Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Mu’en’en
Bk. Muennen.
Mu'en'en ile birlikte sözlük manası bakımından “enne” edatı taşıyan “enneli” denilebilecek bir anlama sahipdir. Her ikiside hadis terimi olarak, ravinin isnadında, “Mâlik ani'z-Zuhri enne Saîde'bne'l-Museyyeb kale” misalinde olduğu gibi “enne fulanen kale” diyerek rivayet ettiği hadise denir. Bir ravinin isnadında “enne” edatını kullanarak rivayette bulunması halinde şeyhi ile mülakatı sabitse bu edatın “an” gibi isnadda ittisale delalet edip etmeyeceği konusunda hadis alimleri arasında ihtilaf vardır. İmam Malik'e göre bir ravinin isnadında “an fulânin” demesi ile “enne fulanen” demesi arasında herhangi bir fark yoktur. Şu şartla ki şeyhinden “enne” ile rivayette bulunan ravinin ona mülaki olması ve tedlis yapmayan biri olarak tanınması gerekir. İbn Abdilber de alimlerin büyük çoğunluğunun “an” ile “enne” arasında bir fark görmediklerini nakletmişür. 791 İbn Abdilberr'e göre isnatta ittisale hükmetmek için rivayette kullanılan harflere ve lafızlara itibar edilmez. İttisal ancak mülakat, mücâlese, semâ ve müşahede iledir. Alimler, sahabîye kadar ulaşan muttasıl isnadın “an, enne, kale, semi'tu” lafızlarından hangisiyle gelirse gelsin muttasıl olduğu hususunda birleştikleri için sema'ın tebeyyün etmesinin şart koşulması anlamsızdır. 792 Şu hale göre alimlerin çoğu “enne” ile varid olan isnadın muttasıl sayılacağına kaildirler. Ancak anlaşıldığına göre bu görüşte olan alimler semâ'ın subutu olmasa bile mülakat ve ravinin tedlisden beri olmasını esas almışlardır. İsnadı teşkil eden ravilerin birbirlerinden semâ'ı sahih olunca inkıta açığa çıkmadığı sürece hangi lafızla varid olursa olsun isnad, ittisale hamledilir. 793 Öte yandan Ahmed b. Hanbel ile bazı âlimler “enne” harfinin “an” gibi olmadığı görüşündedirler. Onlara göre “enne” ittisale delalet etmez. Dolayısyle isnadında enne bulunan bir hadis muttasıl olarak rivayet edilmemiş demektir ve munkatı'dır. Şu var ki “enne” ittisale delalet etmezse de aynı hadisin başka tarîktan rivayetinde sema açığa çıkarsa ittisal ile hükmedilir. İbnu's-Salâh İbn Abdilber'den naklen Ebu Bekri'l-Berdîcî'nin de bu görüşte olduğunu kaydettikten sonra Yakûb b. Ebî Şeybe'nin müsnedinde ayırıma delâlet eden bir misal gördüğünü söyler ve şöyle der: Yakub b. Ebî Şeybe Ebu'z-Zübeyr'den, İbnul-Hanefiyye-Ammâr isnadiyle Ammar'ın şu hadisini zikreder: “(Bir gün) Hz. Peygamber (s.a.s) namaz kılarken yanına vardım. Selam verdim. Bana selamımı iade etti. “Yakub bu haberi müsned ve mevsul kılmıştır. Oysa bir başka yerde aynı hadisin Kays b. Sa'd rivayetini Atâ b. Ebî Rabah an İbni'l-Hanefiyye isnadiyle Ammâr'dan şöyle rivayet eder: “Ammar Hz. Peygamber (s.a.s)'in namaz kılarken yanına vardı.” Yakub b. Ebî Şeybe bu rivayeti mürsel olarak nakletmiştir; zira “enne Ammaren merre...” diye fiilî olarak nakletmiş “an Ammarin” dememiştir.”794 İbnu's-Salâh’ın bu misali “enne” nin “an” gibi ittisale delalet etmediği görüşünde olanları destekler gibi görünürse de el-Irâkî tarafından eleştirilmiştir. Âlimimiz şöyle der: “Musannif İbnu's-Salâh'ın “an” ile “enne” arasında fark olduğuna dair Ahmed b. Hanbel ve Yakub b. Ebî Şeybe'den naklettikleri, iksinin de sözlerinden anlaşıldığı gibi değildir. Aslında ne Ahmed b. Hanbel ne de Yakub b. Ebî Şeybe “an” ile “enne” arasını ayırmış değillerdir. Bunun bir başka manası vardır. O mana da şudur: Yakub b. Ebi Şeybe “enne” ile varid olan hadisi mürsel olarak nakletmiştir. O rivayetinin mürsel addedilmesi İbnu'l-Hanefiyye'nin kıssanın hikayesini Ammar'a nisbet etmeyişi yüzündendir. Yoksa İbnu'l-Hanefiyye “inne Ammâren Kale merartu bi'n-Nebiyyi (s.a.s)” diyerek kıssayı nakletseydi rivayet mürsel olmazdı. Hadisin mürsel kılınışının bir sebebi de İbnu'l-Hanefiyye'nin rivayet şeklidir. Şöyle ki, İbnu'l-Hanefiyye Ammâr’ın Hz. Peygamber'in yanına uğradığını görmemiştir. Öyle iken hadisi “enne Ammâren merre” lafzı ile nakletmiştir. Böyle yapmakla o, görmediği bir olayı anlatan kişi durumundadır. Böylece kıssayı nakli bu yüzden mürsel olmuştur. Bu açıktır ve İbnu'l-Hanefiyye'nin “inne Ammâren merra bi'n-Nebiyyi” demesi ile “enne'n-Nebiyye (s.a.s) merra bihi Ammar” demesi arasında fark yoktur; çünkü iki halde de rivayetin mürsel olacağında ittifak vardır. Öte yandan İbnu'l-Hanefiyye hadisi “an Ammar kale merartu...” veya “enne ammâren kale merartu..” diyerek nakletmiş olsaydı durum aksine olurdu; zira her iki ibare de Ammar'a isnad edilmiş olduklarından muttasıldırlar.” 795 el-lrakî’nin anlattıklarına bakılırsa Yakub b. Ebî Şeybe'nin zikrettiği hadis “enne” ile nakledildiği için değil; isnadında olayın kritiğine göre inkıta olduğu için mürseldir; zira “bir ravi bir kıssa veya olay rivayet ettiği zaman bakılır: Eğer Hz. Peygamberle bazı sahabeler arasında geçen bir olayı anlatıyorsa ve o olayın zamanına yetişmiş bir sahabî ise olaya şahit olduğunu bilmesek dahi rivayetinin ittisaline; eğer olayın geçtiği zamana yetişmediğini biliyorsak o takdirde de sahabî mürsel'i olduğuna hükmederiz. Şayet bu ravi tabiî ise o zaman da munkatı olduğuna hükmedilir. Eğer tabiî Sahabî den kendi yetiştiği zamana dair bir kıssa naklediyorsa muttasıldır. Aynı şekilde tabiî vaki olduğu zamana yetişmediği bir olayı sahabîye İsnad ile rivayet ediyorsa bu da muttasıldır.” 796 Yine İbnu's-Salâh'in kaydettiğine göre el-Hatîbu'l-Bağdadî, Ahmed b. Hanbel'in “an” ile “enne” arasında fark olduğu görüşüne şu iki hadisi misal vermiştir: “Hz. Ömer'den, Hz. Peygamber'e “bizden biri cunub olarak uyuyabilir mi?” diye sormuş...” 797 İbnu's-Salâh bu iki hadisden birincisinin görünüşe göre Hz. Ömer'in İkincisinin ise İbn Ömer'in müsnedi olduğunu söyleyerek “enne” ile “an” arasında fark olduğu görüşünde olanlara katılmadığı intibaını uyandırmaktadır. Son olarak şunu da söylemek gerekir ki es-Suyûtî'nin belirttiğine göre daha sonraki devirlerde şark alimleri “enne” yi icazet yoluyla alman hadislerin rivayetinde çok kullanmışlardır. Mağrib alimleri ise “an” ve “enne” lafızlarının ikisini de sema ve icazette birlikte kullanmışlardır.

Mu’an'in
Bk. An.
..., den, dan manası veren harf-i çerdir. Hadis Usûlü İlminde eda sığaları arasında söz konusu edilmiştir.
An lafzıyla hadis rivayet eden raviye mu'an'in; rivayet ettiği hadise ise mu'an'an adı verilir.
Bu lafızla rivayet edilen hadis, lafız cezm sığası sayılmadığı, dolayısiyle ravi ile Şeyhi arasında mülakata delalet etmediği için muttasıl addedilmez. Buna göre Şeyhinden “an fulânin” diyerek rivayette bulunan ravi, gerçekte ondan hadis işitmemiş biri olabilir. O yüzden isnadında intıka’ bulunmak ihtimali o duğu gibi tedlis ihtimali de vardır. Öyle olunca hadisi munkati' veya mudelles sayılmak ve zayıf grubuna girmek gerekir.
Şeyhinden “an” lafzıyla hadis rivayet eden ravinin isnadının muttasıl sayılabilmesi için bazı şartlar ileri sürülmüştür. Bunlardan ilki adaletli olmaktır. İkincisi rivayetinde tedlis yapmaması; üçüncüsü ise şeyhine mülâki olduğunun bilinmesidir. Her üç şartın bulunması halinde rivayeti muttasıl hükmündedir. Değilse munkati veya mürsel, yahut da mudelles çeşitlerinden birine girer.

Mu’allak
Sözlükte bir nesneyi bir nesneye geçirip asmak, ne kabul ne reddedip bir işi askıda bırakmak, kapıyı kapamak manalarına gelen ta'lik dan ismi mefuldür. Hadis ıstılahı olarak isnadının baş tarafından bir veya peşpeşe birkaç ravinin ismi söylenmeden, söylenmeyen sonucu kişinin üst tarafındaki kişiden (ta'lik yoluyla) rivayet edilen hadise denir. 724 Muallakın en meşhur tarifi budur. Bununla birlikte bazı hadis alimlerine göre isnadın tamamını hazfederek Kale Resûlullah (s.a.s) kalebnu Abbâs, Kale Atâ gibi lafızlarla sevkedilen hadisler de mu'allaktır. 725 İbnu's-Salâh mu'allak isminin kale, fe'ale, emera, nehâ, zekera, hakâ gibi kesinlik ifade eden cezm sigasıyle rivayet edilen hadisler için kullanıldığını, buna karşılık yurvâ, yukalû, yuzkeru, yuhkâ gibi temriz sığaları ile rivayet edilen hadisler ile isnadının ortasından ve baş tarafından birkaç ravisinin ismi düşen rivayetler için kullanıldığına rastlamadığını söyler. 726Şu da var ki, bazı müteahhir âlimler, söz gelişi el-Mizî, Buhâri sahihindeki bu kabi rivayetlerin de muallak olduğunu söylemiştir.727 İbn Hacer'e göre mu'allak isnadın başından ravisi düşmüş olan haberdir. Düşen ravi sayısı bir olsun, birden fazla olsun, farketmez. Bu bakımdan mu'allakla mu'dal arasında bir yönden umum-husus ilişkisi vardır. Bu fark mu'dalde isnaddan iki veya daha fazla ravinin düşerek muallakın bazı şekilleriyle birleşmesi, mu'allakta ise, musannifin tasarrufu olarak isnadın başından ravilerin düşmesi ve bu şekliyle mu'dalden ayrılması yönündendir. Mu'allak’ın çeşitli şekillerinden biri, bütün isnadın hazfedilerek meselâ, “Hz. Peygamber şöyle buyurdu” denilmesidir. Bir diğer şekli, sahâbi müstesna diğerlerinin yahut sahâbi ve tabii müstesna diğer ravilerin hazfedilmesidir. Yahutta hadisi rivayet eden kimsenin hazfedilerek rivayetin onun üstündeki kimseye izafe edilmesidir. Eğer hazfedilen ravinin üstündeki kimse bu musannifin da şeyhi ise buna mu'allak denilip denilmeyeceği hususunda ihtilaf edilmiştir. Fakat burada mühim olan, meselenin açıklığa kavuşturulmasıdır. Şöyle ki, şeyhin hazfeden musannifin müdellis olduğu hadis imamlarından birinin delilli ifadesiyle veya araştırma sonucu anlaşılacak olursa ona göre hükmü verilir. Yani hadise mu'allak değil, müdelles denir. Eğer müdellis değilse rivayeti mu'allaktir. 728 Şu hale göre mu'allak, merfû, mevkuf veya maktu olsun baş tarafından bir veya birkaç ravi veya bütün isnad hazfedilerek kesinlik bildiren cezm sigalarıyla rivayet edilen hadislere denilmektedir. Verilen misaller mu'allakın bu tarifine uygun düşecek şekildedir. Önce merfû muallak misali görelim. “İbn Abbas dedi ki “Hz. Peygamber (s.a.s) bir deve üzerinde Kabe'yi tavaf etti.” 729Mevkuf mu'allaka misal: “Cabir b. Abdillah bir tek hadis için Abdullah b. Uneys'in yanına gitmek üzere bir aylık mesafeye yolculuk yaptı.”730 Maktu mu'allak'a ise şu hadis misal verilebilir: Mûcahid dedi ki “(Soru sormaktan) utananlar ile kibirliler asla ilim öğrenemezler.” 731 İster Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait merfû, ister sahâbiye ait mevkuf, isterse tabiîye ait maktu olsun, mu'allak’ın hadisler arasında özel bir yeri vardır. Kaynaklarımızda hadisleri ilk defa isnadını kısmen veya tamamen hazfederek mu'allak olarak nakleden hadis âliminin kim olduğuna dair açık bir malumata rastlanmaz. Ne var ki mu'allak hadislere musannef eserler içinde en çok Sahih-i Buharî'de rastlanır. Buhârideki mu'allak hadisler 1340 kadar olup daha çok unvan da denilen bab başlıkları ile birliktedir. Bunlar iki kısımdır. Bir kısmı başka yerde mevsûl olarak verdikleridir. Buhâri böyle mu'allaklan kaide olarak hadîsin mahreci (çıkış yeri) dar; metni de birkaç hükmü birden ihtiva ettiği takdirde tekrardan kaçınmak üzere isnadında tasarruf ederek vermiştir. Diğer kısım ise başka yerde mevsül olarak vermeyip mu'allak olarak kalanlardır. 732 Buhâri'nin mu'allak olarak verdiği hadisler isnad üzerinde titizlik gösteren âlimlerin tenkidlerine hedef olmuştur. Bununla birlikte sahihin mühim bir özelliğini teşkil eden mu'allak hadisleri müdafaa edenler de vardır. İbn Haceri'l-Askalânî bunlardandır. Bu konuda Ta'lîku't-Talîk isimli müstakil bir eser yazmış, bu eserinde Buhârî mu'allaklarını mevsul olarak rivayet edenleri birer birer göstermiş; ayrıca Buhârî şerhi mukaddimesinde vermiştir.733 Mu'allak hadisin hükmüne gelince, İbnu's-Salâh'a göre eğer hadisi ta'lik eden Şahıs sahabîden başkası ise muallak olarak verdiği hadisin sıhhat hükmü diğer sıhhat şartları ile birlikte kendisiyle sahabi arasındaki isnadın ittisaline bağlıdır. Şayet temriz sigasiyle ta'lik edilen bir hadis ise sıhhatine hükmedilemez; zira böyle lafızlar aynı zamanda zayıf hadisleri irad ederken de kullanılır. Bununla birlikte mu'allak hadisi sahihlerde irad edilmesi aslının sıhhatini gösterir. 734 İsnadı bilinen ve kabul şartlarını haiz olaraka hadisçiler arasında maruf olan mu'allak bir hadisin sahih veya hasen hükmünü taşıması tabiidir. Ancak, isnadın başından bir ve daha fazla ravinin hazfedilmesi, çok defa müellifin tasarrufundan olduğu cihetle, hazfolunan ravilerin bilinmemesi veya onları hazfeden kimsenin “hazfettiğim ravilerin hepsi de sikâttandır” demesi halinde, mu'allak hadis, zayıf hükmündedir; zira müellifin hazfettiği ravileri ta'dili mübhemdir ve hadis hakkında sıhhat hükmünü vermek için yeterli değildir. 735O hale göre mu'allak hadisle istidlal etmek isteyen müdekkik alimin hüccet olmaya elverişli olup olmadığını anlamak için ravilerine ve senedine bakması gerekir.

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget