Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Kur’an-ı kerîmde, Sâffât sûresi 101. âyet-i kerîmede beyân buyrulduğu gibi, Allahü teâlâ, İbrâhim aleyhisselâmı “Hilm sâhibi bir oğul” la müjdeledi. Tefsîr âlimlerinin bildirdiklerine göre, hilm sâhibi olmak ile vasfedilen ve bu sıfatı ile övülen, İbrâhim aleyhisselâmın oğlu ve Muhammed aleyhisselâmın dedesi olan İsmâil aleyhisselâmdır. Hilm vasfının, insanlara faydası pek çoktur. Bunu İslâm âlimleri, eserlerinde oldukça geniş anlatmışlar ve bu husûsta Resûlullah efendimizin buyurduklarını kitaplarında nakletmişlerdir.
Hilm; gadaba gelmemek, öfkeye kapılmamak yâni yumuşaklık demektir. Hilm, gadabını yenmekten daha efdâl olup, aklın çokluğuna alâmettir. Hadîs-i şerîfte; “Gadaba sebep olan şey karşısında hilm göstereni, Allahü teâlâ sever.” ve Allahü teâlâ, hayâ, hilm ve iffet sâhiplerini sever. Fuhuş söyleyenleri ve sarkıntılık yaparak dilenenleri sevmez.” buyruldu. İffet; başkasının malına göz dikmemektir. Fuhş; çirkin, ayıb şeylerdir. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), “Yâ Rabbî! Bana ilm, hilm, takvâ ve âfiyet ihsân eyle!” duâsını çok söylerdi. (İlm-i nâfi; kelâm, fıkıh ve ahlâk ilimleridir. Âfiyet; dînin ve îtikâdın bid’atlerden, amelin ve ibâdetin âfetlerden, nefsin şehvetlerden, kalbin hevâ ve vesveseden, bedenin de hastalıklardan selâmet bulması, kurtulması demektir.) Resûlullah’tan (sallallahü aleyhi ve sellem), duâların efdâli hangisidir diye sorulunca; Allahü teâlâdan âfiyet isteyiniz, îmândan sonra, âfiyetten daha büyük nîmet yoktur.” buyurdu. Afiyete kavuşmak için, çok istiğfâr etmelidir. Ayrıca; “İlm ve sekîne sâhibi olunuz! Öğrenirken ve öğretirken yumuşak söyleyiniz! İlm ile tekebbür etmeyiniz!” buyurmuştur. Sekîne; ağır başlı, vakâr sâhibi olmaktır. Hadîs-i şerîflerde; “İslâmiyete uyan ve yumuşak olan kimseyi, Cehennem ateşi yakmaz.” ve “Yumuşak olmak, bereket getirir. İşinde taşkınlık ve gevşeklik yapmak, gaflete sebep olur.”, “Rıfk sâhibi olmayan kimseden hayr gelmez!” ve “Rıfk, insana zînet verir, kusurlarını giderir!”, “İlm; öğrenmekle, hilm de gayretle hâsıl olur. Allahü teâlâ, hayırlı şey için çalışanı, maksadına kavuşturur. Kötülükten sakınanı, ondan korur.” buyruldu.
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Âişe'ye (radıyallahü anhâ) “Yumuşak davran! Sertlikten ve çirkin şeyden sakın! Yumuşaklık insanı süsler ve çirkinliğini giderir.” buyurdu.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


İsmâil (aleyhisselâm), Allahü teâlânın emirlerine uymakta, ibâdet etmekte, Allahü teâlâ tarafından gönderilen sıkıntılara, musîbet ve meşakkatlere katlanmakta sabr etti ve Kur’an-ı kerîmde, Enbiyâ sûresi: 85. âyet-i kerîmede sabredenlerden olduğu bildirildiği gibi, bizzât Allahü teâlâ tarafından övüldü.
İsmâil aleyhisselâmın Kur’an-ı kerîmde açıkça övülmesine sebep olan sabrın mâhiyeti ve üstünlüğü nedir? Nelere karşı sabredilirse sevâb alınır? Sabır, kişinin haramdan sakınıp, nefsin kötü arzularını yapmamasıdır. Böylece, sonu pişmanlık olan lezzetlerden yüz çevirir. Sabır ikiye ayrılır. Biri, günah işlememek için sabretmektir. Şeytan, insanın kendi nefsi ve kötü arkadaşlar, insana günah işletmek isterler. Bunları dinlemeyip sabretmek çok sevâbdır. İkincisi; dertlerin, belâların acılarına sabredip, bağırıp çağırmamaktır. Çok kimse sabır deyince yalnız bu sabrı anlar. Bu sabır da sevâbdır ve her ikisi de farzdır. Bu husûsta Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) dördüncü halîfesi ve damadı, dünyâda iken Cennetle müjdelenmiş ve ilmin kapısı olduğu hadis-i şerîfle bildirilmiş olan Hazret-i Ali buyurdu ki: “Sabır üç kısımdır: İbâdet ve tâatlarda sabır, günahlara karşı sabır, musîbet ve sıkıntılara karşı sabırdır. Kim ibâdet ve tâatlarda, Allahü teâlânın emirlerini yapmada, beş vakit namazı muntazaman vaktinde kılmada sabır gösterirse, kendisine yüz derece verilir ve her bir derece gökle yer arası kadardır. Kim günahlara düşmemek ve haram işlememek için sabrederse, Allahü teâlâ kendisine kıyâmet günü altıyüz derece ihsân eder. Kim de musîbetlere, başına gelen sıkıntı ve eziyetlere sabır gösterirse, ona da Allahü teâlâ hesapsız dereceler ihsân eder.”
Fakih Ebü'l-Leys Semerkandî hazretleri; “Belâlara sabredip, musîbetler karşısında Allahü teâlâyı hatırlamak insana elbette lâzımdır. Çünkü insan, bu sabrı ve zikri gösterirse Allahü teâlânın kazâ ve kaderine rızâ göstermiş ve şeytanı kovmuş olur.” buyurdu.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


İsmâil (aleyhisselâm), Allahü teâlânın emrine ve babaya itâatte, insanlar için pek güzel bir örnek oldu. Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerîmde sâdece kendisine ibâdeti emretti. Kendisine ibâdetten sonra ana-babaya itâati bildirdi. İnsanın varlığının hakîkî sebebi, Allahü teâlânın yaratması; zâhirî sebebi de ana ve babasıdır.
Allahü teâlâ, İsrâ sûresinin 23. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Rabbin kesin olarak şunları emretti: Ancak kendisine (Allahü teâlâya) ibâdet edin, ana-babaya güzellikle muâmele edin, eğer onlardan biri veya ikisi senin yanında ihtiyârlık hâline ulaşırsa, sakın onlara “Öf” bile deme ve onları azarlama. İkisine de iyi ve yumuşak söz söyle.” buyurdu.
İbn-i Ömer (radıyallahü anh) âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken; “Ana ve babaya hitâb ederken, babacığım, anneciğim demelidir” buyurdu.
Atâ bin Ebî Rebâh (rahmetullahi aleyh) yukarıdaki âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken; “Onların yanında konuşurken, gözü onlara doğru çevirmemeli, onlara bakmadan konuşmalıdır” buyurdu.
Mücâhid (radıyallahü anh) “Ana-babanızı isimleri ile çağırmayınız. Onları yalanlamayınız. Onlarla yumuşak konuşunuz. Onlara boş söz söylemeyiniz.” buyurdu.
Ana-babaya iyilik yapmak, dil uzatmamak, ve karşı gelmemek onlara itâatten olup, aksini yapmak ve böyle davranmamak büyük günahtır. Dînen mahzurlu olmayan husûslarda ana-babaya karşı gelmemelidir.
İmâm-ı Kurtubî buyurdu ki; “Ana-babaya iyilikte bulunmak onlara itâat etmek, sâdece müslüman ana-babaya mahsus değildir. Ana-baba kâfir bile olsalar, onlara iyilik yapılır.”
Gerek hayatta iken ve gerekse vefâtlarından sonra, ana-baba hakkına riâyet edilir. Ana-babanın vefât ettikten sonra haklarına riâyet, her namazın peşinden onlar için duâ etmekle olur.
Tabiînden bir zât buyurdu ki: Her gün beş vakit namazda ana ve babasına duâ eden kimse, onların hakkını yerine getirmiş olur. Çünkü Allahü teâlâ Lokman sûresi 14. âyet-i kerîmesinde meâlen; Allahü teâlâya ve ananıza-babanıza şükredin.” buyurmuştur. Günde beş defâ Allahü teâlâya şükrediyoruz. Ana-babaya şükür ise, günde beş vakit namazda onlara duâ etmek sûretiyle olur.
Ana-babanın çocuğu üzerinde on hakkı vardır. 1- Ana-baba aç oldukları zaman onları doyurur. 2- Giyeceğe muhtâç oldukları zaman, eğer gücü yeterse, onları giydirir. 3- Hizmete muhtâç iseler onların hizmetini görür. 4- Onlar kendisini çağırdıkları zaman, dâvetlerine icâbet eder ve hemen yanlarına gider. 5- Bir şey emrettikleri zaman emirlerini günah olmadığı müddetçe yerine getirir. 6- Ana-baba ile konuşurken yumuşak konuşur. 7- Onları isimleri ile çağırmaz. 8- Onlarla beraber yürürken arkalarından yürür. 9- Kendisi için istediğini onlar için de ister. Kendisi için istemediği bir şeyi onlar için de istemez. 10-Kendisine duâ ettiğinde, onlar için de af ve mağfiret diler.
Vefâtlarından sonra ana-babayı râzı etmek, üç şeyle mümkün olur: 1- Çocuk, Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınmak sûretiyle sâlih olursa. Çünkü ana-baba; çocuklarının sâlih olmasına sevinmesi kadar hiç bir şeye sevinmez. 2- Ana-babanın akrabâ ve dostlarını ziyâret etmekle. 3- Ana-baba için Allahü teâlâdan af ve mağfiret dilemek, onlar için sadaka vermek ve iyilik yapmakla onlar râzı olurlar.
Selemeoğullarından bir kimse, Resûlullaha (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek; “Yâ Resûlallah! Anam-babam vefât ettiler. Acabâ onlara yapabileceğim bir iyilik var mı?” diye sordu. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem“Evet, onlar için Allahü teâlâdan af ve mağfiret dilemen, onların verdikleri sözleri yerine getirmen, onların dostlarına ikrâmda bulunman, onlar tarafından olan akrabâlarını ziyâret etmendir.” buyurdu.
Bir kimse, Resûlullah efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) “Biat için sana geldim. Ana-babamı ağlayarak bıraktım” deyince, Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “Ana-babana dön, onları ağlattığın gibi güldür.” buyurdu.
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), “Burnu yere sürtülmüştür, burnu yere sürtülmüştür.” buyurdu. “Kimin, yâ Resûlallah?” dediler. “Ana ve babasından birinin veya ikisinin, yanında ihtiyârladığı hâlde, Cennet’e gitmeyenin.” buyurdu.
Bekr bin Hakem, babasından, o da dedesinden anlatır. “Yâ Resûlallah! En önce kime iyilik edeyim? dedim. “Annene” buyurdu. “Sonra kime?” dedim. Yine; “Annene” buyurdu. Üçüncü defâ sordum. Yine; “Annene” buyurdu. “Sonra kime?” dedim. “Babana ve sonra sırasıyla akrabâlarına” buyurdu. Annenin, babadan önde tutulması, onun çocuk için daha çok zahmet çekip yorulmasından; daha ziyâde şefkâtli ve çocuğa hizmetinin çok olmasındandır.
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem“Size günahların en büyüğünü bildireyim mi?” diye üç defâ buyurdular. Eshâb-ı kirâm (radıyallahü anhüm); “Evet. Bildir, yâ Resûlallah!” dediler. Allahü teâlâya ortak koşmak, ana-babaya karşı gelmek ve yalan söylemektir.” buyurdu.
Avm bir Huveys isminde bir zât şöyle anlattı: “Bir köye gitmiştim. O köyün yanında bir kabristan vardı. İkindiden sonra, burada bulunan bir kabir açılır, başı merkep başı, bedeni insan bedeni gibi olan birisi çıkar, üç defâ merkep gibi anırdıktan sonra kabir kapanırdı. Orada yaşlı bir kadın yün eğiriyordu. Kabirden çıkan şahsın annesi olduğunu söylediler. Oğlunun hâlini şöyle anlattı: “Oğlum içki içerdi. Ben de ona; Allah'tan kork! Ne zamana kadar içki içmeğe devam edeceksin?” deyince, bana; “Tıpkı merkepler gibi anırıyorsun" derdi. Bir ikindi vaktinden sonra öldü. İşte şimdi görüyorsun. Her gün ikindiden sonra böyle kabirden çıkar, üç kere anırır, sonra kabri kapanır” dedi.
Akıllı kimsenin, ana-babasına nasıl hürmet edileceğini öğrenmesi, onlara karşı gelmemesi, itâat etmesi gerekir. Allahü teâlâ; Tevrât, İncil, Zebûr ve Kur'ân-ı kerîmde ve gönderdiği bütün kitaplarda, ana-babaya itâat ve hürmet edilmesini, onlara karşı gelinmemesini bildirmiş ve peygamberlerine de böyle emretmiştir.
Büyüklerden birisi şöyle buyurdu: “Çocuğun, ana-babasının yanında, onların izni olmadan konuşmaması, önlerinde, sağlarında ve sollarında yürümemesi lâzımdır. Ancak çağırdıklarında yanlarına gider ve arkalarından yürür.”


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget