Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

İslam’a gizli davet devri henüz devam ediyordu.
Bu sırada Müslümanlar safına Ku­reyş’in mümtaz bir şahsiyeti daha katıldı: Hâlid b. Said. Hz. Hâlid, Ku­reyş’in ileri gelen ve zengin bir ailesine mensuptu.
Arap edebiyat ve ilmini gayet iyi bilen Hz. Hâlid, bir gece rüyasında, baba­sının kendisini tutup cehenneme atmak istediğini, fakat Re­sû­lul­lah’ın yetişip kendisini cehenneme düşmekten kurtardığını gördü.
Feryat ederek uyandı. Böylesine berrak bir rüyanın manasız olamayacağını idrak eden Hz. Hâlid, kendi kendine, “Vallahi, bu rüya gerçektir!” dedi ve va­kit kaybetmeden Hz. Ebû Bekir’e koştu. Rüyasını anlatınca, Sıddık-ı Ekber, “Hakkında ha­yırlı olmasını dilerim!” dedi. “Seni o Re­sû­lul­lah kurtaracaktır. Hemen git, ona tâbi ol! Sen, ona tâbi olacak, İslam dinine girecek, onunla bir­likte bulunacaksın! O da seni, rüyada gördüğün gibi cehenneme düş­mekten kurtaracaktır.”
Hz. Hâlid, hemen Re­sû­lul­lah’ın yanına vardı ve “Yâ Muham­med! Sen, in­sanları hangi şeylere davet ediyorsun?” diye sordu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Ben” dedi. “Halkı, tek olan ve şeriki bulunma­yan Allah’a, Muhammed’in de O’nun kulu ve resûlü olduğuna iman etmeye; işitmez, görmez, hiçbir fayda ve zarar vermez, kendisine tapınanları da tapın­mayanları da bilmez birtakım taş parçalarına tapmaktan vazgeçmeye davet ediyorum!”
Bu sözleri dikkat ve hürmetle dinleyen Hz. Hâlid, derhal şehâdet getirdi: “Ben şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki sen Allah’ın Resûlüsün!”[1]
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu zâtın İslam dairesine gir­me­sine faz­lasıyla se­vindi.
Hz. Hâlid, Müslüman olur olmaz, evinde ve etrafta da İslami­yet­ten bahset­meye başladı. Bir müddet sonra zevcesi Ümeyne de Müslü­manlar safında yer aldı.

İşkence

Oğlunun Müslüman olduğu haberini alan Ku­reyş’in zenginlerinden ve ileri gelenlerinden Ebû Uhayha Said, faz­lasıyla hiddetlen­di.
Hz. Hâlid’in bir gün, Mekke’nin tenha bir yerinde namaz kılmakta oldu­ğunu duydu. Diğer oğullarını gönderip onu yanına getirtti. Hiddetli hiddetli, “Sen” dedi. “Muhammed’in, kav­mine muhalefet ettiğini, getirdiği itikad­larla kavminin ilâhlarını ve geçmiş atalarını kötülediğini görüp durduğun halde ona tâbi oldun, öyle mi?” Sonra, İslamiyetten vazgeçmesi için bir sürü lâf etti.
Ancak gönlünü iman nuruyla aydınlatan Hz. Hâlid’in zerre kadar tered­düdü yoktu ve asla pişmanlık duymuyordu. Çatık kaşlarla bakan babasına, “Vallahi, Muhammed (a.s.m.) hak söy­lüyor! Ona tâbi oldum. Ölümü göze alı­rım da onun dinini asla bırakmam!” diye cevap verdi.
Bu sözlere fena halde kızan Ebû Uhayha, elindeki değnekle, kırılıncaya ka­dar onu dövdü.
Fakat nâfile! Sebat ve metanetin menbaı olan iman, artık Hz. Hâlid’in kal­binde yer etmişti ve o, bu iman nuruyla mutmain olmuştu. Eza, cefa, bu iman karşısında zerre kadar menfi tesir icra ede­miyordu.
Dayağın kâr etmediğini gören zâlim baba, bu sefer, “Git!” dedi. “Senin ia­şeni, rızkını keseceğim! İstediğin yere git!”
Rızkını verenin Allah olduğunu bilen Hz. Hâlid, yine aldırmadı ve “Ey ba­bacığım!” dedi. “Sen benim rızkımı ke­sersen, elbette Allah, bana geçineceğim şeyi verir!”
Baba Uhayha, bu sefer onu alıp hapsettirdi. Ev halkına tehdidi ise şu oldu:
“Eğer biriniz onunla konuşacak olursa, onu perişan ederim!”
Hz. Hâlid, günlerce aç ve susuz bırakıldı.[2]
İnancı uğrunda kendisine böylesine eza ve cefayı revâ gören babanın ya­nında kalmak artık manasızdı. Bir fırsatını bulup, babasının elinden kurtuldu. İkinci Habeşistan hicretine kadar babasına görünmedi.[3]
Habeşistan’a giden ikinci hicret kafilesine zevcesiyle katılarak Mekke’den ay­rıldı.
Hz. Hâlid, Câhiliyye devrinde mükemmel yazı yazan birkaç şahsiyetten bi­riydi. Rivayete göre, Resûl-i Ekrem Efendimizin Yemen Hükümdarına verdiği emannâmenin metnini ve diğer birçok muahedenâmeyi de Hz. Hâlid kaleme almıştır.[4]

_____________________________________________________

[1] İbn Sa’d, Tabakat, c. 4, s. 94; İbn Hacer, el-İsabe, c. 1, s. 406.
[2] İbn Sa’d, a.g.e., c. 4, s. 95.
[3] İbn Sa’d, a.g.e., c. 4, s. 95; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 1, s. 282.
[4] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 265; İbn Abdi’l-Berr, el-İstiab, c. 2, s. 421.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Hz. Osman’ın İslam’ın saadet dolu sînesine koşuşunu, Hz. Talha b. Ubey­dullah takip etti.
Ticaret maksadıyla bir seyahate çıkmıştı. Busra panayırında bulunduğu bir sı­rada, oradaki manastırda yaşayan bir rahip, “Bu pazar halkı içinde Mek­ke’den kimse var mı?” diye seslendi.
Hz. Talha, “Evet, ben Mekkeliyim” deyince rahip, “Ah­med zu­hur etti mi?” diye sordu.
Hz. Talha, “Ahmed kim?” deyince de rahip, “Abdullah b. Ab­dül­mut­ta­lib’in oğludur! Mekke, onun zuhur edeceği şehirdir. O, peygamberlerin sonuncusu­dur! Kendisi, Harem-i Şerif’ten çıkarılacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicrete mecbur bırakılacaktır” cevabını verdi.
Rahibin bu sözleri Talha’nın dikkatini çekmişti. Mekke’ye gelir gelmez hal­ka, “Yeni bir haber var mı?” diye sordu.
“Evet...” dediler. “Abdullah’ın oğlu Muhammedü’l-Emin, pey­gamber oldu­ğunu iddia etti. Ebû Kuhâfe’nin oğlu Ebû Bekir de, ona tâbi oldu!”
Bunun üzerine derhal Hz. Ebû Bekir’in yanına vardı ve “Sen, Muhammed’e tâbi oldun mu?” diye sordu.
Hz. Ebû Bekir, “Evet...” dedi. “Ben ona tâbi oldum. Sen de git, ona tâbi ol! Zira o, insanları hak ve gerçek olana davet ediyor!”
Hz. Talha da rahipten duyduklarını Hz. Ebû Bekir’e anlattıktan sonra, bera­berce Allah Resûlünün huzuruna geldiler. Derhal Müslüman olan Hz. Talha, rahibin söylediklerini anlatınca da Peygamber Efendimiz gülümsedi.[1]
Müşrikler, Hz. Talha gibi faziletli bir insanın da Müslüman olmasına ta­hammül edemediler. Ku­reyş’in azılı pehlivanlarından Nev­fel b. Adviye, onu bir ipe bağlayıp işkenceye uğrattı.
Genç yaşta İslamiyetle şereflenen Hz. Talha, cennetle müjdelenen on saha­beden biridir. Resûl-i Ekrem Efendimiz, onun hakkında, “Yeryüzünde yürü­yen bir şehide bak­mak isteyen, Talha’ya baksın!” buyurmuşlardır.[2]
Son derece cömert ve cesur bir sahabe idi. Uhud Harbi’nde Peygamber Efendimize atılan oklara elini tutmuş ve bu yüzden parmakları çolak kalmıştı. Aynı harpte seksene yakın yara aldığı halde Re­sû­lul­lah’ın yanından ayrılma­mıştı.[3]

________________________________________________
[1] İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 214-216; İbn Hacer, el-İsabe, c. 2, s. 220-221.
[2] Buharî, Sahih, c. 2, s. 107, c. 4, s. 211-212.
[3] İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 219; İbn Hacer, a.g.e., c. 2, s. 221.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Resûl-i Ekrem Efendimiz, henüz açıktan halka peygamberliğini ilan etme­mişti.
Bu devrede de, Hz. Bekir, son derece büyük bir cehd ve gayretle samimi dostlarına İslamiyeti anlatıyordu.
Bir gün, Hz. Osman’a da Müslümanlıktan bahis açtı ve onu alarak Resûl-i Ek­rem Efendimizin huzuruna getirdi.
Hz. Re­sû­lul­lah, daima tebessüm eden parlak bir simaya sahip Hz. Osman’a, “Allah’ın ihsanı olan cennete rağbet et. Ben, sana ve bütün insanlara hidayet rehberi olarak gönderildim!” dedi.
Re­sû­lul­lah’ın bu sâde, bu samimi ve bu i’câzkâr sözleri karşısında Hz. Os­man, adeta kendinden geçer gibi oldu ve şehâdet kelimesi kendi kendine mü­ba­rek dudaklarından döküldü: “Eşhedü en lâ İlâhe illallah ve eşhedü enne Mu­ham­meden Re­sû­lul­lah!”[1]Sonra da, daha önce Şam’dan dönerken gördüğü bir rüyasını Kâinatın Efendisine anlattı. “Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Biz Muan ile Zerka arasında bulunduğumuz ve uyuduğumuz sırada bir münâdî, ‘Ey uyu­yanlar, uyanın! Ahmed, Mekke’de zuhur etti!’ diye seslenmişti. Mekke’ye ge­lince sizi işittik!”[2]

İşkence

Yumuşak huylu, edep ve hayâ sahibi ve cömert bir zât olan Hz. Osman ‘ın da Müslümanlar safına katılması, müşrikleri fazlasıyla tedirgin etti. Kabilesi fertleri ona eza ve cefaya yeltendiler. Fakat o, her türlü eza ve cefaya göğüs gerdi ve hak bildiği yoldan zerre kadar inhiraf göstermedi.
Amcası Hakem b. Ebi’l-Âs, kendisini bir urganla bir direğe bağlar ve döve­rek şöyle derdi:
“Sen, atalarının dinini bırakır da sonradan çıkma bir dine öze­nirsin, öyle mi? Andolsun ki tuttuğun bu dini bırakıp tekrar atalarının dinine dönmedikçe seni salıvermeyeceğim!”
Metanet âbidesi Hz. Osman ‘ın cevabı şu olurdu:
“Vallahi, ben hak ve hakikat dinini asla bırakmam!”
O, günlerce bu cefa ve eziyetle karşı karşıya bırakıldı. Fakat zerre kadar imanından tâviz vermedi. Onun bu metaneti ve büyüklüğü karşısında so­nunda amcası küçüldü ve onu salıvermekten başka çare bulamadı.[3]
Orta boylu, esmer tenli, güzel yüzlü, sık sakallı, gür saçlı ve iri yapılı olan Hz. Osman, fıtraten temiz ve nezih bir insandı. İçki içmeyi Câhiliyye devrinde bile kendisine haram kılmıştı. Servetini Allah yolunda ve din uğrunda sarfet­mekten zevk alan bahtiyarlardandı. Hâfız-ı Kur’an’­dı. Geceleri, namazında bütün Kur’an­’ı hatmederdi.
Cennetle müjdelenen on sahabeden biri olan Hz. Osman, aynı zamanda Re­sûl-i Ekrem Efendimizin damadıdır. Önce Pey­gam­be­ri­mizin kerimesi Ru­kiy­ye’yi aldı. O vefat edince, Re­sû­lul­lah, onu bu sefer kızı Ümmü Gülsüm’le ev­lendirdi. Bu sebeple de “Zinnureyn” lakabını aldı.

_______________________________
[1] İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 55.
[2] İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 55.
[3] İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 55.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget