Mükatebin Satılması
5. Mükatebin Satılması
2330. İmâm-ı Mâlik der ki: Bir kişinin mükatebini satın alan adam hakkında duyduğumun en güzeli şudur: Bu mükatebin efendisi dinar veya dirhem karşılığı mükatebe anlaşması yapmışsa onu satamaz. Şayet herhangi bir ticari eşya karşılığında peşin olarak mükatebe anlaşması yapmışsa (bedelini henüz almamışsa) satabilir. Çünkü peşin değil de veresiye anlaşma yapmışlarsa borcu, borç karşılığında satmak olur ki borcun borç karşılığında satılması yasak edilmiştir.
2331. İmâm-ı Mâlik der ki: Efendisi, mükateble deve, sığır, koyun ve köle gibi bir ticari mal karşılığında peşin olarak mükatebe anlaşması yapsa, bu mükatebi müşteri altın veya gümüş veya yukarıda sayılan ticari eşyaların dışında bir eşya ile satın alabilir.
2332. İmâm-ı Mâlik der ki: Mükateb hakkında duyduğumun en güzeli şudur: Mükateb satılacaksa, peşin olarak satış bedelini efendisine ödeyecek gücü de varsa, satın alacak olan müşteriden kendisini satın alması azat olmak demektir. Azat olmak ise diğer vecibeler arasında önde gelir. Mükateble, mükatebe anlaşması yapan ortaklardan biri mükatebin yarısı veya üçte biri veya dörtte biri ya da mükatebdeki herhangi bir hissesini satsa, mükatebin satılan bu hissede şüfâ hakkı yoktur. Çünkü bu hisseyi almakla, o hissede kesin olarak hürriyetine kavuşma akdi yapmış olur. Mükateb bu anlaşmayı ortakların izni olmadan yapamaz. Çünkü satılan hisse ile mükateb tam bir dokunulmazlık kazanmaz. Malı haczedilmiştir. Kendisinin bir hissesini satın almasıyla müh harcanacağı için mükatebe anlaşmasının gereklerini yerine getiremeyeceğinden korkulur. Mükatebin hisselerden birini alması, tamamını satın almaya benzemez. Ancak geri kalan kitabet anlaşması yapan efendiler izin verirlerse satılan hisseyi öncelikle alabilir.
2333. İmâm-ı Mâlik der ki: Mükatebin taksitlerinden birini satmak caiz değildir. Çünkü taksit satmakta belirsizlik vardır. Mükateb borcunu ödemekten aciz olursa borcu hükümsüz olur. Mükateb başka kişilere borcu varken ölür veya iflas ederse taksidini satın alan kişi kendi hissesi karşılığında alacaklılar alacaklarını alırken onlarla beraber olup hiçbir şey alamaz. Mükatebin taksitlerinden biri olan kişi efendi mesabesinde olup mükatebin efendisi ise kitabet alacağına karşılık mükatebin diğer alacaklıları ile malını taksime iştirak edemez. Efendinin kölesi üzerinde toplanan haracı da böyledir. Bu haraca karşılık efendi diğer alacaklılarla birlikte mal taksimine iştirak edemez.
2334. İmâm-ı Mâlik der ki: Mükateb, mükatebe borcunu, kitabette yazılı olan mal ve eşyadan değişik ya da aynı mal ve eşya karşılığında peşin veya veresiye satın alması caizdir,
2335. İmâm-ı Mâlik der ki: Mükateb ölüp geride bir ümmü veled cariye ile, bu cariyeden veya başka kadından doğma çocuklar bırakır da bunların da çalışıp kazanabilecek güçleri olmayıp kitabet borçlarını ödeyemiyeceklerinden korkutursa, babalarının ümmü veledi o çocukların annesi olsun veya olmasın, kitabet borçlarının hepsini ödiyebilecek değerde ise satılır, borçları ödenir ve onlar da hürriyetlerine kavuşurlar. Çünkü bu durumda babaları da bu şartlar içerisinde ümmü veledin satılmasına engel olamazdı. Cariyenin bedeli kitabet borçlarını ödemeye kâfi gelmez ve bu cariye ve çocuklar da çalışıp kazanabilecek güce sahip değillerse, hepsi tekrar efendilerine köle olurlar.
2336. İmâm-ı Mâlik der ki: Bir kişi, mükatebin kitabet borcunu efendisinden satın alsa mükateb kitabet borcunu kendisine ödemeden ölse bize göre bu şahıs köleye varis olur. Eğer mükateb, kendisine kitabet borcunu ödeyemez hale gelirse, köle o şahsın olur. Şayet mükateb kitabet borcunu satın alan kişiye ödeyerek hürriyetine kavuşsa, velâsı kitabet anlaşmasını yapan efendisinin olur. Kitabetini satın alan şahsın kölenin velâsında hiçbir hakkı olmaz.
٥ - باب بَيْعِ الْمُكَاتَبِ
٢٣٣٠ - قَالَ مَالِكٌ : إِنَّ أَحْسَنَ مَا سُمِعَ فِي الرَّجُلِ يَشْتَرِي مُكَاتَبَ الرَّجُلِ : أَنَّهُ لاَ يَبِيعُهُ إِذَا كَانَ كَاتَبَهُ بِدَنَانِيرَ أَوْ دَرَاهِمَ، إِلاَّ بِعَرْضٍ مِنَ الْعُرُوضِ يُعَجِّلُهُ وَلاَ يُؤَخِّرُهُ، لأَنَّهُ إِذَا أَخَّرَهُ كَانَ دَيْناً بِدَيْنٍ، وَقَدْ نُهِيَ عَنِ الْكَالِئِ بِالْكَالِئِ.
٢٣٣١ – قَالَ : وَإِنْ كَاتَبَ الْمُكَاتَبَ سَيِّدُهُ بِعَرْضٍ مِنَ الْعُرُوضِ مِنَ الإِبِلِ أَوِ الْبَقَرِ أَوِ الْغَنَمِ أَوِ الرَّقِيقِ، فَإِنَّهُ يَصْلُحُ لِلْمُشْتَرِي أَنْ يَشْتَرِيَهُ بِذَهَبٍ أَوْ فِضَّةٍ أَوْ عَرْضٍ مُخَالِفٍ لِلْعُرُوضِ الَّتِي كَاتَبَهُ سَيِّدُهُ عَلَيْهَا، يُعَجِّلُ ذَلِكَ وَلاَ يُؤَخِّرُهُ.
٢٣٣٢ - قَالَ مَالِكٌ : أَحْسَنُ مَا سَمِعْتُ فِي الْمُكَاتَبِ : أَنَّهُ إِذَا بِيعَ كَانَ أَحَقَّ بِاشْتِرَاءِ كِتَابَتِهِ مِمَّنِ اشْتَرَاهَا، إِذَا قَوِيَ أَنْ يُؤَدِّيَ إِلَى سَيِّدِهِ الثَّمَنَ الَّذِي بَاعَهُ بِهِ نَقْداً, وَذَلِكَ أَنَّ اشْتِرَاءَهُ نَفْسَهُ عَتَاقَةٌ، وَالْعَتَاقَةُ تُبَدَّأُ عَلَى مَا كَانَ مَعَهَا مِنَ الْوَصَايَا، وَإِنْ بَاعَ بَعْضُ مَنْ كَاتَبَ الْمُكَاتَبَ نَصِيبَهُ مِنْهُ، فَبَاعَ نِصْفَ الْمُكَاتَبِ أَوْ ثُلُثَهُ أَوْ رُبُعَهُ أَوْ سَهْماً مِنْ أَسْهُمِ الْمُكَاتَبِ، فَلَيْسَ لِلْمُكَاتَبِ فِيمَا بِيعَ مِنْهُ شُفْعَةٌ، وَذَلِكَ أَنَّهُ يَصِيرُ بِمَنْزِلَةِ الْقَطَاعَةِ، وَلَيْسَ لَهُ أَنْ يُقَاطِعَ بَعْضَ مَنْ كَاتَبَهُ إِلاَّ بِإِذْنِ شُرَكَائِهِ، وَأَنَّ مَا بِيعَ مِنْهُ لَيْسَتْ لَهُ بِهِ حُرْمَةٌ تَامَّةٌ، وَأَنَّ مَالَهُ مَحْجُورٌ عَنْهُ، وَأَنَّ اشْتِرَاءَهُ بَعْضَهُ يُخَافُ عَلَيْهِ مِنْهُ الْعَجْزُ لِمَا يَذْهَبُ مِنْ مَالِهِ، وَلَيْسَ ذَلِكَ بِمَنْزِلَةِ اشْتِرَاءِ الْمُكَاتَبِ نَفْسَهُ كَامِلاً, إِلاَّ أَنْ يَأْذَنَ لَهُ مَنْ بَقِيَ لَهُ فِيهِ كِتَابَةٌ، فَإِنْ أَذِنُوا لَهُ كَانَ أَحَقَّ بِمَا بِيعَ مِنْهُ.
٢٣٣٣ - قَالَ مَالِكٌ : لاَ يَحِلُّ بَيْعُ نَجْمٍ مِنْ نُجُومِ الْمُكَاتَبِ، وَذَلِكَ أَنَّهُ غَرَرٌ، إِنْ عَجَزَ الْمُكَاتَبُ بَطَلَ مَا عَلَيْهِ، وَإِنْ مَاتَ أَوْ أَفْلَسَ وَعَلَيْهِ دُيُونٌ لِلنَّاسِ، لَمْ يَأْخُذِ الَّذِي اشْتَرَى نَجْمَهُ بِحِصَّتِهِ مَعَ غُرَمَائِهِ شَيْئاً، وَإِنَّمَا الَّذِي اشْتَرَى نَجْماً مِنْ نُجُومِ الْمُكَاتَبِ، بِمَنْزِلَةِ سَيِّدِ الْمُكَاتَبِ، فَسَيِّدُ الْمُكَاتَبِ لاَ يُحَاصُّ بِكِتَابَةِ غُلاَمِهِ غُرَمَاءَ الْمُكَاتَبِ، وَكَذَلِكَ الْخَرَاجُ أَيْضاً يَجْتَمِعُ لَهُ عَلَى غُلاَمِهِ، فَلاَ يُحَاصُّ بِمَا اجْتَمَعَ لَهُ مِنَ الْخَرَاجِ غُرَمَاءَ غُلاَمِهِ.
٢٣٣٤ - قَالَ مَالِكٌ : لاَ بَأْسَ بِأَنْ يَشْتَرِىَ الْمُكَاتَبُ كِتَابَتَهُ بِعَيْنٍ أَوْ عَرْضٍ مُخَالِفٍ لِمَا كُوتِبَ بِهِ مِنَ الْعَيْنِ أَوِ الْعَرْضِ أَوْ غَيْرِ مُخَالِفٍ، مُعَجَّلٍ أَوْ مُؤَخَّرٍ.
٢٣٣٥ - قَالَ مَالِكٌ فِي الْمُكَاتَبِ يَهْلِكُ وَيَتْرُكُ أُمَّ وَلَدٍ وَوَلَداً لَهُ صِغَاراً مِنْهَا، أَوْ مِنْ غَيْرِهَا، فَلاَ يَقْوَوْنَ عَلَى السَّعْيِ، وَيُخَافُ عَلَيْهِمُ الْعَجْزُ عَنْ كِتَابَتِهِمْ، قَالَ : تُبَاعُ أُمُّ وَلَدِ أَبِيهِمْ إِذَا كَانَ فِي ثَمَنِهَا مَا يُؤَدَّى بِهِ عَنْهُمْ جَمِيعُ كِتَابَتِهِمْ، أُمَّهُمْ كَانَتْ أَوْ غَيْرَ أُمِّهِمْ، يُؤَدَّى عَنْهُمْ وَيَعْتِقُونَ، لأَنَّ أَبَاهُمْ كَانَ لاَ يَمْنَعُ بَيْعَهَا إِذَا خَافَ الْعَجْزَ عَنْ كِتَابَتِهِ، فَهَؤُلاَءِ إِذَا خِيفَ عَلَيْهِمُ الْعَجْزُ، بِيعَتْ أُمُّ وَلَدِ أَبِيهِمْ، فَيُؤَدَّى عَنْهُمْ ثَمَنُهَا, فَإِنْ لَمْ يَكُنْ فِي ثَمَنِهَا مَا يُؤَدَّى عَنْهُمْ، وَلَمْ تَقْوَ هِيَ وَلاَ هُمْ عَلَى السَّعْي، رَجَعُوا جَمِيعاً رَقِيقاً لِسَيِّدِهِمْ.
٢٣٣٦ - قَالَ مَالِكٌ : الأَمْرُ عِنْدَنَا فِي الَّذِي يَبْتَاعُ كِتَابَةَ الْمُكَاتَبِ، ثُمَّ يَهْلِكُ الْمُكَاتَبُ قَبْلَ أَنْ يُؤَدِّيَ كِتَابَتَهُ : أَنَّهُ يَرِثُهُ الَّذِي اشْتَرَى كِتَابَتَهُ، وَإِنْ عَجَزَ فَلَهُ رَقَبَتُهُ، وَإِنْ أَدَّى الْمُكَاتَبُ كِتَابَتَهُ إِلَى الَّذِي اشْتَرَاهَا وَعَتَقَ، فَوَلاَؤُهُ لِلَّذِي عَقَدَ كِتَابَتَهُ، لَيْسَ لِلَّذِى اشْتَرَى كِتَابَتَهُ مِنْ وَلاَئِهِ شَيْءٌ.