Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

İdrâc
Sözlükte dürmek, birikmek, bir şeyi bir şeye eklemek, bir nesneyi başka bir nesneye katmak, sokmak manalarına gelir.  Hadis terimi olarak idrac, ravinin rivayet ettiği hadisin metnine veya senedine aslından olmayan sözler sokmasına denir. Ravinin bilerek veya bilmeyerek hadise ilave ettiği bu sözler başka raviler tarafından rivayet edilir ve hadisin aslında olmadığı halde ona eklenmiş olur. Bir başka deyişle bir hadisin ravilerinden biri herhangi bir maksatla onun metni veya senedine bazı sözler katar. Bu katma işine idrac adı verilir. Hadisi o raviden rivayet edenler bunun farkına varmazlar. Sanırlar ki o ilave hadisin ashndandır. Hz. Peygambere veya ilk kaynağına aittir. Dolayısiyle hadisi, ilave edilen sözlerle birlikte rivayet ederler. Böyle rivayet edilen hadislere mudrec adı verilir. Bu tariften anlaşılacağı gibi idrac hadisin isnadında veya metninde yapılır. Hadisin isnadına başka sözler sokulmasının belli başlı sebepleri şunlardır: 
a) Ravi çeşitli isnadlarla bir hadis işitir. Bir başka ravi o hadisi senedleri arasındaki farkı belirtmeden bütün isnadlarını birleştirerek rivayet eder. Dolayısıyla rivayet ettiği isnadda olmayan öbür isnadlara ait sözleri de ona katmış olur. 
b) İsnadde açıklama yapmak maksadıyla başka sözler ekler. Metinde idracın belli başlı sebepleri ise şunlardır: a) Metinde açıklama yapmak, b) Ravi iki ayn senedle iki ayn hadis rivayet eder. Ondan rivayette bulunan bir başkası aynı hadisi senedlerden biriyle ve iki metni birbirine katarak nakleder. Bu durumda isnadıyla naklettiği hadise ikinci hadisin metninden eklemiş olur. c) Şeyh senedi söyler, durur. Bir açıklama yapar veya başka bir şey söyler. Hadisi işitenler o sözü hadisin metninden sayar ve rivayette bulunurlar. Böylelikle isnada aslında olmayan metni idrac etmiş olurlar. Bunun mühim bir misalini el-Hâkimu'n-Nîsabûrî'nin naklettiği şu olay teşkil eder: Meşhur hadiscilerden Şerik bir gün taleberine hadis yazıdrmaktadır. Önce, “A’meş-Ebu Sufyân - Câbir Kale, Kale Resûlullah (s.a.s)” diyerek isnadını söyler ve talebelerinin yazması için susar. Tam bu sırada hadis meclisine Sabit b. Musa isimli biri girer. Sabit, nur yüzlü bir gençtir. Şerik, sustuğu an onu görür. Yüzünün parlaklığını kasdederek “Gece namazını çokça kılanın yüzü gündüzleri parlak olur.” der. Sabit, isnad söylenip tam, “Hz. Peygamber (s.a.s) buyurdu ki” dendiği an içeri girip böyle bir sözle karşılaşınca zanneder ki bu sözler Şerik'in daha önce söylediği isnadın metnindir. Dolayısıyla Şerik'in bu sözünü yazdırdığı isnadla rivayet eder. 438 Bir hadise ravisi tarafından bazı sözler sokularak idrac yapıldığı dört şekilde anlaşılır: 1. İdrac edilen kısmı belirleyen bir başka rivayetin bulunmasıyla, Meselâ, Ebu Hureyre'den rivayet edilmiştir: “Abdesti güzelce alınız... O abdest alırken iyice yıkanmayan topukların Cehennemden çekeceği var!” Bu hadisin ilk kısmı ravi Ebu Hureyre'nin sözüdür. Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait ikinci kısma idrac edildiği başka rivayetlerden anlaşılır. Bunlardan Buhâri'nin rivayeti şöyledir: “... Muhammed b. Ziyad anlatır: Bir gün mataradan abdest alıyorduk, Ebu Hureyre yanımıza uğradı. Şöyle dedi: “Abdesti güzelce alın; çünkü Ebu'l-Kasım (Hz. Muhammed (s.a.s) şöyle buyurdu: “Abdest alırken güzelce yıkanmayan topukların Cehennemden çekeceği var!” 439Müslim'in İbn Amr'dan rivayeti ise şöyledir: “Abdullah b. Amr'dan rivayete göre şöyle demiştir: “Yaptığımız seferlerden birinde Hz. Peygamber (s.a.s) bizden geri kadı. İkindi vakti girmişti ki bize yetişti. Biz hemen abdest almaya başladık. Acele ediyor; ıslak elle ayaklarımızı sıvazlıyorduk. Hz. Peygamber bu halimizi görünce (yüksek sesle), “O iyi yıkanmayan topukların Cehennemde çekeceği var!” diye bağırdı.” 440 Her iki rivayet de idrac edilenle karşılaştırılırsa “abdesti güzelce alın” manasına gelen kısmın hadisin aslından olmadığı anlaşılır. Hz. Aişe'nin Hz. Peygambere ilk vahiy gelişine dair meşhur hadisin bir fıkrası şöyledir: “Sonra Hz. Peygamber (s.a.s)'e yalnız kalmak sevgisi verildi. Artık Hira (Dağındaki) mağaraya çekilir; birkaç gün tehannüs ederdi. Tehannüs ibâdet demektir.” 441Bu hadisdeki “ve huve't teabbudu” sözleri İbn Şihab ez-Zuhrî'nin idracıdır. “fe-yetehannesu” kelimelerinin manasını açıklamak için idrac edilmiştir. Bu kısım, ilk vahyin gelişini anlatan rivayetlerin çoğunda yoktur. Rivayetlerin karşılaştırılması halinde durum ortaya çıkar. Ayrıca aynı kısmın hadise sonradan dahil edildiği Buhârî'nin başka bir rivayetinde “(İbn Şihab) dedi ki, “hadisde geçen tehannüs, teabbud manasınadır” 442denilerek açıklığa kavuşturulmuştur. 2. Hadisi rivayet eden ravinin sözleri ile. İbn Mes'ud'un şu hadisi buna misaldir. “Abdullah (b. Mesud) dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s) “Kim Allah'a herhangi bir şeyi şirk koşacak olursa Cehenneme girer.” buyurdu. Ben de derim ki “Allaha herhangi bir şeyi şirk koşmadan ölenler ise Cennete girerler” 443 Hadisde İbn Mes'ud, Hz. Peygamber (s.a.s)'in bir hadisini rivayetten sonra” ben de derim ki” diyerek kendi fikrini söylemiştir. Aynı kısım bir başka rivayette Hz. Peygamber (s.a.v.) bir söz buyurdu, bende ona bir söz ekledim.” şeklindedir. Üçüncü bir rivayette ise sadece Hz. Peygambere ait kısım nakledilmiştir. 444Bütün bu rivayetlerden ikinci kısmın İbn Mes'ud'a ait olup Hz. Peygamberin hadisine idrac edildiği anlaşılır. 3. İdracın farkına varan bir muhaddisin haber vermesiyle. Yine İbn Mes'ud'dan rivayet edilen teşehhüd hadisi de buna misaldir: “Rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s) Abdullah b. Mes'ud'un elini tutarak ona namazda teşehhüd için oturulduğunda (okunacak duayı) öğretti. İbn Mes'ud Hz. Peygamber'in öğrettiği teşehhüd duası olarak A’meşin hadisinde geçen duanın aynısını zikretti. (Sonra da şöyle dedi): Bunu söyledikten (veya yaptıktan) sonra namazını kılmış olursun. Kalkmak istersen hemen kalkarsın; oturmak istersen oturursun.” 445 Ebu Davud'un süneninde merfu kısmı ile İbn Mes'ud'un sözleri ayrılmadan rivayet edilen bu hadisde idrac olduğu ed-Dârekutnî, el Hâkimun - Nîsâbûri, el-Hatibu'l-Bağdâdî gibi âlimlerin haber vermesiyle anlaşılmıştır. 4. İdrac edilen kısmın Hz. Peygamber (s.a.s)'in sözü olduğunu aklın kabul etmemesiyle. Ebu Hureyre'den rivayet edilen şu hadis de buna misaldir: “Köle için iki kat ecir vardır. Hayatım kudreti altında olan (Allah)a yemin ederim ki, Allah yolunda cihad etmek, haccetmek ve anamın gönlünü hoş tutmak olmasaydı, ben de köle olarak ölmeyi isterdim.” Bu hadisin “köle için iki kat ecir vardır” kısım Hz. Peygambere aittir.446 İkinci kısmı ise Ebu Hureyre'nin sözüdür. Bu kısmın Hz. Peygambere ait olması aklen imkânsızdır; çünkü hayatı boyunca kölelikle mücadele etmiş olan Hz. Peygamberin köle olarak ölmeyi istemesi akla uygun düşmez. Kaldı ki henüz çok küçükken annesi ölmüştü. Yetim olarak büyüyen bir kimsenin annesinin gönlünü hoş tutmakdan söz etmesi de abes düşer. Şu da var. Hadisin ikinci kısmının Ebu Hureyre'nin idrac edilmiş sözü olduğu sahih-i Müslim ve Müsned rivayetlerinde “...Ebu Hureyre'nin canı kudreti altında olan Allah'a yemin ederim ki...” ibaresinden de anlaşılmaktadır. Hadisin sened veya metnine aslından olmayan sözler idrac etmenin hükmüne gelince üç esasda özetlenebilir: a) İdrac, hadisde bulunan bir kelime veya ibareyi açıklamak veya başka bir açıklama yapmak maksadıyla yapılırsa caizdir. Ne var ki idrac yapanın bunu açıklaması gerekir. b) Kasıtsız olarak yanılma sonucu idrac yapılmışsa, yanılan ravi için kusur teşkil etmez. Fakat yanılması sık sık olur ve hadise başka sözler karıştırması fazlalaşırsa zabtına dokunur. c) Kasden bilerek ve isteyerek yapılırsa haramdır. Kasıtlı olarak idrac yapan ravi, adalet vasfım kaybeder.

İdâl
Bk. Mu'dâl
Bir işin karışık, müşkül, çetin ve zor olması manasına i'dalden ismi mef’ul olan mu'dal, hadis terimi olarak senedinden sahabîye varıncaya kadar iki veya daha fazla ravinin birbiri ardınca düştüğü hadise denir. el-Hâkimu'n-Nîsâbûri'nin naklettiği bir habere göre Ali İbnu'l-Medînî ve daha sonraki bazı hadis imamları mu'dali, mürselden ayn olarak hadisi, ravisini atlayarak irsal eden ravi ile Hz. Peygamber (s.a.s) arasında birden fazla ravinin olması şeklinde anlamışlardır. 758Bu demektir ki isnadında hadisi irsal eden ravi ile Hz. Peygamber arasında iki ravisi düşen hadis mu'daldir. Ne var ki el-Hâkim düşen ravilerin peşpeşe olması kaydına dair herhangi bir açıklama yapmış değildir. İbnu's- Salâh mu'dali munkatı'nın özel bir çeşidi olarak görür. Ona göre her mu'dal munkatı ise de her munkatı mu'dal değildir. Bir kısım muhaddisler mu'dale mürsel demişlerse de öyle değildir. Mürsel başka, munkatı başka, mu'dal yine başkadır ve isnadından iki veya daha fazla ravinin düştüğü hadistir.759 İbnu's-Salâh'ın bu tarifinde esas olarak mu'dalin isnadından ravi düşmesi yönünden munkatıya benzediği noktası üzerinde durulmuştur, isnadından ravi düşmesi hem munkatı, hem de mu'dalin ortak tarafıdır. Fakat aralarındaki umum-Husus ilişkisinin de gösterdiği gibi, mu'daldeki ravi düşmesi farklıdır. İşte bu farka işaret eden Hadis Usulü alimleri sonuç olarak mu'dali İsnadında peşpeşe iki ravisi düşen hadis olarak tarif etmişlerdir. Nitekim, el-Iraki, İbnu's-Salâh'ın mu'dali “isnadından iki veya daha fazla ravisi düşen hadis” olarak tarif ettiğini söylemiş, ravi düşmesinin bir yerde mi yoksa iki yerde mi olduğuna işaret etmediğini kaydetmiştir. Ona göre İbnu's-Salâh'ın bu tarifindeki iki veya fazla ravi düşmesi olsa olsa bir yerde olabilir. Bir yerde bir ravi düşmesi olur, daha sonra bir başka yerde bir başka ravi düşerse buna mu'dal değil, munkatı denir. 760 Yine İbnu's-Salâh'a göre tâbi'ut-tâbi'înin Kale Resulullah '(s.a.s); Tâbiu't-Tabi'î'den sonraki nesilden bir ravinin an Resulillah (s.a.s) diyerek naklettiği hadis de mu'daldir. Bununla birlikte Ebu'n-Nasr es-Siczî ravinin belağani lafzıyla rivayet ettiği hadisi de mu'dal addetmiştir. Anlaşıldığına göre bazı muhaddisler hadisin isnadından ravi düşmesini sıhhatine engel gördükleri gibi bir kaç ravi düşmesini de hoş karşılamamışlardır. Şu hale göre isnadından birbiri ardınca iki veya daha fazla ravi düşen hadis mu'dal'dir. Meselâ; “... Kıyamet günü adama “dünyada iken şunu şunu işledin” denir. Adam “hayır yapmadım” der demez ağzı mühürleniverir” 761Sözü mu'daldir; zira önce sözün Hz. Peygambere ait olduğu belli değildir. Kaldı ki eş-Şa'bî'nin hadisi rivayet etmiş olduğu şahabı Enes b. Mâlik de isnadından düşmüştür. Şu rivayet de mu'dal hadise bir başka misaldir: “... Amr b. Şuayb'dan rivayet edildiğine göre demiştir ki: “Uhut Savaşında bir köle Hz. Peygamber (s.a.s)'in maiyetinde savaştı. Hz. Peygamber ona, “Efendin savaşa girmene izin verdi mi?” diye sordu. Köle: “Hayır vermedi” dedi. Hz. Peygamber “Eğer öldürülseydin (efendinin izni olmadığı halde savaşa girdiğin için) muhakkak Cehennem'e giderdin” dedi. Bunun üzerine kölenin efendisi şunları söyledi: “Onu azad ediyorum yâ Resulallah O, artık hürdür” O zaman Peygamberimiz (s.a.s) “Şimdi oldu, dedi; artık savaşa (devam ede)bilirsin.” 762 Bu hadisi Amr b. Şu'ayb isnadında tabiî ve şahabı olmak üzere iki raviyi birbiri ardınca atlamak suretiyle rivayet etmiştir. Şu hale göre mu'daldir. Mu'dal hadisler zayıf kabul edilirler. Ancak isnadında birbiri ardınca iki ravi düşmesi olduğundan mu'dal, munkatı'dan daha zayıf addedilir. İsnadında peşpeşe iki ravi atlayarak mu'dal olarak hadis rivayet etmeye i'dal adı verilir.

İcâzetu'l-Mu'ayyen Li'l-Muayyen Fî'l-Mu'ayyen
İcâze li'1-mu'ayyen fî mu'ayyen tabiriyle de bilinir. Herhangi bir yazılı metni elden vermemek kaydıyla muayyen bir şeyhin muayyen birine, belirli bir kitabı rivayet etmesine izin vermesi manasına icazetin ilk nevidir. Bu nevi icazetin belirli bir özelliği icazet verenin (mucîz), kendisine icazet verilen talibin (mucâzun leh)'e icazete konu olan hadislerin yazılı olduğu kitap veya fihrist denen defterin (mucâz) belli oluşdur. Bu itibarla bu çeşit icazet, münâvelesiz icazet çeşitlerinin en üstünüdür. 435 Bu neviden icazette muhaddis, eceztu leke'l-kitâbe'l-fulânî (falancanın kitabını rivayet etmen için sana izin verdim); eceztu li-fulânin me'ştemelet aleyhi fihristi hâzihî (su fihristimde bulunan hadislerin rivayeti için falancaya icazet verdim) ve benzeri ifadeleri kullanır. Bu şekildeki bir icazetin kabul edilebilir olması için, icazet veren muhaddisin, rivayetine izin verdiği kitap veya fihristdeki hadisleri iyi bilmesi, icazet alanında ilim ehlinden olması aranır. Hatta İmam Mâlik mucîz ile mücâzun lehin ilim ve ehliyet sahibi olmalarını şart bile koşmuştr. İbn Abdilberr ise isnadı müşkil olmayan muayyen şeyleri rivayet için yalnız hadis ilminde mahareti olan kimseye icazet verilebileceği görüşündedir. Muayyen bir kimseye, muayyen şeylerin rivayeti için verilen icazet eğer yazılı olarak verilmiş ise verenin sözle te'yid etmesi münasiptir. Şayet yalnız yazı ile yetinirse zahire göre icazeti sahih olur. Şu var ki böyle bir icazet öbüründen yani yazılı olarak verilen, sözle teyid edilenden daha aşağı mertebededir.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget