Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Lehû Ahâdîs Menâkîr
Bk. Lehû Menâkîr.
Lehû ahadis Menâkîr, lehû mâ yunker lafızları ile aynıdır. Hepsinin manası birdir ve münker hadisleri vardır şeklindedir. Kimi alimlere göre cerh lafızlarındandır. Sehâvî'nin sıralamasında beşinci derecede yer alır. Hükmü, o derecedeki öteki lafızların hükmü gibidir. Bir de Lehû Menâkîr ani's-Sikât lafzı vardır, diğerleri ile aynı olmakla birlikte ravinin, sika ravilere isnad ederek münker rivayetler naklettiğini ifade eder.

Lakab
Bk. Elkab.
Lakab'ın çoğuludur. Lakab, bilinen manâsıyla bir kimsenin asıl isminden ayn olarak takındığı isimdir. aynı kökten telkib, bir kimseye lakab vermek, telakkub ise lakablanmak demektir,
Lakab, teşrif lakabı, ta'rif lakabı ve tahkir lakabı olmak üzere üç şekilde olur. Teşrif lakabı bir kimseye iltifat etmek, onun meziyetlerini dile getirmek için söylenen îakabdır. Sultan Birinci Selim’e dirayeti yüzünden takılan Yavuz lakabı gibi. Ta'rif lakabı, kişiyi tanımada yardımcı olan lakabdır. Şairlerin mahlasları bu kabildendir. Bir kimseyi küçük düşürücü veya ona hakaret kasdıyle söylenen tahkir lakabları İslâm'da caiz değildir. Bir şahsın hoşuna gitmeyecek lakaplarla çağrılması da öyledir. Bu konuda, “.... birbirinizi kötü lakablarla çağırmayın” buyurulmuştur. 194
Bir kimsenin herhangi bir vasfı, hali veya başından geçen ilginç bir olay veyahutta herhangi bir sebeple verilen ve bazen isminden çok meşhur olan lakabıyle anılması geleneği çok eskidir. İslâmiyette ilk lakabın Hz. Ebubekr'in Atik lakabı olduğu söylenir. Ne var ki bu lakabın ona ne sebeple verildiği ihtilaflıdır. Kimi alimler Hz. Ebubekrin atâkati yani yüzünün güzelliği ve nurlu oluşu yüzünden bu lakabla anıldığı görüşündedirler. Kimi de bu lakabı Atîkullâhi mine'n-nâr (Allah'ın Cehennemden uzak tuttuğu kimse) manasıyle açıklamışlardır. 195
Hadis ilminde elkâb, veya öteki adiyle elkâbu'l-muhaddisîn, rical ilmiyle ilgili bir konudur. Mevzu itibariyle meşhur ravilerin lakabları, lakablanyla tanınanların isim ve künyeleriyle ilgilidir. Konunun önemi şuradan gelir: Hadis ravilerinden bahseden kitaplarda bir ravi metot icabı veya hakkında elde edilebilen malumatın müsaade ettiği ölçüde, çok kere ismiyle zikredilir. Arada bir laka-biyle kaydedilenler de olur. Ravilerin lak-ablarının bilinmemesi, bazı mahzurların doğmasına yol açabilir. Söz gelişi, bir yerde İsmiyle, bir başka yerde lakabiyle zikredilen bir ravinin ayrı ayn şahıslar zannedilme ihtimali her zaman için vardır. Mesela, Süheyl b. Ebî Salih'in kardeşi Abdullah b. Ebî Salih, bazı yerlerde Abbâd b. Ebî Salih lakabiyle geçer. Bunları birbirine karıştırıp aynı şahsı ayrı kişiler sananlar olmuştur. 196O halde ravilerin lakablarınin bilinmesi her şeyden önce hatanın önüne geçer. Kaldı ki, lakabın bilinmesi ravinin de bilinmesi demektir. İsmi ve lakabı bilinen ravi hakkında verilen hükümler ise daha isabetli olur. Ayrıca ravinin lakabının bilinmesi onun yanlış değerlendirilmesine manidir. Nitekim İbnu's-Salâh'ın kaydettiğine bakılırsa meşhur muhaddis Ebu Hatim b. Hibbân, Abdullah b. Muhammed ed-Da'ıf lakabının ona sıska ve zayıf olduğundan verildiğini bilmediği için zayıf ravi zannetmiştir. Oysa Ebu Hatim er-Râzî belki de telkib sebebini bildiğinden ondan hadis rivayet etmekte bir an bile tereddüt etmemiştir.197 Abdulğanî b. Sa'id'in Abdullah'ı da katarak söylediği şu sözler lakabların bilinmeyişi yüzünden yanlış değerlendirmelerin yapılabileceğinin ifadesidir: “İki yüce kişi vardır ki lakabları kötüdür. Bunlardan biri Mu'aviye b. Abdilkerim ed-Dâl diğeri Abdullah b. Muhammed ed-Da'îfdir.” Hatırlanacağı üzere ed-Dâl, yolunu şaşırmış, dalâlette kalan, kısaca sapık insan demektir. Mu'aviye'ye Mekke yolunda yittiği için verilmiştir. Abdullah'ın ed-Da'îf lakabı ise elinde olmayan bir sebebin sonucudur.
İbnu's-Salâh, kötü lakablı olduğu halde aslında üstün hasletlere sahip bir üçüncü şahıs olarak Arîm denilen Ebu'n-Nu’ınân Muhammed b. Ebi'l-Fadli's-Sedûsî'yi misal verir. Muhammed, her ne kadar Arim yani fesatçı lakabiyle anılmışsa da lakabının adamı olmaktan tamamen uzaktır.
Şu hale göre ravilerin lakablannın bilinmesi, onların tanınmalarına önemli ölçüde yardımcı olur. İsim benzerliği olan diğer ravilerle karıştırılmamalarının önüne geçer. Haklarında doğru değerlendirme yapılmasını sağlar.
Lakabların bir kısmının telkîb sebepleri bilindiği gibi bir kısmınınki bilinmez. Elkâb konusunda tasnif edilmiş kitaplarda lakablarıyla meşhur ravilerin isimleri açıklanırken bilinen telkîb sebepleri de açıklanmıştır. Bunlardan İbnu's-Salâh'ın kaydettiklerini naklediyoruz.
Gunder: Ebubekr Muhammed b. Ca'feri'l-Basri'nin lakabıdır. Rivayete göre İbn Cureyc Basra'ya gelerek el-Hasenu'l-Basrî'den hadis rivayet eder. İtiraz edilir. İş nizaya kadar varır. En şiddetli tartışanlardan biri de Muhammed b. Ca’ferdir. Bunun üzerine İbn Cureyc, Hicazlıların münakaşa sevenlere söyledikleri şekilde “Gunder, sen sus!” der. Bundan sonra Muhammed'in lakabı Gunder olur. Zamanla bu tabir cedelciler arasında yaygın hale gelir.
Rical kitaplarında Gunder lakabıyle zikredilmiş hayli ravi vardır, söz gelişi Ebu'l-Huseyn Muhammed b. Ca'feri'r-Râzî, Ebubekr Muhammed b. Ca'feri'l-Bağdâdî, Ebu't-Tayyib Muhammed b. Cafer el-Bağdâdi hep Gunder lakabiyle anılanlardandır. Tabiatiyle adı Muhammed b. Ca'fer olmadığı halde Gunder lakabı alanlar da vardır.
Guncâr: Ebu Ahmed İsa b. Musa'nın lakabıdır. Yanakları kırmızı olduğundan bu lakabı almıştır. Aynı lakabla meşhur alimlerden biri de Târîh Buhârâ kitabının musannifi Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Buhâridir.
Sa'ika: Ebu Yahya Muhammed b. Abdirrahimin yıldırım manasına gelen bu lakabı hadisleri çabuk ezberlemesi, süratli müzakere etmesi yüzünden verilmiştir.
Şebâb: Halîfetu'bnu Hayyat'ın lakabıdır.
Zuneyc: Ebu Gassân Muhammed b. Amri'l-İsbehâni'nin lakabıdır.
Ruste: Ebu'l-Hasen Abdurrahmân b. Umer'e verilen lakabdır.
Suneyd: el-Huseyn b. Dâvud el-Missîsî'ye verilmiştir.
Bundâr: Bu lakab Buhâri ve Müslim'in şeyhi olan Muhammed b. Beşşâr'a hadisdeki hıfz ve itkanının sağlamlığı veya hadisle fazlaca meşguliyeti sebebiyle verilmiştir. 198
Kaysar: Ebu'n-Nadr Hâşim İbnu'l-Kasım'ın lakabıdır.
el-Ahfeş: Ğarîbu'l-Muvatta kitabının musannifi Ahmed b. İmrân el-Basrî'nin lakabıdır. Ayrıca el-Ahfeş lakabiyle meşhur üç filolog vardır.
Murabbâ’: Muhammed b. İbrahim el-Bağdâdî'nin lakabıdır.
Abîduni'1-İclu: Ebu Ali el-Huseyn b. Muhammed el-Bağdâdi'nin lakabıdır. 199
Mâ Ğamme: Allân lakabiyle de tanınan ve Allân Mâ Gamme şeklinde iki lakablı olduğu da söylenen Ali İbnu'l-Hasen b. Abdissamed el-Bağdâdî'ye verilen Îakabdır. Rivayete göre Yahya b. Ma'în, ashabından beş kişiye bu lakabı vermiştir.
Seccâde: el-Hasen b. Hammâd'ın lakabıdır. Aynı lakabla meşhur olan ikinci bir ravi, el-Huseyn b. Aîımeddir. el-Haseni bundan ayırmak için ona Seccade el-Meşhûr denilmiştir.
Müşkdâne: “Mis Kabı” manasına gelen bu lakabla Abdullah b. Umer b. Muhammed telkîb edilmiştir.
Mutayyen: “Balçıkla sıvanmış” veya “çamura bulanmış” manasına gelen bu lakabı Ebu Ca'feri'l-Hadramî almıştır. 200
Abdân: Bu lakabı alan epey ravi vardır. En büyükleri Abdullah İbnu'l-Mubârek ashabından Abdullah b. Osman el-Mervezîdir. 201
Hadis ilminde büyük önemi bulunan elkâb konusunda çeşitli kitaplar tasnif edilmiştir. Bu kitaplar içinde en önemlileri şunlardır:
1. Kitâbu'l-Elkâb ve'1-Kunâ: Ebubekr Ahmed b. Abdirrahmân eş-Şîrâzi
2. Muntehâ'l-Kemâl fi Ma'rifeti Elkâbi'r-Ricâl: Ebu'1-Fadl Ali İbnu'l-Huseyn b. Ahmed el-Felekî.
3. Keşfu'n-Nikâb an Esmâ'il-Elkâb: Ebu'l-Ferec Abdurrahmân İbnu'l-Cevzî.
4. Nuzhetu'l-Elbâb: İbn Haceri'l-Askalânî.
5. Keşfu'n-Nikâb ani'1-EIkâb: Celaluddin Abdurrahmân b. Ebibekr es-Suyûtî.202

Lahn
Bir şey okurken nağme yapmak manasına mastardır. Türkçede ezgi denir. Herhangi bir yazılı metni okurken gerek i'rabında, gerekse lafızlarının telaffuzunda hata etmek, dinleyenden başkasının anlamıyacağı şekilde rumuzlar, kapalı ve mübhem sözler kullanarak söz söylemek manasına kullanılır. 603 Hadis Usulünde lahn, rivayetle ilgili esaslar vesilesiyle geçer. Açıklamak gerekirse, muhaddisin hadisini lahn ve tashif yaparak rivayet etmemesi gerekir. Anlaşıldığına göre buradaki lahm, hadis lafızlarının İ'rabını belli etmeyecek şekilde okumaktır. Nitekim en-Nadr b. Şumeyl’den rivayet edildiğine göre “bu hadisler asıllarından i'rabları düzgün bir şekilde gelmektedir” demiştir, ayrıca meşhur lügat âlimi el-Esma’i’de şunları söylemiştir: “İlim yolcuları için en çok korktuğum şey nahv bilmeyip Hz. Peygamber (s.a.s)'in “benim üzerime bilerek yalan söyleyenler Cehennemdeki yerlerine hazırlansınlar” sözüne dahil olmalarıdır. O hiç bir zaman lahn yapmaz, söyleyeceklerini açıkça söylerdi. Eğer ondan bir rivayette bulunur da sözlerinden lahn yaparsan, üzerine yalan söylemiş olursun.” 604 Şu hale göre lahn hadis lafızlarını i'rablarını açıkça belli edecek şekilde değil, ağızda geveleyerek okumaktır. Bu manayı açıklayıcı nitelikte bir de fıkra nakledilir. Rivayete göre Emevî Halifesi Velid b. Abdilmelik bir gün yanına gelen bir köylüye söz arasında damadının kim olduğunu sormak maksadıyla nun harfini üstün okuyarak “men hateneke” demiş. Bu söyleyişe göre sorunun manası “Seni kim sünnet etti?” olacağından köylü bu yersiz soruya biraz kızmış. “Allah müminlerin emîrini ıslah etsin, kim olacak, sünnetçi berber!” cevabını vermiş- Velid, “Hayır bunu demek istemedim, damadın kim demek istedim” deyince köylü şu karşılığı vermiş: “Öyleyse niye “men hatenuk” diye sormuyorsunuz?”605 Hadislerin lafızlarını i'rab durumlarını belli etmeyecek şekilde okumanın, hataya yol açması sebebiyle doğru olmadığında şüphe yoktur. Nitekim İbnu's-Salâh bu konuda şöyle demiştir: “Hadis talibinin kendisini lahn ve tahrif uğursuzluğundan kurtaracak nahv ve dil kaidelerini öğrenmesi gerekir. Rivayete göre Şu'be, Arapça kaidelerini bilmeden hadis talebine kalkışanların üzerinde tıpkı üst kısmı olmayan bornoz bulunan bir adama benzediğini söylemiştir. Hammad b. Seleme de aynı konuda “Nahv bilmeden hadis talep eden kişi, boynunda yemsiz torba taşıyan eşeğe benzer” demiştir.” İbnu's-Salâh'a göre tashifden kurtulmanın yolu hadisleri zabt sahibi ilim ehlinden almaktır. Bundan mahrum kalanlar ilmi kitaplardan almak zorunda kalırlar ve kelimeleri değiştirip yanlış yapmaktan kurtulamazlar. Görülüyor ki rivayette esas, işitilenin değiştirmeden nakledilmesidir. Bunun için hadis alimleri ravinin hadisi işittiği şekilde rivayet etmesi gerektiği görüşünde birleşmişlerdir. Hatta bunlardan sayıları az olmakla birlikte bir kısım Şeyhin lahn yapması halinde talibin işittiği gibi rivayet etmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Delilleri “Benim bir sözümü işiten işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ak etsin” manasına gelen hadistir. Kaydetmek gerekir ki bu görüş zayıftır, nitekim Çoğunluk hadis işiten ravinin Arapçayı iyi bilen bir kimse olduğu takdirde onu rab olarak rivayet etmesi gerektiği görüşündedir. Bunların delilleri de Hz. ygamberin fasih konuşması ve sözlerin anlaşılması için açık ve tane tane söylemesidir. Allah onu peltek ve anlaşılmaz şekilde konuşmaktan tenzih etmiştir. Bazı âlimler de hadis lahn edilerek rivayet edilmiş olduğu takdirde aynen yazılıp kitabın haşiyesinde “her ne kadar rivayette böyle vâki olmuşsa da doğrusu şöyledir manasına “Keza vaka'a fi'r-Rivâye ve's-Savâbu keza ve keza” şeklinde gösterilmesi taraftarıdırlar. Bazı hadis şeyhlerine göre en doğru yöntem budur. 606 Şu hale göre lahn, hadis metinlerinin i'rablarını değşitirecek veya anlaşılmayacak şekilde belli belirsiz okumaktır. Şer'i hükümlere kaynaklık etmesi bakımından büyük önemi haiz metinlerin yanlış okumaya veya anlaşılmaya yol açacak şekilde i'rabmı geveleyerek okumak bu açıdan bakıldığında doğru sayılmamak gerekir.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget