Benî Mürre Seferi
(Hicret’in 8. senesi Sefer ayı)
Hendek Muharebesi’nde, Müslümanları muhasara altına alan Ebû Süfyan b. Harb kumandasındaki on bin kişilik ordunun dört yüzünü Benî Mürreler teşkil etmişlerdi;[1]ayrıca Resûl-i Ekrem Efendimizin Hicret’in 7. yılında kendilerini cezalandırmak için gönderdiği Beşir b. Sa’d kumandası altındaki otuz kişilik mücahit birliğinin 28’ini de şehit etmişlerdi.[2]
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu İslam düşmanı kabileye de gereken dersi vermek istiyordu. Bunun için Gâlib b. Abdullah’ı iki yüz kişinin başında Benî Mürrelere gönderdi.
Gâlib b. Abdullah, emrindeki mücahitlerle Benî Mürrelerin çok yakınına kadar sokuldu. Orada mücahitlere bir hitabede bulundu. Özetle, “Bana itaatsizlik etmeyiniz! Çünkü Resûlullah (a.s.m.), ‘Benim kumandanıma itaat eden bana itaat etmiş, ona itaatsizlik eden de bana itaatsizlik etmiş olur’ buyurmuştur. Buna binaen, siz, her ne zaman bana itaatsizlik ederseniz, Peygamberinize itaatsizlik etmiş olursunuz”[3]dedi.
Mücahitler, komutanlarının emriyle sabahleyin erkenden tekbirler getirerek Benî Mürrelerin üzerine baskın yaptılar. Birçoğunu öldürdüler, kadın ve çocuklarını da esir aldılar; birçok deve sığır ve davarı ise ganimet olarak ele geçirdiler.[4]
Hz. Üsame’nin, Bir Adamı Müşrik Sanarak Öldürmesi
Hz. Üsame b. Zeyd, Mirdas b. Nehik adında birinin peşine düşmüş ve onu müşrik sanarak öldürmüştü. Bunu, Kumandan Gâlib b. Abdullah’a anlattı.
“Ben, birinin peşine düştüm. Kılıcımı kaldırıp vuracağım zaman, adam ‘Lâ ilâhe illallah’ dedi.”
Gâlib b. Abdullah, “Peki, bunun üzerine kılıcını kınına soktun mu?” diye sordu.
Hz. Üsame, “Hayır...” dedi. “Vallahi, boyun damarını kesmedikçe vazgeçmedim!”
Mücahitler hep birden, “Vallahi” dediler. “Sen, emredilmeyen kötü bir iş yaptın; ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen bir adamı öldürdün!”
Hz. Üsame, yaptığına son derece üzüldü.
Gâlib b. Abdullah bundan sonra emrindeki mücahitlerle Medine’ye döndü.
“Adamın Kalbini Yardın mı?”
Medine’ye gelince, Hz. Üsame, hadiseyi Peygamber Efendimize anlattı.
Resûl-i Kibriya, hiddetle, “Ey Üsame! Demek, sen, ‘Lâ ilâhe illallah’ demiş olan bir adamı öldürdün, ha!” diye buyurdu.
Hz. Üsame, mâzeret beyan etti: “Yâ Resûlallah! O, ancak silahtan korktuğu için ‘Lâ ilâhe illallah’ demiştir!”
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu mâzeret beyan edişe daha da hiddetlendi; “Bâri, adamın kalbini de yarsaydın, bu sözü gerçekten mi yoksa yalandan mı söylediğini öğrenseydin ya!” buyurdu.[5]
Hz. Resûlullah’ın çok sevdiği ve çoğu zaman terkisinde taşıdığı Hz. Üsame der ki:
“Resûlullah (a.s.m.), bu sözü bana o kadar tekrarlayıp durdu ki ‘Keşke, o gün yeni Müslüman olmuş ve adamı da ben öldürmemiş olsaydım!’ diye içimden temenni ettim.”[6]
Burada şuna işaret etmek lâzımdır ki Hz. Üsame’nin bu sözü hakikat değil, o anda duyduğu ızdırabın mübalâğa ile ifadesidir. Hz. Üsame, bu adamın kelime-i tevhidi getirmesine ehemmiyet vermeyip öldürürken, “Kâfirlerin, Bizim azabımızı gördükleri zamandaki imanları kendilerine fayda vermeyecektir”[7]meâlindeki ayetin zâhiriyle istidlâl etmiş olacaktır. Bu sebepledir ki Peygamber Efendimiz, sadece onu azarlamakla yetinip, diyetle emretmedi.
“Size, selam veren ve Müslümanlık şiârını [alâmetini] gösteren kişiye, ‘Sen mü’min değilsin!’ demeyiniz”[8]meâlindeki ayet-i kerime de bu hadise üzerine nâzil olmuştu.[9]
____________________________________________________________
[1]İbn Sa’d, Tabakat, c. 2, s. 66.
[2]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 119.
[3]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 126.
[4]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 126; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 3, s. 197.
[5]İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 271; Müslim, Sahih, c. 1, s. 96.
[6]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 271; Müslim, a.g.e., c. 1, s. 96.
[7]Gafir, 85.
[8]Nisâ, 94.
[9]ez-Zebidî, Tecrid-i Sarih, Terc.: Kâmil Miras, c. 10, s. 293.
[2]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 119.
[3]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 126.
[4]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 126; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 3, s. 197.
[5]İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 271; Müslim, Sahih, c. 1, s. 96.
[6]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 271; Müslim, a.g.e., c. 1, s. 96.
[7]Gafir, 85.
[8]Nisâ, 94.
[9]ez-Zebidî, Tecrid-i Sarih, Terc.: Kâmil Miras, c. 10, s. 293.