Mübârek emânet
Abdülmuttalîb vefât edeceğine yakın, oğullarını toplayıp; “Artık dünyâdan âhırete göç etme vaktim geldi. Tek düşüncem bu yetimdir. Keşke ömrüm uzun olaydı bu hizmeti severek devam ettirseydim. Fakat elden ne gelir? Ömür vefâ etmeyecek. Şimdi gönlüm ve dilim bu hasret ateşiyle yanıyor. Bu inci tanesini içinizden birine emânet etmeyi isterim. Acabâ hanginiz lâyıkı ile O'nun haklarını gözetir ve hizmetinde kusur etmez” dedi. Ebû Leheb dizleri üzerine çöküp; “Ey Arab'ın efendisi! Eğer bu emâneti teslim etmek için aklınızdan geçirdiğiniz biri varsa ne âlâ, yoksa bu hizmeti ben görürüm” dedi. Abdülmuttalîb ona; “Malın çoktur. Fakat sen katı kalblisin ve merhametin azdır. Yetim kalbi ise yaralı ve incedir. Hemen kırılır” dedi. Diğer çocuklardan bâzıları da aynı isteği tekrarladılar.
Abdülmuttalîb her birinin husûsiyetlerini söyleyerek kabûl etmedi. Sıra Ebû Tâlib'e gelince; “Ben, hepsinden çok bunu istiyorum. Fakat büyüklerim dururken, öne geçmek uygun olmazdı. Malım azdır, ama benim sadâkatim kardeşlerimden ziyâdedir” dedi. Abdülmuttalîb de; “Doğru söylersin. Bu hizmete lâyık olan sensin. Lâkin ben her işte O'na danışır ve isteği üzere hareket ederim. Her seferinde de doğru netîceye varırım. Bu husûsta kendisiyle meşveret edeyim. Hanginizi tercih ederse o, benim de kabûlümdür” dedi. Sonra sevgili Peygamberimize dönerek; “Ey gözlerimin nûru! Senin hasretinle âhırete yöneldim. Bu amcalarından hangisini tercih ediyorsun?” diye sordu. Peygamber efendimiz o an kalkıp, Ebû Tâlib'in boynuna sarıldı ve dizine oturdu. Abdülmuttalîb, o zaman çok ferahladı ve “Allahü teâlâya hamdolsun. Benim istediğim de bu idi” dedi ve Ebû Tâlib'e dönerek; “Ey Ebû Tâlib! Bu inci danesi, ana-baba şefkâti görmemiştir. Ona göre bakıp üzerine titreyesin. Seni diğer çocuklarımdan daha üstün görürüm. Bu büyük ve pek kıymetli emâneti sana havâle ettim. Çünkü sen, O'nun babasıyla aynı anadansınız. O'nu kendi nefsin gibi koruyasın. Bu vasiyetimi kabûl ettin mi?” diye sordu. O da; “Kabûl ettim” deyince, Abdülmuttalîb sevgili Peygamberimizi kucakladı, mübârek başını, yüzünü öptü ve kokladı. Sonra; “Hepiniz şâhid olun ki, ben bundan daha güzel bir koku koklamadım ve bundan daha güzel bir yüz görmedim” dedi.