olur: Tâlib ya şeyhin aslını yahut onunla mukabele edilmiş fer'ini ona teslim eder, o da baktıktan sonra onun hadisi veya şeyhinden rivayeti olduğunu tasdikten sonra rivayet edilmesine icazet verir. Arzın başka bir tatbikatı olan bu çeşit icazete makrun munaveleye itiraz edenler olmuşsa da en-Nevevi “varsın ötekine arz-ı kıraat, buna da arz-ı munâvele densin” diyor. 841 Munâvele makrune bi'1-icaze bundan başka şeyhin hadislerini ihtiva eden kitabını talibe teslim edip rivayetine icazet vermesinden sonra kitabı derhal geri alıp yanında bırakmaması bir de talebenin şeyhine bir kitap getirip “bu senin rivayetindir. Onu bana munâvele ile ver. İcazet de ver” diyerek munâvele istemesi şekillerinde de olur. Ne var ki bu iki şekil diğerlerinin altındadır. Munâvele mücerrede ani'l-icaze'ye gelince, munâvele'nin bu ikinci nevi icazet söz konusu olmadan munâvele ile rivayettir. Bu da şeyhin, icazetten bahsetmeksizin hadislerinin yazılı olduğu kitabı “hazâ semâ'î” (bu benim işittiğim hadislerdir) veya “hazâ min hadîsi” (Bunlar benim hadislerimden bir kısmıdır) demesiyle hasıl olur. el-Hatîbu'l-Bağdadî'ye göre bu şekillerde rivayet caizdir. Bununla birlikte munâvelenin bu şeklini muhaddislerin çoğunluğu caiz görmemiştir. Hatta bu mesele ihtilaflı olduğundan fakihler ve usul alimleri bu yolla rivayeti caiz gören muhaddisleri ayıplamışlardır. İbnu's-Salâh ise icazetten mücerred munâveleyi doğru bulmayıp o yolla rivayetin caiz olmadığını söyledikten sonra “bununla birlikte bu şekil munâvele ile rivayette bulunmak sırf şeyhin bu hadisler benim falandan rivayetimdir” diye ilamından daha iyidir; zira bunda munâvele vardır. Munâvele ise rivayete izni iş'ardan hali değildir” diyerek onu ilâmu'ş-şeyhten üstün görmüştür. 842 Munâvele ile rivayet edilen hadisleri eda ederken hangi lafızların kullanılacağı da ihtilaflıdır. Bazı âlimler munâveleyi sema mertebesinde görerek munâvele ile alınan hadislerin edası sırasında arzda olduğu gibi haddesenâ ve ahberanâ denilmesini caiz görmüşlerdir. Bununla birlikte âlimlerin çoğunluğu munâvelede bu iki eda lafzının yalnız başlarına kullanılmasını caiz görmemiş, bu lafızların icazeti ifade eden bir lafızla birlikte kullanılmasını öngörmüşlerdir. Müteahhir bazı âlimler ise icazette enbe'enî eda lafzını kullanmayı prensip olarak kabul ettiklerinden icazetle olan munâvelede de bu lafzı kullanmayı tercih etmişlerdir. Başka lafızların kullanılmasını savunanlar da vardır.

İrsâl-i Zahir
Bk. İrsal.
“İf al” babından mastar olan irsal, sözlükte göndermek, haber yollamak, bir kimseyi kışkırtarak diğerinin üzerine saldırtmak, kendi başına ve kendi haline bırakmak, salıvermek manalarına gelir. 504 Hadis terimi olarak umumiyetle kibâr-ı tâbi'inden birinin isnadında sahabiyî atlayıp “Hz. Peygamber (s.a.s) buyurdu ki” veya “Hz. Peygamber (s.a.s) şunu yaptı” ve benzeri ifadelerle isnadını Hz. Peygamber (s.a.s)'e ulaştırarak ondan rivayette bulunmasın denir. İrsalin en yaygın tarifi budur. 505 Bununla birlikte irsal, daha umumi manada isnad karşılığı olarak da kullanılmıştır. Buna göre bir hadisi irsal etmek, onu arada bir vasıta ile alınmışken söyleyenine vasıtasız olarak bağlamak demektir. İsnadında irsal yapan raviye mursil denilmiştir. Hadis âlimlerinin bir kısmı İrsali Kays b. Ebî Hâzim, Ebu Osman en-Nehdî, Ubeydullah b. Adî, Sa'id İbnu'l-Müseyyeb gibi sahabe devrinde yaşamış, rivayetleri daha çok sahabeden olan ve tabiilerin büyüklerinden sayılan muhaddislerin rivayetlerine hasretmişlerdir. Onlara göre Hz. Peygamber devrine uzak olan Tâbi'îlerin Hz. Peygamber'den rivayetleri irsal sayılmaz. Buna karşılık İbn Şihâb ez-Zuhrî, Ebu Hâzim Seleme b. Dînâr ve Yahya b. Sa'id el-Ensârî gibi Hz. Peygamber devrine daha uzak olduklarından tabiilerin küçüklerinden addedilenlerin Hz. Peygamber'den rivayetlerine irsal diyenler de vardır. Ne var ki alimlerin çoğu tabiîler arasında ayırım yapmaksızın hepsinin Hz. Peygamber (s.a.v.)'den rivayet etmelerini irsal saymışlardır. Bu görüş meşhurdur. el-Irâkî'nin kaydettiğine göre hadis imamlarından Yahya b. Sa'id el-Kattân'a göre irsal, bir ravinin gerçekten hadis işitmediği bir raviden rivayette bulunmasıdır. 506Bu tarif umumidir. Şayet hususî olsa, bir başka deyişle işitmediği halde rivayette bulunan ravinin tabii, işitmeden rivayette bulunduğu kimsenin ise Hz. Peygamber olduğu belirtilse irsalin meşhur tarifinden farksız olurdu. Oysa bu husus belirtilmemiştir. Bu itibarla Yahya b. Sa'îd el-Kattân’ın tarifinde belirtilen ravi, isnadın herhangi bir yerinde bulunan ravidir. Dolayısiyle böyle bir ravinin bizzat işitmediği halde rivayette bulunması, hadisi aldığı aradaki vasıta olan şeyhini atlayıp şeyhinin şeyhinden rivayette bulunması demektir. Bu ise irsal değil, inkıtadır. Bazılarına göre ise tedlistir. el-Hatîbu'1-Bağdâdî'nin irsal tarifi Yahya b. Sa'id el-Kattân'ın tarifine yakındır ve şöyledir: “Müdelles olmayan hadisin irsali, ravinin muasır olmadığı yahut karşılaşmadığı kimseden rivayetidir. İlim ehli arasında bu konuda ihtilaf yoktur. Sa'îd İbnu'l-Museyyeb, Ebu Seleme b. Abdirrahman, Urve fbnu'z-Zubeyr, Muhammed İbnu'l-Munkedir, el-Hasenu'l-Basrî, Muhammed b. Şîrîn, Katâde ve diğer tabiîlerin Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayetleri gibi. Tabiîlerin dışında mesela İbn Cureyc'in Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den; Malik b. Enes'in el-Kasım b. Muhammed b. Ebî Bekr'den; Hammad b. Ebi Süleyman'ın Alkame'den rivayetleri de aynı şekildedir. Bunların hepsinin rivayetleri, muasır olmadıkları kimselerdendir. Ravinin muasırı olduğu halde karşılaşmadığı kimseden rivayetine gelince, bunun misalini de el-Haccac b. Ertât, Sufyânu's-Sevrî ve Şu'be'nin ez-Zuhrî'den rivayetleri teşkil eder. Bunlar hakkında hüküm birdir. Mülaki olduğu ve hadis işittiği şeyhten işitmediği hadisi irsal ederek o şeyhten işitmişcesine rivayet eden kimse hakkındaki hükmümüz de aynıdır.” 507 Yahya b. Sa'îd el-Kattân ile el-Hatib'in tariflerinde esas itibariyle inkıta' ve tedlis de irsal hükmüne dahil edilmiştir. Aslında her ikisinin tarifinden tâbiî'nin isnadında sahabîyi atlaması ile birlikte daha sonraki nesillerde ravinin muasır olmadığı yahut mülakatı bilinmeyen şeyhten rivayeti, dolayısiyle aradaki vasıtayı atlaması da anlaşılır. Halbuki bu meşhur tarifine nazaran inkıtadır. el-Hatîb'in baştan “müdelles olmayan” kaydını koyması dikkate alınırsa denilebilir ki o. irsali daha umumi mânâda almakta, isnadın neresinde olursa olsun, ravinin açıkça veya zımnen şeyhini atlaması olarak görmektedir. Tarifinin son fıkrasında ise tedlisi irsal hükmünde birleştirmektedir. Umumî manada ravi ismini söylememek şeklinde görülen irsal, irsâl-i celî ve irsal-i hafi olmak üzere iki kısımdır. Bunlardan irsâl-ı zahir de denilen irsâl-ı celî (açık irsal), ravinin senedden kendi şeyhini veya herhangi bir raviyi hazfetmesine denir ki ravi isminin söylenmediği açıkça belli olur. Ta ki, hadis ilminde az-buçuk mesafe almış kimselerden çoğu bile bu irsali kolayca farkedebilirler. İrsâl-i hafi (gizli irsal) ise yalnızca hadislerin rivayet tariklarına, isnadlardaki illetlere hakkıyla vakıf olan ve hadis ilminde yüksek dereceler almış alimlerin farkedebilecekleri gizli irsaldir. Tedlîs hafiyyu'l-irsâl de denilen irsâl-i hafinin bir çeşididir. 

İrsâl-i Hafî
Bk. İrsal.
“İf al” babından mastar olan irsal, sözlükte göndermek, haber yollamak, bir kimseyi kışkırtarak diğerinin üzerine saldırtmak, kendi başına ve kendi haline bırakmak, salıvermek manalarına gelir. 504 Hadis terimi olarak umumiyetle kibâr-ı tâbi'inden birinin isnadında sahabiyî atlayıp “Hz. Peygamber (s.a.s) buyurdu ki” veya “Hz. Peygamber (s.a.s) şunu yaptı” ve benzeri ifadelerle isnadını Hz. Peygamber (s.a.s)'e ulaştırarak ondan rivayette bulunmasın denir. İrsalin en yaygın tarifi budur. 505 Bununla birlikte irsal, daha umumi manada isnad karşılığı olarak da kullanılmıştır. Buna göre bir hadisi irsal etmek, onu arada bir vasıta ile alınmışken söyleyenine vasıtasız olarak bağlamak demektir. İsnadında irsal yapan raviye mursil denilmiştir. Hadis âlimlerinin bir kısmı İrsali Kays b. Ebî Hâzim, Ebu Osman en-Nehdî, Ubeydullah b. Adî, Sa'id İbnu'l-Müseyyeb gibi sahabe devrinde yaşamış, rivayetleri daha çok sahabeden olan ve tabiilerin büyüklerinden sayılan muhaddislerin rivayetlerine hasretmişlerdir. Onlara göre Hz. Peygamber devrine uzak olan Tâbi'îlerin Hz. Peygamber'den rivayetleri irsal sayılmaz. Buna karşılık İbn Şihâb ez-Zuhrî, Ebu Hâzim Seleme b. Dînâr ve Yahya b. Sa'id el-Ensârî gibi Hz. Peygamber devrine daha uzak olduklarından tabiilerin küçüklerinden addedilenlerin Hz. Peygamber'den rivayetlerine irsal diyenler de vardır. Ne var ki alimlerin çoğu tabiîler arasında ayırım yapmaksızın hepsinin Hz. Peygamber (s.a.v.)'den rivayet etmelerini irsal saymışlardır. Bu görüş meşhurdur. el-Irâkî'nin kaydettiğine göre hadis imamlarından Yahya b. Sa'id el-Kattân'a göre irsal, bir ravinin gerçekten hadis işitmediği bir raviden rivayette bulunmasıdır. 506Bu tarif umumidir. Şayet hususî olsa, bir başka deyişle işitmediği halde rivayette bulunan ravinin tabii, işitmeden rivayette bulunduğu kimsenin ise Hz. Peygamber olduğu belirtilse irsalin meşhur tarifinden farksız olurdu. Oysa bu husus belirtilmemiştir. Bu itibarla Yahya b. Sa'îd el-Kattân’ın tarifinde belirtilen ravi, isnadın herhangi bir yerinde bulunan ravidir. Dolayısiyle böyle bir ravinin bizzat işitmediği halde rivayette bulunması, hadisi aldığı aradaki vasıta olan şeyhini atlayıp şeyhinin şeyhinden rivayette bulunması demektir. Bu ise irsal değil, inkıtadır. Bazılarına göre ise tedlistir. el-Hatîbu'1-Bağdâdî'nin irsal tarifi Yahya b. Sa'id el-Kattân'ın tarifine yakındır ve şöyledir: “Müdelles olmayan hadisin irsali, ravinin muasır olmadığı yahut karşılaşmadığı kimseden rivayetidir. İlim ehli arasında bu konuda ihtilaf yoktur. Sa'îd İbnu'l-Museyyeb, Ebu Seleme b. Abdirrahman, Urve fbnu'z-Zubeyr, Muhammed İbnu'l-Munkedir, el-Hasenu'l-Basrî, Muhammed b. Şîrîn, Katâde ve diğer tabiîlerin Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayetleri gibi. Tabiîlerin dışında mesela İbn Cureyc'in Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den; Malik b. Enes'in el-Kasım b. Muhammed b. Ebî Bekr'den; Hammad b. Ebi Süleyman'ın Alkame'den rivayetleri de aynı şekildedir. Bunların hepsinin rivayetleri, muasır olmadıkları kimselerdendir. Ravinin muasırı olduğu halde karşılaşmadığı kimseden rivayetine gelince, bunun misalini de el-Haccac b. Ertât, Sufyânu's-Sevrî ve Şu'be'nin ez-Zuhrî'den rivayetleri teşkil eder. Bunlar hakkında hüküm birdir. Mülaki olduğu ve hadis işittiği şeyhten işitmediği hadisi irsal ederek o şeyhten işitmişcesine rivayet eden kimse hakkındaki hükmümüz de aynıdır.” 507 Yahya b. Sa'îd el-Kattân ile el-Hatib'in tariflerinde esas itibariyle inkıta' ve tedlis de irsal hükmüne dahil edilmiştir. Aslında her ikisinin tarifinden tâbiî'nin isnadında sahabîyi atlaması ile birlikte daha sonraki nesillerde ravinin muasır olmadığı yahut mülakatı bilinmeyen şeyhten rivayeti, dolayısiyle aradaki vasıtayı atlaması da anlaşılır. Halbuki bu meşhur tarifine nazaran inkıtadır. el-Hatîb'in baştan “müdelles olmayan” kaydını koyması dikkate alınırsa denilebilir ki o. irsali daha umumi mânâda almakta, isnadın neresinde olursa olsun, ravinin açıkça veya zımnen şeyhini atlaması olarak görmektedir. Tarifinin son fıkrasında ise tedlisi irsal hükmünde birleştirmektedir. Umumî manada ravi ismini söylememek şeklinde görülen irsal, irsâl-i celî ve irsal-i hafi olmak üzere iki kısımdır. Bunlardan irsâl-ı zahir de denilen irsâl-ı celî (açık irsal), ravinin senedden kendi şeyhini veya herhangi bir raviyi hazfetmesine denir ki ravi isminin söylenmediği açıkça belli olur. Ta ki, hadis ilminde az-buçuk mesafe almış kimselerden çoğu bile bu irsali kolayca farkedebilirler. İrsâl-i hafi (gizli irsal) ise yalnızca hadislerin rivayet tariklarına, isnadlardaki illetlere hakkıyla vakıf olan ve hadis ilminde yüksek dereceler almış alimlerin farkedebilecekleri gizli irsaldir. Tedlîs hafiyyu'l-irsâl de denilen irsâl-i hafinin bir çeşididir. 

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget