Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Ehlu's-Suffe
Bk. Ashâb-ı Suffe.
“Suffeliler” manasına gelen bir tamlama olup Medine'de Mescidu'n-Nebî (Peygamber Mescidi) bitişiğinde bulunan ve adına Suffe denilen üstü kapalı, gölgelik yerde kalıp vakitlerini daha çok ibadet, Kur'ân öğrenimi ve hadis müzakeresiyle geçiren bir kısım sahabîlere denir.
Bir diğer tabirle Ehl-i Suffe de denilen Ashab-i Suffe, bilhassa kimsesiz muhacirlerle civardan gelen ve Medine'de yanına inecek kimsesi olmayan fakir müslümanlardan oluşur. Sayıları hakkındaki rivayetler değişiktir. Ebu Hu-reyre'nin bir rivayetinde ashabı suffeden yetmiş kişiye mülaki olduğu kaydedilir.84 Bu rivayete istinaden olsa gerek, Suffe'de kalan fakir ve kimsesiz müslümanların yetmiş kişi oldukları söylenmiştir. Bununla beraber ashab-ı suffenin sayısını 400'e kadar çıkaranlar vardır. Haliyle içlerinden evlenmek, ölüm ve sair sebeplerle ayrılan olunca yerine yenileri gelerek sayıları devamlı şekilde değişmiştir.
Ashâb-ı suffenin günlük meşguliyetini daha çok Kur'ân-ı Kerim öğrenmek, hadis müzekere etmek, seriyye birlikleriyle sefere çıkıp cihada katılmak teşkil etmiştir, sayılan çok olmamakla birlikte suculuk, hurmalık suvarmak, odun toplamak gibi işlerde çalışarak günlük nafakasını çıkaranlar da olmuştur. Bir kısmı da Hz. Peygamber'in va'z ve nasihatlarmi dinleyip hıfzederek diğer sahabîlere rivayetle meşgul olmuşlardır. Sahabe içinde en çok hadis rivayet eden Ebu Hureyre bunlardandır.
Son derece basit şartlarda ve yoksulluk içinde yaşayan Ashabı Suffe karınlarını çok kere Hz. Peygamber (s.a.v)'in sofrasında, kimi zaman da Medine'li müslümanların yanlarında doyurmuşlardır, sadaka olarak getirilen malların dağıtımında Allah Resulü ilk önce Ashab-i Suffeyi gözetmiştir.
Buhâri Sarihi Aynî'nin kaynak göstermeden naklettiğine göre Ashab-ı Suffeye Ashâb-ı Saffe denilmiştir. Onlara böyle isim verilişinin sebebi, bu kimsesiz ve barınacak yerleri olmayan sahabilerin Mescidin kapısında saflar halinde durmalarıdır. 85Bununla birlikte Ehlu's-Suffe tabiriyle birlikte ilk tabir daha çok meşhur olmuştur.

Ehlu'l-Hevâ
Hevâ, sözlükte bir nesneye meftunluk ve aşk manasınadır. Hayırda da serde de kullanılır. Nefsin istek ve arzusuna hevâ denir ki murat, şehvet arzusudur. İnsan nefsinin irade ve arzu ettiği nesneye de heva denir. Aynı kelime bir nesneyi sevmek, ona muhabbet duyguları beslemek manasına da gelir. Çoğulu ehvâdır. 189Buna göre ehlu'l-hevâ, bir şeye meftun olanlar, nefisleri için bir şeyler arzu edenler, bir nesneye karşı içlerinde arzu ve istek duyanlar, ona düşkün olanlar manasına bir tabirdir.
Hadis İlminde ehlu'1-hevâ, ehlu'l-bid'a tabiriyle aynı manada kullanılmış ve özellikle kelamcılar kasdedilmiştir. Bilindiği gibi kelamcılar eski Yunan felsefesinin meselelerini adeta İslâm Dini'ne uygulama gibi bir tutum izlemişlerdir. Allah'ın sıfatlan üzerinde münakaşalar açan, Kur'ân-i Kerim yaratılmış mıdır, değil midir; tartışmalarına zemin hazırlayanlar onlardır. Başta Mu'tezile olmak üzere Mürci'e, Kaderiye, Cebriye gibi itikadi fırkaların Allah'ın sıfatlan, kaza-kader, büyük günahlar, insanın fiilleri gibi imanla ilgili pek çok konuda yaptıklan münakaşalarda kelamcılann büyük payı vardır. Kelamcılar birçok konuda Kur'ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in sahih hadisleriyle açıklananların ötesinde çetin meselelere dalmışlardır. Sahabîlerin ve Tâbi'u'nun Kur'ân-ı Kerim ışığında şekillenmiş itikatlarına zıt görüşlerin ortaya çıkışında bunların önemli rolleri olmuştur. Denilebilir ki ehl-i bid'atın yaptıklarını bir başka açıdan kelamcılar yapmışlardır.
İbn Abdilberr'e göre bütün İslâm ülkelerindeki kelamcılar ehl-i bid'atdandır, yolunu şaşırmış kimselerdir. Nereye giderlerse gitsinler alim olarak itibar edilmezler. Gerçek manada İslâm âlimleri Hadîs ve Fıkıh alimleridir. İmam Mâlik de bid'at ve heva ehlinden olanların şahitliğinin caiz olmadığı görüşündedir. O'na göre Eş'arî de olsa bütün kelamcılar heva ehlidirler. Bid'atlan sebebiyle sürgün edilir; tedibe maruz bırakılırlar. Eğer bid'atlerinde devam ederlerse tevbeye çağrılırlar, el-Hasenu'l-Basri de “heva ehli ile birlikte aynı mecliste oturmayın, onlarla münakaşaya girmeyin. Onlan dinlemeyin” tavsiyesinde bulunmuştur. 190
Görüldüğü gibi ehlu'1-hevâ, hadis ilminde ehlu'l-bid'a karşılığı olarak kullanılmıştır, ancak kaydetmek gerekir ki,
ehlu'l-bid'a tabiri daha umumîdir.

Ehlu'l-Hadîs
Bk. Ashâbu'l-Hadîs.
Aynı manada Ehlu'l-Hadîs ve Ehlu'1-Eser tabirleri de kullanılır. Her ikisi de “hadîs ehli, hadisciler” manasına gelir. Kendisini Hadis İlmine adamış âlimlerle, hadis rivayetiyle meşgul olan ravilere denir.
Hz. Peygamber'in sözlerinden, davranış ve hareketlerinden, takrir denilen ve huzurunda yahut gıyabında başkaları tarafından yapılan işleri kabul etmesinden ibaret Sünnet, ibadet, mu'amelat, helal-haram, ahlâk ve öteki dinî yve ictima'î konularda Kur'ân-ı Kerim'den sonra gelen kaynaktır. Sünnet, Kur'ân’ın mücmel hükümlerini tafsil eder; onları açıklar ve uygulama şekillerini gösterir. Bunun yanisıra Kur'ân'da olmayan hükümler koyar.
Sünnetin İslâm Dini'ndeki böylesine önemli yeri müslümanları Hz. Peygamber'in vefat edişinin ardından sünneti aksettiren hadisleri toplamaya sevketmiştir. Bilhassa fetihlerin genişlemesi sonucu çeşitli dil, din, ırk ve kültürden hayli insanın İslâm idaresine girmesiyle ve birtakım siyasî, ictima'î, kültürel ve öteki bazı sebeplerle müslümanlar arasında anlaşmazlıklar başgösterince hadisin önemi bir kat daha artmıştır. Çok geçmeden yüzlerce, binlerce müslüman hadis rivayetiyle meşgul olmuştur. Aralarında rivayet ilminin inceliklerini bilen alimler yetişmiştir. Hadis ilimleri ve rivayetiyle meşgul olan bu alimlere ashâbu'l-hadis adı verilmiştir.
Birinci hicri asrın sonlarına doğru tâbi'îlerden de hadisleri, rivayet yollarını, rivayetler arasındaki farkları iyi bilen âlimler çıkmıştır. Bunların büyük çoğunluğu herhangi bir dinî meselede Kur'ân-ı Kerim veya hadise dayanmadan hüküm vermeyi hoş karşılamamışlardır. Hal böyle olunca sünneti aksettiren hadîsleri toplamak üzere yoğun bir faaliyet başlamıştır. Hz. Peygamber'den rivayette bulunan sahabîlerin bulundukları şehirlere akın edilmiş; herhangi bir yerde hadis rivayetiyle ün salmış âlim varsa yanma kadar gidilmiştir. Bu uğurda uzun, yorucu ve çetin yolculuklar yapılmıştır. Ashab-ı hadisten yüzlercesinin görev aldığı ve bu çalışma sonucu toplanan hadisler yazılı metinlere ve kitaplara geçirilmiştir. Böylesine yoğun faaliyet içinde toplanan, bir yanda ezberlenmek, öte yandan yazılı metinlere geçirilmek suretiyle tesbit ve muhafaza altına alınan hadislerin tasnifi, herbirinin ravilerini, rivayet yollarının, sıhhat derecelerinin tesbit edilmesi ancak hadis alimlerinin yılmak bilmeyen gayretleriyle mümkün olmuştur. Zamanla çoğalan ve sayıları yüzbinlere varan rivayetler arasından gerçekten Hz. Peygambere ait olanların, zayıflarından hatta uydurmalarından ayırdedilebilmesi yine ashab-ı hadisin gayretleri ve tesbit ettikleri kaide ve metotların sonucudur.
Hz. Peygamber'in vefatından kısa bir süre sonra müslümanlar arasında ayrılık meydana gelmesiyle oluşan siyasî ve itikadı fırkaların herbiri kendi görüşlerini yayabilmek ve taraftar toplamak gayreti içinde hadisleri istedikleri doğrultuda yorumladıkları gibi görüşlerine uygun hadisler uydurmaktan da geri kalmamışlardır. Ashab-ı hadisin yoğun mesailerinin önemli bir sonucu da burada görülmüştür. Onlar Hz. Peygamber'e ait sahih hadisleri rivayet etmekle bozguncu fikirlerin yayılmasına az da olsa mani olmuşlardır. Böylece bir yandan islâmiyet'in özünü aksettiren sahih hadisleri toplumun istifadesine sunarken diğer taraftan sahtelerini tesbit etmek suretiyle İslâm'ın asıl şeklinin korunmasında büyük rol oynamışlardır.
Fıkıh ilminin ikinci kaynağı Sünnet; dolayısıyle hadislerdir. Fıkıh alimlerinin gerek Fıkıh usûlü kaidelerinin tesbitinde gerekse fıkıh meselelerinin çözüme bağlanmasında delil olarak kullandıkları hadisler, ellerine ancak ashab-ı hadisin gayretleriyle ulaşmıştır. Kısacası hadisciler bir bakıma havarilerin Hz. İsa'nın tebliğ ve talimatlarını yaymak konusunda yaptıkları vazifeyi Hz. Peygamber ve İslâm Dini için yapmışlardır. Yüklenmiş oldukları vazifenin önemi onlara toplum içinde haklı bir şöhret kazandırmış ve hadis alimleri her yerde büyük itibar görmüşlerdir.
Bununla birlikte bilhassa kelâmcılar hadiscilere şiddetle hücum ederek onları yalan ve çelişkili rivayetler nakletmekle, dolayısıyle de ihtilafların ve fırkaların doğmasına, müslümanların birbirlerine düşman kesilip birbirlerini küfürde itham etmeye kadar ileri gitmelerine sebep olmakla suçlamışlardır. Onların doğrusunu eğrisinden ayırdetmeden bütün rivayet ettikleri hadisleri nakletmeleri sebebiyle her fırka kendi görüşüne hizmet edecek hadis bulabilmiştir. Hicaz ve Iraklı fakihlerin fıkhın pek çok bölümünde ihtilafa düşmeleri bu yüzdendir. Teşbih hadisleriyle allah'a iftira etmişler; naklettikleri akıl dışı rivayetlerle İslâm'a hücum ve onunla alay edilmesine sebebiyet vermiş; ihtida edeceklere engel olmuşlar; tereddüt geçirenlerin daha da şüphelere dalmasına yol açmışlardır. Bu (hadisciler) rivayet ettikleri şeyi pek az bilen ondan pek az nasiplenen kimselerdir. İlim ve hadisin dış yüzüyle yetinirler. Kendilerine “rivayet usulünü biliyor” denmesini kafi görmüşler “yazdığını biliyor, bildiğiyle amel ediyor” denmesine kulak asmamışlardır. 88
Kelamcılarm bu tenkit ve ithamlarına hak vermek mümkün değildir. Gerçi ashab-ı hadis, her işittiklerini rivayet etmişlerdir. Hatta onların bu durumları “onların meseli, sırtında kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir” anlamına gelen ayetle 89anlatılmak istenerek hakaret konusu bile yapılmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki her meslekten olduğu gibi hadisciler arasından da gerekli bazı özellikleri taşımayanlar veya yetenek itibariyle zayıf insanlar çıkmıştır. Ancak böyleleri diğer dirayet sahibi ashab-ı hadis yanında devede kulak gibidir. Kaldı ki, İbn Abbas'ın tabiriyle söyleyelim, “ank deveye de yağızına da binilmeye başlanması üzerine” yani, ehliyetsiz kişilerin önüne gelen rivayeti hadis diye nakletmesi karşısında hadislerin sahihini sakîminden ayırdedebilmek için hayli kaideler konmuş, tedbirler getirilmiştir. Bu tedbirleri alanlar, kaideleri koyanlar ashab-ı hadistir. Kendilerini Hadis İlmine adamış olan bu müslümanlann dini bir sorumluluk duygusu içinde hareket ettiklerine şüphe yoktur. Bunların, belki de gördükleri vazifeden hoşlanmayan bazı mezhep mensupları tarafından hem de genelleme yapılarak tenkit edilmeleri hiç bir İnsaf ölçüsüyle bağdaşmaz.
Şurası da var. Herhangi bir mezhep veya görüşe taassup derecesinde bağlı ve sırf mezhebini kuvvetlendirmek üzere veya başka maksatlarla uluorta rivayetlerde bulunanların tamamen hasbî duygularla hadis rivayet eden ve böylece İslâm Dini'ne hizmet etmiş olanlarla bir tutulmasına da imkan görülemez.
Ashâb-ı hadis ve faziletlerinden bahseden eserlerden bir kaçı şunlardır:
1. Şerefu Ashâbi'l-Hadîs, el-Hatibu'l-Bağdâdî,
2. Şerefu Ashâbi'l-hadîs, el-Hasen b. Ahmed İbnu'l-Bennâ.
3. Menâkibu Ehli'l-Âsâr: Ebu İsmail Abdullah b. Muhammed el-Herevî,
4. Kadiyye fi'r-Red alâ men Âbe'l-Hadîse ve Ehlehû: Ebu Abdillah Muhammed b. Ebî Nasr el-Humeydî,
5. el-intisâr li-Ashâbi'1-Hadîs, Ebu'l-Muzaffer Mansûr b. Muhammed es-Sem'ânî,
6. el-İntisâr li-Ehli's-Sunneti ve'1-Hadîs: Ebu'1-Vefâ Ali b. Akîl,
7. Kitâbu Fadli Ashâbi'l-Hadîs: Ebu'l-Kasım Ali İbnu'l-Hasen, (İbn Asâkir),
8. Menâkibu Ashâbi'l-Hadîs: Ebu'l-Ferec Abdurrahmân b. Ali (İbnu'l-Cevzî).
9. Menâkibu Ashâbi'l-Hadîs: Ebu Abdillah Muhammed b. Abdi'l Vâhid el-Makdisî.90

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget