Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ? Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) "أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"
Resûl-i Kibriya Efendimiz, sabah namazından önce, Beytullah’a tavaf için gidileceğini ashab-ı kirama ilan etti; daha sonra, Kâbe-i Muazzama’ya gidip Veda Tavafı yaptı.[1]
Medine’ye Dönüş
Resûl-i Kibriya Efendimiz ve ashab-ı kiram, Veda Tavafından sonra, Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye doğru yola çıktılar. Gadir-i Hum vadisinde konakladılar. Efendimiz orada öğle namazını kıldırdı. Namaz bitince ashabına, “Ey insanlar! Biliniz ki ben de insanım! Çok sürmez; Yüce Rabbimin elçisi gelecek, beni ebedî âleme çağıracak. Ben de onun davetine icâbet edeceğim. Yakında size veda edeceğim!” dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:
“Eğer sadâkatle sarılırsanız, sizi doğru yolda muhafaza edecek iki şey bırakıyorum: Onların birincisi Allah’ın kitabı Kur’an’dır; ki içinde hidayet ve nur vardır. Ona sımsıkı sarılınız! İkincisi de Ehl-i Beytimdir.”[2]
Bu sözlerinden sonra Hz. Ali’nin elinden tuttu. “Ben kimim Mevlâsı isem, Ali de onun Mevlâsıdır” diye buyurdu ve arkasından, “Allahım! Ona dost olana dost, düşman olana düşman ol!” diye Allah’a niyazda bulundu.[3]
Resûl-i Kibriya Efendimizin yakında ebedî âleme göç edeceğini haber veren yukarıdaki sözleri, ashab-ı kiramı hüzne gark etti. Uğrunda canlarını feda ettikleri, öz nefislerinden daha çok sevdikleri Kâinatın Efendisi, aralarından gidecekti!
Şimdiden adeta kendilerini birer yetim kabul edip gözyaşları döküyorlardı!
Medine’ye Varış
Medine görününce, Peygamber Efendimiz üç defa tekbir getirdi. Sonra âdetleri olan duayı yaptı: “Allah’tan başka ilâh yoktur. Allah tektir, şerîki yoktur. Mülk O’nundur. Bütün hamd de O’na mahsustur. O, her şeye kâdirdir. Rabbimize yönelici, günahlarımızdan tevbe edici, Rabbimize kulluk, secde ve hamd edici olarak dönüyoruz.”[4]
Medine’ye girilince, Efendimiz, doğruca Mescid-i Şerif’e vardı. Orada iki rekât namaz kıldıktan sonra hâne-i saadetine döndü.
Bu, Resûl-i Kibriya Efendimizin ilk ve son haccı oldu.
[1]Buharî, a.g.e., c. 1, s. 82. [2]Resûl-i Kibriya Efendimizin, biz Müslümanlara bıraktıkları arasında ikinci olarak “Ehl-i Beytini zikretmesi mânidardır. Bu hususta Bediüzzaman Hazretlerinin şu açıklamasını da nakletmemiz yerinde olacaktır:
“Resûl-i Ekrem (a.s.m.), gayb-âşina nazarıyla görmüş ki: Al-i Beyt’i, Âlem-i İslam içinde bir şecere-i nuraniye hükmüne geçecek. Âlem-i İslam’ın bütün Tabakatında kemâlât-ı insanîye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zâtlar, ekseriyet-i mutlaka ile Âl-i Beyt’ten çıkacak. Yâni, nasıl ki millet-i İbrahimîye’de ekseriyet-i mutlaka ile nurani rehberler Hz. İbrahim ‘in (a.s.) âlinden, neslinden olan enbiya olduğu gibi; ümmet-i Muhammedîye’de de (a.s.m.) vezaif‑i azîme-i İslamiyette ve ekser turuk ve mesalikinde Enbiya-i Benî İsrail gibi, Aktab-ı Âl-i Beyt-i Muhammedîye’yi (a.s.m.) görmüş. Onun için
demesiyle emrolunarak, Âl-i Beyt’e karşı ümmetin meveddetini istemiş. Bu hakikati teyit eden diğer rivâyetlerde ferman etmiş: ‘Size, iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim.’ Çünkü, sünnet-i seniyyenin menbaı ve muhâfızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyt’tir.
“İşte, bu sırra binaendir ki Kitab’a ve sünnete ittiba unvanıyla bu hakikat-i hadîsiyye bildirilmiştir. Demek, Âl-i Beyt’ten, vazife-i risâletçe muradı sünnet-i seniyyesidir. Sünnet-i seniyyeye ittibaı terk eden, hakikî Âl-i Beyt’ten olmadığı gibi, Âl-i Beyt’e hakikî dost da olamaz.
“Hem, ümmetini Âl-i Beyt’in etrafında toplamak arzusunun sırrı şudur ki:
“Zaman geçtikçe Âl-i Beyt çok tekessür edeceğini izn-i İlâhîyle bilmiş ve İslamiyet zaafa düşeceğini anlamış. O hâlde, gayet kuvvetli ve kesretli bir cemaat-i mütesanide lâzım ki Âlem-i İslam’ın terakkîyat-ı mânevîyesinde medar ve merkez olabilsin. İzn-i İlâhîyle düşünmüş ve ümmetini Âl-i Beyti etrafına toplamasını arzu etmiş. Evet, Âl-i Beyt’in efradı ise, itikad ve iman hususunda sâirlerden çok ileri olmasa da, yine teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridirler. Çünkü, İslamiyete fıtraten, neslen ve cibilliyeten taraftardırlar. Cibillî taraftarlık, zaaf ve şânsız, hatta haksız da olsa bırakılmaz. Nerede kaldı ki gayet kuvvetli, gayet hakikatli, gayet şanlı bütün silsile-i ecdadı bağlandığı ve şeref kazandığı ve canlarını feda ettikleri bir hakikate taraftarlık, ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunu bilbedahe hisseden bir zât, hiç taraftarlığı bırakır mı? Ehl-i Beyt, işte bu şiddet-i iltizam ve fıtrî İslamiyet cihetiyle din-i İslam lehinde edna bir emareyi, kuvvetli bir bürhan gibi kabul eder. Çünkü, fıtrî taraftardır. Başkası ise, kuvvetli bir bürhanla sonra iltizam eder.” (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 19-20); Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 4, s. 367; Müslim, a.g.e., c. 4, s. 1873. [3]Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 4, s. 281, 368, 370; Tirmizî, a.g.e., c. 5, s. 633. [4]Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 4, s. 187-189; Ebû Dâvûd, a.g.e., c. 3, s. 91.
Arafat’ta Allah’a hamd ve senâdan sonra hususî olarak o sırada hazır bulunan yüz bini aşkın (yüz yirmi bin) sahabeye, umumî olarak da bütün Müslümanlara, bütün insanlığa, değişmez, eskimez ölçüler ihtiva eden şu hutbesini irad buyurdu:
“Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım!
“İnsanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.
“Ashabım!
“Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak mes’ul olacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız!
“Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak muhafaza etmiş olur.
“Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır! Lâkin, borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah’ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Câhiliyyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır! İlk kaldırdığım faiz de, Abdülmuttalib’in oğlu (amcazâdem) Abbas’ın faizidir.
“Ashabım! Câhiliyyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası, Abdülmuttalib’in torunu (amcazâdem) Rebia’nın kan davasıdır.
“Ey İnsanlar!
“Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hâkimiyetini kurmak gücünü ebedî surette kaybetmiştir. Fakat siz, bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir.
“Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!
“Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız onların, aile yuvasını, sizin hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz herhangi bir kimseyi evinize alırlarsa, onları hafifçe dövüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.
“Ey mü’minler! Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız; o emanet, Allah’ın kitabı Kur’an’dır.
“Mü’minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman, Müslümanın kardeşidir, böylece bütün Müslümanlar kardeştir. Din kardeşinizin herhangi bir hakkına tecavüz, başkasına helâl değildir. Meğer ki gönül hoşluğuyla kendisi vermiş olsun.
“Ashabım! Kendinize de zulmetmeyiniz; kendinizin de üzerinizde hakkı vardır.
“Ey insanlar! Cenab-ı Hak, her hak sahibine hakkını (Kur’an’da) vermiştir. Vârise vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona âittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına âit soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah’ın gazabına, meleklerin lânetine ve bütün Müslümanların bedduasına uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şehâdetlerini kabul eder.
“Ey insanlar! Rabbiniz birdir; babanız da birdir. Hepiniz, Âdem’in çocuklarısınız; Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Arabın Arap olmayana —takvadan başka— bir üstünlüğü yoktur.
“İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar! Ne diyeceksiniz?
“‘(Allah’ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve nasihatte bulundun) diye şehâdet ederiz.’”
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şehâdet parmağını kaldırarak, sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu:
“Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab!”[1]
Öğle ve İkindi Namazlarının Beraber Kılınışı
Resûl-i Kibriya Efendimiz, bütün insanlığa en yüksek ve kutsî bir ders olan Veda Hutbesi’ni sona erdirdiği sırada, Hz. Bilâl-i Habeşî öğle ezanını okumaya başladı. Resûl-i Kibriya Efendimiz ve ashab-ı kiram, huşû içinde susup ezanı dinlediler. Ezan bitince, Hz. Bilâl kamet getirdi. Fahr-i Kâinat Efendimiz, o muhteşem cemaate imam olup önce öğle namazını kıldırdı. Sonra yine kamet getirilerek ikindi namazını kıldırdı. Böylece Efendimiz, bir ezan iki kametle iki vaktin namazını birleştirdi.[2]
İlk İşaret
İkindiden sonraydı; vakit, akşama yakındı. Resûl-i Kibriya Efendimiz, devesi Kasvâ’nın üzerindeydi. Bu sırada şu ayet-i kerime nâzil oldu:
“İşte bugün, sizin için dininizi kemâle erdirdim; üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyeti seçip kabul ettim!”[3]
Resûl-i Kibriya Efendimiz, bu ayeti okuyunca, ashab-ı kiram son derece sevinip ferahlık duydular. Sadece biri ağlıyordu: Hz. Ebû Bekir... Sahabeler buna bir mana veremediler. Sordular. Şu cevabı aldılar:
“Bu ayet, Resûlullah’ın (a.s.m.) vefatının yakın olduğuna delâlet ediyor; onun için ağlıyorum!”[4]
Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) söylediği ve anladığı sır, doğru idi. Zira bu ayet, Fahr-i Kâinat Efendimizin dünyadan göç zamanının yaklaşmış olduğuna ilk işaret idi. Çünkü teklif ve tebliğ edilmesi gereken şeyler bittiğine göre, teklif ve tebliğ edenin vazifesi de son bulacak demekti.
Aynı sırrı Hz. Ömer’in de idrak ettiğini, kaynaklar zikrederler.[5]
Arafat’tan Müzdelife’ye...
Cuma günü, güneş battıktan sonra, Resûl-i Kibriya Efendimiz, devesi Kasvâ’nın üzerinde, terkisinde Üsame b. Zeyd olduğu halde, Arafat’tan Müzdelife’ye geldi. Bu sırada akşam namazı vakti çıkmış, yatsı vakti girmişti. Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir ezan, iki kametle önce akşam, arkasından yatsı namazını kıldırdı.[6]
Müzdelife’den Mina’ya...
Peygamber Efendimiz, Cumayı Cumartesiye bağlayan geceyi Müzdelife’de geçirdi. Cumartesi günü sabah namazını orada eda ettikten sonra Meş’ar-ı Haram’a geldi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, ashabına, “Cemre’de[7]atılacak ufak taşları toplayınız” diye emretti ve taşların nasıl atılacağını gösterdi.
Sonra, Akabe Cemresi’ne birer birer yedi ufak taş attı. Her taş atışında “Allahü ekber!” diyerek tekbir getiriyordu. Bu arada, ashab-ı kiram da aynı şekilde Cemre taşlarını atıyorlardı.
Resûl-i Kibriya Efendimiz, Akabe Cemresi’ne yedi taşı attıktan sonra Mina’ya döndü.
Kurban Kesme
Resûl-i Kibriya Efendimiz, oradan kurban kesme yerine gitti. Ömr-ü saadetlerinin her bir senesi için bir kurban olmak üzere altmış üç kurbanı bizzat mübarek elleriyle kesti.[8]Saçlarını traş ettirdi. Kesilen saçlarını hatıra olsun diye sahabelerine birer ikişer dağıttı. Bu da, ashabından ayrılığın yaklaştığına işaretti. Ayrıca “Ey insanlar! Haccın usûl ve erkânını benden öğreniniz. Bilmem, ama belki bundan sonra burada benimle görüşemezsiniz” buyurarak da bu işareti kuvvetlendirdi.
Hz. Hâlid b. Velid’in, Efendimizin Alın Saçını Alması
Resûl-i Ekrem Efendimizin saçının ön kısmı traş edildiği sırada, Hz. Hâlid b. Velid, “Yâ Resûlallah!” dedi. “Alnın üzerindeki saçtan bana ver!”
Peygamber Efendimiz, isteğini kabul etti ve kendisine saçının ön kısmından birkaç tel verip, hayatında devamlı muzaffer olması için dua etti. Hz. Hâlid, mübarek saçları alıp gözüne sürdü, sonra da külâhının önüne yerleştirdi.
Resûl-i Ekrem Efendimizin o saç ve duasının bereketi hürmetine Hz. Hâlid, girdiği her harpten muzaffer çıkmıştır. Nitekim kendi de, “Ben, onu hangi tarafa yönelttimse, orası fetholundu”[9]demiştir.
Peygamberimizin İfaza Tavafı
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Kurban Bayramının birinci günü öğle vaktinden önce İfaza [Ziyaret] Tavafı’nı yapmak üzere Kâbe-i Muazzama’ya gitti; Müslümanlara da gitmelerine emir buyurdu. Tavafını yaptıktan sonra öğle namazını kıldı. Zemzem kuyusundan su içti.[10]
Resûl-i Ekrem Efendimiz, o gün akşama doğru Mina’ya döndü.
Peygamberimizin İkinci ve Üçüncü Gün Cemrelerini Atışı
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Kurban Bayramının ikinci ve üçüncü günü, güneş batıya doğru eğildiği zaman yaya olarak Mina Mescidi’nden sonraki İlk Cemre’nin yanına vardı. Oraya birer birer yedi tane çakıl taşı attı. Her birini atarken “Allahü ekber!” diyerek tekbir getiriyordu.
Bundan sonra İkinci Cemre, ondan sonra da Cemre-i Akabe denilen Üçüncü Cemre’nin yanına vardı. Her birisine birer birer yedi tane taş attı. Her taş atışında yine “Allahü ekber!” diyerek tekbir getiriyordu.[11]
Muhassab’a Gidiş
Zilhicce’nin 13’ü, Salı günü...
Resûl-i Kibriya Efendimiz, Mina’dan Muhassab denilen taşlık yere gitti. Orada çadırı kurulmuştu. Bu sırada ashab-ı kirama, “Allah, sözümü güzelce ezberleyip, sonra da onu duymayanlara ulaştıran kimselerin yüzünü nurlandırıp neşelendirsin. Olabilir ki anlayan, kendisinden daha iyi anlayana onu ulaştırır. İyi biliniz ki üç şey mü’min ve Müslümanların kalplerine kin ve kıskançlık sokmaz” diye hitap ettikten sonra, o hususları şöylece sıraladı:
“Allah’ın rızasını gözeterek ihlâsla amel, Müslüman olan amirlere nasihat ve itaatte bulunmak, Müslüman cemaate itikad ve sâlih amelde tâbi olmak...”[12]
[1]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 250-252; Taberî, Tarih, c. 3, s. 168-169; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 5, s. 30, 262, 412, c. 1, s. 384, 453; Müslim, a.g.e., c. 4, s. 41-42; İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1024-1025. [2]Vakidî, Megazi, c. 3, s. 1102; Müslim, a.g.e., c. 4, s. 41; İbn Mâce, a.g.e., c. 2, s. 1025. [3]Mâide, 3. [4]M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 2, s. 1569. [5]Taberî, Tefsir, c. 6, s. 52; İbn Kesir, Tefsir, c. 2, s. 13. [6]Buharî, Sahih, c. 2, s. 177; Müslim, a.g.e., c. 4, s. 42; Ebû Dâvûd, Sünen, c. 2, s. 191. [7]Cemre, kendisiyle teyemmüm etmek câiz olan küçük taş veya toprak parçaları veyahut da taş demektir. Mina’da üç küçük taş kümesi vardır: Cemre-i Ûlâ, Cemre-i Vusta ve Cemre-i Akabe... [8]Müslim, a.g.e., c. 4, s. 42; İbn Kayyim, a.g.e., c. 1, s. 275. [9]İbn Esir, Üsdü’l-Gabe, c. 2, s. 111. [10]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 182; Müslim, a.g.e., c. 4, s. 42-43; İbn Mâce, a.g.e., c. 2, s. 1026. [11]Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 2, s. 152; Nesaî, Sünen, c. 5, s. 276-277. [12]Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 4, s. 80-82; İbn Mâce, a.g.e., c. 2, s. 1016.
(Hicret’in 10. senesi Zilhicce ayı / Milâdî 632 Mart)
Hicret’in 10. yılı Zilkade ayı idi.
Bu tarihte, Resûl-i Kibriya Efendimiz, hac için hazırlandı. Medine’deki Müslümanlara da haccetmek üzere hazırlanmalarını emir buyurdu. Ayrıca Medine dışındaki Müslümanlara da bu maksatla hazırlanıp Medine’de toplanmaları için haber gönderdi.
Bu haber üzerine, haccetmek arzusunda olan binlerce Müslüman, Medine’ye akın etmeye başladı. Çok geçmeden, Medine, iman ve İslam’ın nuruyla münevver simalarla dolup taştı. Medine etrafında çadırlar kuruldu.
Müslümanlar eşsiz bir bayram sevinci yaşarken, Resûl-i Kibriya Efendimiz de, tebliğ ettiği azametli davanın muazzam neticesini görmenin huzur ve saadeti içinde Cenab-ı Hakk’a hamd ve şükrediyordu.
Medine’den Ayrılış
Zilkade ayının çıkmasına beş gün vardı. Günlerden Cumartesi idi.
Resûl-i Kibriya Efendimiz, Medine’de yerine Ebû Dücâne es-Saidi’yi vekil bıraktı.[1]Hâne-i saadetinde yıkandı. Güzel kokular süründü. Yeni elbiseler giydi. Öğleye doğru hâne-i saadetinden çıkıp Mescid-i Şerif’e gitti. Öğle namazını kıldırdı.[2]
Fahr-i Âlem Efendimiz, etrafını nurani halkalar halinde sarmış olan yüz bini aşkın Müslümanla birlikte Medine’den hareket ederek Zülhuleyfe mevkiine vardı. Geceyi, muazzam cemaatiyle burada geçirdi.
Ertesi günü, öğle namazını burada eda ederek ihrama girdi ve her biri insanlık âleminin birer yıldızı olan sahabeleriyle birlikte Mekke-i Mükerreme’nin yolunu tuttu.
Fahr-i Âlem Efendimiz, devesi Kasvâ’nın üzerinde idi. Yüz bini aşkın sahabe, o mânevî güneşin etrafında yörüngelerini kaybetmeyen gezegenleri andırıyordu. Dillerde telbiye vardı: “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk! Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk! İnnel hamde ven’nimete leke velmülk. Lâ şerîke leke.”
Sanki yeryüzü bir ağız olmuş, aynı “telbiye”yi yüz binlerce dille tekrarlıyordu. Fahr-i Âlem Efendimiz ile sahabelerin sevinç ve heyecanına adeta yer ve gök iştirak ediyordu.
Mekke’ye Varış
Tarih, Zilhicce ayının dördü, Pazar günü, sabahın erken saatleri...
Fahr-i Kâinat Efendimiz, etraftan gelenlerin de katılmasıyla yüz bini aşan Müslüman hacılarla Mekke’ye, üst kısmından, Seniyetü’l-Kedâ mevkiinden girdi. Kâbe-i Muazzama’yı görünce, “Yâ Rabbi! Bu muazzam mâbedin azamet, şeref, keramet ve mehabetini artır” diye dua etti.[3]
Bundan sonra Efendimiz, Beytullah’a vardı. Hacerü’l-Esved’i istîlâm etti[4]ve o köşeden Kâbe-i Muazzama’yı tavafa başladı. Tavafın ilk üç devresinde adımlarını kısaltıp omuzlarını silkelemek suretiyle hızlı ve çalımlı yürüdü; kalan dört devresini ise ağır ağır yürüyerek tavafını tamamladı.
Kâbe’nin etrafını yedi defa dolaşarak tavafı tamamladıktan sonra Makam-ı İbrahim’e vardı. Orada iki rekât namaz kıldı.[5]Sonra tekrar dönüp Hacerü’l-Esved’i istîlâm etti. Bu esnada Hz. Ömer’e, “Ey Ömer! Sen, güçlü kuvvetlisin. Hacerü’l-Esved’e yetişmek için başkasına omuz vurma! İnsanları, güçsüzleri rahatsız etme! Eğer, tenha bulursan onu istîlâm et; yok tenha bulamazsan, uzaktan el sürüp öpme işareti yap ve kelime-i tevhid oku, tekbir getir” diye buyurdu.[6]
Peygamberimizin Sa’y Edişi
Resûl-i Kibriya Efendimiz, bundan sonra Safâ tepesine çıktı. Orada Cenab-ı Hakk’a hamd ve şükrünü takdim etti. Buradan inerek Safâ ve Merve arasında yedi kere sa’y etti.
Mina’ya Gidiş
Mekke’de Pazar, Pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri kalan Resûl-i Ekrem Efendimiz, Perşembe günü Mina’ya gitti. Öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını orada cemaatle eda etti. Geceyi orada geçirdi. Zilhicce’nin dokuzu Cuma günü sabah namazını eda ettikten sonra Mina’dan Arafat’a doğru hareket etti.[7]
Ashab-ı kiramın getirdiği telbiye ve tekbirlerle adeta yer gök çınlıyordu.
[1]İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 248; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 3, s. 312. [2]İbn Sa’d, Tabakat, c. 2, s. 173-175; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 3, s. 110; İbn Kayyim, Zâdü’l-Meâd, c. 3, s. 213. [3]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 173; İbn Kesir, Sîre, c. 4, s. 301. [4]İstîlâm, Hacerü’l-Esved’e elle dokunmak yahut onu öpmek, bunlar mümkün değilse karşıdan el sürme işareti yapmak demektir. [5]Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 3, s. 320; Müslim, Sahih, c. 4, s. 40; İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1023. [6]Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 1, s. 28. [7]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 173; İbn Kayyim, a.g.e., c. 3, s. 267.