Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ? Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) "أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"
Çıkış yeri dar anlamını veren bu tamlama rivayet sınırları dar olan hadisi ifade eder. Öteki deyişiyle, dar bir çevrede rivayet edilen hadise bazı hadis alimlerince verilen isimdir. Bu manada garîb hadis çeşidi için kullanılmıştır.
“Hadis yurdu” demek olan bu tabir özellikle hadis ve hadis ilimleri öğrenimi için açılan medreselerin adıdır. Hadis tarihinin ilk devirlerinden itibaren hadis dersleri mecâiis denilen hadis meclislerinde verilmiştir. Zamanla hadis öğretiminin daha ciddi ve sistemli hale getirilmesi zarureti baş gösterince Kur'ân-ı Kerim öğretimine ayrılmış özel eğitim kuruluşlarının yanında hadis ve hadis ilimleri öğretimi için özel medreseler açılması ihtiyaç haline gelmiştir. İslâm aleminde bilinen ilk dâru'l-hadîs, altıncı hicri asırda Dimeşk'ta Sultan Nureddin Mahmud tarafından kurulanıdır. Kurucusunun adına izafetle “en-Nûriyye” medresesi denilen bu dâru'l-hadisin ilk idarecisi meşhur âlim İbn Asâkirdir. Aynı şekilde bir medrese Eyyûbî hükümdarlarından Nâsıruddin Muhammed tarafından 622 hicri tarihinde (m. 1225) Kâhire'de kurulmuştur. Bu medreseye de kurucusunun ismine izafetle “el-Medresetu'l-Kâmiliyye” adı verilmiştir. Kısa bir süre sonra Dimeşk'ta 626 tarihli ikinci bir dâru'l-hadisin kurulduğu görülür. el-Meliku'l-Eşref Ebu'l-Feth Musa b. Âdil tarafından kurulan bu dâru'l-hadise de kurucusunun ismini hatırlatacak şekilde “el-Medresetu'l Eşrefiyye” denilmiştir. Hadis Usûlü ilminde daha sonraki eserlerin hemen hepsine kaynaklık etmiş bulunan Ulûmu'l-Hadîs kitabının yazan İbnu's-Salâh ile değerli hadis âlimi Muhyiddin en-Nevevi bu medresede görev yapanlardandır. Vakfiyesinde hadis talebesine tahsis edilen imkânlar teşvik edici mahiyettedir. 179 Aynı asırda bir başka dâru'l-hadis yine Dimeşkta Emevî Camii içinde Seyfettin Muhammed b. Urveye nisbetle “Dâru'l-Hadîsi'l-Urviyye” adıyla kurulmuştur. Bu dâru'l-hadisin ayrıca bir de kütüphanesi vardı. Bu kuruluşun diğerlerinden farkı müstakil bir bina halinde açılmamış olmasıdır. Daha sonraları İslâm aleminin her tarafında dâru'l-hadisler kurulması sonucu bu müesseseler yaygın hale gelmeye başlamıştır. Bu arada kurulan Musul dâru'l-hadisinin yöredeki hadis eğitiminde önemli yeri olmuştur. Selçuklular devrinde Anadolu'da ilk dâru'l-hadis Konya'da tesis edilmiştir. Selçuklu veziri Sahip Atâ adiyle meşhur Fahreddin Ali b. Hüseyin tarafından yaptırılan İnce Minareli Dâru'l-Hadisinin kuruluşu yaklaşık yedinci hicrî asrın ikinci yansına rastlar. Aynı devirde Konya'dan başka yerlerde de hadis öğretimine ayrılan medreselerin bu arada özel olarak inşa edilmiş dâru'l-hadislerin bulunduğuna şüphe yoktur. Osmanlı devrine gelince bu devirde de birçok dâru'l-hadisler yaptmlmıştır. Söz gelişi Sultan 2. Murad tarafından 828 tarihinde Edirne'de bir dâru'l-hadis inşa ettirilmiştir. Bu bina sonraları camiye çevrilmiştir. Yine Edirne'de Selimiye Camii önüne Sultan 2. Selim tarafından yaptırılan Dâru'l-hadis mühimdir. Kanunî Sultan Süleyman’ın yaptırdığı Süleymaniye Medreselerinden biri darû'l-hadis olarak yaptırılmış ve hadis ilimleri öğrenimine ayrılmıştır. Bunun dışında gerek İstanbul'da, gerekse Anadolu, Rumeli, Suriye ve Filistin'de Osmanlılar tarafından yaptınlmiş bir hayli dâru'l-hadisler vardır. Burada işaret etmek gerekir ki İslâm tarihinin hiçbir devrinde hadis öğretimi sadece dâru'l-hadislere münhasır kalmış değildir. Mescitlerde, hangâh, ribât denilen kültür müesseselerinde de her zaman için hadis ve hadis ilimleri okunagelmiştir.
Bk. Rivâyetu'd-Darîr. Darîr, anadan doğma görme duygusundan noksan kişiye denir. Gözleri görmeyen birinin hadis rivayet etmesi telkine maruz kalmaması bakımından önemli bir meseledir. İbnu's-Salâh, rivayetin şartlan arasında bu konuya da yer vererek şöyle demiştir: “Ravi darîr olup da hadisini kendisine tahdîs edenin ağzından ezberlemezse iki adet güvenilir kâtibe yazdırır. Sonra da bunların kitabından okunarak kendisine arzedilirken değişikliğe uğramadığına kanaat getirecek kadar ihtiyatlı davranırsa rivayeti sahih olur. Aksi olursa aynı şeyi yapan gözleri gören birine yapıldığı gibi rivayetten men edilir. Nitekim el-Hatîbu'l-Bağdâdi'ye göre şeyhten işittiklerini ezberlemeyip başkasına yazdıran ümmi bir ravi ile daririn semâ'ı birdir. Pek çok âlim, doğuştan a’ınâ olan ravinin rivayetini caiz görmemiştir. Bununla birlikte caiz-görenler de vardır, Darîr olan ravi bir kitaptan sema yoluyla hadis almış olsa, sonra da işitmediği ve kendi işiterek yazdırdığı nüshasıyla mukabele edilmemiş nüshadan rivayet etmek istese buna cevaz yoktur. Ebu'n-Nasr İbnu's-Sabbâğ buna kaildir. Bunun gibi kendi nüshasından şeyhinin semâ'ı olan hadisler bulunsa veya şeyhinden kendisi değil, sika bir ravi rivayet etmiş olsa bunları rivayet etmesi de caiz görülmemiştir; zira böyle bir nüshada fazlalık olması kaçınılmazdır. Bununla birlikte İbnu's-Salâh, darîrin şeyhinden bütün merviyyatını rivayete icazetli olması halinde kendi nüshasından rivayetini caiz görmüştür.