Halid Bin Said'in İslâm'a Girişi
İslam’a gizli davet devri henüz devam ediyordu.
Bu sırada Müslümanlar safına Kureyş’in mümtaz bir şahsiyeti daha katıldı: Hâlid b. Said. Hz. Hâlid, Kureyş’in ileri gelen ve zengin bir ailesine mensuptu.
Arap edebiyat ve ilmini gayet iyi bilen Hz. Hâlid, bir gece rüyasında, babasının kendisini tutup cehenneme atmak istediğini, fakat Resûlullah’ın yetişip kendisini cehenneme düşmekten kurtardığını gördü.
Feryat ederek uyandı. Böylesine berrak bir rüyanın manasız olamayacağını idrak eden Hz. Hâlid, kendi kendine, “Vallahi, bu rüya gerçektir!” dedi ve vakit kaybetmeden Hz. Ebû Bekir’e koştu. Rüyasını anlatınca, Sıddık-ı Ekber, “Hakkında hayırlı olmasını dilerim!” dedi. “Seni o Resûlullah kurtaracaktır. Hemen git, ona tâbi ol! Sen, ona tâbi olacak, İslam dinine girecek, onunla birlikte bulunacaksın! O da seni, rüyada gördüğün gibi cehenneme düşmekten kurtaracaktır.”
Hz. Hâlid, hemen Resûlullah’ın yanına vardı ve “Yâ Muhammed! Sen, insanları hangi şeylere davet ediyorsun?” diye sordu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Ben” dedi. “Halkı, tek olan ve şeriki bulunmayan Allah’a, Muhammed’in de O’nun kulu ve resûlü olduğuna iman etmeye; işitmez, görmez, hiçbir fayda ve zarar vermez, kendisine tapınanları da tapınmayanları da bilmez birtakım taş parçalarına tapmaktan vazgeçmeye davet ediyorum!”
Bu sözleri dikkat ve hürmetle dinleyen Hz. Hâlid, derhal şehâdet getirdi: “Ben şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki sen Allah’ın Resûlüsün!”[1]
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu zâtın İslam dairesine girmesine fazlasıyla sevindi.
Hz. Hâlid, Müslüman olur olmaz, evinde ve etrafta da İslamiyetten bahsetmeye başladı. Bir müddet sonra zevcesi Ümeyne de Müslümanlar safında yer aldı.
İşkence
Oğlunun Müslüman olduğu haberini alan Kureyş’in zenginlerinden ve ileri gelenlerinden Ebû Uhayha Said, fazlasıyla hiddetlendi.
Hz. Hâlid’in bir gün, Mekke’nin tenha bir yerinde namaz kılmakta olduğunu duydu. Diğer oğullarını gönderip onu yanına getirtti. Hiddetli hiddetli, “Sen” dedi. “Muhammed’in, kavmine muhalefet ettiğini, getirdiği itikadlarla kavminin ilâhlarını ve geçmiş atalarını kötülediğini görüp durduğun halde ona tâbi oldun, öyle mi?” Sonra, İslamiyetten vazgeçmesi için bir sürü lâf etti.
Ancak gönlünü iman nuruyla aydınlatan Hz. Hâlid’in zerre kadar tereddüdü yoktu ve asla pişmanlık duymuyordu. Çatık kaşlarla bakan babasına, “Vallahi, Muhammed (a.s.m.) hak söylüyor! Ona tâbi oldum. Ölümü göze alırım da onun dinini asla bırakmam!” diye cevap verdi.
Bu sözlere fena halde kızan Ebû Uhayha, elindeki değnekle, kırılıncaya kadar onu dövdü.
Fakat nâfile! Sebat ve metanetin menbaı olan iman, artık Hz. Hâlid’in kalbinde yer etmişti ve o, bu iman nuruyla mutmain olmuştu. Eza, cefa, bu iman karşısında zerre kadar menfi tesir icra edemiyordu.
Dayağın kâr etmediğini gören zâlim baba, bu sefer, “Git!” dedi. “Senin iaşeni, rızkını keseceğim! İstediğin yere git!”
Rızkını verenin Allah olduğunu bilen Hz. Hâlid, yine aldırmadı ve “Ey babacığım!” dedi. “Sen benim rızkımı kesersen, elbette Allah, bana geçineceğim şeyi verir!”
Baba Uhayha, bu sefer onu alıp hapsettirdi. Ev halkına tehdidi ise şu oldu:
“Eğer biriniz onunla konuşacak olursa, onu perişan ederim!”
Hz. Hâlid, günlerce aç ve susuz bırakıldı.[2]
İnancı uğrunda kendisine böylesine eza ve cefayı revâ gören babanın yanında kalmak artık manasızdı. Bir fırsatını bulup, babasının elinden kurtuldu. İkinci Habeşistan hicretine kadar babasına görünmedi.[3]
Habeşistan’a giden ikinci hicret kafilesine zevcesiyle katılarak Mekke’den ayrıldı.
Hz. Hâlid, Câhiliyye devrinde mükemmel yazı yazan birkaç şahsiyetten biriydi. Rivayete göre, Resûl-i Ekrem Efendimizin Yemen Hükümdarına verdiği emannâmenin metnini ve diğer birçok muahedenâmeyi de Hz. Hâlid kaleme almıştır.[4]
_____________________________________________________
[1] İbn Sa’d, Tabakat, c. 4, s. 94; İbn Hacer, el-İsabe, c. 1, s. 406.
[2] İbn Sa’d, a.g.e., c. 4, s. 95.
[3] İbn Sa’d, a.g.e., c. 4, s. 95; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 1, s. 282.
[4] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 265; İbn Abdi’l-Berr, el-İstiab, c. 2, s. 421.
[2] İbn Sa’d, a.g.e., c. 4, s. 95.
[3] İbn Sa’d, a.g.e., c. 4, s. 95; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 1, s. 282.
[4] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 265; İbn Abdi’l-Berr, el-İstiab, c. 2, s. 421.