Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

 4. Bâb - Allah'ın, Peygamberine, Ağaçların, Hayvanların ve Cinlerin Kendisine İmân Etmeleri Nevinden İkram Ettiği Şeyler

16. Bize Muhammed b. Tarif haber verip (dedi ki) bize Muhammed b. Fudayl rivâyet edip (dedi ki) bize Ebu Hayyân, Atâ'dan, (o da) ibn Ömer'den (naklen) rivâyet etti (ki İbn Ömer) şöyle dedi: Bir yolculukda biz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber idik. Derken bir bedevi geldi. Kendisine yaklaşınca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona; "Nereye gidiyorsun?" buyurdu. "Aileme!" dedi. Buyurdu ki: "Bir hayır (elde etmek) ister misin?". "Nedir o?" dedi. Buyurdu ki; "Tek olan, hiçbir ortağı olmayan Allah'dan başka hiçbir tanrı olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet edeceksin!" (Adam) "Dediğine kim şehâdet eder?" dedi. "Şudikenli ağaç (şehâdet eder!)" buyurdu. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o (ağacı) çağırdı. O, vadinin kenarında bulunuyordu. Hemen yeri yara yara geldi. Nihayet onun (yani Hazret-i Peygamber'in huzuruna dikildi. O da ondan üç defa şehâdet getirmesini istedi. Bunun üzerine o, onun buyurduğu gibi olduğuna üç defa şehâdet getirdi. Sonra biteğine (bulunduğu yere) döndü. (O zaman) bedevi; "Eğer bana uyarlarsa onları sana getiririm. Aksi takdirde ben döner, seninle kalırım." diyerek kabilesinin yanına döndü.

17. Bize Ubeydullah b. Mûsa, İsmail b. Abdilmelik'den, (o) Ebu'z -Zubeyr'den, (o da) Câbir'den (naklen) haber verdi (ki Câbir) şöyle dedi: Bir yolculuğa Hazret-i Peygamber’le (sallallahü aleyhi ve sellem) beraber çıktım. O, uzaklaşıp görülmeyeceği (bir yere kadar gitmedikçe) def-i hacete çıkmazdı. (Yolculukda bir müddet) sonra, ne bir ağacın ne de bir tepenin bulunmadığı çöl bir yerde konakladık. (Hazret-i Peygamber); "Câbir, buyurdu, su kabına biraz su koy da gidelim. " Bunun üzerine (su kabını alıp) görülmeyecek kadar (uzağa) gittik. Bir de ne göreyim! O, aralarında dört arşındık bir mesafe) bulunan iki ağaçla karşı karşıya. O zaman buyurdu ki; "Câbir! Şu ağaca git ve "Sana; "Arkadaşına bitiş ki arkanızda (def-i hacet için) oturayım!" diyor." de. (Ben de gidip söyledim).

O da ona (yani yakınındaki ağaca) dönüp (onunla birleşti). Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) arkalarına oturdu. Ondan sonra (o iki ağaç tekrar) yerlerine döndüler. Daha sonra, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bineklerimize binip (yola koyulduk). Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) aramızda idi. (Bunun için) sanki üzerimizde bizi gölgelendiren kuşlar vardı. Derken, beraberinde bir çocuğu olan bir kadın onun karşısına çıktı ve şöyle dedi: "Ya Resûlüllah! Şu çocuğumu şeytan her gün üç defa yakalıyor!". (Câbir) dedi ki; bunun üzerine (Resûlüllah) çocuğu aldı ve onu kendisi ile semer kaşının önü arasına koydu. Sonra şöyle buyurdu: "Defol! Allah'ın düşmanı! Ben Allah'ın elçisiyim (sallallahü aleyhi ve sellem).

Defol! Allah'ın düşmanı! Ben Allah'ın elçisiyim (sallallahü aleyhi ve sellem)." (Bunu) üç defa söyledi. Ardından o (çocuğu) ona (yani annesine) geri verdi. Yolculuğumuzu bitirdiğimizde (yine) bu yere uğradık. O kadın, yanında, sürmekte olduğu iki koç olduğu halde, çocuğu ile beraber karşımıza çıktı ve şöyle dedi: "Ya Resûlüllah! Hediyemi benden kabul buyur! Seni hakk ile gönderen (Allah'a) yemin olsun ki (şeytan) ondan sonra (hâlâ) ona dönmedi (musallat olmadı)". Bunun üzerine (Resûlüllah); "Ondan birini alın, diğerini ona geri verin!" buyurdu. (Câbir) dedi ki, sonra, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) aramızda olduğu halde (tekrar) yola koyulduk. Sanki üzerimizde bizi gölgelendiren kuşlar vardı. (Giderken) bir de ne görelim! Kaçan bir deve. Nihayet iki cemâat arasında kaldığında, eğilerek (secde ederek) yere kapandı. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (bineğinden inip) oturdu ve, Şu insanları bana toplayın! (veya "Ey insanlar, gelin!).

"Devenin sahibi kim?" buyurdu. Baktık ki ensardan bir grup genç! (Gelip) şöyle dediler: "O, bizim, ya Resûlüllah!". "Peki, nedir durumu?" buyurdu. Dediler ki; "Yirmi seneden beri onunla su suvardık. Onda biraz yağ oluştu (artik iyi çalışamıyor). Bu sebeple onu kesip hizmetçilerimize dağıtmak istedik. O da bizden (kaçıp) kurtuldu". "Onu bana satınız!" buyurdu. "Yo, hayır, o senin olsun, ya Resûlüllah!" dediler. "Eğer hayır (deyip satmıyorsanız) o zaman, eceli gelinceye kadar ona iyi muamele yapınız," buyurdu. Bu esnada müslümanlar; "Ya Resûlüllah, dediler, sana secde etmeye biz hayvanlardan daha müstehakkız!'. (Bunun üzerine) şöyle buyurdu: "Bir şeyin bir şeye secde etmesi lâyık (caiz) olmaz. Şayet bu (caiz) olsaydı, kadınların kocalarına (secde etmesi caiz) olurdu."

18. Bize Yala rivâyet edip (dedi ki) bize Eclah, ez -Zeyyâl b. Harmele'den, (o da) Câbir b. Abdillah'dan (naklen) rivâyet etti (ki Câbir) şöyle dedi: Biz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber geldik ve, Neccâroğulları (Yurdu'ndaki) bir bahçeye vardık. Bir de ne görelim! Bir deve, bahçeye giren herkese hücum ediyor. Bunu Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdiler. Bunun üzerine o, yanına gelip onu çağırdı. O da, dudağım yere koyarak gelip onun önünde çöktü. (Hazret-i Peygamber); "Bir yular getirin!" buyurdu. (Yuları getirdiler). O da onu yularlayıp sahibine verdi. Sonra döndü ve şöyle buyurdu: 'Yerle gök arasında, cinlerin ve insanların âsîleri hariç, hiç bir şey yoktur ki benim, Allah'ın elçisi olduğumu bilip tasdik etmiş olmasın!"

19. Bize el -Haccac b. Minhâl haber verip (dedi ki) bize Hammâd b. Seleme, Ferkad es -Sebehî'den, (o) Said b. Cübeyr'den, (o da) İbn Abbâs'dan (naklen) rivâyet etti ki bir kadın bir çocuğuyla Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), geldi ve şöyle dedi: "Ya Resûlüllah! Oğlumda bir delilik (sara) var. O, sabah ve akşam yemeklerimiz esnasında onu yakalıyor. Bu sebeple o bize sıkıntı vermektedir, (bir dua buyursanız!)". Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dua ederek onun göğsünü sıvazladı. Bunun sonucu (çocuk) adamakıllı kustu ve içinden, siyah köpek eniğine benzer (bir şey) çıktı. Ardından (çocuk şifa bulup) yürüdü gitti.

20. Bize Muhammed b. Saîd rivâyet edip (dedi ki) bize Yahya b. Ebi Bukeyr el Abdi, İbrahim b. Tahmân'dan, (o) Simâk'dan, (o da) Câbir b. Semure'den (naklen) haber verdi (ki Câbir) şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Şüphe yok ki ben Mekke'de bir taş tanırım, o, peygamber olarak gönderilmemden önce bana selâm verirdi. Muhakkak ki ben onu şimdi (de) tanıyorum!"

21. Bize Ferve rivâyet edip (dedi ki) bize el -velîd b. Ebî Sevr el -Hemdâni, İsmail es -Süddi'den, (o) Abbâd Ebû Yezîd'den, (o da) Ali b. Ebi Tâlib'den (naklen) rivâyet etti (ki Ali) şöyle dedi: Mekke'de Hazret-i Peygamber'le (sallallahü aleyhi ve sellem) beraber idik. (Bir gün) onunla birlikte (Mekke'nin) bazı taraflarına çıktık. Dağlarla ağaçların arasından geçtik. (Bu gezimizde) ne bir ağaca, ne de bir dağa rastlamadık ki: "es -Selâmu Aleyke ya Resûlüllah: Selâm üzerine olsun ey Allah'ın Elçisi!" demiş olmasın.

22. Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki) bize Süfyân, el -A'meş'den (o) Şimr b. Atıyye'den, (o da) Muzeyne'li veya Cuheyne'li bir adamdan (naklen) rivâyet etti (ki bu adam) şöyle demiş: (Bir gün) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sabah namazını kıldırmıştı. Sonra ne görsek! O, kurtların oturuşu gibi, oturakları üzerine oturmuş yüz kurdun yakınında! Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara (yani ashabına); "Onlara yemeğinizden az bir şey verir ve (böylece) bunun dışındaki hususlarda emniyet içinde kalırsınız!" buyurdu. Onlar da Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ihtiyaçlarını (ihtiyaç içinde olduklarını) ilettiler. (O zaman Resûlüllah); "Onlara (bunu) bildiriniz!" buyurdu. (Râvi) dedi ki; onlar da (bunu) onlara bedirdiler. Bunun üzerine onlar (yani kurtlar) da uluya uluya çıkıp (gittiler).

23. Bize îshak b. İbrahim haber verip (dedi ki) bize Ebû Muâviye rivâyet edip (dedi ki) bize el -A'meş, Ebû Süfyân'dan, (o da) Enes b. Mâlik'den (naklen) rivâyet etti (ki Enes) şöyle dedi: Cebrail, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), Kureyş'li Mekkelilerin yaptıkları (eziyetlerden) kana bulanmış olduğu bir halde, mahzun otururken gelmiş. Cebrail; "Ya Resûlüllah, demiş, sana bir âyet (harikulade olay, peygamberliğine bir delil) göstermemi arzu eder misin?". "Evet" buyurmuştur. Bunun üzerine arkasındaki bir ağaca bakmış ve; "Çağır onu!" demiş. O da onu çağırmış. (Ağaç) da gelmiş, huzurunda dikilmiş. O zaman; "Ona emret de geri dönsün!" demiş. O da emretmiş ve (ağaç yerine) dönmüş. Bunun üzerine Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) "(Bu) bana yeter, bana yeter!" buyurmuştur.

24. Bize İshak b. İbrahim haber verip (dedi ki) bize Cerir ve Ebû Muâviye, el -A'meş'den, (o) Ebû Zabyân'dan, (o da) İbn Abbâs'dan (naklen) rivâyet etti (ki İbn Abbâs) şöyle dedi: Amiroğullarından bir adam Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ona; "Sana bir âyet (harikulade olay, peygamberliğime bir delil) göstereyim mi?" buyurdu. (O da) "Evet!" dedi. (Bunun üzerine Hazret-i Peygamber ona); "Git, şu hurma ağacını çağır!" dedi. O da çağırdı. (Hurma ağacı) da sıçraya sıçraya önüne geldi. (Amirli adam); "Ona söyleyin, (yerine) dönsün." dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona; "Dön!" buyurdu. O da döndü, nihayet yerine vardı. Bunun üzerine (Amirli adam) şöyle demiş: "Ey Amiroğulları! Bugünkü gibi, kendisinden daha sihirbaz hiçbir adam görmedim!"

٤- باب مَا أَكْرَمَ اللَّهُ بِهِ نَبِيَّهُ -صلّى اللّه عليه وسلّم- مِنْ إِيمَانِ الشَّجَرِ بِهِ وَالْبَهَائِمِ وَالْجِنِّ

١٦ - أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ طَرِيفٍ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ فُضَيْلٍ حَدَّثَنَا أَبُو حَيَّانَ عَنْ عَطَاءٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ : كُنَّا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فِى سَفَرٍ فَأَقْبَلَ أَعْرَابِىٌّ ، فَلَمَّا دَنَا مِنْهُ قَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- :( أَيْنَ تُرِيدُ؟ ). قَالَ : إِلَى أَهْلِى. قَالَ :( هَلْ لَكَ فِى خَيْرٍ؟ ). قَالَ : وَمَا هُوَ؟ قَالَ :( تَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ ، وَأَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ ). فَقَالَ : وَمَنْ يَشْهَدُ عَلَى مَا تَقُولُ ؟ قَالَ :( هَذِهِ السَّلَمَةُ ). فَدَعَاهَا رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- وَهِىَ بِشَاطِئِ الْوَادِى ، فَأَقْبَلَتْ تُخُدُّ الأَرْضَ خَدًّا حَتَّى قَامَتْ بَيْنَ يَدَيْهِ ، فَاسْتَشْهَدَهَا ثَلاَثاً فَشَهِدَتْ ثَلاَثاً أَنَّهُ كَمَا قَالَ ، ثُمَّ رَجَعَتْ إِلَى مَنْبَتِهَا ، وَرَجَعَ الأَعْرَابِىُّ إِلَى قَوْمِهِ ، وَقَالَ : إِنِ اتَّبَعُونِى أَتَيْتُكَ بِهِمْ ، وَإِلاَّ رَجَعْتُ فَكُنْتُ مَعَكَ.

١٧ - أَخْبَرَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ مُوسَى عَنْ إِسْمَاعِيلَ بْنِ عَبْدِ الْمَلِكِ عَنْ أَبِى الزُّبَيْرِ عَنْ جَابِرٍ قَالَ : خَرَجْتُ مَعَ النَّبِىِّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فِى سَفَرٍ ، وَكَانَ لاَ يَأْتِى الْبَرَازَ حَتَّى يَتَغَيَّبَ فَلاَ يُرَى ، فَنَزَلْنَا بِفَلاَةٍ مِنَ الأَرْضِ لَيْسَ فِيهَا شَجَرٌ وَلاَ عَلَمٌ ، فَقَالَ :( يَا جَابِرُ اجْعَلْ فِى إِدَاوَتِكَ مَاءً ثُمَّ انْطَلِقْ بِنَا ). قَالَ : فَانْطَلَقْنَا حَتَّى لاَ نُرَى ، فَإِذَا هُوَ بِشَجَرَتَيْنِ بَيْنَهُمَا أَرْبَعُ أَذْرُعٍ ، فَقَالَ :( يَا جَابِرُ انْطَلِقْ إِلَى هَذِهِ الشَّجَرَةِ فَقُلْ : يَقُلْ لَكِ رَسُولُ اللَّهِ الْحَقِى بِصَاحِبَتِكِ حَتَّى أَجْلِسَ خَلْفَكُمَا ). فَرَجَعَتْ إِلَيْهَا ، فَجَلَسَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- خَلْفَهُمَا ثُمَّ رَجَعَتَا إِلَى مَكَانِهِمَا ، فَرَكِبْنَا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- وَرَسُولُ اللَّهِ بَيْنَنَا كَأَنَّمَا عَلَيْنَا الطَّيْرُ تُظِلُّنَا ، فَعَرَضَتْ لَهُ امْرَأَةٌ مَعَهَا صَبِىٌّ لَهَا فَقَالَتْ : يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ ابْنِى هَذَا يَأْخُذُهُ الشَّيْطَانُ كُلَّ يَوْمٍ ثَلاَثَ مِرَارٍ. قَالَ : فَتَنَاوَلَ الصَّبِىَّ فَجَعَلَهُ بَيْنَهُ وَبَيْنَ مُقَدَّمِ الرَّحْلِ ، ثُمَّ قَالَ :( اخْسَأْ عَدُوَّ اللَّهِ أَنَا رَسُولُ اللَّهِ ، اخْسَأْ عَدُوَّ اللَّهِ أَنَا رَسُولُ اللَّهِ ). ثَلاَثاً ثُمَّ دَفَعَهُ إِلَيْهَا ، فَلَمَّا قَضَيْنَا سَفَرَنَا مَرَرْنَا بِذَلِكَ الْمَكَانِ فَعَرَضَتْ لَنَا الْمَرْأَةُ مَعَهَا صَبِيُّهَا ، وَمَعَهَا كَبْشَانِ تَسُوقُهُمَا فَقَالَتْ : يَا رَسُولَ اللَّهِ اقْبَلْ مِنِّى هَدِيَّتِى ، فَوَالَّذِى بَعَثَكَ بِالْحَقِّ مَا عَادَ إِلَيْهِ بَعْدُ. فَقَالَ :( خُذُوا مِنْهَا وَاحِداً وَرُدُّوا عَلَيْهَا الآخَرَ ). قَالَ : ثُمَّ سِرْنَا وَرَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- بَيْنَنَا كَأَنَّمَا عَلَيْنَا الطَّيْرُ تُظِلُّنَا ، فَإِذَا جَمَلٌ نَادٌّ حَتَّى إِذَا كَانَ بَيْنَ سِمَاطَيْنِ خَرَّ سَاجِداً ، فَجَلَسَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- وَقَالَ عَلَىَّ النَّاسَ :( مَنْ صَاحِبُ الْجَمَلِ؟ ). فَإِذَا فِتْيَةٌ مِنَ الأَنْصَارِ قَالُوا : هُوَ لَنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ. قَالَ :( فَمَا شَأْنُهُ؟ ). قَالُوا : اسْتَنَيْنَا عَلَيْهِ مُنْذُ عِشْرِينَ سَنَةً ، وَكَانَتْ بِهِ شُحَيْمَةٌ فَأَرَدْنَا أَنْ نَنْحَرَهُ فَنُقَسِّمَهُ بَيْنَ غِلْمَانِنَا ، فَانْفَلَتَ مِنَّا. قَالَ :( بِيعُونِيهِ ). قَالُوا : لاَ بَلْ هُوَ لَكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ. قَالَ :( أَمَّا لِى فَأَحْسِنُوا إِلَيْهِ حَتَّى يَأْتِيَهُ أَجَلُهُ ). قَالَ الْمُسْلِمُونَ عِنْدَ ذَلِكَ : يَا رَسُولَ اللَّهِ نَحْنُ أَحَقُّ بِالسُّجُودِ لَكَ مِنَ الْبَهَائِمِ. قَالَ :( لاَ يَنْبَغِى لِشَىْءٍ أَنْ يَسْجُدَ لِشَىْءٍ ، وَلَوْ كَانَ ذَلِكَ كَانَ النِّسَاءُ لأَزْوَاجِهِنَّ ).

١٨ - حَدَّثَنَا يَعْلَى حَدَّثَنَا الأَجْلَحُ عَنِ الذَّيَّالِ بْنِ حَرْمَلَةَ عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ : أَقْبَلْنَا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- حَتَّى دَفَعْنَا إِلَى حَائِطٍ فِى بَنِى النَّجَّارِ ، فَإِذَا فِيهِ جَمَلٌ لاَ يَدْخُلُ الْحَائِطَ أَحَدٌ إِلاَّ شَدَّ عَلَيْهِ ، فَذَكَرُوا ذَلِكَ لِلنَّبِىِّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فَأَتَاهُ فَدَعَاهُ ، فَجَاءَ وَاضِعاً مِشْفَرَهُ فِى الأَرْضِ حَتَّى بَرَكَ بَيْنَ يَدَيْهِ ، فَقَالَ :( هَاتُوا خِطَاماً ). فَخَطَمَهُ وَدَفَعَهُ إِلَى صَاحِبِهِ ، ثُمَّ الْتَفَتَ فَقَالَ :( مَا بَيْنَ السَّمَاءِ إِلَى الأَرْضِ أَحَدٌ إِلاَّ يَعْلَمُ أَنِّى رَسُولُ اللَّهِ إِلاَّ عَاصِىَ الْجِنِّ وَالإِنْسِ ).

١٩ - أَخْبَرَنَا الْحَجَّاجُ بْنُ مِنْهَالٍ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ عَنْ فَرْقَدٍ السَّبَخِىِّ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ : أَنَّ امْرَأَةً جَاءَتْ بِابْنٍ لَهَا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فَقَالَتْ : يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ ابْنِى بِهِ جُنُونٌ ، وَإِنَّهُ يَأْخُذُهُ عِنْدَ غَدَائِنَا وَعَشَائِنَا ، فَيُخَبَّثُ عَلَيْنَا. فَمَسَحَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- صَدْرَهُ وَدَعَا ، فَثَعَّ ثَعَّةً ، وَخَرَجَ مِنْ جَوْفِهِ مِثْلُ الْجِرْوِ الأَسْوَدِ فَسَعَى.

٢٠ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سَعِيدٍ أَخْبَرَنَا يَحْيَى بْنُ أَبِى بُكَيْرٍ الْعَبْدِىُّ عَنْ إِبْرَاهِيمَ بْنِ طَهْمَانَ عَنْ سِمَاكٍ عَنْ جَابِرِ بْنِ سَمُرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- :( إِنِّى لأَعْرِفُ حَجَراً بِمَكَّةَ كَانَ يُسَلِّمُ عَلَىَّ قَبْلَ أَنْ أُبْعَثَ ، إِنِّى لأَعْرِفُهُ الآنَ ).

٢١ - حَدَّثَنَا فَرْوَةُ حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ أَبِى ثَوْرٍ الْهَمْدَانِىُّ عَنْ إِسْمَاعِيلَ السُّدِّىِّ عَنْ عَبَّادِ بْنِ أَبِى يَزِيدَ عَنْ عَلِىِّ بْنِ أَبِى طَالِبٍ قَالَ : كُنَّا مَعَ النَّبِىِّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- بِمَكَّةَ ، فَخَرَجْنَا مَعَهُ فِى بَعْضِ نَوَاحِيهَا ، فَمَرَرْنَا بَيْنَ الْجِبَالِ وَالشَّجَرِ ، فَلَمْ نَمُرَّ بِشَجَرَةٍ وَلاَ جَبَلٍ إِلاَّ قَالَ : السَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ.

٢٢ - أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يُوسُفَ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ شِمْرِ بْنِ عَطِيَّةَ عَنْ رَجُلٍ مِنْ مُزَيْنَةَ أَوْ جُهَيْنَةَ قَالَ : صَلَّى رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- الْفَجْرَ فَإِذَا هُوَ بِقَرِيبٍ مِنْ مِائَةِ ذِئْبٍ قَدْ أَقْعَيْنَ ، وُفُودُ الذِّئَابِ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- :( تَرْضَخُوا لَهُمْ شَيْئاً مِنْ طَعَامِكُمْ وَتَأْمَنُونَ عَلَى مَا سِوَى ذَلِكَ ). فَشَكَوْا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- الْحَاجَةَ قَالَ :( فَآذِنُوهُنَّ ). قَالَ : فَآذَنُوهُنَّ فَخَرَجْنَ وَلَهُنَّ عُوَاءٌ.

٢٣ - أَخْبَرَنَا إِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ حَدَّثَنَا الأَعْمَشُ عَنْ أَبِى سُفْيَانَ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ : جَاءَ جِبْرِيلُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- وَهُوَ جَالِسٌ حَزِينٌ ، وَقَدْ تَخَضَّبَ بِالدَّمِ مِنْ فِعْلِ أَهْلِ مَكَّةَ مِنْ قُرَيْشٍ ، فَقَالَ جِبْرِيلُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ هَلْ تُحِبُّ أَنْ أُرِيَكَ آيَةً؟ قَالَ :( نَعَمْ ). فَنَظَرَ إِلَى شَجَرَةٍ مِنْ وَرَائِهِ فَقَالَ : ادْعُ بِهَا. فَدَعَا بِهَا فَجَاءَتْ فَقَامَتْ بَيْنَ يَدَيْهِ ، فَقَالَ : مُرْهَا فَلْتَرْجِعْ. فَأَمَرَهَا فَرَجَعَتْ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- :( حَسْبِى حَسْبِى ).

٢٤ - أَخْبَرَنَا إِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ أَخْبَرَنَا جَرِيرٌ وَأَبُو مُعَاوِيَةَ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ أَبِى ظَبْيَانَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ : أَتَى رَجُلٌ مِنْ بَنِى عَامِرٍ رَسُولَ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- :( أَلاَ أُرِيكَ آيَةً؟ ). قَالَ : بَلَى. قَالَ :( فَاذْهَبْ فَادْعُ تِلْكَ النَّخْلَةَ ). فَدَعَاهَا فَجَاءَتْ تَنْقُزُ بَيْنَ يَدَيْهِ. فَقَالَ : قُلْ لَهَا تَرْجِعْ. قَالَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- :( ارْجِعِى ). فَرَجَعَتْ حَتَّى عَاَدَتْ إِلَى مَكَانِهَا ، فَقَالَ : يَا بَنِى عَامِرٍ مَا رَأَيْتُ رَجُلاً كَالْيَوْمِ أَسْحَرَ مِنْهُ.


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

 3. Bâb - Hazret-i Peygamberin (sallallahü aleyhi ve selem) İşinin Başlangıcı Nasıl Oldu?

13. Bize Nuaym b. Hammâd haber verip (dedi ki) bize Bakıyye, Bahîr'den, (o da) Hâlid b. Madân'dan (naklen) rivâyet etti (ki o, şöyle dedi) Bize Abdurrahman b. Amr es -Sülemî, Utbe b. Abd es -Sülemî'den rivâyet etti ki, o (yani Utbe) -ki o, Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından idi -, kendilerine şöyle rivâyet etti:

Bir adam Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem); "Senin (Peygamberlik) işinin başlangıcı nasıl oldu? ya Resûlüllah!" dedi. (Bunun üzerine Hazret-i Peygamber) şöyle buyurdu: "Süt annem Sa'd b. Bekroğullarındandı. (Bir gün) ben ve onun bir oğlu, kuzu ve oğlaklarımızı (otarmağa) gittik. Yanımıza azık almamıştık. Ben; "Kardeşim, git de bize annemizden azık getir" dedim. Kardeşim de gitti. Ben kuzu ve oğlakların yanında kaldım. Derken beyaz iki kuş geldi. Sanki onlar kerkenez kuşuydular. Onlardan biri arkadaşına dedi ki; "Bu mu o?" Diğeri, "evet!" dedi. Dönüp bana koştular ve, beni tutup sırt üstü yatırdılar. Sonra karnımı yardılar. Ardından kalbimi çıkarıp yardılar ve ondan siyah iki kan pıhtısı çıkardılar. Sonra onlardan biri, arkadaşına: "Bana kar suyu getir!" dedi. (Getirdi). O da bununla içimi yıkadı. Sonra: "Bana dolu suyu getir!" dedi. (Getirdi). O da bununla kalbimi yıkadı. Sonra; "Bana 'sekine'yi (huzuru, sükunu, itmi'nanı) getir!" dedi. (Getirdi). O da onu kalbime saçtı.

Daha sonra onlardan biri arkadaşına: "Onu dik!" dedi. O da dikti ve, üzerini peygamberlik mührü ile mühürledi. Ardından, onlardan biri diğerine; "Onu (terazinin) bir kefesine, ümmetinden bin (kişiyi de) bir kefeye koy!" dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki; "Ansızın kendimi, bazısının üzerime düşmesinden korktuğum bir halde, üstümde (duran) bin (kişiye) bakarken buldum." Bunun üzerine (onlardan biri) dedi ki; "Şayet ümmeti(nin hepsi) onunla tartılsa (yine de) hiç şüphesiz onlara ağır basar!" Daha sonra beni bırakarak gittiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)"Ben çok korkmuştum" buyurdu. Sonra (süt) anneme gittim ve ona, karşılaştığım şeyi haber verdim. Bunun üzerine o, benim aklımı karıştırmış (kaçırmış) olmamdan korktu. Bu sebeple; 'Seni Allah'a sığındırırım!' dedi ve hemen kendisine ait bir yük devesini yükletti ve beni palanın üzerine bindirdi. Kendisi de terkime bindi. (Yola koyulduk). Nihayet bizi annemin yanına ulaştırdı ve şöyle dedi: "Emanetimi ve (üstlendiğim) zimmetimi yerine getirdim! Sütannem Ona, benim karşılaştığım şeyi de anlatmış, ama bu onu (yani öz annemi) korkutmamışdı. (Bilâkis) o; "Şüphe yok ki ben, onu doğurduğum zaman (bir şey) yani kendisinden Şam'ın köşklerinin aydınlandığı bir nûr görmüştüm demişti.

14. Bize Abdullah b. İmrân haber verip (dedi ki) bize Ebû Dâvûd rivâyet edip (dedi ki) bize Ca'fer b. Osman el -Kureşî, Osman b. Urve İbni-z -Zübeyr'den, (o) babasından, (o da) Ebû Zerr el -Gıfârî'den (naklen) rivâyet etti (ki Ebû Zerr) şöyle dedi: "Ya Resûlüllah, dedim, peygamber yapıldığında, peygamber olduğunu nasıl bildin?" Şöyle buyurdu: "Ebû Zerr! Ben Mekke vadisinin bir yerinde iken bana iki melek geldi ve, onlardan biri yere indi. Diğeri gökle yer arasında idi. Onlardan biri arkadaşına dedi ki; "Bu, o mu?", (arkadaşı) "Evet" dedi. "Peki! Onu bir adamla tart." dedi. Onunla tartıldım ve ben ona ağır bastım. Sonra; "Peki, (şimdi) onu on (adamla tart!" dedi. Onlarla tartıldım, onlara da üstün geldim. Sonra (melek); "Onu yüz (adamla) tart!" dedi. Onlarla da tartıldım ve, (yine) ben onlara üstün geldim. Bu sefer; "Onu bin (kişi) ile tart!" dedi. Onlarla da tartıldım ve onlara (yine) üstün geldim. (Öyle ki) sanki ben, terazinin, (içinde adamların bulunduğu kefesinin) hafifliğinden dolayı onlara, üzerime saçılırlarken bakar gibiyim! (Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) devamla) buyurdu ki; bunun üzerine onlardan biri arkadaşına şöyle dedi: "Şayet onu ümmetiyle de tartsan (yine) onlara üstün gelir

15. Bize İsmail b. Halil haber verip (dedi ki) bize Ali b. Mushir rivâyet edip (dedi ki) bize el -A'meş, Ebû Sâlih'den, onun şöyle dediğini rivâyet etti: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara (yani zamanındaki muhatabı insanlara): "Ey insanlar! Ben ancak (âlemlere) hediye edilmiş rahmet (peygamberiy)im!" diye seslenirdi.

٣- باب كَيْفَ كَانَ أَوَّلُ شَأْنِ النَّبِىِّ -صلّى اللّه عليه وسلّم-

١٣ - أَخْبَرَنَا نُعَيْمُ بْنُ حَمَّادٍ حَدَّثَنَا بَقِيَّةُ عَنْ بَحِيرٍ عَنْ خَالِدِ بْنِ مَعْدَانَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَمْرٍو السُّلَمِىُّ عَنْ عُتْبَةَ بْنِ عَبْدٍ السُّلَمِىِّ أَنَّهُ حَدَّثَهُمْ وَكَانَ مِنْ أَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- قَالَ لَهُ رَجُلٌ : كَيْفَ كَانَ أَوَّلُ شَأْنِكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ؟ قَالَ :( كَانَتْ حَاضِنَتِى مِنْ بَنِى سَعْدِ بْنِ بَكْرٍ ، فَانْطَلَقْتُ أَنَا وَابْنٌ لَهَا فِى بَهْمٍ لَنَا ، وَلَمْ نَأْخُذْ مَعَنَا زَاداً ، فَقُلْتُ : يَا أَخِى اذْهَبْ فَأْتِنَا بِزَادٍ مِنْ عِنْدِ أُمِّنَا ، فَانْطَلَقَ أَخِى وَمَكَثْتُ عِنْدَ الْبَهْمِ ، فَأَقْبَلَ طَائِرَانِ أَبْيَضَانِ كَأَنَّهُمَا نَسْرَانِ ، فَقَالَ أَحَدُهُمَا لِصَاحِبِهِ : أَهُوَ هُوَ؟ قَالَ الآخَرُ : نَعَمْ. فَأَقْبَلاَ يَبْتَدِرَانِى ، فَأَخَذَانِى فَبَطَحَانِى لِلْقَفَا ، فَشَقَّا بَطْنِى ، ثُمَّ اسْتَخْرَجَا قَلْبِى فَشَقَّاهُ ، فَأَخْرَجَا مِنْهُ عَلَقَتَيْنِ سَوْدَاوَيْنِ ، فَقَالَ أَحَدُهُمَا لِصَاحِبِهِ : ائْتِنِى بِمَاءِ ثَلْجٍ. فَغَسَلَ بِهِ جَوْفِى ، ثُمَّ قَالَ : ائْتِنِى بِمَاءِ بَرَدٍ فَغَسَلَ بِهِ قَلْبِى ، ثُمَّ قَالَ : ائْتِنِى بِالسَّكِينَةِ. فَذَرَّهُ فِى قَلْبِى ، ثُمَّ قَالَ أَحَدُهُمَا لِصَاحِبِهِ : حُصْهُ. فَحَاصَهُ وَخَتَمَ عَلَيْهِ بِخَاتَمِ النُّبُوَّةِ ، ثُمَّ قَالَ أَحَدُهُمَا لِصَاحِبِهِ : اجْعَلْهُ فِى كَفَّةٍ ، وَاجْعَلْ أَلْفاً مِنْ أُمَّتِهِ فِى كَفَّةٍ ). قَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- :( فَإِذَا أَنَا أَنْظُرُ إِلَى الأَلْفِ فَوْقِى ، أُشْفِقُ أَنْ يَخِرَّ عَلَىَّ بَعْضُهُمْ ، فَقَالَ : لَوْ أَنَّ أُمَّتَهُ وُزِنَتْ بِهِ لَمَالَ بِهِمْ. ثُمَّ انْطَلَقَا وَتَرَكَانِى ). قَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- :( وَفَرِقْتُ فَرَقاً شَدِيداً ، ثُمَّ انْطَلَقْتُ إِلَى أُمِّى فَأَخْبَرْتُهَا بِالَّذِى لَقِيتُ ، فَأَشْفَقَتْ أَنْ يَكُونَ قَدِ الْتُبِسَ بِى ، فَقَالَتْ : أُعِيذُكَ بِاللَّهِ . فَرَحَّلَتْ بَعِيراً لَهَا فَجَعَلَتْنِى عَلَى الرَّحْلِ ، وَرَكِبَتْ خَلْفِى حَتَّى بَلَغْنَا إِلَى أُمِّى فَقَالَتْ : أَدَّيْتُ أَمَانَتِى وَذِمَّتِى. وَحَدَّثَتْهَا بِالَّذِى لَقِيتُ ، فَلَمْ يَرُعْهَا ذَلِكَ ، وَقَالَتْ : إِنِّى رَأَيْتُ حِينَ خَرَجَ مِنِّى تَعْنِى نُوراً أَضَاءَتْ مِنْهُ قُصُورُ الشَّامِ ).

١٤ - أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عِمْرَانَ حَدَّثَنَا أَبُو دَاوُدَ حَدَّثَنَا جَعْفَرُ بْنُ عُثْمَانَ الْقُرَشِىُّ عَنْ عُثْمَانَ بْنِ عُرْوَةَ بْنِ الزُّبَيْرِ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى ذَرٍّ الْغِفَارِىِّ قَالَ قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ كَيْفَ عَلِمْتَ أَنَّكَ نَبِىٌّ حَتَّى اسْتَيْقَنْتَ؟ فَقَالَ :( يَا أَبَا ذَرٍّ أَتَانِى مَلَكَانِ وَأَنَا بِبَعْضِ بَطْحَاءِ مَكَّةَ ، فَوَقَعَ أَحَدُهُمَا إِلَى الأَرْضِ وَكَانَ الآخَرُ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالأَرْضِ ، فَقَالَ أَحَدُهُمَا لِصَاحِبِهِ : أَهُوَ هُوَ؟ قَالَ : نَعَمْ. قَالَ : فَزِنْهُ بِرَجُلٍ. فَوُزِنْتُ بِهِ فَوَزَنْتُهُ ، ثُمَّ قَالَ : زِنْهُ بِعَشَرَةٍ. فَوُزِنْتُ بِهِمْ فَرَجَحْتُهُمْ ، ثُمَّ قَالَ : زِنْهُ بِمِائَةٍ فَوُزِنْتُ بِهِمْ فَرَجَحْتُهُمْ ، ثُمَّ قَالَ : زِنْهُ بِأَلْفٍ فَوُزِنْتُ بِهِمْ فَرَجَحْتُهُمْ ، كَأَنِّى أَنْظُرُ إِلَيْهِمْ يَنْتَثِرُونَ عَلَىَّ مِنْ خِفَّةِ الْمِيزَانِ ، قَالَ فَقَالَ أَحَدُهُمَا لِصَاحِبِهِ : لَوْ وَزَنْتَهُ بِأُمَّتِهِ لَرَجَحَهَا ).

١٥ - أَخْبَرَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ خَلِيلٍ أَخْبَرَنَا عَلِىُّ بْنُ مُسْهِرٍ أَخْبَرَنَا الأَعْمَشُ عَنْ أَبِى صَالِحٍ قَالَ : كَانَ النَّبِىُّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- يُنَادِيهِمْ :( يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا أَنَا رَحْمَةٌ مُهْدَاةٌ ).


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

 2. Bâb - Hazret-i Peygamberin (sallallahü aleyhi ve selem) Peygamber Olarak Gönderilmesinden Önce (Mukaddes) Kitaplarda Tanıtılması

5. Bize el -Hasan ibnu'r -Rebî' haber verip (dedi ki) bize Ebu'l -Ahvas, el -A'meşden, (o da) Ebû Sâlih'den, onun şöyle dediğini rivâyet etti. Ka'b dedi ki; Onu (yani Hazret-i Peygamberi Tevrat ve İncil'de) şöyle yazılı bulmaktayız:

Muhammed Allah'ın peygamberidir (sallallahü aleyhi ve sellem). O ne kabadır, ne katı, ne de çarşı-pazarlarda bağırıp çağıran biri! (Bu kötü vasıfların hiçbiri onda yoktur). O, kötülüğe karşı kötülükle karşılık vermez. Fakat (aksine) affeder ve bağışlar. Onun ümmeti, çok hamdedicilerden ibarettir. Onlar her yüksek yerde Allah'ı -azze ve celle- büyükler ("Allahu Ekber" der), her mevkide ona şükrederler. Belleri üzerine izar kuşanır, kenar organlarını (el -kol ve ayaklarını) temizlerler. Çağırıcılan göğün boşluğunda çağrı yapar. Savaştaki safları ile namazdaki safları birdir (aynıdır, eşittir). Onların, geceleyin, an uğul tuşu gibi uğultuları vardır. Onun doğumu Mekke'de, hicret yeri Taybe (Medine'de), mülkü Şam'dadır

6. Bize Abdullah b. Salih rivâyet edip (dedi ki) bana el -Leys rivâyet edip (dedi ki,) bana Hâlid -ki o İbn Yezid'dir - Saîd'den -ki o İbn Ebî Hilâl'dir -, (o) Hilâl b. Üsâme'den, (o) Atâ’ b. Yesâr'dan, (o da) İbn Selâm'dan (naklen) rivâyet etti ki o (yani İbn Selâm) şöyle diyordu: Biz muhakkak ki (mukaddes kitaplarda) Resûlüllah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) tanıtımını şöyle bulmaktayız:

Şüphesiz biz seni tanık, müjdeleyici, korkutucu ve ümmîlere sığınak olarak gönderdik. Sen kulumsun ve elçimsin. (Bundan sonra anlatım, 3. şahsa geçer). Ona "mütevekkil" ismini verdim. O ne kabadır, ne katı, ne de çarşı-pazarlarda bağırıp çağıran biri! Kötülüğe benzeriyle karşılık vermez, fakat (aksine) affeder, göz yumar. Onu, eğilmiş (sapmış) milleti; kendisiyle kör gözleri, sağır kulakları ve perdeli kalpleri açacağı, "Allah'dan başka hiçbir tanrının olmadığına şehâdet etmesi" suretiyle dosdoğru yapmadıkça öldürmeyeceğim. Ata b. Yesâr dedi ki; "Ebû Vâkıd el -Leysi de bana, kendisinin Ka'b'ı, İbn Selâmın dediğinin aynısını derken işittiğini haber verdi".

7. Bize Zeyd b. Avf haber verip (dedi ki) bize Ebû Avâne, Abdulmelik b. Umeyr'den, (o) Zekvân b. Ebi Sâlih'den, (o da) Ka'b'dan (naklen) şöyle rivâyet etti: Birinci satırda (şöyle yazılıdır): Muhammed bir elçi, benim seçilmiş kulumdur. Ne kabadır, ne katı, ne de çarşı - pazarlarda bağırıp çağıran biri ! O kötülüğe kötülükle karşılık vermez. Fakat (aksine) affeder, bağışlar, Doğumu Mekke'de, hicreti Taybe (Medine)'ye, mülkü Şam'dadır. İkinci satırda ise (şöyle yazılıdır): Muhammed Allah'ın peygamberidir.

Onun ümmeti çok hamdedicilerden ibarettir. Onlar Allah'a bollukta da darlıkta da hamdeder, Allah'a her mevkide şükrederler. Her yüksek yerde tekbir getirirler. Onlar güneşi gö zetleyicidirler. Vakti gelince, bir çöplüğün başında da olsalar, namazı kılarlar. Ortalarına (bellerine) îzâr kuşanır, kenar organlarını (el -kol ve ayakları -nı) temizlerler. Geceleyin göğün boşluğunda sesleri arı sesi gibidir.

8. Bize Mucâhîd b. Mûsa haber verip (dedi ki) bize Ma'n b. İsa rivâyet edip (dedi ki) bize Muâviye b. Salih, Ebû Ferve'den, (o da) İbn Abbâs’dan (naklen) rivâyet etti ki o (yani İbn Abbâs) Kâbu’l-Ahbâr'a; Tevrat'ta "Resûlüllah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) tavsifini nasıl bulmaktasın?" diye sormuş, o da şöyle demiş:

"Onu şöyle bulmaktayız: Abdullah'ın oğlu Muhammed. Mekke'de doğacak, Tâbe (Medine)'ye hicret edecek, mülkü Şam'da olacak. O ne çirkin söz söyleyen -çirkin iş yapan biridir, ne de çarşı- pazarlarda bağırıp çağıran biri. O kötülüğe kötülükle karşılık vermez. Fakat (aksine) affeder, bağışlar. Onun ümmeti çok hamdederilerden ibarettir. Onlar her bolluk ve darlıkda Allah'a hamdeder, her yüksek yerde Allah'ı büyükler ("Allahu Ekber" derler). Kenar organlarını (el -kol ve ayaklarını) temizlerler. Ortalarında (bellerine) izâr kuşanırlar. Namazlarında, savaşlarında saf tuttukları gibi saf tutarlar. Mescidlerindeki uğultuları, arı uğultusu gibidir. Gök boşluğunda çağırıcıları dinlenir .

9. Bize Hayve b. Şureyh haber verip (dedi ki) bize Bakıyye ibnul -velid el -Meytemi rivâyet edip (dedi ki) bize Bahîr b. Sa'd, Hâlid b. Ma'dân'dan, ( o da) Cubeyr b. Nüfeyr el -Hadramî'den (naklen) rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

Andolsun ki, size gönderilmiş olan ve ne gevşek ne de tembel olmayan bir elçi; perdeli kalblerin (perdelerini, bir çocuğun sünnet edilmesi gibi) kesip (kalbleri diriltmek), kör gözleri açmak, eğri dilleri doğrultmak ve nihayet, "Tek Allah'dan başka hiçbir tanrı yoktur!" denilmesi için size gelmiştir!"

10. Bize Muhammed b. Yezîd el -Hızâmî haber verip (dedi ki) bize İshak b. Süleyman, Amr b. Ebi Kays'den, (o) Atadan, (o da) Âmir'den (naklen) rivâyet etti (ki Âmir) şöyle dedi:

Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bir adamın ona ihtiyacı vardı. Bu sebeple içeri girinceye kadar onunla beraber yürüdü. (Amir) dedi ki; (Hazret-i Peygamber'in) ayaklarından biri evin içinde diğeri dışardaydı. Sanki o (biriyle) fısıldaşıyordu. Sonra yüzünü çevirdi ve; "Biliyor musun, dedi, kiminle konuşuyordum?". Bu, bugüne kadar hiç görmediğim bir melekdi. Bana selâm vermek için Rabbinden izin istemiş... (Allah) buyurdu ki; "Biz sana Kur'an'ı ayırdetmek; sekîne'yi, sebat etmek: Furkân'ı da birleştirip vâsıl olmak için verdik -veya indirdik."

11. Bize Mücahid b. Mûsa haber verip (dedi ki) bize Reyhan -ki o İbn Sa'îd'dir - rivâyet edip (dedi ki) bize Abbâd -ki o İbn Mansûr'dur! - Eyyûb'den, (o) Ebû Selâme'den, (o) Ebû Kılâbe'den, (o da) Atıyye'den (naklen) rivâyet etti ki o (yani Atıyye) Rebî'a el -Cureşî'yi şöyle derken işitti:

Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) (Allah tarafından) gelindi ve ona dendi ki: "Gözün uyusun, kulağın işitsin, kalbin iyi anlasın". (Hazret-i Peygamberbuyurdu ki, "Bunun üzerine gözlerim uyudu, kulaklarım işitti, kalbim iyi anladı." (Devamla) buyurdu ki: "Sonra bana şöyle dendi: "Bir bey bir ev inşa etmiş! Bunun için bir ziyafet yemeği yapmış ve bir dâvetci göndermiş! Artık kim dâvetciye icabet ederse eve girer, ziyafet yemeğinden yer, Bey de ondan hoşnut olur. Kim de dâvetciye icabet etmezse, eve girmez ve ziyafet yemeğinden yemez. Bey de ona kızar." (Hazret-i Peygamber devamla) buyurdu ki: "İşte Allah o beydir, muhammed o dâvetçidir, İslâm o evdir, Cennet o ziyafettir."

12. Bize el -Hasan b. Ali haber verip (dedi ki) bize Ebû Usâme, Ca'fer b. Meymûn et - Temimi'den, (o da) Ebû Osman en - Nehdi'den (naklen) rivâyet etti ki, (Bir gün) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), beraberinde ibn Mesûd olduğu halde vadiye çıktı. Derken onu (bir yere) oturtup etrafına bir çizgi çizdi. Sonra da; "Sakın (buradan) ayrılma", buyurdu. "Durum şu ki sana bazı adamlar ulaşacak. Onlarla konuşma! Zira onlar seninle konuşmayacaklardır".

Ardından Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) istediği yere gitti. Sonra (bazı adamlar), ötesine geçmeyerek çizgiye varmaya, peşinden de Hazret-i Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına dönmeye başladı. Nihayet gecenin sonu olunca (Hazret-i Peygamber) yanıma geldi ve dizimi yastık edinip (uyudu). O uyduğu zaman uykuda bir tür solunurdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dizimi yastık yapmış uyurken: (boyda) sanki develer gibi olan, üzerlerinde beyaz elbiseler bulunan onlardaki güzelliği ancak Alah bilir! - bir kısım adamlar yanıma çıkageldi ve onlardan bir grup onun başucuna bir grubu da ayakucuna oturdu. Sonra aralarında şöyle konuştular:

Bu peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) verilenlerin benzeri kendisine verilmiş olan hiç bir kul görmedik. Gözleri kesinlikle uyuyor. Halbuki kalbi, şüphe yok ki, uyanıkdır. Onun için bir benzetme yapın (bir darb-ı mesel verin!) : Bir bey bir köşk yapmış. Sonra bir ziyafet vermiş ve insanları yemeğine, içeceğine davet etmiş! Müteakiben (o adamlar) kalkıp (gittiler). Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu esnada uyandı ve şöyle buyurdu: "Biliyor musun, kimdi onlar?". "Ancak Allah ve Resulü bilir!" dedim. Buyurdu ki"Onlar meleklerdir". (Devamla) buyurdu ki: "Yaptıkları benzetmenin (verdikleri darb-ı meselin) ne olduğunu biliyor musun?". "Ancak Allah ve Resulü bilir!" dedim. Buyurdu ki; "Rahman (olan Allah) cenneti yaptı, sonra kullarını oraya davet etti. Binaenaleyh kim ona icabet ederse cennetine girer. Kim de icabet etmezse, o onu cezalandırır ve ona azab eder."

٢- باب صِفَةِ النَّبِىِّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فِى الْكُتُبِ قَبْلَ مَبْعَثِهِ

٥ - أَخْبَرَنَا الْحَسَنُ بْنُ الرَّبِيعِ حَدَّثَنَا أَبُو الأَحْوَصِ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ أَبِى صَالِحٍ قَالَ قَالَ كَعْبٌ : نَجِدُ مَكْتُوباً : مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- لاَ فَظٌّ وَلاَ غَلِيظٌ ، وَلاَ صَخَّابٌ بِالأَسْوَاقِ ، وَلاَ يَجْزِى بِالسَّيِّئَةِ السَّيِّئَةَ ، وَلَكِنْ يَعْفُو وَيَغْفِرُ ، وَأُمَّتُهُ الْحَمَّادُونَ ، يُكَبِّرُونَ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى كُلِّ نَجْدٍ ، وَيَحْمَدُونَهُ فِى كُلِّ مَنْزِلَةٍ ، يَتَأَزَّرُونَ عَلَى أَنْصَافِهِمْ ، وَيَتَوَضَّئُونَ عَلَى أَطْرَافِهِمْ ، مُنَادِيهِمْ يُنَادِى فِى جَوِّ السَّمَاءِ ، صَفُّهُمْ فِى الْقِتَالِ وَصَفُّهُمْ فِى الصَّلاَةِ سَوَاءٌ ، لَهُمْ بِاللَّيْلِ دَوِىٌّ كَدَوِىِّ النَّحْلِ ، مَوْلِدُهُ بِمَكَّةَ ، وَمُهَاجِرُهُ بِطَيْبَةَ ، وَمُلْكُهُ بِالشَّامِ.

٦ - حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ صَالِحٍ حَدَّثَنِى اللَّيْثُ حَدَّثَنِى خَالِدٌ - هُوَ ابْنُ يَزِيدَ - عَنْ سَعِيدٍ - هُوَ ابْنُ أَبِى هِلاَلٍ - عَنْ هِلاَلِ بْنِ أُسَامَةَ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ عَنِ ابْنِ سَلاَمٍ أَنَّهُ كَانَ يَقُولُ : إِنَّا لَنَجِدُ صِفَةَ رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- : إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذِيراً وَحِرْزاً لِلأُمِّيِّينَ ، أَنْتَ عَبْدِى وَرَسُولِى ، سَمَّيْتُهُ الْمُتَوَكِّلَ ، لَيْسَ بِفَظٍّ وَلاَ غَلِيظٍ ، وَلاَ صَخَّابٍ بِالأَسْوَاقِ ، وَلاَ يَجْزِى بِالسَّيِّئَةِ مِثْلَهَا ، وَلَكِنْ يَعْفُو وَيَتَجَاوَزُ ، وَلَنْ أَقْبِضَهُ حَتَّى يُقِيمَ الْمِلَّةَ الْمُتَعَوِّجَةَ بِأَنْ يَشْهَدَ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ ، يَفْتَحُ بِهِ أَعْيُناً عُمْياً وَآذَاناً صُمًّا وَقُلُوباً غُلْفاً. قَالَ عَطَاءُ بْنُ يَسَارٍ : وَأَخْبَرَنِى أَبُو وَاقِدٍ اللَّيْثِىُّ أَنَّهُ سَمِعَ كَعْباً يَقُولُ مِثْلَمَا قَالَ ابْنُ سَلاَمٍ.

٧ - أَخْبَرَنَا زَيْدُ بْنُ عَوْفٍ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ عَبْدِ الْمَلِكِ بْنِ عُمَيْرٍ عَنْ ذَكْوَانَ أَبِى صَالِحٍ عَنْ كَعْبٍ : فِى السَّطْرِ الأَوَّلِ : مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ عَبْدِىَ الْمُخْتَارُ ، لاَ فَظٌّ وَلاَ غَلِيظٌ ، وَلاَ صَخَّابٌ فِى الأَسْوَاقِ ، وَلاَ يَجْزِى بِالسَّيِّئَةِ السَّيِّئَةَ ، وَلَكِنْ يَعْفُو وَيَغْفِرُ ، مَوْلِدُهُ بِمَكَّةَ ، وَهِجْرَتُهُ بِطَيْبَةَ ، وَمُلْكُهُ بِالشَّامِ ، وَفِى السَّطْرِ الثَّانِى : مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ ، أُمَّتُهُ الْحَمَّادُونَ ، يَحْمَدُونَ اللَّهَ فِى السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ ، يَحْمَدُونَ اللَّهَ فِى كُلِّ مَنْزِلَةٍ ، وَيُكَبِّرُونَ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَرَفٍ ، رُعَاةُ الشَّمْسِ ، يُصَلُّونَ الصَّلاَةَ إِذَا جَاءَ وَقْتُهَا ، وَلَوْ كَانُوا عَلَى رَأْسِ كُنَاسَةٍ وَيَأْتَزِرُونَ عَلَى أَوْسَاطِهِمْ ، وَيُوَضِّئُونَ أَطْرَافَهُمْ ، وَأَصْوَاتُهُمْ بِاللَّيْلِ فِى جَوِّ السَّمَاءِ كَأَصْوَاتِ النَّحْلِ.

٨ - أَخْبَرَنَا مُجَاهِدُ بْنُ مُوسَى حَدَّثَنَا مَعْنٌ - هُوَ ابْنُ عِيسَى - حَدَّثَنَا مُعَاوِيَةُ بْنُ صَالِحٍ عَنْ أَبِى فَرْوَةَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ : أَنَّهُ سَأَلَ كَعْبَ الأَحْبَارِ : كَيْفَ تَجِدُ نَعْتَ رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فِى التَّوْرَاةِ؟ فَقَالَ كَعْبٌ : نَجِدُهُ مُحَمَّدَ بْنَ عَبْدِ اللَّهِ يُولَدُ بِمَكَّةَ ، وَيُهَاجِرُ إِلَى طَابَةَ ، وَيَكُونُ مُلْكُهُ بِالشَّامِ ، وَلَيْسَ بِفَحَّاشٍ وَلاَ صَخَّابٍ فِى الأَسْوَاقِ ، وَلاَ يُكَافِئُ بِالسَّيِّئَةِ السَّيِّئَةَ ، وَلَكِنْ يَعْفُو وَيَغْفِرُ ، أُمَّتُهُ الْحَمَّادُونَ يَحْمَدُونَ اللَّهَ فِى كُلِّ سَرَّاءٍ ، وَيُكَبِّرُونَ اللَّهَ عَلَى كُلِّ نَجْدٍ يُوَضِّئُونَ أَطْرَافَهُمْ ، وَيَأْتَزِرُونَ فِى أَوْسَاطِهِمْ ، يَصُفُّونَ فِى صَلاَتِهِمْ كَمَا يَصُفُّونَ فِى قِتَالِهِمْ ، دَوِيُّهُمْ فِى مَسَاجِدِهِمْ كَدَوِىِّ النَّحْلِ ، يُسْمَعُ مُنَادِيهِمْ فِى جَوِّ السَّمَاءِ.

٩ - أَخْبَرَنَا حَيْوَةُ بْنُ شُرَيْحٍ حَدَّثَنَا بَقِيَّةُ بْنُ الْوَلِيدِ الْمَيْتَمِىُّ حَدَّثَنَا بَحِيرُ بْنُ سَعْدٍ عَنْ خَالِدِ بْنِ مَعْدَانَ عَنْ جُبَيْرِ بْنِ نُفَيْرٍ الْحَضْرَمِىِّ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- قَالَ :( لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ إِلَيْكُمْ لَيْسَ بِوَهِنٍ وَلاَ كَسِلٍ ، لِيُحْيِىَ قُلُوباً غُلْفاً ، وَيَفْتَحَ أَعْيُناً عُمْياً ، وَيُسْمِعَ آذَاناً صُمًّا ، وَيُقِيمَ أَلْسِنَةً عَوْجَاءَ حَتَّى يُقَالَ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ ).

١٠ - أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَزِيدَ الْحِزَامِىُّ حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ سُلَيْمَانَ عَنْ عَمْرِو بْنِ أَبِى قَيْسٍ عَنْ عَطَاءٍ عَنْ عَامِرٍ قَالَ : كَانَ رَجُلٌ مِنْ أَصْحَابِ النَّبِىِّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- لَهُ إِلَيْهِ حَاجَةٌ فَمَشَى مَعَهُ حَتَّى دَخَلَ - قَالَ - فَإِحْدَى رِجْلَيْهِ فِى الْبَيْتِ وَالأُخْرَى خَارِجَةٌ كَأَنَّهُ يُنَاجِى ، فَالْتَفَتَ فَقَالَ :( أَتَدْرِى مَنْ كُنْتُ أُكَلِّمُ؟ إِنَّ هَذَا مَلَكٌ لَمْ أَرَهُ قَطُّ قَبْلَ يَوْمِى هَذَا ، اسْتَأْذَنَ رَبَّهُ أَنْ يُسَلِّمَ عَلَىَّ ، قَالَ : إِنَّا آتَيْنَاكَ أَوْ أَنْزَلْنَا الْقُرْآنَ فَصْلاً ، وَالسَّكِينَةَ صَبْراً ، وَالْفُرْقَانَ وَصْلاً ).

١١ - أَخْبَرَنَا مُجَاهِدُ بْنُ مُوسَى حَدَّثَنَا رَيْحَانُ - هُوَ ابْنُ سَعِيدٍ - حَدَّثَنَا عَبَّادٌ - هُوَ ابْنُ مَنْصُورٍ - عَنْ أَيُّوبَ عَنْ أَبِى قِلاَبَةَ عَنْ عَطِيَّةَ أَنَّهُ سَمِعَ رَبِيعَةَ الْجُرَشِىَّ يَقُولُ : أُتِىَ النَّبِىُّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فَقِيلَ لَهُ : لِتَنَمْ عَيْنُكَ ، وَلْتَسْمَعْ أُذُنُكَ ، وَلِيَعْقِلْ قَلْبُكَ. قَالَ :( فَنَامَتْ عَيْنِى ، وَسَمِعَتْ أُذُنَاىَ ، وَعَقَلَ قَلْبِى - قَالَ - فَقِيلَ لِى : سَيِّدٌ بَنَى دَاراً فَصَنَعَ مَأْدُبَةً ، وَأَرْسَلَ دَاعِياً ، فَمَنْ أَجَابَ الدَّاعِىَ دَخَلَ الدَّارَ ، وَأَكَلَ مِنَ الْمَأْدُبَةِ ، وَرَضِىَ عَنْهُ السَّيِّدُ ، وَمَنْ لَمْ يُجِبِ الدَّاعِىَ لَمْ يَدْخُلِ الدَّارَ ، وَلَمْ يَطْعَمْ مِنَ الْمَأْدُبَةِ ، وَسَخِطَ عَلَيْهِ السَّيِّدُ ، قَالَ : فَاللَّهُ السَّيِّدُ ، وَمُحَمَّدٌ الدَّاعِى ، وَالدَّارُ الإِسْلاَمُ ، وَالْمَأْدُبَةُ الْجَنَّةُ ).

١٢ - أَخْبَرَنَا الْحَسَنُ بْنُ عَلِىٍّ حَدَّثَنَا أَبُو أُسَامَةَ عَنْ جَعْفَرِ بْنِ مَيْمُونٍ التَّمِيمِىِّ عَنْ أَبِى عُثْمَانَ النَّهْدِىِّ : أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- خَرَجَ إِلَى الْبَطْحَاءِ وَمَعَهُ ابْنُ مَسْعُودٍ فَأَقْعَدَهُ ، وَخَطَّ عَلَيْهِ خَطًّا ، ثُمَّ قَالَ :( لاَ تَبْرَحَنَّ فَإِنَّهُ سَيَنْتَهِى إِلَيْكَ رِجَالٌ فَلاَ تُكَلِّمْهُمْ ، فَإِنَّهُمْ لَنْ يُكَلِّمُوكَ ). فَمَضَى رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- حَيْثُ أَرَادَ ، ثُمَّ جَعَلُوا يَنْتَهُونَ إِلَى الْخَطِّ لاَ يُجَاوِزُونَهُ ، ثُمَّ يَصْدُرُونَ إِلَى النَّبِىِّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- حَتَّى إِذَا كَانَ مِنْ آخِرِ اللَّيْلِ جَاءَ إِلَىَّ فَتَوَسَّدَ فَخِذِى ، وَكَانَ إِذَا نَامَ نَفَخَ فِى النَّوْمِ نَفْخاً ، فَبَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- مُتَوَسِّدٌ فَخِذِى رَاقِدٌ إِذْ أَتَانِى رِجَالٌ كَأَنَّهُمُ الْجِمَالُ ، عَلَيْهِمْ ثِيَابٌ بِيضٌ اللَّهُ أَعْلَمُ مَا بِهِمْ مِنَ الْجَمَالِ ، حَتَّى قَعَدَ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ عِنْدَ رَأْسِهِ وَطَائِفَةٌ مِنْهُمْ عِنْدَ رِجْلَيْهِ ، فَقَالُوا بَيْنَهُمْ : مَا رَأَيْنَا عَبْداً أُوتِىَ مِثْلَ مَا أُوتِىَ هَذَا النَّبِىُّ ، إِنَّ عَيْنَيْهِ لَتَنَامَانِ وَإِنَّ قَلْبَهُ لَيَقْظَانُ ، اضْرِبُوا لَهُ مَثَلاً : سَيِّدٌ بَنَى قَصْراً ثُمَّ جَعَلَ مَأْدُبَةً ، فَدَعَا النَّاسَ إِلَى طَعَامِهِ وَشَرَابِهِ ، ثُمَّ ارْتَفَعُوا وَاسْتَيْقَظَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- عِنْدَ ذَلِكَ ، فَقَالَ لِى :( أَتَدْرِى مَنْ هَؤُلاَءِ؟ ). قُلْتُ : اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ. قَالَ :( هُمُ الْمَلاَئِكَةُ ). وَقَالَ :( هَلْ تَدْرِى مَا الْمَثَلُ الَّذِى ضَرَبُوهُ ؟ ). قُلْتُ : اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ. قَالَ : ( الرَّحْمَنُ بَنَى الْجَنَّةَ ، فَدَعَا إِلَيْهَا عِبَادَهُ ، فَمَنْ أَجَابَهُ دَخَلَ جَنَّتَهُ ، وَمَنْ لَمْ يُجِبْهُ عَاقَبَهُ وَعَذَّبَهُ ).


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget