Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Hz. Ebû Bekir, eskiden beri Resûl-i Ekrem Efendimizin en yakın dostların­dan biri idi. Samimi görüşür ve konuşurlardı.
Onda da göze çarpan en mühim vasıf, Câhilliyye devrinin çirkin âdetleri, kötü ahlâk ve yaşayışları ile fıtratını bozmamış olması; ruh, kalp ve aklını şirk inancıyla kirlet­me­miş bulunmasıydı. Tanın­mış bir tüccardı. Kavminin ileri ge­lenleri her zaman fikrinden istifade ederlerdi. Ku­reyş’in kan davalarını halle­den de oydu. Bir di­ğer mühim vas­fıda, Ku­reyş ailelerinin soy soplarını, nesep şecere­lerini, iyilik ve kötülüklerini gayet iyi bilmesiydi.
Re­sû­lul­lah Efendimiz, henüz açıktan davete başlamamıştı. Fakat yine de davası kulaktan kulağa yayılmış ve Ku­reyş ileri gelenleri tarafından duyul­muştu.
Hz. Ebû Bekir, Yemen tarafına yaptığı bir seyahatten henüz dön­müştü. Baş­ta Ebû Cehil, Ukbe b. Ebî Muayt ve ba­zı Ku­reyş ileri gelenleri, kendisine “hoş geldin” demek için evine vardılar. Hz. Ebû Bekir, “Ben Mekke’de yokken neler olup bitti? Önemli bir haber var mı?” diye sordu.
Onlar, “Ey Ebû Bekir!” dediler. “Büyük bir iş var! Ebû Tâ­lib’in yetimi Mu­hammed, peygamberlik iddiasına kalkıştı! Biz de senin Yemen’den dönüşüne kadar beklemeyi uygun bulduk. Artık sen o dostuna git, ne edeceksen et!”
Hz. Ebû Bekir, derhal Fahr-i Kâinat’ın evine vardı; “Yâ Ebe’l-Kàsım! Pey­gam­berlik iddiasında bulunduğun, kavminden ayrıldığın ve atalarının di­nini kötüleyip inkâr ettiğin doğru mu?” diye sor­du.
Resûl-i Zîşan Efendimiz, küçük yaşlarından beri beraber oldukları Hz. Ebû Bekir’in bu sözlerine önce tebessüm buyurdu, sonra da, “Yâ Ebû Bekir! Ben sa­na ve bütün insanlara gönderilmiş Allah Resûlüyüm! İnsanları tek bir olan Al­lah’a davet ediyorum! Sen de şe­hâdet getir!” dedi.
Hz. Ebû Bekir’in akıl ve gönül âleminde bir anda şimşekler çaktı. Bu sözleri, küçük yaşından beri çok iyi tanıdığı, zâtını candan seven sayan ve o âna kadar mübarek dudaklarından hilâf-ı hakikat tek bir söz işitmeyen Muham­medü’l-Emin’den (a.s.m.) duyuyordu. Hiçbir tereddüt ema­resi göstermeden derhal, اَشْهَدُ اَنْ لَٓااِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِdiyerek Müslüman oldu.[1]
İslam’a davet karşısında en ufak bir tereddüt göstermeyişini, Re­sû­lul­lah Efendimiz, onun için bir fazilet sayarak şöyle buyurmuş­tur:
“Ebû Bekir’den başka, imana davet ettiğim herkes bir duraklama, bir tered­düt, bir şaşkınlık geçirdi. Fakat o, kendisine İslam’ı anlattığım zaman ne du­rakladı ve ne de tereddüt etti!”[2]
Resûl-i Ekrem Efendimizi, bu itibarlı dostunun Müslüman olması fazlasıyla sevindirdi. Hz. Âişe validemizden gelen bu husustaki rivayet şöyle:
“Nebiyy-i Ekrem’i, iki dağ aralığında, Hz. Ebû Bekir’in Müslüman olmasın­dan daha çok sevindiren bir başka hadise olmamıştır.”
İslam’la şereflenen Hz. Ebû Bekir’in daha evvel gördüğü bir rüyası da böy­lece gerçekleşmiş oldu: Rüyasında bir ayın Mekke’ye indiğini, sonra bölünerek şehrin evlerine dağıldığını, sonra da toplanıp kendi evine girdiğini görmüştü.
Bu rüyasını o zaman ehl-i kitaptan bazı âlimlere anlatmıştı. Onlar, gelmesi beklenen peygamberin pek yakında Mekke’den çıkacağını, kendisinin de ona uyup bahtiyar­lar arasında yer alacağını söylemişlerdi.[3]
Hz. Ebû Bekir, Müslümanlığını izhar etmekten de çekinmedi.
Müslüman olması, Ku­reyş arasında büyük bir yankı uyandırdı. Çünkü o, Ku­reyş içinde itibarlı, sağlam, güvenilir, sözünde sâdık biri idi. Sevimliliği ve yumuşak huyluluğu da onu kavmine sevdirmişti.
Hz. Ebû Bekir, Müslüman olan hür ekreklerin ilk halkasını temsil ediyordu. Onun Müslüman olmasıyla, iman halkası biraz daha genişledi, yollar biraz daha açıldı ve müstakim caddeye yürüyen bahtiyarlar daha da arttı. Onun va­sıtasıyla Müslüman olan Hz. Bilâl-i Habeşî ile iman ve İslam nimetine erişen ve her biri adeta bir sınıfın temsilcisi durumunda bulunan ilk Müslümanlar şun­lar oldu:
Kadınlardan, Hz. Hatice,
Çocuklardan Hz. Ali,
Hür erkeklerden Hz. Ebû Bekir,
Azatlı kölelerden Hz. Zeyd b. Hârise,
Kölelerden Hz. Bilâl-i Habeşî (Radıyallahü Anhüm)

_______________________________________________________
[1] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 268; İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 171.
[2] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 269; İbn Esir, Üsdü’l-Gabe, c. 2, s. 206.
[3] Süheylî, Ravdü’l-Ünf, c. 1, s. 165.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Hz. Hatice’nin tereddütsüz iman edip Müslüman olması, Resûl-i Ekrem Efen­dimizi son derece memnun ettiği gibi, şevkini de artırdı. Artık yeryüzünde davasını tasdik ve kabul eden biri vardı.
Peygamber Efendimizin İslam’a davet ettiği ikinci insan, yine en yakınla­rından biri olan Hz. Ali idi. O, dört beş yaşından beri Efendimizin terbiyesi al­tında bulunuyordu ve o, eşsiz terbiyenin eseri olarak, akranlarına göre feraset ve ahlâk bakımından üstün bir seviyedeydi.
Bir gün, Resûl-i Ekrem Efendimizi, Hz. Hatice’yle namaz kılarken gördü. Hayran hayran seyredip namaz bitince, “Nedir bu?” diye sordu. Resûl-i Ek­rem, “Ey Ali! Bu, Allah’ın seçtiği, be­ğendiği din­dir. Ben seni, bir olan Allah’a iman etmeye davet eder, insana ne faydası ne de zararı dokunmayan Lât ve Uzzâ’ya tapmaktan sakın­dırırım” dedi.
Hz. Ali, bu teklif karşısında tatlı çocuk bakışlarını yere dikerek bir an du­rak­ladı. Sonra, “Benim şimdiye kadar görmediğim, işitmediğim bir şey bu! Ba­bam Ebû Tâlib’e danışmadan bir şey diyemem” diye konuştu.
Fakat Resûl-i Kibriya Efendimiz, henüz davasını açıkça ilan et­mek emrini almış değildi. Bu sebeple Hz. Ali’yi ikaz etti. “Ey Ali!” dedi. “Eğer söyledikle­rimi yaparsan yap; yok, eğer yapmayacak olursan, gördüğünü ve işittiğini gizli tut, kimseye bir şey söyleme!”[1]
Hz. Ali, bu ikaz üzerine, sırrını muhafaza edeceğine söz verdi. O geceyi dü­şü­nerek geçirdi. Şafak aydınlığıyla birlikte gönlüne de aydınlık doğdu. Re­sû­lul­lah’ın huzuruna vararak, “Allah beni yaratırken Ebû Tâlib’e sormadı ki ben de O’na ibadet etmek için gidip kendisine danışayım!” dedi ve Müslüman ol­du. “İlk Müslüman çocuk” şerefini kazanan Hz. Ali, o sırada on yaşında bu­lu­nuyordu.[2]
Tedbir, her zaman güzel bir harekettir; ama bir davanın yeni yeni yayıl­maya başladığı sırada çok daha güzeldir. İşte, Allah Resûlü, Hz. Ali’ye gördük­le­rini ve işittiklerini şimdilik kimseye anlatmama ve duyurmama ika­zında bu­lunmakla kâinatta da cârî olan tedbir, tedric ve hikmet kanununa ria­yet ede­rek, bizler için de bir ölçü veriyordu. Gerçekten, tedbire başvurma, za­man ve mekânın şartlarını göz önünde bulundurarak davasını yayma, Allah Resûlünün tebliğ hayatında mühim bir yer işgal eder.
İman safında yer almada, Hz. Hatice ve Hz. Ali’yi, Resûl-i Ekrem­’in oğul edindiği Zeyd b. Hârise (r.a.) takip etti.
Müslüman olduktan sonra Hz. Ali ile Hz. Zeyd’in Nebiyy-i Ekrem Efendi­mize gönülden bağlılıkları yeniden tazelendi ve güç kazandı. Artık Efendimiz­den ayrılmıyor, namaz ve ibadetlerini onunla birlikte ifa ediyorlardı.
Hz. Ali, zaman zaman Resûl-i Ekrem’le birlikte Kâbe’ye gider, ora­da namaz kılarlardı.
Ashaptan Afîfi Kindî, alışveriş maksadıyla geldiği Mekke’de, henüz iman et­memişken Pey­gam­be­ri­miz, Hz. Hatice ve Hz. Ali’yi namaz kılarken gör­müştü. Müslüman ol­duktan sonra, o hallerinden gıbtayla bahsederek şöyle de­miştir:
“Ben, o zaman iman edip de onların dördüncüsü olmayı ne kadar ister­dim!”[3]
Peygamber Efendimiz, davasını henüz umuma açıklamamış olmasına rağ­men, müşrikler onların Kâbe’de namaz kılmalarından, yaptıkları ibadetten farklı bir ibadet yapılmasından pek hoşlanmıyorlardı. Bu sebeple bir müd­det sonra Peygamber Efendimiz, Hz. Ali’yle namazlarını kırlarda, vadilerde eda et­meyi daha uygun buldular.

Annesi ile Babası, Hz. Ali’nin Peşinde!

Resûl-i Ekrem’i bir gölge gibi takip edip yalnız bırakmayan Hz. Ali’nin bu hali, anne ve babasının endişe ve telâşına sebep oldu. Bilhassa anne Fâtıma Hâ­tun, fazlasıyla korkuya kapıldı. Kocasına, “Dikkat et, oğlun Muhammed’le çok dolaşıyormuş; sakın ona bir şey­ler olmasın!” dedi.
Ebû Tâlib, anlayışlı bir insandı. Durumu bizzat Peygamber Efendimizden öğ­renmek istedi. Bunun için bir gün Resûl-i Ek­rem Efendimizle Hz. Ali’nin ar­kalarından gitti. Onları Mekke’nin bir vadisinde namaz kılarken buldu. Fahr-i Kâinat’a, “Ey kardeşimin oğ­lu!” dedi. “Bu din, ne dindir?”
Peygamber Efendimiz, “Ey amca! Bu din, Allah’ın dinidir. Meleklerin, pey­gamberlerin ve ceddimiz İbrahim’in dinidir. Allah, beni onunla bütün kulla­rına gönderdi” dedi; sonra da, “Ey amca! Doğru yola davet edeceklerimin ve bu davete koşması gerekenlerin başında sen varsın ve sen buna herkesten daha lâyıksın! Putlara tap­maktan vazgeç ve bir Allah’a iman et” diye teklifte bu­lun­du.
Bir an düşünceye dalan Ebû Tâlib sonunda, “Ben, eski dinimden ayrıla­mam! Fakat sen üzerinde bulunduğun din­de de­vam et! Allah’a yemin ederim ki ben sağ kaldıkça, yapmak istediğini tamamlayıncaya kadar kimse sana el uzatamaz, hoşlanmadığın bir şeyi sana eriştiremez!” diye konuştu; sonra da oğlu Ali’ye döndü ve “Oğulcağızım! Senin üzerinde bulunduğun bu din ne­dir?” diye sordu.
Hz. Ali, “Babacığım!” dedi. “Ben, Allah’a ve O’nun Resûlüne iman, onun Al­­lah’tan getirdiklerini de tasdik ettim. Ona uydum ve onunla birlikte namaz kıl­dım!”
Bunun üzerine Ebû Tâlib, “Ey oğlum! Amcan oğlunun di­nine sana da iste­ye­rek girmek yaraşır. O, seni ancak hayra davet eder. Ona itaat et!”[4]diye­rek hem Resûl-i Ekrem Efendimizi, hem de Hz. Ali’yi sevindirdi; sonra da ora­dan uzaklaştı.
Eve dönen Ebû Tâlib’e, zevcesi Fâtıma Hâtun, telâş ve şiddetle, “Nerede oğ­lun? Hizmetçim, Ciyad mevkiinde onu Muhammed’le birlikte namaz kılarken görmüş. Oğlunun dinini değiştirmesini uygun görüyor musun?” diye sordu.
Ebû Tâlib, “Sus! Vallahi, amcası oğluna arka çıkmak ve yardımcı olmak, el­bette herkesten çok ona düşer!” diyerek telâş ve endişeye mahal olmadığını ifa­de etti; sonra da, “Eğer nefsim, Ab­dül­mut­ta­lib’­in dinini bırakmak husu­sun­da ba­na itaat etmiş olsaydı, ben de Muhammed’e tâbi olurdum. Çünkü O halim­dir, emindir, tahir­dir”[5]diye ko­nuştu.

________________________________________________________________-

[1] İbn Kesir, Sîre, c. 1, s. 428.
[2] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 262.
[3] İbn Sa’d, Tabakat, c. 8, s. 18.
[4] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 264.
[5] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 264; İbn Sa’d, Tabakat, c. 8, s. 18; Taberî, Tarih, c. 2, s. 214.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (a.s.m.), Hira’daki ulvî mazhariyetle İlâ­hî memuriyetini idrak etmiş ve kutsî risâlet vazifesini yüklenmişti.
Ancak bu ağır ve büyük vazifenin icabları vardı, onları ye­rine getirmek lâ­zım geliyordu.
Bunun ise, içinde bulunduğu cemiyette pek kolay olmayacağı da, kendi­sin­ce muhakkak bilinen bir husustu.
O anda Efendimiz tek başına bir tarafta, bütün dünya bir tarafta yer alı­yor­du. Ve o, umum dünyaya Allah’tan aldığı emirleri tebliğ edecekti. Elbette bu, basit bir hadise olarak görüle­mezdi.
Allah Resûlü, dünyalar durdukça insanlığa nur ve şeref olan vazifesine ne­reden ve nasıl başlaması gerektiğini de çok iyi hesaplıyordu.
Durumu evvela, en yakını bulunan zevcesi Hz. Hatice’ye anlattı. Hz. Ha­ti­ce, ona tereddütsüz sadâkat elini uzattı ve “ilk Müslüman” olma şerefine ka­vuştu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz bundan sonra, Hz. Hatice’ye, Cebrail’den (a.s.) öğ­rendiği şekilde abdest aldırdı ve yine Cebrail’den öğrendiği surette imam ola­rak şerefli zevcesine iki rekât namaz kıldırdı.
Efendimizin kıldırdığı bu iki rekât namaz,[1]imam olarak kıldığı ilk namaz­dır ve bir Pazartesi gününün sonuna doğru kılınmıştır.[2]

___________________________________________________

[1] Önceleri namaz ikişer rekâttan iki vakit (bizim, sabah ve akşam namazlarına yakın bir vakitte) ola­rak farz kılınmıştı. Daha sonra buna gece namazı da (teheccüd) ilave olundu. Mîrac’ta vak­tin beş olarak tayin edilmesinden sonra, gece namazı farzı ümmet için nâfileye çevrildi, ancak Re­sûl-i Ekrem Efendimize farz olmakta devam etti (bkz. İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 260-261; Tâhi­rü’l-Mevlevî, Müslümanlıkta İbâdet Tarihi, s. 24).
[2] Tâhirü’l-Mevlevi, Müslümanlıkta İbâdet Tarihi, s. 25.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget