Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Peygamber Efendimizin (asm) amcası Haris’in oğludur. Halime, Peygamber Efendimiz ile birlikte onu da emzirdiğinden süt-kardeş olmuşlardır. Çocukluğu ve gençliği yaşıtı olduğu Peygamber Efendimiz ile birlikte geçmiştir. Peygamber Efendimize büyük bir sevgi ile bağlanmış, ancak Peygamberliğin ilanı ile birlikte müşrikler safına geçerek düşmanlık yapmaya başlamıştır. Şair olup, yazdığı ve okuduğu şiirlerle Peygamber Efendimizi ve sahabeyi çok rencide etmiştir. Daha sonra Peygamber Efendimiz affedilebilmek için büyük sıkıntılar çekmiştir. Aralarında Hz. Ebu Bekir, Ömer, Ali (ra) gibi sahabenin önde gelenlerine müracaat ettiği halde yüz bulamamıştır. Risale-i Nur’da adı zikredilmiş ve naklettiği bir hadis-i şerife yer verilmiştir. Künyesi Ebu Süfyan bin Haris bin Abdülmuttalib el-Haşimî şeklindedir.
Ebu Süfyan’ın Mekke’de doğduğu bilinmekle birlikte, tarihi kesin olarak belli değildir. Ancak Peygamber Efendimiz (sav) ile süt-kardeş olması ve Halime tarafından emzirilmiş olmasından ötürü, 570’li yıllarda doğmuş olma ihtimali yüksektir. Kaynaklarda Peygamber Efendimiz ile yaşıt olduğunun geçiyor olması, 571 veya buna çok yakın bir tarihte doğmuş olabileceğini akla getirmektedir. Bazı kaynaklarda adı Muğire olarak geçmesine karşılık, Muğire’nin kendisi değil, kardeşinin adı olduğu belirtilmiştir.
Ebu Süfyan, Peygamber Efendimiz ile yaşıt olduğu için birlikte büyüdüler. Çocukluk ve gençlik yılları birlikte geçti. Peygamber Efendimize büyük bir sevgi ile bağlandı. Ancak, bu sevgi ve yakınlığı, İslamiyet’in doğuşuna kadar sürdü. Resulullah peygamberliğini ilan edince, Ebu Süfyan kendisinden uzaklaştı ve yirmi yıla yakın süren uzun bir düşmanlık dönemini yaşadı. Hem Peygamber Efendimiz hem de sahabesi için ağır sözler ihtiva eden hicivlerde bulundu. Şair olmasının da etkisiyle sözleri, Müslümanları büyük ölçüde rencide etti. Hicivlerini devam ettirip müşriklerle birlikte düşmanlıktan geri durmamasından dolayı hakkında, Peygamber Efendimiz tarafından, görüldüğü yerde öldürülmesi hükmü verildi.
Şair olan sahabe Hasan bin Sabit’ten, Ebu Süfyan’ın yaptıklarına karşılık teşkil edecek şekilde hicivlerde bulunması istendi. Ancak Hasan, Peygamber Efendimizin akrabası ve amcasının oğlu olan birini izinsiz hicvedemeyeceğini söyledi. Peygamber Efendimizden izin isteyince de babasının kardeşinin oğlunun hiciv ve tahkir edilmesine gönlü razı olmadı. Hasan’ın, hicvederken akrabalarını incitmeden ve sadece Ebu Süfyan’ı yereceğini söylemesine rağmen ilk başlarda Peygamber Efendimizin izin vermediği nakledilmiştir.
Ebu Süfyan’ın hicvedici şiirlerine karşılık daha sonraları, Peygamber Efendimizin de, “siz de Kureyşlileri (iman etmemiş) hicvediniz. Zira, hiciv, onlara ok yağdırmaktan daha ağır gelir” mealinde buyurduğu nakledilmiştir. Bu izin üzerine Abdullah bin Revaha da müşrikleri hicvetti. Daha sonra acele etmeme ve hicivlerinde dikkatli olma, Kureyşliler hakkında detaylı bilgileri Hz. Ebu Bekir’den (ra) aldıktan sonra, hicivde bulunması için Hasan bin Sabit’e (ra) de izin verildi. Hasan da Ebu Süfyan’ı tahkir eden hicivlerde bulundu.
Mekke’nin fethinden kısa bir süre önce, kalbi İslamiyet’e ısınmaya başlayan Ebu Süfyan, iman etmek maksadıyla, oğlu ve hanımı ile birlikte Peygamber Efendimizin yanına gitti. Yine Peygamber Efendimizin akrabası ve halası Atike’nin oğlu olan Abdullah bin Ebu Ümeyye de onlarla birlikte Medine’ye doğru yola çıktı. İlk karşılaşmada Peygamber Efendimiz Ebu Süfyan’dan yüzünü çevirerek görüşmek istemedi. Ebu Süfyan hangi tarafa gittiyse de Peygamberimiz yüzüne bakmadı. Peygamber Efendimizin yüz çevirdiğini gören Müslümanlar da kendisinden yüz çevirdiler.
Ebu Süfyan, önce Hz. Ebu Bekir (ra) ve daha sonra Hz. Ömer’in yanına gidip yardım istediyse de, onlar da; Allah’ın düşmanı, Peygamber ve sahabeyi inciten evvelki davranışları yüzünden ilgi göstermediler. Amcası, Hz. Abbas’tan (ra) ve Hz. Ali’den (ra) de yüz bulamayan Ebu Süfyan için, Peygamber Efendimizin hanımı Ümmü Seleme devreye girdi. Kardeşi olan Abdullah bin Ebu Ümeyye ve Ebu Süfyan’ın huzuruna kabul edilmeleri için Peygamber Efendimizden ricada bulundu. Birisi süt kardeşiniz ve amcanızın oğlu, diğeri de halanızın oğludur, diyerek affedilmelerini istedi.
Peygamber Efendimiz tarafından kabul edilmek ve iman etmek için her yola başvuran ve nihayet netice almaya başlayan Ebu Süfyan, iyi bir şair olmasının da yardımıyla, yaptıklarına pişman olduğunu ve duygularını Peygamber Efendimizin merhametini celbedecek şekilde dile getirdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kendisini bağışladı. O da hemen orada iman ederek Müslüman oldu.
Ebu Süfyan, Müslüman olduktan sonra tüm varlığıyla Peygamber Efendimizin hizmetinde bulunmaya çalıştı ve O’na bağlandı. Daha önceleri sarf etmiş bulunduğu sözleri için hep pişmanlık duydu ve hiçbir zaman Peygamber Efendimizin yüzüne bakamadı. Bir süre sonra gerçekleşen Mekke’nin fethinde bulundu. Huneyn Savaşı’na da katıldı. Bu savaşta çarpışmanın şiddetlendiği ve Peygamber Efendimizin çevresinde fazla kimsenin kalmadığı esnada yanından ayrılmadı, korumaya çalıştı. Bu hareketinden dolayı Peygamber Efendimizin duasına nail oldu.
İman ettikten sonra Peygamber Efendimizin yanından ayrılmamaya büyük gayret gösteren Ebu Süfyan, Yüce Peygamberin vefatı üzerine, okuduğu mersiyelerle duygularını dile getirdi. Akrabaları arasında Peygamber Efendimize en çok benzeyenlerden biri olan Ebu Süfyan, namaz kılarken büyük bir huzur duyan ve haz alan bir sahabe olarak dikkat çekti.
Ebu Süfyan’ın adı, naklettiği bir hadis ile birlikte Risale-i Nur’da zikredilmiştir. Kendisinden, Peygamberin amcasının oğlu Ebu Süfyan ibn Haris ibn Abdülmuttalib olarak söz edilmekte ve sahih nakille haber verdiği hadise aktarılmaktadır; “Gazve-i Bedir'de, gökle yer arasında, beyaz libaslı, atlı zatları gördük.” (Mektubat, 1994, s. 157).
Ebu Süfyan, 641 yılında Medine’de vefat etti. İman ettikten sonra hiçbir günaha bulaşmamak için gayret sarf etti. Vefatından üç gün evvel mezarını hazırladı. Vefatından sonra arkasından ağlanmamasını vasiyet etti. Cenaze namazı bizzat Hz. Ömer (ra) tarafından kıldırıldı.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Ebû Süfyân Sahr b. Harb b. Ümeyye (ö. 31/651-52)
Kureyş kabilesinin reislerinden, sahâbî.
Hicretten elli yedi yıl önce (m. 565) Mekke’de doğdu. Bedir Gazvesi’nde öldürülen oğlu Hanzale’den dolayı Ebû Hanzale künyesiyle de anılır. Annesi, Hz. Peygamber’in hanımı Meymûne’nin halası olan Safiyye bint Hazn el-Hilâliyye, babası Kureyş kabilesi ileri gelenlerinden Harb b. Ümeyye’dir. Çocukluğu Mekke’de refah içinde geçti. Hz. Peygamber’in amcası Abbas onun en samimi çocukluk arkadaşıydı.
Ebû Süfyân babası gibi ticaretle meşgul oldu. Okuma yazma bilen çok az sayıdaki Mekkeli’den biriydi. Kısa sürede kendini kabul ettirerek görüşüne başvurulan, sözüne güvenilen, kabilesinin ticaret işlerini yöneten bir Kureyş büyüğü durumuna geldi. Resûlullah’ın peygamberliğini ilân etmesinden sonra Kureyş ileri gelenleri gibi o da İslâm’a cephe aldı. Onun bu tavrında, Ümeyye ailesiyle Hz. Peygamber’in mensup olduğu Benî Hâşim arasında öteden beri devam edegelen rekabet ve düşmanlığın önemli rolü vardır.
İslâmiyet’in Mekke’de hızla yayılması ve Hamza ile Ömer’in müslüman olmaları Kureyş kabilesini endişeye sevkedince, yeğenini davasından vazgeçirmek üzere Ebû Tâlib’e gönderilen heyetlerde ve Dârünnedve’de toplanıp Hz. Muhammed’in öldürülmesine karar veren müşrikler arasında Ebû Süfyân da yer aldı. Fakat hicret öncesinde Hz. Peygamber’e ve müslümanlara fiilî olarak eziyet edenler arasında bulunmadı. Hz. Muhamed’in gençlik yıllarında onun Mekke’de sahip olduğu siyasî nüfuz, etkili bir görevde veya makamda bulunmasından değil Ümeyye’nin zenginlik ve nüfuzuyla kendi şahsî kabiliyetinden kaynaklanıyordu.
Hicretten iki yıl sonra Ebû Süfyân’ın riyâsetinde Suriye’den gelmekte olan bir ticaret kervanı Hz. Peygamber’in emriyle müslümanlar tarafından ele geçirilmek istendi. Bunu haber alan Ebû Süfyân kervanın yolunu değiştirerek müslümanların takibinden kurtuldu ve Mekke’ye ulaştı. Fakat bu olay, Kureyş’in lideri Ebû Cehil’in tahrikleriyle Bedir Savaşı’na sebep oldu. Ebû Cehil’in bu savaşta ödürülmesi üzerine Ebû Süfyân Mekke müşriklerinin reisi oldu. Kureyş, Bedir mağlûbiyetinin intikamını bir an önce alma görevini ona verdi ve bu savaşa sebep olan Suriye kervanındaki malları müslümanlara karşı yapılacak savaşın masraflarına tahsis etti.
Bedir’in intikamını almadıkça yıkanmayacağına yemin eden Ebû Süfyân, hicretin 3. yılı Şevval ayı ortalarında (Mart 625) cereyan eden Uhud Savaşı’na müşrik ordusunun kumandanı olarak katıldı. Karısı Hind bint Utbe de diğer Kureyş kadınlarıyla birlikte def çalarak orduyu savaşa teşvik ediyordu. Bu savaşta müşrikler, parlak bir zafer elde edememekle beraber Hz. Peygamber’in amcası Hamza’nın Vahşî tarafından şehid edilmesi sebebiyle bir ölçüde intikam duygularını tatmin etmiş oluyorlardı. Hind de aynı intikam duygusuyla Hz. Hamza’nın ciğerini çıkarıp ağzında çiğnemişti. Ebû Süfyân Hendek Gazvesi’nde de Kureyş’in kumandanlığını yaptı. Onun bu liderlik görevinin Mekke’nin fethine kadar sürdüğü, müslümanlara karşı yapılan hareketlerde en üst seviyede rol aldığı görülmektedir.
Hz. Peygamber’in, Bizans İmparatoru Herakleios’u İslâm’a davet etmek üzere Dihye b. Halîfe el-Kelbî’yi Suriye’ye gönderdiği günlerde (Muharrem 7/Mayıs 628) Ebû Süfyân da otuz kişilik bir ticaret kafilesiyle birlikte Suriye’ye gitmişti. Herakleios Kudüs’te (bazı rivayetlere göre Humus’ta) iken Resûlullah’ın mektubunu alınca onun kavmine mensup biriyle görüşmek istediğini söyledi. O sırada Gazze’de bulunan Ebû Süfyân ve kafiledeki arkadaşları imparatorun isteği üzerine Kudüs’e getirildiler. Soyunun Resûl-i Ekrem’e yakınlığı sebebiyle Ebû Süfyân ile görüşmeyi tercih eden Herakleios ona Hz. Peygamber’in soyu, ahlâkı, Müslümanlığı kabul edenlerin sosyal durumu, sayılarının çoğalıp çoğalmadığı, müslüman olduktan sonra dinden dönenlerin bulunup bulunmadığına dair, ayrıca neleri emrettiği, onunla yaptıkları savaşlarda kimin galip geldiği gibi hususlarda çeşitli sorular sordu. Ebû Süfyân’ın, ona gerçek dışı bilgiler vermeyi arzu ettiği halde yalan söylediğinin duyulmasından korktuğu için doğru cevaplar vermek zorunda kaldığı rivayet edilir (ayrıca bk. HERAKLEIOS).
Mekkeliler’in Benî Bekr’e yardım ederek müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozmaları üzerine Hz. Peygamber de müttefiki Huzâa kabilesine yardım vaad etti. Bu durum Kureyşliler’i telâşa düşürdü; reisleri Ebû Süfyân’ı Medine’ye göndererek anlaşmayı yenilemek istediler. Fakat Ebû Süfyân, Medine’de Hz. Peygamber’in hanımı olan kızı Ümmü Habîbe dahil hiç kimseden ilgi görmedi. Bu durum onun Kureyşliler nezdindeki itibarının sarsılmasına yol açtı. Mekke’yi fethetmek üzere harekete geçen İslâm ordusu Mekke yakınında Cuhfe’de karargâh kurunca Ebû Süfyân çocukluk arkadaşı Abbas b. Abdülmuttalib’in ısrarlarıyla Hz. Peygamber’in huzuruna çıktı ve İslâmiyet’i kabul etmek zorunda kaldı. Hz. Peygamber de fetih günü Mekke’de Ebû Süfyân’ın evine sığınanlara eman verileceğini bildirerek onu taltif etti. Ebû Süfyân’ın bunu Mekkeliler’e bizzat duyurması herkesten önce karısı Hind’in sert tepkisine yol açtı.
Ebû Süfyân’ın müslüman olduktan sonra katıldığı Huneyn Gazvesi’nin ilk safhasında müslüman öncü birliklerinin yenilmesine sevinmesi (İbn Hişâm, II, 443) İslâmiyet’i henüz gönülden kabul etmediğini göstermektedir. Hz. Peygamber, bu savaşta elde edilen ganimeti paylaştırırken müellefe-i kulûb*dan olan Ebû Süfyân’a 100 deve ile kırk ukıyye gümüş verdi. Oğulları Yezîd ile Muâviye de bu gruptan kabul edilerek kendilerine 100’er deve verildi. Bir şehir devletinin başkanlığından normal bir vatandaş durumuna düşen Ebû Süfyân’a ve oğullarına gösterilen bu ilgi onları çok memnun etti.
Ebû Süfyân Tâif Muhasarası’na da katıldı ve bu sırada bir gözünü kaybetti. 9. (630) yılda Necranlılar’la yapılan anlaşmanın şahitleri arasında yer alan Ebû Süfyân, Belâzürî’ye göre şartsız teslim olan Cüreş şehrine vali tayin edildi (Fütûh, s. 84); Hz. Ebû Bekir döneminde ise Necran âmilliğinde de bulundu (a.e., s. 150). Hz. Peygamber’in vefatı sırasında Ebû Süfyân Mekke’de bulunuyordu. İbn İshak’a göre Resûl-i Ekrem onu Mekke yakınlarındaki Kudeyd’de bulunan Menât putunu yıkmakla görevlendirmişti. Hz. Ebû Bekir’in halife olmasına karşı çıkan Ebû Süfyân daha sonra ona biat etti. Yetmiş yaşlarında iken Suriye’nin fethine gönderilen orduya katıldı. Yermük Savaşı’nda oğlu Yezîd’in idaresinde askerleri cesaretlendirmek için gayret sarfetti. Taberî onun gözünü bu savaşta kaybettiğini söylemektedir (Târîh, I, 2101). Zehebî’ye göre ise gözlerinden birini Tâif Muhasarası’nda, diğerini de Yermük’te kaybetmiştir (AǾlâmü’n-nübelâǿ, II, 106).
Ebû Süfyân 31’de (651-52) Medine’de vefat etti. Onun 30 (650-51), 32 (652-53) ve 34 (654-55) yıllarında öldüğünü söyleyenler de vardır.
Hz. Peygamber’in kâtipleri arasında yer aldığı söylenen Ebû Süfyân (M. Mustafa el-A‘zamî, s. 39) Resûl-i Ekrem’den bazı hadisler rivayet etmiştir (bk. Wensinck, el-MuǾcem, VIII, 105). Kendisinden, Herakleios ile yaptığı konuşmayı rivayet eden İbn Abbas’tan başka oğlu Muâviye ve Kays b. Ebû Hâzim’in de rivayette bulunduğu bilinmektedir.
Sünnî kaynakları Ebû Süfyân’ın İslâmiyet’i kabul ettikten sonra samimi bir müslüman olduğunu belirttiği halde daha ziyade Şiî müellifler bunun aksini iddia ederler. Hatta onun bir münafık ve zındık olduğunu, Hz. Peygamber’e inanmadığını, lâedriyye* mezhebini benimsediğini ileri sürenler de vardır (Ali Sâmî en-Neşşâr, I, 198). Süleyman Essop Dangor, Ebû Süfyân hakkında bilgi veren bazı tarihçilerin ona karşı düşmanca davrandıklarını ve objektif bilgi vermediklerini söyler (el-Ǿİlm, s. 60). Ebû Süfyân’ın ilerlemiş yaşına rağmen Suriye’deki fetihlere katılması, Yermük’te müslüman askerleri cesaretlendirmesi onun aleyhindeki iddiaların kasıtlı olduğunu göstermeye yeterlidir. Ayrıca Sünnî kaynaklarının, İslâmiyet’i gönülden benimsemeyen bir kişinin daha sonra samimi bir müslüman olduğunu kaydetmeleri de mümkün görünmemektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
Wensinck, el-MuǾcem, VIII, 105; Buhârî, “Bedǿü’l-vahy”, 6; Vâkıdî, el-Megāzî, bk. İndeks; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 147, 264, 295, 417; II, 50, 60, 67, 75-77, 93-94, 214, 215, 395-397, 400, 402-403, 443, 492-493, ayrıca bk. İndeks; İbn Sa‘d, et-Tabakat, VIII, 44, 99, 236; Zübeyrî, Nesebü Kureyş, s. 121-122; Câhiz, el-ǾOsmâniyye (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1374/1955, s. 60, 71, 72, ayrıca bk. İndeks; İbn Kuteybe, el-MaǾârif (Ukkâşe), s. 342, 575, 586; Belâzürî, Ensâb, IV/I, s. 1 vd.; a.mlf., Fütûh (Fayda), s. 84, 150, ayrıca bk. İndeks; Taberî, Târîħ (de Goeje), I, 1345 vd., 1364, 1418, 1437 vd., 1458, 1533, 1633, 1827, 2101; İbn Hazm, Cemhere, s. 274; İbn Abdülber, el-İstîǾâb, II, 183-184; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-gābe, III, 12-13; İbn Hudeyde, el-Misbâhu’l-mudiy (nşr. M. Azîmüddin), Beyrut 1405/1985, I, 108-109; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, II, 105-107; a.mlf., Târîhu’l-İslâm: ǾAhdü’l-hulefâǿi’r-râşidîn, s. 368-370; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 178-180; a.mlf., Tehzîbü’t-Tehzîb, IV, 411-412; L. Caetani, İslâm Tarihi (trc. Hüseyin Cahid), İstanbul 1924-27, VII, 43, 103; Yahyâ Muhammed el-Hârisî, Ebû Süfyân b. Harb fi’l-Câhiliyye ve’l-İslâm, Cîzân 1973; Ali Sâmî en-Neşşâr, Neşǿetü’l-fikri’l-felsefî fi’l-İslâm, Kahire 1977, I, 198; II, 31; Muhammed Hıdır Hüseyin, Nakzu kitâb fi’ş-şiǾri’l-câhilî (nşr. Ali Rızâ et-Tunûsî), [baskı yeri yok] 1977 (Dâru Hassân), s. 151-153; Bedrân, Tehzîbü Târîhi Dımaşk, Beyrut 1379/1979, VI, 390-409; M. Mustafa el-A‘zamî, Küttâbü’n-nebî, Riyad 1401/1981, s. 39; Mustafa Fayda, İslâmiyet’in Güney Arabistan’a Yayılışı, Ankara 1982, s. 30, 64; Abbâs el-Kummî, el-Künâ ve’l-elkāb, Beyrut 1403/1983, I, 88-93; Muhammed Câsim el-Meşhedânî, Mevâridü’l-Belâzürî, Mekke 1986, I, 197-198; Süleyman Essop Dangor, “Abu Sufyan: Study of the Sources”, el-Ǿİlm, IX, Westville 1409/1989, s. 54-60; W. Montgomery Watt, “Abu Sufyan b. Harb”, EI² (İng.), I, 155-156.
Diyanet İslam Ansiklopedisi, Ebu Sufyan B. Harp Maddesinden alıntıdır.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

İslam davetinin ilk yıllarıydı... İmanın ulvi mesajını alanlar birer birer cehalet zincirini kırarak Kur’ân kalesine giriyor, dünya-ahiret saadetine erme bahtiyar­lığına sahip oluyorlardı. Ebû Seleme, beraberinde Ebû Ubeyde bin Hâris, Erkam bin Ebi’l-Erkam ve Osman bin Maz’un olduğu hâlde Peygamberimizin ya­nına vardılar. Niyetleri, Peygamberimizi dinlemek ve onun nurlu halkasına gir­mekti. Peygamberimiz, kendilerine İslam’ın esaslarını anlattı, bir miktar da Kur’ân okudu. Neticede kalplerine hidayet güneşi doğan bu gönüldaşlar hemen iman edip ilk safa katıldılar.[1]
Hz. Ebû Seleme’nin (r.a.) esas ismi “Abdullah bin Abdülesed” idi. “Seleme” adın­da bir oğlu vardı. Bundan dolayı kendisine “Seleme’nin babası” manasında “Ebû Seleme” denildi. Peygamberimizin yakın akrabasıydı, halası Berre’nin oğluydu. Ayrıca Hz. Ebû Seleme, Peygamberimizin süt kardeşiydi. Süveybe Hâtun’dan o da emmişti.
İmanı uğrunda bütün zorluklara göğüs geren Hz. Ebû Seleme’nin hayatı hep mücadele ve mücahede içinde geçti. Müşriklerin zulüm ve baskısı artınca Ha­beşistan’a hicret başladığında, Ebû Seleme, hanımı Ümmü Seleme (Hind) ile birlikte hicret kervanına katıldı. Uzun müddet orada yaşadılar. Çocuklarının dördü de Habeşistan’da doğmuştu. Sonunda muhacirler tekrar Mekke’ye dön­düler. Hz. Ebû Seleme, Mekke’ye geldikten sonra yine müşriklerin zulmüne uğ­radı. Bunun üzerine Peygamberimiz, kendisinin Medine’ye hicret etmesini tav­siye etti.
Hz. Ebû Seleme yola çıkacağı sırada ailesini de beraberinde götürmek istedi. Oğlu Seleme ile hanımını ayrı bir deveye bindirerek Medine yolunu tuttular. Giderken hanımının akrabasından bazı adamlar karşılarına çıktı. Hz. Ümmü Seleme’yi başka şehre götürmesine müsaade etmediler ve elinden aldılar. Hz. Ebû Seleme, melül ve mahzun bir şekilde yalnız olarak yola devam etti. Çile ve ıstırapla geçen bir yıllık aradan sonra Ümmü Seleme de Medine’ye hicret etti. Böy­lece aile yeniden bir araya geldi.[2]
Hz. Ebû Seleme ilk muhacirlerdendi. Hicret’i müteakip Peygamberimiz, ken­disini Ensar’dan Sa’d bin Heyseme (r.a.) ile kardeş ilan etti.[3]Hz. Ebû Seleme, İslam ve Kur’ân hizmetine Medine’de devam etti. Kendisi okur-yazar sahabiler içinde yer alıyordu. Böylece, İslamiyet’e hem kılıcı hem de kalemiyle hizmet ediyordu. “Hilye” müellifi Ebû Nuaym, Hz. Ebû Seleme’yi Suffe Ashâbı arasında saymaktadır.[4]Hz. Ebû Seleme okuma-yazma bildiği için sahabilere okuma ve yazma dersleri veriyordu.
Peygamber Efendimiz, Hz. Ebû Seleme’yi çok severdi. Ona ayrı bir yakınlık gösterirdi. Bir keresinde Hz. Ebû Seleme’yi yerine vekil olarak Medine’de bı­rakmıştı. O zaman Peygamberimiz Uşeyre Gazası’na çıkmıştı. Bu gaza, Hicret’ten 16 ay sonra meydan geldi.[5]
Hz. Ebû Seleme, Bedir ve Uhud Savaşlarına iştirak eden mücahitlerle birlik­teydi. Uhud Savaşı’nın kızıştığı bir sırada Ebû Usâme el-Cüşenî tarafından uzun ve yassı bir demirle pazusundan yaralandı. Savaşı müteakip Peygamberimiz, müşrikleri takip etti. “Hamrâü’l-Esed” adıyla anılan bu sefere katılanların—başta Peygamberimiz olmak üzere—hepsi yaralıydı. Peygamberimizin bu seferini duyan Hz. Ebû Seleme, merkebine binerek yolda İslam ordusuna katıldı. Ru­hundaki cihat aşkı onu yerinde durduramamıştı. Peygamberimiz seferdeyken kendisinin yaralı dahi olsa geride kalması mümkün müydü? Sefer bitip ordu Medine’ye dönünce, Hz. Ebû Seleme de evine geldi. Bir ay kadar yarasının teda­visiyle meşgul oldu ve iyileşti.[6]
Fakat bu defa ayrı bir hizmetin ucu görünmüştü. Necid bölgesinde bulunan Katan havalisinin sakinleri olan Esedoğulları, etraf kabileleri de kışkırtarak, on­ları Peygamberimizle muharebeye teşvik ediyorlardı. Bu durumu haber alan Peygamberimiz, Hz. Ebû Seleme’yi çağırarak kendisine bir sancak teslim etti ve şöyle buyurdu:
“Seni kumandan tayin ediyorum. Şu askerî birliği götür. Esedoğulları gelip sana kavuşmadan onların yurduna gir ve üzerlerine yürü. Baskın yap, mallarına el koy!”
Devamında Peygamberimiz ona, Allah’ın emirlerine aykırı bir hareket­te bulunmamasını ve idaresindeki askere iyi davranmasını tavsiye etti.
Ebû Seleme’nin 150 kişilik ordusunda Ebû Ubeyde bin Cerrah ve Sa’d bin Ebû Vakkas (r.a.) gibi sahabilerin ileri gelenleri de bulunuyordu. Hepsi de Ensar ve Muhacilerdendi. Ordu, ıssız ve sapa yollardan giderek Esedoğullarının toplandıkları subaşlarından birisi olan Katan’a yaklaştılar. Orada bulunanları hayvanlarıyla birlikte ele geçirdiler. Ellerinden kaçıp kurtulanlar koşarak, kala­balık bir İslam ordusunun geldiğini haber verdiler.
Daha sonra Katan’a gelince orada bir kavimle karşılaştılar. Hz. Ebû Seleme onları sabahın karanlığında kuşattı. Askerlerine dikkatli olmalarını, kimseyi kaçırmamalarını tembih ettikten sonra hücuma geçti. İslam mücahitlerinin gel­diğini gören Esedoğulları darmadağın oldular. Hz. Ebû Seleme onları bir müd­det takip etti.
Kavim dağıldıktan sonra Ebû Seleme, karargâhını Katan suyunun başına kur­du. Etrafa yayılan İslam askerleri çok miktarda deve ve koyun toplayarak ka­rargâha getirdiler. Beraberinde ganimetlerle Medine’ye dönen Hz. Ebû Seleme, Peygamberimizin tav­siyesine uymuş, verilen vazifeyi hakkıyla yerine getir­mişti. Bu sefer, Hicret’in 4. senesi Muharrem ayında vuku bulmuştu.[7]
Bu seferden dönüşünde Hz. Ebû Seleme’nin Uhud’da aldığı yara açıldı. Neti­cede yatağa düştü. Beş ay sonra, cemaziyelevvel ayının sonunda vefat etti.
Hz. Ebû Seleme vefat ettiğinde gözleri açık kalmıştı. Hanımı Hz. Ümmü Se­le­me’nin anlattığına göre, Peygamberimiz geldi, fedakâr sahabisinin yanına oturdu, göz­lerini kapadı. Daha sonra şöyle buyurdu:
“Şüphesiz, ruh çıktığı za­man göz onu takip eder.”
O sırada Hz. Ebû Seleme’nin aile efradından bazıları feryat edip ağlamaya başladılar. Kadınların ağıt yakmalarını hoş karşılamayan Resûl-i Ekrem Efen­dimiz, “Siz kendiniz için iyilikten başka bir şey istemeyin. Çünkü melekler söy­lediklerinize ‘Âmin.’ derler” buyurarak ikaz etti. Daha sonra şu duada bulun­du:
“Allah’ım, Ebû Seleme’yi affet. Derecesini hidayete erenler arasında yükselt. Onun arkasında kalanları için de Sen ona halef ol. Bizi de, onu da mağfiret bu­yur. Ey Âlemlerin Rabb’i, [Ebû Seleme’nin] kabrini genişlet ve orada onun nu­runu çoğalt.”[8]
Kocası vefat edince Hz. Ümmü Seleme dul kaldı. İddetini bekliyordu. Bir ka­dının başka bir erkekle evlenebilmesi için, hamileyse doğum yapıncaya kadar, değilse dört ay 10 gün beklemesi gerekiyordu.
Hz. Ümmü Seleme “müminlerin annesi” olma şerefine nail olacaktı. Bir sahabi kadın için en büyük saadet, Re­sû­lul­lah’a zevce olmaktı. Bunun nasıl ger­çekleştiğini Hz. Ümmü Seleme’nin kendisi şöyle anlatır:
Hz. Ebû Seleme bir gün Re­sû­lul­lah’ın meclisinde bulunmuştu. Eve geldiğin­de çok sevinçliydi. Re­sû­lul­lah’tan bir söz işittiğini ve çok sevindiğini ifade ettik­ten sonra şu hadisi nakletti:
“Müslümanlardan herhangi birisi bir musibete uğrar da, ‘İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn.’ der, sonra da, ‘Allah’ım, bu uğradığım musibetin mükâfatını ihsan et ve beni ondan daha hayırlısına kavuştur.’ diye dua ederse, muhakkak Allah onun duasını kabul eder.”
Bu duayı Ebû Seleme’den ezberledim. Ebû Seleme vefat edince bu duayı okudum: “Allah’ım, uğradığım bu felaketin mükâfatını ihsan et. Beni Ebû Sele­me’den daha hayırlısına nail eyle!” Bu şekilde Allah’a yalvardım. Sonra kendi kendime, “Ebû Seleme’den daha hayırlısı kim olabilir?” diye düşünmeye başla­dım. İddetim bittikten sonra Re­sû­lul­lah’ın beni istetmesi üzerine duamın kabul edildiğini anladım.[9](Meselenin de­vamı için “Ümmü Seleme” maddesine bakı­nız.)

____________________________________

[1]Üsdü’l-Gàbe, 5: 218.
[2]Üsdü’l-Gàbe, 5: 588.
[3]Tabakât, 3: 239.
[4]Hilyetü’l-Evliyâ, 2: 3.
[5]Tabakât, 2: 9.
[6]age., 3: 240.
[7]age., 2: 50.
[8]Müslim, Cenâiz: 7.
[9]Müsned, 4: 27-28.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget